26.10.2010

26 Ekim 2010 tarihli TBMM Grup Konuşması

Genel Başkan Kılıçdaroğlu TBMM’de Başbakan’a, “Sen omurgasızın birisin. Maskeni indireceğim” dedi.

-“Senin peygamber sevgin bir günlük mü? Yüce peygamberimizin çirkin karikatürlerini çizerler, çıkarsın milletin önünde efelenirsin, bir gün sonra gider Rasmussen’e oy verirsin.”

-“25 Ekim 2002’de Genel Başkanımız ve Erdoğan, televizyon programında dokunulmazlıkları kaldırma sözü veriyorlar. Seçimlerden sonra gazetecilerin sorusu üzerine Erdoğan, ilk yılda bu konuyu düşünmediklerini söylüyor. Kıvırmaya başlıyor, kimse böyle kıvıramaz, çark edemez. Allah aşkına, bu kıvrıla kıvrıla ne olacak? Yıl 2010. Verdiğin sözün arkasında adam gibi dur, kaldır dokunulmazlıkları”

-“20 Ekim 2009’da Başbakan AKP grubunda Habur konusunda, ’34 kişi sınırı geçti, bunu son derece olumlu, sevindirici bir gelişme olarak görüyorum’ diyor.1 gün sonra bunun tersini söylüyor. Anadolu ajansından okuyorum. Sayın Başbakan bunu okumaya gücün olur mu, okurken yüzün kızarır mı bilmem.”

-”19 Ocak 2005’te Erdoğan’ın da imzasıyla gelen kanun tasarısında, GAP’ın kaldırılması öngörülüyor. Erdoğan gazetecilerin sorusu üzerine ”dürüst olalım, GAP’ın kaldırıldığı yok” diyor. Bir ülkenin Başbakanı, imza attığı kanun tasarısının ne anlama geldiğini bilmiyor, bu insan bu ülkeyi yönetiyor, bu ülkeyi yönettiği için Türkiye sırtını doğrultamıyor. Halka yalan söylemek söz konusu olunca kimse ellerine su dökemez bunların”

-”22 Eylül 2005; Başbakan ‘Ofer’i tanımıyorum’ diyor, aynı akşam ‘Ofer ile Davos’ta bir kez görüştüğünü açıklıyor. Oysa Bilkent Otel’de mutfak kapısından Ofer’i alıp, gizli görüşme yaptı. Sayın Başbakan, sen kimin samimiyetini, ahlakını, omurgasını, dik duruşunu sorguluyorsun? Senin sorgulama hakkın da yetkin de yok; sen zaten omurgasız birisin”

-“Sayın Erdoğan 16 Ekim 2010’da ”73 milyonun hakkının, hukukun teminatı benim” dedi. O teminatsa, biz yandık. Çünkü yarın vazgeçecek bundan. Neyse ki, yardımcısı, ‘hiçbir şahıs güvence olamaz’ diye açıklama yapmış. Güvence ne Başbakan, ne başka bir insandır. Güvence hukuktur”

-”180 derecelik kıvırmayı, bu iktidar döneminde gördüm”

-“Biz ne dediysek, söylediğimizin arkasında durduk, hiçbir zaman söylemlerimizden vazgeçmedik. Sayın Başbakan unutmasın, benim adım Recep Tayyip Erdoğan değil, Kemal Kılıçdaroğlu”

-“Arkadaşlarıma talimat verdim, ‘Recep Bey’den inciler’ diye bir kitap yazacağız. Eğer sayfaları çok kalın olursa, adına ‘Receplarousse’ diyeceğiz. Çünkü bir ansiklopediye sığmaz, size okuduklarım bir kısmı. Daha binlerce örnek var. Bu insan bu ülkeyi yönetiyor, işin acı yanı o. Sonra kalkıp, bu insan bize demokrasi dersi veriyor. Ağrıma giden de o”

-“Bu hükümetin deniz feneri soygununun hesabının sorulmasını istediğini gördünüz mü? Hayır. Sayın Başbakan senin yatacak yerin yok. Ama insanların alın terini sömürenlerin yatacak yeri var, onlar Adalet ve Kalkınma Partisi’nin koynunda yatıyorlar”

-“İşin garip tarafı, bütün bu kepazeliğin üzerine AKP’nin belediyeleri bunlara hala ihale veriyorlar. ‘Siz az sömürdünüz, alın biraz daha sömürün’ diyor.”

-”AKP 12 Eylül darbesinde mağdur olanların acısını sömürdü. Şimdi de faili meçhule gidenlerin acısını sömürüyor. Ama gelin sorumluları bulalım dediğimiz zaman kaçıyor. Bunlar ikiyüzlü”

-“87. Yılını kutladığımız Cumhuriyet bireyi kulluktan çıkarıp özgür hale getirdi”

-“Cumhuriyet özgürlüktür, yaşamı sorgulamaktır, halkın iradesine saygı göstermektir, güçler ayrılığı ilkesini içselleştirmektir, zulme karşı başkaldırıdır, kimsesizlerin kimsesi olmaktır”

-”Cumhuriyet Atatürk’ün gençliğe hitabesini bilmek, okumak ve içselleştirmektir. Cumhuriyet onun içindir ki düşüncede genç olmak demektir”

-“Cumhuriyet, uygarlık kültürünü topluma yaymak, sanatı, sanatçıyı, toplumun ahlaki değerlerini yüceltmek, değer yargılarına saygı duymak demektir. Cumhuriyet, uygarlaşma ve çağdaşlaşmadır. Hepinizin Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun”

