07.12.2010

7 Aralık 2010 tarihli TBMM Grup Konuşması

Genel Başkan Kılıçdaroğlu’ndan Başbakana: “Bir insan Allah’tan korkar. Ama senin milletvekillerin farklı. Onlar senden korkuyorlar.”

Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM Grup toplantısında gerçekleştirdiği konuşma şöyle:

Değerli milletvekilleri, yaşadığımız süreç, olayların hızla geliştiği fakat aynı hızlılıkla unutulduğu bir süreç, zaman zaman geriye dönüp hatırlatmalar yapacağız ki, biz unutmayalım, belleğimiz unutmasın, toplum unutmasın, doğruyla eğriyi mutlaka ayrıştıralım. Bu süreçte Parlamentoya yansıyan bazı teklifler ve tasarılar var. Henüz daha komisyonlarda görüşülmedi, bazıları görüşülüyor ama altını özenle çiziyorum, eğer bunlar geldiği gibi geçerse Türkiye hukuk devleti olmaktan çıkar. Ama ben, sağduyunun egemen olmasını, anayasanın, hukukun üstünlüğü kavramının daha da güçlenmesini gönülden isteyen bir muhalefet partisinin lideri olarak söylüyorum. Hukuk, her yurttaş için, her kurum için geçerli olan bir kuraldır. Hukukun üstünlüğünü savunacaksak bu tür abuk sabuk yasaların Türkiye Büyük Millet Meclisinde yeri yoktur, tartışılacak zemininin de olmaması gerektiğini düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, geçen hafta iki önemli günü ve haftayı kutladık. Birisi Engelliler Haftası, diğeri de Kadına Seçme ve seçilme hakkının verilişinin 76’ncı yıl dönümünü. Türkiye’yi çağdaş uygarlığa taşıyacak olan, taşıyan Cumhuriyet Halk Partisidir. Kadınlara seçme ve seçilme hakkını veren Cumhuriyet Halk Partisidir, çağdaş uygarlık yolunda bizi döndüremeyecek, döndürmek isteyen bütün güçlere karşı direnecek ve konuda azimli ve kararlı mücadelesini sürdürecek olan yine Cumhuriyet Halk Partisidir. 5 Aralık 1934’te kadına seçme ve seçilme hakkı verildi. Ama kadınların mücadelesinin sonucu değil, büyük ölçüde devrimcilerin, Cumhuriyet Halk Partililerin, kurucu kadroların, evet, Türkiye çağdaşlaşmalıdır, Türkiye akımını yapmalıdır, çağ atlamalıdır ve bunun için de 1934’de, kadına da, senin de seçme ve seçilme hakkın vardır diye yasayı çıkardılar. Aradan 76 yıl geçti, bugün geriye dönüp bakıyoruz, 4 milyon kadınımız okuma yazma bilmiyor. O zaman birinci soru şu: 76 yılın sonunda hâlâ 4 milyon kadınımız okuma yazma bilmiyorsa, bu kadınlarımız seçme ve seçilme haklarını nasıl özgürce kullanabilecekler? Ve 4 milyon kadınımızın 76 yıl sonra hâlâ okuma yazma bilmemesinin faturasını acaba kadınlarımız kime kesmek durumundadır? Bütün kadın kardeşlerime söylüyorum. Sizin seçme ve seçilme hakkınız var. Antalya Kepez’de, özellikle varoşlardan gelen kadınlarla bir arada olduk ve bir kadınımız kalktı şunu söyledi: “Güzel, seçme ve seçilme diyorsunuz ama biz gidiyoruz hep seçme hakkımızı kullanıyoruz. Hiç seçilme hakkı bize sağlanmıyor.” Doğruyu söylüyor. Ve bu konuda en ciddi, en tutarlı davranan parti de Cumhuriyet Halk Partisidir. En azından kadın kotası var. Belli komisyonlarda, belli yerlerde belli sayıda kadının olma zorunluluğu getirilmiş durumda. Ben o kadınlara söz verdim. Buradan da Türkiye’deki bütün kadınlara söz veriyorum. Siyasette daha fazla yer alacaksınız ve siyasette güç olacaksınız. 4 milyon kadınımız okuma yazma öğrenmedi ama üniversiteyi bitiren milyonlarca kadınımız var, liseyi bitiren, iyi eğitim alan binlerce kadınımız var. O zaman size bazı sorular soracağım. Bugün, üzülerek ifade edeyim, 81 ilin valisi içinde bir kadın bile yok. 439 vali yardımcımız var, kadın sayısı sadece 10. 852 kaymakamdan sadece 15’i kadın. Bunlar okumadılar mı? Okudular. İyi eğitim aldılar, üniversite bitirdiler, nasıl oluyor da nüfusun yarısını oluşturan kadınlardan bir tek vali çıkmıyor, ilaç için bir vali, kadın vali niye çıkmıyor? Evini gül gibi yöneten bir kadın ili mi yönetemeyecek? Belediyeleri yöneten bir kadın, ilçeyi mi yönetemeyecek? Yeri zamanı gelince söyleriz, acıyı kadın çeker. Doğru. Evde bir acı varsa, faturası kadının önündedir. Efendim, şiddete uğrar kadın, doğru. Binlerce kadın şiddete uğruyor, sokak ortasında dövülüyor, sokak ortasında öldürülüyor. İntihar eden kadınlarımız var ve bir yerde ekonomik kriz olunca da ilk görevine son verilen, işini son verilen de kadın oluyor. O zaman kadınlara bir görev düşüyor. Hak verilmez alınır diye bir kuralımız vardır. Bir sloganımız var. Çok güzel bir şey. Hakkı alacaksınız, almasını bileceksiniz, bunun için mücadele edeceksiniz. Mücadele yeriniz belli, bütün Türkiye sathı. Hakkâri’deki kadınımız da, Kırklareli’ndeki kadınımız da, Muğla’daki veya Rize’deki de, Kars Ardahan’daki de, İzmir Manisa’daki de, Yozgat Çankırı’daki kadın da neden, onurlu bir birey olarak haklarını isteme gibi bir talebi güçlü bir şekilde seslendirmesinler? Seslendirsinler. Bir araya gelsinler, güç olsunlar, güç olsunlar. Söz veriyorum, Cumhuriyet Halk Partisi, kadınların her türlü eyleminde mutlaka yanlarında olacaktır.

