28.06.2016

28 Haziran 2016 tarihli TBMM Grup Konuşması

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU:

ÖNCE ASLAN GİBİ KÜKREDİLER, ŞİMDİ KEDİ GİBİ MİYAVLIYORLAR


CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Erdoğan 3 Ocak 2016’da: “İsrail’e muhtacız” demişti. Bu sözleşme bu muhtaçlığın boyutlarını gösteriyor. 20 milyon dolara satın alınan bir irade var. O irade Türkiye Cumhuriyeti’nin değil, Adalet ve Kalkınma Partisi iradesidir. Bunu bütün vatandaşlarımın bilmesini isterim. Ne demiştim bunların dış politikasına? Aslan gibi kükrerler, bir süre sonra kedi gibi miyavlarlar, geldikleri nokta bu. Şimdi miyavlama dönemini yaşıyorlar” dedi. CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup toplantısında yaptığı konuşma şöyle:

“SAKIN BUNLARA DOKUNMAYIN” DİYE TALİMAT VERENLER KİMLERDİ?
Yine sorumlu bir Türkiye’nin sorunlarını dile getirmek üzere bir grup toplantısını daha gerçekleştiriyoruz. Dün yetkililerin yaptığı açıklama, şehit sayımızın 700’ü geçtiği. Kıbrıs çıkarmasında bu kadar şehit vermedik. Evlere eğer ateş düşüyorsa, eğer anneler hâlâ ağlamaya devam ediyorsa ve her şehit cenazesinden sonra o anne “başka annelerin başına gelmesin, başka anneler aynı acıyı çekmesin” diye dilekte ve temennide bulunuyorsa hepimizin oturup düşünmesi gerekiyor. Neden oturup düşünmesi gerekiyor? Eğer bir ülkede 14 yıldır o ülkeyi yönetenler, yönetimi devraldıklarında terör sıfırken, bugün eğer terör kısa sürede 700 şehit getiriyorsa, o zaman bir sorun var demek. Herkesin ama herkesin, yaşlı genç, kadın erkek kendisine şu soruyu sorması gerekiyor: 14 yıldır bu ülkeyi kim yönetiyordu? 14 yıldır bu ülkenin sorunlarını çözmeyi bırakın yeni sorunları Türkiye’nin gündemine getiren bu iktidar kimdir? Eğer bu sorunun cevabını sorarsak kendi vicdanımıza buluruz. İnsanın vicdanı insanı yanıltmaz arkadaşlar yeter ki, bu soruyu kendi vicdanımıza soralım. Bu soru mu sadece? Hayır. Şu soruyu da sorun: Terör örgütü şehirleri silah deposu hâline dönüştürürken valilere talimat verip “Sakın bunlara dokunmayın” diye talimat verenler kimlerdi? Eğer bu sorunun cevabını kendi vicdanınızda alırsanız zaten Türkiye’nin sorunlarını çözmüş oluruz. Eğer bu soruyu kendi vicdanımıza sormuyorsak o zaman başka bir sorun var demektir, Türkiye’de bir sorun var demektir.

700 ŞEHİTTEN KİM KENDİSİNİ SORUMLU TUTACAK?

Vatandaş olarak bize düşen görev birinci soru budur, birinci sorunun alanı budur. Çevremizi sorgulayacağız, iktidarı sorgulayacağız. Elbette muhalefeti de sorgulayacağız ama önce bizim can ve mal güvenliğimizden sorumlu olan siyasi iktidarı hepinizin sorgulaması lazım. Hz. Ömer Dicle’nin kenarında kaybolan bir koyundan kendisini sorumlu tutuyorsa, 700 şehitten kim kendisini sorumlu tutacak, bunun cevabını arıyorum ben. Biz, bunların cevabını kendi vicdanımıza sormak zorundayız. Ülkeni seviyorsan, bayrağını seviyorsan, vatanını seviyorsan, çocuklarını seviyorsan, komşunu, akrabanı soruyorsan bu soruyu kendi vicdanına soracaksın sevgili vatandaşım, soracaksın ki Türkiye aydınlığa çıkmış olsun.

