28.12.2010

28 Aralık 2010 tarihli TBMM Grup Konuşması

Sayın Başkan, Değerli milletvekilleri; dün cumhuriyet tarihimizin önemli bir günüydü. 27 Aralık, Mustafa Kemal’in Ankara’ya gelişi, Seymenlerin karşılaması ve Mustafa Kemal’e güç vermeleri, bağımsızlık yolunda, özgürlük yolunda sizinle beraber izlemeleri ve Ankara’yı Ankara yapan gün aslında dün. Kentlerin tarihlerinde önemli günler vardır. Bu tarihlerden birisi de Ankara için 27 Aralıktır ve kentler kendi tarihlerini unutmazlar, önemli günleri halkla beraber kutlarlar. Ama dün bir şey oldu. 1932 yılından bu yana yapılan Seymen yürüyüşüne izin verilmedi. Seymenlerden ne istiyoruz? Onlar Mustafa Kemal’i nasıl karşıladıklarını, nasıl destek verdiklerini, Ankara halkının Mustafa Kemal’in arkasında nasıl durduğunu bize hatırlatırlar ama bu hatırlatmayı bile çok gördüler.

Mehmet Akif, bizim tarihimizin çok önemli bir parçası, İstiklal Marşımızın yazarı, katıksız bir Mustafa Kemalci, bir Atatürkçü. O’nu da saygıyla, hürmetle, minnetle anıyoruz ve kendisinin her zaman, her yerde tarihimizin önemli bir parçası olduğunu kabul ediyoruz, kendisine şükranlarımızı burada sunuyoruz.

Değerli milletvekilleri, bütçe görüşmeleri dolayısıyla kısa bir süre de olsa Salı günkü grup toplantılarını yapamadık ama son görüşmelerde kısa süre önce Pazar günü tamamlandı, 2011 Merkezî Yönetim Bütçe Yasa Tasarısı kabul edildi ve sonuçlandı. Bu süre içinde 15. Olağanüstü Kurultayımızı yaptık. Yeni bir parti meclisi seçildi, yeni merkez yönetim kurulu dün ilk toplantısını yaptı, tüzükte belirlenen görev dağılımı belli oldu, o çerçevede arkadaşlarımız önümüzdeki bir ay içinde hedeflerini sunacaklar ve o hedeflerin, ben, artı bütün partililerimiz takipçisi olacağız. Hepimiz çalışacağız, MYK üyeleri daha fazla çalışacak; hepimiz uğraşacağız, MYK üyeleri daha fazla uğraşacaklar. Kimsenin Ankara’da oturma lüksü yok, hep beraber Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarı için mücadele edeceğiz, bu kararlılığımızı sürdüreceğiz.

Olağanüstü kurultayımızı yaptık derken, bir gerçeği sizinle daha paylaşmak isterim. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük kapalı siyasal toplantısını gerçekleştirdik. Yurdun her tarafından yurttaşlarımız geldi ve bu kongrede hedeflerimizi belirledik, ilkelerimizi belirledik, halkla nasıl, hangi gerekçeyle ve hangi temel ilkeler bağlamında kucaklaşacağımızı söyledik. Umutlarımızı söyledik, düşüncelerimizi söyledik, geleceğimizi söyledik, halkımızla paylaştık. Hep bize, Adalet ve Kalkınma Partisi veya bazı çevreler veya bazı akademisyenler, ya, şu CHP hep eleştiriyor kardeşim. Hiçbir önerisi yok bunların. Neyi düşünüyorlar? Türkiye’nin geleceği için ne düşünüyorlar, siz bir şey söylemiyorsunuz diye hep eleştirirlerdi. Oysa bizim bütün düşüncelerimiz vardı, programımız var, seçim bildirgelerimiz var ama ya yeteri kadar anlatamıyorduk veya birileri zaten anlamamazlıktan geliyordu. Bu kurultayda bir şey yaptık. Dedik ki, peki, bir daha söyleyelim, bir daha hatırlatalım Mısır’daki Sağır Sultan da duysun. Hedefleri koyarken nasıl bir anayasa istediğimizi söyledik, nasıl bir toplum düzeni istediğimizi söyledik, nasıl bir sosyal devlet istediğimizi söyledik ve üç sözcükte kurultayımızı da, hedeflerimizi de açıkladık. Mutlu birey, mutlu aile, mutlu toplum, mutlu Türkiye, hedefimiz bu, ilkemiz bu; birey de mutlu olacak, aile de mutlu olacak ki artık bu ülkede toplum huzur içinde yaşayabilsin, mutlu olabilsin. Özgürlükleri genişleteceğiz dedik, demokrasiyi genişleteceğiz dedik, bunların hepsini anlattık. Biz anlattık ama bir süre sonra baktık, başta Başbakan, onun yandaşları, yandaş medya, belli çevreler bir kıyamet koptu, gerçekten bir kıyamet koptu. Vay efendim siz bu sözleri nasıl verirsiniz? Niye vermeyelim? Yok, siz veremezsiniz, yok efendim, 41 söz verdiniz, vaatte bulundunuz bunun bedeli 200 milyar lira (eski parayla 200 katrilyon lira) siz bu sözleri nasıl verebilirsiniz? Olay çarpıtılacak ya çarpıtmaya başladılar. Ama şuradan söyleyeyim değerli arkadaşlarım. Verdiğimiz sözlerin bir kısmının parayla ilgisi yok, akılla ilgisi var, insanla ilgisi var ama aklı ve mantığı olmayanlar…Ama bunların aklı, mantığı sadece paraya çalıştığı için, çünkü malı götürmeye alışmışlar, bilmiyorlar, bir de akıl var, mantık var. Ne söz verdik? Dedik ki, özel yetkili mahkemeleri kaldıracağız, yani DGM’ler 12 Eylül ürünü değil miydi? Siz onun adını değiştirdiniz, özel yetkili mahkemeleri getirdiniz, savcılığını da Başbakan yapıyor. Bu düzeni değiştireceğiz, bunu da kaldıracağız dedik. Bunun parayla ne ilgisi var? Kaldıracağız.

