CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN; 30.06.2015 TARİHİNDE GRUP GENEL KURULU TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA
-"Davutoğlu’na yine seslenmek istiyorum; senin adına başkaları konuşmamalı. Suriye konusunda önce sen konuşmalısın. Sen konuşacaksın ki senin Başbakan olduğunun farkına varalım biz"
-"Niye gireceğiz Suriye’ye? Hangi gerekçeyle gireceğiz? Akan kan yetmedi mi? Şimdi sıra Mehmetçiğin kanına mı geldi?"
-"Umuyoruz, diliyoruz TBMM’nin itibarına gölge düşüren uygulamaları Sayın Deniz Baykal’ın başkanlığı döneminde yaşamayız. Parlamento yeniden itibar kazanmış olur, yeniden güçler dengesinin önemli, saygın bir parçası olur. Yürütmenin arka bahçesi haline dönüşmez. O nedenle bütün milletvekili arkadaşlarımın bu alanda duyarlı olduklarına inanıyorum"
-"Tarihimize bakın, teamüllerimize bakın. Bir Cumhurbaşkanı az konuşur, öz konuşur, yerinde ve zamanında konuşur. Sabah akşam konuşmaz. ’Benim meşruiyetimi tartıştırmam.’ O zaman anayasal sınırlar içinde kalacaksın. O zaman tartışma konusu olmaz"
-"Yeni bir siyaset anlayışını Türkiye’ye getirmek zorundayız. CHP sorun olan değil, sorun üreten değil, CHP çözümlerin adresidir. CHP her soruna karşı çözüm üreten partidir"
-"Bizim bütün hedefimiz bu ülkenin selameti, bu ülkenin güçlü olması. Eğer biz bunları yapabilirsek, Türkiye çok güçlenir, saygınlık kazanır, sözü dinlenen bir ülke haline gelir, sorunlar olduğunda başvurulan bir ülke haline gelmiş olur"
Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun konuşmasının tam metni şöyle:
Değerli arkadaşlarım, bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan tümünüze selamlarımızı saygılarımızı gönderiyoruz. 25. Dönemin kamuya açık, halka açık ilk toplantısını yapıyoruz. Bu sürecin halkımız için, ülkemiz için, dünya için hayırlı uğurlu olmasını isterim. Türkiye Büyük Millet Meclisinin yasama görevini bütün aksaklıkları ve zorlukları aşarak, ülkenin çıkarları bağlamında görev yapmasını arzu ederim. Bu arzumuzu bütün Türkiye’ye, bütün dünyaya duyurmak isteriz.
Değerli arkadaşlarım, 24. Yasama Döneminde Cumhuriyet Halk Partisi Ana Muhalefet Partisi olarak görevini büyük ölçüde yerine getirdi. Eksikliklerimiz olabilir, hatalarımız, kusurlarımız olabilir ama bütün yurttaşlarımdan şu konuda emin olmalarını isterim: Elimizden geldiğince bu ülkenin çıkarlarını, bu ülkenin insanlarının çıkarlarını korumaya özen gösterdik. Hiçbir zaman ama hiçbir zaman ne partimizin ne de bireysel olarak herhangi bir kişinin çıkarlarını savunmadık. Bizim için önemli olan Türkiye’dir, bizim için önemli olan 77 milyon yurttaşımızdır. Bu felsefeden yola çıktık ve böyle çalıştık. 24. Dönemde 1814 yasa teklifi verdik. Bunların tamamı bu ülkenin sorunlarını çözmeye yönelikti. 1747 araştırma önergesi verdik faili meçhullerden kadınlara uygulanan şiddete kadar. 51 konuda genel görüşme istedik, 36 bin yazılı ve sözlü soru önergesi verdik. Bu soru önergelerinden 11 463 soru önergesine iktidar cevap vermedi, Bu, aslında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının ne kadar önemli olduğunun göstergesi ve bu ayıp her şeyden önce Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı yapan kişiye ait. 11 binin üstünde soru önergesine bir siyasal iktidar cevap vermiyorsa, her şeyden önce düşünmesi gereken Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığıdır.
Değerli arkadaşlarım, 9 Meclis soruşturma önergesi verdik, 18 gensoru önergesi verdik. Böylece Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir muhalefet partisinin halkın ve Türkiye’nin çıkarları için neler yaptığını sizlerle ana hatları itibariyle paylaşmış olduk.
Değerli arkadaşlarım, 25. Dönemde çok sayıda arkadaşımız ilk kez Parlamentoda yemin etti. Bu dönemde de geçen yasama döneminde olduğu gibi ülkenin çıkarları için, halkımızın çıkarları için mücadele edeceğiz ve çaba göstereceğiz. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir yasama organı olduğunu hepimiz biliyoruz. Çok kanun yapmak yasa organının görevini yerine getiriyor şeklinde algılanmaması gerekir çünkü yasama organı bir kanun fabrikası değildir. Yasama organı yasaları yaparken elbette ki yürütme organından gelecek olan tasarıları değerlendirecek, elbette ki bu konuları tartışacaktır ama yasama organına saygınlık kazandıran parlamentodan geçen yasaların genel kabulüdür. Eğer bu yasalar toplumun sorunlarını çözmekten çok günlük sorunları çözmeye yönelik çıkıyorsa, birilerini aklamaya dönük yasalar yapılıyorsa o zaman parlamento itibar kaybeder, güven kaybeder. Asıl temel sorun budur değerli arkadaşlarım ve yasama organı güçler dengesini de korumak zorundadır. Yasama, yargı ve yürütme arasındaki dengenin iyi korunması gerekiyor. Bu bağlamda da Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına büyük görevler düşüyor.