O DİKTATÖR BOZUNTUSU “TERÖRLE MÜCADELE ETMEK İÇİN EN AZ TERÖRİSTLER KADAR ONURLU VE GURURLU OLMALIYIZ” DİYOR

Bakın bütün bunlara rağmen geçen gün kalktı televizyonda bir konuşma yaptı o diktatör bozuntusu. Ne söylüyor? “Terörle mücadele etmek için en az teröristler kadar onurlu ve gururlu olmalıyız” diyor. Bütün şehit annelerine sesleniyorum, bütün şehit babalarına sesleniyorum, bütün gazilere sesleniyorum: Onuru ve gururu ne zamandan beri Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı teröristler üzerinden tanımlamaya başladı, ne zamandan beri? Onların, bütün şehitlerimizin ve gazilerimizin onuru var, gururu var, başımızın üstünde yeri var ama terör örgütü üzerinden tanım yapanları da şiddetle kınıyoruz. Onların ne onuru ne de gururu var. Namusu unuttular zaten biliyorsunuz, şerefi de unuttular, şimdi onuru ve gururu unutturmaya çalışıyorlar. Bu toprakların değerini bu kadar düşürmeye kimin ne hakkı vardır. Efendim, bu bir gafmış! Gaf değil efendim, gaf değil bu. Biliyorsunuz bu zat, cama bakıyor, promptera bakıyor, orada metinler geçiyor onları okuyor. Bakın o bölüme “En az teröristler kadar onurlu” diyor, sonra dönüyor buraya “Gururlu olmamız lazım” diyor. Evet, yazıklar olsun ama bu yazıklar olsunu sadece benim demem yetmiyor, ülkesini seven herkesin buna “Yazıklar olsun” demesi lazım. Arkadan gazeteler, televizyonlar tek tek aranıyor “Sakın bunu haber yapmayın” diye. “Haber yapmayın bunu, sakın haber yapmayın” diyorlar. Ben hadi, havuz medyasını anlarım değerli arkadaşlarım, peki bu merkez medyasına ne oluyor? Neden baskıya teslim oluyorsunuz? Baskıya teslim olunca kurtulacağınızı mı sanıyorsunuz? Attığınız her geri adım sizin boynunuza bir yular olarak gelecektir, attığınız her geri adım. Efendim, işte yanlışlıkla söyledi! Hiçte yanlışlıkla değil. Bu daha düne kadar şehitlere “Kelle” demiyor muydu? Bilmeyen mi var? Hepinize düşen bir görev var ve hepimizin sorumlulukları var; herkes sorumluluğunun bilincinde olmalıdır. Eğer onur ve şeref kavramı bu topraklar için, insanlık için, insanlık tarihi için çok önemliyse bunun hesabını halk adına medya sormalıdır, cesaretle sormalıdır. Ne zamandan beri onur ve gurur kavramı terörle bağlantılı gitmeye başladı? Terör bir insanlık suçudur.

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK OLMASAYDI SEN O OKULDA ÖĞRETMEN OLAMAZDIN

Değerli arkadaşlarım, ne diyorum? Türkiye iyi yönetilmiyor diyorum, iyi yönetilmiyor. Bursa’ya dönelim. Bursa’da karne günü. Genç bir kızımız kalkıyor, Atatürk’ün Gençliğe hitabesini okuyor. Vay sen misin Atatürk’ün Gençlik’e Hitabesini okuyan. Niçin? Önce disiplin kuruluna veriliyor. O öğretmenlere sesleniyorum, onu disiplin kuruluna veren o insanlara sesleniyorum, o zavallılara sesleniyorum: Mustafa Kemal Atatürk olmasaydı sen o okulda öğretmen olamazdın, öğretmen. Sana en büyük değeri veren Mustafa Kemal Atatürk, en büyük değeri veren. Cepheden çıkıp senin toplantılarına katılandır Mustafa Kemal Atatürk. Gençliğe Hitabede ne var? Türkiye gençliğe emanet ediliyor. Bakın burada bir siyasi görüş farklılığı yoktur. Her gencimizin siyasi görüşüne saygı duyarız ama bir nokta var ki Türkiye’nin bağımsızlığı ve cumhuriyet, bu konuda hepimiz ortak davranmak zorundayız. Bu, bizim ortak paydamız olmak zorundadır. O nedenle Atatürk’ün Gençliğe Hitabesini okuyan o kızımızın gözlerinden öpüyorum. Yürekli ol kızım, anneni, babanı ve seni yetiştiren öğretmenleri yürekten kutluyorum.