Tabii, kadınların seçme seçilme hakları varken bir iki noktaya daha izninizle değinmek isterim. Dedik ki acıyı çeken kadındır, yoksulluğu çeken kadındır. Eğer kadının tenceresi akşam evinde kaynamıyorsa, 2 çocuğu aç yatıyorsa, onun acısını evdeki kadın kadar kimse yüreğinde hissedemez. Ama o acıyı gidermenin yolu, ona makarna, bulgur vermekten geçmez, onun yoksulluğunu teşhir etmekten geçmez. Cumhuriyet Halk Partisi birinci devrimi yaptı kadınlar konusunda, 1934’te seçme, seçilme hakkını getirdi. İnşallah ikinci devrimi yapacağız, kadının yoksulluğunu tarihe gömeceğiz ve aile sigortasını getirerek onu bu toplumda onurlu bir birey hâline getireceğiz.

Antalya’daki kadın kardeşlerime de seslendim. Aile sigortası sözcüğünü unutmayın dedim. Size verilen yiyecekler, makarnalar, bulgurlar, size çok acı veriyor, hak ettiğinizin çok azı veriliyor size, birileri malı götürüyor. Buna 2 kilo makarna verin, tamam, ama ben köşeyi döneceğim. Bu gerçeği bileceğiz. Biz, kadının yoksulluğunu teşhir etmeyeceğiz, yoksul ailede kadının banka hesabına asgari ücret kadın kadar para yatıracağız. O yoksul kadınımız gidecek memur gibi, işçi gibi, emekli gibi parasını bankadan çekecek, çoluk çocuğunun rızkını sağlayacak. Hiç ona, öyle kuyruğa gir, gel sana ekmek vereceğim, o devri kapatacağız. Onurlu bir devir olacak. Neden kadının banka hesabına yatırıyoruz? Çünkü kadın, ailede güçlü olacak. Evi yöneten kadın değil mi? Evin ihtiyaçlarını en iyi bilen kadın değil mi? O zaman kadını güçlü hâle getirmek Cumhuriyet Halk Partililerin boynunun borcudur, bunu yapacağız.

