04.01.2011

4 Ocak 2011 tarihli TBMM Grup Konuşması

Genel Başkan Kılıçdaroğlu:

-“2010 yılın son günlerini Soma’da geçirdik. Arkadaşlarla konuştuk çalışma koşullarının en zor olduğu yere gidelim dedik. Herkes eğlenirken maden işçileri çalışıyordu. Soma’nın bir özelliği var. Manisa bize en az oy çıkan illerimizden birisidir. İşçilerle beraber maden ocağına indik. Onların hangi zor koşullarda emek harcadığını biliyorum. Bu kez biz de yaşadık. Soma’da 21 bin maden işçisi var. Bunların 14 bini taşeronlarla çalışıyor. Orada işçilerin hangi koşullarda çalıştığını görünce verilen asgari ücretin ne kadar yetersiz olduğunu görüyoruz. Onlara sordum, “Yaşamınızdan memnun musunuz?” diye içleri buruk, “Başka hangi iş var ki” diye cevap verdiler. Biz o işçilerin yaşam koşullarını biliyoruz. İyileştirilmesi için her şeyi yapacağız. Zonguldak’a gidip işçilerle beraber olan iki Bakan’ı da kutluyorum. Ama soruyorum: iki maden şehidimizin cenazesi hala bulunamadı.”

-“Fatih’te bir vatandaş donarak öldü. Denebilir ki 73 milyon içinde bir kişi donarak ölmüş ne yapalım” biz öyle demeyiz. Bir kişi bir kişidir. Sosyal devlet diyoruz ki insanlar donarak ölmesin. Sosyal devlet bunun için diyoruz. Sosyal devlet diyoruz ki çocuklar yatağa aç girmesin.”

-“Onlar devletin sosyal yönünü unuttular. Eli sopalı devleti topluma benimsetmek istiyorlar.”

-“Taksici esnafını herkes bilir. Onun can güvenliği bizim için önemlidir. Günün 24 saati çalışmaktadır. Taksicilerin de bir derdi var. Can güvenliği derdi var. 100’ün üzerinde taksici hayatını kaybetti. En son yılbaşında bir taksici öldürüldü. Bir taksicinin can güvenliğini sağlamak bu kadar zor mu? Bunun tedbirini almak o kadar zor değil. Buran bütün taksici esnafına sesleniyorum. Sizin sorununuzu çözecek olan parti halk partisidir.”

-“Başbakan şunu söylemiş: “2002’de iktidara geldiğimizde çiftçi iflasın eşiğindeydi” bu kadar halktan kopuk olur mu bir Başbakan. Gözünü sevdiğimin Recep Bey’i narenciye bahçesine gidip bir baksana. Çiftçi haciz kıskacında, borç kıskacında. Çiftçi kardeşlerim unutmasınlar biz onların sorunlarını biliyoruz. Mazotta ÖTV alınmayacak dedik. Hemen çıktılar kaynak nerede diye sordular. Konu çiftçi olunca hemen kaynak sormaya başladılar. Kaynak yok diye bir kavram yok. Kaynağı mantıklı kullanırsanız bulursunuz.”

-“Bunlar değil miydi biz 12 Eylül’e karşıyız diyen. Fişleme ne zaman başladı 12 Eylül’de. Fişleme ne demek şimdi. Yargıcın fişlemesi mi olur. Bunların bir milletvekili ne demişti: “Onlar bizi fişliyordu. Artık biz onları fişliyoruz.” İşte bunların demokrasi anlayışı bu.”

-“Parlamento gündeminde torba yasa var. Pek çok yasayı bir araya getirip çıkarıyorlar. Bir af yasası getiriyorlar. Kimsenin itirazı yok. 21 maddelik bir af yasası. Hemen çıkaralım diyoruz. Hayır diyorlar. 216 maddeyi beraber çıkaralım diyorlar.”

-“Esnafın, çiftçinin KDV borcu duruyor gemi ve yat üretenlerin KDV borcu siliniyor.”

-“Bu torba yasaya sendikalar karşı. Sendikalardan hiçbir görüş alınmadı. İleri demokraside zaten buna gerek yok ki. AKP’nin ileri demokrasinin de sendika da neymiş. Bu da bütün sendikacıların kulağına küpe olsun.”

-“Gazetelerde çok güzel bir ilan var. Tüm Kahramanmaraşlıların ortak duygusu. Sağduyunun sesi. Diyorlar ki “bu acı 32 yıldır yüreğimizdedir. 84 kuruluş imza atmış. Herhalde Maraş’ı kahraman yapan bu ortak duygudur. Acı olayları kimse desteklemez. Hiçbir yurtsever o acı olayların yanında yer almaz. Maraşlılar bu ortak sesi çıkardılar tüm Maraşlıları bütün yüreğimle kutluyorum.”

