05.04.2016

5 Nisan 2016 tarihli TBMM Grup Konuşması

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA:

-CHP’Yİ TERÖR ÖRGÜTLERİYLE İRTİBATLANDIRANLAR ALÇAKLARDIR VE ŞEREFSİZLERDİR!


CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Son günlerde CHP’ye yönelik saldırılar var. İl başkanlarımız, milletvekillerimiz saldırıya uğruyorlar. Bunu kabul edemeyiz. Bu saldırıyı yapanlar sözde, CHP’yi terör örgütleriyle irtibatlandırarak yapıyorlar, kendilerine gerekçe yaratıyorlar. Buradan söylüyorum: Cumhuriyet Halk Partisi’ni terör örgütleriyle irtibatlandıranlar alçaklardır ve şerefsizlerdir. Bu ülkenin bağımsızlığı için, bu ülkenin geleceği için, üniter yapımızı korumak için hiçbir kimliğe, hiçbir inanca ayrım yapmaksızın kucaklayan bir partiye nasıl böyle bir iftira atabilirsiniz? “ dedi.

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup toplantısındaki gündeme ilişkin değerlendirmeleri şöyle:

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN KURUCU AYARLARINA DÖNEREK BU KARANLIĞI AŞACAĞIZ

Grup Başkan Vekilimiz, gruba katılan arkadaşları anlatırken, grupları tek tek sayarken aklıma güzel bir çiçek buketi geldi. Her çiçekten var aramızda, güzel bir buket, dolayısıyla bu buketten, bu çiçek yuvasından bütün Anadolu’ya, Trakya’ya CHP Grubundan selamlarımızı, saygılarımızı, şükranlarımızı gönderiyoruz.
Bugün omuz omuza mücadeleyi yapacağız; bu bizim görevimiz. Türkiye’nin ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğunu biliyoruz, Türkiye’nin iyi yönetilmediğini de biliyoruz ama bu, asla moralimizi bozmayacak. Defalarca söyledim yine söylüyorum: Çıkışımız var. Nedir çıkışımız? Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ayarlarına dönerek bu karanlığı aşacağız.

AVUKATLIK YARGININ KURUCU UNSURLARINDAN BİRİSİDİR
Bugün Avukatlar Günü. 5 Nisan 1923’te Ankara Barosu açılıyor ve o günden bu yana 5 Nisan Avukatlar Günü olarak kutlanıyor. Avukatlık çok önemli bir görev… Yasasından söz edeyim. “Avukatlık, kamu hizmeti ve bir serbest meslektir” diyor. Yani avukat, kamu hizmeti sunan kişidir. Adaleti arayan herkesin ilk başvurduğu yer mutlaka bir avukattır. Bizi savunacak olan, haksızlıklar karşısında bizi haklı kılacak olan, bizim adımıza savunma yapacak olan avukatın kendisidir. Bu kadar önemli bir meslektir savunma. Ve savunma, bütün demokrasilerde temel bir haktır, temel bir insan hakkıdır. Her koşulda biz, haklarımızı bir avukat aracılığıyla savunuruz. Yargının kurucu unsurlarından birisidir aynı zamanda avukatlık. Savcı var, hâkim var ve avukat var. Buradan bütün avukat kardeşlerime sesleniyorum: CHP iktidarında göreceksiniz, avukatla savcı aynı yerde duracaklar, aynı düzeyde duracaklar. Adaleti sağlayacağız. Birisi neyi iddia ediyorsa, karşı iddia da aynı zeminde, aynı güçte olacak; birisi kürsüde birisi aşağıda değil, ikisi de aşağıda olacak, kürsüde sadece hâkimin kendisi olacak, kararı o verecek. Bunu yapacağız. Bakın, avukatlık o kadar değerli bir kurum ki değerli arkadaşlar, her yıl adli yılın açılışında mutlaka Türkiye Barolar Birliği Başkanı’na da söz verilirdi, o da kalkıp konuşacak, konuşuyordu da, fakat Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın yaptığı bir konuşmadan birileri olağanüstü bir rahatsızlık duydu. Dönemin Başbakanı Cumhurbaşkanı’nın da elini tutarak Danıştay’da salondan dışarı çıktı. O konuşmaya tahammül edemediler. Oysa o konuşmanın özü hukuk devletini savunan bir konuşmaydı, buna tahammül edemediler ve çıkardılar bir yasa, Parlamentoyu kendi hırslarına teslim ettiler. Yasayla Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın adli yılın açılış töreninde konuşmasına yasak getirdiler. Böyle bir düzende yaşıyoruz. Aslında hukuka karşı yapılan ilk darbenin tarihi o tarihtir. Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nı adli yılın açılış töreninde konuşturmamak. Hangi hukuktan bahsediyorsunuz siz? Benim hakkımı savunan bir avukat orada konuşmayacak da kim konuşacak? Adaleti savunan bir avukat, orada konuşmayacaksa kim konuşacak? Ve ondan sonra adli yılın açılışı iki ayrı törenle yapılıyor; bir resmî tören, bir de Türkiye Barolar Birliği’nin yaptığı tören. Barolar Birliği’nin yaptığı tören dünyada pek çok baro yetkilisinin de gelip katıldığı bir törendir.
Değerli arkadaşlarım, avukatlar sadece savunma yapmazlar. Onlar aynı zamanda aydın birer insan olarak çevrelerini, Türkiye’yi ve dünyayı da sorgularlar, bu işin eğrisi nedir doğrusu nedir üzerinde dururlar yani onların aydın olarak da sorumlulukları vardır. Bu sorumluluğu hissedenlerden birisi de, taşıyanlardan birisi de eski Diyarbakır Baro Başkanı –Allah rahmet eylesin-Tahir Elçi idi. Tahir Elçi, bir aydın sorumluluğu içinde bir basın toplantısı yaptı, yüzyılların eskitemediği bir caminin önünde bir basın toplantısı yaptı ve şunu söyledi: ”İnsanlığın bu ortak mekânında silah, çatışma istemiyoruz. Tarihimize, değerlerimize sahip çıkalım.” dedi. Bunu söyledikten dakikalar sonra orada katledildi, failleri henüz bulunmuş değil. Umuyoruz ve diliyoruz, kısa süre içinde failler bulunur. Bütün avukatlara Avukatlık Günü nedeniyle şükranlarımızı sunuyoruz. Zor görevler yaptığınızı biliyoruz, zaman zaman dövüldüğünüzü de biliyoruz, baskı altına alındığınızı da biliyoruz, önünüze engeller konulduğunu da biliyoruz, savunma hakkını ellerinizden alındığını da biliyoruz ama bütün bunlara rağmen demokrasi adına, hukukun üstünlüğü adına, kadın-erkek eşitliği adına, çağdaş bir Türkiye adına hep beraber mücadelemizi yürüteceğiz.