Değerli milletvekilleri, geçen hafta Engelliler Hafta’mız da vardı. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezinde, engelli derneklerinin, konfederasyonların başkanlarını topladık. Onlara önce söz verdik, onlar konuşmalarını yaptılar. Bana söz verildiğinde de çıkıp kürsüye önce şunu söyledim: Yeni evinize, Cumhuriyet Halk Partisine hoş geldiniz diyerek başladım sözlerime. Nedeni şu idi: Biz, toplumun her kesimini kucaklamak durumundayız. İşçisi çiftçisi, memuru emeklisi, köylüsü işsizi ve engellisi, engelli olmayanı her kesimin kendine özgü sorunları var. Belki bazı sorunlar ortay paydamızı oluşturuyor, ister engelli olun, ister engelsiz sorunlarınız ortak olabiliyor demokrasi gibi, hukukun üstünlüğü gibi, insan hakları gibi, kadın erkek eşitliği pek çok sorunumuz var, bunları aşacağız. Ama bunun içinde engellilere özgü sorunlarımız var, bunları da aşmak durumundayız. Ve onlara şunu söyledim: Cumhuriyet Halk Partisi umudun partisidir. Unutmayın dedim, sizin sorunlarınızı çözecek olan parti Cumhuriyet Halk Partisidir. Çünkü biz, sorunların çözüm adresiyiz. Biz, birileri gibi söz verip ertesi gün sözümüzden caymayız. Çünkü biz, insanımızı seviyoruz, insan haklarına saygılıyız, insanımızın mutlaka mutlu olmasını istiyoruz. Mutluluğu sağlamak da bizim görevimizdir, temel işlevimiz, zaten varlık nedenimiz de budur. Ve engelliler bulundukları kentlerde rahat yaşayamıyorlar. Sokakta pek engelli görmeyiz neden acaba? Sayıları mı çok az? Hayır. 9 milyona yakın engelli yurttaşımız var. Çünkü kent, engelliler için ciddi bir engel konumundadır. Kentte dolaşmak mümkün değil, karşıdan karşıya geçmek için sorunlar yaşanır, kaldırımda yaşamak için sorunlar yaşanır. Engellilerin acaba sinemaya gitme hakları yok mu? Stadyumda bir maç izleme hakları yok mu? Onlar insan değil mi, onlar bizim bir parçamız değil mi ve her gün bir sağlam insan da, her an biz de engelli olabiliriz. Bir kaza olabilir, trafik kazası olabilir, başka bir kazayla karşılaşabiliriz, bir iş kazası olabilir bizler de engelli olabiliriz. Engelli olmak haklarından vazgeçmek anlamında değil, engelli yurttaşlara tam tersine anayasamız pozitif ayrımcılık getirmiş, onları daha fazla koruyan diye düzenlemeler getirmiş. O maddeyi de okuyayım, 61’inci madde: “Devlet, sakatların korunmalarını ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirler alır.”

Geçen yasama döneminde Cumhuriyet Halk Partisinin ve diğer partiler, aşağı yukarı parlamentodaki bütün partilerin desteğiyle bir yasa çıkardık. O yasa, 5378 sayılı Yasamız, engelliler, engellilerin hakları, onların haklarının genişletilmesi, onlarla ilgili durumun düzeltilmesi için. Ama yasa çıkarmak yetmiyor arkadaşlar, yasanın amaçları doğrultusunda uygulanması gerekiyor, uygulamayı hayata geçirmek gerekiyor, yasanın uygulanabilir olması gerekiyor. Şimdi size bir örnek vereceğim. Bu yasanın bir geçici maddesi var. Geçici maddesi diyor ki “Yedi yıl içinde kamu binaları, kamuya açık alanlar ve toplu taşıma araçları özürlülerin kullanımına uygun hâle getirilecektir.” Hukukçu arkadaşlarımız çok iyi bilir, yani emredici hüküm bu, yedi yıl içinde bunu yapacaksın diyor. Yedi yıl ne zaman başladı? 7/7/2005’te, 7/2005’te süre dolacak. Allah aşkına Ankara’da geziyorsunuz, binlerce engelli gezemiyor uygun hâle getirildi mi? Bir de bu konuda doğrudan Sayın Başbakanın imzaladığı bir de genelge var “Süratle yerine getirin” diye. Ama o genelgenin gereği de öyle anlaşılıyor ki bugüne kadar yerine getirilmedi. Sadece bununla mı sınırlı bizim olayımız? Hayır. Bir yasa çıkarmışız, belli bir sayıda işçinin çalıştığı yerlerde ve yine belli sayıda, belli oranda engellinin çalışma zorunluluğu var. Hükümet buna uyuyor mu? Hayır. Yasa var bu kadar oranda engelli çalıştıracaksın diye. Cezası da var, çalıştırmazsan şu kadar ceza kesilecek diye. Çalıştıracak kim? Kamu. Cezayı kesecek olan kim? Kamu. Uygulamayan kim? Kamu. Kimi kime şikâyet edeceksiniz. Ve rakam vereyim ben size. 53 bin 151 özürlü kadrosu şu anda devlette boş, doldurulması gereken, sanki Türkiye’de engelli yok, dolayısıyla kadro fazlamız var. Milyonlarca engelli yurttaşımız var, ama maalesef bunların gereği yerine getirilmiyor. Bir de işin garip tarafı, 2005 yılını Sayın Başbakan “Engelliler İstihdam Yılı” ilan etmiş durumda. 2005 yılında da bu sorunların tamamı olduğu gibi duruyor.

