30.11.2010

30 Kasım 2010 tarihli TBMM Grup Konuşması

Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu; ”Sayın Başbakan’ın İsviçre bankalarında 8 ayrı hesabı olduğu iddiası sıradan bir iddia değil” dedi.

-”Sayın Başbakan’ın kamuoyunu tatmin eden bir açıklama yapmasını bekliyoruz. Somut bilgiler ortaya koymazsa bu iddiaların altında kalır”

-“Poyrazköy iddianamesi 8 ay, balyoz iddianamesi 5-6 ay, kafes eylem planı soruşturması 4 ay sürdü. Deniz feneri ise tam 1,5 yıl geçti. 1,5 yıldır ne olduğu belli değil. Çünkü hükümetin orada korktuğu alanlar, koruduğu kişiler var”

-”AKP ile şantaj hukuku dönemi başladı”

-“Geçen hafta üç generalin açığa alınması konuşuldu. Cumhurbaşkanı, Başbakan, bazı bakanlar bu konuyla ilgili demeçler verdi. İş, ”siz nasıl dava açarsınız, dava açma hakkını nereden alıyorsunuz” noktasına getirildi. Demokrasi, hukuk varsa, kişilerin de hak arama özgürlüğü var. Anayasaya göre de, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açık…”

-”Başbakan, kararlar altında imzasının olmadığını söylüyor. Karar çıkmış. Yasalar, ‘Sayın Başbakanın imzasının olmadığı karar geçersizdir’ diyorsa, eyvallah ama böyle bir düzenleme de yok”

-“Sen diyorsun ki, ‘ben kurdum, kuzuyu yiyeceğim, suyu bulandırıyorsun arkadaş. Çünkü benim istediğim gibi davranmıyorsun. Benim için hukuk, anayasa, yasalar yok. Benim bir düşüncem var, onun gereği olarak, ben her şeyi yaparım, yapma özgürlüğüne sahibim. Ama sen konuşamazsın, hak arayamazsın.’

-”Bir adam hakkını arıyor diye, söylemediğini bırakmıyorsun. Senin anlayışın ile Kenan Evren’in anlayışı arasında ne fark var?”

-”Bunlar 12 Eylül’ün beslemeleridir’. Onlar büyüttü, besledi, iktidara getirdi. 12 Eylül’de bunlardan hiç mağdur olan, ceza çeken, işkence gören var mı? Bunlar işkence görenlerin acılarını sömürdüler, bedel ödeyenlerin ödedikleri bedeli sömürdüler. Halkı kandırdılar”

-“Kardemir’de sendika değiştiren 276 işçinin işine son verildi. İnsanların ekmeğiyle oynamak bu kadar kolay mı? Onların çocukları, ailesi ne olacak? O işçilere sonuna kadar sahip çıkacağız. Hukuk desteği gerekiyorsa hukuk desteği vereceğiz”

-”Engelliler Haftası” nedeniyle çeşitli çalışmalar yapacağız. Bütün engelli kardeşlerime yürekten şunu söylüyorum: engelsiz bir dünyayı beraber kurarız”

-”Süleymaniye Camii’nin onarımında yolsuzluk yapıldı mı? Sayın Başbakan hatırlasın diye rakam vereyim. Bu yolsuzluğun rakamı 4 milyon TL midir? Eski parayla 4 trilyon lira mıdır? Yapılmayan onarım olmasına rağmen Süleymaniye’yi açıyorsun ve örnek bir restorasyon projesi olarak takdim ediyorsun. Yapılmayan işler varken açıyorsun, devlet hortumlanıyor, sen bunu biliyorsun ve orayı açıyorsun. Hangi yüzle orayı açıyorsun?”

-“Sabahları gazeteleri, ”bugün ülkede ne oldu?” deyip, biraz ürkerek, biraz korkarak alıyoruz. ‘Bunun temel nedeni; Türkiye’deki yolsuzlukların, hukuksuzlukların, adaletsizliklerin çok derinleşmiş olmasıdır. Sağlıklı bir gündem oluşturma, normal bir yurttaşın gündemini yakalama, işsizliğini, yoksulluğunu, beklentilerini gündeme getirme gibi bir gelişme maalesef olmuyor”

-AKP yapay gündem oluşturmada çok başarılı. Başbakan yardımcısı Bülent Arınç’a yönelik suikast girişimine ilişkin haberleri hatırlayınız, ne oldu? Bir şey olmadı. Türkiye’nin gündemini bu kadar sorumsuzca değiştirmek acaba kime yarar?”

Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu Bursa’ya hareketinden önce TBMM’de CHP Grup Genel Kurulu’nda güncel olayları değerlendirdi. Konuşması sık sık alkışlarla kesilen Genel Başkan Kılıçdaroğlu görüşlerini açıklarken şunları söyledi:

Değerli milletvekilleri, yeni bir haftaya yeni olaylarla başladık, yeni gelişmelerle başladık, yeni belgeler, yeni bilgilerle başladık. Dönüp baktığımızda belki de gündemi dünyada en çok değişen ülkelerden birisi Türkiye’dir. Sabahları gazeteleri aldığınızda biraz ürkerek, biraz korkarak alıyorsunuz, acaba bugün nerede ne oldu? Çünkü manşetlerdeki büyüklük birer çekiç gibi, birer balyoz gibi önümüzde duruyor. Tabii bunun temel nedeni Türkiye’de yolsuzlukların, hukuksuzlukların, adaletsizliklerin çok derinleşmiş olmasıdır. Öyle baktığımız zaman sağlıklı bir gündem oluşturma, normal bir yurttaşın gündemini yakalama, onun işsizliğini, onun yoksulluğunu, onun açlığını, onun beklentilerini gündeme getirme gibi bir gelişme maalesef olmuyor. Ama bir şeyin de altını özenle çizelim. Yapay gündem oluşturma konusunda da AKP çok başarılıdır. Sayın Başbakanın bir danışmanı diyor ki “Biz yeri zamanı geldiğinde yapay gündem de oluştururuz.” Belki hafızalardan silinmiştir ama bir örnek vermek isterim. Kendisi Manisa’da ama Ankara’da suikast timi yakalanıyor, ağızlardan kâğıt çıkarılıyor, kozmik odalara giriliyor, televizyonlarda günlerce yayınlar yapılıyor, açık oturumlar, toplantılar düzenleniyor, gazeteler günlerce yazıyor, “Sayın Bülent Arınç’a suikast oldu” diye. Ne oldu? Hiçbir şey olmadı. Niye birisi çıkıp bir şey açıklamıyor? Türkiye’nin gündemini bu kadar sorumsuzca değiştirmek acaba kime yarar sağlar? Sırf, halk kendi gündemini unutsun diye. O nedenle gündeme yakalarken, gündemi oluştururken çok dikkatli olmak zorundayız. Halkın gündeminden koparak, halkın çıkarlarını savunmak, halk için hareket etmek, yani bir Cumhuriyet Halk Partili gibi hareket etmek bizim temel işlevimiz olmalıdır. Tabii AKP bunu yaparken bir taşla iki kuş vurmak istiyor. Bir taraftan diyor ki, ben halkı gerçek gündeminden koparıyorum, ne kadar güzel, bütün sorunları çözüyorum ve halk içinde yaşadığı sorunları bir türlü kavrayamıyor. İçinde yaşadığı sorunları bir türlü sorgulayamıyor, ona zaman bırakmıyorlar. Haber bomba dumanı bütün bilgiler yanlış şekilde geniş halk kitlelerine yansıtılıyor ve halk, yurttaşlarımız, ne oluyor bu ülkede diye kendilerine soru sorma ihtiyacı duyuyorlar. O nedenle hepimize, her yurtsevere, Cumhuriyet Halk Partili olsun olmasın, ülkesini seven, ülkesinin sorunlarını hukuk içinde çözülmesini isteyen her yurttaşa düşen bir görev var, AKP’nin bu politikalarını her yerde anlatmak zorundayız, kahvede de anlatmak zorundayız, tarlada da, fabrikada da, lokantada da, her yerde her olayı gerçek yüzüyle, gerçek kimliğiyle halka anlatmak bizim görevimiz olmalıdır. Tabii AKP, bu yapay gündemlerde bir şey daha yakalamak istiyor. Ben, devlete egemen olacağım, devleti istediğim gibi yöneteceğim, hukuk benim için geçerli değildir, çünkü ben kendi hukukumu oluştururum. Önüme hukuksal bir engel çıktığı zaman da onu aşmasını bilirim. Bunu da veriyor. Bu da bizim demokrasi anlayışımız açısından son derece tehlikeli değerli arkadaşlar.

