31.05.2016

31 Mayıs 2016 tarihli TBMM Grup Konuşması

KILIÇDAROĞLU: ANAYASAYI AÇIKÇA İHLAL EDEN ADAMIN YANINDA SİZİN NE İŞİNİZ VAR?

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Bu insanlar Yargıtay’ı, Danıştay’ı ve Sayıştay’ı temsil edemezler.”Bizi eleştirenleri mahkemeye vereceğim” diyor. Vermezsen namertsin!” dedi.

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:

TERÖRDEN MAĞDUR OLAN HERKESİN YANINDA OLDUK
Değerli arkadaşlarım, bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarım; bugünkü gazetelerde bir fotoğraf var, Yüksekova’ya giden araçları gösteriyor. Uzun bir konvoy oluşturmuşlar, herkes evine dönmek istiyor. Teröre hep karşı çıktık, “Bir insanlık suçu olduğunu” söyledik. “Terörün dini imanı, vicdanı, ahlakı yoktur” dedik. “Kimden gelirse gelsin hep beraber teröre karşı çıkacağız” dedik. Terörden mağdur olan bütün ailelerin yanında olduk. Diyarbakır bunun örneğidir, Hakkâri bunun örneğidir, Nusaybin bunun örneğidir, hep sahip çıktık. Doğu- batı, güney-kuzey ayrımı yapmadık. “Eğer aynı havayı teneffüs ediyorsak, aynı ülkede, aynı memlekette yaşıyorsak doğu-batı, güney-kuzey değil benim için insan önemli, insanın mutluluğu önemli, onun mutluluğu benim mutluluğumdur” dedim. “Eğer onun bir derdi varsa, onun derdiyle dertleneceğiz” dedik. Çocuklara, kadınlara sahip çıktık, aynı apartman dairesinde oturan üç ayrı aileye sahip çıktık, herkese sahip çıktık. Yemek istediler, yemek gönderdik; yardım istediler, yardım gönderdik; “Milletvekili gelsin” dediler, milletvekillerini gönderdik ve şu noktada artık herkesin gerçeği görmesi lazım: Teröre karşı hep beraber duracağız, kendi insanımızın mutluğu için, refahı için hep beraber çalışacağız. Kimseyi kimliğinden ötürü ayırmayacağız, kimseyi inancından ötürü ayırmayacağız, kimseyi yaşam tarzından ötürü ayırmayacağız; sözüm söz bütün Türkiye’yi kucaklayacağım. “Anayasa” dediler, onu da değiştirdiler, terörün bitmesini bekliyoruz. Terör biterse, emin olun ülkemize huzur da gelecek. Hep beraber huzur içinde yaşayacağız, çalışacağız, mücadele edeceğiz, tartışacağız, demokratik bir ortamda bunların hepsini yapacağız. Bunun mücadelesini hep birlikte sürdürmek boynumuzun borcudur değerli arkadaşlarım.

HER ŞEHİDİN KANI ELLERİNDEDİR
Değerli arkadaşlar, hiç kimsenin şunu unutmaması lazım, bunları anlatıyorum ama bir şeyi hiç unutmayacağız: 2002’de sıfır terörle devraldılar, bugün Türkiye kan gölüne döndü, kim yaptı bunu? Kim terör örgütlerine göz yumdu? Sur’un içine kim silahları yığdırdı? Kim Nusaybin’e, Yüksekova’ya, şehirlere silahları yığdırdı, patlayıcı maddelerle depolar kurdu? Kim yaptı bunları? Kim göz yumdu? Kim valilere talimat verdi “Aman ha, bunlara sakın dokunmayın” diye. Bunun hesabını hepimiz sormak zorundayız. Terör örgütlerine kim yardım ve yataklık yapıyor, vicdanı olan herkesin sorması lazım. Her şehidin kanı onların ellerindedir, yakalarındadır.

NE İSTEDİLER DE NE VERDİNİZ?
Terör örgütüne yardım ve yataklık yapanlar için suç duyurusunda bulunduk. Vicdanlı ve namuslu bir savcı bekliyorum, ahlaklı bir savcı bekliyorum, hukuk bilen bir savcı bekliyorum. Korkularından dosyayı ele alamıyorlar “Elimiz yanar” diye. Elin yanmaz savcı kardeşim yeter ki yüreğin yanmasın, yeter ki şehitlere ve gazilere sahip çık sen de. Dün açıklama yapıyorlar, işte “Fetullah Gülen terör örgütü, FETÖ terör örgütü” diyor. “Milli Güvenlik Kurulunda karar aldık, bunu da gönderiyoruz Hükümete” diye. Ya, arkadaş, bu karar için tamam, aldın kararı, gönderdin hükümete, hâkim ve savcı, şimdi, namuslu bütün hâkimlere sesleniyorum, eğer bu dosya önünüze gelirse doğrudan doğruya Recep Tayyip Erdoğan’ı davet edeceksiniz “Gel buraya” diyeceksiniz. Sen ne diyordun? “Siz ne istediniz de biz vermedik.” Hâkim soracak, söyle bakayım, ne istediler, neyi verdin sen? Yardım ve yataklık diyorsanız daha bundan büyük yardım, yataklık mı olur? Kendi itirafı zaten! PKK’ya gelince valilere “Dokunmayın, bırakın silah deposuna döndürsün, bırak insan ölsün” diyorlar. Öbürüne gelince “Ne istediniz de vermedik, her şeyi verdik biz size” diyor. Nasıl bir terör örgütü, sen her şeyi veriyorsun. Devleti bile teslim etsin sen, öyle diyorsun “Paralel yapı” diyorsun. Şimdi, hâkimlerden bekliyorum, bunu ve yandaşlarını çağıracaklar, mahkemenin huzuruna çağıracaklar, soracaklar, biz de taraf olacağız orada, Türkiye Cumhuriyeti’nden taraf olacağız, biz de bu davada tarafız diyeceğiz. Ne istediler de ne verdiniz siz onlara? Onlar ne istediler de siz verdiniz, biz bunu öğrenmek istiyoruz, bizim hakkımız var.