Değerli milletvekilleri, sorunu olan hemen hemen her kesim var, her kesimin sorunu var, bir şekliyle bu kamuoyuna yansıyor. Ama bu ara bir grubun sorunu var ki çok acil, o da narenciye üreticileri. Bunlar umutla kışı geçirirler, don vurmasın derler. Gübrelemeyi yaparlar, ağaçlara bakarlar, iyi ürün gelecek diye umutla beklerler. Baharla, yazla beraber çiçekler açar, güzel bir atmosfer oluşur, umudu gerçekleşmişse iyi bir ürün elde eder ve bekler ki iyi bir fiyat oluşur, ben malımı satarım, parasını alırım, düğün derneğimi yaparım, huzur içinde yaşar giderim. Ama bu yıl, narenciye üreticisinde bu tablo ortaya çıkmadı. Ortaya çıkan tablo hiçte hoş değil. Bu arkadaşlarımızın sayısı 35 bin. Yaklaşık 115 bin dekar alanda bu işler, narenciye üretimi yapılıyor. 2009’da 800 milyon dolarlık bir ihracat gerçekleşti. Yani üretiyorlar ama ülkeye de kazandırıyorlar aslında bunlar. 800 milyon dolar az para değil, dolayısıyla bizim bir şekliyle bunların sorunlarına eğilmemiz lazım. Bakıyoruz fiyatlara, arkadaşlara sordum, nedir bu narenciye fiyatları diye. Limon 25-30 kuruşa düşmüş durumda, mandalina 30-40 kuruş, portakal 40 kuruş, greyfurtta 15 kuruşa kadar gerilemiş durumda. Bu ürünlerin beklemeye tahammülü yok. Eğer üreticiye yardım yapacaksanız, üreticinin elinden tutacaksanız, önümüzdeki yıla yine umutla bakmasını istiyorsanız destekleme fiyat istikrar fonundaki rakamı ton başına 75 dolardan 125-150 dolara çıkarmanız lazım, hele hele 125 doların altında bir rakamın olmaması gerekiyor. Eğer bunu yapabilirseniz üreticiyi sevindirirsiniz. Biz bekliyoruz, iktidar olanlar Adalet ve Kalkınma Partisi ve onun başında da Sayın Başbakan var. O, yeri geldiği zaman çiftçiden bahseder, emekliden bahseder, işçiden bahseder. Şimdi bir sorunu dile getiriyoruz. Ana muhalefet partisinin sorumluluğu içinde dile getiriyoruz. Kimseyi suçlamıyoruz ama diyoruz ki, böyle bir sorun var, sorun ivedidir, bir an önce çözüm üretilmesi lazım. Belki bize geri dönüp şunu diyecekler: Efendim, güzel söylüyorsunuz da, bizim paramız yok, bütçede para yok. Bu, doğru değil. Bizim de desteklediğimiz bir tarım kanunu parlamentodan geçti. Tarım Kanunu’nun amacına baktığınız zaman, temel amacı üreticiyi desteklemek, üretici örgütlerini desteklemek, ihracatı desteklemek, bunların hepsi var orada. Ama bir şey daha var, 21’inci madde. Desteklemenin dışında bu desteklenmenin nasıl finanse edileceğini de yasa belirlemiş. Tarımsal Destekleme Programlarının finansmanı bütçe kaynaklarından ve dış kaynaklardan sağlanır. İki kaynağı hedef gösteriyor, bir bütçe kaynakları, bir de bütçe dışı kaynaklar. Bütçe kaynaklarından ayrılacak pay, yine yasada açık hüküm var. Gayri safi milli hâsılanın yüzde 1’inden az olamaz. Bugüne kadar bu maddenin gereği yerine getirilmedi. Bütün üretici derneklerine buradan sesleniyorum, bu madde size uygulanmıyor. Sizin hakkınız var, yasal hakkınız var. Eğer sizi desteklemez, zararlarınızı karşılamazlarsa Tarım Bakanlığı aleyhine tazminat davası açabilirsiniz, hakkınızı arayabilirsiniz. Hakkınızı arayın, hiç meraklanmayın biz sizin arkanızda olacağız, size destek vereceğiz.