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Grup Toplantısında yaptığı konuşmada şunları söyledi:

Sayın Başkan, Değerli milletvekilleri, değerli konuklarımız, televizyonlarının başında bizi izleyen değerli yurttaşlarım; hepinizin 2011 yılını kutluyorum. 2011 yılının ülkemize, ailelere, bireylere sağlık ve mutluluk getirmesini diliyorum. Umuyorum, 2011 yılında Türkiye, 2010’da yaşadığı pek çok olumsuzluğu yaşamamış olur. Güzel, çağdaş, uygar, birbirini seven, sevilen bir Türkiye’yi hep beraber ayağa kaldırmış oluruz.

2010 yılının son günlerini Manisa Soma’da geçirdik. Televizyonlardan, gazetelerden izlemişsinizdir. Arkadaşlarımızla beraber bir karar aldık. Dedik ki, çalışma koşullarının en zor olduğu yere gidelim, onlar yılbaşı akşamı çalışıyorlar. Herkes eğlenirken eğer ailelerin, bireylerin evleri, yuvaları sıcaksa, o sıcaklığa alın teriyle katkı verip kömür çıkaran işçilerimize gidelim, onlarla konuşalım, onların dertlerini dinleyelim. Zonguldak için düşündük ama Sayın Enerji ve Tabii Bakanı ve Çalışma Bakanı “Biz oraya gideceğiz” deyince, Türkiye’nin her tarafında kömür çıkarılıyor, biz de Soma’ya gidelim dedik ve Soma’ya gittik. Soma’nın bir özelliği var. Somalı kardeşlerim beni iyi dinlesinler. Bize Manisa’da en az oy çıkan ilçelerimizden birisidir. Soma’ya gittim, dertlerini biliyorum, çalışma koşullarını biliyorum. Oraya geldim, işçilerle beraber maden ocağını indik. Yerin 550-600 metrekare aşağısına indik. Onların hangi zor koşullarda emek harcadıklarını, kömür topladıklarını biliyorum. Daha önce defalarca zaten anlatılmıştı ama bu kez yaşadık. Beraber yaşadık, beraber sorduk, beraber hayatı sorguladık. Gördüğümüz bir gerçek var. Soma’da yaklaşık 20 bine yakın maden işçisi var. Bunun 7 bini kamuda çalışıyor, bunlar sendikalı, toplu sözleşmeli hakları var; ama 14 bine yakın özelde çalışan maden işçilerimiz var. Bu maden işçilerimizin büyük bir kısmının çalışma koşulları uygun değil, büyük bir kısmı asgari ücretle çalışıyor. Gerçekten yerin altına inip orada işçilerin hangi koşullarda çalıştığını gördüğümüzde onlara verilen asgari ücretin ne kadar az olduğunu görürüz. Onların çalışma koşulları gerçekten de çok zor. Orhan Veli aslında boşuna söylemiyor tabii. “Yüz karası değil kömür karası, böyle kazanılır ekmek parası” diye. O insanlar ekmek paralarını böyle kazanıyorlar. Onlara sordum, yaşamınızdan memnun musunuz diye? İçleri buruk, şu cevabı verdiler: “Başka hangi iş var ki!” Zorunlu olarak bir iş bulmuşlar, asgari ücretle çalışıyorlar ve o işten para kazanıp çoluk çocuğunun rızkını sağlamaya çalışıyorlar. O nedenle biz o işçilerin yaşam koşullarını biliyoruz ama iyileştirilmesi yönünde elimizden gelen her türlü katkıyı yapacağız.

Kuşkusuz, Zonguldak’a giden, oradaki işçilerle beraber olan 2 sayın bakanı da kutluyorum. Onlar da gittiler, onlar da işçilerle beraber oldular ama yüreğimizdeki bir burukluğu hâlâ atmış değiliz. Geçen yılın Mayıs ayında meydana gelen patlamada 2 maden şehidimiz hâlâ göçük altında. Sayın Başbakan oraya gittiğinde şu cümleyi kullanmıştı: “Bakan arkadaşlarımız bu iş bitene kadar buradan ayrılmayacak.” Yani, patlama sonucu oluşan göçük kaldırılacak, şehit olanlar dışarı çıkarılacak ve ondan sonra bakan arkadaşlar oradan ayrılacaklar. Bakan arkadaşlar yılbaşında orada gittiler ama o 2 maden şehidimiz oradaydı. Fazla bir şey söylemek istemiyorum ama Türkiye o övündüğümüz, öve öve bir yerlere sığdıramadığımız, kalkınmış dediğimiz, en büyük on ekonomiden biri olacaktır diye beklenti içine girdiğimiz, dünyanın en gelişmiş, en büyük ekonomilerden birisidir diye, yirmi ekonomisinden birisidir diye söylediğimiz Türkiye, göçük altındaki 2 yurttaşımızı hâlâ çıkaramadı. Bugün, tam 232’nci gün arkadaşlar. Şili’yi düşünün, oradaki maden kazası sonucu işçilerin nasıl çıkarıldığını düşünün bir de Türkiye’yi düşünün. Bugün, 232’nci gün ve Zonguldak’ta 2 aile, babalarının göçük altından çıkarılmalarını bekliyorlar. Hemen şunu söyleyeyim. Onlar taşeron işçisiydi, iyi eğitim almamışlardı, yeraltında çalışmak için iyi eğitim almamışlardı. Asgari ücretliydiler, doğru dürüst güvenceleri yoktu ama yaşamlarını yitirdiler, şimdi sahipsizler. Ama o ailelere sesleniyorum. Onlar sahipsiz değiller, onların sahibi Halk Partisidir, halkın partisidir, onların sahibi biz olacağız.

