26.02.2016

26 Şubat 2016 tarihli TBMM Genel Kurulu 2016 Yılı Merkezi Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında konuşması

GENEL BAŞKAN KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN TBMM GENEL KURULU’NDA 2016 YILI MERKEZİ BÜTÇE KANUNU TASARISI ÜZERİNE YAPTIĞI KONUŞMA (26 ŞUBAT 2016)

CHP GENEL BAŞKANI KILIÇDAROĞLU 2016 YILI BÜTÇESİ TBMM GENEL KURULU’NDA:
KENDİSİ SORUN OLAN BİR İKTİDAR TÜRKİYE’Yİ YÖNETEMEZ, YÖNETEMİYORLAR

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu:
- "Sayın Davutoğlu’ndan iki soruya net cevap bekliyorum. Sarayın maliyetini ve Kaddafi’nin, dönemin başbakanına verdiği 250 bin doların hangi derneğe, hangi vakfa bağışlandığını öğrenmek istiyorum"
- "Bütçeler bu kadar önemliyken, parlamentonun, iktidar kanadı tarafından kısır tartışmaların içine sokulması vahimdir"
- "Sayıştay 2014’te bin 330 kamu kurumundan sadece 480’ini denetledi"
- "Yüzlerce insan öldü bir Allah’ın kulu çıkıp, şu kabinede bir yürekli adam çıkıp; ’Lanet olsun, ben istifa ediyorum’ demedi, diyemedi. Böyle bir kabine mi olur? İnsanda biraz vicdan, ahlak olur. Sorumluluk ve görev atbaşı gider. Bir kişinin görevi varsa, sorumluluğu da vardır"
- "2014 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri 290 kez yazı yazıyor, ’Falan yerde silahlı terör unsurları var, bana yetki verin’ diye. 282’sinde diyorlar ki ’Dokunmayacaksınız’. Bunun adı nedir? Bunun adı Türkçede, Ceza Hukuku’nda terör örgütlerine yardım ve yataklık yapmaktır"
- "Bir bela yetmedi, ikinci belayı da bunlar getirdiler, IŞİD terörü de geldi. 70 ilden, IŞİD’e eleman devşiriliyor. Hükumetin aklını başına alması lazım. Burası Vahhabi zihniyetinin, İhvan anlayışının at koşturacağı bir alan değildir. Anadolu Müslümanlığı bizim neyimize yetmiyor?"


Teşekkür ederim Sayın Başkan.
2002’den beri Parlamentodayım. İlk kez bir bütçenin bu kadar heyecansız geçtiğine tanık oldum ve ilk kez bütçeyle ilgili söz alan bir grup sözcüsünün muhalefete muhalefet yaparak kendisini savunduğuna tanık oldum. Emin olun, anlamakta zorluk çekiyorum, emin olun.
Kendi yaptıklarınızı anlatın, kendi yaptıklarınızı anlatın. Bize muhalefet ediyor, zaten biz geleceğiz, anlatacağız; arkadan Hükûmet konuşacak, o da anlatacak. Sizin göreviniz arkada oturan yürütme organını sorgulamaktır, onlara övgüler düzmek değildir. Yasama organı burası, yürütme organı burası, yargı da bir başka yerde. Daha güçler ayrılığının farkında bile değilsiniz. Böyle bir parlamento olabilir mi?
Değerli milletvekilleri, Hocalı Katliamı’nın 24’üncü yılı. 83’ü çocuk, 106’sı kadın, 613 soydaşımız katledildi. Bu tarihi, 26 Şubat 1992 tarihini unutmayacağız. Bu tarih insanlık tarihindeki kara bir lekedir. Buradan Azerbaycan’daki bütün dostlarımıza sesleniyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz her zaman, her dönem sizin yanınızda olacağız, hiç endişe etmeyin.
Değerli milletvekilleri, bütçeler niye önemli? Bütçe kanunları niye önemli ve bütçeler için Parlamentoya yasa gelirken neden farklı bir uygulama var? Gönül isterdi ki akademisyen kimliği olan birisi bu kürsüye çıktığında neden bu kadar önemli olduğunu sizlere anlatabilseydi, bizleri eleştirmek yerine bütçe kanununun önemini vurgulasaydı -bu ülkede tüyü bitmemiş çocuk dâhi vergi ödüyor- ve bu verginin nasıl kullanılacağına Parlamentonun yetki verdiğini anlatabilseydi. Neden Parlamentoya bütçe kanunları özel bir yasayla gelirler ve neden belli bir tarih içinde görüşülür, görüşmek zorundadır Parlamento bütçe yasasını? Bütçelerin demokrasinin temel nirengi noktası olduğunu keşke anlatabilselerdi. "Bütçe" çok önemli bir kavram. Doğan çocuk doğduğu andan itibaren vergi öder, doğduğu andan itibaren. Yani millet vergi öder. Vergiyi toplayan Hükûmet -yani arkadaki kadro, vergiyi toplayan- bu verginin, toplanan verginin nasıl harcanacağına karar veremez, o kararı millet adına buraya gelen Türkiye Büyük Millet Meclisinin seçilmiş üyeleri verirler. O nedenle, biz buna bütçe hakkı diyoruz yani halkın hakkı diyoruz biz buna. Keşke bu anlatılabilseydi.
Bakın, değerli arkadaşlarım, bütçeyi Kesin Hesap Kanunu’yla birlikte ele alıyoruz çünkü bütçe bir hedef gösteriyor "2016’da şunları yapacağım..." ve siz buna yetkiyi veriyorsunuz. Parlamento, bütçe konusunda Hükûmete yetkiyi verir veya reddeder. Bugüne kadar hep yetki verildi. Ama, bir görevimiz daha var: Verilen yetki, Hükûmet tarafından, yani yürütme organı tarafından ne kadar doğru kullanıldı, ne kadar yerine getirildi? Bizim öngördüğümüz hedeflere, Hükûmetin getirdiği ve öngördüğü hedeflere bu Hükûmet ne kadar ulaşabildi? Onun da adı Kesin Hesap Kanunu’dur. Yani, paraların nerelere ne kadar harcandığı da ikinci bir kanunla beraber Parlamentoya gelir, bu kadar önemlidir.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu kadar önemli. Önemli kılan neden şudur: Az önce söyledim, 70 milyon kişi ya da 78-80 milyon, vergi ödüyoruz. Vergi ödüyoruz, vatandaşın hakkı var, Ermenek’li Recep Usta’nın hakkı vardır bunda, taşeron işçisinin hakkı vardır bunda, mevsimlik işçilerin hakkı vardır bunda, sınırlarımızı koruyan Mehmetçik’in hakkı vardır bunda, merdiven altı atölyelerde sigortasız çalışan on binlerce gencin hakkı vardır burada. O nedenle bütçeler önemlidir ve bütçeler bu kadar önemliyken, bu kadar kısır tartışmaların içine Parlamentonun iktidar kanadı tarafından sokulması gerçekten vahim bir tablodur. Daha olayın ciddiyetinin bile farkında değiliz.
Değerli arkadaşlarım, bakın, biz aynı zamanda yetki veriyoruz nerelere paraları kullanacakları konusunda, aynı zamanda denetliyoruz. Yani Parlamentonun bütçe hakkı budur. Bütçe hakkı asla devredilemez. Yani yasama organı Anayasa’nın kendisine getirdiği, kendisine verdiği bir yetkiyi bir başka organa -ister yürütme olsun ister yargı olsun- devredemez. Bu yetki millet adına Parlamentoya verilmiştir.
Değerli arkadaşlarım şimdi bakın, Anayasa Mahkemesi’nin bütçe hakkıyla ilgili bir tanımı vardır, onu takdirlerinize sunmak isterim. Diyor ki: "Yasama organının halk adına -yani bizi buraya getiren halk adına- kamu gelirlerini toplama ve yine halk adına bu gelirleri harcama konusunda yürütme organına sınırlarını belirleyerek yetki vermesi ve sonuçlarını denetlemesine ‘Bütçe Hakkı’ denmektedir." Hem yetki veriyorum hem sonuçlarını denetliyorum, buna biz ‘Bütçe Hakkı’ diyoruz.