KUSURA BAKMA, SEN TÜRKİYE CUMHURİYETİ’Nİ TEMSİL EDEMEZSİN
Türkiye iyi yönetilmiyor diyorum. En derin krizlerinden birisini yaşıyor Türkiye Cumhuriyeti demiştim, defalarca demiştim. Dış politikanın değişmesi gerektiğini söylemiştim yüz seksen derece. Bu dış politika Türkiye’ye yarar getirmez demiştim. Bu dış politikanın mimarı cumhuriyeti kurunlardır demiştim. Hem yurtta barışı hem dünyada barışı savunanlardır demiştim. Dış politikada bir ülkenin daimi düşmanları ve daimi dostları yoktur; ülkelerin daimi çıkarları vardır ve bu nedenledir ki, dış politikanın milli olması gerektiğini söylemiştim. Nasıl 1963’te Ankara Anlaşmasını imzaladık Avrupa Birliğine girmek için ve gelen bütün iktidarlar aynı yolu sürdürdüler. Kıbrıs olayı, aynı yolu sürdürdüler. Dış politikanın milliliği buradan gelir. Ülkenin çıkarları üzerine tesis edilen bir dış politika olması lazım ama bunlar bu alandan da çıktılar. Dış politikası kendi kişisel politikaları ve iktidarları için kullanmaya başladılar ve bir iç politikanın malzemesi hâline getirdiler. Oysa dış politikanın kendine özgü ayrı bir dili vardır. Dış politikada konuşan insanların boğazında dokuz düğüm vardır, düşünmeden konuşmazlar. Bir satranç ustası gibi hareket etmek zorundadırlar; üç adım sonrası, beş hamle sonrası ne olacak diye oturup düşünmek zorundadır. Efendim, ben yaptım, sabah kalktım kararı verdim ve şunu söyledim. Onu söyledin, Türkiye’yi bu noktaya getirdin. Bakın dış politikayla ilgili gelişmeleri de kendi ülkemizin Dışişleri Bakanından almıyoruz, Cumhurbaşkanından almıyoruz, Başbakanından almıyoruz, nereden alıyoruz? Diğer ülkelerin yaptığı açıklamalardan öğreniyoruz. İsrail’le anlaşma oldu bir baktık ki Rusya’ya özür mektubu göndermişler, Kremlin açıklıyor: “Tayyip Erdoğan Putin’e mektup gönderdi, Türkiye Cumhuriyeti adına özür diledi.” Kimsin sen ya özür dileyecek? Kimsin sen? Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil edeceksen otur adam gibi temsil et. Sen, kusura bakma, Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil edemezsin, etme gücün, yeterliliğin yoktur senin. Bu nasıl bir ülke arkadaşlar? Nasıl bir ülke? Sınırımızı ihlal eden kim? Ruslar. Uçakla ihlal ettiler mi? İhlal ettiler. Angajman kurallarını kim belirledi? Biz belirledik. Bütün dünyaya duyurduk mu? Duyurduk. Uçağı düşürdüler “Ben uçağı düşürme talimatını verdim”, öbürü dedi ki “Hayır sen değil, ben talimatı verdim” bir yarışa girdiler. Sonra bir baktık, Rusya’dan özür diliyorlar.

SEN BU MİLLETİN ONURUNU VE GURURUNU AYAKLAR ALTINA ALDIN

Değerli arkadaşlarım, 27 Kasım 2015, Erdoğan CNN Enternasyonel’e çıkıyor: Spiker soruyor “Özür dileyecek misiniz?” Verdiği cevap: “Burada özür dilemesi gereken biz değiliz, hava sahamız ihlal edildi.” Doğru mu? Doğru. Niye özür diliyorsun? Neden özür diliyorsun? Benim hava saham ihlal edildi, başkalarının benden özür dilemesi lazım. Sıkıştı. Nedir bunların dış politikası? Önce aslan gibi kükreyeceksin, yemeyince de kedi gibi miyavlayacaksın, bunların geldiği nokta bu. Aslan gibi kükrediler “Ben talimatı verdim, Rus uçağını düşürdük” diye her tarafta iç politikanın malzemesi yaptılar. Şimdi kedi gibi miyavlıyorlar, acaba bizi nasıl affederler diye. Sen miyavlayabilirsin ama Türkiye Cumhuriyeti’ne gölge düşürüyorsun kardeşim, sen gölge düşürüyorsun, Türkiye Cumhuriyeti’nin onuruyla oynuyorsun sen. Bunu herkesin bilmesi lazım, bütün vatandaşlarımın bilmesi lazım. Elbette ki bütün ülkelerle dost olmak zorundayız, elbette ki barış içinde yaşamak zorundayız, elbette ki ortak çıkarlarımızı korumak zorundayız, bu konuda hiçbir tereddüdümüz yok ama ülkenin onurunu koruyarak, ülkenin gururunu koruyarak, bizim insanımızın, halkımızın onurunu ve gururunu koruyarak. Sen, bu milletin onurunu ve gururunu ayaklar altına aldın. Bunu bütün vatandaşlarımın bilmesini isterim.