BİZ ÜRETİCİYE DEĞER VEREN PARTİYİZ
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin bütün sorunlarına sahip çıkıyorum. Bakın seçim yok, oy da yok ama biz, sanki seçimdeymişiz gibi, sanki yarın seçim olacakmış gibi çalışıyoruz. Bir önceki hafta Rize Çay’a gittim, bütün çay üreticilerinin taraflarıyla konuştum. Önümüzdeki seçimler için güzel bir not hazırladık, “Çay sorunu nasıl çözülür” diye. Geçen hafta Ordu’daydım, bütün fındık üreticilerinin çevreleriyle görüştük, ihracatçısından tut üreticisine kadar. Onların da dertlerini dinledik, onlara da söyledik, fındık sorunu nasıl çözülür arkadaşlar? Cumhuriyet çözmek istemiş, cumhuriyet çok güzel bir şey yapmış. Ordu’dan, Giresun’dan, Trabzon’dan, Adapazarı’ndan, Sakarya’dan, bütün bu çevrede üretim yapan bütün yurttaşlarıma seslenmek istiyorum: Bakın, 1935, CHP’nin iktidarı, Birinci Ulusal Fındık Kongresi toplanıyor. 1938, FİSKOBİRLİK kuruluyor, fındığa ve üreticiye sahip çıkmak için. Bunlar, on dört yıldır memleketi yönetiyorlar, FİSKOBİRLİK’i batırdılar. Fındık fiyatları bir yıl yukarıda, bir yıl aşağıda; bir yıl tavan yapıyor, bir yıl yerlerde sürünüyor. Sen devlet değil misin ya? Sen, bu ülkenin fındık üreticisini ve fındık fiyatının istikrarını sağlayamayacaksan ne yapacaksın? Sen, devleti nasıl yönetiyorsun? Bütün bunları tartıştık ve güzel çözümlerimiz ortaya çıktı. Şöyle bir sonuca vardık: Fındık, çay gibi bölgenin stratejik ürünüdür, ikinci bir ürün yok çünkü, herkesin ortak geçim kaynağı fındık. Rize’de çay, Rize dışındaki bölgede de fındık stratejik bir üründür. Dünya fındığının yüzde 70’ni sadece Türkiye üretiyor. Peki, nasıl oluyor da fındık fiyatlarında istikrarı sağlayamıyoruz? Çünkü fındık üreticisinin alın teri birilerine peşkeş çekiliyor. Fındık üreticileri düşünülmüyor, aracılar-tefeciler cirit atıyorlar, bütün kâr onlara gidiyor, bütün avantaj onlara gidiyor. Peki, biz ne diyoruz? Biz, alın terine değer veren bir partiyiz, emeğe değer veren bir partiyiz, üreticiye değer veren bir partiyiz; kimse kazanmasa bile üretici kazanmalı, evine helal ekmek götürmeli. Ben bu fındığı alnımın teriyle kazandım diyebilmeli, bununla ürettim diyebilmeli. Bizim mücadelemiz de bunun üzerine kurulu. Fındık bahçelerinin yenilenmesi lazım, bunun için de üretici bahçeyi yenilerken uğrayacağı kaybın önlenmesi lazım, devletin bu konuda özel bir teşvik getirmesi lazım. Onlar getirir mi? Getiremezler. Kim getirir? Fındık üreticisini ve onun alın terini düşünen Cumhuriyet Halk Partisi getirir.
Her yıl maliyetler dikkate alınarak makul bir taban fiyatı açıklanır, o taban fiyatın altına fındık fiyatının düşmemesi gerekir, devletin bunu yapması lazım. Üretimde yani fındığı tüketim maddesi olarak, üretim maddesi olarak kullanan çikolata ve şeker sanayisinin ayrıca özel bir teşvike ihtiyacı var. Böylece bu ürün Türkiye’de kullanılmalı ve dünyaya ihraç edilmeli. Biz, telis telis, çuval çuval fındık ihraç ediyoruz. Onu ihraç edeceğimize, onu Türkiye’de işleyip ihraç edersek bir kazanacağımıza on kazanacağız. Kim kazanacak? Sanayici kazanacak, fındık üreticisi kazanacak, esnaf kazanacak, bakkal kazanacak, herkes kazanacak. Hedefimiz, özel bir teşviki çikolata ve şeker sanayisine de getirmek fındığı kullandığı sürece.
Lisanslı depoculuk, borsa ve manav uygulamasının bir arada ele alınması lazım ve özel bir fındık yasasının çıkması lazım. Fındık çevresi yani üreticiden ihracatçısına kadar bütün çevre toplanmalı, yeni bir fındık kanunu çıkarılmalı ve bu çerçevede fındık olayı yeniden ele alınıp değerlendirilmeli. Fındık, şu anda giderek yabancıların tekellerine bırakılıyor. Fındık üreticisinin alın teri de yabancıların tekellerine teslim ediliyor. Türkiye’nin bundan önemli bir adım atarak üreticiyi kurtarması lazım. FİSKOBİRLİK’i fındık üreticisinin dostu hâline getirmemiz lazım, FİSKOBİRLİK’i güçlendirmemiz lazım. FİSKOBİRLİK’i bölgenin en önemli kuruluşu hâline getirmemiz lazım. Onlar batıracaklar, biz yücelteceğiz; onlar son verecekler, biz başlatacağız. Defalarca gittiler bölgeye, on dört yıldır gidiyorlar ama üreticinin sorunlarını çözmediler. Biz öyle on dört yıl falan istemiyoruz, dört yıl yetki verin Türkiye’yi uçuracağız, dört yılda Türkiye’yi bölgesinin lideri yapacağız, Avrupa’nın lideri yapacağız Türkiye’yi.