Değerli arkadaşlarım, çok şikâyet ettiğimiz bir başka konu daha var. Yasama organları yürütme organının arka bahçesine dönüşmemelidir. Eğer yasama organı yürütme organının arka bahçesine dönüşüyorsa, oradan gelen teklifler hiç tartışılmadan gözü kapalı yasalaştırılıyorsa yasama organı görevini yapmıyor demektir. En büyük şikâyetimiz de buydu geçen yasama döneminde. Umarım bu yasama döneminde yasama organı yine birilerinin arka bahçesine dönüştürülmez ve yasama organı üyelerine karşılık da çok ağır eleştiriler yapıldığını da sizlerin dikkatine sunmak isterim değerli arkadaşlarım. Az önce ifade ettim. Elbette ki yasama organı yürütme organından gelen kanun tasarılarına bakacak, elbette değerlendirecek, nerede? Komisyonlarda değerlendirecek özgürce tartışarak. Yine komisyonlarda sivil toplum örgütlerinin yasa tasarısıyla ilgili meslek kuruluşlarının görüşlerini alarak. Yine aynı şekilde sağlıklı bir tartışma zemini yaratarak yasaları komisyonda görüşmeli, tartışmalı, uzmanların görüşlerini almalı ve Genel Kurul salonuna o çerçevede indirmelidir. Yasama organından şikâyetimizden birisi de torba kanun uygulaması. Temel kanun diye bir kavram var. Örneğin Türk Ceza Kanunu bir temel kanundur, Türk Ticaret Kanunu bir temel kanundur. Bunlar 1000’nin üstünde maddelerden oluşur ve yasalar değiştirilirken temel kanun felsefesinde dikkate alınır görüşülür ve yasalaştırılır. Ama siz, bu anlayışı 15 kanunda, 20 kanunda, 30 kanunda bir değişiklik yapalım ve bunları da temel kanun olarak parlamentoya getirelim ve buradan hızla sonuçlandıralım derseniz bu doğru değil, adı torba kanun, halkın verdiği isim “Torba kanun.” Hükümet sözcüsü de zaten bu tür kanunlara temel kanun değil “Torba kanun” olarak adlandırıyor.
Bakınız değerli arkadaşlar, 15 Eylül 2014 geçen yasama döneminin hükümet sözcüsü “Başbakan Davutoğlu’nun Meclise artık torba yasa sevk edilmemesi talimatı verdiğini söyledi.” Ama hemen arkasından onlarca torba yasalar geldi. Bu da gösteriyor ki, Davutoğlu bizim anladığımız anlamda Başbakanlığa egemen, bürokrasiye egemen bir konumda değil. O nedenle ısrarla söyledik “Vesayetten kurtulduğun andan itibaren senin söylediklerin geçerli olur, aksi varsa vesayetten kurtulmadıysan senin söylediklerinin hiçbir anlamı olmaz. Nitekim torba kanunda da söylediklerinin hiçbir anlamı olmadı.
Değerli arkadaşlarım, geçen yasama döneminde şikâyet ettiğimiz konulardan bir başkası şu: Yasalar, tasarılar komisyona geliyor, komisyonda görüşülüyor, Genel Kurul salonuna iniyor, Genel Kurul salonunda da görüşülüyor ama tartışılmadan gece yarısı önergeleriyle temel bazı değişiklikler yapılıyor, bir dayatma mantığı içinde değişiklikler yapılıyor. Bunlar bizim en çok rahatsız olduğumuz düzenlemeler. Yasalar Türkiye Büyük Millet Meclisinden, muhalefetten kaçırılamaz, halktan kaçırılamaz. Bir sabah uyandığında yasanın niçin böyle çıktığını vatandaşa kim nasıl anlatacak? Bu çerçevede de ciddi sorunlarımız var.
Yine, yasama organıyla ilgili şikâyetlerimizden bir diğeri değerli arkadaşlarım. Parlamentoya devam esastır. Milletvekili gelir, Başkan elektronik cihazla yoklama yapılır, elektronik yoklama giremeyen arkadaşlar da birer pusulayla orada olduklarını söylerler. Geçen yasama dönemi bir değil, iki değil çok sayıda –üzülerek söylüyorum- iktidar kanadından milletvekili Genel Kurul salonunda olmadığı hâlde sahte oy pusulalarıyla “Biz buradayız” diye pusula gönderiliyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi itibarına bundan daha ağır bir darbe olur mu? Hatta bazıları umredeyken burada sahte oy pusulası kullanıldı. Bu, bizi temelden yaralıyor. Umuyorum 25. Yasama Döneminde bu tür garipliklerle karşılaşmayız.
