26.01.2016

26 Ocak 2016 tarihli TBMM Grup Konuşması

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN 26.01.2016 TARİHİNDE GRUP GENEL KURULU TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:
- Benim karnım ağrımıyor, benim yüreğim ağrıyor, yüreğim!
- Sen ettiğin yemine sadık kalmazsan vatandaş kanuna sadık kalmaz.
- Ya Anayasal sınırlar içine çekilir, tarafsızlığını korur, saygı görür, ya da ben eleştirmeye devam edeceğim.



Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM CHP Grup Toplantısı’nda, “Memleketimde hukukun yok edilmesi, aydınların, gazetecilerin hapishanelere tıkılması, özgürlüklerin yok edilmesi benim yüreğimi ağrıtıyor yüreğimi, karın ağrısı yok, yüreğimi ağrıtıyor”dedi. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun grup toplantısı konuşması şöyle:

Grup toplantımıza biraz geç başladık. Nedeni, bizi kimse dinlemesin diye bu kez de kaymakamlarla bir toplantı yapmış ve bizim grup toplantısı saatine denk getirmiş. Ya, insanda biraz ahlak olur, biraz erdem olur. Cevabını vereceğim arkadaşlar, hiç endişe etmeyin.

Önce şunu söyleyeyim: Geçen hafta üç ayrı acıyı yaşadık. Sayın Mustafa Koç, Türk iş dünyasının çok önemli bir ismi. Genç yaşta zamansız ölümü hepimizi üzdü. Koç ailesinin cumhuriyetimiz açısından önemli bir adı var. Gerçekten de cumhuriyetin yetiştirdiği önemli bir aile; cumhuriyete bağlı, Atatürk’e bağlı, devrimlerine, ilkelerine bağlı. O, sadece üretmedi, önemli sosyal projelere de imza attı, meslek okullarına önem verdi, kültüre sanata önem verdi ve dolayısıyla Koç ailesi cumhuriyete bağlı, onun ilkelerine bağlı aydınlık bir aile. Koç’un zamansız vefat etmesi hepimizi üzdü. İş dünyasına başsağlığı diliyoruz, Koç ailesine sabır, başsağlığı diliyoruz ve Mustafa Koç’a da “Allah rahmet eylesin” diyoruz.Koç ailesinin bir başka özelliği liyakata önem vermesi, kurumsal kimliğe önem vermesi ve ailenin dağılmadan sadece Türkiye’de değil dünyada saygınlığı olan bir kurumu yaşatmasıdır.

İkinci önemli kaybımız, edebiyat dünyamızdan, Tahsin Yücel. Edebiyat dünyamızın önemli bir kilometre taşı idi. İncelemeleri, eleştirileri, romanları, araştırmaları, tercüme ettiği eserleriyle gerçekten de bizim edebiyat dünyamızın çok önemli bir ismiydi. O’nu da kaybettik. Edebiyat dünyasına başsağlığı diliyoruz, kendisine de “Allah rahmet eylesin” diyoruz. Dolayısıyla, bundan sonra Tahsin Yücel varlığını eserleriyle sürdürecektir.

Ve bir acı kaybımız milletvekilimiz Sayın Kamer Genç. Hani deriz ya “Milletin vekili”, gerçekten de milletin vekili. Yoksul bir aileden geldi, önemli görevler yaptı, Parlamentoda uzun süre görev yaptı milletvekili olarak, 12 Eylül baskı yönetimine açık ve net karşı çıkan bir kimlik sergiledi. Geçen Parti Meclisi Grubumuzda onun için “ Nazım Hikmet’in mezar taşında, ‘Rüzgâra karşı yürüyen adam’ diye bir resmi vardır” demiştim. Gerçekten de Kamer Genç rüzgâra karşı yürüyen birisiydi. İlkelerinden asla ödün vermedi, vermiyordu da zaten. Haksızlıklara tahammül edemiyordu, etmedi de zaten. Sesini yüreklice her ortamda dile getirdi. O’nun kaybı bizim siyaset tarihimiz açısından önemli bir boşluk doldurdu. Tek başına, bir muhalefet partisinin yapması gerekeni tek başına yapan, gerçekten de saygın bir milletvekiliydi. Kızanlar olur ona, üzülenler olur ona ama sonuçta bir gerçek var; Kamer Genç, gerçekten de milletin vekiliydi. Kim olursa olsun yoksuldan yana tavrını koydu, ezilmişlerden yana tavrını koydu, adaletten yana tavrını koydu, hukuktan yana tavrını koydu, insandan, güzellikten yana tavrını koydu. O’na da “Allah rahmet etsin” diyoruz, ailesine başsağlığı diliyoruz. Umarız Kamer Genç’i hep beraber yaşatırız çünkü o, bu milletin gönlünde taht kuran birisi.