-“Çiftçi kardeşim, söze mazotu yüzde elli ucuzlatacağım diye başlayan ve bugüne kadar verdiği hiçbir sözü tutmayan, size doğru söylemeyen bu Başbakanı seçimlerde sandığa gömün”

-“Baskılar var, biliyorum. Kendi medyalarını oluşturdular, onu da biliyorum. Televizyonlara hep aynı tip adamlar çıkıyor, onu da biliyorum. Sabahtan akşama 24 saat CHP’yi eleştirirler, onu da biliyoruz. Ama yılmayacağız. Biz, haklıyız. Korkmayacağız, korkutmayacağız, seveceğiz. Sevgiyi ve umudu en ücra köşede yaşayan yurttaşımıza götüreceğiz…”

-”Hiçbir yurttaşımız umutsuzluğa kapılmasın. Kapı gibi CHP var. Türkiye’nin her yerinde CHP var. Biz davamızda inançlıyız, güçlüyüz. Çünkü biz davamızda haklıyız. Çünkü insanımızı seviyoruz. Hangi inançtan, hangi görüşten olursa olsun her insan başımızın tacı olacaktır. Yoksulluğu kader olmaktan çıkaracağız, onun sömürülmesine izin vermeyeceğiz. Umudumuzu koruyacağız. Hukukun üstünlüğünü egemen kılacağız”

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun; 26.10.2010 tarihinde grup genel kurul toplantısında yaptığı konuşma şöyle:

Değerli milletvekilleri, sevgili konuklarımız; güzel bir haftanın içindeyiz. Cumhuriyetimizin 80’nci yılını kutlayacağız. Cumhuriyet özgürlüktür, cumhuriyet yaşamı sorgulamaktır, cumhuriyet ülkenin ve bireylerin geleceğini güvence altına almaktır. Cumhuriyet halkın iradesine saygı göstermektir ama cumhuriyet aynı zamanda güçler ayrılığı ilkesini içselleştirmek ve kabul etmektir. Cumhuriyet zulme karşı baş kaldırmaktır. Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesi olmak demektir ve cumhuriyet özgür, bağımsız birey yaratmaktır. Cumhuriyet, bireyi kulluktan çıkarıp özgür hâle getirmektir. Cumhuriyet, güçler ayrılığı ilkesi yanında medyanın bağımsızlığını da sağlamaktır. Bilmeliyiz ki o medya halkın gözü, kulağı ve sesi olmalıdır, cumhuriyet budur. Cumhuriyet aynı zamanda Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni bilmek, okumak ve içselleştirmek demektir. Cumhuriyet onun içindir ki düşüncede genç olmak demektir. Cumhuriyet, uygarlık kültürünü topluma yaymaktır. Cumhuriyet sanatı yüceltmektir, sanatçıyı yüceltmektir. Sanatı ve sanatçıyı aşağılamak değildir cumhuriyet. Cumhuriyet, ahlaki değerlere sahip çıkmak demektir, toplumun ahlaki değerlerini yüceltmek demektir, toplumun değer yargılarına saygı duymak demektir. Cumhuriyet, uygarlaşmadır ve çağdaşlaşmadır. Hepinizin Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun.

Cumhuriyet çağdaş hukuktur. Çağdaş hukuk, hepimizin bildiği, bireyin ve toplumun geleceğini güvence altına alan hukuk normlarıdır ve evrensel dünyadan, çağdaş dünyadan kopmamaktır hukukun üstünlüğüne sahip çıkmak ve bunun içindir ki birey çok önemlidir ve bireyin bir gün kör kurşuna hedef olup faili meçhulle yok olması da bizim asla kabul etmeyeceğimiz bir düşüncedir. Ama günümüzde, bu iktidar döneminde faili meçhullerin hesabını sormak gibi bir kaygıyı iktidarın taşımadığını görüyoruz bu düzende. Geçen Salı günü burada faili meçhullerle ilgili olarak milletvekili arkadaşlarımızın, isimlerini de vererek, onların araştırma önergelerinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerince nasıl reddedildiğini anlatmıştım. Aradan 24 saat geçmedi, bir arkadaşımız bir araştırma önergesini daha verdi ve gündeme geldi ve orada yine Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerinin oylarıyla faili meçhullerin aydınlanması mümkün olmadı. Yani Adalet ve Kalkınma Partisi diyor ki, ne demek faili meçhulleri araştırmak, faili meçhulleri araştırmak Parlamentonun mu görevi? Parlamento nedir? Başbakan talimat verir, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu el kaldırır, Parlamento bu demektir diyor ve kendisini halkın iradesi yerine koyuyor. Böyle bir parlamentoyu biz kabul etmiyoruz. Bizim parlamentomuzda, bireylerin özgürce el kaldırdığı bir parlamentodur. Yine burada, Diyarbakırlı kardeşlerime seslenmiştim. Belki arkadaşlarım hatırlarlar, belki dünyada bir ilkten söz etmiştik. Bir Sayın Başbakan Diyarbakır’a gitmiş ve Diyarbakırlılardan oy isterken “Sevgili Diyarbakırlılar, eski hapishaneyi yıkacağım, söz veriyorum size daha modern bir hapishane yapacağım” demişti. Ve ben de bunun üzerinde durarak, hangi çağdaş demokraside, hangi uygar demokraside, hangi gelişmiş ahlaki değeri gelişmiş bir ülkede bir Başbakan gider, bir kente gider, faili meçhullerle ismi özdeşleşmiş bir kente gider ve o kentte yeni bir hapishane yapma sözü verir. Ve şimdi, onun ikinci perdesini açıyoruz. Sayın Başbakan, orada, bakın, ne söyledi başka. “Bir gece yarısı sokak ortasında ensesine kurşun sıkılarak katledilen katilleri, gecenin karanlığında kaybolup bir daha ortaya hiç çıkmayan, çıkarılmayan faili meçhullerin acısını biz çok iyi biliriz” diyor Sayın Başbakan. Sevsinler senin acımasızlığını. Böyle şey olabilir mi arkadaşlar? Söylediği doğru. Gecenin karanlığında eğer bir kurşuna hedef olmuşsa bir yurttaşımız ve faili meçhule gitmişse, o acıyı hepimiz yüreklerimizde hissetmeliyiz. Ama bu acıyı yüreklerinde samimi olarak hissedenler Türkiye Büyük Millet Meclisinde el kaldırır ve faillerin araştırılmasını isterler. Aslında, Sayın Başbakan, ben daha önce de söylemiştim, içten konuşmuyor, samimi konuşmuyor. Sayın Başbakana metinler hazırlanıyor, iki tarafına cam konuluyor. Sayın Başbakan senin konuşmana gerek yok, o camlara bak, oradan geçen metinleri oku deniyor, o da onları okuyor. Ama Sayın Başbakanın samimi düşüncesi ne biliyor musunuz? Onu ben size okuyayım. Bir sözcük ilave ediyorum. Biz, faili meçhullerin acısını, faili meçhule giden yurttaşların ve yakınlarının acısını sömürmeyi biz çok iyi biliriz demek istiyor aslında. 12 Eylül darbesinde mağdur olanların acısını sömürdüler, şimdi de faili meçhule gidenlerin acısını sömürüyorlar ama buyurun araştıralım, yok, gerek yok araştırmaya. Bunların iki yüzü bu, halka görünen yüzü ile bizim gösterdiğimiz yüzü bu. Biz hep beraber, her yurtsever, her aydın bunların gerçek yüzlerini halka göstermek zorundadır. Bu hepimizin görevidir ve bu görevi sonuna kadar yapacağız ve bu görevi inançla ve kararlılıkla yapacağız ta ki Adalet ve Kalkınma Partisinin adaletsiz ve kalkınmasız bir parti olduğunu halka anlatıncaya kadar.