Şimdi gelelim arkadaşlar, Bütçe Hakkı nedir? Söyledik, Anayasa’nın bize, yani Parlamentoya, yani yasama organına verdiği bir yetki var. Bu yetki açıkça devrediliyor. Kime? Yürütme organına. Anayasa’ya açıkça aykırı. Neden bunun üzerinde durmuyoruz? Hepimiz milletvekiliyiz, yasama organıyız, denetleyiciyiz. Elbette ki ben iktidar kanadından çıkıp bir muhalefet gibi eleştirmelerini beklemiyorum, ama en azından yanlışların bir şekliyle burada olmasa bile uzmanlık komisyonunda dile getirilmesi lazım.
Bakın, değerli arkadaşlar, Bütçe Hakkı diyoruz vesaire vesaire ama, bu kanunun, önümüze gelen Bütçe Kanunu’nun 6’ncı maddesi var. 6’ncı maddenin (1)’inci fıkrasının a) bendi, okuyorum, uzun bir şey, ödeneklerden bahsediyor: "5018 sayılı -yani Kamu Mali Yönetimi Kontrol Kanunu’ndan söz ediyor- Kanun’un 21’inci maddesinde yer alan sınırlamalara tabi olmaksızın kurum bütçeleri arasında aktarma yapmaya veya Maliye Bakanlığının bütçesinin yedek ödenek tertibini aktarmaya Maliye Bakanı yetkilidir." Yani, Maliye Bakanı isterse bütün Millî Eğitim Bakanlığının bütçesini alır "Maliyenin bütçesine dâhil ettim." der. Siz bu yetkiyi veriyorsunuz buraya.
Anayasa’ya aykırı veriyorsunuz bu yetkiyi. Bakın, değerli arkadaşlar, 21’inci madde, diyorum ya 21’inci madde, okuyorum: "Kamu idarelerinin bütçeleri arasındaki ödenek aktarımları kanunla yapılır." diyor; altını çiziyorum, 5018 sayılı Kanun "Kanunla yapılır." diyor bu ödenek aktarımlarına. Siz yetkiyi veriyorsunuz "İstediğin gibi parayı harca." diyorsunuz.
Bakın, bu yedek ödenek nedir? Değerli arkadaşlarım, yedek ödenek her bütçede olur. Olağanüstü bir durum çıkar ve hükûmetin paraya ihtiyacı olur ve dolayısıyla bir yedek ödenek konulur. Buna itiraz ediyor muyuz? Asla etmiyoruz. Olması gereken: Parlamentoya gelir, rakamı beyan edilir, "Bizim şu kadar yedek ödeneğe ihtiyacımız var." denir, biz de o yedek ödeneği veririz. Faciayı okuyorum size, yüce Meclisin, özellikle de iktidar kanadının milletvekillerinin, sayın milletvekillerinin takdirlerine sunuyorum: 2012’de yedek ödenek, yani bizim, yani bu Parlamentonun bu yürütme organına verdiği yedek ödenek miktarı 665 milyon 250 bin lira. 665 milyon 250 bin lira yedek ödenek istemişler, Meclis de demiş ki: "Hayhay, buyurun size veriyoruz." Peki gerçekleşen ne? 665 milyon değil arkadaşlar, 30 milyar 919 milyon 691 bin 928 lira. Kaç kat? 45 kat, 45 kat arkadaşlar, 45 kat! Parlamentonun iradesinin sıfırlandığı anlamına geliyor bu. "Sizin iradeniz var mı?" diyor, bu onu söylüyor. Parlamentonun iradesi? "Ne iradesi kardeşim ya, 1 lira koyarım, 5 milyar harcarım. Parlamento mu? Atın bir tarafa." diyor. Geçiyorum 2013’e: Gelmişler, gene ödenek istemişler, vermişiz, 949 milyon 178 bin lira. Evet, itirazımız yok, Parlamento iradesini beyan etmiş. Kaç lira harcamışlar? 35 milyar 912 milyon, 248 bin 988 lira harcamışlar. Geçiyorum 2014’e, Kesin Hesap Kanunu görüşülecek: Gelmişler, gene bütçeden istemişler, ödenek vermişiz. "1 milyar 199 milyon 178 bin lira yedek ödenek verin bize." demişler, vermişiz. Kaç lira harcamışlar? 1 milyar değil, 25 milyar 360 milyon 405 bin 215 lira harcamışlar. Birinci yıl 45 kat fark var 2012’de, en son 2014’te ödenek ile, bizden aldıkları yetki ile harcadıkları arasında 21 kat fark var. Şu soruyu kendinize sorun değerli milletvekilleri: Koskoca Türkiye Cumhuriyeti muz cumhuriyeti midir? Nasıl böyle bir şey olabilir? Bir yürütme organı Parlamentonun iradesini nasıl bu kadar ayaklar altına alabilir? "Benim iradem var." Gel kardeşim, o zaman de ki "30 milyara ihtiyacım var." Verelim 30 milyarı. Ama, diyorsun "30 milyar değil, 665 milyon bana yeter." Harcıyorsun 30 milyar. Bu olmaz, bu kabul edilemez değerli arkadaşlarım.
Bakın, bir başka garabet değerli arkadaşlarım, bir başka garabet: Yine, bakın, 5018 sayılı Kanun. Bu kanunun özelliği şudur, 5018 sayılı Kanun’un: Türkiye Büyük Millet Meclisi adına kamu harcamalarını denetleme yetkisi Sayıştay’a verilmiştir ve 5018 sayılı Kanun Sayıştay’ın yetkilerini belirler ve bu kanun Parlamentoda yani burada oy birliğiyle çıkan bir kanundur, oy birliğiyle çıkan bir kanundur. Biz de destek verdik, sizler getirdiniz yani Hükûmet getirdi ve bütün muhalefet destek verdi.
Bakın, değerli arkadaşlar, bunun bir 49’uncu maddesi var, diyor ki: "Kamu hesapları kamu idarelerinin gelir gider vesaire yükümlülükleri, garantileri, bunların hepsinin hesabını tutar." "Hepsinin hesabını tutar." Son cümle şöyle: "Hesaplara kaydedilerek bütün bu yükümlülükler, yönetim ve denetim yetkilileriyle kamuoyuna gerekli bilgilerin sağlanması amacıyla tutulur." "Kamuoyuna gerekli bilgilerin sağlanması amacıyla tutulur." Bakın, "Tutulabilir." demiyor, "Tutulur." diyor. Peki, bu yürütme organı ne yaptı biliyor musunuz? "Ne demek kanun benim için? Ben kanun manun takmam." diyor. Sayıştay’ın yönetmeliğine bir geçici madde eklediler, bakın, kanun değil, yönetmeliğine bir geçici madde eklediler. Dediler ki: "Bu hesapların tutulmasını biz 2016’ya kadar erteliyoruz." İyi de size bu yetkiyi kim verdi? Parlamentonun üstünde bir iradeniz varsa size bu iradeyi kim verdi? Böyle bir hukuk sistemi varsa bu hukuk sistemi hangi ülkede var? 2016’ya kadar ertelediler. Belki diyebilirsiniz ki: "2016 geldi, mesele yok."
Bakın, bunun önemi şu değerli arkadaşlar, kamu kurumlarının, bakanlıklar dâhil, mal varlıkları nedir? Ne ben biliyorum, ne siz biliyorsunuz, ne de vatandaş biliyor. Hangi kamu kurumunun ne kadar borcu var? Ne ben biliyorum, ne siz biliyorsunuz, ne de vatandaş biliyor. Bu kamu kurumlarının yükümlülükleri ne kadar? Ne ben biliyorum, ne vatandaş biliyor, ne de siz biliyorsunuz ama siz bu bütçeye "Evet" demeyi kendinizi hazırlıyorsunuz. Bu ne demektir? "Bu Parlamentonun iradesini ben de yok sayıyorum." anlamına gelir. Yürütme organı var; ister asarlar, ister keserler, ister harcarlar, ister yerler, ister yolsuzluk yaparlar. Bu o anlama geliyor.
Biz bu kanunu niye çıkardık? Toplanan tüyü bitmemiş her yetimin ödediği bir kuruşun hesabını gelsinler burada versinler. Hesap vermek onurlu insanların görevidir. Onurlu insanlar şunu söylerler: "Bizim hesap veremeyeceğimiz hiçbir konu yoktur." derler. Onurlu insanların görevi budur. Bana hesap vermeyen bir çağdaş demokrasi gösterin, hesap vermeyen… Böyle bir şey olabilir mi arkadaşlar?
Bakın, Kesin Hesap Kanunu’nu görüşeceğiz şimdi, o da görüşülecek. Kaç kamu kurumu var biliyor musunuz? Bunlar bilmezler, emin olun, bu yürütme organı bilmez ama ben size söyleyeyim: 1.330 kamu kurumu var. Peki, 2014 yılında 1.330 kamu kurumunun kaçı denetlendi Sayıştay tarafından? Bunlar gene bilmezler. Ben size söyleyeyim. 480’i denetlendi, sadece 480’i denetlendi. Denetlenmeyen kaç kamu kurumu var? 850 ve buraya 2014’ün kesin hesabı geliyor, 850 kamu kurumunun hesabı denetlenmemiş.
Değerli arkadaşlarım, buna ne diyeceksiniz? Hani güzel bir lafımız vardır "Ele verir talkımı, kendi yutar salkımı." diye... Adalet ve Kalkınma Partisi’nin parti programını açtım, bunları okuyunca parti programını açtım, Allah aşkına, bu parti programında ne yazıyor diye. Şöyle diyor: "Siyasetin kirlenmesini önleyen yasal düzenlemeler yapılacaktır." Ya yapıldı da kimse uymuyor. Yapıldı, çıktı, uymuyor kimse. "Siyaset bir rant aracı görüntüsünden kurtarılacaktır." Parlamento rant aracı görüntüsüne sahip değildir, rant aracı görüntüsüne sahip olan bu tablodur işte. Bu tabloyu görün değerli arkadaşlar.
Yine aynı programda başlık şu: "Yolsuzluklarla mücadele." Ne kadar güzel, "Yolsuzluklarla mücadele için kapsamlı program yapılacak." Siz hiç böyle bir program duydunuz mu? Ben şahsen hiç duymadım. "Yolsuzlukların önlenmesi için koordinasyonu sağlayacak bir birim oluşturulacak." Var mı böyle bir birim? Yok. "Anayasa’nın Meclise verdiği Sayıştay’a denetim yaptırma yetkisi kanuni düzenlemeye kavuşturulacak." Kavuşturduk da kimse uymuyor. Kimse uymuyor.
Bakın, şimdi, değerli arkadaşlarım, eğer iş bu noktaya gelmişse bunun nedeni 17-25 Aralık olayları üzerine Parlamentonun yeterince gitmemesidir. Tüyü bitmemiş, fakir fukara, garip gurebanın -sizin deyiminizdir- ödediği her kuruş… Ekmek yerken vergi ödüyor bu adam, ekmek yerken, çocuğuna bir lokma yemek yedirirken vergi ödüyor, su içerken vergi ödüyor, dolmuşa binerken vergi ödüyor. Bu Parlamento ve Türkiye Cumhuriyeti, bir hükûmetin bir devleti nasıl soyduğuna tanık oldu. Bir hükûmetin bir devleti nasıl soyduğuna tanık oldu. Hangi vicdan kabul eder 750 milyarlık saati? Hangi vicdan kabul eder? Siz hepiniz akladınız onları. Parlamentonun üzerine ağır bir gölge düşmüştür ve Türk siyasal tarihinde bu kara bir lekedir maalesef, bunu söylemek zorundayım. Keşke hep beraber üzerine gitseydik, onlar da aklansaydı, varsa bir şeyleri… Niye korkuyorlar? Yargıya gidersiniz; ya mahkûm olursunuz ya aklanırsınız, hesabını verirsiniz. Hesap vermekten kaçan bir siyaset bu ülkeye fayda getiremez değerli arkadaşlarım.
Ben, şimdi, Sayın Davutoğlu’ndan iki soruya net cevap bekliyorum. Sayın Davutoğlu, sizden istirhamım, böyle gelip özel bir polemik yapmayın; ben bir ilkokul öğrencisinin anlayabileceği sadelikte iki soru soracağım size.
Birincisi şu: Sayın grup sözcüsü de dile getirdi. Bakın, ben vergi ödüyorum, siz de ödüyorsunuz, herkes vergi ödüyor, fakiri fukarası vergi ödüyor. Saray yapıyorsunuz, güzel. Ben vergisini ödeyen bir vatandaş olarak o sarayın maliyetini öğrenmek istiyorum. Buraya gelin ve o sarayın maliyetini anlatın. Kendi grubunuza saygınız varsa, tüyü bitmemiş yetime saygınız varsa, Ermenek’teki lastik ayakkabı giyen Recep amcaya saygınız varsa onun maliyetini gelin, burada bana söyleyin, Meclis de öğrensin.
İki: Ben “Önemli mevkilerde bulunan kişilerin, devlet adamlarının Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarlarını her zaman korumaları gerektiğini” hep söyledim ve söylemeye de devam ediyorum ama bulundukları konumun hakkını vererek. İkinci sorum da şu Sayın Davutoğlu: Şimdiki Sayın Cumhurbaşkanı, dönemin Başbakanı Libya’ya gitti, Kaddafi kendilerine İnsan Hakları Üstün Hizmet Ödülü’nü verdi. Hiçbir eleştiri getirmedik. Elbette, Sayın Kaddafi’nin -Allah rahmet eylesin- getirdiği ve verdiği bir ödülü vermesi, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na vermesi bizim için önemliydi. Gerçi sonra arkadan hançerledik, o ayrı bir şey. Şimdi, ayrıca 250 bin dolar para verdiler. Havuz medyası yazıyor, ben söylemiyorum. Soruyorlar: "250 bin doları ne yapacaksın?" "Bir şehit veya gazi derneğine vereceğim." diyor. Şimdi, Dernekler Masası İçişleri Bakanlığına bağlı, siz de Başbakansınız; bir telefonla bu paranın hangi derneğe, hangi vakfa bağışlandığını ben öğrenmek istiyorum. O para bir kişinin şahsına değil, onun şahsında Türkiye Cumhuriyeti’ne verilmiştir. O parayı hangi derneğe verdiyseniz ben sizden çok açık, çok net bir yanıt bekliyorum veya hiç verilmedi.
Değerli arkadaşlarım, bakın bütçe böyle olursa ne oluyor ekonomi: Siz güzel tablolar çiziyorsunuz. Ben size "Güzel tablolar çizmeyin." demiyorum, elbette kendinizi savunacaksınız. Demokrasilerde "Kendinizi savunmayın. Siz de karamsar tablo çizin." diye bir şey söylemeye hakkımız da yok ama bizim bir görevimiz var muhalefet olarak, biz doğruları söylemek zorundayız, doğruları söylemek zorundayız.
Bakın, şimdi, Orta Vadeli Plan yapıyorsunuz. Daha önce kanunlara aykırı yapıyordunuz, neyse şimdi o da düzeldi; eleştirdik, eleştirdik, düzeldi. Orta Vadeli Plan yapıyorsunuz. Bir hükûmet planı niye yapar? Hedefler koyar, o hedefleri tutturmak ister. Enflasyon hedefi; bakın, şimdi, elinizi vicdanınıza koyun, 2012’deki hedefte hedeften sapma oranını veriyorum: Yüzde 23. Hedef koyuyorsunuz, yüzde 23 sapıyor. 2013, hedeften sapma: Yüzde 48. 2014, hedeften sapma: Yüzde 63. Pes yani, yüzde 63! Hedef koyuyorsunuz, yüzde 63 sapıyor. 2015, hedeften sapma: Yüzde 76. Bana söyler misiniz, gerçekten bunlar Türkiye’yi mi yönetiyorlar? Türkiye’yi yönetme iradesini kaybetmiş bir kadro var karşımızda, Türkiye’yi yönetemiyorlar. Siz program yapıyorsunuz, "Bunu gerçekleştireceğim…" Hedeften sapma yüzde 76. Başka bir ülkede olsa, ahlaki değerleri yüksek bir ülkede olsa, emin olun, hiç birisi yerinde kalmaz, istifa eder ya! Yüzde 76; 5 değil, 10 değil, 20 değil, 30 değil, 40 değil, 50 değil, 60 değil; yüzde 76. Böyle bir şey mi olur?
Bakın, "Büyüme" diyorlar. Bakın, değerli arkadaşlarım, büyüyor muyuz? Elbette büyüyoruz. Biz hiçbir zaman "Büyümedik." demedik, elbette büyüyoruz ama biz büyümeyi nasıl ölçeriz? Biz büyümeyi bizimle aynı konumda olan ülkelerle beraber ölçeriz. Benimle aynı konumda olan ülke benden hızlı büyüyorsa; ben yürütme organına bakmak zorundayım o ülke benden daha hızlı niçin büyüyor diye, neden büyüyor diye. Sakın unutmayın, Türkiye Cumhuriyeti, otomobili Güney Kore’den önce yaptı, üretti, otomobili Güney Kore’den önce. Bugün Güney Kore’nin dünya çapında 3 otomobil markası var, biz hâlâ tartışıyoruz “Yerli otomobil yapalım mı, yapmayalım mı?” diye. Sorumlusu kim? Eminim, belki grup sözcüsü gelecek, diyecek ki: "Bunun sorumlusu da CHP." Evet çünkü bir düşman yaratmak zorundasınız. Düşman kim? CHP. "Saldıralım CHP’ye." Ya, insaf denen bir şey var. Yeri gelince diyorsunuz ki: "Siz iktidar olmadınız." Yeri gelince diyorsunuz ki: "Biz bir şey yapacağız, siz engel oluyorsunuz." Ya, siz iyi şey neyi yaptınız da biz engel olduk? Siz otomobil yaptınız da engel mi olduk, ülkeye barış getirdiniz de biz engel mi olduk?
Değerli arkadaşlarım, yedi yıllık ortalama büyüme 3,4; İkinci Dünya Savaşı hariç cumhuriyet tarihinin en düşük büyümesidir. İşsizlik… Bakın, buraya çıkan hatiplerin hangisi "Biz işsizlikle mücadele edeceğiz." dedi? Rakam vereyim: 2000 yılında işsizlik oranı yüzde 6,5; 2001 yüzde 8,4; 2002, hani krizin başladığı, yazar kasaların atıldığı dönümde işsizlik oranı yüzde 10, bugün işsizlik oranı yüzde 10,6. Bu mudur başarı arkadaşlar? Binlerce çocuk, binlerce genç, 6 milyonun üstünde insanımız işsizse bu mudur ekonomik başarı? Ya, benim karnım doymadıktan sonra, birilerinin karnı doyuyor diye, birileri köşeyi dönüyor diye, benim çocuğum işsizse ben sesimi çıkarmayacak mıyım? Bu mudur başarı? Sosyal refahı sağlamadıktan sonra, herkesin evine helal kazandığı ekmek girmedikten sonra hangi iktidardan söz ediyorsunuz siz?
Gıda enflasyonu… "Efendim, dünyada kriz var, o nedenle bizde de bu tür sarsıntılar oluyor." Söyleyeyim gıda enflasyonu bizde kaç: Yüzde 11,74. Peki dünyada? Gıda fiyatları dünyada yüzde 19 düştü arkadaşlar. Dünyada gıda fiyatları düşer, bizde gıda fiyatları artar. Dünyada petrol fiyatları düşer, bizde petrol fiyatları artar. Hani kriz vardı, hani biz, efendim, ondan etkileniyorduk. Ya, biraz da gıdadan etkilensek bari, şu fakir fukara da biraz ucuz bir şeyler satın alabilse, yiyebilse. Ankara’da ekmeğe yüzde 33 zam yaptınız ya. Zaten fakirin yediği bir tek ekmek, ona bile yüzde 33 zam yaptınız.
Bakın, ben size bir rakam vereyim değerli arkadaşlar: 2002’de nüfusumuz 67 milyon. Buğday üretimi ne kadar biliyor musunuz, 19,5 milyon ton. Şimdi nüfusumuz 78 milyon, buğday üretimimiz 19 milyon ton. Düşmüş, buğday ithal ediyoruz. Saman ithal eden bir iktidara hangi kişi "Bu iktidar başarılıdır." der Allah aşkına? Saman ithal eden iktidara "Başarılı" mı diyeceğiz? Ya, bir dönem Türkiye Orta Doğu’yu besliyordu, şimdi et fiyatlarını tutturamıyorlar. "Efendim, narh getirdik, bir daha fiyatlar artmayacak." İyi de sizi kim dinler ki? Gidin bakın, etin kilosu 50 lirayı buldu. Kim yiyecek eti, kim yiyecek? "Et ithal edeceğiz." Kardeşim, sen neden bu ülkede üretime destek vermedin? Orta Doğu’yu besleyen Türkiye nasıl oldu da şimdi ete muhtaç hâle geldi.
Gidin süt üreticilerine sorun, onlar da perişan vaziyette. Ama bir parantez açayım, CHP’li belediyelerin olduğu yerlerde süt üreticilerinde bir sorun yok çünkü onlarla sözleşmemiz var, sütü alıyoruz, yeni doğan hangi evlerde çocuk varsa o çocuklara sütü bedava veriyoruz. Hiç, onlar çok memnunlar.
Bakın, değerli arkadaşlar, bu Parlamento bir kanun kabul etti, adı "Tarım Kanunu." 21’inci maddesi der ki: "Bütçeden ayrılacak kaynak, gayrisafi millî hasılanın yüzde birinden az olamaz." "Yüzde birinden az olamaz." diyor, kanun bu. Bugüne kadar yüzde 1’i hiç yakalayamadılar, vermediler, çiftçiye vermediler. Ziraat odalarına diyorum ki: Tazminat davası açın, hakkınızı isteyin. "Biz korkuyoruz, yarın bizi kapatırlar." diyor. Böyle bir rezalet olabilir mi arkadaşlar?
Şimdi, vatandaşın hâli çok güzel, çok mutlu vatandaş, gerçekten huzur içinde. Size rakamları vereyim, vatandaşın ne kadar huzur içinde olduğunu gidin, anlatın. Ne olacak ya? Bu rakamları da sorun, doğru mudur yanlış mıdır, biz de devletin verilerini alıyoruz zaten.
Halkın bankalara borcu, 2002 kriz dönemi… Hani diyorlardı ya "Gecelik faizler 1.500’lere çıkıyordu, biz geldik, kurtardık", aslında kurtaran başkası da siz gelip hazıra kondunuz. 2002’de halkın bankalara borcu 6,5 milyar lira, bugün 382 milyar lira, eski parayla 382 katrilyon lira bugün halkın bankalara borcu var. Bu mudur Allah aşkına başarı? Bir gidin, sorun "Ya, bu vatandaş nasıl bu perişan hâldedir?" diye, bir sorun bakalım. 57 kat arkadaşlar, 57 kat, 1 değil, 2 değil, 10 değil.
Takipteki borç tutarı -borçlanmış ama takip ediliyor, kriz dönemini veriyorum, övündüğünüz dönem- 2002’de 278 milyon lira, eski parayla 278 trilyon lira takipte alacak var. Bugünü veriyorum: 16 milyar 800 milyon lira, eski parayla 16 katrilyon 800 trilyon lira takipte borç var. Bir sorsanıza bu Hükûmete, niye icra dairelerinin sayısını artırdılar? Bir de gittiler, icra dairesini törenle açtılar ya, ağrıma giden de bu. Ya, törenle icra dairesi açılır mı? Sen borç batağına sok, vatandaş takip edilsin. Bugün çoğu vatandaş kaçak, biliyor musunuz "Yakalanmayayım" diye? Mahkûmiyeti çıkmış, hapishanelerde de yer yok. Evet, bir iktidar "Yeni hapishane yapıyorum" diye övünebilir mi arkadaşlar? Ama övündünüz.
Geçiyorum dosya sayısına. 2002’de 8 milyon 200 bin icrada dosya varmış, bugün 23 milyon 800 bin dosya var arkadaşlar, Türkiye’nin yarısı icralık, nüfusun yarısı icralık durumda. Bana inanmıyorsanız gidin bir kahveye, "İcra dairesinde dosyası olan kaç kişi varsa el kaldırsın" diye bir sorun, esnafa bir sorun. Bunların hepsini göreceksiniz. Sadece, 2015 yılında 1 milyon 250 bin vatandaş, borcu nedeniyle kara listeye alınıyor arkadaşlar. Protestolu senet tutarını söyleyeyim; 2002, krizin en yoğun yaşandığı dönemde protestolu senet tutarı 800 milyon liraydı. Bugün, 10 milyar 100 milyon lira arkadaşlar. Ne diyorum? Bunlar Türkiye’yi yönetemezler. Bu kadro Türkiye’yi yönetemez, yönetme gücü ve erki yoktur.
Sürekli erteliyorsunuz baskıları ve sürekli "CHP şöyle, CHP böyle…" Vatandaşın dikkatini… "Ya, gerçekten de bak, bu CHP olmasaydı bunların hiçbirisi olmazdı." Ya, bunu yapan biz değiliz, bunu yapan sizsiniz, bu kadro. Ve sizden bu kadroya hesap sormanızı istiyorum. Yazık günah değil mi? Vatandaşa acıyorsanız hesap sorun. Elinize fırsat geçmiş: Bütçe.
Bakın değerli arkadaşlar, "Faiz lobisi, faiz lobisi" diye gene bu yürütme organında görev alan arkadaşlar çok sık kullanırlar. "Faiz lobisi darbe yapacaktı, faiz lobisi şöyle, faiz böyle." 1980 ile 2002 arası, bakın, 22 yılda bütçeden ödenen faizi veriyorum: 135 milyar lira, eski parayla 135 katrilyon lira. Geliyorum, on dört yıla, beyefendilerin iktidarına geliyoruz. Bütçeden faize 135 milyar değil arkadaşlar, 649 milyar lira ödendi. Kim faiz lobisinin yandaşı? Bunlar, bunlar, evet bunlar; faiz lobisinin yandaşı bunlar.
Daha garibini söyleyeyim, bakın, daha garibini, elinizi vicdanınıza koyun, daha garibini söylüyorum: Faizden vergi alınmasın diye, repo gelirlerinden vergi alınmasın diye bir kanun çıkardılar. 30/12/2004, kanunun numarasını da söyleyeyim: 5281 sayılı Kanun’la Gelir Vergisi Kanunu’na bir madde eklediler: "Faiz geliri elde edenlerden vergi alınmaz, beş yıl süreyle." Beş yıl doldu, bir daha kanunu getirdiler, aynı kanun. Onun da tarihi 2010, 6900 sayılı Kanun’la beş yıl daha uzattılar, vergi alınmaz faizden. Şimdi, 31/12/2015 tarihinden başlamak üzere ve süreyi beş yıl daha 2020’ye kadar uzatmak üzere bir kanun daha getirdiler ve o da geçti.
Değerli arkadaşlarım, ya, ekmek yiyen, kuru ekmek yiyenden vergi alıyorsun, kefenden vergi alıyorsun ama diyorsun ki: "Faizci mi? Ben ondan vergi almam." Evet, söyleyen bu kadro, onay veren de sizlersiniz arkadaşlar, o nedenle size söylüyorum, elinizi vicdanınıza koyarak karar verin. Böyle bir şey olamaz, yönetemiyorsunuz. Evet, yönetemiyorlar bunlar, yönetemezler Türkiye’yi. Kendisi sorun olan bir iktidar Türkiye’yi yönetemez, kendisi sorun olmaya başladı.
Bakın, enerjiden bahsettiniz, gayet güzel. Bana, dünyada sağlıklı işleyen bir ekonomide, bir ülke, bir başka ülkeye yüzde 55 oranında enerjide bağımlılığı olan bir ülke gösterin. Bunu eleştirdik, "Yapmayın." dedik ya. Bir ülkeyi bir başka ülkeye, yani Türkiye’yi Rusya’ya siz enerjide yüzde 55 oranında bağımlı hâle getirdiniz, yüzde 55 oranında! Yetmedi, övündüğünüz nükleer santrali de ona verdiniz. Bağımlılık oranı kaça çıkacak biliyor musunuz? 60, 70, 80’lere çıkacak.
Ya, arkadaşlar, ben hayret ediyorum. Bir hükûmet, hadi bıraktık hükûmeti, onun kadroları "Ya, bu risk taşır, böyle bir şey olamaz, bir ülke bir başka ülkeye enerjide bu kadar bağımlı hâle gelemez." demesi lazım. Biz söylüyoruz, biz kötü oluyoruz. "Vay, enerjiyi getireceğiz, bu CHP var ya CHP, bunlar engel oluyorlar..." E, şimdi diyor ki: "Doğal gazı keseceğim." E, zamanında uyarmadık mı? Bir yönetici en az elli yıl sonrayı düşünmek zorundadır. Bunlar üç adım ötesini bile göremiyorlar, neden? Sorun olmaya başladılar.
Gelir dağılımından söz ettiniz, doğrudur. İşçiye parayı verdik, emekliye verdik, doğrudur. İyi ki bizim seçim bildirgesini aldınız, o da doğrudur. Oradan kopya ettiniz, o da doğrudur. Asgari ücretliye zam verdiniz, o da doğrudur. Taşeron işçiye kadroyu da vereceksiniz, takipçisi olacağız, taşeron işçiye kadroyu vereceksiniz. Göstergeleri bizim istediğimiz kadar artırmadınız, olsun, bir kârdır ama bakın, gelir dağılımından size örnek vereceğim.
Yıl 2002, Türkiye nüfusunun yüzde 1’i Türkiye’deki toplam servetin yüzde 34’üne sahip, 2002. Geliyorum bugüne, Türkiye nüfusunun yüzde 1’i toplam servetin yüzde 34’üne değil, yüzde 54’üne sahip. Kime hizmet ettiğinizi, bu faiz lobisinin nasıl kazandığını bu rakamlar gösteriyor işte. Tüyü bitmemiş yetimden vergi alacaksınız, trilyonları kazanan faizciye -kanun getireceksiniz- diyeceksiniz ki "Senden vergi almıyorum", sonra dönüp CHP’ye "Faiz lobisi bu hâle getirdi." İnsanda biraz insaf olur ya, insaf olur.
Bakın, değerli arkadaşlarım, Türkiye şu anda orta gelir tuzağındadır, 10 bin doları aşamıyor, onun da altına düştü, orta gelir tuzağındadır, orta teknoloji tuzağındadır Türkiye. Katma değeri yüksek ürün üretemiyor. Hükûmetin araştırma geliştirme harcamalarına daha fazla kaynak ayırması en çok bizi mutlu eder, açık ve net söylüyorum. Biz gerekirse boğazımızdan keselim, araştırma geliştirmeye verelim. İnsan aklının özgürce düşünebileceği, sorgulayabileceği bir eğitim sistemini getirmek zorundayız.
Değerli arkadaşlarım, sadece orta gelir, orta teknoloji değil arkadaşlar, beşeri sermaye tuzağında şu anda Türkiye, beşeri sermaye tuzağında. İnsanlarımızın bütün değerleri altüst edildi, bütün değerleri. Bakın, İnsani Gelişmişlik Endeksi’nde, 2015 yılında 3 sıra geriledik arkadaşlar. 3 sıra geriledik, 69’uncu sıradan 72’nci sıraya geriledik. Bu, benim rakamım değil, dünyanın okuduğu rakamlar. Kendi çocuklarını kendi siyasal emellerine kurban eden bunlardır arkadaşlar. Çocukların en iyi eğitimi almasını isteriz, üniversitelerin bilgi üretmesini isteriz. Bunları söylemek isterim.
Bakın, değerli arkadaşlarım, depresan ilaçlarının kullanımı kaça çıktı biliyor musunuz? Hiç merak ettiniz mi? 26 milyon kutuya çıktı arkadaşlar, 26 milyon kutu. Bir insan neden bu depresan ilaçlarını kullansın, antidepresan ilaçlarını kullansın? 26 milyon kutuya çıkıyorsa bu sorun değil mi arkadaşlar? Hiç düşünmüyor musunuz ya, bu ülkeyi kim yönetiyor diye?
Uyuşturucu artışı… Uyuşturucuda yaş kaça düştü biliyor musunuz? 10’a düştü. Uyuşturucu kullanımındaki artış -devletin rakamları- yüzde 678.
Ne oluyor peki? Bunlar ülkeyi mi yönetiyorlar? Emin olun bunların, bunlardan hiçbir haberleri bile yoktur.
Baktık ki Hükûmetten bir fayda yok, emin olun, biz kendi belediyelerimize talimat verdik ve AKP’li belediyelerin olduğu yerlere de uyuşturucuyla mücadele için kendi arkadaşlarımızı gönderiyoruz. Çocuklara yazık, günahtır ya! Kendi çocuklarımız.
Dinamitlenen bir barış var değerli arkadaşlarım. Son sekiz ayda 358 şehidimiz oldu. "Biz sorunu çözeceğiz." dediler. "Bu yöntemle bu sorun çözülmez." dedik, "Siz bilmezsiniz." dediler. Eyvallah. "Biz çözeceğiz, bize engel olmayın.", "Engel olmuyoruz, çözerseniz memnun oluruz." dedik. "Size kredi açıyoruz." dedik, "Sizin kredinize ihtiyacımız yok." dediler. E olabilir. Siz çözün, vallahi gelip tebrik edeceğim sizi. Kim bu ülkede kan akmasını ister? Hepimiz huzur içerisinde yaşamak isteriz.
Değerli arkadaşlarım, sadece içeride değil, dışarıda da bu Hükûmetin yapacağı hiçbir şey yoktur. Yönetemez artık Türkiye’yi. Yönetim gücünü ve erkini, iradesini kaybetmiştir, yok. Geleceği düşünemez, geleceği projelendiremez.
Bakın, değerli arkadaşlarım, Suruç’tan tutun Reyhanlı’ya, Cilvegözü’ne, Ankara Garı’na, Ankara Kızılay’a kadar bombalar patladı. Anayasa’nın bir 112’nci maddesi var, Bakanlar Kurulu o bölümde işlenir. Maddenin başlığı nedir, biliyor musunuz: "Görev ve siyasi sorumluluk." "Görev ve siyasi sorumluluk."
Şimdi, "Görev" var, güzel; tanımlanmış Başbakanlık Kanunu’nda da. Peki, "Siyasi sorumlu" kim? Bu kadar insan öldü, masum insan öldü, bunun "Siyasi sorumlusu" kim arkadaşlar? Kim bunun "Siyasi sorumlusu"? Bir iktidar eğer siyasi sorumluluğu üstlenmiyorsa ben o iktidarın etik değerlerini yargılarım. Bakın, size çok tipik bir örnek vereceğim Japonya’dan; dört saat sular akmadı diye Japonya’da belediye başkanı istifa ediyor, diyor ki: "Suyun akmasından ben sorumluyum, kesildiyse istifa edeceğim." Yüzlerce insan öldü, yüzlerce, bir Allah’ın kulu çıkıp, bir yürekli adam şu Kabineden çıkıp "Ya, lanet olsun, ben istifa ediyorum." demedi, diyemedi! Böyle bir Kabine mi olur arkadaşlar? Şimdi, bu işin siyasi sorumlusu… Herhâlde Rize’deki vatandaşı aramayacağız, Kastamonu’daki vatandaşı aramayacağız, Maraş’taki Ökkeş’e demeyeceğiz "Gel arkadaş, bu işin siyasi sorumlusu sensin" veya Kayseri’deki Âdem’e. Kime söyleyeceğiz bunu? Ülkeyi yöneten bunun sorumluluğunu üstlenmezse sorumlu kim? Biliyorum, dönecekler CHP’ye, "CHP, sensin sorumlu!" Niçin? Niye biz sorumluyuz? İnsanda biraz vicdan olur, insanda biraz ahlak olur. Sorumluluk ve görev, ikisi atbaşı gider. Bir kişinin görevi varsa sorumluluğu da vardır. Görev ama sorumsuzluk, yönetimde böyle bir kural yoktur, dünyanın hiçbir ülkesinde yoktur, en ilkel kabilelerde bile yoktur ama bizde vardır. Görev var, sorumlu yok arkadaşlar, bunu anlamakta zorluk çekiyorum.
Terör örgütüne… "Çözemezsin" dedik, "Çözeceğim" dedi. Mahkemeler kurdular mahkemeler, bunlar seyretti. Vergi daireleri kurdular, bunlar seyretti. Hendekler kazdılar, bunlar seyretti. Trafik kontrollerini yaptılar, televizyonlar verdi, yine bunlar seyretti. Askere alma daireleri kurdular, yine bunlar seyretti, hepsini seyrettiler. Değerli arkadaşlar, 2014 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri 290 kez yazı yazıyor, diyor ki: "Falan yerde silahlı terör unsurları var, bana yetki verin." 282’sinde diyorlar ki: "Dokunmayacaksınız arkadaşlar." Bunun adı nedir? Bunun adı Türkçede, ceza hukukunda "Terör örgütlerine yardım ve yataklık yapmak" demektir, bunun adı budur. Açın kanunları bakın, bana inanmıyorsanız orada göreceksiniz.
Değerli arkadaşlarım, sonunda şu noktaya geldiler: "Terör örgütü bizi kandırdı." Yahu siz çocuk musunuz? Yeri geldiğinde "Bakanım" diyorsunuz, kırmızı plakalı araçlara biniyorsunuz. Sizi onlar kandırdıysa, e siz Allah aşkına bu ülkeyi nasıl yöneteceksiniz? Biz neden diyoruz "Siz ülkeyi yönetemezsiniz" diye? Bu nedenle diyoruz. Sizin yönetim erkiniz kaybolmuştur.
Ankara’da bomba patladı, yıldırım hızıyla faili buldular; "Bilmem ne, Suriye’deki bilmem ne" bir kişi, ismini vermek istemiyorum. Arkadaşlar, onu hemen aldılar: "Falan terör örgütünün üyesi." Güzel. Peki kardeşim, bu adam bilmem kaç bin kilometre yol kat etti, en az 10 tane vilayete gitti, trafik cezası kesildi, 22 sefer telefonda konuştu. Yahu sen bu adamı niye yakalamadın madem terör örgütünün üyesiyse? Çünkü terör örgütü üyesi olmak, eylem yapmanın dışında, tutuklanmayı gerektirir. Niye tutuklamadın? İsmi açıkladılar. Doğru ismi nereden öğrendik? Bir başka terör örgütünün yaptığı açıklamadan öğrendik, bir başka terör örgütünün yaptığı açıklamadan öğrendik.
Belki diyebilirsiniz ki: "Ne fark eder kardeşim, o da terörist, bu da terörist?" Ama bu açıklamayı Yalova Kaymakamı yapmıyor, bu açıklamayı herhangi bir vatandaş yapmıyor; bu açıklamayı bu ülkenin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı yapıyor. Dramatik olan oydu, dramatik olan oydu.
Bakın değerli arkadaşlarım, "Haberimiz yok…" Emniyet Genel Müdürlüğünün yazısı, çok açık ve net, örgütün adını veriyor, ismini veriyor örgütün; nerede eylem yapacaklarını da veriyor; "Şurada eylem yapacaklardır." diyor; hiçbir önlem alınmıyor. Peki kim bu işin siyasi sorumlusu, kim? Şimdi "Bilmiyoruz" derlerse elimizde kapı gibi belge var, mümkün değil, biliyorlar. Örgütün de ismi var, nerede eylem yapacakları da var. Yönetme gücünü ve erkini, iradesini kaybederse bir siyasal iktidar, ülkeye ancak ve ancak sorun, kan ve gözyaşı getirir. Aynısı buradan geliyor.
Değerli arkadaşlarım, durup dururken Suriye’yle kavga ettik, durup dururken. Durup dururken Mısır’la kavga ettik. Ya, Suriye’de bizim ne işimiz var? Niye Suriye’yle kavga ediyoruz, hangi gerekçeyle Suriye’yle kavga ediyoruz? Efendim, Suriye’de insan hakkı ihlalleri varmış. Evet, doğrudur, insan hakkı ihlalleri bütün ülkelerin üzerinde durması gereken temel bir konudur ve evrensel bir haktır insan hakkı. İnsan hakkı ihlalleri nerede olursa oraya bizim şu veya bu şekilde karşı çıkmamız lazım. Güzel. Nasıl karşı çıkacağız? Almanya nasıl karşı çıkıyor, Fransa nasıl karşı çıkıyor, Amerika nasıl karşı çıkıyor? Biz de öyle karşı çıkacağız. Diyeceğiz ki "Kardeşim, insan hakkı ihlallerini düzelt. Bak bunlar var." Silah gönderdik oraya. Elli sefer söyledim. "Ya, yangına benzinle gidilmez, silah gönderirseniz olmaz. Bakın orada Müslümanı Müslümana kırdırırsınız, yazık günahtır." "Efendim, siz Baasçısınız." Ya, ne Baas’ı kardeşim! Ben insanı düşünüyorum, o başka şeyleri düşünüyorum. Bunlar yazık günahtır. Ne oldu, ne oldu sonunda? Emevi Camisi’nde bunlar namaz kılacaktı, birkaç haftalık ömrü kalmıştı. Tam camiye gidecekler, 2,5 milyon Suriyeli Türkiye’ye geldi.
Ve bir ayıp daha: Süleyman Şah Türbesi’ni kaçırdınız ya, Süleyman Şah Türbesi’ni. Arkanıza bakmadan Süleyman Şah Türbesi’ni kaçırdınız. Bu mudur büyük devlet, bu mudur büyük devlet ya? Bir türbeyi koruyamayan devlet! Ne diyordu Sayın Davutoğlu? "Kimse Türkiye’nin gücünü test etmeye kalkmasın." Eyvallah, güzel bir laf, kutlarım kendisini de ayrıca, ama bu laftan sonra Orta Doğu’daki kabile şeyhleri bile Türkiye’ye karşı söylem geliştirdiler. Kabile, kabile, kabile şeyhleri! Şimdi, buyurun bakalım gidin, ne yapacaksınız? Türkiye’yi bu hâle kim soktu? Yazık günah değil mi?
Tuttunuz, bir de Mısır’la kavga ettiniz. Yahu, Mısır’la niye kavga ediyorsunuz? İktidara darbeci gelmiş. Eleştirirsin, biz de eleştirdik, "Yanlıştır" dedik, "Darbe hiçbir zaman bir ülkeye yarar getirmez." dedik. Haber gönderdim, iki büyükelçimi gönderdim ben Mısır’a ve şunu söyledik: "Eğer siz siyasi darbe sonunda siyasi idam yaparsanız çok yanlış yaparsınız. Türkiye’nin tarihine bakın, bu yanlışı göreceksiniz." Tuttular, El Ezher Üniversitesi Şeyhi’ne küfrettiler, hakaret ettiler. Yahu, El Ezher Üniversitesi Şeyhi’yle senin ne işin var, niye bunu yapıyorsun? Sonra pişman oldular "Biz, büyükelçi göndereceğiz." dediler. E, şimdi onlar diyorlar ki: "Sizin büyükelçinizi istemiyoruz."
En son, Bulgaristan’la kavgalıyız. Tuttular, gene bu "Yürütme organı" dediğimiz zat, grup, “Efendim, Bulgaristan’daki Türklerin işine karışıyorlar, ayrı parti kuruyorlar.” Yahu, size ne kardeşim? Orada duruyorlar. Türkiye kökenli, Türk kökenli, Bulgar vatandaşı, kendileri partiyi kurmuşlar, çalışıyorlar. Yahu, niye oraya müdahale ediyorsunuz? Neden bölüyorsunuz oradaki insanları? Anlamak mümkün değil.
Şimdi de El Nusra’yı savunuyorlar. Evet… Değerli arkadaşlarım olmaz bunlar; bunlar yanlıştır, Türkiye’nin itibar kaybetmesine yol açar.
Turizmcileri sormuyorum, zaten o felaket bir tablo.
Bakın, değerli arkadaşlar, neden yönetemiyorlar? Size tipik, gene bu beyefendilerin ağzından belli cümleleri okuyarak… Son Ankara saldırısından sonra… Bakın, saldırı oluyor, Sayın Davutoğlu’nun kullandığı cümle: "Patlama sesi duyduk, inceleyeceğiz." E, başarıdır bu yani en azından patlama sesini duymuş Sayın Başbakan.
Sayın Veysel Eroğlu "Bir terör örgütü gerçekleştirdi diye bir duyum var." diyor. İyi, yani demek ki duymuş o da, bir terör örgütü gerçekleştirdi.
İçişleri Bakanı Sayın Efkan Ala, o da ne yapacak, Twitter üzerinden mesajı atıyor: "Bu akşam Ankara’da yaşanan terör saldırısını şiddetle kınıyorum." Günaydın Beyefendi! "Bu ülkemize karşı yapılan bir saldırıdır." Biz de Küba’ya yapılmış sanıyorduk! Elbette Türkiye’ye karşı yapılmış yahu. Ankara’da bomba patlamış, 29 kişi hayatını kaybetmiş, İçişleri Bakanının terörle mücadele konusundaki tek işi ve ilk işi Twitter’dan mesaj atmak. Ne diyorum? Bunlar Türkiye’yi yönetemezler, yönetme gücü ve iradesini kaybetmişlerdir.
Sayın Numan Kurtulmuş, Hükûmet Sözcüsü, hemen arkasından konuşma yapıyor: "Bu bombayı patlatanlar orada bu akşam vefat eden, şehit olan kardeşlerimizi tesadüfen seçtiler." Yahu kardeşim, şu Emniyetin yazısına baksan tesadüf olmadığını, oraya bilinçli olarak adamların gönderildiği, servis araçlarının bulunduğu yerlere gönderildiğini okuyacaktın. Sen daha senin bürokratlarının hazırladığı yazıyı bile bilmiyorsun. Bilmiyorsan bari, televizyona çıkıp böyle bir konuşma yapma.
Bütün bunlardan sonra, gerek Sayın Cumhurbaşkanı gerek Sayın Davutoğlu diyor ki: "Türkiye, bu güzel ülke, en güvenli ülkedir." diyor. Güzel tabii, biz de en güvenli ülke olmasını gönülden arzu ederiz.
Değerli arkadaşlarım, bir hükûmetin lideri yani sayın başbakanı eğer bir şey söylediyse, sözünün arkasında sadece o değil bakanları da durur. Ben, böyle bilirim. Bir söz vermiştir, kendisi ve bakanları verdikleri sözü tutarlar. Tarih vereceğim size: 15 Eylül 2014, Bakanlar Kurulu yapılıyor, Bakanlar Kurulandan sonra Hükûmet Sözcüsü çıkıyor televizyonların önüne, açıklama yapıyor: "Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun verdiği talimat kapsamında ’Torba Kanun’ olarak nitelendirilen çok maddeli yasaları artık Meclise getirmeyeceğiz." diyor. Sayın Davutoğlu talimat vermiş, "Artık bundan sonra çok maddeli, birden fazla kanunu içeren torba kanun Meclise getirmeyeceğiz, talimatına uyacağız." diyor.
Değerli arkadaşlarım, Parlamento 1 Kasım sonrası açıldıktan düne kadar 23 yasa tasarısı kabul edildi, 23. Bunun 17’si uluslararası sözleşme, 6’sı da torba kanun arkadaşlar, 6’sı da torba kanun. "Getirmeyeceğiz." diyor, "Getirmeyeceğiz, Sayın Davutoğlu talimat verdi." diyor. Getiriyorlar, “Davutoğlu da kim oluyor, biz istediğimizi yaparız.” diyorlar. Bu doğru değil arkadaşlar, bu, doğru değil. Ben bunu kabul etmiyorum, doğru değil. Ayrıca, yasama organını bir kanun fabrikası olarak düşünmek de doğru değildir. Burası bir kanun fabrikası değildir. Her olay için kanun çıkmaz burada. Burası yasama organıdır, Türkiye’nin en önemli merkezidir burası ve burada bütün yasalar, bütün ayrıntılarıyla tartışılır. Sayın Davutoğlu böyle bir talimat vermişse, her bakan o talimatın arkasında durmak zorundadır.
Bakın, sadece bu olay yok arkadaşlar. Ben, "Yönetme erkini kaybetmiş" derken onun için diyorum. Davulu boynunuza asıp tokmağı başkasına verirseniz ülkeyi yönetemezsiniz arkadaşlar, işin gerçeği budur. Söyleyeceksiniz, sözünüzün arkasında duracaksınız, "Evet, bundan sonra torba kanun ucubesi olmayacak, her kanunu getireceğiz." diyeceksiniz...
Daha garip bir şey söyleyeyim değerli arkadaşlar: Temel kanun nedir? Temel kanun, Türk Ticaret Kanunu’dur, Medeni Kanun’dur, Borçlar Kanunu’dur, Ceza Kanunu’dur, temel kanun bunlardır. Bu kanunlar 300-400-500-1.000-1.000 küsur maddeden oluşan kanunlardır ve bu kanunlarda değişiklik yapılırken veya bu kanunlar tümüyle elden geçirilirken temel kanun olarak gelir.
Bakın, bu Parlamento saygınlığını en çok nerede kazanmıştır biliyor musunuz? O 1.000 küsur maddelik yasaları oy birliğiyle geçirmiştir Parlamentoda ve temel kanun mantığı içinde geçirmiştir.
Şimdi, size son temel kanun ucubesinden bir örnek vereceğim: Hem torba kanun hem temel kanun, tamamı kaç madde biliyor musunuz? 12 madde, 12 madde. Hadi torba yaptık, anladık, ya 12 maddenin temeli mi olur? Temel kanun mu olur? Bu, resmen Parlamentoyla dalga geçmek demektir. "Parlamentonun iradesini kabul etmiyorum." demektir. Arkadaşlar teklif yaptılar, dediler ki "12 madde"… Ya 12 madde üzerinde oturalım, yine aynı sürede görüşelim, ama "Temel kanun" demeyin buna ya, ayıptır artık bu. "Hayır, biz bildiğimizi okuyacağız." dediler. "Bildiğimizi okuyacağız." demek, "Sayın Davutoğlu ne derse desin biz bildiğimizi okuyacağız." demektir, "Çünkü biz talimatı Sayın Davutoğlu’ndan değil, talimatı başka bir organdan alıyoruz." demektir. Bu nedir arkadaşlar biliyor musunuz? Bu, aynı zamanda devlette liyakat sisteminin çökmesi demektir.
Bir devleti devlet yapan liyakat sistemidir. Liyakat sistemi olmazsa o devlet ayakta durmaz, istişare olmazsa, danışma olmazsa o devlet ayakta durmaz. Açın Yusuf Has Hacib’in kitaplarından başlayın, göreceksiniz hepsinde vardır, liyakat sistemi vardır. Bakın, devlette şube müdürü olmak için belli bir süre çalışmanız ve dört yıllık üniversite mezunu olmanız gerekiyor. Neden? Devlette liyakat sistemi korunsun diye, işin uzmanları konuşsun diye, siyasetçi bir talimat verirse o talimatı bütün seçenekleriyle en doğru şekilde siyasetin önüne koysun diye. Liyakat sistemini sıfırladık, bu Hükûmet liyakat sistemini sıfırladı, yok liyakat sistemi. Eğer bir bürokrat bakanını, müsteşarını, Başbakanını aşıp başka bir organa bilgi veriyorsa orada liyakat sistemi yoktur arkadaşlar, orada çok başlılık vardır. Suriye uçağı düşürüldü, ilk açıklamayı kim yaptı, ilk açıklamayı? Gazeteciler sordular, dedim ki: "Sayın Başbakanı bekliyoruz." Sayın Cumhurbaşkanı yaptı ilk açıklamayı "Rus uçağını vurduk." dedi. Çünkü olur ya, Sayın Davutoğlu ya erken açıklarsa ne olur, ben ikinci plana mı düşerim? Böyle bir devlet anlayışı olur mu? On dakika sonra, bakın, on dakika sonra aynı saray ikinci bir açıklama yaptı, "Biz ’Rus uçağı vurduk’ dedik ama henüz kimliğini tam tespit edemedik." Olur mu arkadaşlar bu? Devlet ciddiyetiyle bağdaşır mı? Liyakat sistemi çok önemlidir, devlette liyakat sistemini çökertirseniz devleti çökertirsiniz. O nedenle diyorum "Bu kadrolar Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetemezler."
Değerli arkadaşlarım, şimdi, dünya bizi nasıl görüyor? Sizler Türkiye’yi çok iyi görebilirsiniz, bu Hükûmete de önceki Hükûmete de olağanüstü avantajlar sağladınız, öve öve yere göğe bırakmadınız. Peki, dünya bizi nasıl görüyor?
Basın özgürlüğü açısından: Dün 2 gazetecimiz serbest bırakıldı, 2 gazeteci de yarı açık cezaevine geldikleri için, onlarla beraber olduğumuz için son derece mutluyum. İnşallah, hiçbir gazeteci içeride kalmaz. Bakın, değerli arkadaşlar, en sert eleştirilen genel başkanlardan birisiyim, hakaret olmadığı sürece hiç ama hiçbir gazeteciye bir şey söylemedim. Çünkü onun kamu adına bizleri eleştirme hakkı vardır. Medya 4’üncü güçtür çünkü. Medya kamu adına görev yapar, birileri adına değil. Bizim havuz medyasını eleştirmemizin nedeni, bir iktidara koşulsuz biat etmeleridir. Oturup, yeri zamanı geldiğinde eleştirmeliler. Bir iktidar sürekli övgü alırsa yanlışa sapar, eğer sağlıklı ve tutarlı eleştiriler alırsa doğru yolu bulur. Oturup bakması lazım, "Ya, biz bir yerde bir hata yapıyoruz, bir yanlış yapıyoruz." demesi lazım. Bakın, değerli arkadaşlar, basın özgürlüğü açısından 2002’de 99’uncu sıradayız, 2015’te 149’uncu sıradayız. Dünya bizi böyle görüyor, basın özgürlüğünün olmadığı ülke olarak görüyor.
Cinsiyet eşitliği bakımından -diyoruz ya, kadın erkek eşittir, kadınların da hakları vardır vesaire- 145 ülke arasında 2006’da 105’inci sıradayız, 2015’te 130’uncu sıraya geriledik. Kadın cinayetleri bu kadar fazla niye artar arkadaşlar? Kadına yönelik şiddet niye yüzde 1.400 arttı? Hiç soruyor muyuz acaba kendimize? Hiç araştırıyor muyuz acaba bunları? Angola, Nijerya, Zambiya bizden önde kadın erkek eşitliğinde.
Küresel kölelik endeksinde 167 ülke arasında 105’inci sıradayız değerli arkadaşlarım.
Demokrasi endeksi, 162 ülke arasında 97’nci sıradayız, zaten bize "Hibrit Demokrasi" diyorlar. Sağlıklı işleyen bir demokrasimiz yok. Uganda, Kenya, Tanzanya bizim önümüzde demokrasi standartları açısından.
İnsani gelişmişlik endeksi, 2015’te 3 sıra geriledik, 69’uncu sıradan 72’nci sıraya düştük.
Tasarruf oranı bakımından -bakın, bu çok önemli- bir ülkenin tasarruf oranı yüksekse o ülkede yatırım yapılabilir ve kaynağı var demektir. Tasarruf oranı bakımından 2000 yılında 81’inci sıradaydık, bugün 2013’te -2013 rakamı OECD’nin- 105’inci sıradayız değerli arkadaşlarım.
Manzara bu. Bu manzara içinde biz görevimizi yapmaya çalışıyoruz. Eksiğimiz olabilir, bakın, Ana Muhalefet Partisinin Genel Başkanı olarak söylüyorum, eksiğimiz olabilir, yanlışımız da olabilir ama iyi şeylerin hep yanında olduk. İyi şeylerin, doğru şeylerin hep yanında olduk ama ne zaman ki yanlış oldu, yanlışa karşı durduk, yanlışa karşı durduk.
Bu arada, ülkenin birliği ve dirliği açısından bir parantez açmak istiyorum değerli arkadaşlarım, ülkenin birliği ve dirliği açısından. Bütün siyasi partilerin teröre karşı açık ve net, "Ama"sız, "Fakat"sız ve "Lakin"siz, teröre karşı açık ve net tavır takınmaları lazım. Terör bir insanlık suçudur, Türkiye’nin belasıdır. Bir bela yetmedi ikinci belayı da bunlar getirdiler, IŞİD terörü de geldi. 70 ilden, bakın, altını çiziyorum, 70 ilden IŞİD’e eleman devşiriliyor, 70 ilden. Hükûmetin aklını başına alması lazım. Burası Vahhabi zihniyetinin at koşturacağı bir alan değildir, İhvan anlayışının at koşturacağı bir alan değildir. Anadolu Müslümanlığı bizim neyimize yetmiyor, neyimize yetmiyor, neyimize yetmiyor?
Kendi ülkemizde huzur içinde yaşamak istiyoruz ve "Açık ve net tavır koyalım" derken hiçbir milletvekilinin bir teröristin taziye evine veya çadırına gitmesini de asla kabul etmiyoruz. Tarihî bir görev olarak ben bunu söylemek zorundayım. Hepimiz ülkemiz için çalışacağız. Elbette birbirimizi eleştirebiliriz ama sonuçta hepimiz aynı gemideyiz ve bu geminin hızlı yürümesi lazım, beraber çalışmamız lazım, bir şeyler yapılması lazım ama bu Hükûmetle mi? Bunlardan umudunuzu kesin.
Hepinize saygılar sunuyorum.