ULUSLARARASI SULARDA GEMİYİ BASTILAR, 10 VATANDAŞIMIZI KATLETTİLER

Geldik İsrail’e anlaşmaya. Değerli arkadaşlar, sizi biraz geriye götüreceğim.31 Mayıs 2010 Mavi Marmara Gemisi Türk karasularından ayrılıyor. Diyorlar ki “Biz Kıbrıs’a gitmek üzere ayrıldık.” O gece gemi gitmeden önce AKP milletvekilleri de o gemiye binmek istiyorlardı. Hep beraber gidecekler, Gazze’ye insani yardım götürecekler, İsrail’in Gazze’ye yönelik ablukasını delecekler, bütün amaç bu. Sonra bir haber geldi, AKP milletvekillerine dediler ki “Siz binmeyin” onlar da binmediler. Vatandaşlar bu gemiye bindiler ve yola koyuldular. İsrail askerleri uluslararası sularda, altını özenle çiziyorum, İsrail’in karasularında değil uluslararası sularda gemiyi bastılar 10 vatandaşımızı katlettiler. Yaptığı doğru muydu? Asla doğru değildi. Korsan bir devlete yakışır bir eylemle Türkiye karşı karşıya kaldı. Uluslararası sularda bir geminin İsrail askerleri tarafından basılması, 10 vatandaşımızın katledilmesi hepimizin itiraz ettiği bir konudur. İtiraz edildi, hep beraber “Evet, hükümet burada doğrudur, bu itirazın arkasında hepimizin durması lazım” dedik.
Değerli arkadaşlar, az önce şunu söyledim: Dış politika iç politikaya malzeme edilmemelidir ama bunlar her seçim öncesi bunu gündeme getirdiler. İsrail’i bir numaralı düşman, İsrail halkını bir numaralı düşman ilan ettiler ve her seferinde olayın üzerine gittiler. Gidebilirler mi? Gittiler. Ama ne oldu? 8 Eylül 2011, Erdoğan açıklama yaptı: “Gazze’ye yardım gemilerine, Türkiye’den gidecek Gazze’ye yardım gemilerine Türk Silahlı Kuvvetleri donanması eşlik edecek” diye yani yardım gemisini göndereceğiz ama o yardım gemilerine bizim donanma eşlik edecek, ablukayı kıracağız diyor. Yapıldı mı? Yapılmadı. Neden Erdoğan bu kadar itibarsız? Bu sözleri yüzünden. Eğer sen, donanma eşliğinde yardım gemisini Gazze’ye göndereceğim diyorsan, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanıysan verdiğin sözün arkasında kapı gibi durursun ve gemileri gönderirsin. Gönderdi mi? Gönderemedi, miyavlamaya başladı, gönderemedi. Değerli arkadaşlar, bu, Türkiye’nin itibarına düşürülen en derin gölgelerden birisidir. Durmadı sözünde değerli arkadaşlarım.

DIŞ POLİTİKADA BÜYÜK LAF ETMEYECEKSİN

23 Nisan 2013, “Nisanda Gazze’ye gideceğim” diye bir açıklama yaptı. Nisan ayı oldu ortada bir şey yok. Sonra 14 Nisanda bir açıklama yaptı. “Tarih kesinleşti, Mayıs sonunda Gazze’ye gidiyorum” dedi. Mayıs geldi yine ortada bir şey yok ama bu ara Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry bir açıklama yaptı, açıklaması aynen şu 21 Nisan 2013’te. “Erdoğan’a Gazze’ye gitme dedim” açıklamasını yaptım. Bizimki durur mu? Durmaz, 14 Mayısta bir açıklama yaptı. “Kerry’nin demeci hiç şık değil.” Doğru, şık değil. “Haziranda Gazze’ye gideceğim” 14 Mayıs 2013. Şimdi 28 Haziran 2016 Gazze’ye gitti mi? Gidemez arkadaşlar. Bakın dış politikada, iç politikada söyleyebilirsin sorun değil ama dış politikada büyük lokma yutabilirsin ama büyük laf etmeyeceksin, arkasında durmayacağın lafı etmeyeceksin. Arkasında durmayacağın lafı edersen tükürdüğünü sana yalatırlar, işte geldiğimiz nokta budur.
Şu açıklamayı yaptılar, dediler ki “Mavi Marmara gelsin Aşdod Limanına götürelim, Aşdod Limanından Birleşmiş Milletlerin gözetiminde insani yardımları Gazze’ye götürelim.” “Hayır, biz ablukayı deleceğiz ve Gazze’ye gideceğiz” dediler ve olmadı bu, gerçekleştiremediler. Türkiye, İsrail’le ilişkilerini kesti, karşılıklı büyükelçiler çekildi.” Türkiye dedi ki “Benim üç şartım var; bir, özür dileyeceksin; iki, tazminat ödeyeceksin; üç, ablukayı kaldıracaksın.” Biz de buna destek verdik. Evet, madem sen böyle yaptın, 10 vatandaşımızı katlettin, üstelik hukuksuz katlettin, Birleşmiş Milletler raporlarında da bu var, orantısız güç kullandın, sen bu üç şartı yerine getireceksin, hükümet burada haklıdır dedik, hiç itiraz etmedik. Haklıdır, doğru, sonuna kadar haklıdır. Ama bakalım tabloya:
Bir: Şu ana kadar yazılı resmî bir özür Türkiye Cumhuriyeti’ne ulaşmış değil. Sadece şu söyleniyor: Efendim, Netanyahu telefonla Obama’nın yanında benden özür diledi. Bir özür dileme var mı, yok mu bilmiyoruz ama öyle bir laf var. Ama kendisi kalkıp Putin’e mektup yazmasını biliyor, Netanyahu’dan resmen yazılı bir özür mektubu isteyemiyor arkadaşlar. Ya, senin 10 vatandaşın katledildi kardeşim, özür dileceksen sana resmî bir özür mektubu yazmalı ve devletin arşivine bu mektup girmeli. Böyle bir şey hiç olmadı. Sadece telefonla, evet, bir özür dilendi dendi ve orada kaldı değerli arkadaşlar.