Biz maden ocağına gideceğiz deyince onlar da gittiler. Hafta sonu Kuşadası’na gideceğiz, Roman vatandaşlarımızla beraber olacağız. Onlar da hemen apar topar gruba Roman vatandaşları çağırmışlar. Ama aramızda bir fark var. Biz onların ayağına gidiyoruz, onlar kendi ayaklarına çağırıyorlar. AKP ile aramızdaki temel fark bu. Biz yurttaşımıza önem veririz, yurttaşımıza güven veririz, onun sorunlarını dinlemek için onların ayağına gideriz. Bundan yüksünmeyiz. Bunu politikanın da, insan olmanın da bir gereği olarak sayarız ama onlar ayaklarına çağırırlar; yüzleri asık, firavunlaşmış, baskı, şiddet, itiraz edene karşı çıkan bir anlayışla çıkarlar.

Değerli milletvekilleri, Soma’da sadece yeraltında çalışanlar yok tabii, yer üstünde çalışanlar var, çiftçiler var, onlara da geleceğim ama bir konu daha var. Türkiye’nin en büyük kooperatiflerinden birisi Soma’da. Kamyoncular Kooperatifi, çıkan kömürler taşınıyor. Ama onlar da dertli, onların da derdi var. Onların dertleri, artan fiyatlar, yükselen yedek parça fiyatları, artan mazot fiyatları tamamen bunaltmış vaziyetti. Mazot yerine yağ yakıyorlar, acaba biraz daha tasarruf edebilir miyiz, biraz daha geçinebilir miyiz, artan hayat koşullarına karşı direnebilir miyiz diye. Buradan bütün kamyoncu arkadaşlarıma sesleniyorum. Sizin dertlerinizi biliyoruz, sorunlarınızı biliyoruz, çözümlerinizi de biliyoruz. Sizin sorunlarınızı çözmek bizim boynumuzun borcu olacaktır ve bu konuda da kararlıyız. O kadar ki eskiden Soma’da yediemin için ayrılan bir tane depo varmış, şimdi depo sayısı dörde çıkmış, çünkü icrayla el konulan malların sayısı gittikçe artıyor. Hani, o kalkınan, herkesin karnının doyduğu Türkiye’de ne hikmetse Soma’da kamyoncular dertli, esnafı dertli, üreticisi de dertli. Burada şunu söyleyeyim. Biz kalkınma yolunda, çağdaşlaşma yolunda, özgürleşme yolunda, sosyal devleti Türkiye’de egemen kılma yolunda ister kamyoncu, ister taksici, ister çiftçi, ister emekli herkesi yanımıza bekliyoruz, büyük yürüyüşümüze bekliyoruz. Beraber yürüyeceğiz, çağdaş Türkiye’yi beraber kuracağız, bunda kararlıyız.

Yılbaşında elbette ki yurttaşlarımız eğlendi, eğlenmelerini istedik. Yeni yıla huzur içinde girmelerini istedik. Toplumun büyük bir kesimi hayatını böyle geçirdi. Caddeler, sokaklar süslendi, herkes bir beklenti içine girdi. Toplumda elbette ki herkesin mutlu olmasını biz de isteriz. İktidar kim olursa olsun ama yurttaşın mutluluğu her siyasal partinin temel hedefi olmak durumundadır ama acılarla da karşılaşıyoruz. Bir örnek mi? Bir örneği yılbaşı gecesinden vereyim sizlere. İstanbul Fatih’te bir park. 63 yaşında Şerafettin Akgül, kimsesiz ve donarak öldü. Diyeceksiniz ki 73 milyon Türkiye’de 1 kişi donarak ölmüş, ne var bunda? Biz öyle demeyiz. Bir kişi bir kişidir, bir kişi kutsaldır ve o 1 kişinin de kalan 73 milyon yurttaş gibi mutlu olması, siyasetin de görevidir, insanını da görevidir, hepimizin görevi olmak zorundadır. Neden biz sosyal devlet diyoruz? Sosyal devlet diyoruz ki kimse donarak ölmesin sokakta. Sosyal devlet diyoruz ki çocuklar çocukluğunu yaşasın, çocuklar çöplerde kâğıt toplamasın, toplarken dozerlerin altında kalıp ezilmesin, sosyal devlet bunun için diyoruz. Sosyal devlet diyoruz ki çocuklar yatağa aç girmesin. Sosyal devlet diyoruz ki örgütlü toplum olsun, yaratılan katma değerden, herkes hakça payını alabilsin. Sosyal devlet diyoruz ki mutlu bir Türkiye’yi kendi ellerimizle yaratalım, sosyal devlet bunun için diyoruz. Ama biz sosyal devlet dedikçe birileri kulaklarını tıkıyor, birileri sosyal devleti duymazlıktan geliyor. Onlar, devletin sosyal yönünü unuttular. Ellerinde sopayla topluma egemen olmaya çalışan bir devleti yaratmaya çalışıyorlar. Bu devleti biz kabul etmiyoruz. Bizim kabul ettiğimiz, içselleştirmek istediğimiz, topluma benimsetmek istediğimiz, yüceltmek istediğimiz devletin adı sosyal devlettir, bunu yapacağız. Sosyal devleti elbette kuracağız ama sosyal devleti kurarken herkesin ülkede barış ve huzur içinde yaşamasını isteyeceğiz.

Buradan taksicilere gelmek isterim. Taksici esnafımızı ülkede yaşayan her yurttaş bilir. Araca ihtiyaç duyduğumuz zaman çağırdığımız kişidir. Aracına bindiğimiz zaman sohbet ettiğimiz kişidir. Seçimler olduğu zaman onun nabzıyla toplumun nabzını tutmaya çalıştığımız kişidir. Kim kazanır kim kaybeder diye ilk sorduğumuz kişidir. Ondan aldığımız yanıtın toplumun yanıtı olduğunu düşünürüz ve onun can güvenliği bizim için de önemlidir çünkü biliriz ki taksici ekmek teknesinde çalışmaktadır. Günün 24 saatinde çalışmaktadır, çaba harcamaktadır, direksiyon sallamaktadır. Taksicilerin de bir derdi var; onların da can güvenliği sorunu var. 100’ün üzerinde taksici esnaf yaşamını yitirdi en son yılbaşında bir taksici esnafın yaşamını yitirmesi gibi. Oğluna, “oğlum, geceleri tehlikeli, sen evde otur ben gideceğim” demiş ve Yunus, babasını kaybettikten sonra şimdi ekmek teknesinin başına geçecek. Bu sorun niye çözülmüyor diye araştırdım. Bir taksicinin can güvenliğini sağlamak bu kadar zor mu? Acaba, bunların istekleri çok mu anormal? Karşılanamaz istekleri mi var? Hayır, basit. Ama buradan bütün taksici kardeşlerime sesleniyorum. Geçmişte hangi partiye oy verirseniz verin, sizin sorununuzu çözecek olan, sizin can güvenliğinizi sağlayacak olan parti sizin partiniz, halkın partisi, Cumhuriyet Halk Partisidir diyorum. Korsan taksilerden ötürü şikâyetçisiniz. Korsan taksici ne demektir? Alın teriyle çalışan taksicinin elinden ekmeğini çalmak demektir. Buna karşı çıkan, korsan taksiciliği önleyeceğim diyen parti hangi partidir? Tek bir parti var, Cumhuriyet Halk Partisi. Biz herkesin emeğine saygılıyız, herkesin alın terine saygılıyız ve halkın iktidarında taksici esnafa gideceğiz, onun örgütlerine gideceğiz, Sayın Bendevi Palandöken’e gideceğiz ve diyeceğiz ki, taksici ne istiyor? İstedikleri belli, bir araba istiyorlar, bir koruma bölüm, can güvenliklerini sağlayacak bir bölüm istiyorlar. Bunlar için planlar çizilmiş, projeler yapılmış, taksi tipi belirlenmiş, üretim de yapılmış, istedikleri arabamızı yenileyeceğiz, ÖTV ve KDV’yi ilk kez alırken biz de almayın. Çok mu zor bir talepleri var? Hayır. Yapmıyorlar, çünkü taksici esnafın oylarını çantada keklik biliyorlar. Siz çantada keklik değilsiniz. Siz bilin ki sizin sorunlarınızı hangi çözecekse, bu konuda çok kararlıysa artık o partinin çatısı altına gelin, gelin ki sizin sorunlarınızı da toplumumuzun diğer bireylerinin sorunlarını nasıl çözeceksek sizin sorunlarınızı da aynı inanç ve aynı kararlılıkla çözeceğiz. Bu konuda sizlere de söz veriyoruz. Burada bunu da ifade ediyorum değerli arkadaşlarım.

Soma’da akşam partiye uğrayacaktık fakat giderken baktık kalabalık bizim beklentimizin çok üstünde. Bizim toplantı mitinge dönüştü. Zorunlu olarak mikrofonla dışarıya seslenerek kürsüden konuştuk. Ama kürsüye giderken Somalı bir çiftçi arkadaş kolumdan tuttu ve çekti. Dedi ki, “Sayın Başbakan çiftçilerle ilgili olarak rahatlar, durumları iyidir diye. Niye bizim hakkımızı savunmuyorsunuz? Bizim durumumuz iyi değil, bizim durumumuz kötü.” O arkadaşa dedim ki, biz defalarca söyledik. “Bir daha söyle” dedi. Ben de o Somalı çiftçi kardeşimin talebi üzerine bir kez daha burada söylüyorum. Başbakan acaba ne söyledi diye arkadaşlarıma sordum. Geçen grup toplantısında Sayın Başbakan şunu söylemiş: “Biz iktidarı devraldığımızda adeta tarım sektörü çökmüş, çiftçi iflasın eşiğinde idi. Çiftçinin ürünü değer bulmuyordu, ürün tarlada çürüyor, çiftçi borcunu ödeyemiyordu. Haciz kıskacında adeta kıvranıyordu.” Ne zaman için söylüyor? 2002 için söylüyor. Ben bunu okuyunca dedim, herhâlde bunu bizim CHP milletvekillerinden birisi söylemiştir. Başbakan söylüyor 2002 için. Başbakanın halktan, çiftçiden, üreticiden bu kadar koptuğunu ilk kez bu ifadeleri okuyunca bir kez daha anladım. Çiftçinin durumunu nasıl bilmez? “Çiftçinin ürünü biz devralırken tarlada bekliyordu, şimdi satıyor.” Peki, gözünü sevdiğimin Recep Beyi, gidip şu narenciye üreticisine bir bak sana. Narenciye üreticisinin ürünü dalda çürüyor, toplayan yok. Niye gidip buna bakmıyorsun? Eğer çiftçinin durumu çok iyiyse, Allah aşkına gittiğin zaman şu illere, ilçelerdeki icra dairesine bir uğrasana. Çiftçinin borcu var mıdır, alacağı var mıdır diye bir sorsana çiftçi haciz kıskacında, borç kıskacında. Unutmayın değerli arkadaşlarım, çiftçi kardeşlerim de unutmasınlar, onlar halkı borçlandırdılar, kendileri köşeyi döndüler. Bakın, topluma, komşunuza, yakınlarınıza, akrabalarınıza sorun kim borçsuz? Herkes borçlu, herkesin borcu var. Kim borçsuz? İktidardakilerin, onların durumu iyi. Bunu da bilmemiz lazım. Sayın Başbakana yine o çiftçi kardeşimin talebi üzerine söylüyorum. Bu dönemde, sekiz yıllık dönemde hiçbir ürün yüzde 100 artmadı, çiftçinin ürettiği ürün yüzde 100 artmadı ama ne arttı yüzde 100? Taban gübrenin fiyatı yüzde 270 arttı, şeker gübrenin fiyatı yüzde 274 arttı, diyamonyumfosfatın fiyatı yüzde 300 artıyor amonyumdiyatnitratın fiyatı yüzde 320, üst gübrenin fiyatı yüzde 327 artıyor. Peki, bu çiftçi perişan vaziyette, Sayın Başbakan bunu görmüyor mu? Sayın Başbakan bu fiyatları bilmiyor mu? Sayın Başbakan bu kadar mı gerçeklerden koptu, toplumdan koptu, bunların iyi bilinmesi lazım. İyi bilinmenin ötesinde her yurttaşın bunu çok iyi anlatması gerekir.

Değerli arkadaşlar, çiftçi kardeşlerim de unutmasınlar. Biz onların sorunlarını da biliyoruz, nasıl çözüleceğini de biliyoruz. Biz ÖTV’yi mazottan almayacağız dedik. Çiftçi yarı fiyatına mazotunu vereceğiz dedik, hemen çıktılar “Kaynağını nereden bulacaksınız” diye. Çiftçiye sıra gelince kaynak sormaya başladılar. Biz kaynağını bulacağız. Hiç kimse endişelenmesin. Herkes şunu çok iyi bilsin ki Cumhuriyet Halk Partisi ben bunun kaynağını bulurum dediği zaman bunun kaynağı bu toplumda vardır. Kaynak yoktur diye bir kavram yoktur. Kaynağı akılcı kullanırsanız, mantıklı kullanırsanız, insanınız için kullanırsanız kaynağınız her zaman her yerde vardır. Biz, ortak dil kullanacağız, ortak dil geliştireceğiz, siyasette de ortak dil geliştireceğiz. Halktan yana, halk için çalışan siyasete destek vereceğiz. Çiftçi destek verecek, emekli destek verecek, sanayici destek verecek, esnaf sanatkâr destek verecek, böylece toplumun siyasette ortak ses çıkarmasına katkı vereceğiz. Türkiye’nin başında iktidar var, dünyalığını yapan bir iktidar var. Onlara kelze ekibi diyoruz, kendi dünyalarını yapan ekip bunlar. Bunu unutmasın hiçbir işçi, memur, emekli kardeşim.

Değerli milletvekilleri, geçtiğimiz günlerde AKP’nin ileri demokrasi kavramıyla karşılaştık, iki yeni olayla karşılaştık. Bunlardan birisi yargıçların fişlenmesi, ikincisi de sınavlarda kameranın kaldırılmasıyla ilgili girişim. Yargıçlar niye fişlenir arkadaşlar? Bunlar demiyorlar mıydı biz 12 Eylüle karşıyız? Fişleme ne zaman başladı? 12 Eylülle başladı. Ne zaman bitti? Hiç bitmedi. Ne zaman sürüyor? AKP iktidarıyla beraber sürüyor. Bunlar demediler mi biz 12 Eylüle karşıyız. 12 Eylülü değiştireceğiz. Demokrasiyi, özgürlüğü getireceğiz demediler mi? Dediler. Ne diyorduk baştan beri? AKP ne söylüyorsa bilin ki aksini yapacaktır; demokrasi diyorsa demokrasiyi rafa kaldıracaktır. Yargıcın güvenliği olur yargının fişlemesi mi olur. Bunların bir milletvekili ne demişti? “Onlar bizi fişliyorlardı, şimdi sıra geldi biz onları fişliyoruz” diye. Bunların demokrasi anlayışı bu. Bunlar toplumu bölen bir anlayışa sahip. Toplumu kaynaştıran bir anlayış yok bunlarda. Bu anlayışı da ters yüz etmek bizim görevimizdir değerli arkadaşlar.

Sınavlara kamere nasıl kondu? Sınava girdi genç arkadaşlar, pırıl pırıl, üniversiteyi bitirmiş, yazılı kazanıyorlar, çünkü yazılıda torpil yapamıyorlar. Sözlüde yazılıyı kazanan kişileri elemek için sözlüde eliyorlardı. Gittiler yargıya başvurdular bizim hakkımız elimizden alınıyor diye ve yargı karar verdi, “sözlüye kamera koyun” diye. “İtiraz gelirse bakalım, sözlü hakkaniyetle yapıldı mı yapılmadı mı.” Şimdi ne yapıyorlar? Efendim biz, kamerayı kaldıracağız. Neyle? Bir yasayla. Yani yargıyı ikinci sınıf yapacağız, yargı güçler ayrılığı ilkesinin önemli bir parçası değildir diyorlar. Parlamento nasıl karar verirse yargı da ona uyar diyorlar. Anayasa mı? Hiç önemli değil, nasıl olsa Parlamentoda bizim gücümüz var, her istediğimizi yaparız. Buna ne diyorlar? Buna da ileri demokrasi diyorlar. İleri demokrasiden bir başka örnek vereyim. 10 yıl tutuklu kalın, 10 yıl sonra serbest kalacaksınız. Yargılanmayacaksınız, belki yargıcın karşısına bile çıkmayacaksınız, unutulacaksınız hapishane köşelerinde ve bunun adına ileri demokrasi diyeceğiz. Böyle bir anlayış doğru değil arkadaşlar.

İleri demokrasiden bir başka örnek vereyim. Bir tutuklu, itiraz ediyor ben bu yargıçlara güvenmiyorum diye mahkemeye başvuruyor. Mahkeme karar veriyor, bunların verdiği karar doğru değildir diye ve aynı yargıçlar o tutukluyu yargılamaya devam ediyorlar. Hangi etik kuralla, hangi ahlaki kurallarla? Hâkimler Savcılar Yüksek Kuruluna buradan sesleniyorum, siz yargıda adaleti, yargıda sağduyuyu, yargıda güveni sağlamak zorundasınız, yargı kararlarını uygulamak zorundasınız. Eğer bir yargı, bir yargıcın tarafsız olmadığına dair karar vermişse o yargıç o davaya bakamaz, bakmamalıdır. Bunu görmezlikten gelirseniz yargının katlinde sizin payınız var demektir, o yargı artık her yerde tartışılır demektir. Sorumluluğunuzu bilin, görevinizi bilin ve gereğini yapın çünkü yargının kokması tuzun kokması demektir. Tuzu kokutan siz olursanız bunun altında kalırsınız, bunun vebali büyüktür. Toplumun güveni sarsılır, toplum kendi içinde sağlıklı iç dinamiklerini kaybetmiş olur.

Değerli arkadaşlarım, parlamentonun gündeminde bir yasamız daha var, adına “Torba Yasa” diyor gazetelerimiz. Pek çok yasayı bir araya getiriyorlar ve çıkarıyorlar. Birinci sorumuz şu: Kriz yaşandı pek çok yurttaş sosyal güvenlik kurumuna veya vergi dairelerine ödemesi gereken vergiyi ödeyemedi. Şimdi af getiriyorlar güzel. İtiraz eden var mı? Yok. Bütün siyasi partiler evet diyorlar, çıkması lazım. Kaç maddeden ibaret bu af yasası? 20 madde, hadi yürürlük, yürütme diyelim, 21-22 madde. 21-22 maddeyi getirin hemen çıkaralım, toplum bekliyor, esnaf bekliyor, sanayici bekliyor, çiftçi bekliyor, borçlu olan pek çok yurttaş bekliyor getirin çıkaralım. Hayır diyorlar, 21 maddeyi çıkarmayalım hemen. Ne yapalım? 200 küsur madde, 216 madde, 216 maddeyi beraber çıkaracağız. Niye arkadaş? Toplum af bekliyor. Çıktın kürsüye bunu söyledin. Getir yasayı Parlamentodan çıkaralım. Hayır. 216 maddeyi beraber çıkaracağız. Diyeceksiniz ki bu 216 maddede ne var? Bir kere, bu yasa yapma tekniğine aykırı; milli eğitimle ilgili bölüm var Milli Eğitim Komisyonunda görüşülmesi lazım, görüşüldü mü? Hayır. Ormanla ilgili bölüm var, Tarım, Orman Komisyonunda görüşülmesi lazım, görüşüldü mü? Hayır. Sosyal güvenlikle ilgili bölüm var, Çalışma, Sosyal Güvenlik Komisyonunda görüşülmesi lazım, görüşüldü mü? Hayır. Arkadaşlar, bu, parlamentonun iradesine saygısızlıktır. Yasa yapma tekniğine saygısızlıktır. Kendi çıkardıkları İç Tüzük’e aykırıdır. Nasıl olur böyle bir şey? Şimdi, bu da ileri demokrasinin herhâlde bir başka örneği olsa gerek. Komisyonlarda görüşme, bütün yasaları toparla, bir de üstüne üstlük temel yasa de, Parlamentodan geçir ve sağlıklı bir tartışma ortamı olmasın, bu doğru değil. Buna biz itirazımızı yaptık, söyledik. 21 maddeyi getirin Parlamentodan çıkaralım dedik ama yapmıyorlar. Bu yasanın eksiklikleri var. Birinci eksikliği şu: Dürüst mükellefler var, yani bankadan borç alıp gidip vergisini ödeyen mükellefler var zamanında bunlar için bir şey getirin dedik. En ufak bir ödüllendirme getirin, hiç değilse en zor koşullarda bile devleti gelirsiz bırakmadı, vergilerini ödediler, bunlara bir avantaj getirin dedik. Hayır, avantaj getirmeyiz dediler, yani kümesteki kazlar grubu olduğu gibi kaldı orada, bu doğru değil.