GEZİ, DÜNYA SİYASET TARİHİNE ALTIN HARFLERLE YAZILAN BİR EYLEMDİR
Gezi’nin üçüncü yıl dönümü. İstanbul’da yerel yönetimler fuarımız vardı. Kadıköy’de miting yapacaktık. Taksim’e çıkan binlerce çocuğumuz bize, “O mitingi yapmayın. Bize Taksim Alanı’nı kapattılar. Taksim’i bize açın” dediler. Ben de arkadaşlara “Evet, Kadıköy’deki mitingimizi iptal ediyoruz. Ama hiç kimse eline CHP bayrağı almayacak, hep beraber Taksim’e yürüyeceğiz ve Taksim’i gençlere açacağız” dedim. Bunu yaptık. Gençlerimiz türkülerle, şarkılarla, oyunlarla Taksim Meydanı’nı bir şenliğe çevirdiler. Ben, Taksim Meydanı’nda zekâsını kullanan, aklını kullanan, sesini kullanan, bilgisini kullanan bütün gençlere şükran borçluyum. Onlar, bizi bütün dünyaya özgürlüğün Türkiye’de olduğunu ve insanların, gençlerin “Özgürlük” diye haykırdıklarını bütün dünyaya gösterdiler. Onlar, hiç kimsenin vermediği bir dersi bir diktatöre verdiler ve ona diz çöktürdüler. O nedenle onlara şükran borçluyum. Efendim, olay iki ağaç mı? İki ağaç değil arkadaşlar, binlerce ağaç. O fidanlarımızın her birisi birer ağaçtı, onlar mücadele ettiler. Ne istiyorlardı onlar? “Bizim yaşam tarzımıza müdahale etmeyin, size ne?” diyorlardı. “Bizim kimliğimize müdahale etmeyin, size ne?” diyorlardı. Bizim inançlarımıza müdahale etmeyin, size ne?” diyorlardı. Niye müdahale ediyorsunuz? Hangi gerekçeyle müdahale ediyorsunuz? Bir özgürlük patlamasaydı Gezi ve dünya siyaset tarihine altın harflerle yazılan bir eylemdir. O nedenle Gezi eylemini başlatan, büyüten ve sürdüren herkese yürekten teşekkürlerimi sunuyorum.

NE YAPTI O ÇOCUKLAR, ADAM MI ÖLDÜRDÜLER
Entelektüellerin… Hiç meraklanmayın arkadaşlar, yeri geldiğinde direnme hakkımızı da kullanacağız. Onlar ne olduğunu bilmiyorlar, onu da öğreteceğiz onlara. Gezi olaylarını kırmak için bir şey daha var ama onu gözden uzak tutmamak lazım, iki büyük yalan. İki büyük yalan da toplumun en duyarlı olduğu konularda toplumun bir kesimini gençlere saldırtmaya kalktılar. Bu yalanlardan birincisi camide içki içtiler yalanı. Kim söylüyor bunu? Dönemin diktatörü söylüyor. “Ne zaman size göstereceğim? “Cuma günü göstereceğim size bunları” diyor. Araştırdılar, taradılar, müfettişleri, polisleri, herkesi seferber ettiler, görüntü? Görüntü yok. İçki? İçki de içilmemiş. Düşünebiliyor musunuz değerli arkadaşlar, bir ibadet yerinde bunlar içki içtiler yalanıyla milyonları bu gençlerin üstüne saldırtmaya kalktılar. Gittiler imamı yakaladılar. İmam dedi ki “Ya, vallahi de billahi de içki içeni görmedim.” “Hayır, illa ifadeyi içki içtiler diye vereceksin.” “Nasıl veririm ben” dedi. “Ben din adına konuşuyorum. Cemaatim var, nasıl yalan söylerim ben” dedi. Sen misin yalan söylemeyen, onu da sürdüler.
Değerli arkadaşlarım, bakın gençlerin eylemini bitirmek için toplumun en duyarlı olduğu alanı yalan olarak kullanabiliyorlar. İkincisi neydi? “Kabataş İskelesinde başörtülü bir bacımıza saldırdılar” diye kıyamet koptu. Neymiş? 35-40 kişi birden, pusette bir çocuk var, puseti tutan bir kadın var, 35-40 kişi birden kadına saldırıyor, hep beraber dövüyorlar, etrafındaki yüzlerce kişi seyrediyor. Ya, böyle bir şey olabilir mi? Havuz medyasında atılan başlığı okuyorum: “Kadınlar küfrediyor, erkekler vuruyordu.” Sonunda bunun da kocaman bir yalan olduğu ortaya çıktı. Gezi eylemi derken bunların nelerle uğraştıklarını, vatandaşları kışkırtmak için neler yaptıklarını da herkesin bilmesi lazım. Vicdanı olan herkese sesleniyorum, Adalet ve Kalkınma Partisine oy veren vicdan sahibi bütün vatandaşlarıma sesleniyorum: Ne yaptı o çocuklar? Adam mı öldürdüler? Ellerinde silahla sokağa mı çıktılar? Ellerinde gitar vardı, kitap vardı, karanfil vardı, gül vardı, hiçbir şey yoktu. Güçlü bir mizah duygusunu bütün dünyaya yaydılar bu çocuklarımız. Bunlar bizim evlatlarımızdı. Velev ki benden farklı düşünüyorlar, ne olabilir yani. Farklılık zenginliğimizdir diye niye bakmadık biz bunlara? Ve sonuçta Türkiye farklı bir sürecin içine sokuldu değerli arkadaşlarım. Onların eylemi “Bir orman gibi kardeşçesine…” dizesinden yola çıkılarak yapılan bir eylemdi. Birbirlerini tanımıyorlardı ama kalpleri ortaktı, yürekleri ortaktı, sevdaları ortaktı, doğaya bakışları ortaktı, Türkiye’ye bakışları ortaktı, farklı siyasi görüşlerdeydi ama hep beraber Türkiye’nin güzelliği ve mutluluğu için mücadele ettiler.
İstanbul’u savundular, İstanbul’un parklarını, ağaçlarını savundular.