BU, "10 ADAM ÖLDÜRDÜM, 10 ADAMIN DA BEDELİNİ ÖDEDİM SUS" ANLAMINA GELİR

İki: Tazminat, 20 milyon dolar tazminat ödemeyi kabul etti ama doğrudan vermiyor, bir vakıf aracılığıyla veriyorum diyor. Olabilir, tazminattır, ödeyecek. Ama İsrail diyor ki “Benim şartım var” diyor. “Sana 20 milyon doları vereceğim ama İsrailli askerlerle ilgili açılmış davalardan vazgeçeceksin.” Yeter mi? Hayır, İsrail sağlamcı, durur mu orada? “Vazgeçeceksin ama bunu lafla değil, Meclise kanun sevk edeceksin ve o kanun Meclisten çıkacak ki ben sana 20 milyon doları ödeyeyim.” Biz bir özür mektubu dahi isteyemiyoruz, o 20 milyon doları veriyor “Bununla ilgili kanun çıkaracaksın” diyor. Bu ne anlama geliyor biliyor musunuz? Evet, 10 adam öldürdüm, 10 adamın da bedelini ödedim sana, sus kardeşim, benim her istediğimi yapacaksın, bu anlama geliyor. Bunu hangi iktidar kabul eder arkadaşlar? Elinizi vicdanınıza koyun sevgili vatandaşlarım, hangi iktidar kabul eder bunu? Hangi ahlak kabul eder bunu? Hangi inanç kabul eder bunu? Ve bunlar bunun altına bastılar imzayı. Netanyahu ne söylüyor bakın değerli arkadaşlar: “Bu anlaşmadaki ilk konu İsrail ordusunun şu anda yargılanmakta olan ve gelecekte yargılanabilecek komutanlarının ve askerlerinin sivil ve askeri soruşturmalardan korunmasıdır” diyor. “Milyonlarca dolara ve askerlerimizin serbest dolaşımının engellenmesine kadar ulaşabilir bu dava talepleri” diyor. “Hepsi ortadan kalkacak, dahası anlaşma Türk Parlamentosunun Türkiye’deki tüm bu hukuki süreçleri iptal eden bir yasa çıkarmasını da içeriyor” diyor. Bunun altına nasıl imza atarsınız? Parlamentonun iradesi de bir anlamda ipotek altına alınmış oluyor. Hangi ahlak kabul eder bunu? AKP’li, Adalet ve Kalkınma Partisinin milletvekillerine sesleniyorum: Eğer sizde nohut kadar bir vicdan varsa, 20 milyon dolar karşılığında siz bu davadan hangi gerekçeyle vazgeçiyorsunuz? Meclis Genel Kuruluna geldiği zaman sizin bütün söylemlerinizi dinlemek isterim; ülkemizden yana mısınız, adaletten yana mısınız, öldürülen çocuklarımızdan, vatandaşlarımızdan yana mısınız, yoksa onları öldüren İsrailli askerlerden yana mısınız? Onların tavırlarını gayet net göreceğiz değerli arkadaşlarım.