Değerli arkadaşlarım, yine bir başka önemli gördüğümüz aksaklık. Bütçe görüşmelerinde Sayıştay raporlarının gelmemesi, kırpılarak gelmesi veya mali rapor gelmeden bütçenin görüşülmesi. Bu da bizi rahatsız etti. Yeni dönemde umarız bunların hiçbirisi olmaz. Konuşmama bu çerçevede girmemim temel nedeni yasama organının yürütme ve yargı karşısındaki içine düştüğü zafiyet. Bu zafiyetten yasama organının kurtarmaktır. Bu konudaki kararlı tavrı takınacak olan kişi ise her şeyden önce Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı koltuğuna oturacak kişi. Biz bu yasama döneminde bugün seçimler yapılacak, gerçekten de bilgisiyle, birikimiyle, demokrasiye olan inancıyla, hiç kimsenin tereddüt etmeyeceği bir kişiyi Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına aday gösterdik. Aday gösterdiğimiz kişi Sayın Deniz Baykal. Umuyoruz ve diliyoruz, bütün az önce saydığım gariplikleri, az önce saydığım haksızlıkları, az önce saydığım Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarına gölge düşüren uygulamaları Sayın Deniz Baykal’ın başkanlığı döneminde yaşamayız, Parlamento yeniden itibar kazanır, Parlamento yeniden güçler dengesinin önemli saygın bir parçası olur; yürütmenin arka bahçesi hâline dönüşmez. O nedenle bütün milletvekili arkadaşlarımın bu alanda duyarlı olduklarına inanıyorum. Biraz sonra seçimlerimiz olacak ve o çerçevede oylarımızı kullanacağız.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin içte ve dışta ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğunun bilincindeyiz. Değerli arkadaşlar, 6,5 milyon işsizimiz var. Emeklilerin durumunu zaten hepimiz biliyoruz. Çiftçi ürettiğinin karşılığını alamıyor. Genç işsizlik oranı yüzde 20’lerde; her 5 çocuğumuzdan birisi, pırıl pırıl gencimiz maalesef işsiz. Dolayısıyla yeni yasama döneminde hükümetin oluşmasında ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğumuzun bilincindeyiz ve bunu biliyoruz. Tavrımızı buna göre belirleyeceğiz. Sadece iç politikada mı böyle? Hayır, dış politikada da ciddi açmazlarımız var. Bakınız Suriye konusu gündemde duruyor. Ta en başından beri bizi dinleyen bütün vatandaşlarıma gerçekten samimi olarak seslenmek istiyorum. Ta en başından beri Suriye politikasının yanlış olduğunu söyledik “Yapmayın” dedik, “Yanlış yaparsınız” dedik. Bize dediler ki “Siz Esatçısınız.” Yapmayın, yanlış yapıyorsunuz dedik, bize dediler ki “Siz Baasçısınız” dediler. Ama bugün, emin olun iktidarda olanlar dahi kendi hatalarını artık kabul eder noktaya geldiler ve bir yanlış Suriye politikası 2 milyon Suriyeli göçmenle fatura ödeyecek hâle getirdi, 2 milyonun üstünde Suriyeli göçmen. Sadece bu olsa yine neyse, yanlış Suriye politikasının ikinci bir bedelini de terörle ödedik, Cilvegözü’nde olaylar oldu, vatandaşlarımız öldü, Reyhanlı’da, uçağımız düşürüldü, Niğde’de. Bütün bu sorunları biz yaşadık, Türkiye yaşadı. 2 milyonun üstünde Suriyelinin nerede olduğunu kimse bilmiyor. Aslında biz 2 milyonun üstünde diyoruz ama belki de 3 milyon, belki de 5 milyon, kimse sayıyı bilmiyor. Ne iş yaptıklarını da kimse bilmiyor. 5,5 milyar dolar para harcadık deniyor Suriyelilere. Bu 5,5 milyar dolar nasıl harcandı onu da kimse bilmiyor ama birisi kalktı bir şey söyledi, biz de o rakamları doğru kabul ederek anlatımlarımızı sürdürdük. Şu sorunun yanıtını hepimiz aramak zorundayız: 2 milyonun üstündeki Suriyeli göçmenin kendi yurtlarını terk etmelerinin sorumlusu kimdir acaba? Cilvegözü’nde, Reyhanlı’da patlayan bombaların sorumlusu kimdir acaba? İktidar sahiplerinin, o dönemin iktidar sahiplerinin bu topluma, Türkiye’ye bu faturayı ödetmeye hakları var mıydı acaba? Israrla söyledik yanlış yapıyorsunuz çünkü biz ülkemizi seviyoruz, insanımızı seviyoruz, komşularımızı da seviyoruz; huzur, barış içinde yaşamak istiyoruz. Önümüze farklı bir tablo kondu değerli arkadaşlar. 