SAHTEKÂRLAR MUSTAFA KEMAL’İN ADINI ANAMAZLAR
Şimdi bunlar kalkmışlar Fetih kutlaması yapıyorlar. Fatih Sultan Mehmet’in neredeyse görüntüleri hiç yok. Ya, o Fatih’le şimdiki İstanbul arasında dünya kadar fark var. O Fatih Sultan Mehmet şairdi, entelektüeldi, dünyayı bilirdi, dünyayı okurdu, “Ormanlarından tek dal ağaç kesenin başını keserim” diyecek kadar doğaya saygılıydı. Haliç’in sırtlarında koyun bile otlatmazdı Fatih Sultan Mehmet. Bunlar şimdi İstanbul’u yönetiyorlar. İstanbul’u talan ettiler! Ben merak ediyorum, Fatih çağ açıp çağ kapattı, bütün dünya tarihinin en önemli liderlerinden birisidir. Ben sormak istiyorum: Fatih onu yaptı da İstanbul’u düşmanlara kim teslim etti? Gazi Mustafa Kemal Atatürk Samsun’a gitmeden önce nereye bakıp diyordu ki “Geldikleri gibi gideceklerdir” diye? O’nun adını bile anmıyorlar. Anmalarını da istemiyorum, sahtekârlar Mustafa Kemal’in adını anamazlar, namuslu insanların konusudur Mustafa Kemal Atatürk. Şunu da kimse unutmasın: Gemileri karadan yürütenlerle yürüttükleri gemiyle dünya malı edinenler aynı insanlar değillerdir.

BİZ ALIN TERİNE, EMEĞE DEĞER VEREN PARTİYİZ
Değerli arkadaşlarım, geçen hafta burada Zonguldak’taki işçilerin eylemini anlattım, 245 maden işçisi. Maden şirketine devlet el koyuyor, başına kayyum atıyor. Ocak ayından bu yana paraları ödenmiyor, çalışıyorlar, paraları ödenmiyor. Bunlar da eylem yaptılar. Nasıl? Önce gittiler valiliğin önüne oturdular, “Kayyumu siz tayin ettiniz, aylıklarımızı verin.” Vali hiç takmadı çünkü işçi ne demek, emek ne demek, alın teri ne demek, onlar da adam mı, adam yerine bile koymadılar. Onun üzerine çıktılar Zonguldak’ın en büyük iş merkezinin çatısına, orada eylem yaptılar, belki bizi birileri görür de bizim hakkımızı teslim eder. O da olmadı. Sonunda dediler ki “Yapacak tek şey var. Bizi açlıktan ölüme mahkûm ediyorlar, en iyisi gidelim madende yatalım, ölüm orucu tutalım.” Bunu burada dile getirdim. Milletvekili arkadaşlarımı görevlendirdim, ”Gidin o madencilere sahip çıkın” diye. Aramızda taşeron işçilerinin temsilcilerinin olduğu da az önce ifade edildi. Bakın değerli arkadaşlarım, emek en yüce değerdir; alın teri en yüce değerdir. Bu değere, Cumhuriyet Halk Partisi dışında hiçbir parti sahip çıkmaz. Bunu bütün işçilerin bilmesi ve öğrenmesi lazım. Arkadaşları gönderdik, işçilerle görüştürmüyorlar. Niye görüştürmüyorsun kardeşim? Telefonla konuşmak istiyorlar, onu bile engelliyorlar. Sonunda 17 işçinin parasını verdiler, diğer işçiler? Onlara da sadaka niyetine bin-bin 700 lira para dağıtmışlar. Onlar sadaka istemiyorlar, onlar ürettiklerinin karşılığını istiyorlar, kıdem tazminatlarını istiyorlar, aylıklarını istiyorlar. Herkesin bilmesi gerekiyor, Zonguldak’taki maden işçilerinin de bilmesi gerekiyor: Senin sorununa sahip çıkan bir parti var, o da Cumhuriyet Halk Partisi, artık dünyanı değiştir, yeni bir gelecek ara kendin için. Türkiye’yi emeğiyle çalışan, alın teriyle çalışan insanların mutlu Türkiye’si hâline getirmek bizim boynumuzun borcudur değerli arkadaşlar.

YENİ ENERJİ YASASINI AYM’YE KADAR GÖTÜRECEĞİZ
Bugün Parlamentoda enerjiyle ilgili, elektrikle ilgili bir kanun görüşülecek. Elektriğin kilovat/saati kaç lira arkadaşlar? 21 lira 34 kuruş, bir kilovat/saat elektrik tüketirseniz 21 lira 34 kuruş maliyeti var ama fatura kaça gidiyor? 41 lira 17 kuruş; araya bir sürü şey yüklüyorlar, kayıp kaçaktan tutun TRT payına kadar yani bir vatandaşın evine 52 liralık bir elektrik tüketimi için gelen faturanın bedeli 105 liradır, bunun içinde kayıp ve kaçak da vardır. Yani namuslu vatandaş, elektriğini tüketiyor, saate bakıyor götürüyor faturayı ödüyor zamanında ama bir başkası kaçak elektrik kullanıyor. Devlet onun peşinde değil, namuslu adamın peşinde. Onun kaçırdığı elektrik bedelini namuslu adama diyor ki “Senin faturana yüklüyorum, senden bu parayı alacağım.” AKP için uygundur bu, onların zaten felsefesi bu, kaçaktan besleniyorlar. Ama bizim felsefemize aykırıdır, doğru bulmayız. Birisi kaçırmışsa gider yakalarsın, cezasını kesersin ama namuslu adama niye bu faturayı kesiyorsun? Tüketici dernekleri itiraz etti “Kayıp kaçağı bizden niye alıyorsunuz?” diye itiraz ettiler. Olay ta Yargıtay’a kadar gitti, Yargıtay kararı verdi “Evet, kayıp kaçak bedelini vatandaştan alamazsın” dedi. Bitti. Ama şimdi kanun getiriyorlar, kanunla alacaklar; yargı kararıyla alamadılar, kanunla almaya kalkıyorlar. Kaç lira alacaklar biliyor musunuz, 33 milyar lira, eski parayla 33 katrilyon lira. Her evden küçük küçük bu paraları alacaklar. Şimdi ben bütün elektrik kullanan bütün vatandaşlarıma seslenmek istiyorum: Kaçak elektriği kullananın elektrik bedelini namuslu insanlardan almak doğru mudur, değil midir? Eğer yanlışsa, Allah aşkına çıkıp şunu sokaklarda seslendirin: Ya, bu kaçak kayıp bedelini benden alan adamda din var mı? İman var mı? Allah korkusu var mı? Kitap var mı? Bunların nesi var, Allah aşkına nesi var bunların. İnsan Allah’tan korkar, böyle bir şey yapmaz. Namuslu adamdan neden kaçak elektriğin parasını alacaksın. Şimdi getiriyorlar Meclise, bugün görüşülecek bu kanun. Arkadaşlarıma söyledim, aynı sertlikte Meclis Genel Kurulunda muhalefet edeceksiniz kardeşim. Namuslu vatandaş ne zamandan beri hırsızın cezasını ödemeye başladı? Böyle bir şey olabilir mi? Nereye döndük biliyor musunuz, ta antik çağlara döndük. Antik çağlardı, biliyorsunuz Spartalılar döneminde hırsızlık övünülecek bir olaydı, o noktaya geldik. Böyle bir şey olamaz. Bütün annelere sesleniyorum: Elektriği siz kullanıyorsunuz, evin acısını siz yaşıyorsunuz, başkası elektriği çalarken sizden niye parasını istiyorlar? Bu soruyu niye kendinize sormuyorsunuz? Komşunuza niye anlatmıyorsunuz? Bunun adı ahlaksızlık değil de nedir? Türkiye Büyük Millet Meclisi bir ahlaksızlığa aracılık yapabilir mi? Böyle bir kanun çıkarabilir mi? Ama size sözüm söz, bu kanunu Anayasa Mahkemesine kadar götüreceğiz, sizin hakkınızı sonuna kadar arayacağız.