Askerî Yüksek İdare Mahkemelerini kaldıracağız, evet kaldıracağız. Bir daha söz veriyoruz, kaldıracağız, bu toplumu sivilleştireceğiz. Bunun parayla ne ilgisi var?

Efendim, mayınlı araziler temizlendikten sonra halkın iktidarında topraksız köylüye verilecek, kamulaştırma var mı? Kamulaştırma yok. Mayınlı araziler zaten temizlenecek. Böylece, Mustafa Kemal’in ruhunu şad edeceğiz. Hedef koyduğu ama gerçekleştiremediği cumhuriyetin en büyük toprak reformunu halkın iktidarı yapacak, buna inanıyoruz.

Yüzde 10 seçim barajını kaldıracağız, parayla ne ilgisi var? Demiyor muydunuz milletin iradesi parlamentoya yansısın. Hem milletin iradesini gasp edeceksin, bütçe görüşmeleri sırasında da diyeceksin ki “efendim, bu bizden önce de vardı.” Değiştirdiğin o anayasa hükümleri senden önce de vardı, niye bunu değiştirmiyorsun? İşine gelmiyor. Demokrasi bunların işine gelmiyor, özgürlük bunların işine gelmiyor. Milletin iradesi bunlarda sadece sözde, özde milletin iradesiyle yakından uzaktan bunların bir ilgisi yok.

Dokunulmazlıkları kaldıracağız dedik, bunun parayla ne ilgisi var. Dolaylı olarak ilgisi var, malı götürenler malı götüremeyecekler, devlet tasarruf edecek, bunu söylüyoruz.

TÖBDER’in mallarını iade edeceğiz. Sen, zaten 12 Eylül’de gitmişsin el koymuşsun, el koyduğun malları geri vereceğiz. Zamanı olunca, yerleri olunca, fırsat buldukça, işte kişilerin vasiyetinden, onlara saygı duyulmasından bir sürü şeyden söz ederler. Biz ne dedik? 12 Eylül’ün bir başka açmazı da Atatürk’ün vasiyetini çiğnemesidir. O vasiyeti çiğnetmeyeceğiz, Türk Dil Kurumunu, Türk Tarih Kurumunu eski konumuna yeniden getireceğiz. Parayla bir ilgisi yok, kaynağı belli, Mustafa Kemal’in İş Bankasındaki hisselerinin geliri, kaynak yaratmaya gerek yok, var olan kaynağı akılcı kullanacaklar, vasiyete uygun olarak kullanacaklar bunu söyledik.

Kamuda taşeron işçiliğe son vereceğiz dedik. Bir daha söylüyorum. 2 milyona yakın taşeron işçi kardeşim benim sözüme güvensin. Halkın iktidarında kamuda taşeron işçilik olmayacak. Taşeron işçilik kalkınca sanıyorlar ki bunlar herkese sıfırdan para ödeyeceğiz. Ya, zaten para ödüyorsunuz. Çalışmıyorlar mı bunlar? Çalışıyorlar. Kime ödüyorsunuz parayı? Aracıya, müteahhide ödüyorsunuz, müteahhit de ona ödüyor, oradan da gelir elde ediyor. Biz aracıyı kaldıracağız arkadaş. Çalışıyorsa işte kamu, ihtiyacı varsa var taşeron işçiliğe ne gerek var, kaldıracağız. Ona insanca yaşayabileceği sosyal güvenliği olan, uluslararası çalışma örgütünün normlarına uyan bir çalışma ortamı sağlayacağız. Sosyal demokrat bir parti olarak, halkın partisi olarak zaten bu bizim görevimiz. Ama onlar korkuyorlar. Efendim, ek yük getirir. Ek yük getirmez, ek haklar getirir, o işçilerin hakları olacak. O haklar birileri tarafından gasp edilmeyecek, bunu söylüyoruz.

Efendim, YÖK’ü kaldıracağız dedik, bunun parayla ne ilgisi var? YÖK’ü kaldıracağız maaş tasarrufu sağlayacağız belki, düzeni değiştireceğiz, üniversiteler üzerindeki baskıyı kaldıracağız. Dillerine varmıyor ama hep maliyeden, paradan söz ediyorlar. Bir taahhüdümüz daha var. Sayın Algan Hacaloğlu geçen yasama döneminde de verdi, bu yasama döneminde de verdi, Siyasi Ahlak Yasasını getireceğiz diyoruz. Siyasi ahlaktan söz ediyorlar mı hiç? Etrafından bile dolaşmıyorlar. Siyasi ahlakın olmadığı bir yerde kul hakkını biz koruyamayız. Kul hakkının korunmasının birinci kuralı bu siyasi ahlak yasasını getirmektir. Ahlaklı adam siyaset yapsın. Bunu istiyoruz, bunun parayla ilgisi var mı?

Bir taahhütte daha bulunduk. Dedik ki halkın iktidarında biz kesin hesap komisyonu kuracağız Mecliste. Yani iktidar olan parti bütçe kaynaklarının nereye harcandığını kesin hesap komisyonuna gelecek hesabını verecek. Peki, Kesin Hesap Komisyonu Başkanı kim olacak? Muhalefet partisinden olacak dedik çünkü biz kendimize güveniyoruz, geçmişimize güveniyoruz, ahlakımıza güveniyoruz, halkımıza güveniyoruz, harcadığımız her kuruş paranın nereye gittiğinin hesabının verilmesini de biz istiyoruz dedik. Peki, onlar hesap veriyorlar mı? Hesap vermek istiyorlar mı? Bizim bu önerimizin de parayla pulla bir ilgisi yok. Parayla pulla dolaylı ilgisi var, malı götürdüysen burada hesabını vereceksin işte. Gel otur, çıkar bakalım, çıkarır mı? Çıkaramazlar, işlerine gelmez.

Yine söz verdik, Kamu İhale Yasasını tepeden tırnağa değiştireceğiz ve Avrupa Birliği standartlarında bir kamu ihale yasası olacak. Burada cebimizden bir para çıkmayacak, vatandaşın cebinden de çıkmayacak. Nereden para çıkmayacak? Devletten gereksiz para da çıkmayacak, birileri hortumculuk yapmayacak. Yani para değil, daha fazla kaynak yaratan bir projedir bu. Bunu istiyorlar mı? İstemiyorlar. Bakın, Avrupa Birliğinin bütün ilerleme raporlarında kamu ihale yasasında yapılan değişiklikleri eleştirirler yolsuzluklara kapı açıyor diye. Biz de kapatacağız yolsuzlukları. Bunun sözünü veriyoruz, o sözümüzün arkasında da sonuna kadar duracağız.

Efendim, bir söz daha verdik. Üniversitelere özerklik getireceğiz, bilimsel özerklik getireceğiz, yönetsel özerklik getireceğiz, mali özerklik getireceğiz. Bugün haberlere düşen bir konu var. Bir mahkemeden karar almışlar. İstanbul Üniversitesinde öğrenciler bir yıl süreyle aranabilecekmiş. İnsaf… Ben size diyorum, AKP’nin demokrasiyle ilgisi yoktur, özgürlüklerle ilgisi yoktur. Baskı düzeni kurmak istiyor. Siz üniversiteyi bu kararla, potansiyel suçlu hâline getiriyorsunuz, orada suçlular var diyorsunuz, kötü adamlar var orada diyorsunuz, elimde yetki olsun, istediğim zaman basayım. Böyle bir anlayış nerede olur, hangi demokraside var. Bunların demokrasi anlayışı da bu.

Gençler üniversite yönetiminde olacak, karar alma süreci içinde de bulunacaklar dedik. Bunun parayla ne ilgisi var? Gençlere güvenmeyecek miyiz? Bu gençler bizim çocuklarımız değil mi? 18 yaşında idam ediyorsun, gelmiş yaşı 20-25’e üniversitede diyorsun ki sus, konuşma, ne demek cumhuriyet? Ben cumhuriyetçiyim, sen otur. Ne demek Atatürk? Sen otur, Atatürkçülük varsa onu ben yaparım diyor. Bir üniversite rektörü diyordu ya öğrencilere “Eğer birinizin sesi çıkarsa hepinizin kimliğini alacağım kapının önüne bırakacağım.” Böyle üniversite hocası olur mu? Orayı ilkokul sanıyor herhâlde. Bu düzeni değiştireceğiz. Üniversite gerçek anlamda üniversite olacak, özgürlüklerin fışkırdığı bir üniversite olacak.

Yine söz verdik. Dedik ki siyasetin finansmanını şeffaflaştıracağız. Bunun parayla pulla direkt bir ilgisi yok. Siyaseti saydamlaştıracağız, yani hortumun önünü keseceğiz dedik. Biz, kaynak yaratıyoruz getirdiğimiz öneriyle kaynak harcayan değil, kaynak yaratan projelerimiz, düşüncelerimiz, ilkelerimiz, hedeflerimiz var.

Esnafın derdi yok mu? Var. Ne dedik? Büyük alışveriş merkezleriyle ilgili olarak AKP’nin ısrarla Meclise getirmediği kanunu çıkaracağız dedik. Esnaf dükkan kapatıyor, dükkan kapatan adam ne yapar? Vergi vermez. Biz ne yapıyoruz? Esnafın çalışmasını, üretmesini, alın teri dökmesini, kazandığının vergisini de getirip devlete vermesini istiyoruz, yani kaynak tüketen değil, kaynak yaratan bir düzen istiyoruz biz, onu da anlamıyorlar.

Bakın değerli arkadaşlar, bu sözlerden hiç söz etmiyorlar. Söz ettikleri 41 vaatte bulundunuz, 41 vaadin karşılığında 200 katrilyon paraya ihtiyaç var, böyle bir parayı nereden bulacaksınız diye kıyameti koparıyorlar. Bu söylediklerimin hiçbirinin yakından uzaktan yeni bir kaynağa ihtiyacı yok, bu söylediklerim Türkiye’de yeni kaynak yaratacaktır.

Şimdi, rahatsız oluyorlar, neden? Biz, demokrasiyi ve özgürlüğü amaç edinmiş bir siyasal partiyiz. Onlar, demokrasiyi amaç değil, araç edinmiş bir siyasal partidirler, aramızdaki temel farklılık bu. Biz, Türkiye’ye gerçekten demokrasiyi, gerçekten özgürlüğü, gerçekten insan haklarını, gerçekten kadın erkek eşitliğini, gerçekten özgür üniversiteleri istiyoruz ama onlar devleti özgür kılmak için değil, devleti ele geçirmek için çaba harcıyorlar. Onların amaçlarıyla bizim amaçlarımız arasında taban tabana zıtlık var, onun için onların söylemlerine güvenmememiz gerekiyor. Sadece AKP mi bunu söylüyor? Hayır. Bir de AKP’nin geniş bir hık deyiciler grubu var. Başbakan ne derse haklıdır efendim, ne söylerse haklıdır efendim. Onlar da düşünmüyorlar, işin garip tarafı da o, hık deyiciler düşünmüyorlar. Ya, bu adamlar oldu da, bir kalem kâğıt alalım elimize b bir hesabını yapalım, ya bunların dedikleri ne kadar doğru yanlışla değil, birisi dedi ya 200 katrilyon, tamam artık, o rakam AKP’nin resmî rakamı oldu. Doğru o değil. Demokrasiyi biz savunurken The Economist Dergisi 2010 Demokrasi Endeksini yayınladı. Tam demokrasiler, kusurlu demokrasiler, bir de melez demokrasiler diye ayırmış, Türkiye üçüncü grupta, melez demokrasiler grubunda, çünkü başımızda melez bir iktidar var. Bu iktidarla ancak bu kadar iktidar olur.

Biz demokrasiyi isterken gerçekten istiyoruz. Halkın iktidarında bir İçişleri Bakanı çıkacak, “efendim, bu öğrenciler polis copları karşısında numara yapıyorlar. Sırf medyada görünsünler diye kendilerini yere atıyorlar.” Bunu söyleyecek. Biz buna izin vermeyiz. Onu söyleyen İçişleri Bakanı, halkın iktidarında böyle bir içişleri bakanı olduğu zaman kendisi içişleri bakanlığı koltuğundan ayrılır. Biz buna izin vermeyiz.

Kurultayda biz özgürlükten, demokrasiden söz ettik ama halkın dertlerinden de söz ettik. Halkın dertleri nedir? İşsizliktir, yoksulluktur, esnafın siftah yapamamasıdır, sanayicinin ihracat yapamamasıdır, sıcak paraya Türkiye’nin teslim olmasıdır, öğrencilerin, gençlerin sorunları var bütün bunların hepsini dile getirdik. Çiftçinin içinde yaşadığı krizi de dile getirdik, söyledik. Emeklilerin derdi var, yıllardır verilen sözler var yerine getirilmiyor dedik. Bütün bunların hepsini söyledik ve Sayın Başbakana, bu konuya girmeden önce, bir hatırlatma yapmak isterim. Biz Türkiye’nin nimetlerine değil, Türkiye’nin külfetlerine talibiz, aramızdaki fark bu. Kendileri, yakınları, yedi göbekleri Türkiye’nin nimetlerine talip oldular, hepsi dünyalığını edindi. Biz, dürüst, namuslu kişiliğimizle, temiz siyaset anlayışımızla Türkiye’nin külfetlerine talibiz, bu külfetleri çözeceğiz. Nimet halkın nimetidir. Halk zenginleşecek, halk güçlenecek ama biz o külfetlerin tamamını çözmeye kararlıyız.

Değerli arkadaşlar, bu iktidar biliyorsunuz cumhuriyet tarihin en büyük yolsuzluklarının yapıldığı iktidardır. Yolsuzluk eşittir AKP olarak zaten biliniyor. Onun için zaten bunlara adalettin kaçanlar partisi deniyor. Yolsuzluk yapmasa kaçar mı adaletten? Kaçmaz.

Asıl konumuza dönelim. Kurultayda söz verdik, AKP kısmen duydu. Şimdi söylüyoruz, Mısır’daki Sağır Sultan da duysun. Yoksullukla mücadele edeceğiz. AKP ne yaparsa yapsın, nereye kaçarsa kaçsın, ne söylerse söylesin yoksulluğu tarihe gömeceğiz ve aile sigortasını mutlaka ama mutlaka çıkaracağız. Makarna veriyorsun, kömür veriyorsun, bulgur veriyorsun… Kardeşim, ben onun onuruyla oynamayacağım, onu kuyruğa dizmeyeceğim, sen mal veriyorsun, ben adam gibi para vereceğim gidip bankadan çekecek ve harcayacak. Yoksulluğu sömürü hâline getirdin, yoksulluğu sömürüyorsun, yerine gelince de dindarlığı kimseye bırakmıyorsun. Aç bir oku bakalım o kitapları, “sağ elin verdiğini sol el görmeyecek” diyor, senin yaptığın ne? Biz, hiçbir yoksul ailenin onuruyla oynamayacağız, onların onurlarını koruyacağız, onlara saygı duyacağız, onları bu toplumun onurlu bir bireyi hâline getireceğiz. Hiç kimse, birilerinin kapılarında beklemeyecek, sosyal devletin koruması altında olacak. Niye biz sosyal devleti güçlendireceğiz diyoruz? Sosyal devlet kimin için var? Sosyal devlet yoksullar için var, işsizler için var, emekliler için var, sosyal devlet ekonomik olarak zayıf olanlar için var, sosyal olmasının nedeni de bu zaten. Yoksa, devlet dersiniz, yoksulları ezer, fakirleri ezer, böyle devlet olur mu? Onun için biz kendimize sosyal demokrat parti diyoruz. Hem sosyaliz insanı koruyoruz, insanı sayıyoruz, onurunu koruyoruz, hem de demokratız onlara özgürlük getireceğiz, bizim hedefimiz bu. Onun için biz halkın iktidarı diyoruz, onun için halk için çalışacağız diyoruz, onun için halk üretecek diyoruz, hedefimiz bu.

Biz bunları geçtik ya, saydık hemen bunlar ellerine kâğıt kalem aldılar. Efendim, Türkiye’de 16 milyon yoksul varmış. Bakın, biz değil, onlar itiraf etmeye başladılar. Hani, sen diyordun ki Türkiye çağ atladı. Türkiye’de her şey güllük gülistanlık, Türkiye’nin hiçbir sorunu yok. Biz bunu deyince efendim, yoksul sayısı çok fazla, siz bütün bu yoksulların yoksulluğunu gideremezsiniz. Ne söyledim? Benim adım Kemal, ben bu yoksulluğu gidereceğim.

Efendim bir şey daha var. Hani, bunlar kömür, makarna falan veriyorlar ya, orada bile yolsuzluk yapıyorlar. “İnsaf dinin yarısıdır” diyordu Sayın Başbakan. O yaptığın yardımda bile yolsuzluk varsa hangi dinden, hangi imandan bahsediyorsun sen? Sanıyorlar ki biz böyle aklımıza geldi söyledik. Yok arkadaşlar, biz bir şey söylersek en az elli sefer düşünmüşüzdür, uzmanlarıyla oturmuşuzdur, konuşmuşuzdur, devlette kaç yardım yapan kurum var bilmezler ama biz biliriz. Onların bütçeleri nedir? Onlar bilmezler ama biz biliriz. Onların bütçeleri nedir? Onlar bilmezler ama biz biliriz. Kaç kişi çalışıyor orada? Onlar bilmezler ama biz biliriz. Biz hesabımızı yaparız, biz hesap adamıyız, biz onlar gibi üfürmeyiz, doğrusu neyse oturur adam gibi söyleriz. Bakınız, aile sigortasını biz söyledik ama aile sigortasıyla ilgili yasa 1971 yılında Parlamentodan geçmiş. 1971, 2011’e giriyoruz, ağızlarına bile alamazlar, alamıyorlar. Sormuyor musun kendine Sayın Başbakan, ya, 1971’de bu yasa çıktı, yıl gelmiş 2011’e Ana Muhalefet partisi bunu seslendiriyor, ben hangi gerekçeyle kalkıp kaynak yoktur diyebiliyorum. Bu kadar süre geçti. Sen sekiz senedir iktidarsın, kaynak da var, para da var ama sen o kaynakları kullanmasını bilmiyorsun, çarçur ediyorsun onları. O kaynakları alıyorsun birilerine yediriyorsun, yolsuzluk yapıyorsun o kaynaklarda. Biz aile sigortası deyince aklına fakir fukara geliyor. Aman efendim, fakir fukara için para yok, bütçede para yok. Sen kullanmadığın doğalgazın parası olarak İran’a 1 milyar 300 milyon dolar para ödedin, aklına hiç mi fakir fukara gelmedi? Diyordum ya, biz bunu dedikçe koşup propaganda yapıyorlardı. “Efendim, bu aile sigortası gelecek ama CHP yeşil karşı iptal edecek.” Yok öyle bir şey, biz iptal etmeyeceğiz. Herkesin daha güvenceli sağlık hizmeti almasını isteyeceğiz ama size bir sır vereyim. Yeşil kartın iptaliyle ilgili kanunu AKP çıkardı 2012’de uygulayacak, halkımız bunu bilsin.

Sayın Başbakan diyor ki, bunlar hesap falan bilmezler. Samimi söylüyorum, AKP hesap bilmez, kitap bilmez, program bilmez, plan bilmez. Diyeceksiniz ki neye dayanarak söylüyorsunuz bunu? Belli dönemlerde yasalara göre çıkması gereken planlar, programlar var. Orta vadeli plan mesela zamanında çıkaramadılar. Belki diyeceksiniz, acaba bu çok kalın, böyle yüzlerce sayfadan oluşan bir plan üzerinde çalıştılar. Yok, efendim, 15-20 sayfalık bir plan, zamanında çıkaramadılar. Zamanında plan program yapamayan bir iktidar düşünün gelmiş bize hesap soruyor. Ya, biz sana hesap soruyoruz. Sen bu planı yapabilecek kıratta bir hükümet değilsen senin orada ne işin var? Biz, bu hükümete pırlanta hükümeti diyoruz. Fakır fukaranın ekmeğinden vergi alır, pırlantadan, yakuttan, inciden vergi almaz, onun için pırlanta hükümeti. Bunlar fakir fukaranın derdinden de anlamazlar.

Çiftçinin kullanacağı mazottan ÖTV’yi kaldıracağız dedik. Vay efendim nasıl kaldırırsınız? Niçin? Para yokmuş. Niye para yok? Yani sıra çiftçiye gelince mi para yok? Senin yandaşların köşeyi dönerken, devletin hazinesini hortumlarken para var da çiftçinin mazotuna gelince mi para yok? Bir sözcüsü de kalkmış Mecliste konuşuyor. “Efendim, bu ÖTV’nin getireceği yük 28-30 katrilyonmuş.” o kadar ciddi bir yük getiriyormuş. Oturduk, biz daha önce hesabını yaptık, ne kadar biliyor musunuz? Binde 33, yani rakamı da vereyim ben size, 3,6 milyar lira. Diyorum ya bunlar hesap bilmiyorlar, milleti kandırıyorlar. Çiftçiye diyorlar ki aman ha, mazottan ÖTV’yi kaldırırsak 30 katrilyon lira, bu devlet nereden para bulacak? 30 katrilyon lira değil kardeşim, 3,6 katrilyon, millete yalan söylemeyin. Ama meraklanmasın milletimiz, Cumhuriyet Halk Partisi her yerde, her ortamda bu halka doğruları söylemeye devam edecek, devam edecek, devam edecektir. Bu 3,6 katrilyon liranın da milli gelir içindeki payı binde 33. Geçen toplantılarda söylemiştim. Bunlar bir kanun çıkarmışlardı. Çiftçiye milli gelirin yüzde 1’i oranında teşvik vereceğiz diye ama hiç yapmadılar. Bakın biz, mazotta ÖTV’yi kaldırdığımız zaman bu binde 33’ü de teşviklere ilave ettiğimiz zaman kaç çıkıyor biliyor musunuz, değerli arkadaşlar? Binde 86, yani yüzde 1 bile etmiyor hâlâ, hâlâ etmiyor. Peki, sizin hesap kitabınız nasıl? Neyin hesabını kitabını yapıyorlar bunlar? Milleti kandırmaya.

Değerli arkadaşlar, bunların korkusu ne biliyor musunuz? Şimdi, halkın taleplerini halkın iktidarı dile getiriyor. Biz dile getiriyoruz, halkın partisi dile getiriyor. Biz, bu sorunların tamamını çözeceğiz. Hepsinin sözünü veriyoruz, verdiğimiz sözlerin de arkasında duracağız. Buna bütün halkımın inanmasını ve bize güvenmesini istiyorum. Biz ne söylüyorsak doğrusu söylüyoruz.

Şimdi, Sayın Başbakan bütçe görüşmelerinde, tabii bizi eleştirecek ya, ne diyecek, bir şey diyemiyor. “Adınız Kemal mi, Hıdır mı bilmem ama” diye cümleye başladı. Önce, Sayın Başbakanı kutlayayım. Adımın Kemal olduğunu öğrenmiş, o güzel bir şey, kafasında yer etmiş, daha da yer edecek. Kemal onun beyninde markalaşacak hiç endişe etmeyin. Sözde bana “Hıdır” diyerek, yani küçümsemeye çalışıyor. Bu ülkede her insanımın adı benim için onurdur. İster Ali deyin, ister Kemal deyin, ister Kerem deyin, ister Ömer deyin, ister Muhammed deyin ne derseniz deyin her insanımın ismi benim için onurdur, o adı taşımak benim için onurdur. Kemal adının yanında herhangi bir yurttaşımızın isminin bana verilmesinden ben onur duyarım. Recep Bey belki bundan alınabilir ama ben onur duyarım. İnsanımı seviyorum, insanımın adını da seviyorum, soyadını da seviyorum, geçmişini de seviyorum, inancını da seviyorum, insan insan olduğu için seviyorum ben. Ve bir şeyi bilmesini isterim. Anadolu ve Balkanlarda onlarca Hıdır Baba türbesi var. Sayın Başbakan bilmez mi acaba, o anne babalar, çocuklarına niye Hıdır adını takıyorlar? Hıdır’ın ne olduğunu Başbakan biliyor herhâlde. Aslı Hızır’dır, Anadolu’da “Bozatlı Hızır” derler, “Bozatlı Hızır yardımcın olsun” derler. Başbakan bunları bilmez mi? Başbakan bunları unuttu, halktan koptu Başbakan. Çamlıca’da etrafı çift duvarla örülü villasında oturuyor. Ben merak ediyorum, hadi Başbakan halktan koptu, onun konuşmalarını hazırlayan danışmanları da mı halktan koptu? Hıdır adını niye küçümsüyorsunuz? Hıdır’ın günahı nedir arkadaşlar?

Bütçe konuşmasında benim kooperatif evime de takılıyor. Efendim, villası varmış diye. Bir Kemal sözü daha veriyorum ona. Gelsin, Çamlıca’daki evle onu değiştirelim, trampa yapalım, söz veriyorum… O Çamlıca’daki evi Kızılay’a bağışlayacağım, söz Kemal’in sözü. Ama bir şeyi hatırlattı bize. Biz, halkın sorunlarına, külfetlerine Hızır gibi yetişeceğiz, hiç kimse endişe etmesin.

Dedim ya, Anadolu’da herkes bana isim verebilir, her insanımızın ismini verebilir. Ne derse, yurttaşımın ne ismi varsa başımın üstünde ama bir şey söyleyeyim. Bana her ismi verebilirsiniz ama kimse bana Recep Bey diyemez. Çünkü Recep Bey halkını kandıran adam demektir. Çünkü Recep Bey siyasete yırtık ayakkabıyla girip siyasette dünyalığını yapan adam demektir. Çünkü Recep Bey, millete din iman edebiyatı yapıp fakir fukaranın, kul hakkını yiyen adam demektir. Çünkü Recep Bey yolsuzluklara kol kanat geren adam demektir. Çünkü Recep Bey, sabah Ofer’i tanımıyorum, öğleden sonra hatırlamıyorum, akşam da ben onu tanıyorum diyen adam demektir. Ama bana Recep diyebilirler, Recep Bey ayrı, Recep ayrı, Recep Bey ayrı. Diyeceksiniz ki bu Recep Beyler en çok nerede görülür? Size bir ipucu vereyim. Aziz Nesin’in Zübük Kitabını okursanız orada çok Recep Beyler görürsünüz.

Bütçe görüşmelerinde Sayın Başbakana dedim ki Sayın Başbakan, bu Kayseri’de ciddi olaylar var, buraya el atın. Dosyalar kapatılıyor dedim ve şunu da söyledim. Eğer bu olayı soruşturursanız Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı olarak ben ve Grubum size destek veririz ama soruşturmazsanız bu yolsuzluğun bir parçası olarak anılırsınız dedim. Ne kadar iyi niyetle söylüyoruz. Çıktı, eline bir mahkeme kararı aldı, o kişi hapse girmiştir diye. Ben sormuştum zaten, o kişi şimdi nerede diye? Bekliyordum ki Sayın Başbakan o kişi hapiste ve Silivri’de desin ama Silivri lafını edemiyor çünkü daha önce demişti ki “Benim mal varlığımla ilgili mal eden şimdi Silivri’de.” Burada mal varlığı açılmışken bir şey söyleyeyim. Benim mal varlığım Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezinin İnternet sitesinde yayınlanır. O mal varlığımın aynısı Türkiye Büyük Millet Meclisinin arşivlerindedir. Sayın Başbakanın Türkiye Büyük Millet Meclisine verdiği mal varlığının aynısını AKP’nin İnternet sitesinde yayınlanmasını bekliyorum düzgün adamsa, aynısını. Altına basacak imzayı, fotokopisini İnternet sitesinde yayınlayacak. Öyle yok, şu kadar param var, şöyle şey, iki üç tane laf arka arkaya yazacak, rakamları toplayacak hayır, isim isim, yer yer, alacaklısı borçlusu, ben nasıl gösteriyorsam sen de öyle göster arkadaş. Madem temiz siyaset diyoruz bakalım gösterebilecek misin, bakalım yüreğin var mı?

Kayseri olayına dönersek, buradaki olayın özelliği şu arkadaşlar: Olay, bir kişinin rüşvet alması olayının çok ötesinde bir şey. Bir rüşvetin paylaşılmasının ötesinde başka bir şey var burada. Bir ucunda belediye var, bir ucunda vilayet var, bir ucunda adliye var, yani organize bir suç var ve bu üç yapı içinde bir dosya kapatılıyor, işin özelliği bu zaten. Soruşturuluyor, soruşturulurken kapatılıyor. Bakın şimdi, bunu söyledik. Sayın Başbakan dedi ki “O elinde tuttukların kâğıt parçası” dedi. Bizim söylediklerimizin tamamı doğru arkadaşlar, hepsinin belgesi var elimizde, kendi İnternet sitemize de koyduk ve bir İçişleri Bakanı çıktı dedi ki “CHP belge saklıyor, çünkü o belgeleri basın mensuplarına dağıtmadı.” Sen koskoca İçişleri Bakanısın, o koltukta oturuyorsun, Emniyet Genel Müdürlüğü sana bağlı, istihbarat sana bağlı, oysa o gizliyorlar dedikleri metni biz bir gün önce zaten dağıtmışız adamın haberi bile yok. Senin ondan haberin yoksa Kayseri’deki olayı niye kapatıyorsun? Ben merak ediyorum. 3628 sayılı bir Yasa var, “Rüşvet, Yolsuzluk, Resmî Evrakta Sahtekârlık” diye bir yasa. Bunun özel soruşturması olur, niye bunun soruşturması yapılmıyor? Niye, mülkiye müfettişleri gidip bu olaya el koymuyor? Kim el koyuyor biliyor musunuz arkadaşlar? Bir şikâyet üzerine belediyeden bir müfettişe görev veriyorlar bu olayı soruştur diye. Soruştur dedikleri müfettiş o davanın şüphelisi, yani yolsuzluk yapma şüphesi olan birisine diyorlar ki “Sen gel şu davaya bir bak bakalım, raporu yaz bakayım” yani ciğeri kediye emanet edeceğiz yemesin diye. Bilirkişi atanıyor ayın 4’ünde fakat bürokrasi o kadar hızlı çalışıyor ki 3’ünde zaten rapor hazır, 4’ünde ister gel ister gelme raporu biz yazdık diyor, burada hiçbir şey yok diyor. Ama Sayın Başbakanın “o kâğıt parçası” dediği o belge var ya, bir vali vekili imzalamış. Diyor ki “Bu olay memur suçlarıyla ilgili bir olay değil, bu olayda rüşvet var, bu olayda resmi evrakta sahtekârlık var, bu olayda irtikap var, bu olayı biz değil, bu olayı doğrudan cumhuriyet savcılığının soruşturması lazım gelir” diyor. Diyor ama nefesini başka bir yerde alıyor. Ve bir şey daha. Bakınız, sonra bir başsavcı çıktı “Efendim, kimin elinde ne belge varsa getirsin.” Allah aşkına o savcının görevi ne? Belgeyi toplayacak adam o değil mi? Soruşturmayı yapacak adam o değil mi? Bizden belge istiyor. Olur, bir belge göstereyim. Bakın şu belge, ihbarı yapan kişinin kendi el defteri. Nereye ne kadar para almış, kimden ne kadar almış, ne zaman almış, parayı kimlere dağıtmış burada el defterine tek tek yazmış. Peki merak ediyorum. Mahkeme dosyasında olan bu el defteri hiç soruşturuldu mu? Hayır. Peki, insaf dinin yarısıdır diyordu Sayın Başbakan. Allah aşkına bu dinin tamamı değil mi? Sen kalkacaksan, adam el yazısıyla yazıyor, diyor ki parayı şöyle aldık, miktar şu kadar, şu zamanda aldık diyor, paranın bir kısmını da ana kent belediye başkanın akrabası var kuyumcu oraya götürdük verdik diyor. Benim bildiğim, bütün kuyumcularda kamera var. Peki, bu savcının aklına hiç gelmiyor mu ya, şu kamerayı bir getirelim bakalım, gerçekten o adam buraya gitti mi gitmedi mi? Soruyor mu? Hayır efendim, niye sorsun? Çünkü vali vekili, vali muavini kararı vermiş, burada hiçbir usulsüzlük yoktur diyor, hiçbir delil yoktur diyor. Tamamı afakidir diyor. İnsaf… İnsaf… Vicdanınız kurusun. Böyle bir şey olabilir mi? Biz bunu dile getiriyoruz, istiyoruz ki olayın üstüne gidilsin bakın, olayın üzerine gidilsin. 26 iddia var. 26 iddianın 12’si hiç soruşturma konusu yapılmamış, hiç ama sanki böyle bir şey yok. Sonra belediye başkanı bir televizyon programında dedi ki, o iddiayı ortaya atan belediye işçisi eğer bir tanesi dahi böyle doğrunun yanından geçerse ben istifa ederim. Ama bilmediği bir şey vardı. Benzer bir olay bir başka mahkemede görüşülüyordu ve o mahkeme bir bilirkişi heyeti tayin etmişti ve o bilirkişi heyeti o iddia sahibinin, yani rüşveti toplayan adamın bütün iddialarını doğruluyordu ve mahkeme kararı çıktı ortaya. İstifa etti mi bu belediye başkanı? Niye istifa etsin efendim, arkasında kapı gibi Recep Bey var, yolsuzluklardan sorumlu Recep Bey. Küçük bir belediye düşünün, CHP’li belediye, küçük bir belediye, ismini vermek istiyorum ama şimdi doğru olmayabilir, bir şikâyet geliyor, oraya hemen mülkiye müfettişleri görevlendirilir. Gider. Ya, Kayseri çalkalanıyor, bütün Kayseri biliyor bunu niye mülkiye müfettişi görevlendirmezler? Görevlendir mülkiye müfettişini raporunu yazsın, hiçbir şey yok desin, biz de diyelim ki doğrudur. Korkudan görevlendiremiyorlar. Ya bir şey tespit edilirse, bir şey değil çok şey tespit edilecek. Savcı savcılığını yapsın, savcı görevini yapsın. Babanın da ifadeleri var, rüşvet toplayan çocuğun babasının ifadeleri var, onlar da elimizde. Buna da hiç dokunulmuyor, hiç bakılmıyor bu ifadelere. Niye dokunulsun ki. Topladıkları rüşvetler yargıya intikal edince paraların bir kısmını iade ediyorlar, az buz para değil, milyarlarca lira para. Kim ödüyor bu paraları geri? Hapisteki adam diyor ki, vallahi ben para mara ödemedim ki benim mal varlığım meydanda bir şey ödeyemiyorum ben. Kim ödüyor bu paraları şikâyetçi olmayın diye? Ve daha da önemlisi, bir belediyenin mührü o belediyenin namusudur. O belediyenin mührü yıllardır rüşvet toplayan bir adamın cebinde geziyorsa, sen belediye başkanlığı koltuğunda nasıl oturuyorsun? Diyor ki, efendim, o mühür, yaptıkları şikâyet dilekçesine, çalınmış olabilir veya sahtesi olabilir. Ya kardeşim, çalınmışsa sende yoktur, sahtesiyse orijinali sendedir. Çünkü bilemiyorlar. Peki, toplanan paralar belediyenin hesabına giriyor mu? Hayır, ne gezer. Tam bir rüşvet çarkı ve organize şekilde kapatılıyor. Başbakana yine sesleniyorum. Recep Bey unvanını sürdürmek istiyorsan sessizliğini koru ama yok Recep Bey bana yakışmıyor, ben Tayyip Beyim, halktan yanayım, kul hakkı yiyenlerden hesap soracağım diyorsan mülkiye müfettişlerini görevlendir, gitsinler olaya el koysunlar.

Ve bir bakıyoruz, Kayseri’deki bütün yerel gazetelerde tam sayfa ilan, belediye başkanına destek çıkıyorlar. Sordu arkadaşımız Sayın Kulkuloğlu, bu tam sayfa ilanın parasını kim ödedi? Kimse çıkıp cevap vermiyor. Bizim sorumuz Fransızca değil, İngilizce değil, Arapça değil, sokaktaki vatandaşa sorsak o da anlayacak bunun paralarını kim ödedi diye? Eğer yüreklerinde Allah korkusu olsa bu olayın üzerine giderler. Başka bir şey söylemek istemiyorum.

Özgürlük ve demokrasi bizim en çok arzu ettiğimiz iki konudur arkadaşlar. 12 Eylül sonrası işkence gören DİSK’liler, yani işçiler belli bir yerin müze olmasını istemişler, işkence gördükleri yerin müze olmasını istemişler, çünkü bedel ödemişler o insanlar. Anayasa görüşmelerinde kürsüye çıkıp ağladılar, bedel ödeyenlerin acılarını sömürdüler, şimdi o bedel ödeyenler küçük bir hak talebinde bulunuyorlar ve siz onları polis coplarıyla bu hâle getiriyorsunuz. Polis dedim de aklıma geldi. Kayseri’deki olayla ilgili olarak en doğru çalışan kurum oradaki emniyet müdürlüğü, oradaki polislerin tamamını yürekten kutluyorum, tamamını yürekten kutluyorum. İfadeleri alıyorlar, tutanaklara geçiriyorlar, videoya alıyorlar ve savcılığa teslim ediyorlar. O arkadaşları yürekten kutluyorum ama utanılacak malzeme, utanılacak olaylar o teslimden sonra başlıyor, onu da izlemeye devam edeceğiz.

Hepinize mutlu yıllar diliyorum, saygılar sunuyorum.