2 milyonun üstündeki Suriyeli eğer sağlıklı bir politika izlenmezse, eğer Ortadoğu’ya barış gelmezse bunların Türkiye’ye yükü ekonomik olarak da siyasal olarak da sosyal olarak da çok ağır olur. Nasıl geçinecekler bunlar? Nasıl yaşayacak bu insanlar? Gayrimeşru alanlara sapmalarını kim nasıl önleyecek? Yeraltı dünyasının en önemli aktörleri olursa hiç şaşmayın. Böyle bir tabloyu bu halkın önüne koymaya iktidar sahiplerinin hakkı var mıydı acaba? Hepimizin oturup düşünmesi gerekiyor değerli arkadaşlarım. Şimdi acaba Suriye’ye girelim mi girmeyelim mi? Nasıl gireceğiz Suriye’ye? Tampon bölge oluşturalım. Sayın Davutoğlu’na, geçici hükümetin Başbakanı olan Sayın Davutoğlu’na yine seslenmek isterim: Senin adına başkaları konuşmamalı, Suriye konusunda önce sen konuşmalısın. Sen konuşmalısın ki senin Başbakan olduğunun farkına varalım biz. Senin yerine başkaları konuşuyor ve sen sesini kesiyorsun ve sen susuyorsun. Bunlar doğru değil, kesinlikle bunlar doğru değil. Suriye’ye gireceğiz! Niye gireceğiz Suriye’ye? Hangi gerekçeyle gireceğiz Suriye’ye? Akan kan yetmedi mi? Şimdi sıra Mehmetçiğin kanına mı geldi? Yazık günah değil mi bu ülkeye? Ramazan ayı, orada kan akıyor. Binlerce insan öldürüldü. Sizin yanlış politikalarınız nedeniyle terör örgütleri bizim komşumuz oldu, şimdi şikâyet ediyorsun. Seni zamanında uyardık, daha önce de söylemiştim. Devlet akılla yönetilir, bilgiyle yönetilir, birikimle yönetilir; kinle, öfkeyle devlet yönetilmez. Maalesef bunların hepsi gerçekleşti. Sadece Suriye mi? Hayır. Gidin Libya’ya, sorunumuz var; Irak, sorunumuz var; İran, sorunumuz var; Rusya, sorunumuz var. Dış politikada iki ana eksen vardır. Bir dış politika milli olmak zorundadır. İktidar ve muhalefet ülkenin dış politikasında tek ses çıkarması lazım ama geçtiğimiz 13 yıl bunu bozdu. İkinci temel ilke dış politika hiçbir zaman iç politikanın malzemesi olmaz, olmamalıdır zaten, olduğu andan itibaren milli olma vasfını kaybeder ve siz dış politikayı iç politikanın unsuru hâline getirdiniz ve şimdi bedel ödüyoruz. Bedeli iktidar sahipleri mi ödedi? Hayır. Onlar yine koltuklarında oturuyorlar, bedeli ödeyen bu ülkenin sıradan insanları.
Değerli arkadaşlarım, yeni bir yol haritası çizmek zorundayız. Şimdi ne yapmalıyız? Seçimler oldu, 7 Haziranda seçimler oldu ve sonuçlandı. Hiçbir parti tek başına iktidar olamadı. Dolayısıyla bir koalisyon arayışı doğal olarak başladı. Geçen 13 yılın faturası bize çok ağır oldu. Bakın size bir örnek vereceğim değerli arkadaşlar. Güney Kore’de sadece bir firmanın bir yılda elde ettiği patent sayısı Türkiye Cumhuriyeti’nin kırk yılda sahip olduğu patent sayısından fazla. Geldiğimiz noktayı bundan daha iyi bir örnek anlatamaz. Eğer siz bilgi toplumunu yakalama konusunda kararlılığınızı ortaya koyamıyorsanız, güçlü bir sosyal devlet oluşturma konusunda kararlılığınızı ortaya koyamıyorsanız ülkeyi nasıl yöneteceksiniz.
Değerli arkadaşlarım, koalisyon konusunda da seçimlerde izleyeceğimiz stratejiyi izleyeceğiz. Bakın gayet açık gayet net söylüyorum, seçim bildirgemizin ana stratejisi neydi?
Bir: Doğrudan vatandaşın sorununa kilitlenmek.
İki: Kısır siyasi tartışmalardan uzak durmak. Bunlar bu ülkeye fayda getirmez.
Üç: Hiçbir vatandaşı ama hiçbir vatandaşı ötekileştirmemek, etniği kimliği dolayısıyla, yaşam tarzı dolayısıyla veya inancı dolayısıyla hiçbir vatandaşı ötekileştirmemek. Aynı stratejiyi koalisyon görüşmelerinde de bize geldiklerinde kendilerine söyleyeceğiz. Hiçbir vatandaşı yok saymıyoruz, hiçbir siyasi partiyi de yok saymıyoruz. Bu ülkelerin yasalarına göre kurulan ve onlara, o partilere oy veren bütün vatandaşlarımızın oylarını değerli kabul ediyoruz. Hiçbir vatandaşı neden şu partiye oy verdin veya neden şu partiye oy vermedin diye suçlama hakkını kendimizde görmüyoruz çünkü demokrasiye inanıyoruz, demokrasinin sağlıklı işlemesi gerekiyor ve biz bu konuda her türlü çabayı göstermeye hazırız.