DAVUTOĞLU’NUN 5 TEMEL GİDİŞ ŞİFRESİ VAR
Biliyorsunuz bir hükümet darbesi yapıldı, “Saray Darbesi”yle yeni bir hükümet kuruldu. Sayın Davutoğlu, hakkını koruyamadı ve gitti. Hükümet programı açıklandıktan sonra Davutoğlu’nun gidiş şifrelerini öğrenmeye çalıştım. Davutoğlu niye gitti, hangi gerekçeyle Davutoğlu’nu görevden aldılar? Davutoğlu’nun gidiş şifrelerini bulduk, beş temel şifre var.

“SEN MİSİN YOLSUZLUĞU KALDIRACAK, GEL BURAYA” DEDİLER
Birincisi şu: Davutoğlu çıktı dedi ki “Artık Türkiye’de şeffaflığı getireceğiz, siyasi ahlak kanununu getireceğiz, bütün siyasiler mal beyanında bulunacak” dedi. Aman dedik, ya, yıllardır biz bunu savunuyoruz, hatta dedik ki CHP iktidarında çıkaracağımız bir numaralı kanun Siyasi Ahlak Kanunu olacak. Teşekkür ederiz, çıkarırsan vallahi billahi gelip kutlayacağım. Ama, sarayda oturan zat şu açıklamayı yaptı: “Mal bildirimi il ve ilçe başkanları düzeyine indirirseniz, mal bildiriminin beyanını il ve ilçe başkanları düzeyine indirirseniz bu görevi üstlenecek kişiyi bulamazsınız.” Erdoğan diyor. Yolsuzluğu bu kadar açıkça itiraf eden, ahlaksızlığı bu kadar açıkça itiraf eden başka hiçbir söz yoktur arkadaşlar. Ne olacak, mal bildiriminde bulunacak, helal para kazanmışsa mal varlığından kim utanır? “Ama bunu yaparsan il ve ilçe başkanı bulamazsın” diyor, yani hep beraber malı götürüyoruz diyor. “Hep beraber götürdüğümüz için vallahi sen doğru dürüst namuslu adam bulamazsın” diyor. “Kamu İhale Yasasını Avrupa Birliği standartlarına getireceğim” diyor, yani orada da yolsuzluğu kaldıracağım diyor. Sen misin kaldıracak yolsuzluğu, gel buraya dediler, sarayda elinden dilekçeyi aldılar, hadi şimdi güle güle dediler. Bu, başlı başına sorgulanması gereken bir alandır değerli arkadaşlar.

“SEN MİSİN BAŞKANLIK SİSTEMİNİ GETİRMEYEN, GEL BURAYA” DEDİLER
İkinci konu: 1 Kasım seçim sürecine giderken Davutoğlu çıktı, şu açıklamayı yaptı: “Halk, anayasa değişikliği için bize yetki vermedi. O zaman bizim sorumluluğumuz şimdi var olan sistemi işletmektir.” Doğru mu? Doğru. Öyle bir taahhütle hiçbir zaman gitmediler, öyle bir oy da almadılar. “Sen misin başkanlık sistemini getirmeyen, var olan sistemi çalıştırmaya çalışan sen misin o, gel buraya, şu dilekçeyi ver, hadi güle güle” dediler. Değerli arkadaşlarım, bir insana yapılan en büyük kötülüklerden birisidir bu, demokrasiye ihanettir bu. Davutoğlu’nun direnmesi lazımdı, yapmayın demesi lazımdı, ben kararlıyım demesi lazımdı, ben yüzde 49,5 oy aldım demesi lazımdı, 23 milyon 600 bin kişi bana oy verdi demesi lazımdı. Ben, bana oy veren vatandaşlarıma ihanet etmem demesi lazımdı ama demedi ve o da gitti.

“NE DEMEK DÜŞÜNCEYİ AÇIKLAMA ÖZGÜRLÜĞÜ, GEL BURAYA” DEDİLER
Üçüncü şifre: Düşünceyi açıklama özgürlüğü. Her ne kadar siyasi rakibimiz de olsa döneminde eleştiriyorduk, elbette eleştireceğiz yanlışları varsa, doğruları varsa her zaman doğruların yanında olacağımızı da hep söyledik. Düşünce özgürlüğü konusunda da şunu söylüyordu Sayın Davutoğlu: “Ben, prensip olarak insanların tutuklu olarak yargılanmasına karşıyım. 28 Şubat’ta baskılar yaşamış bir akademisyen olarak söylüyorum, düşüncenin hiçbir türüne sınır getirilmesini kabul etmem.” Bunu söyledi, doğru, biz de kabul etmiyoruz, her yerde söylüyoruz. Ne zaman söyledi bunu? Akademisyenlerin bildirisinden sonra. Peki, abisi ne söyledi? Abisi dedi ki “Bir dakika, bu akademisyenlerin tutuklanması lazım, ne demek bildiri imzalarlar? Ne demek düşünceyi açıklama özgürlüğü? Dördünü yakaladılar, doğru hapse koydular. Sen misin bunu diyen “Gel” dediler, elinden dilekçeyi aldılar ve yolladılar.

“SEN MİSİN HEDİYELERİ ARŞİVE KAYDEDEN, GEL BURAYA” DEDİLER
Dördüncüsü, Davutoğlu’nun bir özelliği daha vardı. Davutoğlu Başbakan olarak nereye gittiyse aldığı hediyeleri getirdi, devletin arşivine kaydetti. “Hediyeler burada, bana değil, bunlar Türkiye Cumhuriyeti devletine verilmiştir çünkü ben Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanıyım. Bana hediyeler verilirse getiririm devletin envanterine kaydederim.” Ahlaki bir tutum mu? Evet. Doğru mudur? Sonuna kadar doğrudur. Peki Erdoğan? Sen misin hediyeleri devletin arşivine kaydeden. “Ya, ben Başbakan olarak gittim, 250 bin dolar parayı Kaddafi’nin elinden aldım. Ben onu bir yere kaydetmedim, şimdi sen bunu kaydediyorsun, yarın Kılıçdaroğlu bana sormayacak mı, sen bu parayı nereye harcadın diye bana sormayacak mı? 250 bin doları aldı, nereye harcadığını bize açıklamış değil. Bir daha soruyorum, namus ve şereften bahseden vatandaşa soruyorum: Kaddafi’den aldığın 250 bin doları ne yaptın arkadaş? Bunu çık, açıkla. Sadece o mu? Hayır. Eşinin kurduğu bir vakıf var, TOGEMDER galiba, yanlış hatırlamıyorsam. Rıza Zarraf’ın avukatı Amerika’da mahkemeye bir dilekçe verdi “Ben hayırsever birisiyim” diyor. Hayırseverlik konusunda Erdoğan’la aynı şey, o da diyor “Hayırsever bir vatandaştır” diyor. O kadar hayırsever ki Emine Hanım’ın kurduğu vakfa da 7 milyon 59 bin 200 lira para bağışlamış, eski parayla 7 trilyon lira. Şimdi bu vakfın kayıtlarında görünmüyor, nerede bu para? Bunu sormak zorundayız, vicdanı olan herkesin sorması lazım nerede bu para diye.

“SEN MİSİN ÖRTÜLÜ ÖDENEĞİN BAŞINDAKİNİ GÖREVDEN ALAN, GEL BURAYA” DEDİLER
Beşinci şifre örtülü ödenek. Örtülü ödenek, değerli arkadaşlarım, ülkenin çıkarları için Başbakanın namusuna teslim edilen paradır, ülkenin çıkarları için. Davutoğlu geldi dedi ki “Maksut Serim’i görevden alıyorum.” Örtülü ödeneğin başında o vardı, çünkü bunun karnesi kirli. Diploması sahte çıktı biliyorsunuz, bazı usulsüz para transferleri vardı, görevden aldı, güvendiği eski bir öğrencisini onun başına getirdi. Sen misin onu görevden alan, oysa diyor biz ne güzel örtülü ödenekten istediğimizi yapıyorduk, malı götürüyorduk, istediğimiz gibi paraları harcıyorduk. Şimdi sen kalkmışsın karşımda namus timsali gibi dikiliyorsun. Dikilemezsin, ben seni görevden alıyorum dedi ve görevden aldı.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, bunları niye anlatıyorum biliyor musunuz, yeni hükümetin hangi anlayışla kurulduğunu vatandaşın bilmesi lazım. Yolsuzlukla mücadele etmeyecek, vatandaşın hakkını savunmayacak, yargıyı bir tarafa atacak. Bütün bunları dikkate alarak önümüzde Türkiye’yi bekleyen bir felaket tablosunun olduğunu anlatmak için anlatıyorum. Kendisi açısından aynı dünya görüşünü paylaşmakla beraber namuslu olmaya çaba harcayan bir kişi görevden alındı, ona tahammül edemedi ve o görevden alındı bir köşeye konuldu. Bunu özellikle AKP’ye oy veren bütün vatandaşlarımın kendi vicdanlarında sorgulamaları lazım.

PYD’Yİ SAVUNAN UÇAKLAR İNCİRLİK’TEN KALKIYOR
Tabii böyle olunca Türkiye’nin itibarı sıfırlanıyor arkadaşlar. Üç örnek vereceğim size. Geçen gazetelerde okudunuz, fotoğraflarını da gördünüz, Amerikan askerleri PYD kokardını takmışlar. Kıyamet kopuyor, o kokardı neden takarsın diye. Ya, bırak kokardı kardeşim, kokart takmış takmamış, onun daha ötesine git sen. Sen demiyor muydun “PYD terör örgütüdür” diye söylüyordun. Amerikalılar onunla beraber iş tutuyor mu? Tutuyor. Onu savunuyor mu? Savunuyor. Peki, PYD’yi savunan uçaklar nereden kalkıyor? İncirlik’ten, İncirlik’ten kalkıyor. Kim izin veriyor buna? Sen izin veriyorsun. Adama sormazlar mı bu ikiyüzlülük nedir diye? Tabii böyle olunca kim takar bunları “Sen istediğin kadar konuş, ben bildiğimi okurum” diyor. Almanya’da sözde Ermeni soykırımı ile ilgili bir tasarı geldi ve görüşülecek. Normalde bu tasarının Almanya’da, Alman Parlamentosunda görüşülmemesi lazım, Türkiye Cumhuriyeti’nin 3,5 milyon vatandaşının yaşadığı bir ülkedir Almanya. Her alanında, sanatçısından tutun bürokratına kadar her alanda Türkiye kökenli vatandaşlar var ama Almanya’da bütün siyasi partiler diyorlar ki “Bu hükümeti tanımıyoruz. Sizin ağırlığınız bile yok, biz bunu geçireceğiz.” Bu bile Türkiye’nin hangi noktaya geldiğini göstermesi açısından son derece dramatiktir değerli arkadaşlarım.
Dünya İnsan Zirvesi Türkiye’de toplandı, ilk kez Dünya insan Zirvesi Türkiye’de toplandı. 48 ülke oturdular bir bildiri hazırladılar, bildiriye imza attılar, Amerika’dan, Fransa’dan, İngiltere’den, Bangladeş’e kadar, Latin Amerika’ya kadar bütün ülkeler bildiriye imza attılar. Bildiriye imza atmayan tek ülke Türkiye arkadaşlar. Kendi ülkende bir zirve yapacaksın, uluslararası zirve yapacaksın, ülkeler bir araya gelecekler bildiri hazırlayacaklar, imzalayacaklar ama sen imza atamayacaksın onun altına. Türkiye’nin geldiği durum budur değerli arkadaşlarım.

GÖREVLİ BİR ARKADAŞIMIZ ZARRAF DAVASINI YAKINDAN İNCELEYECEK
Bugünlerde Rıza Zarraf davası görüşülecek. Orada New York Barosuna kayıtlı bir arkadaşımız şu anda yolda, davayı yakından izleyecek. 17-25 Aralık depremini yaşadık. Bir şeyi net hatırlatmak isterim. Darbe dönemlerinin temel özelliği yolsuzlukları kapatmaktır, yolsuzlukları gizlemektir. Darbe dönemlerinin temel özelliği yolsuzluk yapmak ve onu bir şekliyle örtmektir. Bir örnek vereceğim size. 1971 darbesinden sonra Amerika Birleşik Devletlerinde uçak üreten Locked Firması pek çok ülkede rüşvet dağıttığını ilan etti. Rüşvet dağıtılan ülkelerden birisi de Türkiye idi. Askeri yönetim vardı. Rüşvet dağıtılan bütün ülkelerde rüşveti alanların tamamı yargılandı. Japonya’da, yanlış hatırlamıyorsam, televizyondan mahkeme naklen bütün Japonlara dinletildi, hepsi mahkûm oldu. Mahkûm olmayan ve davanın görülmediği tek ülke Türkiye Cumhuriyeti idi. Deniz Feneri, Almanya’da başladı, Türkiye’de hepsi beraat etti. 17-25, Türkiye’de dosyanın üzeri kapatıldı, şimdi Amerika’da görüşülüyor. Bizim kirli çamaşırlarımızı biz niye yıkamıyoruz? Nerede bu adalet? Nerede bu mahkemeler? Nerede bu Yargıtay? Nerede bu Danıştay? Nerede bu Sayıştay? Sormayacak mıyız biz bunu? Nerede bu hâkimler? Nerede bu savcılar?

BİR ÜLKEDE ADALET YOKSA, ÜLKENİN GELECEĞİ KARANLIKTIR
Adalet bir devletin temelidir arkadaşlar; adalet, mülkün temelidir. Adalet bu kadar önemlidir. Adaletin olmadığı yerde devlet olmaz. Adaletin olmadığı yerde aile de olmaz. İnsanlar bir arada yaşıyorsa adalet kavramını yüceltirler. İnsan vicdanıdır adalet aynı zamanda. Hani, Konfüçyüs’ün söylediği meşhur bir söz var ya “Adalet kutup yıldızı gibidir; yerinde sabit durur, bütün kâinat onun etrafında döner.” Adalet budur, bu kadar yüce bir kavramdır. Adaleti hepimiz korumak zorundayız ve adalet, ahlaki temeller üzerinde yükselir. Adaleti mülkün temeli yapan da bu duygudur, ahlaktır, bunu yapmamız lazım. Sevgili Peygamber’imiz ne diyor: “Haksızlığın karşısında susan dilsiz şeytandır” diyor yani haksızlığın karşısında duruyorsan adalet arıyorsun demektir, ben haksızlığa karşı çıkıyorum demektir, adaleti arıyorum, adaleti sorguluyorum demektir. Eğer bir ülkede adalet yoksa ülkenin geleceği karanlıktır değerli arkadaşlarım.