Değerli milletvekilleri, geçen hafta toplum olarak bir travma yaşadık. Bir grup gencimiz, Sayın Başbakana gidip dertlerini anlatmak ve bir de rapor sunmak istiyorlar. Yürüyüş yapıyorlar ellerinde pankartlar. Kimseyi dövmüyorlar, taş atıp camı pencereyi kırmıyorlar, yürüyüş yapıyorlar. Vay, sen misin yürüyüş yapan, coplar, biber gazları, tekmeler, yani eksik olan tank, top ve tüfek, onlar da olsa zaten tam savaş ilan edilecek. Hangi anlayış bu? Hangi demokrasi anlayışı? Bunlar demokrasi sözünü ağızlarından düşürmüyorlar, bu mudur demokrasi? O genç kızın, polis copları altında tekme tokat dövülmesini ve onun fotoğraflarını acaba Recep Bey dünyaya nasıl anlatacak? Bir şey söyledi mi? Bizim bildiğimiz, siyasetçi eleştiriye en açık olan insandır. Siyasetçinin övgüden çok eleştiriye ihtiyacı vardır. Doğrusu nedir, eğrisi nedir, toplumun tepkisi nedir bunu öğreneyim der. Hayır, başbakan eleştirilemez, başbakanı eleştiremezsiniz. Başbakanı eleştirenler bu tür hareketlere katlanırlar ve zaten bunun gereği de Başbakanın talimatıyla büyük bir ihtimalle oluyordur. Dönüp sormamız lazım Sayın Başbakana. Sayın Başbakan, sen kimsin ki eleştirilemez noktaya kendini oturtuyorsun? Anayasanın 34’üncü maddesini okuyorum: “Herkes, önceden izin almadan silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” Anayasal hak. Anayasal hakkını kullanan birisine böyle şiddet uygulanır mı? Bir de bunlar diyorlar ki, efendim, bizim memlekette anayasa var, bizde demokrasi var, bizde hukukun üstünlüğü var. Yok kardeşim. Burada üstünlerin hukuku var, Recep Beyin hukuku var burada. Recep Beyin hukukuna da ileri demokrasi diyorlar. Bence coplu demokrasi deseler daha uygun olur. O gençlerimizden 4’ü, bugün Meclise gelmek istemiş. Öyle ya, gelirler. Ellerinde silah yok, cop yok, top yok, tank yok, tüfek yok bir şey yok, öğrenci bunlar, Meclise giremiyorlar. Düşünün, izleniyorlar bunlar. Nereye gittiklerini izliyorlar. İçeri giremezler. Niye giremezler içeri? Hani, burası milletin Meclisi idi? Hırsızlık yapsa içeri girer, hiçbir sorun yok orada. Hayali ihracat yapsa AKP’den milletvekili olur, orada da bir sorun yok. Naylon fatura düzenlese, naylon fatura kullansa sorun yok, bir de bakan olur. Ne yapmış bu gençler Allah aşkına? Yürüyüş yapan genci zaten dövdün yeteri kadar, şimdi de Meclise sokmuyorlar. O gençlerin tamamına sahip çıkacağız, bunu Recep Bey unutmasın.

Efendim, bunların ileri demokrasi anlayışından bir örnek daha vermek isterim. Geçen hafta bir dava zaman aşımına uğradı. Bir sendikacı, bir yurtsever, işçi haklarını savunmanın ötesinde bir günahı olmayan bir kişi sokağın ortasında katledildi, failleri kaçtı. Beklediler, ana fail yurt dışına kaçtı. Yurt dışında uyuşturucudan tutuklandı, yargılandı hapse girdi. Baktı ki yurt dışında bu işleri götüremiyor, kendisine daha güvenli bir yer diye Türkiye’ye geri döndü. Türkiye’de çalıştı, ailenin bulması ve ihbarı üzerine yakalandı. Dosyası yeniden istendi, Bakırköy’den dosya istendi Ankara’dan. Ankara’dan dosya Bakırköy’e altı yılda gitti. 1998’de isteniyor, 2004’te dosya gidiyor. Ne güzel ileri demokrasi değil mi? Ben, Recep demokrasisi diyorum inanmıyorsunuz, bundan daha iyi Recep demokrasisi olur mu? Altı yılda gitti dosya, avukatlar hep ısrar ediyorlar, ya, bu dava zaman aşımına uğrayacak ve arada da iki kez Yargıtay Genel Kurulu dahil kişinin mahkûm olması gerektiği yönünde karar veriyor ama direniyorlar, bunu beraat ettireceğiz. Ama son karardan sonra bakıyorlar ki beraat ettirme şansı yok. Ne yapalım? Önce alıyorlar bunun yerini değiştiriyorlar, seni aldık falan yerden falan yere veriyoruz diye. Duruşma? Başka yerde, duruşmaya gelmesi zaman alıyor ve sonunda zaman aşımına uğradı bu dava. Fail belli, yapanlar belli ama faili meçhule döndü, bunu unutmamak lazım. Bütün işçilerin kulağına küpe olsun, Hak-İş’teki işçi kardeşlerimin de kulağına küpe olsun. Biz onların da hakkını koruyacağız, biz onların da hakkını savunacağız. Kim olursa olsun, belki Kemal Türkler hayatta hiç CHP’ye oy vermemiştir, CHP’yi savunmamış da olabilir ama o bir insan, o bir sendikacı, o işçilerin hakkını savunuyor, işçilerin hakkı için mücadele etti ve onun için öldürüldü. Bunların hakkı savunulmayacak mı? Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz, bilhassa kimsesizlerin yanında olacağız, onlara her yerde sahip çıkacağız. Bu konuda Sayın Başbakan hiç konuştu mu acaba? Hiç konuşmuyor değil mi? Dut yemiş bülbül gibi. Niye konuşmuyorsun Sayın Başbakan? Sen Başbakan değil misin? Aynı olay AKP’nin başına gelseydi yer yerinden oynamıştı şimdi, yandaş medya sabah akşam yazardı, büyük manşetlere taşırdı, televizyonlar da aynı adamlar, aynı tipler günlerce bu olayı tartışırlar da Recep Bey ne kadar haklı diye. Peki, bu tablo karşısında acaba bunların vicdanı sızlamıyor mu? Vicdan denen bir kavram bunların akıllarında, belleklerinde var mı acaba?