Bizim liberal aydınlara da seslenmek istiyorum. Bazı köşe yazarlarımız, onlara, “Tuzu kuru aydınlar” der. Bazen onlara “Evet ama yetmezciler” de denir. Allah aşkına elinizi vicdanınıza koyup bir düşünün, yıllar yılı faili meçhulleri siz yazdınız, Adalet ve Kalkınma Partisi Parlamentoda faili meçhullerin araştırılmasını istemezken, engellerken hiç acaba hiç kendi vicdanınıza sorup kendinizi sorguladınız mı? Sizi vicdanınızla baş başa bırakıyorum ve sorgulayın diyorum, Adalet ve Kalkınma Partisini sorgulayın. Bizim samimiyetimize inanın, ama onlar samimi değil, onlar ikiyüzlü, onların görünen yüzüyle maskelerinin altındaki yüzleri farklı, onun için onları görün, onun için onları sorgulayın diyoruz. “Samimi olun, dürüst olun” diyor Sayın Başbakan. Asıl Sayın Başbakana sormak lazım: Sayın Başbakan, siz gerçekten samimi ve dürüst müsünüz? Verdiğin sözün arkasında duruyor musun sen Sayın Başbakan?

Yine bir tarih, 2 Nisan 2010, Sayın Başbakan Kızılay Genel Kurulunda konuşuyor. Duygusal bir konuşma yapıyor aslında. “Kendi bir parça ekmeğini bir lokmasını insanlar muhtaçlarla paylaşmak için veriyorlar. O bir emanettir, altını çiziyorum, namustur. Bu emanete el uzatanın, onu gayesi dışında kullananın Anadolu deyimiyle yatacak yeri yoktur.” Ne güzel laf değil mi? Yani emanete hıyanet eden namussuzların yatacak yeri yoktur bu ülkede diyor. Biz de aynı şeyi söylüyoruz, biz de aynı şeyi söylüyoruz, biz de aynı şeyi ısrarla söylüyoruz, ta en başından ikinci genel başkanımızdan bu yana söylüyoruz. Sayın İnönü’nün “Namuslular da en az namussuzlar kadar cesur olsun” diye biz bunu söylüyoruz zaten. Şimdi buna kim sahip çıkacak? Öyle ya, birilerinin sahip çıkması lazım, hükümet değil mi? Siz, hükümetin, Deniz Feneri davasını sahip çıktığına inanıyor musunuz? O zaman Sayın Başbakana sormak gerekiyor: Bu konuşmayı yapan bir Başbakan, Kızılay Genel Kurulunda bu konuşmayı yapan bir Başbakan, yoksulların yoksulluğu giderilsin diye alın terinden biriktirip Deniz Feneri’ne veren insanların emekleri sömürülmedi mi? Onların yatacak yeri var mı? Niçin o dosyaya sahip çıkmıyorsunuz? Ankara Adliyesi Sıhhiye’de, Adalet Bakanlığı da Kızılay’da araları 1 kilometre ya vardır ya yoktur. Yazışmaların en kısası 6-7 ay alıyor, nasıl oluyor bu düzen? İşlerine gelmiyor diye değil mi? Sayın Başbakan, asıl senin yatacak yerin yok. Ama o insanların alın terini sömürenlerin yatacak yeri var. Neresi? Adalet ve Kalkınma Partisinin koynu, AKP’nin kucağında yatıyorlar onlar, onların koruması altında yatıyorlar. Ve işin garip tarafı, bütün be kepazeliğin üstüne, Adalet ve Kalkınma Partisinin belediyeleri bunlara ihale veriyor. Siz az sömürdünüz, alın biraz daha sömürün diyor. Bizim vergilerimizle yapıyorlar bunu. İnsanda biraz utanma olur, insanda biraz ahlak olur, insanda biraz insana saygı olur, insanda biraz onur olur, insanda biraz ya, hadi, bizi vazgeçtik, şu Almanya ne der bize diye, rezil oluruz diye bir anlayış olur. Orada mahkûm olacaksın, Türkiye’de krallar gibi karşılanacaksın. İhale alacaksın hâlâ devletten. Sırtını sıvazlayacak Sayın Başbakan ve asıl faillerden birisi de diyecek ki televizyon ekranlarında “Benim arkamda Başbakan var” diyecek ve o Başbakandan tık dahi çıkmayacak ve bu Başbakan kalkıp bu millete “Efendim, emanete hıyanet etmeyin, bunu yapanların yatacak yeri yoktur.” O yatacak kişiler senin kucağındadır Başbakan, dön, bak bakalım oraya.