Geçen hafta Uğur Mumcu’yu andık. “Demokrasi Haftası" diyoruz Uğur Mumcu’nun katledildiği haftaya. O, katıksız bir Kuva-i Milliyeci idi. Ödün vermedi hiçbir zaman. Her tartışmayı namusuyla yaptı, her düşüncesinin arkasında namusuyla durdu, bilgisiyle birikimiyle durdu. Uğur Mumcu’nun kendisinden korkmadılar, onun kaleminden ve düşüncelerinden korktular. Aydınlıktan korkanlar bir karanlık ortamda onu katlettiler. Bakın aradan uzun yıllar geçti, katillerin hiçbirisi meydanda yok ama Uğur Mumcu bu toplumun gönlünde, yüreğinde yaşıyor, önemli olan da zaten bu. Uğur Mumcu’yu asla unutmayacağız, demokrasiyi unutmayacağız. O’nun verdiği mücadeleyi unutmayacağız. O’nun kalemi şimdi yüzbinlerin ellerindedir, gençlerin ellerindedir. Dolayısıyla biz, Uğur Mumcu’yu her yıl anacağız.

Ve önemli bir kamu görevlisi, Gaffar Okkan, o da Diyarbakır’da şehit edildi. Bölge halkına sevgiyi, devletin sevgisini götüren insandı. Yüreğiyle gidiyordu, her ortama gidiyordu. Diyarbakır’da, Sur’da lokantaya gidip yemek yiyip, insanlarla oturup çay kahve içiyordu. Onların dertlerini bire bir dinliyordu ama ona tahammül edemediler, onu da katlettiler. Bakın, gerek Uğur Mumcu’nun gerek Gaffar Okan’ın katilleri ellerini kollarını sallayarak geziyor, arkasındaki ana güç, ana aktörler şu ana kadar ortaya çıkarılamadı. Oysa namus sözü vermişlerdi “Biz bunları ortaya çıkaracağız” diye. Aradan yıllar geçti, biz unutmadık, unutturmayacağız, ama o failler henüz ortaya çıkmadı.

Değerli arkadaşlarım, kuşkusuz geçmişin acıları var ama biz her hâlükârda geleceğe umutla bakmak durumundayız, çocuklarımıza güzel bir Türkiye’yi bırakmak zorundayız. Geçmişten ders alıp geleceği daha güzel inşa etmek zorundayız. Bugün karşılaştığımız pek çok sorun var içeride ve dışarıda. Şimdi temel sorunlarımızdan birisi dış politikamız ve dış politikada Türkiye şu anda bir duvara sırtını yaslayacak durumda değil, ciddi sorunlarla karşı karşıyayız. Defalarca uyarı yapmamıza karşın bizi hiç dinlemediler. Defalarca doğruyu yolu göstermemize karşın “Biz bildiğimizi okuruz” dediler ve geldikleri noktada Türkiye, Suriye politikasında, Orta Doğu politikasında ağır bir yenilgi almış devlet konumunda. Bu kadar ağır bir yenilgiyi biz içimize sindiremiyoruz. Önümüzdeki günlerde yine bir toplantı yapılacak Cenevre’de. Görüşmeler devam ediyor. Şunu açık ve net söyleyeyim: Bizim önerilerimiz şu anda Cenevre’de görüşülüyor; önce Suriye’de çatışmasızlık döneminin başlaması, arkasından Suriye’ye demokrasinin gelmesi. Biz de zaten baştan beri bunu söylüyoruz. Şu anda Hükümet de bizim geldiğimiz noktada. Eğer orada gerçekten de Türkiye’nin çıkarlarını koruyan bir politika izlerlerse biz Hükümete her türlü desteği veririz. Açık ve net söylüyorum, biz ülkemizi seviyoruz, Orta Doğu’da daha güçlü olmak istiyoruz. Eğer Türkmenleri de masaya oturtabilirlerse, oturturlarsa –ki oturtmaları gerekiyor- o zaman Suriye sorununun çözümünde kesintisiz destek oluruz. Sayın Davutoğlu’na şunu da söylemek isterim: Sakın bir daha ağzına şu kırmızı çizgiler lafını falan alma, yok öyle bir şey. Sen, “Şu kırmızı çizgimizdir” diyorsun, ertesi gün bir bakıyorsun tam tersi olmuş. “Fırat’ın batısına geçilmeyecek!” E geçildi, hani senin kırmızı çizgindi? PYD masaya oturmayacaktı, davet ettiler. Şimdi direniyorsun, hak veriyorum doğru, ama peki nedir bu tablo? Buradan bütün yurttaşlarıma sesleniyorum: Siz Salih Müslim’i hangi gerekçeyle Türkiye’ye davet ettiniz? Şimdi diyorsunuz ki “O terörist”, güzel, kardeşim niye davet ettin? Üstelik bir değil birden fazla kez hangi gerekçeyle davet ettin? Senin lafın havada kalmıyor mu? Politikan havada kalmıyor mu? Böyle bir şey olabilir mi? İtibarı kaybolan bir Türkiye ile karşı karşıyayız. İtibarımızı kazanmak için bizden ne istiyorlarsa onu yapmaya hazırız. Biz, az önce de ifade ettim, ülkemizi seviyoruz, bölgemizi seviyoruz, bütün insanlarla barış içinde yaşamak istiyoruz. Eğer bu konuda üstümüze düşen bir görev varsa o görevi de yapmaya hazırız. Ama eğer Türkmenleri masaya oturtmazsanız bunun hesabını bu millete vereceksiniz, altını çiziyorum, bunun hesabını bu millete o zaman vereceksiniz.

Değerli arkadaşlarım, öyle garip tablolarla karşı karşıya kalıyoruz ki, düşünün bir ülkenin başbakanı yurt dışına gidiyor ve Ana Muhalefet Partisini şikâyet ediyor. Yani sen, gidip yurt dışında CHP’yi şikâyet ettiğin zaman eline ne geçecek? Üstelik doğruyu söylemeyerek... Bakın Merkel’le oturdular bir basın toplantısı yaptılar. Merkel’e diyor ki “Efendim, Suriye’den göçmenler geldi, mülteciler geldi, muhalefet propaganda yaptı bunları göndereceğiz” diye. Ya, bari söylüyorsan doğrusunu söyle. Yalan söylemek bir ülkenin başbakanına yakışmaz, doğru değildir. Bizim doğrumuz neydi? Evet, Suriyelileri göndereceğiz ama ne zaman? Suriye’de barışı, istikrarı sağlayacağız, bütün Suriyelileri de kendi ülkelerine göndereceğiz, bu kadar basit. Kaldı ki ben yurt dışına gittiğimde Türkiye’nin mülteciler konusunda elinden gelen her çabayı gösterdiğini söyledim, “Türkiye’yi bu konuda suçlayamazsınız” dedim, “Asıl sorumlu sizsiniz” dedim. “Suriye’de kavga çıktığında sesiniz yoktu, milyonlarca insan öldüğünde sesiniz çıkmadı. Ne zamanki mülteciler Türkiye’ye geldiler, yine sesiniz çıkmadı. Göç başlayınca Avrupa’ya etekleriniz tutuştu. Bunun sorumlusu sizsiniz.” Ben bunları açık ve net söyledim. Benim söylediğim cesaretle aynı şeyi söyleyemiyor, orada kalkmış CHP’yi suçluyor. Allah akıl fikir versin, ülkeyi nasıl yönetecek gerçekten merak ediyorum.

Değerli arkadaşlar, ayrıca bu süre içinde Türkiye’nin 3 milyar Euro’ya toplama kampına dönüşmesini de doğru bulmuyoruz. Türkiye kendi iradesini satmamalıdır, böyle bir şey de olmamalıdır.

Değerli milletvekilleri, grup toplantılarında her zaman söz gelince ahlaktan, erdemden, adaletten, doğru yönetimden, hukuktan, hukukun üstünlüğünden söz ederiz, çünkü bunlar bir toplum için olmazsa olmaz kurallardır.

Değerli arkadaşlarım, biz, hukuka bağlı, hukukun üstünlüğüne inanan bir siyasal gelenekten geliyoruz. Çünkü hukuk sadece benim değil, herkes için olmalı. Mahkemeler adalet dağıtabilmeli ve her insan şunu söyleyebilmeli: Bir haksızlıkla karşı karşıya kalırsam gider adaletten hakkımı alırım, bunu diyebilmeli, biz hep bunu savunduk. Her yerde her ortamda da bunu dile getirdik. Sayın Erdoğan’la aramızda bir tartışma var. Hani derler ya, “Her şeyde bir hayır vardır” diye, emin olun bu işte de bir hayır var. Neden bu işte de bir hayır var? Böylece Türkiye’nin içinde bulunduğu çürümüşlüğü topluma anlatmak için bir fırsatımız oldu. Türkiye şu anda, gerçekten de ciddi bir çürümüşlük içinde, ahlaki çöküntü içinde. Size şimdi tek tek örneklerini vereceğim değerli arkadaşlar ancak önce şunu söyleyeyim: Ahlak, bütün inançların ortak temelidir; bütün hukuk ahlak üzerine inşa edilir, ahlak bu kadar önemlidir. Sevgili Peygamberimiz “Ben güzel ahlaki temsil etmek için gönderildim” der, ahlak bu kadar önemlidir. Ahlak, bir toplumun insanlık tarihinin kültüründen beslenir, geleneklerinden beslenir, imbikten süzülür ve ahlak olarak toplumun önüne çıkar ve toplumda herkes o ahlaki kurallara uymak zorundadır, ahlak o kadar önemlidir… Ahlakın her zaman yazılı kuralları da olmaz. Dediğim gibi bazen bir gelenektir, bazen bir örftür, bazen bir töredir. Bizim medeni kanunumuz bile hâkime şu yetkiyi vermiştir: “Önüne bir olay gelir ve o olayı çözemezsen örfe, âdete, ahlaka bakacaksın, ona göre çözeceksin” der. Kendi yasamız bile bunu böyle öngörüyor. Bu, sadece bizim ülkemizde mi? Hayır, bütün ülkelerin yasalarında bu temel kural vardır.

“Ahlak, toplumun temelidir” der bir bilge, ahlak toplumun temelidir. O zaman bizim ahlak üzerinde durmamız bir zorunluluktur arkadaşlar, ihtiyacın ötesinde bir mecburiyettir ahlakın üzerinde durmak. Neden biz CHP olarak şunu seçim meydanlarında söyledik: “CHP iktidara geldiğinde ilk üç ay içinde çıkaracağı kanunun adı Siyasi Ahlak Kanunu olacak” dedik. Siyaseti kirlilikten arındırmak, temiz siyaseti bu ülkeye getirmek. Bunu yapabildiğimiz zaman siyasetle yurttaş arasındaki bağlantı ahlaki temeller üzerine oturmuş olur. Ne demek siyasi ahlak? Japonya’dan örnek vereceğim. Japonya’da bir belediye başkanı, sular dört saat akmadı diye istifa etti ve ”Suların akmasından ben sorumluyum, mademki sular dört saat akmadı ben istifa ediyorum” dedi. Bizim ülkemizde, Ankara’da merkezde , bırakın dört saati, bırakın dört günü, on beş yirmi gün su akmadı tık yok, hiçbir sorumlusu yok bu işin. Değerli arkadaşlarım, ahlak işte budur; sorumluluk hissetmektir, topluma karşı sorumluluk hissetmektir, ahlakın özünde bu yatar.

Peki, siyasetçilerin, liderlerin, kanaat önderlerinin rolü nedir acaba? Kişiyi kanaat önderi yapan onun ahlaklı duruşudur ve toplumun ona verdiği değerdir. Gittiğiniz bir ilde, bir ilçede kanaat önderlerini görürsünüz. O kanat önderleri bir şey söylerlerse toplum ona uyar. Neden? Çünkü onlar, kendilerini ahlaklı bir kişi olarak topluma kabul ettirmişlerdir. Siyasetçiler böyle olmak zorundadır, liderler böyle olmak zorundadırlar. Dolayısıyla, ahlak dediğimiz kavramı yüceltecek olan siyasilerdir, liderlerdir, kanaat önderleridir. Onlar ahlak konusunda ne kadar duyarlı olurlarsa, ahlaka ne kadar çok önem verirlerse toplum da o kadar ahlaki temeller üzerinde yükselmiş olur. Aradığımız temel noktalardan birisi budur.

Bakın değerli arkadaşlar, eğer bir ülkede bir bakan rüşvet alıyorsa, siz dönüp vatandaşa şunu diyemezsiniz, memura “Rüşvet alma” diyemezsiniz. Diyecek ki “Bakan aldı kardeşim, siz hiçbir şey yapmadınız.” Eğer bir siyasetçi milletin önüne çıkıp açık açık yalan söylerse, siz vatandaşa dönüp “Yalan söylemeyin” diyemezsiniz. Eğer bir bakan çıkıp milyarlık saati koluna taktığı hâlde, rüşvet olarak aldığı hâlde, Meclis’in kürsüsünden kendisini yalan belgelerle savunmaya kalkar ve o parlamento ona hiçbir şey yapamazsa sen “Vatandaşım, gel bu parlamentoya saygı göster” diyemezsiniz, ahlak bu kadar önemlidir. Karşılıklı birbirimizi bilgiyle, ahlakla, sağ duyuyla beslemek durumundayız. Bunların olmadığı bir yerde ahlak yoktur. Ahlakın olmadığı hiçbir toplum yoktur. Toplumu oluşturan temel öge ahlaktır. Bu kadar önemli bir kavramdır. O nedenle söyledim zaten, Sevgili Peygamberimiz “Ben güzel ahlakı temsil etmek üzere görevlendirildim” der. Ahlak, bütün inançlarda olduğu gibi, bizim inancımızda da en temel ögelerden birisidir.

Değerli arkadaşlarım, ben şimdi sizlere bazı örnekler vereceğim. On üç yıldır bunlar ülkeyi yönetiyorlar. Toplumdaki çürümüşlüğü ve toplumun hangi noktaya geldiğini bugüne kadar birisi çıkıp çok açık ve net toplumun önüne koymadı. Şimdi biz toplumun önüne bütün bu çürümüşlüğü koyacağız.

Bir: Bugün Türkiye’de her 4 kişiden 1’isi depresyonda. Antidepresan ilaç kullanımındaki sayı ne biliyor musunuz? 26 milyon, bir yılda 26 milyon. İnsanlar niye depresyona girerler, hangi gerekçeyle girerler? Hani, Türkiye memnundu? Hani, evlerde huzur vardı? Hani, bereket vardı bu ülkede? 26 milyon insan neden antidepresan ilaç kullansın, hangi gerekçeyle kullansın? Bir Allah’ın kulu çıkıp bunu bu topluma anlatmak zorundadır.
İki: Boşanma olayları hızla artıyor. Hani “Aileye önem veriyoruz, aileye önem veriyoruz” diyorlar ya. Bakın değerli arkadaşlar, boşanma olaylarındaki rakamı vereyim size: Yüzde 37,3 boşanma olaylarındaki artış 2002-2014 arası. Aile temelden sarsılmaya başladı, aile birlikteliği sarsıldı. Kadına yönelik şiddet binde 1400 arttı. Gaziantep’te bir işçi işine son verildi diye köprünün üstüne çıkıyor, “İşsiz kaldım, banka borçlarını ödeyemiyorum” diye kendisini yakıyor. Bunu yeteri kadar bu toplum öğrenebildi mi? Yeteri kadar anlatabildik mi? O Gaziantepli işçi kardeşim neden kendisini yakıyor? Çoluk çocuğuna akşam ne götürecek? Bunun hesabını veriyorlar mı bize? Bunun hesabını vermiyorlar. Bakın değerli arkadaşlarım, 6 milyonu aşkın işsizimiz var, 17 milyonu aşkın yoksulumuz var. Ailelerin yüzde 85’i geçim sıkıntısı çekiyor. Bunları ben söylemiyorum, devletin resmî rakamları bunlar. Ailelerin yüzde 85’i geçim sıkıntısı çekiyor. Değerli arkadaşlarım, kredi kartı, 2002’den 2015 sonuna tüketici kredisi kartı borçlarındaki artış ne biliyor musunuz? Artış yüzde 5 bin 682 arkadaşlar. Borç batağında aileler, geçinemiyorlar ve sonra aile kurumu çatırdıyor, boşanmalar artıyor. Yüzde 37,3 oranında boşanmalarda artış var, yıldan yıla artıyor. Bu, toplumda çürümeyi göstermiyor da neyi gösteriyor?

Üç, intihar olaylarındaki artış: Neden intihar olaylarında artış olsun? Madem insanlar mutluysa neden bunlar olabilsin? Bakın değerli arkadaşlarım, intihar olaylarındaki artış yüzde 33. İntihar eden her 5 kişiden birisi 15 ile 30 yaş arasında. Gencecik çocuklarımız intihar ediyor. Geleceğe umutla bakamıyorlar, gelecek göremiyorlar, kendi geleceklerini göremiyorlar.

Dört, uyuşturucu: Bakın değerli arkadaşlar, son on üç yılda yaygınlaşan uyuşturucu Türkiye’nin başına bir bela olmuştur. Din iman edebiyatı yapıyorlar değil mi? Son on üç yılda toplum ahlaki temeller olarak sarsılıyor. Nereye kadar gidecek bu? Onun örneğini de vereyim. Uyuşturucu bağımlılığında artış oranı yüzde 678. Cezaevlerinde uyuşturucu ticaretine girenlerin sayısındaki artış yüzde 355. Bugüne kadar Bonzai kullanımındaki artış yüzde 300. Uyuşturucu kullanma yaşı 10’a indi. 10 yaşındaki çocuklarımıza inmiş durumda ve biz parlamentoya getiriyoruz, bir araştırma önergesi veriyoruz, bu uyuşturucu olayını Türkiye Büyük Millet Meclisi çözsün, el atsın diye 18 Temmuz 2015’te, AKP “Bir dakika, bunun araştırılmasına gerek yok” diyor ve önerge reddediliyor arkadaşlar. Esrar kullanımındaki artış yüzde 140 son beş yılda, kokain kullanımındaki artış yüzde 572. Düşünün AKP’nin nasıl bir Türkiye yarattığını. Bize göstermedikleri, toplumdan gizledikleri gerçeklerdir bunlar arkadaşlar. Artan fuhuş… Sosyal bağlar çözülüyor, aileler çözülüyor, boşanmalar artıyor, uyuşturucu artıyor, fuhuş da artıyor işte, yüzde 790,4 oranında artış var arkadaşlar. 300 bini aşkın kadın fuhuş çetelerinin elinde esir ticareti gibi kullanılıyor. Bana söyler misiniz, bu parti ne yapıyor, bu Adalet ve Kalkınma Partisi ne yapıyor? Adalet bunların neresinde? Kalkınma neresinde? Aile bunların neresinde? Biz bunları sormayacak mıyız? Suç oranlarında da patlama var değerli arkadaşlarım, cezaevlerinin tamamı tıklım tıklım tamamı. Boş yer yok; artış yüzde 437. Adam öldürme suçundaki artış yüzde 261; cinsel tacizlerdeki artış yüzde 449; çocuk, çocuklar açısından söylüyorum, çocukların cinsel istismarındaki artış yüzde 434. Şimdi bana diyorlar ki “Neden ahlaktan söz ediyorsun, neden namustan söz ediyorsun, neden şereften söz ediyorsun?” Ben söz etmeyeceğim de kim söz edecek? Ben bunları bildiğim hâlde sesimi kesersem, konuşmazsam ben, bu ülkenin namusunu ve şerefini nasıl koruyacağım?

Oturdunuz yemin ettiniz. Ben etmedim, sen ettin. Sen cumhurbaşkanısın, millete örnek olmak zorundasın, cumhurun başısın, evet millete örnek olacaksın. Nasıl örnek olacaksın? Yaşam tarzınla örnek olacaksın, konuşmalarınla örnek olacaksın, insan sevginle örnek olacaksın, ettiğin yemine sadık kalarak örnek olacaksın. Sen örnek oldun da biz sana saygısızlık mı yaptık? Hayır, tam tersi arkadaşlar. Birisinin sana, ahlakı, namusu, şerefi hatırlatması lazım. Bu görevi biz yapmazsak kim yapacak? Gazeteciler korkudan yazamıyor, vatandaş korkudan söyleyemiyor. Birilerinin söylemesi lazım. Birilerinin bu tabloyu, bu gerçeği toplumun önüne koyması lazım. Sen ettiğin yemine sadık kalmazsan, vatandaş kanuna sadık kalmaz. Çünkü sen anayasayı çiğniyorsun. “Anayasa benim için önemli değildir”, e vatandaş için ne önemli? “Hukuk benim için önemli değildir”, vatandaş için ne önemli? “Yargı benim için önemli değildir”, peki yargı kimin için önemli? “Ben kanuna uymam”, vatandaş niye uyuyor o zaman? Liderlerin bir görevi vardır, cumhurbaşkanlarının görevi vardır, bakanların görevi vardır, topluma örnek olmak zorundadırlar, altını çiziyorum, topluma örnek olmak zorundadırlar. Topluma örnek olmayı bırakıp toplumu ayrıştırır bir noktaya taşırsanız, işte bu yoz çürümeyle toplumu karşı karşıya bırakırsınız. Türkiye’nin geldiği nokta budur.

Değerli arkadaşlarım, bu arada samimi dindarlara da seslenmek isterim, Adalet ve Kalkınma Partisi’ne oy veren samimi dindarlara seslenmek isterim. Benim bu söylediklerimin tamamı doğrudur, tamamı devletin bilgisi dâhilindedir, oradaki bilgilerden, rakamlardan alınmıştır. Eğer siyasetin temeli ahlaksa ahlaksızlık yapanlara ceza vereceksin. Eğer toplumun kanaat önderleri, bizim kanaat önderlerimiz bizim başımızın tacıysa, onlar ahlakı yücelttikleri için başımızın tacıdırlar görüşü ne olursa olsun. Ama bir ülkenin Cumhurbaşkanı ettiği yemine sadık kalmazsa topluma örnek olamaz, toplumdaki bozulmayı, çürümeyi besler. On üç yılda toplumdaki çürümeyi böyle beslediler. Din iman edebiyatı yaptılar, hangi dinde ahlak ikinci sınıf bir pozisyondadır? Hangi inançlı ahlak çöp sepetine atılmıştır? Bana birisi çıkıp söylesin bunu. Böyle bir anlayışı kabul etmiyoruz. Bakın ben size Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarından söz edeyim. Tek parti döneminde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne dört yolsuzluk davası gelmiştir. Dört yolsuzluk davasının tamamının failleri Yüce Divan’a gönderilmiştir. Hiçbirisine “Bu bizim partili, bunu görmeyelim” asla denmemiştir. Her kuruşun hesabı bu millete verilmiştir. Ahlak budur, karakter budur, biz bunu savunmak zorundayız. Sayın Erdoğan, muhtarlar toplantısında bir konuşma yapıyor, “Aslında, bu zatın asıl karın ağrısını ortaya dökerim ama ben bu konuları konuşmaktan hicap duyuyorum.” diyor. Nedir bu karın ağrısı bir öğrenelim. Benim çok şükür karnımdan yana bir ağrım yok, bir sorunum da yok benim. Ama birazdan onun karın ağrısına geleceğim, birazdan geleceğim.