Bir ikinci önemli nokta gemi ve yat sahiplerinin, inşa edenlerin, üretenlerin KDV’lerini tümüyle siliyorlar, erteliyorlar demiyorum, vergi aslını alıyorlar demiyorum, tümünü siliyorlar. Soru soruyor arkadaşlarımız, “Kim bu gemi inşa sahipleri, yat sahipleri?” diye. Bir, bunların borcunu bir bilelim, kim ödememiş bunları? “Hayır, veremeyiz.” Niçin? “Vergi sırrı var.” Yok, arkadaşlar böyle bir sır. Esnafınki duruyor, sanayicininki duruyor, tüccarınki duruyor, çiftçininki duruyor ama gemi ve yat inşa edenlerin KDV’sini sıfırlıyorsunuz niçin? Birisinin çıkıp mantıklı bir açıklama yapması lazım.

Bir başka önemli nokta, değerli arkadaşlar, hatırlarsanız, köy hizmetleri kapatıldı, oradaki işçiler belediyelere ve il özel idarelerine devredildi. Şimdi çıkardıkları yasayla o işçileri tekrar Milli Eğitime, Emniyet Genel Müdürlüğüne dağıtacaklar. Yol İş Sendikasından arkadaşlar geldi. Olabilir ya, belki o işçilerin çalıştığı yerde işçi pazarlığı vardır dağıtılacaktır diye. Bütün iş yerlerinde ayrıca taşeron işçi var, yani işçiye ihtiyaç var. Peki, işçiye ihtiyaç varsa bu işçileri niye dağıtıyorsunuz? Çünkü sendikasız kalsınlar diye. Bu da Türk İş’in kulağına küpe olsun diye söylüyorum.

Bu torba yasada ciddi tasarruflar da yapıyorlar. Hani vardı ya, emeklinin 18 yaşındaki kızından tasarruf yapıp sen prim yatırmazsan sana bakmayız diye bir düzenleme yapmışlardı. Şimdi bir başka düzenleme yapıyorlar. Stajyerlik için gençler çalışacak. Ücret bunun için 229 lira idi, şimdi bunu 178 liraya düşürüyorlar bu yasa tasarısıyla, yani tasarruf yapa yapa stajyeri mi buldunuz.

Asgari ücret 16-18 yaşındaki gençler için asgari ücret 599 lira, onu da 518 liraya indiriyorlar. Bula bula bu gençleri mi buldunuz siz, yani tasarruf yapacak alan olarak bunu mu buldunuz?

Özürlüler için bir düzenleme getiriyorlar. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı belli iş yerleri için diyecek ki başvurduklarında, burada özürlü çalıştırılmasına gerek yoktur. Özürlü kardeşlerime sesleniyorum. Hani, diyorlardı ya “Biz özürlülerden yanayız, engellilerin haklarını koruyoruz” işte sizin haklarınızı böyle koruyorlar. Sizi çalıştırması gereken bir iş yerine, yarın birisi çıkacak diyecek ki, burada engellilerin çalışmasına gerek yoktur ve sizin iş kapılarınız kapatılacak. Bunu da bilmelerini isteriz. Ve bu torba yasaya sendikalar karşı. Akla şu soru gelir: Acaba sendikalar çağırıldı ve onlardan görüş alındı mı, onlarla konuşuldu mu? Hayır, sendikalardan hiçbir görüş almadı ve onlarla da konuşulmadı. İleri demokraside zaten buna gerek yok ki. AKP’nin ileri demokrasisinde sendika neymiş, sendikadan görüş mü alınır? Sendika susar, yeri geldiği zaman denetlenir, konuştuğu zaman da susturulur, AKP’nin ileri demokrasi anlayışı bu. Bu da bütün sendikacıların kulağına küpe olsun.