Şimdi son günlerde bir moda oldu. Sayın Başbakana bir şey sorarlar. “Efendim, samimi olun, dürüst olun, namuslu olun. Efendim, CHP niye böyle yapıyor? CHP samimi değil, kıvırıyor, çark ediyor…” daha bir sürü lafı. Ben de düşündüm, ya, bu Sayın Başbakan acaba doğruları mı söylüyor diye. Şimdi, size yer vererek, gün vererek ve Sayın Başbakana doğrudan bağlı olan Anadolu Ajansı’nda bilgiler sunacağım. Sayın Başbakan baksın bakalım kim samimi, kim dürüst değil.

9 Temmuz 2007, Sayın Başbakan konuşuyor. “Kimse kendi dayatmasını şart koşmasın –Cumhurbaşkanlığıyla ilgili diyor- Bize tek bir aday dayatmasaydın, adaylarla gelseydin dediler ya, onu da yaparız. Alternatiflerle gideriz, Anayasa’daki şartlara haiz adaylarla uzlaşı ararız.” Önceki Genel Başkanımız Sayın Deniz Baykal’ın “Tek adayla gelmeyin, birden fazla adayla gelin, demokraside uzlaşma kültürü vardır, oturup anlaşırız “ dediği zaman Sayın Başbakanın 9 Temmuz 2007’de verdiği yanıt bu.

Sandıklar açık. Sandık kuruldu, böyle konuştu, sandıklar kapandı, seçimler bitti. Sayın Başbakan, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezine gelip Bizim Cumhurbaşkanlığı adaylarımız bunlardır. Bunların içerisinde uzlaşalım diye geldi mi? Gelmedi, hâlâ gelmedi. Sandıklar kapandı, bildiğini okudu. Kim samimi, kim dürüst, kim omurgalı? Eğer verdiğin sözün arkasında durmuyorsan Sayın Başbakan sana omurgasız derler, kusura bakma.

8 Kasım 2002, Uşak, Sayın Başbakan konuşuyor. “Mazot fiyatlarını yüzde 50 ucuzlatarak çiftçilerimizi rahatlatacağız.” Uşak’taki çiftçilerime söylüyorum, Aydın’daki, Söke’deki, İzmir’deki, Muğla’daki, Diyarbakır’daki, Hakkâri’deki, Trabzon’daki, Çorum’daki, Çankırı’daki, Antalya’daki, bütün Türkiye’deki çiftçilere söylüyorum ve sesleniyorum. 8 Kasım 2002, “Mazot fiyatlarını yüzde 50 indireceğiz” diyor. Kim? Recep Tayyip Erdoğan. İndirdi mi? Hayır. Şimdi, bütün çiftçi kardeşlerim şu soruyu soracaklar: Sayın Başbakan, Başbakan olmak için bizi kandırmaya ne hakkın var ve ne yetkin var. Senin bu sözüne güvenerek sana oy verdik. Şimdi sen, bizim elimizdeki ekmeği de aldın, bizi bir lokmaya muhtaç hâle getirdin. Onun için bütün çiftçi kardeşlerimden isteğim, kendilerine doğru söylemeyen bir Başbakanı sandığa gömsünler, onların görevidir. Ben onlara sahip çıkacağım. Cumhuriyet Halk Partisi olarak bütün çiftçilere sahip çıkacağız, onların alın terlerine değer vereceğiz. Onlar üretecekler, çalışacaklar, sabahın köründe tarlaya gidecekler, ürünlerini alacaklar, o ürünü eline aldığı zaman gözündeki sevinci göreceğiz ve onların alın terlerini onlara hak olarak vereceğiz. Çünkü biz, haktan yanayız, çünkü biz adaletten yanayız, çünkü biz üretenden yanayız, üretecek ki bu ülke kalkınabilsin, üretecek ki bu ülkenin cumhuriyet değerleri sağlam olabilsin.

15 Mart 2003, sözde Ermeni soykırımı Amerika Birledik Devletleri Temsilciler Meclisinde görüşüldü, bir karar alındı ve Sayın Başbakan esti gürledi. Açıklama yapıyor. “ABD’nin bir daveti vardı. Bunlar zaten rutin davetlerdir.” O kadar çok gidiyor ki zaten rutine binmiş. “Ama bu davete Türkiye’yi temsilen bir arkadaşımız katılır.” yani ben gitmeyeceğim diyor. “Mademki Temsilciler Meclisi o kararı aldı, ben de bu ülkenin Başbakanı olarak Amerika’ya gitmeyeceğim” diyor. Ne zaman? 15 Mart 2003’te. Sayın Başbakan uzun geçmiyor, bir süre sonra bunları yiyip yutuyor ve yine Anadolu Ajansından okuyorum. “Uluslararası bir seyahat, yaklaşık beş altı ay önce aldığım daveti bu vesileyle gerçekleştirmiş olacağız.” Yani milletime verdiğim sözü yuttum, çark ettim, bana emir verdiler, emrin gereği olarak ben gideceğim oraya. Sayın Başbakan, sana omurgalı diyebilir miyiz, sana samimi diyebilir miyiz, sana sözünün arkasında duran bir Başbakan kimliği verebilir miyiz?

22 Eylül 2005, meşhur Offer’i tanırsınız, artık hepimiz biliyoruz. Hani, şu Galataport’u verdikleri, hani şu TÜPRAŞ’ın yüzde 14,76’lık hissesini yasalara aykırı olarak peşkeş çektikleri adam. “Efendim, ben Offer’i tanımıyorum” diyor, bu tarihte ama aynı gün akşam katıldığı bir televizyon programında diyor ki “Efendim, ben Offer’le Davos’ta bir sefer görüştüm. Oysa hepimiz çok iyi biliyoruz ki, Bilkent Otel’de, sen mutfak kapısından Offer’i alıp gizli görüşme yaptın. Şimdi Sayın Başbakan, sen kimin samimiyetini sorguluyorsun? Sen kimin ahlakını sorguluyorsun? Sen kimin omurgasını sorguluyorsun? Sen kimin dik duruşunu sorguluyorsun? Senin sorgulama hakkın da yok, yetkin de yok, sen zaten omurgasız birisin.

3 Nisan 2009, Danimarka Başbakanı Rasmussen NATO Genel Sekreterliğine aday oluyor. O zaman da karikatür krizi çıkmış, Hz. Muhammed, Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed’in çirkin karikatürleri çiziliyor ve Sayın Başbakan çıkmış konuşuyor, ne diyor? “Kendilerinden ricada bulundum…” Yani Rasmusen’den ricada bulunmuş. “Ülkemizdeki İslam ülkelerinin büyükelçilerini davet edin, onlara durumu anlatın, olumlu yaklaşılmadı, biz adaylığını desteklemeyeceğiz.” Yani benim söylediğimi sen yapmadın, kusura bakma, ben de seni NATO Genel Sekreterliği adaylığını desteklemeyeceğim. Dik duruş, onurlu duruş. Bir gün sonra, fazla değil, 3 2009’da bunu diyor, 4 Nisan 2009’da gidiyor tıpış tıpış Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliğine üyeliği için olumlu oy veriyor. Şimdi Allah aşkına, peygamber sevgisi bir günlük mü sende? Bir günlük mü sende… Yani peygamberin çirkin karikatürlerini çizerler, çıkarsın milletin önünde efelenirsin, gidersin oraya kuzu kuzu oy verirsin ve diyeceksiniz ki “Benim maskemi indirmeyin.” Ben senin maskeni indireceğim Sayın Başbakan, hiç meraklanma, indireceğim onu.

Yılan hikâyesine geldik, dokunulmazlıklara. 25 Ekim 2002’de, daha yeni seçimler oluyor. Sayın Genel Başkanımız Deniz Beyle beraber Arena Programına katılıyorlar ve iki sayın lider, “Biz dokunulmazlıkları kaldıracağız” sözünü veriyorlar. Güzel. 1 Ekim 2002, Amasya mitingi, 20 Ekim 2002 Mersin mitingi, 28 Ekim 2002 Aydın mitingi, Sayın Başbakan gidip diyor ki “Söz veriyorum, dokunulmazlıkları kaldıracağız. Biz dokunulmazlıkların arkasına sığınmıyoruz, dokunulmazlığı olmayan tek kişi de benim” diyor. Güzel. 24 Kasım 2002 seçimleri kazanmış, soruyorlar gazeteciler “Dokunulmazlıkları ne yapacaksınız? Verdiği yanıt: “İlk birinci yılda bu konuyu düşünmüyoruz. Kıvırmaya bakın, kimse böyle kıvıramaz, samimi söylüyorum, kimse böyle çark edemez. Hadi diyelim kıvırdı, hadi diyelim ki bir şeyler vardı, 2002, şimdi hangi yıldayız? 2010, Allah aşkına bu kıvrıla kıvrıla ne olacak, kalktı mı dokunulmazlıklar? Hadi sen, Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunu değiştirdin, hadi, Anayasaya da adamlarını tayin ediyorsun artık, yetir artık yahu, şu verdiğin sözün arkasında adam gibi dur, kaldır dokunulmazlıkları. Kaldırabilir mi? Şimdi bu kalkacak, efendim, dik durun, yok, omurgalı durun, yok samimi olun, yok sözünüzün arkasında durun… Sen kim oluyorsun da bize bunları söylüyorsun, sen önce bunların hesabını ver.

Malum Habur işi, 20 Ekim 2009, AKP Grup toplantısında Başbakan diyor ki “Bildiğiniz gibi 34 kişi sınırı geçti. Bunu son derece olumlu ve sevindirici bir gelişme olarak gördüğümü ifade etmek istiyorum.” Grup toplantısında söylüyor, AKP’nin Grup toplantısında söylüyor. Bir gün sonra, 21 Ekim 2010’da Erzurum’a gidiyor, tam bunun tersini söylüyor. Hani eleştiriyordu ya, “Efendim, siz orada söylediğinizle burada söylediğiniz farklı” diye. Ben sana Anadolu Ajansından çıktı alıyorum, arzu ediyorsun git Anadolu Ajansının Genel Müdürü sana bağlıdır, benim bu söylediklerimi tarih tarih alır görürsün orada. Ha, okumaya yüzün olur mu onu bilmem, okurken yüzün kızarır mı onu bilmem ama ben sana söylüyorum.

19 Ocak 2005, Sayın Başbakanın Başbakan olarak imzaladığı, altında bütün bakanların olduğu bir kanun tasarısı Meclise geliyor. Bu kanun tasarısında GAP’ın kaldırılması da var, üç yıl içinde, yanlış hatırlamıyorsam, GAP kaldırılacak diye bir madde de var. Başbakan 15 Mayıs 2005 günü, Dünya Çiftçiler Günü’nde konuşma yapıyor ve gazeteci arkadaşlar GAP’ın kaldırılmasını soruyorlar, “Niye GAP’ı kaldırıyorsunuz?” diye. Sayın Başbakanın verdiği yanıt “Dürüst olalım…” diyor ya dürüst olalım, zaten bir adam çok dürüstlükten söz ederse bilin ki orada bir soru işareti var. “Dürüst olalım, GAP’ın kalktığı falan yok, nasıl bunu çıkarıyorsunuz? Neye göre söylüyorsunuz? Halkı yanlış bilgilendirmeyin lütfen.” Sayın Başbakan, altında senin kapı gibi imzan var, imzanı attın, Meclise geldi, Meclis Başkanlığından geçti, Plan ve Bütçe Komisyonuna gitti, orada görüşülüyor senin haberin yok. Şimdi, düşünün bir ülkenin Başbakanını, imza attığı kanun tasarısının içeriğini bilmiyor, ne anlama geldiğini bilmiyor ve bu insan bu ülkeyi yönetiyor. Bu ülkeyi yönettiği içindir ki bu ülke bir türlü sırtını doğrultamıyor. İşsizlik almış başını gidiyor, yoksulluk kronikleşti, çünkü bunlar kendilerini ve ceplerini düşünüyorlar. Halka yalan söylemekle kimse ellerine su dökemez. İşte, açık, imza atmışsınız kaldıracağım, diyorsunuz ki gazetecilere “Dürüst olun” Sen halkı niye kandırıyorsun, insaf ya… İnsaf… İnsan bari kendi imzasını inkâr etmez ya da başka türlü kıvırır. Ya, onun altına imza attık ama düşünüyoruz, belki değiştiririz diye, bari böyle söyle. Tümüyle reddediyor.

2 Eylül 2004, Türkiye Büyük Millet Meclisinde Türk Ceza Yasası görüşülüyor, zina ile ilgili düzenleme de var orada. Görüşmeden sonra Adalet ve Kalkınma Partisinin milletvekilleri önerge verip zinayla ilgili bazı hükümler getirdiler. AB’nin genişlemeden sorumlu üyesi Verhaugen, onun sözcüsü Flori bir açıklama yapıyor. Diyor ki “Türk Ceza Kanunu’ndaki değişikliklerden endişe duyuyoruz” diye. Buraya kadar bir sorun yok. 17 Eylül 2004, Sayın Başbakan AKP İl Başkanları toplantısında şu konuşmayı yapıyor: “AB sözcüsünün Türkiye’nin içişlerine, Parlamentosuna yönelik böyle bir talebi de olamaz, böyle bir teklifi de olamaz” diyor, yani suçluyor. Sen kim oluyorsun da Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosunun, hatta Türkiye’nin içişlerine karışıyorsun diyor. Ne Güzel değil mi? Çünkü karşısında AKP il başkanları var, istediği kadar bağırabilir, her bağırdıkça da alkış alır. 23 Eylül 2004, Sayın Başbakan Brüksel’e gitmiş. Brüksel’de ne oldu bilmiyoruz, öyle anlaşılıyor ki kulağı çekildi. Ne diyor şimdi? Yine Anadolu Ajansından “Türk Ceza Kanunu’nun içinde olmayan herhangi bir madde oraya girmeyecektir. Bunu zina ile ilgili olarak söylüyorum.” Sevsinler senin zina anlayışını, bu mudur? Burada başka, orada başka konuşursun. Orada ne söylendi de sen vazgeçtin düşüncenden? Kim sana ne söyledi de vazgeçtin? Ya burada söylediğin doğru, ya orada söylediğin doğru. Bir adam, kısa süre içinde 17 ay içinde 180 derecelik bir çark yapabilir mi? Hadi, kıvırma olur da vallahi 180 derecelik kıvırmaya bu iktidar döneminde gördüm, bu kadar olmaz.