Değerli milletvekilleri, Sayın Başbakan bugün konuşurken yine Wikileaks belgelerinden söz etmiş. Belgeler çıktı, eyvallah. İddialar var, bir kaynaktan değil, iki kaynaktan dinledik diyor Sayın Başbakanın hesapları var diye. O da bir iddia. İddiayı yapan kim? Dünyanın en güçlü devleti. Bu belge sahtedir diyorlar mı? Hayır, kimse demiyor. İki ayrı kaynaktan bu bilgileri aldık diyor. Ve Sayın Başbakan da, medyaya yansıdığı kadarıyla yine, yalanlanmayan haber.“Bu bizimkiler bir iki laf edilince çözülüyorlar, hemen konuşuyorlar.” Konuşmuşlar, adamlar kafadan yazacak değil ya. Şimdi, dedim ki Sayın Başbakan bu iddialar ciddidir, çık bir açıklama yap, kamuoyunu tatmin eden bir açıklama yap. Yapmadı. Bunun yerine saldırıya geçti. Ne medyayı bıraktı, ne bizi bıraktı, şudur budur vs gidiyor. Şimdi, bu neyin işaretidir biliyor musunuz? Hani, gece mezarlıktan geçerken birileri korkusundan türkü söyler, bu ona benzer. Biz, yine efendiliğimizi bozmadık. Dedim ki sen, sana haksız bir suçlama yapıldığını söylüyorsun. Ya sen, ya avukatın İsviçre Merkez Bankasına başvurursa, benim böyle bir hesabım yoktur diye alırsın, kamuoyuyla paylaşırsın, kimseden de ses çıkmaz. Vay efendim, siz bunu nasıl istersiniz. Ben de İstanbul Esnaf Birliklerinin toplantısında dedim ki, Sayın Başbakan bunları istememizin nedeni senin geçmiş mali sicilin temiz değil, onun için istiyoruz senden bunu. Şimdi, bunun üzerine diyor ki, efendim ben neyi ispat edeceğim, olmayan şey ispat edilir mi? Sen, milletvekili olmak için gidip adli sicilden temiz kâğıdı alıyorsun değil mi? Madem olmayan bir şeyse, böyle bir şeye bulaşmadıysan niye gidip adli sicilden temiz kâğıdı alıyorsun, alma. Alma sen de milletvekili olma. Hayır, işine geldiği gibi yorumlayacak onu. Bir yerden belge istemek, aklanmak için belge istemek doğrudur, gidersin belgeni alırsın. Efendim, bugün de demiş ki, “CHP ispat ederse o gidip bilgi alsın.” Biliyor bizim bilgi alamayacağımızı yasal olarak. “O alsın, parayı Cumhuriyet Halk Partisine bağışlayacağım.” Recep Bey, kulakların iyi duysun. Cumhuriyet Halk Partisinin kirli paraya ihtiyacı yoktur, haram paraya ihtiyacı yoktur. Bakınız, ben dedim ki, senin geçmiş mali sicilin bozuk Sayın Başbakan, hiç bu konuya değinmiyor, onu böyle geçiyor. Halbuki sen çıkar dersin ki, ne demek öyle sicilin bozuk, benim geçmiş mali sicilim temizdir dersin, diyemiyor bunu, diyemez çünkü. Neden diyemez, bir örnek vereceğim size. Şimdi, İstanbul Valiliği bir yazı yazmış. Dönemin valisi imzalamış, Başbakanlık makamına yazıyor o yazıyı doğrudan. Konu, Recep Bey ve onun banka ilişkileri. Şöyle diyor: “Bunlar yası dışı para topluyorlar. Topladıkları yasa dışı paralar Vakıflar Bankası Yeni Cami Şubesinde açılan hesaplarda tutuluyor. Diyor ki, buradan da denetimi imkânsız kılmak için birçok hesapta paranın dolaştırıldıktan sonra bilinen firma şahıslara aktarıldığı, seçim giderlerinin karşılandığı, Akit, Yeni Şafak ve Kanal 7’ye devamlı kaynak aktarıldığı, ayrıca bu havuz hesabından isimleri tespit edilen firma ve şahıslara aktarım yapılması için özel bankalarda başka havuz hesapları da oluşturuldu…” diye uzun uzun yazıyor. Bunu yazan kim? Emniyetin istihbarat bölümü. Kime yazıyor? Başbakanlığa yazıyor. Çok gizli ve acele kaydıyla yazıyor. Bu belgeyi önceki genel başkanımız Sayın Deniz Baykal açıklamıştı. Sayın Başbakanın tepkisi şu olmuştu: “Bu gizli belgeleri kim açıklıyor, nasıl buluyorsunuz? Bunlar yasaktır.” Demiyor ben bu işleri yapmadım, diyemiyor. Şimdi bana diyor ki, bana güvenin, böyle bir şey yoktur. Kusura bakma Sayın Başbakan, biz sana güvenmiyoruz. Senin sicilin bozuk, bunu unutma. Ve bir şey daha. Amerika’yı düşünün, devasa bir ülke, güçlü bir ülke. Amerika sadece kendi ülkesinde değil, Amerikan firmaları yabancı ülkelerde rüşvet dağıttırsa da onları mahkûm ediyor niye rüşvet dağıttınız diye. Üç dört firma tespit ediliyor, hesapları inceleniyor ve Türkiye’de rüşvet dağıttıkları mahkeme kararıyla tespit ediliyor. Amerikan Hazine Bakanlığının İnternet sitesinde de yayımlanıyor. Biz parlamentoya getirdik, ya, bu firmalar Türkiye’de rüşvet dağıtmış, kime dağıtmış? Bize ne dediler Genel Kurulda biliyor musunuz “Bu önerge çakma önergedir” dediler. Yani demiyorlar, ya ben devletim, ciddi bir devletim. Amerika Birleşik Devletleri de ciddi bir devlet. Orada yargılanmış, firmalar kabul etmiş, Türkiye’de rüşvet dağıttıklarını söylüyorlar, karar çıkmış, firmalar cezalarını da ödemişler, bizimkiler hâlâ, yok efendim, böyle bir şey yoktur havasına getiriyorlar ve dönüş diyorlar ki “Bize güvenin efendim.” Size niye güvenelim, siz güven verecek bir şey mi yaptınız da size güvenelim. Her tarafınız bozuk, siciliniz de bozuk, size güvenmeyiz. Sayın Başbakan Sivas’ta da Âşık Veysel’le bana yanıt vermiş. Hani, Âşık Veysel’in adını ağzına alırken abdest aldıysa mesele yok. Çünkü Âşık Veysel halk ozanıdır, Âşık Veysel haksızlıkla mücadele eder. Âşık Veysel, yoksulun, ezilmişin yanındadır. Âşık Veysel hukukun üstünlüğüne inanır, üstünlerin hukukuna değil. Âşık Veysel, adı da üstünde gözleri görmez ama dünyayı çok iyi görür ve tahlil eder. Sesinde de, sözünde de, sazında da vardır.

