29.11.2011

29 Kasım 2011 tarihli TBMM Grup Konuşması

Genel Başkan Kılıçdaroğlu TBMM’de, “Bu CHP’nin tarihidir’ diyen Başbakan Erdoğan’a, Peki kardeşim senin tarihin hangisi, sen ağaç kovuğundan mı çıktın?” diye seslendi.

“Senin bir geçmişin yok mu, senin kökün, kökenin yok mu? Gerçi sen kendi kişisel tarihinin yükünü bile taşıyamıyorsun, kendi geçmişinden utanan birisin. Cumhuriyetin sorumluluğunu taşımak zaten sana ağır gelir, sen onu taşıyamazsın”

-“Başbakan Erdoğan bana, ‘Hangi aşirete”, ”hangi inanç sistemine mensup” olduğumu sordu.”Ben çıkıp dedim ki; ‘Sen kin ve nefret tohumları ekiyorsun topluma’ Kimse duymadı bunu. Gazeteler de duymadı. Sadece vay sen bunu nasıl eleştirirsin diye beni eleştirdiler”

-“Sen bir insanın inancının, bir insanın mensubunu soyunu sopunu sorgulayacak yetkiyi nereden alıyorsun? Bu ayıbı nasıl yapıyorsun diye bir Allah’ın kulu çıkıp sormadı. Hemen ifade edeyim ki; insanların soyuyla, sopuyla inancıyla meşgul olmayı siyaset zannedenler kendi soyuyla sopuyla problemi olanlardır”

-”Mezhebi sahih olan bir siyasetçi böyle bir sorumsuzluk yapmaz”

-“Ben Sayın Başbakanın devlet adamı sorumluluğundan uzak bu sorularına cevap vermeyi ulusumuzun tarihsel mirasına, kimliğine hakaret sayarım. Koyun koyuna yatan şehitlerimizin ruhaniyetine hakaret sayarım. Atatürk’ün ve Cumhuriyetin ideallerine hakaret sayarım”

-“Ben CHP Genel Başkanıyım. En zor zamanda bile ‘Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh da bütün vatandır’ diyen şerefli bir kişinin mirasçısıyım”

-“Ben CHP’nin Genel Başkanıyım. Benim misyonum, benim sorumluluğum toplumu ayrıştırmak, bölmek değildir. Benim misyonum insanları birbirine düşürmek, hasım etmek değil, birleştirmek bütünleştirmektir.”

-“ Biz insanların etnik kökenine bakmayız. Biz insanların inancına karışmayız, mezhepleri ile ilgilenmeyiz. Çünkü biz CHP’yiz. Biz din kavgalarını, mezhep kavgalarını her türlü kardeş kavgasını tarihe gömen bir partiyiz”

-“ Hiç kimse unutmasın, herkesin kimliği de inancı da mezhebi de CHP’nin güvencesi altındadır. Biz sayın Başbakan’ın soyunu sopunu neye inanıp inanmadığını da merak etmiyoruz.

-“Recep Tayyip Erdoğan unutmasın. Ben sadece Dersimli değilim, ben Konyalıyım, ben İzmirliyim, ben Uşaklıyım, ben Diyarbakırlıyım, ben Hakkariliyim, ben Trabzonluyum, Ben Türkiyeliyim Recep Tayyip Erdoğan.”

-“Başbakan, ‘Bu CHP’nin tarihidir, tarihiyle yüzleşsin’diyor. O dönemi, sadece CHP’nin tarihi olarak görmek için cahil olmak gerekir. Ama sadece cahil olmak yetmez, Recep Tayyip Erdoğan olmak gerekir”

-“Senin reddettiğin o tarih, Cumhuriyet’in tarihidir, senin reddettiğin o tarih hepimizin tarihidir, günahıyla sevabıyla hepimize, bize aittir.”

-”Dersim cayır cayır yansa senin yüreğin sızlamaz, senin Dersim diye bir derdin yok, senin Cumhuriyete karşı hesapların var”

-”Devlet Dersim’den özür dileyecekse, buyursun dilesin. Fakat Başbakan özür dilemiş değildir. Bakmayın yalaka medyanın, özür dilediği lafına”

-“Başbakan konuşmasında, ‘devletin özür dilemesi gerekiyorsa ve literatürde varsa ben özür diyorum’ demiştir. Özür dileme diye bir şey söz konusu değil. Devlet böyle özür dilemez. Okuduklarını anlamayan yalaka korosuna şunu da söylemek isterim; Devlet hukuki prosedür içinde özür diler, böyle özür dilemez.”