SİYASİ İKTİDARIN DEĞİL, HALKIN POLİSİ OLUN
Değerli arkadaşlar, bu hafa aynı zamanda Polis Haftası. Polislerin görev ve yetkileri gibi tıpkı Avukatlar Yasası’nda olduğu gibi bir yasayla belirlenmiş, 1934 tarihli bir yasayla. Şimdi vatandaşlarıma şunu hatırlatmak isterim: Kamuda her birimin, her görevin bir tanımı vardır ve bu yasayla yapılır. Avukatlar mı? Özel bir yasası var. Doktorlar mı? Özel bir yasası var. Devlet memurları mı? Özel bir yasası var. Polisler mi? Özel bir yasası var. Neden? Çünkü kamuda görev yapanların görev alanları kanunla belirleniyor “Bu alanın dışına çıkmayacaksın” deniliyor. Bu aynı zamanda kamu yönetiminde güveni sağlar ve kimin hatalı olup olmadığı da bu çerçevede belirlenmiş olur. Polis kimdir arkadaşlar? 1934 tarihli Kanunu açtım baktım. “Kamu düzenini ve güvenliğini koruyan kişidir polis.” Kamu düzenini ve güvenliğini koruyor. “Meslek masumiyetinin, yani konut dokunulmazlığının güvencesi” aynı zamanda polis… “Halkın ırz, can ve mal güvenliğinin teminatı” aynı zamanda polis… Polis aynı zamanda “Yardıma muhtaç çocuk, engelli ve acizlere de yardım etmekle görevli bir kamu görevlisidir.” Polisin bu kadar güzel bir tanımı var. Hani, zaman zaman televizyonlarda da izleriz, vatandaş böyle yeri zamanı geldiğinde bağırır “Nerede bu devlet?” diye. Karşısına bir polis çıktığı zaman işte devlet odur. Devletin sıcak yüzünü korumasını poliste görmek ister. Polisin bu kadar önemli görevleri vardır ama polisin sorunları yok mu? Dünya kadar sorunu var. Bir sefer, polisler yirmi dört saat çalışırlar arkadaşlar çünkü hayat yirmi dört saat devam ediyor. Polisin gecesi gündüzü yok, tıpkı gazeteciler gibi yirmi dört saat çalışır. Başka? Hayatın her alanında polis vardır çünkü hayatın her alanında kişinin can ve mal güvenliğini devlet korumak zorundadır. Kimin aracılığıyla? Polisin aracılığıyla korumak zorundadır. Peki, polisler yirmi dört saat çalışırsa ne olur? Fazla mesai yaparlar. Peki, fazla mesainin hakkını alıyorlar mı? Alamıyorlar, hak ettikleri ücreti polise veremedik. Miting meydanlarında defalarca söyledim: CHP iktidarında polisin 3 bin 600 ek gösterge sorununu çözeceğim dedim. Bunlar da dediler ki “Biz de çözeceğiz” ama yapmadılar, 3 600 ek göstergeyi vermediler. Ben CHP Grubundan verdiğimiz sözün arkasında olduğumuzu, CHP iktidarında polise 3600 ek göstergeyi analarının ak sütü gibi kendilerine teslim edeceğim, yine söz veriyorum. Peki, polislerin en büyük derdi ne? En büyük derdi, siyasetin kendilerine müdahale etmesi. Yolsuzluk yapanı yakalıyor, “Ya, bu bizim partili, niye yakaladın?” diye yakalayan polisin başı belaya giriyor. Böyle bir şey olamaz. Tayin ve terfi objektif kurallara bağlanması lazım, objektif kuralların dışına çıkarılıyor, adamı olan terfi ediyor, adamı olmayan terfi etmiyor. Liyakat esası –hani devlette diyoruz ya çökmüş- polislerde de çökmüş vaziyette. O açıdan söylüyorum, polisin bazen yirmi dört saat görev yaptığını görüyoruz. Acaba hiç düşünüyor muyuz, “Bu polisler nasıl besleniyor?” diye, “Bunların günlük ihtiyaçları karşılanıyor mu?” diye. Emin olun, hani bir dokunsanız bin ses duyarsınız, işte o meslek polisliktir. Polislere her zaman güvendim ve güveneceğiz. Polislerden sadece ve sadece bir şey istiyorum: Siyasi iktidarın polisi değil, halkın polisi olun, sizi baş tacı yapacağız.