Sayın Başbakandan bir isteğim var. Madem ki Âşık Veysel’i çok seviyorsun, Allah aşkına şu İstanbul’a gittiğinde Gülhane Parkı’nda Âşık Veysel’in bir heykeli var. Bütün medyayı çağır, o heykelin önünde bir fotoğraf çektirme yürekliliğini gösteriyor musun, göstermiyor musun bir göster bakalım bize. Sazının kırıldığı, Âşık Veysel dâhi olup olmadığının bilinmediği heykelinin dikildiği ama daha sonra yok edilmek istendiği bir Âşık Veysel var orada. Bunlar bizim acılarımızı sömürdüler 12 Eylül diye diye. Hukuk dediler, hukuku perişan ettiler; şimdi de halk ozanlarının arkasına saklanıyorlar, sanıyorlar ki o halk ozanları onlar için bir şey söylemedi. Veysel onlar için de bir şey söylemiş. İzninizle bir dörtlük de ben okuyayım.

Diyor ki koca Veysel:

“Birinin aklı yok, deli divane,

Bir kısmı muhtaçtır acı soğana,

Bir kısmını zengin etmiş yan yana

Şimdi kendi saklanıyor sır gibi.” O sır gibi saklananın kim olduğunu herhâlde biliyorsunuz.