ERDOĞAN “İSRAİL’E MUHTACIZ” DİYOR

Bir başka konu Gazze’ye ablukanın kaldırılması: Değerli arkadaşlarım, Gazze’nin nüfusu 1 milyon 900 bin kişi, yüzde 80’ni yardımlarla geçiniyor, yüzde 50’de işsizlik var, Gazze böyle bir durumda. İnsani yardımlar elbette var, yapılıyor, öteden beri yapılıyor, bizim Kızılay’ımızın da orada yeri var, 2002’den beri yardım yapar; kurbanlar kesilir, hastane yatırımları yapılır, pek çok yardım yapılabilir ve ben bu vesileyle Gazze’de insani yardım faaliyetini çok güzel bir şekilde, Türkiye’ye yakışır bir şekilde yerine getiren bütün Kızılay yöneticilerini de yürekten kutluyorum, onların hakkını da bu vesileyle teslim etmemiz gerekiyor. Abluka için ne dediler? Dedim ya, büyük lokma yutabilirsin ama dış politikada büyük laf etmeyeceksin çünkü ettiğin lafı bir süre sonra sana yalatırlar. 3 Ocak 2016,Erdoğan’ın konuşması: “İsrail’e muhtacız” diyor. Dikkatinizi çekerim, ülkenin Cumhurbaşkanı söylüyor bunu “İsrail’e muhtacız” diyor. Şimdi ben, bütün vatandaşlarımın vicdanına sesleniyorum: Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni İsrail’e muhtaç hâle getiren iktidarın adı nedir arkadaşlar? Bu hükümetin adı nedir? Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni İsrail’e muhtaç hâle getiren bu hükümetin adı nedir? Adalet ve Kalkınma Partisi değil midir arkadaşlar. Hâlâ bunlara oy mu vereceksiniz, hâlâ vicdanlarınızı sorgulamayacak mısınız? Binlerce şehidimizin kanı var, gözyaşı var, ne demek muhtacız? Ne demek muhtacız? Sözde liderdik, Ortadoğu’nun lideriydik! Efendim, dünya lideriydi kocamın reis! İşte diktatör bozuntusu adama böyle yalatırlar, sen kalkar bunu yaparsan adama böyle yalatırlar.
15 Şubat 2016, Ömer Çelik konuşuyor: “Mavi Marmara saldırısı için özür dilenmesi, ölenlerin yakınlarına tazminat ödenmesi, Gazze’den ambargonun kaldırılması gerekiyor.”
4 Haziran 2016, Erdoğan “Gazze’ye ambargo kalkarsa İsrail’le anlaşırız.”
Mevlüt Çavuşoğlu “Üç şarttan birisi olan Gazze’den, Gazze’ye yönelik ambargoların ve blokajların kalkması şartından vazgeçtiğimizi söylemek milletin aklıyla alay etmektir.” Evet, bugün siz milletin aklıyla alay ediyorsunuz. Sayın Dışişleri Bakanı, bunu gayet iyi ve net öğren.

SENİN ZATEN DİLİN DÖNMEZ, SEN ZATEN DÜŞÜK PROFİLLİ BİR ADAMSIN
“Bu şartımızdan kesinlikle vazgeçmeyiz” diyorlar. Vazgeçirdiler seni, gittin altına imza attın. Ve Binali Yıldırım, dün yaptığı açıklama ilginçtir. “Türkiye’nin şartları sadece özürle sınırlı değil” diyor. “İki tane daha önemli şartımız var. Bunlardan birisi özellikle Filistin’e, Gazze’ye uygulanan ambargoların hafifletilmesi şartlardan birisi.” Hiç böyle bir şart yoktu, blokajın kaldırılması vardı, ne demek hafifletilmesi? Çark edecek de dili dönmüyor bir türlü. Senin zaten dilin dönmez, sen zaten düşük profilli bir adamsın, öyle söyledin kardeşim. Senin unvanın da “Milyon Ali” Sen ne anlarsın Dışişleri Bakanlığından, ne anlarsın dünya politikalarından. Sen, havuzla medya nasıl ele geçirilir, nasıl biz yolumuzu buluruz, senin uzmanlık alanın bu zaten, sen tut o işlerle konuş. Hafifletilmesi şartlardan birisi buymuş, çarka bakın, bu kadar çark olmaz arkadaşlar, emin olun bu kadar olmaz.
Anlaşma yapıyorlar, neymiş? Efendim, insani yardımlar önce Aşdod Limanına gelecek, İsrail kontrol edecek, ondan sonra oradan Gazze’ye gidecek, anlaşma bu değerli arkadaşlar. Mavi Marmara için ne demişlerdi? “Önce Aşdod Limanına gelsin, orada Birleşmiş Milletlerin gözetiminde götürelim.” Ne dediler?” Asla kabul etmiyoruz” dediler. Şimdi, onların istediği noktaya geldi. Mavi Marmara’da da aynısını yapsaydın, önce Aşdod’a gitseydi hiçbir vatandaşımız ölmeyecekti, yardımlar da yerine gidecekti. Ama sen direttin, “ambargoyu değil, blokojı deleceğim, izin vermeyeceğim. Bizim gemilerimize donanma eşlik edecek” dedin, attın da attın, mangalda kül bırakmadın. Şimdi, o attığın lafların tamamını sana gerisin geri yetirdiler. Senin ağrına gitmeyebilir, miden geniş olabilir, hiçbir sorunum yok, ama benim ağrıma gidiyor arkadaş, benim ağrıma gidiyor, Türkiye’nin ağrına gidiyor bu.