YÜRÜTME ORGANI “KANUN BENİM, YASAMA ORGANI DEĞİL” DİYOR
Polise geniş yetkiler verildi değişik zamanlarda çıkarılan yasalarla. Örneğin terör mü var Türkiye’de, önleyici ve koruyucu tedbirleri alma konusunda polise yetki verildi, istihbarat yetkisi verildi “Önceden dinleyeceksin” denildi kişileri yakalamak açısından ve bu yetki verildi. Bu yetki verildi ama bir şey daha yapıldı: “Bu yetkinin ne kadar doğru kullanılıp kullanılmadığının denetlenmesi gerekiyor” dendi. Kim denetleyecek? Polis kendi içinde denetleyecek, İçişleri Bakanlığı mülkiye müfettişleri denetleyecek, ayrıca Türkiye Büyük Millet Meclisi Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu’na da bilgi verilecek. Dolayısıyla, dinlemelerden kaynaklanan hak ihlalleri varsa bunların tamamı denetlensin diye. Ben şimdi size Ankara’da yüzden fazla vatandaşımızın, 103 vatandaşımızın hayatını kaybettiği bir bomba olayından söz etmek istiyorum. İki canlı bomba vardı, bombalar patladı, 103 çocuğumuz hayatını kaybetti. Şimdi birinci soru: Ön dinleme yapılıyor. Ön dinlemede bulunamadı, bombalar patladı ve akla doğal olarak şu soru geldi: Bir istihbarat zafiyeti mi var? Evet, bir istihbarat zafiyeti vardı. Herkesin bildiği gördüğü -emniyette söylüyorum- ve yayınladığı isimler oraya kadar gelmişlerdi ve canlı bombalar patladı ve 103 çocuğumuz hayatını kaybetti. Şimdi, bu yasaya göre yani Parlamentonun çıkardığı bu kanuna göre “Bakanlığın teftiş elemanları yani mülkiye müfettişleri her yıl en az bir sefer bu istihbaratla ilgili ön dinlemeyi denetlemek zorundadırlar” diyor, “Her yıl en az bir sefer denetlemek zorundadırlar.” Ve bu raporlar da Meclise gelecek. Gerçek: 2015 ve 2016 yıllarında bir sefer bile denetlenmediler. Bu ne anlama geliyor? Yürütme organı yani Bakanlar Kurulu yani bakanlar, Başbakan şunu söylüyor: “Bu Meclis istediği kanunu çıkarsın, hepsi hikâye “Kanun benim, Yasama Organı değil” diyor. Çünkü bu Yasama Organında benim çoğunluğum var, ne istersem yaparım; kanuna ister uyarım, ister uymam” diyor. Şimdi ben Sayın Davutoğlu’na bir soru daha soruyorum: Senin de düşüncen bu mu acaba? “Hayır, benim düşüncem bu değil, ben Yasama Organına saygı duyuyorum, çıkan kanuna herkes uymak zorunda, hele hele Başbakan olarak ben uymuyorsam, ben vatandaşa sen kanunlara uy nasıl derim” diyorsan, bu konuyu soruşturma konusu yaparsın. 2015-2016 yılında neden bu konu Teftiş Kurulu tarafından denetlenmedi ve neden bunun raporları Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmedi?
İkinci sorum Sayın Meclis Başkanına: Siz Meclis Başkanısınız. Meclisin itibarını korumak zorundasınız. Çıkan bir yasanın gereği yapılmıyor ve raporlar Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gelmiyorsa, siz bunu sormak zorundasınız. İlla ben mi hatırlatacağım bunu size, ben mi söyleyeceğim size? Siz o koltukta hangi gerekçeyle oturuyorsunuz? Parlamentonun itibarını korumak için. O zaman söylüyorum: 2015-2016 raporlarını Türkiye Büyük Millet Meclisine derhal isteyin.