Bakın bütün vatandaşlarıma sesleniyorum: Konuşurken hep dikkatli bir üslup kullanmaya özen gösteriyorum. Şimdi size söyleyeceğim sözcüklerin, kelimelerin hiçbirisi bana ait değil, Cumhurbaşkanı olduğunu söyleyen zata ait. Zat sözcüğü de bana ait değil, o da ona ait.
“Ananı da al git, artistlik yapma lan” diyen ben değilim, o.
“Niye kaçıyorsun ulan İsrail dölü”… Bunu ben söyleyen değilim, söyleyen o.
“Ahlaksız, şerefsiz, rezil”… Söyleyen ben değilim, söyleyen o.
“Cibilliyetsizler”… Söyleyen ben değilim, söyleyen o.
“Edepsizler”… Söyleyen ben değilim, söyleyen o.
“Cahil ve ahlaksız”… Söyleyen ben değilim, söyleyen o.
“Boyunlarındaki tasmalardan kurtardık” diyor gazetecilere. Söyleyen ben değilim, söyleyen o.
“Gavur İzmir”… Söyleyen ben değilim, söyleyen o.
“Çirkef”…Söyleyen ben değilim, söyleyen o.
“Kitap taşıyan merkepler”… Söyleyen ben değilim, söyleyen o.
“Edepsizlik, alçaklık, adilik”… Söyleyen ben değilim, söyleyen o.

Şimdi bütün vatandaşlarıma sesleniyorum: Cumhurun başkanı olan kişi böyle konuşursa ne olacak bu memleketin hâli? Ve diyor ki –bunları söylüyor ama- “Benim terbiyem müsaade etmediği için ben ona cevap vermiyorum.” Lafa bakın. Bütün bunları söyle “Terbiyem müsaade etmediği için” de. Ya terbiyen müsaade etseydi ne olacaktı bu memleketin hâli? Hangi akılla, hangi mantıkla bunları kullanıyorsun, nasıl söylüyorsun bunları? Emin olun yani okurken, her seferinde bana ait değildir dememin nedeni o, sıkılıyorum, okurken de sıkılıyorum, ama o sıkılmıyor.

Değerli arkadaşlarım, sadece o değil, o kadar çok da yalan söylüyor ki hayret edersiniz. Meşhur bir yalan vardır, biliyorsunuz “SSK’yı batırdı” diye benimle ilgili. Ben de burada yine bir belge gösterdim, bütün müfettiş ordusunu seferber ettiler “Acaba bu Kılıçdaroğlu’nun bir açığını bulabilir miyiz?” diye. Bulamazsın kardeşim, senin müfettişlerin de rapor verdi, yok öyle bir şey, bulamazsın. Ben kul hakkı yemem kardeşim, sen yersin. Biz Allah’tan korkarız, kul hakkı yemeyiz. Ama sen tıka basa yersin, ben onu gayet iyi biliyorum, tıka basa yersin, onu gayet iyi bilirim. Geçen gün de diyor ki “Kılıçdaroğlu SSK’yı batırdı.” Şimdi, değerli arkadaşlarım, rakam vereceğim, bundan sonra ne diyecekler onu merak ediyorum. Yıl 1999, ben emekli oldum SSK’dan. 1999’un başında emekli oldum ama sonuna kadar bütün sorumluluğu da üstleniyorum, hiç önemli değil benim için. Devletin Sosyal Güvenlik Kurumu’na aktardığı para 2 milyar 750 milyon lira, yani emekli aylıklarının ödenmesinde ortaya çıkan finansman açığı 2 milyar 750 milyon lira, eski parayla 2 katrilyon 750 trilyon lira. Bunu ben batırmış oluyorum. Geliyorum 2015’e… On üç yıl yönettiler, 2015 yılı, 2015’e geliyorum, 2015’te Sosyal Güvenlik Kurumu’na aktardıkları para ne kadar biliyor musunuz? 2 milyar değil, 80 milyar 629 milyon lira, eski parayla 80 katrilyon 629 trilyon lira. Şimdi ben açık ve net soruyorum: Sosyal Güvenlik Kurumunu kim batırdı? Benim zamanımdaki açık, ben genel müdürüm, 2 milyon 750 bin; senin zamanındaki 80 milyon 629. Kim batırdı, şimdi söyle bakayım. Üstelik ben genel müdürlük yaptığım dönemde emeklilik yaşı kadınlarda 38, erkeklerde 43’tü, yani 38 ve 43 yaşında kadın ve erkek emeklilik hakkını kazanabiliyordu. Şimdi emeklilik yaşını 65’e çıkardın, 80 katrilyon liralık bir açığı kapatıyorsun sen. Şimdi söyle bakayım, Sosyal Güvenlik Kurumu’nu kim batırdı? Şimdi bu rakamları vermeyince sanıyorlar ki biz sesimizi kestik, bütün sorumluluğu aldık. Yok arkadaşlar, millete doğruları söyleyeceğiz. 80 katrilyon aktarılsın mı? Evet, aktarılsın, bakın ondan yana benim özel bir eleştirim yok. Aktarılacak da zaten bu para, emekliye maaş vereceğiz. Ama sırf beni eleştirmek için bu rakamı gizliyorlar, özenle gizliyorlar, “Sakın kimse görmesin, kimse duymasın” diyorlar. Şimdi ben açıkladım, ne diyeceksin bakalım? Çık söyle bakayım Sosyal Güvenlik Kurumu’nu kim batırdı, sen mi batırdın ben mi batırdım? Üstelik ben o dönem sadece bir bürokrattım, sen başbakandın. Bakanların vardı, müsteşarların vardı, parlamento emrindeydi, emeklilik yaşını 65’e çıkardın, nedir bu rezalet?