Ve bugün, biz gitmişiz de dışarıda AKP’yi gammazlamışız. Biz AKP değiliz arkadaşlar, biz Cumhuriyet Halk Partisiyiz. O, AKP’ye yakışır ve onlar yaptılar. Ha, istiyorsa örnek, Sayın Başbakana çok açık bir örnek vereceğim. Cumhuriyet Halk Partisinin Sosyalist Enternasyonaliste girmemesi için mektup yazan ve bize ağza alınmayacak bütün hakaretleri yapan AKP milletvekili kim? Sosyalist Enternasyonalden Cumhuriyet Halk Partisini çıkarın diyen kim? Biz bunları biliyoruz. Bunları o da biliyor aslında ama sanıyor ben bunu söylerim, milletin aklı karışır. Milletin aklı Cumhuriyet Halk Partisinde karışmaz, çünkü Cumhuriyet Halk Partisi kişilikle bir partidir, verdiği sözün arkasında duran bir partidir, Cumhuriyet Halk Partisi halkın partisidir. Yine o belgelerde bir şey var. Diyor ki, bir bakan o kadar çok yolsuzluk oldu ki, bıktı usandı ve istifa etmek zorunda kaldı. Biz hiçbir şey demedik. Sonra o bakan çıktı dedi ki “O bakan bendim” dedi, Sayın Abdüllatif Şener, yani olayı doğruladı. Bugün, Sayın Abdüllatif Şener’e yönelik olarak bir eleştiri geldi mi? Gelmedi, gelemez çünkü bildiğim kadarıyla Sayın Şener’in bildiği çok şey var. O yüzden onunla tartışmaya cesaret edemez, gördüğümüz tablo bu.

Ve bu arada çok önemli bir itiraf gerçekleşti. İtiraf da şu: Sayın Başbakan böyle esip gürlerken herhâlde camların dışında bir cümle sarf etti. “Geçmişte Başbakanın 1 milyar doları var diyenler şimdi Ergenekon’da, Silivri’de” dedi. Böylece Silivri’de kimlerin hangi gerekçeyle orada olduğunu Sayın Başbakan itiraf etti. Zaten demişti “Bu davanın savcısı benim” diye. Savcı bu olunca tutukluların kimliği de ve hangi gerekçelerle orada olduğu da ortaya çıkış oldu. Kimsin sen? Birisi seni eleştirecek ve sen o kişiyi alacaksın doğru Silivri’ye göndereceksin ve sonra diyeceksin ki “Bu ülkede hukuk var, bu ülkede adalet var” ama yeri gelince de Başbakanı eleştiremezsiniz. Biz eleştiririz, yeri zamanı gelince eleştiririz. Bunu da bilmenizi, onun da bilmesini çok iyi isterim.

Ben Sayın Başbakana bir iki soru sormuştum. Süleymaniye Cami’inde sen bayram namazı kıldın demiştim. O caminin onarımında yolsuzluk yapıldı mı, yapılmadı mı? Yapılmayan işler yapılmış gibi gösterildi mi, gösterilmedi mi? Rakam da vermiştim. Allah’ın evi dediğimiz camide yolsuzluk yapılıyor da sen niye sessiz kalıyorsun? Sen yeri geldiğinde Müslümanlığı kimseye bırakmıyorsun, peki burada yolsuzluk yapılıyor, kul hakkı yeniyor Sayın Başbakan, kul hakkı yeniyor niye sessiz kalıyorsun? Ve ahlaktan bahseden bir Başbakanımız var. Güzel, çok güzel. O zaman bir şey sormak isterim. Allah’tan bahsediyorsun, gayet güzel, bir insan Allah’tan korkar, kimseden korkmayız ama Allah’tan korkarız diye bir vicdani kanaatimiz vardır. Ama senin AKP milletvekillerin farklı, onlar senden korkuyorlar. Şimdi, Başbakan diyecek ki bunu da ispatla. Hay hay. Sen Ankara’da varım diye oy atıyorsun, gidiyorsun Hacdasın. Bu kerameti kim gösterdi, biz görmedik böyle bir keramet daha. Sen Ankara’da, ben Ankara’dayım diye gelip sahte oy kullanacaksın ve hacca gideceksin. Hiç Başbakan dönüp demedi mi bunlara, ya, arkadaşlar siz ne yapıyorsunuz, Allah aşkına bu yaptığınız ahlaka sığar dedi mi demedi mi? Demedi. Hani diyorum ya, bu Başbakan ne diyorsa bilin ki aksi olacaktır, bunlar böyledir. Bunların hiçbir sözüne güvenmeyeceksiniz. Ahlak mı? Ahlak bunun kenarından bile geçmez. Başbakan diyorsa ki ben sicilimi düzeltmeye çalışıyorum, önce bunları düzelteceksin.

Ve Sayın Başbakana bir soru soralım, belki ön hazırlık yapar cevap vermek için. Bu Meclis hesapları araştırma komisyonu niye kurulmuyor? Yani Meclisin de hesapları denetleniyor, niye dört yıldır bu Meclisin hesapları denetlenmiyor ve bunun önündeki engel kim?

Hepinize selamlarımı, saygılarımı sunuyorum, sağ olun, var olun.