10 VATANDAŞIMIZ BİR ANLAMDA SATILDI
Bakın Netanyahu nasıl söylüyor: “Bu anlaşmanın verdiği ikinci konu Gazze şeridi deniz güvenlik ablukasının sürecek olmasıdır.” “Bu, bizim en üst güvenlik çıkarımızdır” diyor. “Bundan asla taviz vermeyi düşünmedim bile, aklımın köşesine bile getirmedim” diyor. “Tabii ki eskiden olduğu gibi gemilerin insani yardımlarını Aşdod Limanına bırakmalarının önünde bir engel yok. Evet, Mavi Marmara’da da bir engel yok. Bunu hiçbir zaman engellemedik. Şimdi de izin veriyoruz, aynı şeyleri yapıyoruz.” Böylece, 10 vatandaşımız bir anlamda satıldı Türkiye Cumhuriyeti’nin iradesiyle beraber.
Mağdurlar ne diyor? Mağdurlardan İbrahim Bilge’nin oğlu İsmail Bilgen şunu söylüyor: “Şu anki duruma bakıldığında Türkiye’nin İsrail’e yapmış olduğu anlaşma ambargoyu hukuki zemine taşır nitelikte. Bizler şehit aileleri olarak mazlumların aleyhine olan bu anlaşmaya kesinlikle hayır diyoruz.” Ama bunlar evet dediler.

ALLAH’A HAVALE EDİYORUZ
Bir başkası, Çiğdem Topçu, Çetin Topçu’nun eşi: “Biz, bize yapılanları unutmadık, unutanlar utansın. Başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olmak üzere devlet yetkilileri tarafından bizlere birtakım sözler verildi. ‘Kanı akanlar sizlersiniz, o yüzden söz hakkı da yine sözlere ait’ denildi ancak hiçbir şekilde fikrimiz sorulmadı. Bizlere söz verip tutmayanları Allah’a havale ediyoruz” diyor. Kanı akanlar onlar, bize söz verildi, siz konuşacaksınız ama paşa paşa gidip imzaları attılar ve geldiler. Şimdi, başta havuz medyası ve diğer medya, sanki çok olağanüstü bir başarı elde edilmiş gibi olayı köpürtüyorlar. Onların da vicdanlarına sesleniyorum: Böyle bir anlaşmayı CHP imzalasaydı acaba Türkiye’de ne olurdu? Kıyamet kopardı, kıyamet.
Sonuçlarını şimdi size beş altı madde hâlinde özetleyeyim değerli arkadaşlar.
İsrail’in yazılı özür bir mektubu yok. Türkiye Cumhuriyeti’nin yazılı bir özür mektubuna ihtiyacı var devletin arşivine girmesi için çünkü ben Erdoğan’a güvenmiyorum kusura bakmasın, on dakikada bir fikir değiştiriyor. Gerçek anlamda özrü var mıdır, yok mudur görmek istiyorum, çünkü özür dilenmedi, üzüntüler ifade edildi.
Ölenlerin ailelerine İsrail tazminat ödemeyi kabul ediyor ama karşılığında Türkiye Cumhuriyeti’ne diyor ki “Sen, İsrailli askerler aleyhine açılmış bütün davalardan vazgeçeceksin. Bu şu anlama geliyor: Türkiye’de birisi kalktı 3 kişiyi öldürdü. Aileye gitti dedi ki: Kardeşim 3 kişiyi öldürdüm ama sana 10 milyon dolar vereyim sen beni bağışla. Tamam, 10 milyon doları ver, vazgeçiyorum. Yargı bundan vazgeçer mi? Adalet bundan vazgeçer mi? Hukuk bundan vazgeçer mi? Kamu bundan vazgeçer mi? Vazgeçmez. Sen niye vazgeçiyorsun? Yetmiyor, diyor ki “Ayrıca bunu bir yasa olarak çıkaracaksın Türkiye Büyük Millet Meclisinden.” Dayatıyor düşüncesini. Bizim ki, emredersiniz, hay hay diyor. Madem istedin, 20 milyon dolar veriyorsun, ben bu davadan vazgeçeceğim.