Değerli arkadaşlarım, diyor ki “Kılıçdaroğlu benim rakibim değildir.” Allah korusun, Allah korusun, ben senin rakibin olamam. Ya, ben kul hakkı yemem, kul hakkı yemeden nasıl senin rakibin alacağım? Ben yolsuzluk yapmam, rüşvet yemem, senin rakibin olamam. O konularda kimse senin eline su bile dökemez, ben onu gayet iyi bilirim.

“Onun karın ağrısını biliyorum” diyor. Ama açıklamadı neyse, dur bakalım, biraz daha konuşursak belki onu açıklar. Açık ve net söylüyorum ve kendisine sesleniyorum: Ey diktatör bozuntusu, benim karnım ağrımıyor. Benim karnım ağrımıyor, benim yüreğim ağrıyor, yüreğim. Bakın ülkemin bir bölgesi Iraklaştı, Suriyeleşti, yerle bir oldu, yüz binlerce insan evini barkını terk etti, on binlerce çocuğumuz okula gidemedi. Memleketin gencecik çocukları, fidan gibi çocukları şehit oluyor her gün, benim yüreğim ağrıyor yüreğim, ne karın ağrısı? Sınırlarımız kevgire döndü, tüm komşularımızla ilişkilerimiz bozuldu, yeryüzünde itibarımız yerle bir edildi; benim karnım değil, benim yüreğim ağrıyor. Memleketimde hukukun yok edilmesi, aydınların, gazetecilerin hapishanelere tıkılması, özgürlüklerin yok edilmesi benim yüreğimi ağrıtıyor yüreğimi, karın ağrısı yok, yüreğimi ağrıtıyor. İnsanların birbirine düşman edilmesi, cepheleşmiş bir Türkiye’ye tanık olmak benim yüreğimi ağrıtıyor. Yolsuzluk, yasaklar, yoksullukla pençeleşen 17 milyon kişiyi görünce benim yüreğim ağrıyor ve ben bu diktatör bozuntusunun yüreğinin olmadığını gayet iyi biliyorum. Daha doğrusu yüreği işkembesine indiği için bunda yürek yok. Bir insanın yüreği işkembesine inmişse, ondan bu memlekete fayda gelmez arkadaşlar. O nedenle, ben bunun karın ağrısını gayet iyi bilirim. 17-25 Aralıkta yediklerinin midesinde sorun yarattığını gayet net biliyorum ben. “Sen benim rakibim olamazsın” diyor. Doğru! Doğru söze ne diyeyim ben? Ben senin rakibin olamam, çünkü sende işkembe bende de yürek var arkadaşlar, bu kadar basit.
Şunu kabul ederim: Bir ülkenin Cumhurbaşkanı böyle eleştirilmemeli, doğrudur. Bakın ama hak etmiyorsa eleştirilmemeli, hak ediyorsa ben eleştirmek zorundayım, mazlumun hakkını korumak için eleştirmek zorundayım. Güzel ahlakı korumak için eleştirmek zorundayım. Hukuku korumak için, vatandaşın haklarını korumak için eleştirmek zorundayım. “Ben istediğimi yaparım”… Yok kardeşim, sen istediğini yapamazsın; benim için de hukuk var, senin için de hukuk var. Ben hangi kurala uyacaksam, sen de aynı kurala uyacaksın. Ben ettiğim yemine sadık kalıyorum, sen ettiğin yemine sadık kalmıyorsun. Söyledim, yine söyleyeceğim, ya Anayasal sınırlar içine çekilir, tarafsızlığını korur, saygı görür, ya da ben eleştirmeye devam edeceğim, hiç endişesi olmasın.

Teşekkür ederim arkadaşlar.