Değerli arkadaşlarım, koalisyonda şöyle bir yanlış tartışma var: Kim kiminle koalisyon yapacak, hangi parti hangi partiyle koalisyon yapacak? Biz bunu da bir tarafa bıraktık ve bu tartışmalar eski siyasi anlayışın tartışmalarıdır. Eski siyasi anlayışla gelin beraber koalisyon kuralım diye partiler bir araya gelirlerdi. Elbette sonuçta partiler bir araya gelecek ama biz yeni bir siyasi algıyı, yeni bir siyasi seçeneği milletimizin önüne koymaya özen gösterdik. İlkelerden yola çıkalım dedik, kimin kiminle koalisyon yapacağından çok daha önemli olan hangi ilkeler çerçevesinde koalisyon yapılmalıdır. Eğer biz bu stratejiyi izlersek kurulacak koalisyonda sağlıklı ve kendi iç tutarlılığı olan bir koalisyon olur ve bu çerçevede biz kendi ilkelerimizi belirledik değerli arkadaşlarım. Parti Meclisinde bu ilkelerimizi belirledik. Kurulacak olan koalisyonun, hükümetin olduğunu da herkesin bilmesini isterim. 13 yılda yaşanan tahribatın kesinlikle onarılması gerekir. 14 temel ilke belirledik değerli arkadaşlarım. İlkelerimizin birincisi hukukun üstünlüğü, vatandaşın can ve mal güvenliğinin sağlanması, makul şüpheyle insanların hapse atılıp, makul şüpheyle insanların mal varlığına el konulduğu bir düzeni asla kabul etmiyoruz. İster hiçbir geliri olmayan işsiz vatandaşımız olsun, ister ayda milyonlarca lira kazanan bir vatandaşımız olsun herkes hukuk önünde eşit olmak zorunda, hukukun üstünlüğünü sağlamak zorundayız. Yargının bağımsız ve tarafsız olmasını sağlamak zorundayız. Bu kürsüden geçen yasama döneminde açıklamıştım. Şu anlayışa göre kurulan HSYK’yı kabul etmiyoruz. Efendim ülkücülürden 2 kişi, sosyal demokratlardan 2 kişi, AKP’den 2 kişi, cemaatten 2 kişi. Neymiş? Bunlar bir araya geliyorlar HSYK’nu kuruyorlar. Böyle saçma şey olur mu hâkim hâkimdir. Elbette siyasi görüşü vardır ama siyasi görüşüne göre bir yere geliyorsa o yargıçlık görevini yapamaz. O nedenle hâkimin bağımsız ve tarafsız olması çok ama çok önemli. Bu nedenle birinci ilkemiz çok önemli. Bu ülke aynı zamanda birinci sınıf demokrasi demek.
İkinci ilkemiz: 12 Eylül darbe hukukundan Türkiye’nin arındırılması lazım.
Yüzde 10 seçim barajını kim getirdi? 12 Eylülcüler getirdi, darbeciler getirdi. Geçen yasama döneminde değiştirelim diye kanun teklifleri verdik. Hangi o demokrat geçinenler var ya “Biz darbeye karşıyız” diyenler var ya bunun arkasında kapı gibi durdular. Darbe hukukunu savundular. Darbe hukukunun karşısında duran tek parti CHP’dir ve biz bunu söyledik. Eğer bu ülkeye gerçekten demokrasiyi getireceksek darbe hukukunun değişmesi lazım, YÖK denilen bir belanın kalkması lazım, Siyasi Partiler Yasasının değişmesi lazım, lider suntasının kalkması lazım ki parlamentoda milletvekilleri özgürce iradelerini ifade edebilsin.
Üçüncü ilkemiz: Siyasi ahlak yasası…. Bütün vatandaşlarım çok iyi biliyorlar, siyaseti kirlilikten arındırmamız lazım. Siyaset halka hizmet ise, ülkenin sorunlarını çözmek ise siyasetçi cebine çalışmayacak, kendisine çalışmayacak, yakınlarına çalışmayacak, kim için çalışacak? Ülkesi ve halkı için çalışacak. Onun için siyasetin kirlilikten arınması lazım. Siyaset temiz, düzgün adamların işi olmalıdır, hesap vermekten korkmayan insanların işi olmalıdır. O nedenle üçüncü ilkemiz siyasi ahlak yasasının çıkmasıdır.
