16.10.2020

CHP LİDERİ KILIÇDAROĞLU, “ADIM ADIM İKTİDARA PROJESİ TANITIM VE İLK EĞİTİM TOPLANTISI”NDA KONUŞTU (16 EKİM 2020)

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul İl Başkanlığının düzenlediği "Adım Adım İktidara Projesi Tanıtım ve İlk Eğitim Toplantısı"na katıldı.
Genel Başkan Kılıçdaroğlu, Yenikapı Avrasya Gösteri ve Sanat Merkezinde gerçekleştirilen toplantıda yaptığı konuşmada şunları söyledi: Sanıyorum geçen haftaydı veya evvelki haftaydı İstanbul’da bir toplantı yaptık ve o toplantıda İl Başkanımızın belirlediği yol haritasını hayata geçireceği ifade edildi. “Acaba ilk dersi siz verebilir misiniz” dediler, “hay hay büyük bir keyifle gelirim yeter ki siz hazır olun” dedim.


Değerli yol arkadaşlarım, ‘Adım adım iktidara’ diyoruz. 6 bin 800 yol arkadaşı, 961 mahalleyi gezecek. Amacımız ne, hedefimiz ne? Önce şunu ifade edeyim, şöyle bir soruyla karşılaşırsanız; nerede olursa olsun, ister kahvede, ister yolda, caddede, lokantada, nerede olursa olsun, ülkenin iyi gitmediği belli, sorun yaşadığımız da belli. Genelde şöyle bir eleştiri yapılır; “Efendim şu CHP var ya CHP...” Ne olmuş CHP’ye? “CHP hep eleştirir hiç öneri getirmiyor.” Ona şu soruyu sorun: Hangi soruna çözüm getirmedi, bana sorunu anlatın, çözümü hemen size söyleyeyim. Ve arkasından şunu ilave etmeyi sakın unutmayın. Bizim siyaset tarihimizde, son 10 yılda en büyük değişimi yaşayan partilerden birisi Cumhuriyet Halk Partisidir. Eleştiri kültürünün tamamen ötesinde; her soruna, yetkin kadrolarıyla çözüm üreten, Türkiye’deki tek partidir. Her soruna, yetkin kadrolarıyla çözüm üreten tek partidir. Hangi sorun olursa olsun; ister esnafın, ister çiftçinin, ister emeklinin, ister işçinin, ister sanayicinin, ister KOBİ’nin, ister dış politika, ister eğitim, hangi alan olursa olsun. Ve biz bu çözümleri; tarihsel birikimimiz ve evrensel değerlerle, yani dünyada böyle bir sorunla karşılaştığında o ülkelerin geliştirdikleri çözümler, bütün bunları özümseyerek yeni bir yol haritası belirledik. Biz Türkiye’ye karşı en ağır sorumluluğu üstlenmesi gereken bir partiyiz. Bir daha ifade edeyim; biz yani Cumhuriyet Halk Partililer, Türkiye’ye karşı en ağır sorumluluğu üstlenmesi gereken partiyiz. Çünkü biz kadrolarımızla var olan sorunları çözme konusunda azimli, kararlı ve özgüveni yüksek bir duruş sergilemek zorundayız. Hangi sorun oldu da CHP sorunun çözümü konusunda düşüncesini ifade etmedi?
Dolayısıyla benim sizlerden ilk isteğim, eleştiri kültürünü… Efendim iktidar şunu yaptı, bunu yaptı, bunu yaptı. Doğru yaptı. Zaten 83 milyon bunun tanığı. Bunları söyleyeceğiz doğru. Ama siz ne yapacaksınız? Öyle ya biz ne yapacağız? Asıl anlatmamız gereken bu.
‘İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’. ‘İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nin önce felsefesini çok iyi bilmek gerekiyor.
Değerli arkadaşlarım, eğer bu felsefeyi bilirsek ‘İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’ni gayet güzel anlatırız. ‘İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nin birinci özelliği şudur; bir yüzyılı geride bıraktık. Bugün yaşayan kuşaklar bir yüzyılı geride bıraktılar. Geçen yüzyılda ne yaptık biz? Milli Kurtuluş Savaşı vardır, cumhuriyeti kurduk, çok partili hayata geçtik. Yeri geldi ekonomik olarak iflas ettik, moratoryumlar ilan ettik, darbeler oldu, siyasi idamlar oldu, gencecik filiz gibi çocuklarımız ülkenin bağımsızlığı için hayatlarını verdiler. Bir yüzyılın etkilerinin hafızalarımızda korunması gerekiyor. Bizim böyle bir sorumluluğumuz da var. Acıları var, sevinçli günlerimiz var, başarılarımız var, üzüntülerimiz var, bütün bunları 83 milyon olarak belleklerimizde tutmak zorundayız. ‘İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’ hazırlanırken birinci yüzyılın unutulmaması gerektiği özellikle belirtildi.