Bu girişi şunun için yaptım arkadaşlar. Geçen hafta gündemimizde 3 yüksek rütbeli subay vardı. Gazetelerin manşetleri bununla ilgili idi. Cumhurbaşkanından Başbakana, ilgili bakanlara, Çalışma Bakanı, Milli Savunma Bakanı bütün herkes bu konuyla ilgili idi. Bu konuyla ilgili demeçler veriyorlardı, bu konuyla ilgili suçlamalar yapıyorlardı. AKP’nin yandaşı olan televizyon kanallarında gazete köşe yazarlarının bir kısmı yapılan işin ne kadar doğru olduğunu anlatıyor, özenle altını çiziyorlardı. Ama konuşmayan sadece bu 3 yüksek rütbeli subayımızdı, çünkü onların konuşma hakları yoktu. Konuşsalar zaten konuştular, suç işlediler denilecekti. Siz nasıl dava açarsınız? Sizin dava açma yetkiniz yoktur. Dava açma hakkını nereden alıyorsunuz noktasına getiriyorlar. Bu ülkede hukuk varsa, bu ülkede demokrasi varsa, insanların da hak arama özgürlüğü vardır. Bu hak arama özgürlüğü Sayın Başbakanın lütfu değildir, Sayın Cumhurbaşkanının lütfu değildir, Ana Muhalefet Partisi Liderinin lütfu değildir, diğer partilerin lütfu değildir. Bu hak arama özgürlüğü hukuk devletinin gereği olarak hukukun, Anayasanın bize, her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşına verdiği bir haktır.  Şimdi deniyor ki, siz niye hak arıyorsunuz? Ve Sayın Başbakan çıkıp diyor ki “Efendim, o yüksek askerî şuura kararının altında benim imzam yok.” İyi kardeşim, senin imzan yok da karar çıkmış. O karar şöyleyse, yasalarda şöyle bir tanımlama yapılıyorsa, Sayın Başbakanın imzasının olmadığı bir karar geçersizdir diyorsa eyvallah, böyle bir düzenleme de yok nereden çıkarıyorsunuz siz bunu? Ben kurdum, kuzuyu yiyeceğim, sen suyu bulandırıyorsun arkadaş, çünkü benim istediğim gibi davranmıyorsun diyor. Benim için hukuk yok, benim için anayasa yok, benim için yasalar yok. Benim bir düşüncem var, kafama yazdım ben onu. O düşüncenin gereği olarak ben her şeyi yaparım, yapma özgürlüğüne sahibim ama sen konuşamazsın, sen hak arayamazsın. Öyle bir noktaya geldi ki, diyorlar ki “Efendim, bizim imzamız yok ama o 3 yüksek rütbeli subayın emekli olması gerekirdi. Hangi yasaya göre? Yok böyle bir yasa. Sizin keyfinize göre davranan bir hukuk sistemi olabilir mi? Hayır. Bir başka hata buradan başlıyor. Hukuku çiğnemek. Hadi diyelim ki bunu böyle yaptınız, bunları beğenmiyorsunuz, peki, siz değil misiniz Başbakan olarak, ilgili bakan olarak, Sayın Cumhurbaşkanı olarak bunları vekâleten o görevlere atayan? Bu vekâlet kararnamesini siz imzalamadınız mı? Siz bu kararnameyi Resmî Gazetede yayımlamadınız mı? Peki, niye şimdi kalkıyorsunuz zorla biz bunları emekli etmek istiyoruz, görevlerinden almak istiyoruz? Bir başka önemli çelişki de burada değerli arkadaşlar.

Şimdi, bir şey daha söyleyelim. Biz Cumhuriyet Halk Partisi ve Cumhuriyet Halk Partililer olarak hukukun üstünlüğüne inanan bir siyasi anlayıştan geliyoruz. Türkiye’de hukukun üstünlüğünün egemen olması için her türlü çabayı gösteren bir siyasal partiyiz. Biz, yasalarda var olan engeller eğer hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmıyorsa o engellerin kaldırılmasına katkı veren bir siyasal partiyiz. Bunu en iyi de Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bilmesi gerekir. O seçilip parlamentoya geliyorsa hukukun üstünlüğüne inanmış olan bir siyasal partinin, yani Cumhuriyet Halk Partisinin varlığına şükretsin.  Biz bu kadar esnek davranıyoruz. Biz çünkü hukuka inanıyoruz, çünkü demokrasiye inanıyoruz, çünkü biz hukukun üstün olduğu bir ülkede insan haklarının da gelişeceğine inanan bir siyasal anlayışa sahibiz. Ama Sayın Başbakan geçmişini tamamen unutmuş durumda. Şimdi önüne hedefler koymuş, gizli gündemini oturtmuş önüne. Parlamentodaki gücünden yararlanarak kendisini artık imparator ilan etmiş, 2010 yılının Türkiye padişahı. Olur mu arkadaşlar böyle bir anlayış? Bu anlayışı hukuk adına da, demokrasi adına da şiddetle reddediyoruz, bunu Sayın Başbakan da dinlesin.

Yetki, efendim yasalarda var, biz yetkimizi kullanıyoruz. İtiraz etmedik, olabilir. Yetkiniz vardır, onu kullanırsınız. Yetkinin yerinde kullanılması çok önemlidir. Örneğin, bir yerde bir miting olur, öğrenciler olursa, hele Başbakanı protesto etmişlerse coplarla, biber gazıyla, tankla topla giderseniz o da bir yetki kullanmaktır. Ama başka bir yerde benzer bir olay olur, hatta mikrofon koyarlar oraya, çıkar orada konuşur. Yasa dışı bir eylemdir. Bütün polisler dinler, sonra eylemi bitirir ve giderler. İkisi de yetkidir, ikisi de yetkiyi kullanmaktır, hangisi doğrudur? Orantısız güç kullanmak diye bir kavram hukukta yer alıyorsa, o yetkinin nasıl kullanıldığının tartışılmasından doğal olarak ortaya çıkmış bir kavramdır. O nedenle yetki kullanılır, yetkinin hukuk içinde olması lazım diyoruz, amaca uygun olarak kullanılması lazım diyoruz. İdare yetkisini kullanmış, işlem tesis etmiş, 3 yüksek rütbeli subay açığa alınmış bir şey dedik mi? Onlar ne yapıyorlar? Diyorlar ki, biz haksızlığa uğradık, ne yapacağız? Yargıya gideceğiz. Vay efendim siz yargıya niye gidersiniz ve nasıl gidersiniz yargıya? Anayasada bir hüküm var, gayet açık, okuyalım, belki AKP kanadı duymuş olur bir kez daha. “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” bu kadar açık. Yani bir kişi, idarenin bir işlemine karşı yargı yolu açıksa, yargıya gidip başvuracaktır. Başvurmanın ötesinde bir başka tartışma gündeme geldi. Efendim, orası askerî yüksek idare mahkemesi, oradan kararlar doğru çıkmaz. İyi de bunlar nereye başvuracak? Yasalar diyor ki, eğer haksızlığa uğradıysan, buna inanıyorsan başvuracağın yer askerî yüksek idare mahkemesi, yani istese de Danıştay’a gidemez, istese de bir başka hukuk merciine başvuramaz. Peki, niye suçluyorsunuz o zaman? Hukuku bilmemenin ötesinde yapılan kamuoyunu yanlış yönlendirmektir ve buna bazı hukukçuların, AKP yandaşı hukukçuların bunlara çanak tutması, bunlara destek vermesi de hukuk adına en hafif deyimle ayıptır. Bu ayıbı bir hukukçunun yapmasını, doğrusunu isterseniz hukukçu olmayan birisi olarak içime sindiremiyorum.

Şimdi, dava açamazsınız diyorlar, niye yargıya gidiyorsunuz diyorlar, ne yapacak peki bunlar? Bunlara bir tek görev düşüyor. Ne diyecekler? Emredersiniz padişahım. Biz bu ülkede anayasa olduğunu sanıyorduk, bu ülkede yurttaşların hak arama özgürlüklerinin olduğunu sanıyorduk, meğer bu özgürlükler ve hak arama bizim için değilmiş. Siz, bu ülkede bir anayasa denen bir metin var, biz bilmiyorduk. Siz bu anayasanın üstünde bir organmışsınız, bunu mu diyecekler bunlar? Bunu dedikleri zaman Sayın Başbakan tatmin mi olacak? Bunu dedikleri zaman Sayın Başbakan Avrupa’ya, Amerika’ya gidip biz de hukuk, demokrasi var mı diyecek? O nedenle yapılan iş ayıptır, bu ayıbı sürdürmek bir başka ayıptır, başka şekilde gerekçelendirmek o daha büyük bir ayıptır.  Bu, belki aklımızdan uçup giden AKP’nin referandum sırasında billboardlara yazdığı metinler vardı “Üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğünü getireceğiz” demişti. Peki, şimdi dönüp Sayın Başbakana bütün içtenliğimle sormak isterim: Sizin bu yaptığınız, bu söylemleriniz hukukun üstünlüğü mü, yoksa üstünlerin hukuku mu?  Ne dedik? Söylemleriyle eylemleri taban tabana zıt olan bir partidir Adalet ve Kalkınma Partisi. Söylemleri ile eylemleri taban tabana zıt olan siyasal partilerin gizil gündemleri vardır. Hep diyorlar “Bizim gizli gündemimiz yok.” Sizin gizli gündeminiz yoksa hukuka uyarsınız, görevden alırsınız, o da mahkemeye başvuracak. Mahkeme kararını şöyle verir böyle verir, saygı duyarsınız, gereğini yaparsınız. Ama ne diyorlar? Ha, o mahkeme mi? Bakalım nasıl karar verecek, benim istediğim gibi karar vermezse ben Parlamentoyu göreve davet edeceğim, Parlamentodan yasa çıkaracağım diyor. Ne demektir bu demokrasilerde? Türkçesini anlatalım, şu demektir: Parlamento denen bir kurum var. O kurumda benim askerlerim var. O askerlerim düşünmezler, onların yerine ben düşünürüm. Onlar sadece benim söylediklerimi yerine getirirler ve el kaldırır indirirler ve bana bakarlar el kaldırıp indirirken de. Bu, Parlamentoya saygısızlıktır. Siz Parlamentonun iradesini daha yasa taslağı bile hazırlanmadan ipotek altına alıyorsunuz. Yargıdan şu karar çıksın, benim düşündüğüm gibi çıkmasın ben yeni bir yasa çıkartırım, gösteririm onlara diyorsunuz. Nedir bu? Şantaj, yani şantaj hukuku dönemi başladı AKP’yle beraber. Onlar için bunlar ve bunlar gibi olan pek çok olayı her yerde anlatmalıyız. Biz hukuka saygılıyız. Yapılan işlem eğridir doğrudur, onu da tartışmıyoruz ama yapılan işlem sonucunda haksızlığa uğradığına inanan bir insanın hak arama özgürlüğünün önündeki engellerin tamamının kaldırılmasını istiyorsunuz. Demokrasi budur, çağdaş uygarlık budur. Bir de diyorlar ki, “Türkiye’yi çağdaş uygarlık -Mustafa Kemal’in sözünü hatırlatarak- düzeyinin üstüne çıkaracağız.” Siz bununla çağdaş uygarlığa değil de, Türkiye’yi çağdışına itersiniz ve çağdışını itiyorsunuz.  Bu anlayış, tam bir totaliter anlayıştır. Bu anlayış, bir demokrasi ayıbıdır. Bu anlayış, hukuku ayaklar altına alıp çiğneme anlayışıdır. Bu anlayış, bir kişinin, kendi partisinin bütün parlamento grubuna her istediğini yaptırabilirim, ben ne dersem siz ondan ayrılmayacaksınız denen anlayıştır. Üstelik bu anlayış, kendi her istediğinin hukuka aykırı olsa bile, o parlamentodan geçebileceğini düşünen anlayıştır. Bu anlayışı hiçbir yerde hiçbir zaman kabul etmeyeceğiz. Bu anlayışa karşı direneceğiz. Bu anlayış, aynı zamanda 12 Eylül anlayışıdır. Bu anlayış, Kenan Evren Paşa’nın 2010 versiyonudur, bunu da unutmayalım.  Bu anlayışa tipik bir örnek vereceğim. Erdal Eren’i hepimiz biliriz. 16 yaşında bir çocuktu. Gözaltına alındı, tutuklandı, yargılandı, idama mahkûm edilecek ama yaşı 16, idam edilmesi için yaşının 18 olması lazım. Ama birileri karar vermişti, bunun idam edilmesi lazım diye. Toplandılar, formülü buldular. Yaşını 18’e çıkardılar ve idam ettiler. Sayın Başbakana sormak lazım. Sen, 12 Eylül Anayasasını değiştiriyoruz diye yola çıktın, demokrasiyi getiriyoruz diye yola çıktın, hukukun üstünlüğünü getiriyoruz diye yola çıktın, Allah aşkına bir adam hakkını arıyor diye söylemediğini bırakmıyorsun. Senin anlayışınla Kenan Evren anlayışı arasında ne fark var?

Biz şuna hazırız, her yerde de söylüyoruz, bizim bütün genel başkanlarımız da söyledi. Ordu siyasetin içinde olmamalı. Mustafa Kemal’den başlayarak bu süreç böyledir. Düşüncemiz bu. Asker onuruyla görev yapacaktır ama kışlasında. Hele hele güncel siyasetin içine asker girmemelidir. Asker kışlada olmalı, asker siyasetin emrinde olmalı, burada hiçbir tereddüdümüz yok ama asker siyasetin oyuncağı olmamalı, orada yolları ayırırız.

Yargı kararlarını uygulamamak aslında sadece bu olaya özgü değil, çok sıcak bir örnek vereyim. Geçen haftalarda bir bakanlıkta bölge müdürü ve bölge müdür yardımcıları toplanıyor. Konferans salonunda topluyorlar, bakanlığın müsteşarı kürsüye çıkıyor, görevden alınıp da yargıya gidin hakkını arayan memurlar için şunu söylüyor: “Davalarını çekmezlerse onlar çok çekerler.” Başbakanı böyle olursa Müsteşarı da böyle olur tabii, niye yadırgıyoruz.  Ne demek? “Davalarını çekmezlerse daha onlar çok çekerler?” Ben onları süründürürüm ne demek? Hangi hukuk devletinde bu söylem gelişir? Hangi hukuk devletinde vardır bu? Görevden aldıysan hukuk vardır, gereğini yapmışsındır, raporu vardır, belgesi vardır görevden almışsındır. Gider yargıya, yargı dosyaya bakar, yok arkadaş der, sen kusura bakma, idarenin yaptığı iş doğrudur, görevden alındın. Ama hayır, sudan gerekçelerle, gözünün üstünde kaşın var, ben seni görevden alıyorum. Efendim, gelirken yolda sen bana selam vermedin. Niye kaşların çatık yürüdün. Ben seni görevden alıyorum. Görevden aldığın adam senin kölen mi? O devlet memuru, adı üstünde. Devlet Memurları Kanunu, diyor mu siyasi partiler memurları kanunu diye? Hayır. İktidar memurları diye diyor mu? Hayır. Devlet Memurları Kanunu… Siyasal iktidarlar gelir giderler ama devlet kalıcıdır, onlar görev yaparlar. Hafıza devletin hafızasıdır, onun için onlar bütün hukuk sistemlerinde, bütün demokrasilerde özellikle güvence altına alınmışlardır. Şimdi, siz her şeyi yapacaksınız ama sakın ha, benim yaptığımı dikkate alarak mağdur oldum diye yargıya gitme, gidersen ben sana gösteririm ve seni süründürürüm. Bu anlayış da 12 Eylül anlayışıdır. Onun için bunlar 12 Eylül’e karşıyız falan diyorlardı. Bunlar 12 Eylül’ün beslemeleridir dedim bir dönem, vay efendim, siz bunu nasıl dersiniz. Sizin yaptığınızla 12 Eylül’de yapılanlar arasında ne fark var, aynı şey. Onlar sizi büyüttüler, onlar sizi beslediler, onlar sizi iktidara getirdiler.  12 Eylül’de bunlardan hiç mağdur olan var mı? 12 Eylül’de ceza çeken var mı? İşkence gören var mı? İşkence çekenlerin acılarını sömürdüler, bu kadar acımasız bunlar. Bedel ödeyenlerin ödedikleri bedeli sömürdüler. Halkı kandırdılar. Halkı uyandırmak bizi görevimiz. Halka doğruları söylemek bizim görevimiz. O nedenle bize çok görev düşüyor. Hepimize çok görev düşüyor. Gerçekleri anlatacağız ve bu ülkeye gerçek anlamda demokrasiyi halkın partisi, yani Cumhuriyet Halk Partisi mutlaka getirecektir.

Hukuk deyince bir konuya daha izninizle değinmek isterim. Arkadaşlara söyledim, ufak bir araştırma yaptılar. Poyraz Köy iddianamesi sekiz ayda tamamlanmış ve davalar açılmış. Balyoz iddianamesinin hazırlık süreci beş altı ay. Kafes Eylem Planı soruşturması dört ay sürmüş. Şimdi nereye geliyoruz, Deniz Fener’ine. Tam bir buçuk yıldır.  Tam bir buçuk yıldır ne olduğu belli değil, ne yapıldığı belli değil, çünkü hükümetin orada korktuğu alanlar var, Hükümetin koruduğu kişiler var. Görevden alıyorsun adamı, diyorsun ki sen bunu yaptın, ben seni beğenmediğim için görevden alıyorum. Eyvallah… Peki, yolsuzluğu kanıtlanmış adam var RTÜK’ün başında, niye görevden almadın? Sen demokrattın hani?! Sen hukukun üstünlüğüne inanıyordun, hani sende ahlaki kurallar çok gelişmişti. Sen bir de gittin onu korumak için özel düzenleme getirdin Parlamentoya “Benden izin almadan savcı onu sorgulayamaz” diye. Hani, dokunulmazlıkları sadece kendine özgü değil, kendi yandaş memurları için bile getirdin. Sonra kalkıyorsun, demokrasiden, özgürlüklerden, haklardan, insan haklarından söz ediyorsun. Bunlar tamamen yalan söylemler. Onların ağzından dile getiriliyorsa tamamen yalan söylemler, çünkü onlar bu kavramlara inanmıyorlar. Onlar gizli gündemleri gereği bu kavramları kullanarak asil gündemlerini gerçekleştirmek için çaba harcıyorlar, bu gerçeği hiçbir zaman unutmayalım.

Değerli arkadaşlar, biz sosyal demokrat bir partiyiz. Biz, emeğe büyük önem veren bir partiyiz. Biz, ezilmişlerin partisiyiz. Biz, üretenlerin partisiyiz. Biz, üretip uluslararası alanda rekabet eden, acımasız rekabete karşı direnen, rekabet eden, istihdam yaratan sanayicilerin partisiyiz. Biz, sabahın köründe dükkanını açıp akşama kadar siftah yapmasa bile sabırla müşteri bekleyen ve müşteriyi güler yüzle karşılayan esnafın ve sanatkârın partisiyiz, yani biz halkın partisiyiz. Dolayısıyla emekten yana olurken işçilerin de hakkını koruyacağız, esnaf, sanatkâr ve sanayicinin, serbest meslek çalışanların hepsinin haklarını korumak bizim görevimizdir. Karabük’te bir demir çelik fabrikası var. 1 lira bedelle özelleştirildi ve bir hükümde dendi ki “Hiç kimsenin hissesi 1 lirayı geçmeyecek.” Şu anda bir grup orayı ele geçirmiş durumda. Hakları ihlal edildi diye var olan sendikadan bir grup işçi ayrılıyor diğer sendikaya geçiyor ve mevcut yöneticiler “Siz nasıl sendika değiştirirsiniz? Siz nasıl bu sendikadan ayrılırsınız, bir başka sendikaya geçersiniz ben sizin işinize son veriyorum.” diyor ve 276 işçinin işine son verildi. Genel müdürün ifadesine göre, daha 300 işçi sırada. Bir kişinin ekmeğiyle uğraşmak bu kadar kolay mı? Görevden işine son verdiğiniz işçi, onun çocukları, ailesi ne olacak? Yani bir sendikaya üye olmak ne zaman suç oldu bu ülkede? Üstelik, AKP, bir de anayasa değişikliğiyle bir düzenleme de yaptı. Halkımız da “evet” dedi. İşçi isterse bir değil, iki sendikaya da üye olabilecek. Şimdi bırakın iki sendikaya üye olmayı, bir sendikadan çıkıp öbürüne geçmek suç oldu bu ülkede ve işine son veriliyor. O işçilere sahip çıkacağız. Sonuna kadar haklarına sahip çıkacağız. Hukuk desteği gerekiyorsa hukuk desteği vereceğiz. Biz, hiç kimseye karşı değiliz, işverenlere karşı değiliz, hukuk sistemi içinde herkesin özgürce çalışma ortamına herkesin saygı duymasıdır.  Örgütlenmek ayıp değil, anayasa diyor. Anayasamız diyor, herkes örgütlenebilir, dernek kurabilir, sendika kurabilir. Ne zamandan beri var olan bir sendikaya üye olmak suç oldu? Var olan sendikadan ayrılıp diğer bir sendikaya geçmek suç oldu? Bunu başka partiler dillendiremez, başka partiler seslendiremez ama Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz dillendireceğiz ve seslendireceğiz. Bu, bizim temel görevlerimizden birisidir.

Değerli arkadaşlar, geçen hafta gündemde üç yüksek rütbeli subayın görevden alınmaları, açığa alınmaları vardı. Gündem o kadar değişti ki beklenen, hepimizin beklediği Wikileaks İnternet Sitesinin belgeleri, hepimiz bekledik ve bomba gibi gündeme düştü. Sadece biz de mi? Hayır, bütün dünyada. Ve herkes Türkiye ile ilgili daha çok az belge açıklandı, önümüzdeki süreçte daha binlerce belge açıklanacak. Sayın Başbakanın ilk tepkisi, “Bakalım, eteğindeki taşları döksünler, sonra konuşuruz.” demiş. Vallahi taşlar dökülecek, taşların ağırlığı ne olur? Ama benim bildiğim kadarıyla, demokrasisi gelişmiş, insan hakları gelişmiş, ahlaki değerleri gelişmiş, inançlara saygılı bir ülkede adı yolsuzluklara karıştı diye bir kişi korunuyorsa o taşlar ister kaya olsun Başbakana hiçbir şey olmaz, yerinde kalır.  Niye yerinde kalır? Çünkü bunlar onlar için sıradanlaştı. Ahlaki değerler yerlerde sürünüyor, hukuk yerlerde sürünüyor, her söylediği bir kesim tarafından alkışlanıyor, böyle bir sistemde sağlıklı bir demokrasi oluşmadığı için Başbakan da bakacak diyecek ki, siz istediğiniz kadar konuşun, ben nasıl olsa oy alıyorum, vurgun mu yaptım? Bırak canım, geçin onları diyecektir. Buradaki önemli nokta şu değerli arkadaşlar:

Bir, açıklanan belgeler çok önemli. Bu belgeler sıradan bir yurttaşın belgeleri değil, sıradan bir devletin belgeleri de değil, büyükelçilerin yazdığı, kendi ülkelerine gönderdiği kriptolar. Doğru mudur, yanlış mıdır araştırılacak. Biz de ciddi bir siyasal parti olarak bir araştırma komisyonu kurduk. Komisyonumuz çalışacak, belgeleri didik didik edecek, biz de kendi üstümüze düşen görev varsa –ki var olacaktır- o görevi yerine getireceğiz. Belgeleri gerekirse özetleyeceğiz ve kamuoyuna bütün bunların tamamını anlatacağız. Belgelerin önemli olduğu dünyanın sarsılmasından bellidir. Önemsiz belgeler olsaydı hiçbir yerde hiçbir ülkede sıradan bir haber olmanın ötesinde bir değer taşımazdı ama bütün ülkelerde Amerika dâhil manşetlerde ve birinci haber olarak yer alıyorsa bu belgeler önemlidir. Çok azı açıklandı, asıl taşlar öyle anlaşılıyor ki arkadan gelecek.

Bir başka önemli nokta iddialar sıradan iddialar değil, iddialar çok ciddi. Eğer bir ülkenin Başbakanı için “İsviçre bankalarında sekiz ayrı hesabı var” deniliyorsa bu iddia sıradan bir iddia değildir, bu ciddi bir iddiadır. Daha buna benzer pek çok iddialar gazetelerde yer alıyor. Sayın Başbakanın çok net, kamuoyunu tatmin edecek açıklamalar yapmasını bekliyoruz. Suçlamıyoruz. Bu, bir iddiadır diyoruz ama iddiaya karşı net, somut bilgiler ortaya konmazsa Sayın Başbakan bu iddiaların altında kalır. Ve bunu sıcak takip edeceğiz. Burada yer alan iddiaların bir kısmını zaten daha önce Cumhuriyet Halk Partisi gündeme getirmişti. O nedenle iddialar çok da yabana atılacak iddialar değil. Beni şaşırtan bir şey var yalnız. Televizyonlarda bazı konuşmacılar, sanki bu iddialar nedir efendim, bunlar sıradan iddialar, küçümseyerek, hatta bu iddialar karşısında bak, AKP ne kadar güçlüymüş der noktaya gelerek… İnsaf arkadaşlar, insaf… Televizyona çıkıyorsunuz, konuşuyorsunuz, sanmayın ki o kanallar izlenmiyor, izlenen kanallardaki sıradan yurttaşımız, aklı başında yurttaşımız, mütedeyyin her vatandaşımız size gülüyor, bunu unutmayın.

Geçen hafta ben, eğitim, Öğretmenler Günü dolayısıyla öğretmenlerin sorunlarını ve bizim öğretmenlere bakış açımızı ve bizim hedeflerimizi ortaya koymuştum. Çok sıcak bir anket sonuçlarını sizlerle paylaşmak isterim değerli milletvekilleri. Soru şu: Okullar, derslikler öğretim materyalleri açısından yeterli donanıma sahip midir? Hayır yüzde 59,2 oranındaki öğretmen arkadaşımız diyor ki okullarda yeterli materyal yoktur diyor.

Bir başka soru: Öğretmenler alanlarıyla ilgili yayınları izleyebiliyorlar mı diye. Yüzde 55,1’i hayır, yeteri kadar izleyemiyoruz diyor.

Yer değiştirme uygulamaları şeffaf bir şekilde yapılmakta mıdır sorusu soruluyor. 60’1’i hayır, yer değiştirmede şeffaflık yok diyor.

Öğretmenlerin atama, yükselme, yer değiştirmelerinde liyakat, yeterlilik ilkesi gözetiliyor mu diye soruluyor. Öğretmenlerin yüzde 71,3’ü hayır, böyle bir kural yok diyor. Ve bunu destekleyen bir başka soru soruluyor. Öğretmenlerin atama, yükselme, yer değiştirmelerinde politik güç önemli midir diye soruluyor. Öğretmenlerin yüzde 75’i, evet, önemlidir, politik gücünüz varsa istediğiniz yere gidersiniz diyorlar. Bu, yeni bir anket. Sekiz yıllık bir iktidarın sonunda öğretmenlere sorulan ve alınan yanıtlardır.

Değerli milletvekilleri, geçen konuşmamda cami onarımlarında, medrese, eski medrese onarımlarında yapılan yolsuzlukları anlatmış ve örnek vermiştim, rakam vermiştim ama çok net bir ses gelmedi, Sayın Başbakan, hele hiç bu konulara girmedi. Şimdi Sayın Başbakana izninizle doğrudan soru soralım: Neden Sayın Başbakana doğrudan soru sorma ihtiyacı var? Çünkü Süleymaniye Camiini o açtı. Süleymaniye Camiinin onarımını örnek bir onarım olarak kamuoyuna takdim etti. Caminin önüne mikrofonu koydular, orayı bir siyasi arena hâline getirdi. Ne biçim mütedeyyin, ne biçim inançlara saygılı onu bir tarafa koyalım, benim sorum şu: Süleymaniye Camiinin onarımında yolsuzluk yapıldı mı? Sayın Başbakan hatırlasın diye bir de rakam vereyim. Bu yolsuzluğun rakamı yaklaşık 4 milyon lira mıdır? Eski parayla, yani 4 trilyona yakın bir rakam mıdır? Yapıldığı söylenen ama yapılmayan onarımlar için ödenen yaklaşık 4 milyon lirayı bir tarafa bırakalım, yani devletin hortumlanmasını bir tarafa bırakalım, yapılmayan onarımı açıyorsun, Süleymaniye Camiini açıyorsun ve bunu da örnek bir restorasyon projesi olarak takdim ediyorsun. Soru şu: Yapılmayan işler varken, açıyorsun, devlet hortumlanıyor ve sen bunu biliyorsun ve sen orayı açıyorsun, hangi yüzle orayı açıyorsun?  Bir diğer sorumuz da bu.

Değerli milletvekilleri, önümüzdeki hafta Engelliler Haftası. Bugünden başlayarak engellilerle ilgili çalışmalarımızı Ankara’da da, İstanbul’da da yapacağız. Ankara’ya 81 ilden engelli kardeşlerimiz gelecekler, onlarla beraber olacağız. İstanbul’da bir çalışma, bir etkinlik olacak, oraya katılacağız. Bütün engelli kardeşlerime şunu yürekten söylüyorum: Engelsiz bir dünyayı beraber kurarız, halkın iktidarıyla beraber kurarız.

Hepinize selamlar, saygılar sunuyorum arkadaşlar.