-”Eğer siz özür dileyecekseniz, adam gibi dileyin. İnsanları devletine karşı kışkırtarak, toplumun bağrında yeni yaralar açarak, kardeşi kardeşe düşman ilan ederek özür dilenmez. Başbakan’ın konuşmasında kin, nefret ve intikam duygusundan başka bir şey yok”

-“Sayın Erdoğan, 73 yıl önce Dersim’de yapılan bir başka zulmü, bugün kendisine siper ediyorsa, bugün yaşayan Dersimlilere ettiği zulmü, Dersim’in ölüleri arkasına gizlemeye çalışıyorsa, bu hepimizin görüp göreceği en büyük siyasi ahlaksızlıktır”

-”Erdoğan’ın unutmaması gereken bir şey daha var. Yunan kuvvetleri Polatlı’ya geldiğinde top sesleri Ankara’dan duyuluyordu. Meclis’in Kayseri’ye taşınması konuşuluyordu. Bir yiğit adam kürsüye çıktı. ‘Biz buraya kaçmaya değil, ölmeye geldik’ dedi. Bunu söyleyen adam Dersim Milletvekili Diyap Ağa idi. Ama sen kalkıp diyorsun ki; ‘Benim dedem bana tavuk kümeslerinde nasıl saklandıklarını anlattılar.”

-“Dersimli’ye birinci sınıf yurttaş kimliği kazandıran Cumhuriyet’tir. 9 yıldır adam yerine koymadığın Dersimlileri kendi oyununa alet etme”

-İzmirli kadınlarla gençlere seslenen Kılıçdaroğlu, “Yarın, Balbay’ın tutukluluğun bininci günü, Gündoğdu Meydanı’ndaki Cumhuriyet Ağacı Heykeli’ne birer karanfil bırakın” dedi

-”Hukukun olmadığı yerde tuz kokar. Türkiye’de tuzun koktuğu bir süreci yaşıyoruz”

-”Silivri toplama kampı şu anda Türkiye’nin en büyük düşünce üretim kuruluşlarından birisidir. Orada bir siyasi mahkeme var, yargılananlar AKP karşıtlarıdır”

-“TBMM Başkanı’nı şikayetçi olduğu Uzun tutukluk süresiyle ilgili olarak göreve davet ediyoruz. Ya görevini yap, girişimde bulun, ya da o koltuğu bırak”

-“Başbakan Erdoğan ”CHP’li bazı belediyelerin, Alman vakıflarından aldığı kredileri PKK’ya aktardığını öne sürdü. Çıktım ‘Karnından konuşma, o belediyeleri açıkla’ dedim. Tık yok. Gensoru verdik, Meclis Televizyonu yayınlamasın diye Cumaya denk getirdiler ve Başbakan da kaçtı, gelmedi. Kendisini Meclis kaçkını ilan ediyorum”

-“Meclise gelme yürekliliğini göstermiyorsun sen. Adam gibi adamsan, iddianın arkasında durursun. Kaçmayacaksın, yürekli olacaksın. Kaçacaksın, açıkça yalan söyleyeceksin, sonra bu ülkede Başbakanlık yapacaksın. Yalancı adamdan Başbakan olmaz.”

-”30 bin liran varsa bastır parayı al tezkereni. Paran yoksa doğru askere.Bu nasıl anlayıştır. 30 bin lirayı bastırıyorum. Hiçbir şey olmadan tezkeremi alıyorum. 30 bin lirası olmayan fakir fukara ise doğru askere”

-“AKP ülkenin çıkarlarını savunan bir parti değil. Çünkü bu AKP’nin lideri ülkesini pazarlamakla görevli olan bir kişi”

-“ Biz, işsizlik ve umutsuzluk batağında kıvranan ve kendinden utanan milyonlarca işsizimize nasıl iş bulacağız. Onun derdindeyiz. Bu ülkede gencecik çocukları terörün pençesinden nasıl kurtarıp alırız. Onun derdindeyiz. Biz bu ülkede analar göz yaşı dökmesin, onları da kazanalım. Ülkeyi özgürlüğü, barışı hoşgörüyü getirelim. Onun peşindeyiz”

-“Son 5 yılda Cumhuriyet tarihinde bir rekor daha kırıldı. İntihar edenlerin sayısı bin 972 oldu. Biz bu intiharları nasıl engelleriz onun peşindeyiz. Kadına yönelik şiddet yüzde bin 400 arttı. Bizim derdimiz bunu nasıl engelleriz? Bizim derdimiz bu Başbakan’ın derdi farklı. Ben bu ülkeyi nasıl bölerim, kardeşi kardeşe nasıl düşürürüm. Buradan nasıl siyasi rant elde ederim aramızdaki fark bu”

-“Biz ülkeyi, o kendisini. Biz vatandaşın cebini, o kendisininkini düşünür. Aramızdaki fark bu. Buradan sesleniyorum, ülkemizin birlik ve bütünlüğünü, kardeşliğini sana yıktırmayacağız. Acılar üzerine kurduğun tuzaklara düşmeyeceğiz. Dikta heveslerine boyun eğmeyeceğiz. Yarattığın korku imparatorluğuna direneceğiz. Senin o korku imparatorluğuna teslim olmayacağız”

-“Yeri gelirse Nene Hatun olacağız direneceğiz, yeri gelirse Sütçü İmam olacağız direneceğiz, yeri gelirse Kubilay olacağız direneceğiz, yeri gelirse Uğur Mumcu olacağız.”

Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu TBMM’de CHP Grup Genel Kurulu’nda sık sık alkışlarla kesilen bir konuşma yaptı ve şunları söyledi:

Değerli arkadaşlarım, değerli milletvekilleri; hepinizi selamla, saygıyla selamlıyorum. Umuyorum güzel bir toplantı olacak. Sözlerime başlarken Sayın Başbakana acil şifalar diliyorum. Umarım kısa süre içinde sağlığına kavuşur, görevinin başına döner. Bizim elimizden gelen kendisine acil şifalar dilemek.

Değerli arkadaşlarım, dün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden bir yargıcımızın bugün medyada yer alan konuşmaları var. Sayın Karakaş şöyle diyor: “Hukuk ihlalleri konusunda Türkiye ile Avrupa Konseyi üyesi ülkeler arasında uçurumlar var.” Yani Türkiye ile Avrupa Konseyi üyeleri arasında hukuk açısından uçurumlar var. Eğer bunu ana muhalefet partisi lideri olarak ben söyleseydim AKP’nin bütün kadrosu, artı bütün yalaka medya “Vay efendim, sen bunu nasıl söylersin?” derdi. Bunu söyleyen bir yargıç, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde görevli bir yargıç; bilgisine, birikimine güvendiğimiz bir yargıç ve bunu söylüyor. Son dokuz yılda ileri demokrasinin bizi getirdiği nokta bu. AKP’nin ileri demokrasisi, Batı’nın hukuku karşısında geriye giden bir demokrasi, hukukta ciddi zemin kayması var. Dolayısıyla hukukun olmadığı yerde adalet olmaz, özgürlükler olmaz, demokrasi olmaz, kadın erkek eşitliği olmaz, olmaz da olmaz, yani hukukun olmadığı yerde tuz kokar. Türkiye’de tuzun koktuğu bir süreci yaşıyoruz. Neden dokuz yıl diyorum? Bakın, yargıcımız şunu da söylüyor: “Geçen yıl 6.600 olan başvuru sayısı son bir yılda 9 bine çıktı.” İnsaf. Bizden sonra gelen Fransa 200, bizde 9 bin. Nasıl oluyor arkadaşlar? Üstelik daha Silivri Toplama Kampının dosyaları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitmedi, daha oraya götürülmedi. 9 bin olacak belki de 19 bin, 20 bin olacak. Hangi çağda yaşıyoruz? Hangi hukuk zemininde yapılıyor bütün bunlar? Bunların sağlıklı sorgulanması lazım.

Değerli arkadaşlarım, hukukun bu noktaya gelmesinin temel nedeni şu: Hukuk siyasallaştırıldı, AKP’nin, yani siyasi iktidarın emrine verildi. Birileri kapalı kapılar ardında karar alıyor, yargıç onun altına imzayı atıyor. Bu süreç tuzun koktuğu süreçtir. Bu sürece karşı hepimizin mücadele etmesi lazım. Ne yapıyorlar? Önce kişiyi belirliyorlar, iktidara karşı yazı mı yazdın, televizyonda haber mi yaptın, bir toplantıya mı katıldın terör örgütünün üyesi ya da terör örgütüne yardım ve yataklık yapmak. Savcıyı da buluyorlar, delili de alıyorlar doğru içeriye, bir gizlilik kararı dosyaya, avukatı da göremiyor; ya ben neden tutuklandım, avukatı bilmiyor. Avukat biraz ileri giderse o da içeriye. Ondan sonra kim savunmayı yapacak? Daha bunlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin gündemine gelmeyen konular. Bunlar geldiği zaman göreceksiniz ki Türkiye’deki hukuk ayıbını bütün dünya öğrenecek. Eskiden biz Avrupa Birliğine gittiğimizde ya da Batı’ya, Brüksel’e gittiğimizde hep “CHP statükocu partidir, AKP değişimden dönüşümden yanadır, demokrasiden yanadır” bize de demokrasi karşıtı bir parti olarak söylüyorlardı. Geçen hafta Brüksel’deydim, daha biz konuyu açmadan Türkiye’de hukuku, demokrasi zaafını onlar anlatıyorlar bize, artık bütün dünya bunu biliyor. Bütün dünya biliyorsa kulakları sağır olan iktidar yandaşlarının ve onların yalakalarının da artık bilmesi lazım.