ANKARA VALİSİ SORUŞTURMAYA İZİN VERMEDİ
Daha vahim bir olay: 103 çocuğumuz hayatını kaybetti, teröre kurban gittiler bombayla. Soruşturma açıldı, güzel, ön soruşturma sonunda müfettişler dediler ki “Bu konunun soruşturulması lazım ve gerçek faillerin yakalanması lazım.” Yani gerçek suçluları biz yakalamalıyız, bulmalıyız, rapora bağlamalıyız bunu. Bu konuda yetki, soruşturmaya izin açıp açmama yetkisi, Ankara Valisine verildi. Ankara Valisine soruşturma açıp açmama izni verildi ve Ankara Valisi soruşturmaya izin vermedi arkadaşlar. Şimdi ben Sayın Davutoğlu’na söylüyorum: O 103 kişinin günahı kimin boynuna? Siz nasıl bu soruşturmaya izin vermeyenleri o koltuklarda tutuyorsunuz? Her şeye cevap veriyorsun, Allah aşkına bir adam gibi çık benim sorduğum sorulara cevap ver. Neden korkuyorsun? Çünkü bu soruların cevabını veremezsin, vermen için gerçek anlamda Başbakan olman lazım, tiyatro Başbakanı değil gerçek anlamda başbakan olman lazım.

DAVUTOĞLU’NA SÖYLÜYORUM: NUSAYBİN’DEN GELEN HER ŞEHİDİN SORUMLUSU SENSİN
Her gün şehitlerimiz geliyor. Başka bir acı olaydan söz edeyim, başka bir acı olaydan söz edeyim. 2015 Aralık ayında Emniyet ve Jandarma diyor ki “Nusaybin’de çok ciddi bir kümelenme var, tüneller kazılıyor, yerler kazılıyor, duvarlar örülüyor, bizim önlem almamız lazım. İzin verin Nusaybin’e gireceğiz.” 2015 Aralık ayında. Mardin Valisi diyor ki “İzin vermiyorum” Peki, değerli arkadaşlarım, vali “İzin vermiyorum” derken kime güvenmiştir? Bu talimatı kimden almıştır? Sayın Davutoğlu’ndan almıştır bu talimatı. Şimdi Sayın Davutoğlu’na söylüyorum: Nusaybin’den gelen her şehidin sorumlusu sensin. Sen neden 2015 Aralık ayında bu yetkiyi vermedin? Şöyle bir gerekçeye sığınıyorlar: “Efendim, gidecektik ama yeterli güvenlik elemanımız yoktu.” Ya, bunu isteyen sen değilsin, güvenlik elemanları istiyor. Her şey 2016’ya kadar tahkim edildi. Sur’dan kazandıkları bütün deneyimleri orada hayata geçiriyorlar. Sorumlusu kim? Bu Hükümet değil mi Allah aşkına? Vatandaşlarıma soruyorum: Sevgili vatandaşlarım, bunun sorumlusu kim? CHP’yi suçluyorlar. Allah aşkına elinizi vicdanınıza koyun, ya iktidarda CHP mi var, yoksa AKP mi var? Ne zamandan beri iktidar partisi bu kadar açıkça aklanıyor? Bu işin sorumlusu elbette vali de değil, valiye o talimatı veren Ankara’daki beyler, Ankara’daki beyler bu işin sorumlusu.

CHP’YE NASIL BÖYLE BİR İFTİRA ATABİLİRSİNİZ?
Son günlerde bir şey daha oluyor. CHP’ye yönelik saldırılar var. İl başkanlarımız sokak ortasında saldırıya uğruyorlar, milletvekillerimiz saldırıya uğruyorlar. Bunu kabul edemeyiz. Bekledim geçen hafta, acaba Sayın Başbakan çıkıp bir açıklama yapacak mı? Başbakan çıkıp “Olur mu böyle şey, bir siyasi partinin il başkanına, milletvekiline saldırıyı asla kabul etmiyoruz, faillerini bulacağız, yargıya teslim edeceğiz ve üzerine de gideceğiz” desin dedim. Evet, bunu söylemek zorunda... Mademki Anayasa’ya göre siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır, siz doğrudan demokrasiye saldırıyorsunuz demektir. Sesini çıkarmıyor.
Değerli arkadaşlarım, bu saldırıyı yapanlar sözde, CHP’yi terör örgütleriyle irtibatlandırarak yapıyorlar, kendilerine gerekçe yaratıyorlar. Buradan söylüyorum: Cumhuriyet Halk Partisini terör örgütleriyle irtibatlandıranlar alçaklardır ve şerefsizlerdir. Bu ülkenin bağımsızlığı için, bu ülkenin geleceği için, üniter yapımızı korumak için hiçbir kimliğe, hiçbir inanca ayrım yapmaksızın kucaklayan bir partiye nasıl böyle bir iftira atabilirsiniz?