Dördüncü ilkemiz: Refahın tabana yayılması… Değerli arkadaşlarım, biz 21. yüzyılın Türkiye’sinde 17 milyon yoksulun olduğu bir Türkiye’yi kabul etmiyoruz, yoksulluğu tarihe gömmek zorundayız, güçlü bir sosyal devlet oluşturmak zorundayız. Biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar. Atalarımız böyle demişse kıyametin kopmayacağı bir süreci yaşatmak zorundayız. Herkesin karnının doyduğu bir Türkiye’yi arzu ediyoruz. Birinin diğerine muhtaç olduğu, eline avucuna baktığı hatta siyasal iradesini bile kiraladığı bir süreci bitirmek istiyoruz. Onun için güçlü bir sosyal devlet istiyoruz. Nedir ayakları? Seçim meydanlarında söyledik, yine söylüyoruz, emekliye Ramazan ve Kurban bayramında iki maaş ikramiye verilmesi olmazsa olmazımızdır. Asgari ücret 1 500 lira olmazsa olmazımızdır. (Alkışlar) Taşeron sisteminin kaldırılması, herkese kadro verilmesi olmazsa olmazımızdır. Çiftçi, ürettiği ürünün karşılığını alamıyor, ürettiği ürünün karşılığını alması olmazsa olmazımızdır. Aile sigortası kesinlikle getirilecek. Bunlar güçlü bir sosyal devletin temel taşlarıdır, bizim temel ilkelerimiz arasında bunlar da var.
Beşinci ilkemiz: Bu ülkenin Cumhurbaşkanı Anayasal sınırlar içine çekilmek zorundadır. (Alkışlar) Anayasamız “Hiçbir kişiye, zümreye, sınıfa, aileye imtiyaz tanınamaz” diyor. Kimse kendi kendisine imtiyazlı alan yaratmamalıdır. Bu da bizim olmazsa olmazımız. Defalarca söyledim, yine söylüyorum. Tarihimize bakın, teamüllerimize bakın, bir cumhurbaşkanı az konuşur, öz konuşur, yerinde ve zamanında konuşur, sabah akşam konuşmaz. “Benim meşruiyetimi tartıştırmam.” O zaman anayasal sınırlar içinde kalacaksın, o zaman tartışma konusu olmaz. Ama hem Anayasayı çiğneyeceksin, tarafsızlığı inkâr edeceksin “Bana saygı gösterin” diyeceksin. Kimse kusura bakmasın, biz o tür bir davranışa asla saygı göstermeyiz.
Cumhuriyet tarihine bakın, altınca ilkemiz, örtülü ödeneği bugüne kadar sadece başbakanlar kullanır, cumhurbaşkanlarının örtülü ödenek kullanma hakkı yoktur, olmaz da. Neden? Devlette çift başlılık olmaz. Cumhurbaşkanı başbakandan ne gizli iş yapacak ki örtülü ödeneği kullanacak, gizli ne iş yapacak? Böyle bir anlayış olabilir mi? Bunu asla kabul etmiyoruz, asla doğru bulmuyoruz. Az önce dedim ya, gece yarısı önergeleri verip yasaları değiştiriyorlar. Bu da böyle bir gece yarısı önergesi, gece yarısı önergesi, asla doğru değil.
Değerli arkadaşlarım, yedinci ilkemiz: Yeniden, sıfırdan sağlıklı, tutarlı bir dış politika, barış eksenli bir dış politika. Türkiye’de barış dünyada barış, bunu savunacağız, bunu savunuyoruz, barışı, kardeşliği savunuyoruz, dostluğu savunuyoruz. Ne kendi ülkemizde ne başka bir ülkede kan akmasını istemiyoruz. Dış politikayı bu eksende oluşturacağız. Türkiye’nin yalnızlaştığını görüyoruz, Türkiye’nin dünyadan soyutlandığını görüyoruz. Beyler farkına vardılar ve dediler ki “bizim yalnızlığımız değerli bir yalnızlıktır.” Kimse kusura bakmasın, sizin yalnızlığınız değerli bir yalnızlık değil. Siz kendi kendinize değer vermiş olabilirsiniz, değeri insan kendisine vermez, başkaları o insana değer verir. Siz kendi kendinize değer veriyorsunuz, bunun hiç ama hiçbir önemi yok. Başka bir ülke size önem veriyor mu? Başka bir kişi size değer veriyor mu? Asıl değerli olan odur. Dış politikada geldik duvara dayandık. Olmazsa olmazlarımızdan birisi dış politikanın yeniden barış eksenli oluşturulmasıdır ve bu bağlamda Mısır’la ilişkilerimizi düzeltmek zorundayız, Libya ile ilişkilerimizi düzeltmek zorundayız, bütün Ortadoğu ile ilişkilerimizi düzeltmek zorundayız. Bu, sadece Türkiye için değil, Ortadoğu için de çok önemli ve hiçbir vatandaşım şunu sakın unutmasın: Merkez Türkiye Projesi dünya barışına katkı yapacak olan bir projedir, Ortadoğu’ya barışı getirecek olan bir projedir. Bu projenin kaybedeni yoktur, kazananı herkestir, bunu da herkesin bilmesini isterim.