Bakınız değerli arkadaşlar, mahkemenin aldığı iki dinleme kararı: Terör örgütü üyesi diye alıyorlar içeriye, tutuklanmadan önceki karara bakın. “Yapılan soruşturmada suç işlendiğine dair kuvvetli şüphe oluştuğu, ancak başka suretle delil elde etme imkânının bulunmadığı anlaşıldığından telefonlarının dinlenmesine” karar alıyorlar. Güzel. Atıyorsunuz içeriye, “ya arkadaş ben ne yaptım?” deniyor. “Ben herhangi bir örgüt falan üyesi değilim.” İtiraz, bir süre sonra serbest bırakılıyor. Aynı kişi hakkında mahkeme şu kararı veriyor bu sefer. Gerekçeye bakın Allah aşkına. “Soruşturmanın tam olarak aydınlatılabilmesi ve şüphelilerin tespitiyle suç delillerinin eksiksiz toplanması. Grubun hiyerarşik yapısının deşifre edilerek faaliyetlerinin ortaya çıkarılması ve şüphelilerin suç delilleriyle birlikte yakalanabilmesinin fiziki takip tarassut çalışmalarıyla mümkün olmadığından.” Adamı tuttunuz, içeriye aldınız, itiraz etti, dışarı çıktı, takip ediyorsun 24 saat bir şey bulamıyorsun, tarassut yapıyorsun 24 saat bir şey yapamıyorsun… Diyor ki “Başka türlü delil elde etme imkânı bulunmadığı anlaşıldığından telefonlarının dinlenmesine devam edeceğiz.” Bu ne demektir? Ben zorla nasıl bir suç bulabilirim, yargıçları nasıl ikna edebilirim bunun arayışında olan yargı bir hukuk olabilir mi? Böyle bir anlayış demokrasilerde kabul edilebilir mi? Buna biz evet, yaptığınız doğrudur diyebilir miyiz? Yargıya hep özenle yaklaştık, yargıyı hep özenle eleştirdik, dikkat ettik çünkü yargı hepimiz için son başvuracağımız yerdir, adaletin yara almamasını istedik ama kendisini siyasi otoritenin emrine veren yargıçları da deşifre etmek bizim boynumuzun borcudur, onları deşifre edeceğiz. Şu işe bakın Allah aşkına: Uzun tutukluluk süresinden herkes şikâyetçi, Cumhurbaşkanına soruyorsunuz “Ben şikâyetçiyim” diyor; Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına soruyorsunuz “Ben de şikâyetçiyim” diyor, bakanlar çıkıyorlar “Ya, bu bir ayıptır, böyle bir şey olmaz” diyorlar, Barolar Birliği Başkanı, en nihayet lütfetti, adalet yılının açılışında konuştu, uzun tutukluluk sürelerinden o da şikâyetçi oldu. Herkes şikâyetçi, niye çözülmez bir olay, niye çözülmüyor? Çünkü bir kişiyi ikna edemiyorlar, Recep Beyi, onu ikna edemiyorlar. Onun için hukuk mu? Hayır, hukuk yok. Onun ağzından çıkan zaten hukuk oluyor. Yargıçlar ona göre karar veriyor, böyle bir anlayış olabilir mi? Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanını göreve davet ediyoruz; ya görevini yap, şikâyet ettiğin konuda girişimde bulun ya da o koltuğu bırak arkadaş, oturmak zorunda mısın orada? Parlamentonun itibarını zedeliyorsun. Avrupa söylüyor, Amerika söylüyor, İngiltere söylüyor, Uganda bile söylüyor, “Bunlar olmaz, bu hukuk değildir” diyor. Sen de kulaklarını aç, sen de söylüyorsun “Olmaz” bize de söylüyorsun bunun olmayacağını, o zaman niye girişimde bulunmuyorsun? Oturduk, uzun tutukluluk süreleriyle ilgili konuştuk, bir komisyon kuruldu, başkanı da sendin, protokol imzalandı, medyaya açtık biz bunu, insan verdiği sözün arkasında durmaz mı? Bizim kitabımızda söz namustur mu? Evet, bizim kitabımızda söz namustur. O sözün arkasında duracaksın. Efendim biz protokol imzalamadık, o bir temenniydi. Altındaki imzalar kimin peki? Onları dışarıdan ithal mı ettik? Senin başkan yardımcın, senin grup başkan vekilin altına imza attı. İnsan biraz sıkılır, hadi bizden sıkılmıyorsan yanında çalıştığın senin grup başkan vekilin, genel başkan yardımcından sıkılır biraz. Ya siz bunun altına imza attınız denir. Nasıl bir anlayıştır bu.

Değerli arkadaşlar, Silivri Toplama Kampında adalet gerçekleşmez, bunu bileceğiz. Orası bir toplama kampıdır. Orada bir siyasi mahkeme var. Orada belli bir dünya görüşü yargılanmıyor, orada suçlular yargılanmıyor, orada yargılananlar AKP iktidarına karşı olanlardır. İçinde profesörler var, doktorlar var, yazarlar var, gazeteciler var, Silivri Toplama Kampı şu anda Türkiye’nin en büyük düşünce üretim kuruluşlarından birisidir. Kitaplar yazılıyor, gazeteler çıkarılıyor, artık insanlar orada kitap yazıyorlar, düşüncelerini açıklıyorlar. Göreceksiniz, 12 Eylül rejiminin yarattığı süreç sonunda nasıl ayrı bir edebiyat oluştuysa Silivri toplama kampı sonrasında da özel bir edebiyat, özel bir sinema oluşacaktır, hep beraber bunun tanığı olacağız.


Bugün 999’uncu gün. Sevgili Mustafa Balbay’ın, bizim İzmir Milletvekilimizin hapiste kaldığı süre, 999’uncu gün, yarın 1000’inci gününü dolduracak. Buradan bütün İzmirli kadınlara, gençlere sesleniyorum. Yarın elinize kırmızı bir karanfil alarak Gündoğdu Meydanı’nda cumhuriyet ağacı heykeline birer karanfil bırakın ama sessizce bırakın o karanfili. Sizin sessizliğiniz birilerinin yüzüne şamar gibi insin diye. O kadar ileri gittiler ki, bizim Grup Başkan Vekilimiz Sayın Muharrem İnce, efendim hükümeti eleştirdi diye hakkında fezleke düzenleniyor. Şuna bakın siz. Hangi demokrasi anlayışı bu? Hangi kültürden geliyorsunuz siz? Hangi çağdışı kafalara teslim oldunuz siz? Böyle bir anlayış olabilir mi? Oda tv’nin iddianamesine bakın, efendim arkadaşlarımız soru önergesi vermişler hükümeti yıpratmak için. Ne yapalım? Onların muhalefet anlayışına göre biz hükümeti öveceğiz, sabah öveceğiz akşam öveceğiz, böylece onların istediği muhalefet olacağız. Avuçlarını yalar onlar. Eğer bir muhalefet milletvekili hakkında hükümeti yıpratmaktan, hükümeti eleştirmekten fezleke düzenleniyorsa o ülkede, açıkça söylüyorum, demokrasi yoktur, yara almıştır.

Saygıdeğer arkadaşlarım, belli konular var ki sık sık gündeme getirmemiz lazım. Bunlardan birisi de Sayın Başbakanın söylediği önemli bir iddia. Dedi ki “Cumhuriyet Halk Partisi bazı belediyeler Alman vakıflarından aldıkları kredileri müteahhitler aracılığıyla PKK’ya aktarıyorlar.” Ciddi bir iddia, söyleyen kişi de önemli bir kişi, Türkiye Cumhuriyetinde Başbakanlık yapıyor. Bu iddia üzerine çıktım, açıkça söyle, karnından konuşma, o belediyeyi açıkla dedim. Tık yok. Tık yok. Vermezsen, açıklamazsan hakkında gensoru vereceğiz, Meclise geleceksin orada açıklayacaksın. Tık yok. Gensoruyu verdik, bizim gensoru görüşmesini Meclis Televizyonu yayınlamasın diye Cuma gününe denk getirdiler ve Başbakan kaçtı gelmedi. Kendisini Meclis kaçkını ilan ediyorum, Meclise gelme yürekliliğini göstermiyorsun sen. Adam gibi adamsan, adam gibi adamsan iddianın arkasında durursun. Kaçmayacaksın, yürekli olacaksın, eğer –senin deyiminle-sürçülisan ettinse çıkacaksın özür dileyeceksin, özür dilemekte bir erdemliktir. Hem kaçacaksın, gensorudan da kaçacaksın, iddianın arkasında durmayacaksın, açıkça yalan söyleyeceksin sonra kalkacaksın bu ülkede Başbakanlık yapacaksın. Yalancı adamdan Başbakan olmaz. Gensoru görüşmelerinde de hiçbir AKP yetkilisi çıkıp şu belediyedir demedi. Son bir görevimiz kaldı, şimdi Recep Tayip Erdoğan hakkında belediyelerimiz tazminat davası açacaklar. Gitsin mahkemeye bakalım, mahkemede ne denecek, bu yolu deneyeceğiz. Zaten böyle bir şey olsaydı, siz emin olun, davul zurnayla, Mısır’daki sağır Sultan’a bile, yalakalarının eşliğinde defalarca giderlerdi, günün yirmi dört saati o yakala televizyonlarda programlar yaparlardı hangi belediye başkanı nasıl almış, ne zaman almış, bütün bunları yaparlardı. Bakın, onlarda da tık yok. İnsan biraz sıkılır, insan biraz ya ne oluyor bu ülkeye der. Bir Başbakan yalan söyler mi diye çıkıp bir laf eder. Ederler mi? Edemezler, güçleri yetmez. Siyasi otoriteye, zorbalığa teslim olanlar özgürce konuşamazlar, zaten temel sorunumuz da bu, özgürlüğün olmaması.

Değerli arkadaşlarım, önemli bir konu daha askerlik olayı. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk yaşanıyor. 30 bin liran varsa bastır parayı al tezkereyi, paran yoksa doğru askere. Bu nasıl bir anlayıştır? Böyle bir şey olabilir mi? Parayla tezkere alacaksın, 21 gün bile askere gitmeyeceksin. Şimdi, Burdurlular, Burdurlu esnafımız “21 günü istiyoruz” diyorlar, “21 günü geri istiyoruz.” O esnaf kardeşlerime sesleniyorum. O pankartları astınız, size düşen bir görev var, ilk seçimde görevinizi yapın. Sizi aldatan, size yalan söyleyen AKP iktidarına teslim olmayın, gereğini yapın. Bizim Anayasa’mızın güzel bir hükmü var. 11’inci madde “Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.” diyor. Bu ne? 30 bin lirayı bastırıyorum, hiçbir şey olmadan tezkeremi alıyorum. 30 bin lirası yok fakir fukaranın ne olacak? Doğru askere. Terörle mücadele, sen de askere kardeşim. Bakın, bu karardan önce ne diyor Sayın Başbakan: “Ben böyle bir şey yapmam, yaparsam da referanduma giderim” diyor. “Çünkü parası olan var, parası olmayan var; parası olan bastıracak parayı askerlikten kurtulacak. Parası olmayan gidecek askerlik yapacak. Kimlerle görüştüysem ben kenar köşedeki, izbe yerlerdeki vatandaşım onlar bu işe hiç sıcak bakmıyor.” Ben o vatandaşıma -izbe yerdeki vatandaşım demiyorum da, gariban yoksul vatandaşım diyorum- seni zaten AKP unuttu, senin çocuğun askere gidecek. AKP senin çıkarlarını savunan bir parti değil, AKP ülkenin çıkarlarını savunan bir parti değil çünkü AKP’nin lideri ülkesini pazarlamakla görevli olan bir kişi, onun öyle bu taraklarda bezi yok. Saygıdeğer arkadaşlarım, geçtiğimiz hafta Sayın Başbakan ana muhalefet liderine şunu söyledi, yani bana: “Hangi aşirete mensup olduğunu açıkla. Hangi inanç sistemine mensup olduğunu açıkla.” Bunu söyleyebiliyor. Ben çıkıp dedim ki, sen kin ve nefret tohumları ekiyorsun topluma. Kimse duymadı bunu. Gazeteler de duymadı bunu. Sadece “vay sen bunu nasıl söylersin” diye beni eleştirdiler. Yahu sen, bir insanın inancını, bir insanın mensubunu, soyunu sopunu sorgulayacak yetkiyi nereden alıyorsun sen? Bu ayıbı nasıl yapıyorsun diye bir Allah’ın kulu çıkıp sormadı. Hemen ifade edeyim ki, insanların soyuyla sopuyla, inancıyla meşgul olmayı siyaset zannedenler, kendi soyuyla sopuyla problemi olanlardır. Mezhebi sahih olan bir siyasetçi böyle bir sorumsuzluk yapmaz. Biz büyük bir imparatorluğun mirasçılarıyız. Tarihin potasında bin yıldır beraber olduk ve bir ulus olduk, biz artık bir milletiz. Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, Yemen Çöllerinde, Sakarya’da, Dumlupınar’da beraber yatanların, kucak kucağa yatanların evlatlarıyız biz. Sayın Recep Tayyip Erdoğan, böyle bir ulusun çocukları arasına nifak sokmaya, kin tohumları ekmeye nasıl cüret edebilir? Hangi ahlak bunu gerektiriyor? Ve eminim, bu kin tohumlarını eken, nifak tohumlarını eken ilk Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dır, inşallah bu sonuncusu olacaktır. Ben, Sayın Başbakanın devlet adamı sorumluluğundan uzak, bu sorularına cevap vermeyi ulusumuzun tarihsel mirasına, kimliğine hakaret sayarım. Koyun koyuna yatan şehitlerimizin ruhaniyetine hakaret sayarım. Atatürk’ün ve cumhuriyetin ideallerine hakaret sayarım. Recep Tayyip Erdoğan unutmasın, ben sadece Dersimli değilim, ben Konyalıyım, ben İzmirliyim, ben Uşaklıyım, ben Diyarbakırlıyım, ben Hakkâriliyim, ben Trabzonluyum, ben Türkiyeliyim Recep Tayyip Erdoğan. Recep Tayyip Erdoğan’ın unutmaması gereken bir şey daha var. Yunan kuvvetleri Polatlı’ya geldiğinde top sesleri Ankara’dan duyuluyordu. Meclisin Kayseri’ye taşınması tartışılıyordu. Bir yiğit adam kürsüye çıktı ve şunu söyledi: “Biz buraya kaçmaya değil, ölmeye geldik.” Bunu söyleyen adam Dersim Milletvekili Diyabağa idi. Ama sen kalkıp diyorsun ki, benim dedem, babam bana tavuk kümeslerinde nasıl saklandıklarını anlattılar. Ben sana ne söyleyeyim. Ben sana ne söyleyeyim. Ben Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanıyım. En zor zamanda bile, “hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır” diyen şerefli bir kişinin mirasçısıyım. Ben Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanıyım. Benim misyonum, benim sorumluluğum toplumu ayrıştırmak, bölmek değildir; benim misyonum bu ülkede insanları birbirlerine düşürmek değildir; birbirine hasım etmek değildir, birleştirmek, bütünleştirmektir. Biz insanların etnik kökenlerine bakmayız. Biz insanların inancına karışmayız. Biz insanların mezhepleriyle ilgilenmeyiz çünkü biz Cumhuriyet Halk Partisiyiz. Biz, din kavgalarını, mezhep kavgalarını, her türlü kardeş kavgasını tarihe gömen bir siyasi partiyiz. Herkesin kimliği de, inancı da, mezhebi de hiç kimse unutmasın Cumhuriyet Halk Partisinin güvencesi altındadır.

Biz, Sayın Başbakanın soyunu sopunu, neye inanıp inanmadığını da merak etmiyoruz. Biz bu gece Van’da, Erciş’te çocuklar soğuktan, açlıktan neler çekiyorlar onun derdindeyiz. Biz, depremzedeler acaba sorunlarını nasıl aşacaklar onun derdindeyiz. Türkiye gibi bir ülkede nüfusun yarısı yoksulluk sınırının altına düşmüşse biz onun derdindeyiz. Türkiye her yıl, iddia edildiği gibi büyüyorsa, aç insanların sayısı nasıl bu kadar artıyor onun derdindeyiz. İşsizlik ve umutsuzluk batağında kıvranan ve kendinden utanan milyonlarca işsizimize nasıl iş bulacağız onun derdindeyiz. Bu ülkede gencecik çocuklarımızı terörün pençesinden nasıl kurtarıp alırız onun derdindeyiz. Biz bu ülkede analar gözyaşı dökmesin, onları da kazanalım, ülkeye barışı, hoşgörüyü getirelim onun peşindeyiz. Son beş yılda cumhuriyet tarihimizde bir rekor daha kırıldı. İntihar eden yurttaş sayısı 16 972 oldu. Bu intiharları nasıl engelleriz onun peşindeyiz. Kadına yönelik şiddet binde 1 400 arttı, bunu nasıl önleriz onun derdindeyiz. Bizim dertlerimiz bu ama onun derdi farklı. Onun derdi de ben bu ülkeyi nasıl bölerim, kardeşi kardeşe nasıl düşürürüm, buradan nasıl bir siyasi rant elde ederim onun derdi de o; aramızdaki fark bu. Biz ülkeyi, o kendisini düşünüyor. Biz vatandaşın cebini, o kendi cebini düşünüyor; aramızdaki fark bu. Ama buradan sesleniyorum. Bu ülkenin birlik ve bütünlüğünü, kardeşliğini sana yıktırmayacağız, acılar üzerine kurduğun tuzaklara düşmeyeceğiz. Dikta heveslilerine boyun eğmeyeceğiz. Yarattığın korku imparatorluğuna da direneceğiz.

Senin o korku imparatorluğuna teslim olmayacağız. Yeri gelirse Nene Hatun olacağız direneceğiz; yeri gelirse Sütçü İmam olacağız, direneceğiz; yeri gelirse Kubilay olacağız, direneceğiz; yeri gelirse Uğur Mumcu olacağız, kafandaki karanlıkları yıkacağız.

Dokuz yıldır iktidardasın. Bu süre içinde cumhuriyet tarihinde görülmemiş partizanlıklar yapıldı, yapılmaya da devam ediliyor. Başta Dersimliler olmak üzere kendisine oy vermeyen herkesi ötekileştirdiler, herkesi düşman ilan ettiler. Hayatın her alanında ötekileştirme yaşattılar. Bırakın onları üçüncü sınıf vatandaş, beşinci sınıf vatandaş yerine bile koymadılar. Sayın Tayyip Erdoğan 73 yıl önce Dersim’de yapılan bir başka zulme, bugün kendisine siper ediyorsa, bugün yaşayan Dersimlilere ettiği zulmü, Dersim’in ölüleri arkasına gizlemeye çalışıyorsa, bu hepimizin görüp bileceği en büyük siyasi ahlaksızlıktır. Senin Dersim’de yaşanmış olanlara zerre kadar için yansaydı, o acıları yaşamış insanların çocuklarına beşinci sınıf vatandaş muamelesi yapmazdın. Kimi kandırıyorsun sen Sayın Başbakan? Sen milleti aptal mı zannediyorsun? Dersim cayır cayır yansa senin yüreğin sızlamaz. Senin Dersim diye bir derdin yok. Senin cumhuriyete karşı hesapların var, düşüncelerin var, biz onu çok iyi biliyoruz. Diyor ki “Bu, CHP’nin tarihidir. CHP tarihiyle yüzleşsin.” Bu ülkede o dönemi sadece CHP’nin tarihi olarak görmek için cahil olmak gerekir ama sadece cahil olmak yetmez Recep Tayyip Erdoğan olmak gerekir. Senin reddettiğin o tarih, cumhuriyetin tarihidir. Senin reddettiğin o tarih hepimizin tarihidir; günahıyla sevabıyla hepimize aittir, bize aittir. Tarihin içinden iyi sayfaları yırtıp kötü sayfaları ayıramazsınız. İlla diyorsan ki bu cumhuriyetin tarihidir, evet Cumhuriyet Halk Partisi buna sahiplensin diyorsan; evet, bu cumhuriyetin, bu CHP’nin tarihidir, biz tarihimizden korkmayız, tarihimizle yüzleşmek de bize onur verir. Hatta biz sadece cumhuriyetin tarihini sahiplenmeyiz, biz Osmanlıyı da Selçukluyu da sahipleniriz. Biz öyle tarihten korkmayız, tarihten ders alırız, hataları yapmamaya özen gösteririz. Tarih budur, ders alma aracıdır tarih. Recep Tayyip Erdoğan unutma, Dersimliler tarihinde ilk defa cumhuriyet döneminde birinci sınıf yurttaş konumuna gelmişleredir ve Dersimliye birinci sınıf yurttaş kimliği kazandıran cumhuriyettir. Onu herkesin bilmesi lazım. Eğer bugün Dersimlilerin korkusu varsa, o da sahip oldukları kazanımların bu hükümet tarafından ellerinden alınmak istenmesidir. Senin bu özür zincirinin nereye vardığını biz çok iyi biliyoruz. Senin yalakaların ve yandaşlarının nereye götürdüklerini de çok iyi biliyoruz biz. Hodri meydan diyoruz, gücün yetiyorsa yap ama dokuz yıldır adam yerine koymadığın Dersimlileri kendi oyununa alet etme.

Değerli arkadaşlarım, demokratik devletlerde geçmişle hesaplaşma olur, tarihle yüzleşme olur hatta özür dileme de olur. Özür dilemek devlet şanından bir şey kaybetmez. Asıl olan bugün vatandaşa nasıl davrandığınızdır. Devlet Dersim’den özür dileyecekse buyursun dilesin ancak Sayın Başbakanın yaptığı iş bu değildir. Özür dilemiş falan değildir. Bakmayın o yalaka medyanın “özür dilediği” lafına. Konuştuğu laf aynen şöyle: “Devletin özür dilemesi gerekiyorsa ve literatürde de varsa ben özür diliyorum.” Özür dileme diye bir şey söz konusu değil. Devlet böyle özür dilemez. Devlet yaraları sararak özür diler. Vatandaşın gönlünü okşayarak özür diler. Onu yücelterek özür diler. Eski hataları tekrarlamayarak özür diler. Okuduklarını anlamayan yalaka korosuna şunu da söylemek isterim ki; devlet hukuki prosedür içinde özür diler, böyle özür dilemez. Bundan önce geçmişte arkadaşlarım çok iyi hatırlarlar, milletvekili arkadaşlarım biz gerçekleri araştırma komisyonu kurulsun diye bir önerge verdik. Kimler reddetti bunu? AKP’liler. Peki, bu yalaka arkadaşların hiç aklına gelmiyor mu? Ya, CHP önerge verdi, faili meçhullerle de ilgili önerge verdi AKP reddetti. Peki onu reddeden birisi, nasıl oluyor da bunları yapabiliyor? Unutmasınlar, cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşelidir. Her yurttaşın bunu unutmaması lazım. Eğer siz, özür dileyecekseniz adam gibi özür dileyin. İnsanları devletine karşı kışkırtarak, toplumun bağrında yeni yaralar açarak, kardeşi kardeşe düşman ilan ederek özür dilenmez. Herkes Başbakanın üslubuna bir baksın. Yaptığı konuşmayı bir daha sükûnetle okusun, orada kin, nefret ve intikam duygusundan başka bir şey görmeyecektir. Diyor ki “Bu CHP’nin tarihidir.” Peki, kardeşim senin tarihin hangisi? Sen ağaç kovuğundan mı çıktın? Senin bir geçmişin yok mu? Senin kökün kökenin yok mu? Gerçi sen kendi kişisel tarihinin yükünü bile taşıyamıyorsun, kendi geçmişinden utanan birisisin sen. Cumhuriyetin sorumluluğunu taşımak zaten sana ağır gelir, sen onu taşıyamazsın.

Buradan sesleniyorum, bütün yurttaşlarıma sesleniyorum: Tarih siyasetçiler arasında günlük polemik konusu yapılmamalıdır. Günlük çekişmelere kurban edilmemelidir. Doğru bir yöntem değildir bu. Sayın Başbakanın tarzı ve üslubuyla da tarihle yüzleşilmez. Tarihle yüzleşmek mi istiyorsun, CHP’nin teklifini kabul edersin, bir komisyon kurulur, devletin arşivlerini açarsın, saygın tarihçileri orada görevlendirirsin gelir araştırırlar, gerçekler nedir oturur millete anlatırlar. Kitaplar yazılır, dokümanlar yazılır, tarihle yüzleşilir. Recep Tayyip Erdoğan, senin bütün hayatında okuduğun kitap sayısı üçü beşi geçmez. Sen bir kalkmışsın bu millete tarih dersi veriyorsun. Sen kim tarih kim.

Değerli arkadaşlarım, biz Cumhuriyet Halk Partisiyiz. Sorumluluk taşıyan bir partiyiz. Sorumluluğumuzun bilincinde olan bir partiyiz. Biz isteriz ki her siyasal parti sorumluluğunun bilincinde olsun. Siyasal partiler kin ve nefret tohumlarını ekmezler. Siyasal partiler ulusun bütünlüğünü savunurlar. Barışı egemen kılmak isterler, huzuru egemen kılmak isterler. Van’da, Erciş’te insanlar soğuktan tir tir titrerken biz kalkmışız neyin kavgasını veriyoruz. Orada o soğukta kalan insanlar bizim insanlarımız değil midir? Sırf o insanların mağduriyetini bu millet görmesin diye, bu milletin gündeminden çalayım diye böyle tartışmalara girmek doğru mudur? AKP’ye ve Recep Tayyip Erdoğan’a bir ders verdik. Okuduğu üç beş kitap vardı, umarım bizim konuşmaları da okur, ders alır.


Gündem'den Öne Çıkan Haberler