SALDIRIYI YAPANLARA SORUYORUM: TERÖR ÖRGÜTÜYLE MASAYA OTURAN KİM?
Ama ben bunun arkasındaki oyunları da gayet iyi biliyorum. Saray destekli bazı çevrelerin, duyarlı çevrelerin hangi oyunların içinde olduğunu da çok iyi biliyorum. “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” diyen bir partiye kimse böyle bir haksızlık yapamaz. O saldırıyı yapanlara soruyorum: Ya, bu terör örgütüyle masaya oturan kim? Valilere talimat verip “Sakın bunlara dokunmayın” diyen kim? Şehirler silah deposuna döndürülürken “Sakın bir şey olmasın, bunlara dokunmayın” diyen kim? Böyle bir haksızlık olabilir mi? Böyle bir vicdansızlık olabilir mi? Böyle bir ahlaksızlık olabilir mi? Şimdi diyorlar ki “Efendim, biz bunları söyledik ama çözüm süreci bozulmasın diye söyledik.” Ya, çözüm süreci bozulmasın diye devlet yasa dışı bir yapıya dönüştürülebilir mi? Böyle bir anlayış olabilir mi? “Haksızlıklara karşı devlet sesini çıkarmaz” diye bir kural mı var? Türkiye yönetilmiyor arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti fiilen yönetilmiyor, savruluyor. Cumhuriyet tarihinin en büyük krizini yaşıyoruz şu anda. Kimin ne yaptığı belli değil. Birisi kalkıp diyor ki “Yeniden çözüm süreci için masaya oturacağız”, öbürü kalkıp diyor ki “Asla oturmayacağız.” Sonra çark ediyor “Evet, oturmayacağız” diyor. Tam müsamere Başbakanı! Ya, kardeşim, siz ne diyorsunuz? Milletin kafasını karıştırdınız, ne yapıyorsunuz siz? Bir ülke böyle yönetilmez, yönetilemez. Uluslararası alanda da rezil olduk zaten. Türkiye’nin geleceğinden sadece biz değil, sadece Türkiye’de yaşayanlar değil, emin olun bütün uygar dünya kaygı duyuyor “Nereye gidiyor bu ülke?” diye. Haberleri izleyemez hâle geldik, yazık günah bu memlekete. Böyle bir yönetim olamaz. Bu yönetim, Türkiye’yi yönetemez, üçüncü sınıf adamlarla 21. Yüzyılın Türkiye’sinde Türkiye Cumhuriyeti yönetilemez, yönetilirse bu hâle gelir.
Düşünün, tonlarca –bir kilo, iki kilo değil- patlayıcı yerleştireceksiniz kimsenin haberi olmayacak. Aslında hepsinin haberi var, niye önlem almıyorsun kardeşim? Suçlanacaksa kim suçlanacak? CHP mi suçlanacak? Böyle bir ahlaksızlık olabilir mi? Böyle bir vicdansızlık olabilir mi? Böyle bir alçaklık olabilir mi? Şehirleri dolduracaksın, depolayacaksın dinamitlerle, bilmem patlayıcılarla sonra döneceksin CHP’yi suçlayacaksın. Emin olun bunlarda din, iman, vicdan, ahlak kırıntısı bile yok.

DIŞ POLİTİKADA DARBE ÜSTÜNE DARBE ALDILAR
Dış politika tamamen iflas etmiş durumda. Yenildiler, darbe üstüne darbe alıyorlar. Suriyeliler şimdi tekrar geliyor. Nereye kamp kuracaklar? Kimse istemiyor. Ben onlara bir çözüm önereyim: Devlet Üretme Çiftlikleri var, oralara yerleştirin, tarımda çalışsınlar. Bu işin sonu mülteci yerleştirmekle çözülmez. Suriye’de iç savaşın bitmesi lazım ve sonra Suriyeli kardeşlerimizin huzur içinde kendi ülkelerine dönmeleri lazım, bunun yapılması lazım.
Şimdi ben vatandaşlarıma soruyorum, elinizi vicdanınıza koyun ve benim bu soruma kendi vicdanınızdan cevap arayın: Türkiye Cumhuriyeti’nin Rusya’yla, Suriye’yle, Irak’la, İran’la, İsrail’le, Mısır’la, Libya’yla ilişkilerini kim düzeltir? Bu sorunun cevabını kendi vicdanınıza sorun. Bunu tek bir parti çözer, o partinin de adı Cumhuriyet Halk Partisi’dir.

BU ÇOCUKLARI BU YOZ KÜLTÜRE NASIL TESLİM ETTİNİZ?