16 Ekim 2010, AKP Kızılcahamam’da kamp yapıyor. Tabii Sayın Başbakan yine malum konuşmasını yapıyor ve şunu söylüyor. “73 milyonun yaşam tarzının, hakkının, hukukunun teminatı benim” diyor. Eğer o teminatsa biz yandık, çünkü yarın vazgeçecek bu teminattan. Diyecek ki, o değil, başka birisiydi diyecek ama bereket versin onların bir genel başkan yardımcısı var, Sayın Hüseyin Çelik oturmuş televizyonlarda bir açıklama yapmış. “Hiçbir şahıs bireyin güvencesi olamaz çünkü şahıslar fanidirler. Sayın Cumhurbaşkanı bile çıkıp şu konuda benim şahsım güvencedir dememeli” diyor. Yani Sayın Başbakanı onun yardımcısı düzeltmiş oluyor. Doğruyu söylüyor Sayın Hüseyin Çelik. Demokrasilerde güvence yasalardır, kimse kimsenin güvencesi olamaz ama Sayın Başbakan kendini öyle kaptırmış ki nereye gideceği belli olmayan söylemlerde bulunuyor ve sanıyor ki biz bunları görmüyoruz, biz bunları duymuyoruz, biz bunları işitmiyoruz, biz bunları değerlendirmiyoruz. Sayın Başbakan hiç meraklanma, hepsini tek tek yapacağız, tek tek anlatacağız, halka götüreceğiz, senin gerçek yüzünü de halka anlatacağız.

Şunu söyleyeyim: Biz ne dedikse söylediğimizin hep arkasında durduk. Hiçbir zaman hiçbir yerde söylemlerimizden vazgeçmedik. Ne söylüyorsak söyledik onu. Sayın Başbakan unutmasın, benim adım Recep Tayyip Erdoğan değil. Ve arkadaşlarıma talimat verdim, “Recep Beyden İnciler” diye bir kitap yazacağız. Eğer sayfaları çok kalın olursa, adına Recep Larus diyeceğiz çünkü bir ansiklopediye bile sığmaz bu. Daha size okuduklarım bunun bir kısmı, daha bunun gibi binlerce örneği var ve bu insan bu ülkeyi yönetiyor. İşin acı tarafı o ve bu insan kalkıp bize demokrasi dersi veriyor, ağrıma giden de o. Kimsin? Sözünün arkasında durmayan, bir söylediğini 24 saat bile geçmeden yalanlayan, omurgası olmayan, kararlı olmayan bir insan bu ülkeye Başbakanlık yapabilir mi?

Değerli milletvekilleri, Parlamentoda şu anda Sayıştay Yasası görüşülüyor. Sayıştay çok önemli bir kurum. Türkiye Büyük Millet Meclisi adına kamu harcamalarını denetlemekle görevlendirilen bir anayasal kurum. Yani Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçeyi çıkarıyor ve Sayıştay’a da diyor ki, bu hükümet bu bütçeyi doğru mu kullanıyor, yanlış mı kullanıyor benim adıma denetle diyor, bu kadar güzel bir görev. Biz de kabul ediyoruz, bütün dünyada var, bütün demokrasilerde Sayıştay var. Neye göre denetleyecek? Ekonomik açıdan, verimlilik açısından, etkinlik açısından denetleyeceksin diyor. Komisyonlardan geçiyor, Meclis Genel Kuruluna geliyor ve bir önerge veriliyor, AKP Grup Başkanvekili tarafından bir önerge veriliyor “Sayıştay performans denetimini yapmasın” diye. Allah aşkına, Sayıştay performans denetimi yapmayacaksa ne yapacak? Kaldırın Sayıştay’ı. Zaten Muhasebat Genel Müdürlüğünün istatistikleri yayınlanıyor, bülten var orada, bütün rakamlar var orada, yani Sayıştay bize rakamları mı toplayacak. Bunun arkasında ne var, bu önergenin arkasında ne var şimdi onu size açıklıyorum. Türkiye İçme Suyu Yönetimi Raporu, Türkiye’de Gıda Denetimi Raporu, TÜBİTAK’ın Ar-Ge Destek Faaliyetleri, bunlar, bu raporlar yedi aydır Sayıştay Başkanının önünde duruyor. Soru bir Sayıştay Başkanlığına: Yedi aydır o raporları orada tutmana kim talimat verdi sana? Yedi aydır o raporları sen orada hangi gerekçeyle tutuyorsun?

Soru iki Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına: İşine geldiği zaman tak tak çıkıp konuşursun. Yedi aydır bu raporları orada tutan Sayıştay Başkanına hiç sordun mu arkadaş, sen bu raporları niye tutuyorsun? Sen Türkiye Büyük Millet Meclisi adına görev yapıyorsun, seni Türkiye Büyük Millet Meclisi seçiyor oraya. Sen orada ne iş yapıyorsun? Kim sana talimat verdi ve yedi aydır bu raporları orada tutmanın gerekçesi nedir? Sayın Mehmet Ali Şahin’den bekliyoruz.

İki: Bu raporları şöyle bir özelliği var değerli milletvekilleri. Raporlar hazırlanır, ilgili kuruluşlara gönderilir, ilgili kuruşlar görüşlerini verirler, sonra bu raporlar Sayıştay Genel Kurulunda görüşülür. Sayıştay Genel Kurulunda görüşüldükten sonra da Türkiye Büyük Millet Meclisine gelir. Bu söylediğim üç rapor, ilgili kurumlara gönderilmiyor görüşleri alınsın diye, niye gönderilmiyor? Şimdi geliyorum, diğer üç rapora. Karadeniz Sahil Yolu Projesi, Deriner Barajı Projesi, Türkiye’de Hafif Raylı Sistemler Raporu. Bunlar gitmiş kurumlara, kurumlardan görüş de gelmiş, yedi aydır bu raporlar tutuluyor ve Meclise gelmiyor. Bu önerge niye verildi? Bunlar demiyorlar mıydı “Kul hakkı yemek çok büyük bir günahtır” diye. Bunlar demiyorlar mıydı “Yolsuzluk yapanlardan hesap soracağız, biz üç Y ile ilgili geldik buraya, üç Y’den birisi de yolsuzluklardır” diye? Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesini alıp alaşağı etmek, kamu harcamalarını denetlemekle görevlendirilen bir anayasal kurumu işlevsiz hâle getirmek hangi ahlaki temelde geçerlidir? Hangi hukuk temelinde geçerlidir? Hangi inanç temelinde geçerlidir? Bunların gerçek yüzü bu. Kendi yolsuzluklarını, kul hakkı yediklerini millet nasıl görmesin diye başvurdukları yollardır bunlar, onun için bunu da sizlerin bilgisine sunmayı bir görev sayıyorum.