Birinci yüzyılın bize bıraktığı 5 temel sorunu da Türkiye’nin gündemine getirdik. Birinci yüzyılın bize bıraktığı 5 temel sorun neydi? Eğitimde sorunumuz vardı, dış politikada sorunumuz vardı, demokraside sorunumuz vardı, toplumsal barışta sorunumuz vardı ve ekonomide sorunumuz vardı. Bitirdiğimiz bir yüzyıl, ikinci yüzyılın başlangıcında, 83 milyonu 5 temel sorunla karşı karşıya bıraktı. Demek ki ‘İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nin öznesi, geçmişin bize bıraktığı mirası bir sefer iyi kavramamız lazım. Bunu iyi kavrayamazsanız, yani geçmişten ders çıkaramazsanız sağlıklı bir gelecek inşa edemezsiniz. Geçmişten ders çıkaracağız ki sağlıklı bir geleceği inşa edelim.
Bu çağrı beyannamesinin bir başka özelliği daha var. ‘İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nin temel bir özelliği daha var. Bu çağrı beyannamesi Türkiye'de hiçbir toplumsal sınıfı dışlamayan beyannamedir. Hiçbir kişiyi, hiçbir aileyi, hiçbir kimliği, hiçbir yaşam tarzını, hiçbir inancı dışlamayan bir beyannamedir bu beyanname. Beyannamenin temel özelliği, bir Cumhuriyet Halk Partisi beyannamesinin ötesinde Türkiye'yi ikinci yüzyıla güçlü bir şekilde sokacak, sorunlarını çözecek ve bölgesinde ve dünyada güçlü bir Türkiye inşa edecek ve birlikteliği koruyacak bir beyanname, bir söylemdir. ‘İkinci Yüzyıla Çağrı Beyanname’mizin böyle bir özelliği var değerli arkadaşlarım.
Etnik kimlik üzerinden siyaset, yaşam tarzı üzerinden siyaset, inanç üzerinden siyaset tarihin tozlu raflarında kalmak zorundadır. Kısır çekişmelerle; iktidarda kalmak için, iktidarını sürdürmek için insanların inancıyla, insanların kültürüyle, insanların yaşam tarzıyla, insanların kimliğiyle oynarsanız Türkiye’yi geriye ötürürsünüz. Kutuplaşan bir Türkiye, bize göz diken egemen güçlerin arzu ettikleri bir Türkiye'dir. Biz, bütün farklılıklarımızı zenginlik olarak kabul eden ve kendimize yol haritası çizen bir beyannameyle yani ‘İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’yle toplumun karşısına çıktık 97. yılımızda. Herkesin etnik kimliği kendi şerefidir, herkesin inancı kendi inancıdır. Allah’la kul arasına kimsenin girme hakkı ve yetkisi yoktur. Öyle bir yetki hiç kimseye verilmemiştir. Herkesin yaşam tarzına saygı duymak, her siyasetçinin temel görevidir. Biz bunları, bu değerleri zenginlik olarak kabul ettiğimizde, kendimize yol haritasını çağdaş uygarlık olarak görüp, o çizgi üzerinde götürmek zorundayız.
‘İkinci Yüzyıla Çağrı Beyanname’mizin üçüncü önemli bir özelliği daha var. Birlikte yaşama iradesini en güçlü şekilde ortaya koyan bir metindir. İster Hakkari’de, ister Edirne’de, ister Trabzon’da, ister Adana’da, 83 milyon, hatta yurtdışında alın teri döküp geçimini sağlayan vatandaşlarımız da dahildir buna. Birlikte yaşama, birlikte mücadele etme, farklılıklarımızı zenginlik görüp bu zenginliği büyütme, ayrışma aracı olarak değil birleşme aracı olarak görme iradesini ortaya koyan bir beyannamedir ‘İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’. O açıdan ‘İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’ne herhangi bir vatandaş tarafından bu beyanname yanlıştır dendiğini asla duyamazsınız. Bu kadar özenli ve dikkatli hazırlanan bir beyannamedir. Hiç kimse, şu ‘İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’ni verin okusun, burası yanlıştır demez. Eksiği var diyebilir, keşke şu da olsa diyebilir ama burada öngörülen hedeflerin, birlikteliğimizin, gelecek için öngördüğümüz güçlü Türkiye iradesinin bütün satırbaşlarını görmek mümkündür. Bu beyanname 13 madde halinde Türkiye'yi çağdaş uygarlığa ulaştıracak yol haritasıdır aynı zamanda. Diyorlardı ya CHP hep eleştirir hiç çözüm üretmez diye. Çözüm üretmez diyene bundan bir tane vereceksiniz. Sen bunun hangi maddesine itiraz ediyorsun diyeceksiniz.
Havuz medyası da buna itiraz edemedi? 'Şurası yanlıştır' diyemediler. Diyemezler zaten, akıl var mantık var. Böyle bir beyannameyi hazırlamak Cumhuriyet Halk Partisine yakışırdı ve biz bunu yaptık. Ve yakışan bir şey daha yaptık. Bu beyannameyi kurultayımıza katılan bütün delegelerin oybirliğiyle tarihe miras olarak bıraktık. Biz şimdi tarihe miras olarak bıraktığımız bu hedefleri hayata geçirmek için çaba harcamak zorundayız değerli arkadaşlarım.
Şimdi anlatırken belli konulara da gireceğim, güncel konulara da gireceğim değerli arkadaşlarım. Önce şunu büyük bir özgüvenle bütün arkadaşlarımın katıldıkları her toplantıda, her konuşmada rahatlıkla ifade etmelerini istiyorum, büyük bir özgüvenle.
Bir; Cumhuriyet Halk Partisi değişimin ve dönüşümün en büyük adresidir. Bu ülkede, Türkiye Cumhuriyetinde değişimin ve dönüşümün en büyük adresidir. Bunu büyük bir özgüvenle söyleyeceksiniz. Çünkü bir gerçeği ifade ediyorsunuz. Yine diyeceksiniz ki, biz bu çözümleri öyle oturup masa başında hemen yapalım demedik.  Cumhuriyet Halk Partisi aynı zamanda bugün siyasal partiler içinde en nitelikli ve en yetkin kadroları barındıran partidir. Bir daha söylüyorum, en nitelikli, en yetkin kadroları bünyesinde barındıran partinin adı Cumhuriyet Halk Partisidir. Kendi aramızda sorunları masaya yatırırız ve özgürce tartışırız. Tartışma, akıl akıldan üstündür kuralı çerçevesinde yapılır. Benim görmediğim hatayı benim bir arkadaşım görebilir. Cumhuriyet Halk Partisinin böyle bir özelliği de var. Dolayısıyla bu özellik bize bu çözümleri ürettiriyor zaten.
Bir başka konu değerli arkadaşlarım, sorunları çözmek sıradan bir olay değildir, kolay bir olay değildir. Sorunu çözmeniz için önce sorunu bilmeniz gerekiyor. Sorunu bilmezseniz çözümünüz havada kalır. Peki biz ne yapıyoruz? Sorunun kaynağına iniyoruz. Sorunu yaşayanlarla görüşüyoruz. Sorunu yaşayanlara soruyoruz karşılaştığınız sorunlar nedir, ekonomik, toplumsal olarak günlük hayatınızda size nasıl yansıyor bu sorunlar? Onun üzerine oturup çözüm üretiyoruz. Ürettiğimiz çözümü peki ne yapıyoruz, hemen çözüm ürettik diye ortaya mı çıkıyoruz? Hayır. Ürettiğimiz çözümü sorunu yaşayanlarla tekrar oturuyoruz, bir daha konuşuyoruz. Bu çözüm sizin sorununuzu çözer mi, bizim getirdiğimiz bu öneri? Onlar evet dedikleri zaman biz o çözümü alıp kamuoyuyla paylaşıyoruz. ‘İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’ bu çerçevede hazırlanmıştır.
Değerli arkadaşlarım, ‘İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’ni hazırladık, neden? Az önce saydım; birinci yüzyılın ikinci yüzyıla mirası, 5 temel sorundur. 5 temel sorunun bugün yarattığı ortam nedir? Nüfusumuzun yarısından fazlası genç. Genç Türkiye Cumhuriyeti, dinamik Türkiye Cumhuriyeti, taşı sıksa suyunu çıkaracak olan bir gençler ordumuz var. Eğitimli, yetişmiş, dünyayı okuyan, hayatı sorgulayan ciddi bir genç kuşağımız var. Peki ikinci yüzyıla bu kuşak nasıl bakıyor?
Değerli arkadaşlarım, biraz üzülerek ifade edeceğim ama size Mayıs 2020’de yapılan bir gençlik araştırmasından bir soruyu okuyacağım ve gençlerin verdiği yanıtı sizlerle paylaşacağım. Mayıs 2020’de şu soru soruluyor gençlere: İmkanınız olsa yurtdışına yerleşip orada yaşamak ister misiniz? Gençlerin yüzde 62.5'i yani yüzde 62 buçuğu 'Evet imkanım olsa ben yurtdışında yaşarım’ diyor. AK Partili gençlerin de yüzde 47.3'ü, AK Partili iktidarda olan partiye oy veren gençlerin de yüzde 47.3’ü, 'Evet imkanım olsa ben Türkiye’den ayrılır yurtdışına giderim' diyor. Önümüzdeki ciddi tehlikeyi görüyor musunuz değerli arkadaşlarım? Ve bizleri televizyonları başında dinleyen, radyolarında dinleyen, sosyal medya hesaplarında dinleyen vatandaşlarım acaba bu gerçeği görüyorlar mı? Bir ülkenin gençliği, bir yüzyılı yaşamış olan bir gençlik, ikinci yüzyıla giderken ‘ben bu ülkede değil başka bir ülkede yaşamak istiyorum’ diyor. Hani sayıları yüzde 10, yüzde 20 olsa tamam da eğer yüzde 62 buçuksa oturup düşünmemiz gerekiyor. Bu dediğim Mayıs anketi. Eylül anketi; şu soru soluyor gençlere; ‘Size kalıcı olarak başka bir ülke vatandaşlığı verilirse Türkiye'yi terk edip o ülkeye yerleşmeyi düşünür müsünüz?’ Evet terk ederim, giderim diyenlerin oranı yüzde 64. Gençlerin yüzde 64’ü, ‘evet ben vatandaşlık verilirse Türkiye’yi terk ederim ve gider o ülkede yaşarım’ diyor. Yüzde 14'ü, gençlerin sadece yüzde 14’ü 'Hayır ben kendi ülkemde kalırım' diyor. Yüzde 22’si ise kararsız veya cevap vermiyor.
Soru şu: Türkiye'nin gerçek anlamda beka sorunu ne? Bir ülke kendi gençliğini kaybederse, bir ülkenin gençlerinin yüzde 60’ı, 70’i ben Türkiye’de değil de başka bir ülkede yaşamak istiyorum derse Türkiye'nin beka sorunu nedir o zaman? Kaç siyasetçi bunu düşünüyor acaba, kaç yurtsever vatansever bunu düşünüyor acaba? Bayrak için, vatan için mangalda kül bırakmayanlar bu gerçeği görüyorlar mı acaba? İkinci yüzyıla, gençlere nasıl bir tablo bıraktıklarının farkındalar mı acaba? Emin olun farkında bile değiller. İşte beka sorunu budur. Başka hangi beka sorunundan söz edeceksiniz? Bir yüzyıl yetiştirdiğiniz, baş tacı ettiğiniz, ikinci yüzyıla hazırladığınız, ikinci yüzyılın sorunlarını çözecek olan gençler öyle bir tabloyla karşı karşıyalar ki, en az yüzde 62 buçuğu ben yurtdışına gitmek istiyorum diyor, oraya yerleşmek istiyorum diyor. Bu ‘İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’ bütün bu gençleri Türkiye'de tutma beyannamesidir aynı zamanda. Bütün gençlere sizin arzuladığınız her demokratik kuralı Türkiye’ye getireceğiz sözüdür aslında bu ‘İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’. O nedenle gençlere çok iyi anlatılması lazım bunun. Gençlerin alıp okuması lazım bunu, bizim anlatmamız lazım bunu.
Bir genç düşüncesini özgürce ifade edemiyorsa, bir genç baskı altındaysa, şöyle konuşursam beni hapse atarlar, şöyle düşüncemi ifade edersem beni kamuda göreve almazlar, düşüncemi açıklarsam beni derhal sürgün ederler anlayışı, gençleri ben Türkiye’den ayrılmak istiyorum noktasına taşıyor. Ülkeyi yönetenler bunun farkında değil. Ülkeyi yönetenlerin büyük bir aymazlık içinde olduğunu da belirtmemiz gerekiyor. Hayattan kopuk, gençlerden kopuk, yaşamdan kopuk, sorunlardan kopuk, kendisini saraya hapsedip bütün dünyası saray olanların Türkiye’nin sorunlarını çözme kapasitesi yoktur. Olamaz da zaten, eşyanın tabiatına aykırıdır. O nedenle biz toplumun önüne ‘İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’ni koyduk. ‘İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’ aynı zamanda bir gelecek hedefi veren beyannamedir. 13 madde özenle seçilmiştir, uzun uzun tartışılmıştır, konuşulmuştur.
Bakın ne diyoruz? Birinci maddesi; yeni bir anayasa ve güçlü bir demokratik parlamenter sistem. Darbe hukukundan arınan bir anayasa, darbe hukukundan arınan bir hukuk sistemi. Eğer siz hem darbelerden şikayet edip, hem darbe hukukunu tahkim ediyorsanız sizin darbeciden bir farkınız yok, aksine darbecilerden daha ağır bir suç işliyorsunuz. Parlamentonun, anayasanın askıya alındığı bir süreçten geçiyoruz. Bir ülkede yasama, yargı ve yürütme bir kişinin kontrolü altına girerse o ülkede felaket olur. Bir daha söylüyorum, felaket olur. Ekonomide de, eğitimde de, dış politikada da, toplumsal barışta da her alanda bir felaket tablosuyla karşı karşıya kalırız. Bunu bizim bütün kitlelere soğukkanlı, yüksek bir özgüvenle anlatmamız gerekiyor. Bizim böyle bir tarihi sorumluluğumuz var. Bu tarihi sorumluluğun yükü hepimizin omuzlarındadır. Sadece Genel Başkanın değil hepimizin omuzlarındadır. İster Genel Başkan, ister altta parti üyesi fark etmiyor, aynı sorumluluğu yüklenmek zorundayız. Dediğim gibi tarihin bize yüklediği görevdir değerli arkadaşlar.
Düşünceyi ifade özgürlüğü; genç tweet atacak korkuyor, başıma bir bela gelir mi diye. Biz ‘delikanlı’ deriz gençlere. Gençler hata yapabilirler, gençler yanlışlık da yapabilirler; adı üstünde delikanlı, onun gençliğini göz ardı edip de yaptığı bir hata veya eksiklik yüzünden kafasına sopayı vurursanız o devlet iflah olmaz. Bir genci yok ediyorsunuz demektir o, bir düşünceyi, bir insanı yok ediyorsunuz demektir. Hatası varsa çağıracaksınız konuşacaksınız. Zaten fark edecektir bir süre sonra.
Yargı… İflas eden bir yargı sistemiyle karşı karşıyayız, iflas eden. Her şey aklıma gelirdi de yargı sisteminin bu kadar köreleceği hiç aklıma gelmezdi. Çünkü yargıçlar en azından hukuk fakültesi mezunudur, hukuk kitapları okumuşlardır, hukukun temel kurallarını bilirler, dolayısıyla bu kadar körelmez, bu kadar çürümez diyordum yargı. Her şey çürüyebilir ama yargı çürümez. Çürüme olursa da süratle telafi edilir ve gereği yapılır. Yargının kendi içinde bir iç dinamiği, kendi içinde bir özdenetimi de var; alt mahkeme, üst mahkeme vs. vs. diye ta AİHM’e kadar uzanan bir zincirimiz var. Ama alt mahkeme, en üst mahkemenin, Anayasa Mahkemesinin verdiği karar beni bağlamaz diyorsa, ne demek Anayasa Mahkemesi diyorsa, işte çürüme oradan başlıyor. Adaletsizlik oradan başlıyor, hukuksuzluk oradan başlıyor. Nasıl bir felaketle karşı karşıya olduğumuzun bilinmesi lazım. O hakimlerde bir kabahat görmüyorum ben, o hakimlerin topluma verdikleri mesajı 5 madde halinde saydım. Sizinle paylaşmak isterim.
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi topluma şu mesajı veriyor aslında:
Bir; biz hukukun üstünlüğüne ve vicdani kanaatine göre karar veren bir mahkeme değiliz diyor. Hukukun üstünlüğü ve vicdani kanaat bizde yok diyor. Böyle bir şeyi beklemeyin bizden diyor. Topluma verdiği birinci mesaj bu.
İkinci mesaj şu; böyle olmadığımız için de anayasa ve yasalar bizi bağlamaz. Biz gücümüzü anayasadan değil, biz gücümüzü saraydan alıyoruz. Doğru mu? Doğru. Anayasanın ilgili maddeleri çok açık, Anayasa Mahkemesinin kararları yürütme, yasama, yargı, idare herkesi bağlar diyor, açık. Bağlayabilir demiyor, bağlar, bitti! Dolayısıyla ne demek anayasa, ne demek yasalar, ben gücümü nereden alıyorum? Oradan, saraydan. Nereden talimat alıyorum? Saraydan. Ben onun gereğini yapıyorum.
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği üçüncü mesaj; milletvekilinin yeniden dokunulmazlık kazanması da bizi bağlamaz, biz yasama organının üyesini Anayasa Mahkemesinin kararına rağmen yargılayıp mahkum ederiz diyor. Ne demek dokunulmazlık, ben zaten anayasaya uymuyorum. Milletvekili yeniden dokunulmazlık kazandı, ben buna uymam diyor. Saraydan talimatı aldım, gereğini yapacağım, TBMM ne derse desin milletvekilini yargılayacağım ve mahkum edeceğim diyor.
Şöyle bir mesajı daha var, örtülü; bizi TBMM Başkanı dahi eleştiremez. Yasama dokunulmazlığı olan bir milletvekilinin yasalara aykırı olarak yargılanmasına itiraz etmesi gereken ilk kişi Meclis Başkanıdır. Meclis Başkanının sesi çıkıyor mu? Çıkamaz. Çıkmaz da zaten. Talimatı nereden alır? Tıpkı 14. Ağır Ceza Mahkemesi gibi o da talimatı saraydan alır.
Verdiği dördüncü mesaj; bizim anayasayı ihlal etmemiz, Anayasa Mahkemesinin kararlarına uymamamız, Hakimler ve Savcılar Kurulunca sorgulanamaz. Çünkü Hakimler ve Savcılar Kurulu da talimatı saraydan alır. Doğru mu? Doğru. Anayasa Mahkemesinin verdiği karara ben uymuyorum diyor. Hakimler Savcılar Kurulundan bir tepki gördünüz mü? Hayır. Niçin? Onlar da talimatı saraydan alıyorlar. Bazı olaylarda Hakimler Savcılar Kurulunun ne kadar hızlı harekete geçtiğini biliyorsunuz herhalde. Bir saat içinde toplanıp karar aldıklarını da biliyorsunuz herhalde. Anayasanın askıya alındığı bir kararı görmezlikten gelen bir Hakimler Savcılar Kurulu var.
Topluma verdiği beşinci mesaj da şu; biz hukuk devletinin değil şahsım devletinin hakimleriyiz ve dolayısıyla saraya yaptığımız hizmetler dolayısıyla üst makamlara atanmayı bekliyoruz. Büyük bir hizmet. Anayasayı göz ardı ediyorsunuz, TBMM’yi göz ardı ediyorsunuz, hepsini bir tarafa itiyorsunuz, saraydan aldığınız talimatın gereğini yapıyorsunuz ve şimdi diyorsunuz ki; ben artık üst makamlara, Anayasa Mahkemesi üyeliğine, Yargıtay üyeliğine atanmayı hak ediyorum ve böyle bir beklenti içinde karar veriyorsunuz.
Adaletin olmadığı yerde devlet yoktur arkadaşlar. Devletin dini adalettir. Adaleti yok ederseniz devleti yok edersiniz, insanlığı yok edersiniz, kainatı yok edersiniz, ekosistemi yok edersiniz adaletin olmadığı yerde. Çünkü doğanın da adalet hakkı vardır. Ağacın da vardır, ormanın da vardır, kurdun, kuşun da adalet hakkı vardır. Siz adaleti yok ediyorsunuz. Bu ‘İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’ bu tür olaylara asla izin vermeyecek olan bir beyannamedir. Yargının bağımsızlığı, yargıda liyakat, hukukun üstünlüğüne ve vicdani kanaatine göre karar verme temel ilke olarak belirlenmiştir.
Yine aynı şekilde “darbe hukukundan arınması gerekiyor” dedim. Evet, anayasa da darbe hukukundan ayrılacak, Seçim Yasası da darbe hukukundan ayıklanacak. Bütün vatandaşlarımıza şunu söyleyin, gittiğiniz her yerde karşılaştığınız bir ortamda söyleyin. Milletvekillerini sen mi seçiyorsun kardeşim? Büyük bir ihtimal evet ben seçiyorum diyecek. Peki listeyi sen mi hazırladın? Hayır. Listede hangi milletvekilinin olacağına sen mi karar verdin? Hayır. Kim verdi bu kararı ve sen ne yapıyorsun? Sen ne yapıyorsun kardeşim? Hazırlanan listenin altına gidip mührünü basıyorsun o kadar. Sen milletvekili seçmiyorsun. Milletvekili seçilmediği için parlamento vesayet altında kalıyor. Milletvekillerinin vesayetten kurtulması için ne gerekiyor? Milletin vekilini millet seçmeli. Bakın bu cümleyi unutmayın, milletin vekilini millet seçmeli. Genel Başkanlar seçerse olmaz. Bunun kuralı nereye konacak? Siyasi Partiler Yasasına çok açık ve net konacak, değiştirilecek. Aynı şekilde siyasetin erkek egemen bir alan olmaktan çıkarılması gerekiyor. Ülkenin nüfusunun yarısı kadın. Niye parlamentonun yarısı kadın değil? Niye değil? Bunun siyasi partilerin tüzüğüne konmasının bir anlamı yoktur. Anlam ne zaman kazanır? Siyasi Partiler Yasasına girdikten sonra ve bütün siyasi partiler bu zorunlulukla karşı karşıya kaldıklarında bir anlamı vardır. Bütün kadın örgütlerinden istirhamım; yüzde 50 cinsiyet kotasının olmadığı bir seçim kanununa oy vermeyin, bunu savunmayan partiye oy vermeyin. Siz de hakkınızı arayın, sizin hakkınız yok mu? Bir erkek olarak ben sizin hakkınızı savunuyorum. Ama siz de kadın olarak kendi haklarınıza sahip çıkın. Bunu kim yaptı? Darbeciler yaptı. Kim değiştirmek istiyor? Darbe hukukuna ve darbecilere karşı olan değiştirmek istiyor, yani biz değiştirmek istiyoruz, yani Cumhuriyet Halk Partililer değiştirmek istiyor. Gençlik Kolları, Kadın Kolları, örgütü hep beraber değiştirmek istiyoruz neden? Darbe hukukunun bize biçtiği elbise bize dar geliyor, nefes alamıyoruz. Toplum da nefes alamıyor. Bunun değişmesi lazım.
Değerli arkadaşlarım, siyasi ahlak. Her mesleğin bir ahlakı vardır. Her alanında bir ahlakı vardır, bir kuralı vardır. Eğer siz siyaset için bir siyasi ahlak yasası çıkaramazsanız rüşvet alanın büyükelçi atandığı bir gerçekle karşılaşırsınız. Hırsızlık yapanın büyükelçi olduğu bir ülkeye hangi devlet saygı duyar? Ve hırsızlık yapan birisi bindiği arabada da Türk bayrağı taşıyor. O bayrağa yapılan en büyük saygısızlık çikolata kutusunda rüşvet alanların büyükelçi olarak atanmalarıdır. Kendisini milliyetçi, ülkücü olarak tanımlayan arkadaşlarla karşılaştığınızda şunu söyleyin, siz misiniz milliyetçi, biz miyiz milliyetçi? Biz rüşvet alanların bindiği arabada Türk bayrağının taşınmasını doğru bulmuyoruz. Peki siz alkışlıyorsunuz. Kim bayrağa saygı duyuyor ve kim ülkesine saygı duyuyor, kim ahlaka saygı duyuyor, kim adalete saygı duyuyor onu anlatmalısınız.
Değerli arkadaşlarım, toplumun önemli bir kesimi yoksul. Bir yüzyılı tamamladık, bir yüzyılın sonunda geldiğimiz tablo insani açıdan büyük bir dramdır arkadaşlar. Eğer bir yüzyılın sonunda bu ülkede, bu güzel ülkede on binlerce çocuk yatağa aç giriyorsa hepimizin oturup düşünmesi lazım. Bir yüzyılı devirdik, bir yüzyılın sonunda yüzbinlerce kişi çöp konteynırlarından, pazar artıklarından besleniyorlarsa oturup düşünmemiz gerekiyor. Bir yüzyılın sonunda sosyal devletten yardım alanlar bunu devletin bir lütfu olarak görüyor ve bu anlayış onların beyinlerine nakşedilmişse bir insanlık ayıbıyla karşı karşıyayız. Hak olan lütuf olarak verilemez. Bu sözü unutmayın, bir kişinin hakkı ona lütuf olarak verilemez. Bu benim hakkım zaten, benim hakkımı nasıl bana lütuf olarak verebilirsin. Peki biz neyi öngördük şu beyannamede? Aile Destekleri Sigortasını öngördük. Neydi amacı? Bu mübarek topraklarda hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek. Bu güzel ülkemizde hiçbir aile çöp konteynırlarından topladığı atıklarla beslenmeyecek. Herkesin güvencesi sosyal devlet olacak ve hakkı lütuf olarak verilmeyecek. Hakkı hak olarak teslim edilecek. Yetersiz gördüğü zaman, Aile Destekleri Sigortasından aldığım para bana yetmiyor, bunu artırın diyebilecek. Hak olduğu zaman talepte bulunuyorsunuz, lütuf olduğunda talepte bulunamıyorsunuz.
Bir yüzyılı geride bıraktık. Cumhuriyetin kuruluşunun ilk yıllarını düşünün bütün komşularımızla barış içindeyiz. Bütün İslam dünyası bizi örnek almış. Bütün mazlum milletler bizi örnek almış. Yüzyılı devirdik, bütün komşularımızla düşmanız niçin? Ya dedelerimiz, babalarımız yanlış yaptı ya bunlar yanlış yapıyorlar. Mısır’la kavga ettik, Suriye’yle kavga ettik, Irak’la kavga ettik, İran’la kavga ettik, kavga etmediğimiz kimse kalmadı. En büyük tehlike nedir? En büyük tehlike dış politikanın iç politika malzemesi olarak kullanılmasıdır.
‘İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nde ilk kez bir siyasal parti yani Cumhuriyet Halk Partisi bir uluslararası kuruluş bir proje öneriyor, Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatını kuracağız diye. Türkiye, İran, Irak ve Suriye dört ayaklı. Sonra buna İsrail, Mısır, Lübnan, Filistin de katılabilir. Gözlemci olarak büyük ülkeler de katılabilirler. Ortadoğu’yu bir kavga alanı, kan dökülen bir alan olmaktan çıkarıp, Ortadoğu’yu bir barış havzasına döndürebiliriz. Kim söylüyor bunu? Cumhuriyetin ikinci yüzyılına giderken biz söylüyoruz. Çünkü biz Ortadoğu’daki bütün farklılıkları zenginlik kabul edip aynı şekilde hiçbir halkın aç kalmasına, yoksul kalmasına, mağdur edilmesine, katledilmesine izin vermeyecek bir projeyi hayata geçirmek istiyoruz. Bu projenin hayata geçmesinin zorluklarını biliyoruz. Egemen güçlerin orada yeraltındaki petrolleri, doğalgazları ele geçirmek ve onları kullanmak istediklerini de biliyoruz. Ama biz bunu gerçekleştirebiliriz. Biz bunu yapabiliriz. Bu bize yakışır, bölge halkına yakışır. Uygar bir dünyayı inşa edeceğiz. Bu proje hayata geçtiğinde o ülkelerde yaşayan insanlar da gidip Avrupa’nın kapılarını çalmayacak, mülteci olarak oralara sığınmayacak. Onlar da kendi ülkelerinde özgürce yaşayacaklar. Çünkü demokrasiyi sadece kendi ülkemizde değil, demokrasiyi bütün dünyaya taşımak zorundayız. Ne söyledik? “Dünyanın bütün demokratları birleşin” dedik. 21.yüzyılda dünyaya yaptığımız çağrıdır. Bu çağrıyı nerede yaptım? Bu çağrıyı Avrupa Parlamentosunda yaptım. Karl Marx, “Dünyanın bütün işçileri birleşin” demişti. 21.yüzyılda dünyanın bütün demokratlarının diktatörlere karşı birleşmesi lazım.
Önümüzdeki seçimler bir siyasi parti seçimi değildir. Hala bunu anlayamayan veya anlamak istemeyen belli çevreler var. Önümüzdeki seçimler demokratlarla diktatörler arasındaki bir seçimdir. Hala bu gerçeğin farkına varamamışlar hala. Önümüzdeki seçimler bir sağ-sol seçimi de değildir. Kendi ülkesinde düşüncesini özgürce ifade eden, etmeyi isteyen demokratlarla, ister sağcı, ister solcu, ister ortacı; hayır hiç kimse düşüncesini özgürce ifade etmesin bir kişi konuşsun herkes ona uysun diyen otoriter rejim yanlılarıyla demokratlar arasındaki bir seçimdir bu seçim. Bu çerçeveden olaya bakamazsanız o zaman otoriter rejimlerin tutsağı haline gelirsiniz. Bizim verdiğimiz bütün çabalar, bütün emekler demokratların kazanmasıdır. Kimliği, yaşam tarzı, inancı ne olursa olsun demokrasiden yana olanların bir araya gelmesi lazım. Ben de düşüncemi söylemeliyim, bir başka kişi de düşüncesini söyleyebilmeli. Düşünceyi ifadeden korkan bir yönetim kendi ülkesini büyütemez, kendi ülkesini geliştiremez. Bir ülkenin büyümesi, bir ülkenin kalkınması farklı düşüncelerden kaynaklanır, farklı görüşlerden kaynaklanır. Bizim düşünmediğimizi bir başkaları düşünebilir.