Sekizinci ilkemiz: Bu ülkenin gençliği siyasetçilerden çok çekti. Bu ülkenin gençliği yanlış siyasi politikalar nedeniyle bedel ödedi. Gencecik çocuklarımızı idam sehpalarına gönderdi. Hâlâ gençleri potansiyel suçlu olarak görüyorlar. Bunu kabul etmiyoruz. Hiçbir gencimiz potansiyel suçlu değildir. Her gencimiz bizim başımızın tacıdır. Onlar bizim geleceğimiz ve umudumuzdur. Gençleri potansiyel suçlu olarak gören bir siyasi anlayışı asla kabul etmiyoruz. Anayasa başta olmak üzere gençlerle ilgili önemli düzenlemeler getirmek zorundayız ve meydanları gençlere yasaklayan bir siyasi anlayışı da kabul etmiyoruz. Gençler nerede eğlenecekler? Enerjilerini nerede boşaltacaklar? Gençlerden korkan bir siyasal iktidar olur mu? Gençlerden korkan, çekinen bir siyasi anlayış olur mu? Gençler sadece bizim için değil, bütün dünya için umuttur ve gelecektir. Onlar bizden daha birikimli olarak yetişiyorlar, bizden daha iyi dünyayı sorgularlar. Onların umutları vardır ve gençlerin en büyük özellikleri kendilerini değil, toplumu ve Türkiye’yi düşünürler, dünyayı düşünürler. Gençlerin en temel özelliği budur. O nedenle gençler potansiyel suçlu olarak görülmemelidir. Bunu gören bir siyasal anlayışla bir araya gelmemiz zaten mümkün değil.
Dokuzuncu ilkemiz: Yasakçı bir devlet anlayışını kabul etmiyoruz. İnternet’i yasakladın, niye yasaklıyorsun? Şunu yasakladın, niye yasaklıyorsun, bunu yasakladın, niye yasaklıyorsun? 12 Eylülde yasaklar getirildi, 12 Martta da yasaklar getirildi Türkiye ne kazandı? Hiçbir şey kazanmadı? Konuşan Türkiye, üreten Türkiye ancak o zaman güçlü olabilir. Düşüncesini özgürce ifade eden bir Türkiye. Değerli arkadaşlarım, hiç kimsenin inancı dolayısıyla, kimliği dolaysıyla, yaşam tarzı dolayısıyla suçlanmadığı özgür bir Türkiye istiyoruz, yasakçı bir Türkiye’yi kabul etmiyoruz. Bu bağlamda, son 13 yılda çıkan ve yasakçı zihniyetin emareleri olan tüm yasal düzenlemelerin ortadan kalkmasını istiyorum.
Onuncu ilkemiz: Özgür medya istiyoruz. Gazeteci özgürce yazabilmeli ve bunun temel koşulu hapiste gazeteci istemiyoruz, tutuklu gazeteci istemiyoruz, gözaltına alınan gazeteci istemiyoruz; gazeteci kalemini almalı, özgürce yazabilmeli ve siyasetçi de ondan ders almalı, onun eleştirilerini dinlemeli. Yasakçı bir Türkiye olabilir mi? Bu bağlamda, eğer bir ülkenin medyası özgür değilse o ülkenin halkı özgür değildir, o ülkenin halkı özgürlüğün dışına itilmiş demektir, haber alma kanalları kısıtlanmış demektir, o nedenle özgür medyayı savunuyoruz. Bu bağlamda, TRT, RTÜK benim vergimle iktidar borazanlığı yapan bir TRT’yi asla istemiyoruz. İktidarda CHP bile olsa, TRT’nin CHP’nin borazanı olmasını asla kabul etmeyeceğiz ve etmiyoruz. Güçlü bir medya istiyoruz, etik değerleri yüksek bir medya istiyoruz, ahlaklı bir medya istiyoruz, iktidarın borazanı olan bir medyayı asla kabul etmiyoruz, hele hele havuz medyası ve onu besleyen kamu bankalarının kanalları kesinlikle kesilmelidir. Objektif, tiraja göre mi, başka bir objektif ölçüye göre mi ilanlar verilmeli, birilerini ayakta tutmak için devletin parası harcanmamalıdır.
On birinci ilkemiz değerli arkadaşlarım: Vergi denetimi siyasal araç olarak kullanılmamalı. Bunu ben iş dünyasına söylüyorum. Sizin ne kadar zorda olduğunuzu gayet iyi biliyorum. Güçlü bir hükümet kurulmasını istediğinizi de biliyorum ama bizim ilkelerimizden birisi vergi denetimi siyasi sopa olarak iktidarın elinde olmamalıdır, denetim objektif yapılmalıdır. Hükümeti eleştirdi diye bir iş adamının ensesinde boza pişirilmemelidir. Bizim olmazsa olmaz ilkelerimizden birisi de budur.