Öyle bir kültürün içine sokuldu ki Türkiye, öyle bir yoz kültürün içine Türkiye sokuldu ki değerli arkadaşlar, bakın Karaman’da olan olaydan sonra, çocuk istismarından sonra Türkiye’nin neredeyse her tarafından olaylar patladı, her tarafından. Peki bunlar sabah akşam Müslümanlıktan bahsediyorlardı, dinden imandan bahsediyorlardı, on dört yıldır Türkiye’yi yönetiyorsunuz bu çocukları bu yoz kültüre siz nasıl ve hangi gerekçeyle teslim ettiniz? Ve öyle bir şey ki kalkmışlar vakıfları savunuyorlar. Ya, çocuklara sahip çıkın kardeşim, vakıflara değil, derneklere değil. Bir Allah’ın kulu çıkıp da demiyor ya, kardeşim bu çocuklar yasa dışı burada nasıl kaldı? Nasıl kaldı bu çocuklar burada? Valisi konuşmuyor, emniyet müdürü konuşmuyor, Milli Eğitim Bakanı konuşmuyor, Aileden Sorumlu Bakan da zaten birilerinin önüne yatmış vaziyette, o da konuşmuyor. Bu yurtlara kim izin veriyor arkadaşlar? Koro halinde “Biz izin vermedik” diyorlar. İzin vermedinizse bunlar nasıl açıldı? Kocaman bir sessizlik… Bu çocuklar oraya niçin gitti? Kocaman bir sessizlik… Bu çocuklara o yurtta öğretmenler bakarken bu öğretmenleri siz nasıl seçtiniz? Kocaman bir sessizlik… Milli Eğitim Bakanı konuşmuyor, niye konuşmuyorsun sen? Bu işlerin baş sorumlusu sen değil misin? O fakir ailelerin çocuklarına sen bakmak zorunda değil misin? Neden böyle o çocukları sapıklara teslim ediyorsunuz?

İTİBAR SAHİBİ OLMAK YÜKSEK AHLAK SAHİBİ OLMAKLA BAŞLAR
Değerli arkadaşlarım, yoz bir kültür içinde gidiyoruz. Bu arada bir şeye daha değineyim. İtibar sahibi olmak yüksek ahlak sahibi olmakla başlar, adalet duygularını içinde hissetmekle başlar. İtibar sahibi olmak parayla pulla olmaz. Hele hele büyük saraylarda oturuyorum, benim itibarım çok büyüktür diyen adamın itibarı hiç olmaz, çünkü itibar parayla pulla satın alınan bir şey değildir. Gandi’nin itibarı mı vardı? Elbette vardı. Dünyada mı vardı? Bütün dünyada vardı. Gandi’nin sarayları mı vardı? Hiçbir şeyi yoktu. Ama bugün gidin dünyanın bütün ülkelerinde Gandi’nin heykelleri satılır, itibar budur işte. Mandela saraylarda mı oturuyordu? Ömrünü hapishanelerde geçirdi ama dünyanın en itibarlı kişilerinden birisiydi. Geldi başkan oldu, ırk ayrımı yapmadı ve karşı çıktı. Mandela’nın itibarı bütün dünyada var. Mustafa Kemal Atatürk, savaş meydanlarından geldi. Yoksulluğun ne olduğunu, fakirliğin ne olduğunu en iyi o biliyordu. Saraylarda mı oturdu? Hayır. Bütün dünyada itibarı vardı, bütün mazlum milletlere örnek olmuştur Mustafa Kemal. O, cumhuriyeti Türkiye’de kurduğunda bütün Arap dünyası kendi ülkelerinde cumhuriyet kurmuştur. İtibarı vardı. Saraya oturmakla insan itibar sahibi olmaz, ahlaklı olmakla ancak itibar sahibi olunur. Belki etrafınızda dalkavuklar olabilir, sizi övebilirler, dalkavuk sayısının fazlalığı size itibar kazandırmaz. Bunu herkesin bilmesini isterim.

OBAMA’YLA GÖRÜŞMEK İÇİN NİYE ELLİ TAKLA ATIYORSUN?
Daha Amerika’ya gitmeden önce orada bildiri yayınladılar “Sizi istemiyoruz.” İstenmeyen adam ilan edildi. “Hayır, ben gideceğim.” Git bakalım. Kim karşıladı? Türkiye’den giden bizim Dışişleri Bakanı Amerika’da kendisini karşıladı. Türkiye Cumhuriyeti için bir ayıptır bu, ayıp. Adalet ve Kalkınma Partisi’ne oy veren saygıdeğer yurttaşlarıma sesleniyorum: Bu ayıbın altına imza atan kişiler Türkiye’yi böyle itibarsızlaştırıyorlar. Benim ülkemi siz nasıl itibarsız hâle getirirsiniz? Sen, orada Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil ediyorsun. Oranın Devlet Başkanıyla, Obama’yla görüşmek için elli takla atıyorsun. Niye elli takla atıyorsun kardeşim? Görüşmüyorsa, ben de görüşmüyorum diyeceksin, elli takla atıyorsun. Açıkça söylüyorum: Bu ülkenin çıkarlarını asla savunamaz ve koruyamaz. En büyük tehlike bu kişinin bu ülkede Cumhurbaşkanı olmasıdır Türkiye’nin geleceği açısından. Her türlü tavizi verebilecek konumdadır. Bir enstitüde konuşma yapacaksınız araya iş adamları giriyor “Ya, ne olursunuz bunu konuşturun” diye. Ya, bir ülkenin cumhurbaşkanı bu duruma düşebilir mi? Sen benim ülkemi nasıl bu hâle getirebilirsin?
Değerli arkadaşlarım, sorun nerede biliyor musunuz? Sorun, Türkiye’nin bozulan imajında, Türkiye’yi artık devletler uygar dünyanın bir parçası olarak görmüyorlar; çatışan, kavga eden Ortadoğu’nun bir parçası olarak görüyorlar ve Türkiye’nin imajı çok büyük yaralar almıştır. Bu imajı düzeltecek olan tek parti Cumhuriyet Halk Partisidir, söylüyorum tek parti.

HIRSIZ HIRSIZI SAVUNUR TABİİ
Bir şey daha var. Bütün hataların faturasını bu millet çekiyor. Size birkaç örnek vereceğim. Haziran 2014, petrolün varili 115 dolar, dünyada 115 dolara satılıyor petrolün varili. Sonra bu fiyat 30 dolara kadar indi. Bugün 36-37 dolar civarında. Bunlar benzine, mazota zam yapınca ne diyorlardı? “Efendim, Türkiye’de yok. Dünyada zam geldi, biz de zam yapıyoruz.” Biz de “Doğru, Türkiye’de yok, zam yapıyorlar, üstüne vergi koyuyorlar, her benzin istasyonu bir vergi dairesi gibi çalışıyor” diyorduk. Fiyat düştü. Kardeşim, 115 dolardan 37 dolara düştü. Mademki fiyat düştü, düşen fiyatı millete yansıt. Zam gelince yansıtıyorsun da fiyat düşünce niye yansıtmıyorsun? Faturayı bu ülkenin kamyon şoförüne, taksi şoförüne, araba kullana, traktör kullanana herkese kestiler, herkesten sanki hiç petrol fiyatı düşmemiş gibi yüksek bedellerle vergileri ve fiyatları dayattılar. Tabii, bunun yanında doğal gaz fiyatı da düştü bütün dünyada. Tarih vereyim: 27 Ocak 2016, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı çıktı televizyonlara “Doğru, doğal gaz fiyatları düştü, biz de fiyatların indirilmesi için çalışma yapıyoruz” dedi, doğal gaz fiyatları inecek. Ocak ayı, şubat da geçti, bütçesi geldi Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülüyor. Bizim CHP milletvekilleri “Ya, Sayın Bakan, sen televizyonda açıklama yaptın. Bu doğal gaz fiyatları düşecekti, tüketiciye yansıyacaktı, ne oldu aradan bir ay geçti ya. Sen zammı iki saat içinde yapıyorsun da indirim için aylar geçti sesin çıkmıyor” dediler. “Efendim, çalışmalarımız devam ediyor.” Neredeyse nisan ayı bitecek, beyefendilerin çalışmaları devam ediyor. Yine yüksek fiyattan doğal gazı vatandaşa satmaya devam ediyorlar. Yetti mi? Yetmedi. Elektrik fiyatları… Özelleştirdiler, kayıp ve kaçak bedellerini namuslu insanlardan almanın yolunu seçtiler. Bakın altını çiziyorum, elektrik hırsızlığı yapandan değil elektriği kullanıp parasını düzgün ödeyen adamdan o hırsızlık yaptı, bedelini sen ödeyeceksin dediler ve bunu faturalarda da açık açık yazdılar. Arkasından yani arkadaşlar, hırsız hırsızı savunur tabii, başka kimi savunacak. Tüketici örgütleri dava açtılar, dediler ki “Kayıp kaçak bedelini niye bize ödetiyorsunuz ya, böyle bir şey olabilir mi? Ben elektriğimi kullanıyorum, kullandığım bedeli de götürüyorum ödüyorum.” Yargıtay karar verdi “Bu parayı alamazsınız” diye. Sonra hepsini topladılar bir kalemde tekrar tüketicinin önüne koydular, aynı haksızlık yine devam ediyor. Şimdi ben size bir rakam açıklayayım: Kayıp kaçak bedeli diye Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından alınan paranın miktarı ne kadar biliyor musunuz? 33 milyar lira, eski parayla 33 katrilyon lira. Allah aşkına bunlarda vicdan var mı ya? Bunlarda ahlak var mı? Bunlarda din var mı? Bunlarda iman var mı? Bunlarda inanca saygı var mı? Bunlarda ahlak var mı? 33 milyar lirayı sen, elektriği kullanan masum insanlardan alıyorsun. Diyorsun ki “Kayıp kaçak bedeli; o, elektriği çaldı, parasını sen ödeyeceksin.” İnsaf denilen bir şey var.

İNSANCA, HAKÇA BİR DÜZENİ SAVUNUYORUZ
Değerli arkadaşlarım, yakında taşeron işçilik de gelecek. Bütün taşeron işçisi kardeşlerime sesleniyorum: Nasıl seçim meydanlarında kapı gibi sizin haklarınızı savunduysak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde de sizin haklarınızı sonuna kadar savunacağız, hiç endişe etmeyin. “Asgari ücret” dedik, kısmen yaptılar. Bizim belediyelerde asgari ücret “1 500” demiştik, 1 500 lira yaptık, onlar hâlâ beceremiyorlar. “Emeklilere iki maaş ikramiye” dedik, emeklilere bir miktar zam yaptılar, bir parmak bal, “Tamam sesinizi çıkarmayın” diye. Biz yine iddiamızın arkasındayız, iki maaş ikramiyeyi kesinlikle verilecek. Ne zaman? Ramazan ve Kurban bayramlarında verilecek, hiç kimse endişe etmesin. Polise ek gösterge 3600, sözümüz söz vereceğiz. Taşeron işçiye kadroyu kesinlikle vereceğiz. Hiçbir taşeron işçisi kardeşim meraklanmasın. Çünkü biz rahmetli Ecevit’in geleneğinden geliyoruz. Ne diyordu? “Ne ezen ne ezilen, insanca hakça bir düzen” İnsanca, hakça bir düzeni savunuyoruz.

TERÖRLE BAĞLANTILI MİLLETVEKİLLERİNİN DOKUNULMAZLIĞI YOKTUR
Değerli arkadaşlarım, son bir konuya değineyim, milletvekili dokunulmazlığı. Öteden beri Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizim bir görüşümüz var. Diyoruz ki kürsü dokunulmazlığı hariç milletvekili dokunulmazlığı olmasın, ne gerek var. Millet milletvekilini seçip niye Meclise gönderiyor? Memleketin sorunlarını çözsün diye, fakir fukaralığı kaldırsın diye, herkes huzur içinde yaşasın diye. Seçilip gelen milletvekili milletin cebini değil de kendi cebini düşünüyorsa, milletin yoksulluğunu değil de nasıl ben köşeyi dönerim diye düşünüyorsa onun bu Mecliste ne işi var? Kul hakkı yiyenin bu Mecliste ne işi var? Hırsızlık yapanın, yolsuzluk yapanın bu Mecliste ne işi var, kaldıralım dokunulmazlığı dedik. Dedik ve örneğimizi de gönderdik. Bakın bu dokunulmazlığı getirin, geçici meçici değil kardeşim, kim yapıyorsa gitsin hesabını versin. Hemen dediler ki “Hayır, olmaz.” Niye olmaz? “Bizde bir sürü adam var öyle, ne yapacağız biz bunları?” diyorlar.
İki: “Geçici yapalım bunu” diyorlar, geçici bir düzenleme yapalım. Nasıl yapacağız geçici düzenlemeyi? “Şu anda var olan dosyaların tamamını hâkime gönderelim, böylece dokunulmazlığı ortadan kaldırmış olalım bir sefere mahsus.” Yahu, niye bir sefere mahsus? “Peki, geçici olsun, gayet güzel” dedi. Onun için de bir öneri getirdik. Geçici mi yapmak istiyorsunuz? Gelin şöyle yapalım dedik: Bir, kanunun çıktığı tarihe kadar ne kadar yolsuzluk, usulsüzlük, diğer soruşturmalar varsa kapsama girsin. İki, yolsuzluk var da henüz daha yeni çıkmış, onu da kapsama alalım. Yolsuzluk var, belki üç gün sonra çıkacak o tarihe kadar, onu da kapsama alalım. Yeter mi? Hayır. Yolsuzluğu kim yapıyor? Buradaki milletvekili değil, asıl yapan bakan, bütçeyi kullanan bakan, parayı harcayan bakan, köşeyi dönen bakan, birilerinin önüne yatan bakan, o bakanın hesap vermesi lazım. Yani Anayasa’nın 100’üncü maddesini de değiştirelim, bakanların ne ayrıcalığı var? Bunu verdik, buyurun gelin hodri meydansa hodri meydan arkadaş. Hemen bize bir cevap “Bu da olmaz.” Niye olmaz? Hangi gerekçeyle olmaz? “Bizim böyle adamlarımız var, onları nasıl götürüp yargıya teslim edeceğiz?” Ya, biz, bak, kendimize güveniyoruz, korkmuyoruz, neyse getir kardeşim diyoruz ama adam gibi getireceksin, birilerinden intikam almak için değil. Bunu söylüyorum diye sakın vatandaşlarım şunu anlamasınlar: Ya, teröre bulaşan milletvekilleri var, onların dokunulmazlığını kaldıralım. Buradan söylüyorum: Terörle bağlantılı milletvekillerinin dokunulmazlığı yoktur arkadaşlar, yok öyle bir şey. Anayasa gayet açık, gayet net, Anayasa’nın 14’üncü maddesi: “Terörle bağlantısı varsa bir milletvekilinin onun dokunulmazlığı zaten yok, isteyen soruşturmayı açar.” Örnek mi? Bizim milletvekilleri, diğer partilerin milletvekilleri hapiste değil miydi Ergenekon’da. Niye hapisteydi? Terör dolayısıyla. Demek ki bunlar ikiyüzlü bir politika izliyorlar. “Dokunulmazlığı getireceğim” diyorsun, “Getir” diyoruz, sonra kaçıyorsun, kaçacak delik arıyorsun. Buna izin vermeyiz ve bunu doğru bulmayız değerli arkadaşlarım. Şunu anladım: Sayın Davutoğlu’nun hodri meydanı samimi bir hodri meydan değil tiyatro başbakanın hodri meydanı, işin gerçeği budur.
Hepinize saygılar sunuyorum.