Şu örneği de gittiğiniz her yerde rahatlıkla verin. En basit, en sıradan örnektir. Ortaçağda bir kişi kalkıp diyor ki dünya yuvarlaktır. Yakalıyorlar mı? Evet. Engizisyon Mahkemesine götürüyorlar mı? Evet. Sen nasıl düz olan dünyayı yuvarlak dersin diye. Bir kişinin farklı düşünmesi, bugün geldik 21.yüzyıla dünya düzdür diyen yok. Kim haklı çıktı? Bir kişi haklı çıktı. Milyarların karşısında bir kişinin düşüncesi haklı çıktı. İşte düşünceyi farklı kılan, farklı düşünceye saygı göstermemiz gereken ana nokta budur. Belki o doğru düşünüyor, belki yapabilir. Hayır efendim düşünmeyeceksin, konuşmayacaksın, bana itaat edeceksin. Sen kimsin sana itaat edeyim? Ülkeyi ateşe atanların ülkeye yararı olmaz. 21.yüzyılın Türkiye’sinde hepimize düşen görevler vardır. Dediğim gibi ‘İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’ni çok iyi anlatacaksınız.
Bakın bu bir umut beyannamesidir, bu bir demokrasi beyannamesidir. Bu bir kucaklaşma beyannamesidir. Bu bir kutuplaşma değil birlikte hareket etme beyannamesidir. Bu bir diktatörlere övgü değil demokrasiyi savunanların beyannamesidir. Bu beyanname 21.yüzyılın Türkiye’sini aydınlığa çıkaracak olan beyannamedir. O nedenle hepimize düşen görevler var bunları yapacağız. Bunları yaparken sakın böyle yarım ağızla değil ama sizden isteğim, inançlı, kararlı biz bunu yapacağız ve yapabiliriz. Yapacağız da zaten. Niye seçimden korkuyorlar? Gideceklerini biliyorlar. Diyorlar ki, bu seçim acaba Kılıçdaroğlu'nun talebi mi? Hayır efendim bu talep esnafın talebidir, işçinin talebidir, emeklinin talebidir, sanayicinin talebidir. Bütün demokratların talebidir, evet kardeşim, cesursan eğer… Ülkenin sorunlarını çözemedin. 18 yılda Türkiye’yi büyük bir batağın içine soktular. Devasa bir Türkiye Cumhuriyeti devleti Londra’daki bir avuç tefeciye hizmet eder hale geldi. Faize karşıyız diyenlerin tefecilere hizmet eder noktaya gelmesi gerçekten de ibret verici bir olaydır. Emir alıyorlar, kesinlikle emir alıyorlar. Dilencilik yapıyorlar, medyanın önüne çıkınca da ­kahramancılık yapıyorlar.
Şunu da her gittiğiniz yerde anlatmanızı isterim. Kahraman olarak kendilerini tanıtanlar bir telefonla papazı serbest bıraktılar, kahraman. “Bu can bu tende kaldığı sürece asla vermeyeceğim” diyenler bir telefonla - Allah bilir telefonu aldığı zaman da ayağa kalkıp önünü iliklemiştir- evet teslim ettiler. Bu nedir? Türkiye’nin onurunu ayaklar altına almaktır, Türkiye’nin onurunu, Türkiye’nin gururunu, Türkiye’nin tarihini ayaklar altına alan bir kişiden bu memlekete hayır gelmez. Bunu her yerde anlatmamız lazım. Birbirimize kırılabiliriz, eleştirebiliriz, her şey olabilir ama ülkenin bir onuru vardır, bir gururu vardır buna sahip çıkacağız. İşte bu ‘İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’ böyle bir beyannamedir. Buna hep beraber sahip çıkacağız ve anlatacağız. Her yerde anlatmak zorundayız.
Efendim hepinize en içten sevgiler, saygılar sunuyorum. Bu çalışma noktalandıktan sonra bunu diğer illerimizde de benzerini yapacağız Sayın Başkan. Teşekkür ederim, hepinize saygılar sunuyorum. 
Toplantının Tüm Fotoğrafları İçin Tıklayınız...

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, toplantı sonrası Baltalimanı Biyolojik Atıksu Arıtma Tesisini ziyaret ederek incelemelerde bulundu.
Melen Barajının durumu hakkında da bilgi alan CHP lideri Kılıçdaroğlu daha sonra, Kadıköy'de bulunan Gazhane binalarında gerçekleştirilen restorasyon çalışmalarını inceledi.


İstanbul Programı Fotoğrafları İçin Tıklayınız...