On ikinci ilkemiz: Kamu maliyesi kesinlikle şeffaf olmalı. Vatandaş vergisini ödüyor, çocuk doğduğu andan itibaren vergi öder. Belki yurttaşlarımız şöyle düşünebilirler: Bizim vergi idaresinde kaydımız yok, dolayısıyla biz vergi ödemiyoruz. Hayır, değerli vatandaşım, çocuğun doğduğu andan itibaren vergi öder, çocuk bezi alırsınız vergi ödersiniz, su içirirsiniz vergi ödersiniz, vergi ödemediğiniz tek alan var, teneffüs ettiğimiz hava, onun dışında her şey vergiye tabidir. O zaman şu soruyu soracaksın değerli arkadaşım: Ben vergi veriyorsam benim vergimi harcayan siyasi iktidar bunun hesabını vermelidir. Demokrasi böyle güçlenir. Bu soruyu sormazsan bu ülkeye demokrasi gelmez. Bu soruyu soracaksın. Benim ödediğim vergiyi nereye harcadın sen arkadaş?
Türkiye Büyük Meclisinde yeni bir komisyon kurulacak, İç Tüzük değişikliği, kesin hesap komisyonu. Bütçe paralarının nerelere harcandığının hesabını kesin hesap komisyonunda iktidar verir. Kesin hesap komisyonunun başkanı ana muhalefetten, iktidar muhalefete hesap vermekten korkmayacak ve çekinmeyecek çünkü ben topladığım her kuruşun hesabını veririm diyecek, şeffaf saydam bir yönetim istiyoruz. Bu da bizim temel ilkelerimizden birisidir.
On üçüncü ilkemiz: Özgürlükçü, demokratik bir Anayasa. 12 Eylül darbe hukukunun bütün tortularını temizleyen özgürlükçü ve demokratik bir anayasa. 60 madde üzerinde büyük ölçüde uzlaşma sağlandı. Eminim grubu olan dört siyasal parti uzlaşır ve güzel bir anayasayı tekrar Türkiye Büyük Millet Meclisine sunar. Yasama organının, yürütme organını yani güçler ayrılığını dengeli bir şekilde kurumları yeniden ona göre oluşturmalıdır.
On dördüncü ilkemiz: Biz bunları saydığımız zaman “Efendim nasıl olur da yolsuzlukları saymıyorsunuz” diyebilirler. On dördüncü temel ilkemiz de bu. Hiçbir yolsuzluk dosyası asla kapatılamaz, bütün yolsuzluk dosyaları açılacak. Eğer yolsuzluk dosyaları kapatılıyorsa Parlamento itibar kaybeder, Parlamento güven kaybeder. Siyaset kurumu yolsuzlukların üzerine giden değil, yolsuzlukları örten bir kurum olarak algılanır. O nedenle bizim temel ilkelerimizden birisi hiçbir yolsuzluk dosyası kapatılamaz, bu çerçevede bakıyoruz. Bizim ilkelerimiz bunlar. Ben açık ve net söyledim, yine söylüyorum: Diğer siyasal partiler de ilkelerini açıkça bizim ortaya koyduğumuz gibi koysunlar. İlkeleri yakın olan partiler oturup koalisyon hükümetini kursun. Bu ilkelerimizden şunu kabul etmiyoruz diyenler varsa onu da çıkıp söylesin. Bakın yeni bir siyaset anlayışını getiriyoruz. Kavgadan uzak, kısır çekişmelerden uzak, sen şunu yaptın, sen şunu demekten uzak, halkın sorunlarına kilitlenmiş temiz siyaseti getiren, hesap vermekten korkmayan, siyasetin hem sorgulayan hem hesap veren, dengesini kuran yeni bir anlayışı getiriyoruz ve bu anlayışın halk tarafından da desteklenmesi gerekir. Saygıdeğer yurttaşlarımın da bu anlayışa destek vermelerini istiyorum. Yeni bir anlayışı, yeni bir siyaset anlayışını Türkiye’ye getirmek zorundayız ve bütün bunlardan ortaya çıkan bir gerçek var: Cumhuriyet Halk Partisi sorun olan değil, sorun üreten değil, Cumhuriyet Halk Partisi çözümlerin adresi, Cumhuriyet Halk Partisi her soruna karşın çözüm üreten bir parti. Ve buradan 77 milyon yurttaşıma sesleniyorum: Geçmişte derdiniz ki CHP hep eleştirir, hiç öneri getirmez. Kapı gibi düzgün, her vatandaşın kabul edeceği 14 öneriyi, 14 ilkesi getirdik. Şu soruyu kendine sor değerli vatandaşım: CHP dışında bu kadar açık, bu kadar net, bu kadar dürüst öneri, ilke getiren başka hangi parti var? Ve şunu bütün vatandaşlarımın bilmesini isterim: Bizim bütün hedefimiz bu ülkenin selameti, bu ülkenin güçlü olması. Eğer biz bunları yapabilirsek gerçekten Türkiye çok güçlü olur, saygınlık kazanır, o zaman yalnızlaşmaz, dünyanın da itibar ettiği bir ülke hâline gelir, sözü dinlenen bir ülke hâline gelir. Sorunlar olduğunda başvurulan bir ülke hâline geliriz, sorunları çözen bir Türkiye hâline gelmiş oluruz. Ana hedefimizin bu olması gerekir.
Ben hepinize yürekten teşekkür ediyorum değerli arkadaşlarım.