Türk-İş’i merak ettim, Türk-İş’in İnternet sitesine baktık acaba bu yasa hakkında söylüyor. Türk-İş, tabii pek çok şeye itiraz ediyor, haklı olarak itiraz ediyor, önce hakkını teslim edelim. Ve bir şey söylüyor, son derece doğru. Diyor ki, “Tüm fonlar batırıldı. Bugüne kadar nerede bir fon kurdularsa her fonu batırdılar.” Batıranlar siyasiler. “Şimdi bir fon var” diyor, “İşsizlik Sigortası Fonu, burada biraz para var. Şimdi bu fonu batırmak için 50 tane yol denemeye çalışıyorlar” diyor. Ve şöyle diyor: “Türk-İş, fon kaynaklarının amacının dışında kullanılmasına şiddetle karşıdır” Karşıdır ama şiddetle karşıdır diyor. Umarım bu şiddetle karşılık sessizlikle örtüşmez. Eğer karşıysa oturur adam gibi karşı çıkar. Şunun için söylüyorum adam gibi karşı çıkar diye. Sosyal Güvenlik Yasası çıktı, işçilerin hastaneleri vardı ellerinden aldılar. Bedeli ödenecekti onların bedeli ödendi mi? Ödenmedi. Peki, sendikalar buna itiraz etti mi? Duydunuz mu? Ben duymadım. Şiddetle karşı olmak, İnternet sitesinde yazmak bir şeye yetmez, karşıysanız demokratik yollardan hakkınızı arayacaksınız ve sizi mahkûm eden yasaları çıkaran iktidardan da hesap soracaksınız.

Değerli arkadaşlarım, bugün tüm gazetelerde tam sayfa bir ilan var. Çok güzel bir ilan “Kamuoyuna duyurulur” diye bir ilan. Bu ilanı Kahramanmaraşlılar vermişler. Tüm Kahramanmaraşlıların ortak duygusu, sağduyunun sesi aslında. Diyorlar ki “Sağduyu sahibi hiçbir Kahramanmaraşlının onaylamadığı, hepimizi derinden yaralayan 1978 Maraş olaylarının acısı 32 yıldır yüreğimizdedir. Bu olaylarda hayatını kaybeden tüm kardeşlerimizi rahmetle anıyoruz.” Bu ilana 84 kuruluş imza atmış hiçbir ayrım yapmaksızın ortak duyguyu dile getiriyorlar. Herhâlde Maraş’ı kahraman yapan da bu ortak duygu. Çünkü bu ortak duyguyla Maraşlılar hareket ettiler, Ulusal Bağımsızlık Savaşını bu ortak duyguyla verdiler. Birbirlerinin inançlarını ve etnik kimliklerini sorgulamadılar. Düşman gelmiş ülkeyi işgal etmiş, mücadele edeceğiz dediler ve mücadeleyi verdiler. Geçmişte acı olaylar yaşandı. Hiç kimse o acı olayları şu veya bu şekilde ne destekler ne de destekler görünür. Hiçbir yurtsever o acı olayların yanında olmaz. Acı olaylara karış çıkmamız lazım, ortak ses çıkarmamız lazım. Maraşlılar bu ortak sesi çıkardılar. Bütün Kahramanmaraşlıları bütün yüreğimle kutluyorum, onu da burada ifade edeyim.

2011 yılı sorunlu bir yıl olacak. Ne kadar dileklerimiz iyiden yana olsa, güzelden yana olsa da sorunlu bir olacak. Düşünün, bir iktidar düşünün, tablonun hep iyi taraflarını gösteren bir iktidar ama o tablonun iyi tarafları da gittikçe azalıyor. Ekonomide ciddi sorunlar var, işsizlik almış başını gidiyor, Türkiye ciddi bir sosyal travmadan geçiyor arkadaşlar. Cinayet haberleri gazetelerde artık günlük olaylar olarak görülüyor, pek çok benimsemediğimiz onaylamadığımız olaylar gazetelerin üçüncü sayfa haberi olarak gözümüzün önünden süratle geçip gidiyor. İşsizlik gibi bir kabusa AKP Hükümeti çözüm bulmadı, çözüm bulmak gibi bir niyeti de yoktur. O nedenle 2011 yılını umuda dönüştürmek bizim elimizde, geleceğe, topluma güven vermek bizim elimizde, bunun için çalışmak, çalışmak ve çalışmak zorundayız. Ülkemizi çağdaş uygarlığa çıkarmak durumundayız. Bunun mücadelesini vermek zorundayız. Yasaklarla mücadele edeceğiz dediler, Türkiye’yi bir yasaklar ülkesi hâline getirdiler. Onun için her zamankinden daha fazla çalışmak ve üretmek durumundayız. İşçilere gideceğiz, emeklilere gideceğiz, köylülere gideceğiz, fabrikalara gideceğiz ve hep beraber güzel ülkeyi, güzel ülkemizi beraber yeniden ama yeniden inşa edeceğiz.

2011 hepinize kutlu olsun.