Değerli milletvekilleri, sadece ulusal medyayı değil, sadece belli yerleri değil, yerel medyayı da izliyoruz. Sayın Başbakan Çine Barajının açılışına gitti. Yerel medyada bir gazeteci arkadaşımız, Aydın’da Denge Gazetesi, AKP İl Başkanı, Başbakan geliyor ya kalabalık olması lazım, adam toplanması lazım, gidiyor, yaptığı konuşmada diyor ki, muhtarlar da katılmış ona “Namazın kazası var ama Çine Barajı açılışının yok.” Yani namazı ihmal edebilirsin, kazası var ama Çine Barajının açılışına Başbakan geliyor, onun kazası yok, geleceksin. Milletim bilsin diye söylüyorum, bunların gerçek hangi amaçlarla yola çıktığını bilsinler diye söylüyorum, inançların nasıl sömürüldüğünü, nasıl acımasızca sömürüldüğünü bilsinler diye söylüyorum. Böyle bir anlayış olabilir mi? Dine saygı denilen bir kavram var. Doğru, bunlarda saygı olsa Rasmussen’e efelenip sonra gidip oy vermezlerdi. Ve Söke Huzurevinde yaşlılar var. Bu yaşlıları da götürüyorlar açılışa. Ve yine orada, Söke Ekspres Gazetesinden bir gazeteci arkadaşımız beş soru sormuş. Diyor ki, “Yaşlıları baraj açılışı için Çine’ye götürmek kimin fikriydi? Yaşlılar mı istedi, kurum yöneticileri mi istedi, yoksa başka yerlerden mi baskılar geldi?” Allah aşkına siz yaşlılardan ne istiyorsunuz? Huzurevinde oturuyorlar, bir talepleri yok, niye bu adamları götürüyorsunuz “Başbakanı zorla dinlemeye? Makam onayı alınırken bu gezinin amaçları olarak neler gösterildi? Gezi sonunda gezi amaçları gerçekleştirildi mi? Aracın yakıt masrafları kurum tarafından mı karşılandı, yoksa birisi mi yakıt parasını karşıladı? Yaşlılara bu yolculukta herhangi bir sağlık görevlisi refakat etti mi? Kumanya olarak ne verildi, verilen kumanya o yaşlıların yiyecekleri öyle yemeğine eşdeğer midir?” Acaba Sayın Başbakan da vicdanına seslenip bunları duyabilir mi? Eğer Başbakan sözünde duracaksa, adam gibi adamsa bu il başkanını bugün öğleden sonra görevden alır. Senin işin gidip huzurevinde huzur arayan kişileri zorla toparlayıp benim açılışıma getirmek değildir demesi lazım. Der mi? Demez. Biz de biliyoruz, siz de biliyorsunuz demez.

Değerli milletvekilleri, cumhuriyetten söz ettim. Cumhuriyet hukuktur dedim, hukukun üstünlüğüdür, hukuka inanmaktır, insan haklarıdır, insan haklarına inanmaktır, kadın erkek eşitliğidir, kadın erkek eşitliğine inanmaktır, medyanın özgürlüğüdür dedik, kimsesizlerin kimsesidir dedik cumhuriyet ve cumhuriyeti kurarken hep Polatlı’da çekilen bir fotoğraf gelir gözlerimizin önüne. Orada, daha cumhuriyetin kuruluş yıllarında bir törene katılmak için gidenlerin elinde bir pankart vardır “Cumhuriyeti biz böyle kurduk” diyen. O cumhuriyeti yaşatmak hepimizin görevidir. Bütün bu eleştirileri yaparken sakın ola ki hiçbir yurttaşım umutsuzluğa kapılmasın, kapı gibi Cumhuriyet Halk Partisi var, Türkiye’nin her yerinde Cumhuriyet Halk Partisi var. Biz davamızda inançlıyız, davamızda güçlüyüz çünkü biz davamızda haklıyız, çünkü biz insanımızı seviyoruz. Hangi görüşten, hangi inançtan olursa olsun her insan başımızın tacı olacak. Yoksulluğu kader olmaktan çıkaracağız, onun sömürülmesine izin vermeyeceğiz. Umudumuzu koruyacağız. Hukukun üstünlüğünü bu ülkede egemen kılacağız. Baskılar geliyor, biliyorum, kendi medyalarını oluşturdular onu da biliyorum, televizyonlarda hep aynı tip adamlar çıkar onları da biliyorum, sabahtan akşama 24 saat Cumhuriyet Halk Partisini eleştirirler onu da biliyorum, ama yılmayacağız, biz haklıyız. Korkmayacağız, biz haklıyız. Korkutmayacağız, seveceğiz, sevgiyi ve umudu en ücra köşede yaşayan yurttaşımıza götüreceğiz. Bizim yolumuz açık. Engeller var, engelleri aşmak bizim görevimiz. Biz yolumuzda haklıyız, yolumuz, yolunuz açık olsun diyorum, hepinize saygılar sunuyorum.

Gündem'den Öne Çıkan Haberler