ADALET BU HÂLE GETİRİLİR Mİ
Şimdi, Yargıtay, Sayıştay ve Danıştay başkanları Erdoğan’ın daveti üzerine çay içmeye gittiler, af edersin çay içmeye diyorum ama onların kendi ifadesini söyleyeyim, Erdoğan’ın kendi ifadesiyle söyleyeyim daha uygun olur. “Rize’de bir çayı tahlil edelim” dediler. Rize’de çayı tahlil etmek için bunların üçü Erdoğan’la beraber Rize’ye gittiler. Usulen uygun doğru değildir diye önce eleştirdim. Baktım, Kırşehir’e gittiler. Niye gidiyorsunuz siz? Devlet protokolüymüş! Ne demek devlet protokolü? Sizin devlet protokolünden haberiniz bile yok. Orada devlet toplantısı mı yapıyorsunuz ki devlet protokolüne gidiyorsunuz? Siyasi partinin propagandası yapılıyor. Sizin ne işiniz var orada? Üstelik bunlar gazete de mi okumuyorlar, haber de mi okumuyorlar? Çıktı açıkça konuştu “Yasama ve yargı benim için ayak bağıdır” dedi. Senin için ayak bağı ise senin orada ne işin var sevgili Yargıtay Başkanı, Danıştay Başkanı, Sayıştay Başkanı? Sonra kalktı konuştu “Anayasa Mahkemesine saygı da duymuyorum, kararına da uymayacağım” dedi. Bir yargının kararına bir Cumhurbaşkanı “Ben uymuyorum, saygı da duymuyorum” diyorsa, sen hangi gerekçeyle oraya gidiyorsun? Senin ne işin var orada? Yargıya saygı duymayan bir adama sen hangi gerekçeyle saygı duyuyorsun, önünde el pençe divan duruyorsun? Kaldı ki Cumhurun başı da değil, bizim anladığımız anlamda Cumhurbaşkanı da değil çünkü bizim anladığımız anlamda Cumhurbaşkanı olsa tarafsız olması lazım “Ben tarafsız değilim” diyor. Tarafsız olmayan birisine siz hangi gerekçeyle gideceksiniz, onun toplantılarına katılacaksınız, ona övgüler düzeceksiniz? Böyle bir anlayış olabilir mi? Anayasayı ihlal ediyor. Yine söylüyorum, tarafsızlığı üzerine bu kişi kalkıp namusu ve şerefi üzerine yemin etmedi mi? Nerede etti? Türkiye Büyük Millet Meclisinde etti. Namus ve şeref kavramı hadi onun için değerli değil, yahu sizin için de mi değerli değil? Siz de mi namusu ve şerefi alıp bir tarafa atıyorsunuz? Kaldı ki yargıya yazılı talimat veriyor kendi genel sekreteri aracılığıyla. Siz de bunları görüyorsunuz. Anayasa açıkça ihlal ediliyor “Fiilî durumu yasal hâle getirin” diyor yani ben Anayasayı takmıyorum, yasaları takmıyorum, benim bulunduğum konumu Anayasayı, kanunları değiştirin benim konumuna uygun hâle getirin. Bunu söyleyen adamın yanında sizin ne işiniz var? Hangi gerekçeyle oraya gidiyorsunuz?
Değerli arkadaşlarım, Anayasayı açıkça ihlal edecek, yargı bağımsızlığı ayaklar altına alınacak ve bu beyler oraya gidecekler ve sıkılmadan “Efendim, bizi davet ettiler, biz gittik” diyecekler. İyi, ben de sizi önümüzdeki İzmir’de veya Adana’daki toplantıya davet ediyorum, siz de gelin bakayım benim toplantıma, ne söyleyeceğimi kendiniz dinleyin bakalım. Bunları yasadışı bir uygulamanın parçası hâline getiriyorlar. Kendi meşruiyetini, kendi söylemlerine meşruiyet kazandırmak için bunları yanında çanta gibi taşıyor, siz de onun çantası oluyorsunuz. Adalet bu hâle getirilir mi? Bakın Amerika’da bugün gazetelerde fotoğraf var. Obama salona girerken hâkimlerin hiçbirisi kalkmıyor ayağa. Hâkimlik mesleği farklıdır. Bunlar, bırakın ayağa kalkmayı el pençe divan duruyorlar. Kırşehir’deki toplantıda terini siliyor bakın, terini siliyor çünkü o da fark ediyor ki burada olmak doğru değil, kendisinin dışında terini silen adam da yok. Ne işin var senin orada? “Efendim, bizi eleştirenleri mahkemeye vereceğim” diyor. Vermezsen namertsin kardeşim, vermezsen namertsin. Biz bağımsız yargıya güveniriz, birilerinin çömezi olan yargıya güvenmeyiz. Bağımsız yargı vicdanıyla, ahlakıyla karar veren yargı başımızın üstünedir. Bu eleştiriyi de zaten yargıya duyduğumuz saygıdan ötürü yapıyoruz. Bu tür insanlar yargıda olmamalı. Bu tür insanlar Yargıtay’ı, Danıştay’ı ve Sayıştay’ı temsil edemezler. Gitsinler kaçak sarayda bir sürü oda var, otursunlar o odada, her gün gitsinler el pençe dursunlar, el etek öpsünler ama cüppelerini çıkarsınlar, cüppeleri çıksın, gelsinler AKP’ye kaydını yapsınlar.

SAYENİZDE YARGIYA GÜVEN SIFIRA İNDİ
Diyor ki “Yargıda güven yüzde 30’a indi.” Sizin sayenizde indi, şimdi de sıfıra indi, sizin sayenizde indi. 2014-2015, hukukun üstünlüğü endeksi 2, bir yıl geçmeden, 2014-2015, 2014’ten 2015’e Türkiye 21 sıra geriliyor, sizin sayenizde geriliyor. Siz yargıyı alıp siyasi otoritenin emrine soktuğunuz için geriliyor. Yargıya güveni sıfırladınız siz.

O KOLTUKTAN AYRIL
Değerli arkadaşlarım, Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu bir karar alıyor “Bangolar Yargı Etiği” diye ilkeleri yayınlıyorlar, yargı etiği yani yargı nasıl olmalı. Bütün dünya bunu kabul ediyor. Yargıtay Genel Kurulunun da bunu kabul ettiğine dair verdiği bir kararda bütün bu ilkelere değiniyor; yargı bağımsız olacak, yargı tarafsız olacak, yargı dürüst olacak, yargının doğru ve tutarlılığı esastır diyor, yargıda eşitlik olacak, ehliyet ve liyakat olacak. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu bunu bütün hâkimlere gönderiyor. Şimdi, ben o başkanlara diyorum ki, açın bunu bir okuyun, hangi tehlikeli sürecin içinde olduğunuzu görün. Birileri sizi yanında çanta gibi taşıyorsa, neden taşıdığını, size neden özel davet geldiğini oturup bir sorgulamanız lazım. Yargının saygınını artıracak olan sizsiniz, ben değilim. Yargıya güven duyulmasını sağlayacak olan sizsiniz, ben değilim ama siz böyle yaparsanız yargıya duyulan güveni sıfırlamış olursunuz. Asıl üzerinde durmamız gereken konu budur. Öyle bizi tehdit ederek, “Eleştireni mahkemeye veririm” diyerek ne yaparsan yap kardeşim. Şimdi sana düşen bir görev var, izzeti ikbal ile o koltuktan ayrıl kardeşim, o koltuğu bırak oradan.
Değerli arkadaşlarım, hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum. Daha güzel bir Türkiye için, daha mutlu bir Türkiye için hep birlikte çalışacağız, sağ olun, var olun.