ABLUKAYI HÜKÜMETİ MEŞRU HÂLE GETİRİYOR
Değerli arkadaşlar, insani yardım gemilerinin önce Aşdod Limanına oradan da Suriye’nin denetiminden sonra Gazze’ye gitmesi var, öteden beri uygulama böyle zaten. Bu şart, Türkiye’nin Gazze ablukasını kabul etme şartıdır. Bunun altına imza attığınız andan itibaren İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ablukayı Türkiye Cumhuriyeti’nin hükümeti meşru hâle getirmiş oluyor. Evet, imzaladın, önce oraya gideceğim, sonra buruya geleceğim, meşru hâle getiriyorsun. Bir ablukayı meşru hâle onların istediği şekilde getiriyorsun. Yetiyor mu? Hayır. Bu anlaşmayla ablukanın da ötesinde Türkiye, İsrail’in Gazze üzerindeki egemenliğini de kabul etmiş oluyor. İsrail’in Gazze üzerindeki egemenliğini Türkiye kabul etmiş oluyor, altına imzayı basıyor çünkü oraya hangi koşullarda gidilecek? İsrail’in izin vermesi üzerine gidecek ve siz bu egemenliği kabul ediyorsunuz. Bunun akılla mantıkla bağdaşır inanın hiçbir tarafı yok.
Beş: 20 milyon dolarlık tazminata karşılık İsrail kendi doğal gazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya götürecek. Netanyahu’nun söylediğine bakın: “Bu anlaşma İsrail’e muazzam bir ekonomik kazanç sağlıyor.” Bunların attığı imzanın ne anlama geldiğini bunlar biliyorlar mı?
Altı: Dün yapılan anlaşmayla İsrail’i NATO’ya girişine Türkiye resmen izin verdi. Netanyahu’nun yaptığı açıklama şu: “Daha bu anlaşmayı imzalamadan Türkiye iyi niyet temelinde İsrail’in NATO ofisi açmasına onay verdi. Bu, bizim yıllar boyu süren bir arzumuzdu.” Mavi Marmara’dan nerelere geldik ve Türkiye bu noktaya geldi değerli arkadaşlar.
Bu anlaşmayı imzaladıktan sonra ne oldu biliyor musunuz, birkaç saat içinde, İsrail askerleri Mescidi Aksa’yı bastılar, 30-35 kişiyi yaraladılar. Bunlardan bir ses çıktı mı? Çıkamaz efendim, kedi gibi oturuyorlar, konuşamazlar bile, seslerini bile çıkaramazlar çünkü her şeyi satmaya hazırlar. Eğer sen onurunu ve gururunu terör örgütüyle kıyaslıyorsan bunu da başka şeylerle kıyaslamamız lazım, bunu bilmemiz gerekiyor.

BU ANLAŞMA, FİLİSTİN’İN DIŞLANMASI SONUCUNU DOĞURMUŞTUR

Yedi: Türkiye, Filistin’le olan ilişkileri İsrail’in izin verdiği ölçüde ancak dikkate alır. Bu da bizim için, İsrail davası için değil Filistin davası için, gencecik çocuklarımız Filistin’in bağımsız bir devlet olması için gittiler orada mücadele verdiler. Onların mezarları hâlâ Filistin topraklarında. Biz onları unutmadık. Elbette İsrail’le devlet olarak, halk olarak karşı değiliz ama Filistin’in bağımsız bir devlet olarak Ortadoğu’da yer alması bizim temel politikalarımızdan birisidir. Ortadoğu’da barışın sağlanması bizim temel politikalarımızdan birisidir. İsrail ve Filistin’in dost olması bizim temel politikalarımızdan birisidir. Ama bu anlaşma, Filistin’in dışlanması sonucunu doğurmuştur.
Anlaşmayla ne oldu? Satırbaşlarıyla söyleyeyim.
Bir: İsrail, Gazze ablukasını korudu, aynen hiçbir sorun yok.
İki: NATO üyeliğinin yolunu açtı.
Üç: Doğal gazını Türkiye üzerinden Avrupa pazarlarına ulaştırarak muazzam bir avantaj elde etti.
Dört: İsrail askerleri aleyhine açılan bütün davlar ortadan kalktı.
Beş: Gazze üzerindeki egemenliğini, İsrail’in Gazze üzerindeki egemenliğini tanımış oldu.

BU BİR ANLAŞMA DEĞİL, BU BİR TESLİMİYET SÖZLEŞMESİDİR
Altı: Resmen bir özür mektubu bile göndermeye tenezzül etmedi. Bütün bunların tamamını 20 milyon dolar vererek elde etti. Bu bir anlaşma değil, bu bir teslimiyet sözleşmesidir. Ne demiştim: Adalet ve Kalkınma Partisi ve yöneticileri ve bu Hükümet o kadar sıkıştı ki, taviz vermeyeceği hiçbir alan yok, bunlardan birisi bu, ikincisi Rusya oldu. Her türlü tavizi verebilirler yeter ki kendilerine meşruiyet alanı sağlansın çünkü hiç kimse, hiçbir uygar devlet adamı bunlarla aynı karenin içinde görünmek istemiyor. Ne demişti 3 Ocak 2016’da: “İsrail’e muhtacız” demişti. Bu sözleşme bu muhtaçlığın boyutlarını gösteriyor. 20 milyon dolara satın alınan bir irade var. O irade Türkiye Cumhuriyeti’nin değil, Adalet ve Kalkınma Partisi iradesidir. Bunu bütün vatandaşlarımın bilmesini isterim. Ne demiştim bunların dış politikasına? Aslan gibi kükrerler, bir süre sonra kedi gibi miyavlarlar, geldikleri nokta bu. Şimdi miyavlama dönemini yaşıyorlar.
Hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum.