25.07.2017

25 Temmuz 2017 tarihli TBMM Grup Konuşması

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (25 TEMMUZ 2017)

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, " Şimdi bir densiz kalkmış şu açıklamayı yapıyor: "15 Temmuz’u Atatürkçüler, ulusalcılar yapmış olabilir" diyor. Sen Balyoz, Ergenekon davalarında ordudaki Atatürkçüleri, cumhuriyetçileri, demokrasiye bağlı paşaları, subayları ortağınla birlikte temizlemedin mi? AK Parti size devleti teslim etti. söylüyorum; AK Parti size devleti teslim etti. Savcınıza kurşungeçirmez araba tahsis etti. Biz “F tipi yapılanma var” derken, onlar size hürmetle “hoca efendi” diyorlardı, sizi yere göğe koymuyorlardı. Her istediğinizi verdiler, size kozmik odayı bile verdiler. Kozmik odayı bir terör örgütüne vermek vatana ihanettir, ihanet edenler de iktidardadır. Sana devleti teslim edenlerden er geç hesabını soracağız" dedi.

Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:




Hepinize teşekkür ederim. Hak Hukuk ve Adalet Yürüyüşünü başlatan tablosu burada olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Bir imparatorluk yok edilirken, genç bir cumhuriyeti ayağa kaldıran ve yürüyüşünü Samsun’dan başlatan, Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni kurarak görkemli bir devleti inşa eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Biz de onların çocukları olarak, onların evlatları olarak yolumuza devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlarım, Bodrum ve çevresinde bir deprem yaşandı. İnsanlar birkaç gecelerini sokakta geçirdiler. Ama belediyelerimiz, belediye başkanlarımız süratle olaya müdahil oldular ve Bodrum normal yaşamına döndü. Bütün Bodrumlulara buradan geçmiş olsun dileklerimizi iletirim.

24’üncü Dönem Samsun Milletvekilimiz İhsan Kalkavan yaşamını yitirdi. Camiamızın başı sağ olsun, ailesine başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz, Allah rahmet eylesin diyoruz.

Değerli arkadaşlarım; bu arada Bursa’nın Mustafakemalpaşa ve Karacabey ilçelerinde bir felaket yaşandı. Sabaha karşı 18 Temmuz’da 06.45 ilâ 07.00 arasında 15 dakika boyunca ciddi bir dolu yağışı, arkasından yağmur tam bir felakete yol açtı. 45 dakikada boşalan yağmur metrekareye 49 kilo ilâ 69 kilo arasında… 95 bin 400 hektar arazi zarar gördü, bin 350 çiftçi etkilendi, 239 milyon liralık bir kaybın olduğu söyleniyor. Üretimin yüzde 90’ı sigortasız, yüzde 10’u sigortalı; sigortasız olmasının nedeni miras ve kiralama yoluyla ekimin yapılmış olması ve bunun mutlaka düzeltilmesi gerekir. Eğer çiftçi kayıt sistemi ve tarım sigortası bu bağlamda yeniden ele alınır, kiralama ve miras yoluyla oluşan engeller ortadan kaldırılırsa, sanıyorum tarım sigortası asıl gerçek işlevine kavuşmuş olacaktır.

Tabii bu arada milletvekillerimiz bölgeyle yakından ilgilendiler. Köylere gittiler, zararı yerinde gördüler ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve hükümetin harekete geçmesini istediler. 2090 sayılı Kanun kapsamına, yani Afetlerden Zarar Gören Çiftçilere Yapılacak Yardım Hakkında bir kanun var ve o kanun kapsamına bu felaketin alınmasını istediler. Yine zararın nakit olarak giderilmesi de, milletvekili arkadaşlarımızın talebi olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine yansıdı.

109 YIL SONRA TÜRKİYE’DE MEDYA ÖZGÜRLÜĞÜ YOK

Değerli arkadaşlarım, basın özgürlüğü önemli. Sadece bizim için değil, demokrasisi gelişmiş bütün ülkeler için basın özgürlüğü dördüncü güç olarak kabul edilir. Yasama, yargı, yürütme ve medya özgürlüğü, bu kadar önemli. Dün 24 Temmuz’du, Basın Bayramı ve Basından Sansürün Kaldırılışının 109’uncu yılıydı. 109 yıl önce medya özgürlüğü ve basın üzerindeki baskılar kalktığı için bayram ilan edilmişti. Ama 109 yıl sonra Türkiye’de medya özgürlüğü yok ve gazeteciler bugünü bayram olarak kutlamadılar.

Geldiğimiz şu acı tabloya bakın. Dünya ilerliyor, dünya gelişiyor, özgürlükler her alanda gelişiyor. Basın özgür olacak ki, vatandaş doğru haber alsın. Ama bunun önüne set çekiliyor ve medya özgürlüğü şu anda Türkiye’de yok ve basın bayramı kutlanmadı Türkiye’de. Aynı gün İstanbul’da Adliye Sarayında Cumhuriyet Gazetesinin davası görüşülüyordu. Cumhuriyet Gazetesi, cumhuriyetle yaşıt bir gazete, bütün ömrü FETÖ gibi suç örgütleriyle mücadele eden bir gazete ve şimdi bu gazetenin yazarlarını alıyorsunuz, FETÖ örgütüyle FETÖ’yle iltisaklı ilişkili diye yazarlarını hapse atıyorsunuz. Aklın mantığın alacağı şey değil.

Akın Atalay, Murat Sabuncu, Kadri Gürsel, Güray Öz, Hakan Kara, Turhan Günay, Musa Kart, Önder Çelik, Bülent Utku, Kemal Güngör, Ahmet Şık, Emre İper; umuyorum adalet tecelli eder de, bu arkadaşlarımız duruşmadan sonra serbest bırakılırlar. En büyük arzumuz budur.

Düşünün, Kadri Gürsel küçük çocuğunu kucaklamak istiyor, ama izin vermiyorlar, “çocuğunu kucaklayamazsın” diyorlar. Düşünün, Ahmet Şık’a soruyorlar “servetin ne?” “Tek servetim var, kızım” diyor. “Tek dikili ağacım kızımdır” diyor. “Onunla gurur duyuyorum, onur duyuyorum.”

Medya bu hale getirilmeli miydi? Ve Cumhuriyet iddianamesini hazırlayan savcı da FETÖ’den yargılanan birisi. 109 yıl önce Ali Paşa vasiyetnamesinde şunları yazıyor, basın üzerindeki baskıyı kaldıran Ali Paşa şunları yazıyor: “Basın özgürlüğü ancak hatalarını düzeltmek istemeyen hükümetler için bir tehlikedir. Vatanın iyiliğinden başka bir şey düşünmeyen bir hükümet için basın özgürlüğü bir nimettir. Çünkü hatayı size basın gösterir, yanlışınızı size basın gösterir. Eğer siz basın üzerinde baskı kurarsanız, bu ülkeye ihanet etmiş olursunuz.” Geldiğimiz süreç maalesef budur.

SEVR ANLAŞMASI…

Yine 24 Temmuz Lozan Anlaşmasının 94’üncü yılı, Türkiye’nin tapu senedi olan Lozan Anlaşması. Ama izin verirseniz biraz geriye gidelim. Rıza Tevfik, Bağdatlı Mehmet Hadi Paşa ve Reşat Halis üçü birlikte 10 Ağustos 1920 tarihinde 433 maddelik Sevr Anlaşmasını imzalarlar. 1920 Sevr Anlaşmasını imzalarlar. Anlaşmayı imzalayan Rıza Tevfik hatıralarında şunu yazar: “Teklif olunan maddeler -yani 433 madde- evvelce hükümetin malumuydu.” Yani hükümet 433 maddeyi gayet iyi biliyordu. “Şurayı Saltanatta ise, yani saray ise padişah ise, teklif olunacak sulh şartlarının kabulüne karar verilmiş olduğundan, bizlere sadece vesikayı imza etmek mecburiyeti düşüyordu.” Yani hem hükümet, hem saray Sevr’i kabul etmişti, bizi görevlendirdiler gittik anlaşmanın altına imzayı attık diyorlardı.

Sevr Anlaşması nedir değerli arkadaşlar? Osmanlının toprak büyüklüğü 5,5 milyon kilometrekareydi. Sevr Anlaşması imzalandığında o 5,5 milyon kilometrekarelik alan aşama aşama 470 bin kilometrekareye düştü.

Bazı maddelerine bakalım bu Sevr Anlaşmasının…

36’ncı maddesi, İstanbul için düzenlenen bir madde: “Taraflar Osmanlı Hükümetinin İstanbul üzerindeki haklarına ve sıfatlarına dokunulmaması ve majeste padişahın bu kentte oturmak ve bu kenti Osmanlı Devletinin başkenti tutmak bakımından özgür olduklarında görüş birliği içindedir” diyor. Yani padişah İstanbul’da oturabilir, bu konuda görüş birliği içindeyiz. Ama devam ediyor: “Bununla birlikte hükümeti Osmaniye bu anlaşmanın hükümlerine özellikle soy din ve dil azınlıklarının haklarına dürüst bir biçimde saygı göstermekte kusur ederse, müttefik devletler yukarıda belirtilen hükmü değiştirmek hakkına sahiptir” diyor. Yani gerekirse İstanbul’dan ben padişahı çıkarırım, benim bu yetkin vardır diyor ve bunun altına Osmanlı imza atıyor.

Madde 69: “İzmir Osmanlı egemenliği altında kalmaktadır.” Devam ediyor: “Bununla birlikte İzmir kenti ve sözü edilen topraklar üzerindeki egemenlik haklarının kullanımı Yunanistan’a aktarılacaktır” diyor. Bunun da altına Osmanlının görevlileri gidip imza atıyorlar ve İzmir’in egemenliğini Yunanistan’a veriyorlar.

Kara kuvvetleri ne kadar olacak? “Padişahı korumak için en fazla 700 kişi, jandarma için sınırları korumak için en fazla 35 bin kişi. Eğer bir olay olur da jandarma engelleyemezse, en fazla 15 bin kişi takviye olabilir. Toplam Osmanlının ordusu 50 bin kişi olacak”diyorlar.

Deniz kuvvetleri, madde 181: “Balıkçılık ve polis hizmeti için kıyılar boyunca 7 gambot ve 6 torpidoyu geçmeyecek sayıda gemi bulundurmak hakkına sahip olacaktır. Bu gemiler Osmanlı Deniz Kuvvetlerini oluşturacaktır.” 7 gambot, 6 tane torpido, bunlar Osmanlının deniz kuvvetlerini oluşturacak.

182.madde diyor ki: “181.maddede öngörülen gemilerin yerine geçecekler dışında, başka savaş gemisi yapması ya da edinmesi yasaktır.” Osmanlı bunların dışında başka bir gemi ne yapacak, ne de satın alınacak diyor.

Değerli arkadaşlarım, bunları anlatmamın nedeni şudur: Hani bunların külahlı bir adamı vardı ya arada bir televizyona çıkıp, “keşke Yunanistan alsaydı” diyen adam ve o adama dokunmayan yargı, o adama ses çıkarmayan hükümet, onların ikisine de lanet olsun diyorum.

ATATÜRK’E DİL UZATANLARDA AHLAK, VATAN SEVGİSİ VAR MI?

Neden Osmanlı bu hale geldi? Neden Osmanlı parçalandı? Neden teslim edildi? Hiç bunun üzerinde düşünen yok, hiç konuşan da yok. Yeri geldiğinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e her şeyi söylüyorlar, ama bu anlaşma için Gazi Mustafa Kemal aynen şunları söylüyor: “Sevr Anlaşmasını siyasi, adli, iktisadi ve mali bağımsızlığımızı imhaya ve sonuç olarak yaşama hakkımızı inkâr ve ortadan kaldırmaya yönelik olan Sevr Anlaşması bizce mevcut değildir” diyor. Anlaşmayı reddediyordu Gazi Mustafa Kemal. Birileri kabul ediyor, ama bu ülkeyi kuran güç irade, “ben Sevr Anlaşmasını tanımıyorum” diyor.

Anadolu’da elbette ki çoban ateşleri yanıyordu, elbette ki Kuvayı Milliye Trakya’da ve Anadolu’da kuruldu, mücadeleler yapıldı. Milletin azim ve kararlılığıyla yeni bir cumhuriyet inşa edildi. Sevr Anlaşmasından 3 yıl sonra, Avrupa’da bu kez yeni bir masa kuruldu Lozan’da ve Lozan’a gidildi. Gazi Mustafa Kemal Atatürk Lozan’ı şöyle anlatır Nutuk’ta: “Saygıdeğer efendiler, Lozan Barış Anlaşmasındaki hükümleri, öteki barış teklifleriyle daha fazla karşılaştırmanın yersiz olduğu düşüncesindeyim. Bu antlaşma Türk milletine karşı yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Anlaşmasıyla tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasi zaferin eseridir” diyor Lozan için Gazi Mustafa Kemal Atatürk.

Lozan Anlaşmasıyla, 470 bin kilometrekareye düşen vatan toprağını Lozan Anlaşmasıyla 736 bin kilometrekareye çıkarmıştır Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları. Hatay’ın ilhakıyla bu 738 bin kilometrekareye çıkmıştır. Atatürk’e dil uzatanlarda vicdan var mıdır acaba, ahlak var mıdır, inanç var mıdır, vatan sevgisi var mıdır acaba? Lozan’ı küçümseyenlerde vicdan var mıdır, ahlak var mıdır? Bunların tamamının bilinmesi lazım.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ AKP’DEN İBARET DEĞİLDİR

Peki, ne oldu? Son 15 yılda Lozan’dan bu yana ilk kez Türkiye toprak kaybına uğradı. Bir daha söylüyorum; Lozan’dan bu yana ilk kez son 15 yılda Türkiye toprak kaybına uğradı, 12 adasını Yunanlılara teslim etti, Süleyman Şah Türbesini kaçırdı. Süleyman Şah Türbesinin bulunduğu yer bize ait. Terör örgütlerinden toprağını bırakıp kaçıyorsun, Süleyman Şah Türbesini kaçırıyorsun. Bir de kalkmış “vatan millet” diyorlar. Sen önce onun hesabını vereceksin onun. Süleyman Şah Türbesini hangi gerekçeyle kaçırdın sen? Koruyamadın orayı.  

Değerli arkadaşlarım; dış politika ciddi iştir, iç politikaya malzeme edilmez. Dış politika millidir, herkesin Türkiye’nin 80 milyonun ortak ses çıkarması gereken bir alandır. Ama dış politikayı iç politikaya malzeme edersen, gelir duvara toslarsın. Bugün Türkiye dünyadan soyutlanmış bir ülkedir, herkesle kavgalıdır, herkesle. 15 yıl önceye bakın, herkesle barışık olan bir Türkiye, herkesle düşman olan bir Türkiye sürecine evirildi.

En son Avrupa Birliği ve Almanya’yla kavgalar. Buradan bütün Avrupa Birliğine ve yetkililerine ve bütün oluşturan devletlerin yetkililerine seslenmek isterim. Türkiye Cumhuriyeti demokratik laik sosyal hukuk devletidir, Türkiye Cumhuriyeti çağdaş uygarlıktan yana bir devlettir, Türkiye Cumhuriyeti uygar dünyanın bir parçasıdır ve Türkiye Cumhuriyeti AKP’den ibaret değildir.

Biz çocuklarımıza evlatlarımıza güzel bir Türkiye bırakmak zorundayız, onurlu bir Türkiye bırakmak zorundayız. Orta Doğu’nun şamar oğlanına dönen bir Türkiye değil. Bütün dünyada saygıyla sözü edilen bir Türkiye bırakmak istiyoruz. Bir şey söyleyip ertesi gün vazgeçen bir yönetim değil, söylediğinin arkasında onurla gururla duran bir Türkiye görmek istiyoruz. Bizim ana hedefimiz bu, amacımız da bu.

İSRAİL VE FİLİSTİN HALKLARININ KAVGA ETMESİNİ İSTEMEYİZ

Değerli arkadaşlarım, son günlerde Filistin yeniden kaynamaya başladı. Bizim duyarlılığımız bellidir, bizim amacımız da bellidir. Biz İsrail ve Filistin halklarının kavga etmesini istemeyiz. Varsa bir sorun, barışçıl yöntemlerle çözmelerini isteriz. Ama İsrail Hükümetinin Mescid-i Aksa’da ibadet yapılmasını yasaklamasını asla ve asla kabul edemeyiz. Her hükümetin her inanca saygı göstermesi lazım. Kaldı ki, Mescid-i Aksa’nın İslam Alemi için ne kadar önemli olduğunu herhalde onlar da çok iyi biliyorlardır.

Bakın değerli arkadaşlarım, Hicretin yaklaşın ilk 17 ayı boyunca Mescid-i Aksa kıble olarak kabul edilmiştir. Mescid-i Aksa üzerinde pek çok kişinin, inanç önderinin, komutanın gölgesi vardır ve korunmuştur. Hazreti Ömer tüm dini gruplara özgürlük verirken, Mescid-i Aksa’nın harabeleri üzerindeki çöplerini kendi toplamıştır, abasıyla toplamıştır. Ve değerli arkadaşlarım, orada bir mescit yapmıştır, insanlar ibadet yapsınlar diye. Selahattin Eyyubi, büyük komutan, o da aynı şekilde. Haçlılardan devraldıktan sonra bütün inançlara özgürlük tanımıştır, bütün inançlara! Mescid-i Aksa’nın saray olarak kullanıldığını, erzak ambarı olarak kullanıldığını görmüştür. Orayı gülsuyuyla yıkatmış, yeniden ibadete açmıştır. Selahattin Eyyubi öldüğü zaman kefen parası borçla alınmıştır. Büyük bir komutandır, ama dünya varlığına tamah etmemiştir. Bu kadar önemlidir Mescid-i Aksa İslam dünyası için. O zaman İsrail Hükümetinin bizim duyarlılıklarımızı kabul etmesi gerekir. İbadet yerinde şiddet olmaz, ibadet eden insana tekme atılmaz, her inanca saygı göstermek insan olmanın temel görevidir, insan olmanın varlık nedenidir her inanca saygı göstermek.

CHP’NİN MESCİD-İ AKSA’NIN İBADETE KAPATILMASINA İLİŞKİN TUTUM BELGESİ…

Arkadaşlarım Filistin Büyükelçiliğini ziyaret ettiler ve bir tutum belgesi yayınladılar. Cumhuriyet Halk Partisinin bu sorunla ilgili tutum belgesi şudur:

Mescid-i Aksa’nın ibadete kapatılması kabul edilemez. İbadet eden bir insana tekme atılması, asla kabul edilemez. Sorunun barışçıl, uzlaşmacı ve karşılıklı saygı çerçevesi içinde çözümü mutlaka aranmalıdır. Kudüs’te yaşanan gerilim ve şiddeti büyük bir kaygıyla izliyoruz. Harem-i Şerif’in kutsiyetine ve tarihi statüsüne saygı göstermek, insani ve hukuki bir zorunluluktur. İsrail Hükümeti, Cenevre Konvansiyonu ve Protokolünü ihlal etmemelidir. Neva Şalom Sinagogu’na yönelik saldırılar da asla kabul edilemez. Altını özenle çiziyorum; bir sinagoga Türkiye’de İstanbul’da saldırı düzenlemek, insana saldırı düzenlemektir. Herkesin ibadetine, herkesin inancına saygı göstermek hepimizin ortak görevidir. Yapacaksan eylemini git başka yerde yap. Bizim vatandaşlarımızın, hangi kimlikten olursa olsun, hangi inançtan olursa olsun, hangi yaşam tarzını benimserse benimsesin, bizim başımızın üstünde yeri vardır. Bir başka yerdeki olay dolayısıyla Türkiye’deki vatandaşlarımızı üzmek doğru değildir, kabul edilemez.

Türkiye’nin hem İsrail, hem de Filistin’le sıkı ilişki kurabilen tek bölge ülkesi olmasının avantajlarını Türkiye iyi kullanmalıdır. İsrail Hükümeti inanç ve ibadet özgürlüğüne saygılı olmalıdır. İsrail Hükümeti orantısız güç kullanmaktan derhal vazgeçmelidir. Üç İbrahimî dinin tarihsel mekânı Kudüs, çatışmanın değil, hoşgörünün saygının ve barışın merkezi olmalıdır. Türkiye’nin Birleşmiş Milletler kararları çerçevesinde, iki devlet esasına göre kalıcı çözüme yönelik girişimler içinde olmalıdır. Bu bizim arzumuzdur ve beklentimizdir.

Değerli arkadaşlarım, 15 Temmuz darbe girişimini yaşadık hepimiz, büyük bir kaygıyla büyük bir endişeyle yaşadık. Sokağın 15 Temmuz’u nedir onu da gayet iyi biliyoruz. Şimdi bir densiz kalkmış şu açıklamayı yapıyor: "15 Temmuz’u Atatürkçüler, ulusalcılar yapmış olabilir" diyor. Bu terör örgütünün,  FETÖ örgütünün lideri diyor buna. “15 Temmuz’u Atatürkçüler Ulusalcılar yapmış olabilir” diyor bu densiz!

AK PARTİ SİZE DEVLETİ TESLİM ETTİ

Sen Balyoz, Ergenekon davalarında ordudaki Atatürkçüleri, ordudaki cumhuriyetçileri, ordudaki demokrasiye bağlı paşaları subayları ortağınla birlikte temizlemedin mi? Biz bunları unuttuk mu sanıyorsun? Sen Balyoz, Ergenekon davalarının savcısıyla aynı menzile yürürken, biz yine “adalet, hak, hukuk” diye bağırmıyor muyduk? Sen bunları bilmiyor musun? Binlerce insana kan kusturdunuz, binlerce aileyi mağdur ettiniz. Yine o dönemde de mazlumlara biz sahip çıktık, mağdurlara biz sahip çıktık.

AK Parti size devleti teslim etti. Bakın bir daha söylüyorum; AK Parti size devleti teslim etti. Savcınıza kurşungeçirmez araba tahsis etti. Biz “F tipi yapılanma var” derken, onlar size hürmetle “hoca efendi” diyorlardı, sizi yere göğe koymuyorlardı. Ankara’dan Pennsylvania’ya katar katar gidiyordunuz, el etek öpüyordunuz, sofralarına oturuyordunuz. Biz bunları unuttuk mu sanıyorlar? Asla unutmadık, asla.

Her istediğinizi verdiler, her istediğinizi verdiler. Vali istediniz vali verdiler, bir değil valiler verdiler. “Vali yardımcısı istiyoruz” dediniz, vali yardımcıları verdiler, “kaymakam istiyoruz” dediniz kaymakam verdiler, “general istiyoruz” dediniz 169 general verdiler, “üniversite istiyoruz” dediniz üniversiteler verdiler, “rektör istiyoruz” dediniz size rektörler verdiler, “okul istiyoruz” dediniz yüzlerce okul verdiler, “dershane yapacağız” dediniz yüzlerce dershane verdiler size. “Paramız yok ihale istiyoruz” dediniz, devletin en büyük ihalelerini size verdiler, “emniyet müdürüne ihtiyacımız var” dediniz, size emniyet müdürleri verdiler. “İstihbaratçı sorunumuz var bize istihbaratçı veriniz” dediniz, size istihbaratçılar verdiler.  “Bankamız yok, bir bankamız da olsun” dediniz, size banka kurdurdular. Geldiler hep beraber kurdeleleri kestiniz. “Öğretmene ihtiyacımız var” dediniz, size yüzlerce binlerce öğretmen verdiler. “Genel müdür istiyoruz” dediniz, size genel müdürler verdiler. “Müsteşar istiyoruz” dediniz, size müsteşarlar verdiler ve siz daha da ileri gittiniz, “biz Türkiye’nin bütün sırlarını istiyoruz, kozmik odayı istiyoruz” dediniz, size kozmik odayı bile verdiler.

Kozmik odayı bir terör örgütüne vermek vatana ihanettir, ihanet edenler de iktidardadır. Şimdi utanmadan sıkılmadan, “bu darbe girişimini Atatürkçüler yapmış, ulusalcılar yapmış” diyorlar. Sanki biz bunları bilmiyoruz gibi. Asıl sorumlu seninle birlikte sana devleti teslim edendir, bunu unutmadık. Seninle birlikte sana devleti teslim edendir. Sana devleti teslim edenlerden er geç hesabını soracağız, kimse unutmasın.

Demiştik ki “bir ipte iki cambaz oynamaz” iki cambazdan biri düştü, diğeri duruyor ipin üzerinde. O da düşecek göreceksiniz, o da hesabını verecek göreceksiniz. Olur mu? Aynı menzile gidiyorlar.

FETÖ YAPILANMASI DOSYASINI KAPATAN 5 SUBAYDAN 3’Ü ŞU ANDA HAPİSTE, BUNLARDAN BİRİSİ DE AKIN ÖZTÜRK

Size bugün yaşayacağımız bir olayı anlatayım. 2007 başlarında Tuncay Özkan henüz milletvekili değilken, birisi gelir ona bir flash disk verir. Der ki: “Bunun içinde ordudaki FETÖ yapılanmasının bütün ayrıntıları var” 2007 başlarında. Tuncay Özkan alır bunu dönemin Kara Kuvvetleri Komutanına teslim eder, gönderir. “Ordudaki FETÖ yapılanmasının bütün ayrıntıları burada vardır, inceleyin” der. Neden? Çünkü dönemin hükümeti aynı menzile gidiyor. Dosyalar kapatılıyor, Milli Güvenlik Kurulu kararları uygulanmıyor. Flash disk, o da kapatılır endişesiyle doğrudan oraya veriyor.

Kara Kuvvetleri Komutanlığı alır bakar buna, gönderir Genelkurmay Başkanlığına. Genelkurmay Başkanı da alır bunu Hava Kuvvetleri Komutanlığına gönderir. Hava Kuvvetleri Komutanlığında Güneş Çalışma Grubu oluşturulur; bu flash diskin içindeki bilgileri incelemek üzere. İki yıl sonra 9 Şubat 2009 tarihinde bu flash diskteki bütün bilgiler bir dosyaya aktarılır ve dosya kapatılır “bir şey yoktur” diye.

2009’da imzalanan tutanak yani Andıç şöyle der son cümlesinde: “Toplum nezdinde TSK’nın itibarını zedelemek, Hava Kuvvetleri Komutanlığı ve TSK’dan intikam amacıyla bu düzenlenmiştir, üretilmiştir, gerçeği yansıtmamaktadır” der ve dosya kapatılır. Dosyayı kapatan 5 subaydan 3’ü şu anda hapistedir. Bunlardan birisi de Akın Öztürk’tür.

Bu flash bellekte ne vardı? 15 bin subay ve astsubayı içeren bilgi ve belgeler vardı. 6 bin Türk Silahlı Kuvvetleri mensubunun özel hayatı, siyasi yapı, yaşam biçimi ve alışkanlıklarına dair fişleme bilgileri vardı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök dâhil, sonra gelecek Genelkurmay başkanlarıyla 86 general hakkında özel fişleme bilgileri vardı. Binlerce Fethullah’çı subay ve astsubayın örgütle bağı, himmet ödemeleri ve örgüt ilişkileri vardı. Örgüt içi evliliklerin nasıl yapılacağı, fotoğraflı evlilik broşürleri vardı. Elimine edilmek istenilen Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının nasıl şikâyet edileceği, hangi üslup ve yazı tekniklerinin kullanılacağı, yazışma örnekleri bu flash diskte vardı ve bu dosya 2009’da kapatıldı hiçbir şey yokmuş gibi.

TUNCAY BEY BUGÜN, FLASH DİSKİ İSTANBUL CUMHURİYET SAVCILIĞINA TESLİM EDECEK

2007’de Tuncay Bey bunu teslim ediyor, 23 Eylül 2008’de Ergenekon davasından Tuncay Özkan gözaltına alınıyor, 6 yıl hapishanede kalıyor, 6 yıl. 6 yılda kendisine sorduğu tek bir soru var, “ben neden hapisteyim?” Bu flash disk aranır, bir örneği bulunur, o da imha edilir. Ama orduya teslim ettiği flash diskteki önemli bilgilerin tamamı bir daha geri alınmamak üzere yine silinir ve dosyaya öyle konur. Tuncay Özkan yargılanırken dönemin başbakanı “ben bu davaların savcısıyım” diyordu. Soru şu: Bu flash diskteki bilgileri incelemek üzere kurulan Güneş Çalışma Grubu iktidarın bilgisi dahilinde kurulmuş mudur? İktidarın bilgisi dahilinde kurulmuşsa, bu dosya kapatılırken Başbakan kimdi, Adalet Bakanı kimdi, Milli Savunma Bakanı kimdi? Onların tamamının açığa çıkması lazım.

EĞER O BİLGİLER CİDDİYE ALINSAYDI BUGÜN 250 ŞEHİDİMİZ OLMAYACAKTI

Eğer o flash diskteki bilgiler ciddiye alınsaydı, dönemin hükümeti MGK kararlarını yok saydığı gibi, bu flash diskteki bilgileri de yok saymasaydı, bugün ne 250 şehidimiz, ne de 2193 gazimiz olmayacaktı. 2008 YAŞ kararları açıklandığında, ben 7 Ağustos 2008’de şu açıklamayı yapıyorum. O zaman grup başkan vekiliyim. “Bu kararlara en çok F tipi örgüt sevinmiştir, evet bu kararlara en çok onlar sevinmişlerdir.” Çünkü orduyu ele geçirmişlerdir.

Şimdi tabii Tuncay Bey yılların gazetecisi, aldığı bilgileri tek başına bir flash diskte tutmadı, birden fazla yerde tuttu. Savcı şimdi, 15 Temmuz’dan sonra İstanbul’daki bir savcı bu dosyayı yeniden açmak istiyor. Diyor ki, bilgiler sizde, bu bilgileri verin dosyayı açacağız. Evet, bir vatansever olarak, ülkesini seven bir insan olarak, her türlü teröre karşı çıkan bir insan olarak bugün gidecek biraz sonra o flash diskin bir örneğini İstanbul Cumhuriyet Savcılığına teslim edecek.

Şimdi ben merak ediyorum. Bu savcı arkadaş bu bilgileri aldıktan sonra, geriye dönüp bu Güneş Çalışma Grubu ve o grubun kurulmasına onay veren, dosyayı kapatan dönemin Başbakanına, dönemin Adalet Bakanına, dönemin Milli Savunma Bakanına soru sorma cesaretini gösterecek mi? Darbenin siyasi ayağını ortaya çıkaracak mı?

Elbette hak, hukuk ve adalet diyeceğiz, bundan hiç vazgeçmeyeceğiz, hiç.

KORKUNUN EGEMENLİĞİNE TESLİM OLMUŞSAN, O KOLTUKTAN AYRILACAKSIN KARDEŞİM!

15 Temmuz darbe girişiminden sonra hükümet bunu fırsata çevirdi. Darbenin olacağı biliniyordu, önlenmedi. 250 şehidimiz var, gazilerimiz var, ama o bunu fırsata çevirerek 20 Temmuz’da bir sivil darbe gerçekleştirdi. Kimse unutmasın, 20 Temmuz Türkiye’de sivil darbenin gerçekleştiği tarihtir. OHAL ilan edilmiştir, parlamentonun yetkileri elinden alınmıştır. Öyle ki, parlamentonun vermediği, Anayasanın vermediği yetkiler dahi OHAL kararnameleriyle kullanılmıştır. Terörle yakından uzaktan hiç ilgisi olmayan pek çok düzenleme hayata geçirilmiştir. 26 kanun hükmünde kararname, 107 kanunda değişiklik yapılmıştır. Buna izni -üzülerek ifade edeyim- Anayasa Mahkemesi vermiştir. Çünkü Anayasa Mahkemesi üyeleri de kendi geleceklerinden korkmuşlardır “ya bizi de FETÖ’cü ilan ederlerse biz ne olacağız?” diye. Eğer sen Anayasa Mahkemesinin üyesiysen, eğer sen Anayasaya sadakat konusunda yemin etmişsen, eğer sen “beni de FETÖ’cü ilan ederler” diye korkunun egemenliğine teslim olmuşsan, o koltuktan ayrılacaksın kardeşim ya da onurunla duracaksın orada.

İÇ TÜZÜĞÜ, TIPKI ANAYASADA OLDUĞU GİBİ KABUL ETMİYORUZ

Şimdi sıra Meclis İç Tüzüğüne geldi. Parlamento dediğiniz yer konuşma yeridir değerli arkadaşlar, parlamento konuşma yeridir. İnsanlar orada konuşacak, vatandaşın sesini dile getirecek. 20 Temmuz’da sivil darbe yaptılar, şimdi efendim “Meclis İç Tüzüğünü değiştiriyoruz, muhalefet konuşmayacak” diyorlar. Senin kabul edeceğin İç Tüzüğü, tıpkı Anayasada olduğu gibi kabul etmiyoruz ve kürsüye çıkıp konuşacağız sonuna kadar.

TAM DARBECİ KAFASI

20 Temmuz darbesinden sonra kolektif suç ilan ettiler. Bir kişiyi suçladılar, annesini suçladılar, babasını suçladılar, beşikteki çocuğu suçladılar. Böyle bir hukuk mu olur, böyle bir adalet mi olur? Hadi adamı suçladın, eşinin ne günahı var? Küçük çocukların ne günahı var? Pasaportlarına el koydular, yurtdışına çıkmak yasak dediler. Bir dilim ekmeği vermediler, bir dilim; bir dilim ekmeği vermediler. Çıktılar dediler ki, “bunlar ağaç kökü yesinler” dediler. Ağaç kökünü yiyecek olan sizsiniz siz. Masum insanlara neden bunu söylüyorsunuz?

Bir milyonun üstünde masum aile, bir milyonun üstünde... Hepsine sahip çıkacağız, bütün mazlumlara sahip çıkacağız, hiç kimsenin endişesi olmasın. Bizi suçlayamazlar, çünkü biz temiziz, biz akız ak, tertemiziz. Biz adalet istiyoruz adalet, herkes için adalet istiyoruz.

Lise öğrencilerinin, Hava Harp Okulu öğrencilerinin darbeyle ne ilgisi var? Aylardır hapisteler, aylardır. Yetmedi mi, kin intikam duygusu yetmedi mi? Hangi gerekçeyle bunları hapse atıyorsunuz, hangi gerekçeyle tutukluyorsunuz? Bunlar ana kuzusu, annelerin gözü yaşlı. Eğer gözaltına alacaksan darbeye fırsat verenleri gözaltına al; paşalar var generaller var onları tutukla onları yargıla. Erden, Erbaş’tan, askeri öğrenciden ne istiyorsunuz siz? 

Kenan Evren şunu söylemişti: “Asmayalım da besleyelim mi?” demişti. Bu da diyor ki; “bize ne, devlet mi besleyecek bunları?” Tam darbeci kafası, tam darbeci kafası. Yaratılan atmosfer nedeniyle hâkim önüne gelen herkesi tutukladı, herkesi. Sıkıyönetim dönemlerinde dava dosyasında delil olurdu, Balyoz Ergenekon davalarında sahte deliller üretildi, şimdi hiç delile gerek yok. Bakıyor saraya “atın içeri” dediği andan itibaren içeri atıyorlar. Dosya boş, hiç önemli değil. Talimat gelmiş, yukarıdan gelmiş. Bu da kendisine hâkim diyor, yargıç diyor. Batsın senin hâkimliğin, senin yargıçlığın.

20 Temmuz darbesi terörle mücadelenin çok ötesine geçti. Şimdi OHAL kapsamında kimi muhalif olarak görüyorsa, kim hükümeti eleştiriyorsa onların üzerine bir karabasan gibi çökmeye başladılar; herkesi tutukladılar, gözaltına aldılar, herkesi suçladılar.  63 gazete, 16 televizyon, 20 dergi, 24 radyo, 167 tutuklu gazeteci var, işsiz kalan gazeteci sayısı 2308, basın kartı iptal edilen gazeteci sayısı da 708 kişi. 12 Eylül Darbe Döneminde aynı tablo, bu biraz daha ağır, o biraz daha ağır değildi, aynı tablo yaşanıyor ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez 20 Temmuz darbesinden sonra 21 Temmuz’da Birleşmiş Milletlere başvurdu; 21 Temmuz 2016’da Birleşmiş Milletlere başvurdu. Kişisel ve siyasi haklar uluslararası sözleşmesinin bazı maddelerini askıya aldı. Askıya aldığı iki madde çok önemli: “adil yargılamayı kabul etmiyorum” diyor, askıya alıyorum bu maddeyi. İkinci madde, “tutulanlara insanca davranmayacağım” diyor, bunlara işkence yapacağım diyor. İlk kez Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir devlet adil yargılama yapmayacağını, tutulanlara da insanca davranmayacağını Birleşmiş Milletlere duyuruyor. İş dünyası, sivil toplum, sendikalar tam bir panik içinde, kimse korkudan sesini çıkaramıyor. Hiç kimsenin can ve mal güvenliği yok.

Bakın 169 bin 13 kişi hakkında işlem yapıldı, adli işlem yapıldı. 50 bin 510 kişi tutuklandı, 43 kişi bu süre içinde intihar etti. 966 şirkete el konularak Tasarruf Mevduat Sigorta Fonuna devredildi. 45 bin kişi buralarda işten atıldı. 19 sendika kapatıldı, 5 grev ertelendi. Tam bir darbe kafası, şunu söylüyor sivil darbenin ana aktörü: “Biz OHAL’i iş dünyasının daha rahat çalışması için getirdik.” Yani terörle mücadele için değil. Lafa bakın Allah aşkına; “OHAL’i iş dünyası daha rahat çalışsın diye getirdik” diyor. İş dünyasında herhangi bir sıkıntınız aksamanız var mı? Biz göreve geldiğimizde OHAL vardı, şimdi grev tehdidi olan yere OHAL’den istifade izin vermiyoruz diyor ve sendikalar seslerini biraz kısık çıkarıyorlar, korkudan ses çıkaramıyorlar.

OHAL niye geldi? Grev yasağı için mi geldi OHAL? İşverenler de bir şey diyemiyorlar. “Bu bir anayasal haktır” diyemiyorlar. Dedikleri andan itibaren malvarlıklarına el konulabilir, hiçbirisinin can ve mal güvenliği yok. Üniversiteler susturuldu, üniversitelerden atılan hoca sayısı 5 bin 602 kişiyi buldu. YÖK bir darbe kurumudur, darbe kurumu olarak görevini 20 Temmuz sivil darbesinden sonra da yerine getirdi. Üniversitelerden tasfiyeler başladı ve üniversiteler bilim üretemez noktaya geldi ve her darbe kendi hukukunu oluşturur. Bunlar da OHAL’le kendi hukuklarını oluşturdular. Gayri meşru bir anayasayla kendi hukuklarına anayasal zemin de hazırladılar.

Biz ne bu darbe hukukunu, ne 12 Eylül darbe hukukunu, ne 1971 darbe hukukunu, ne 20 Temmuz darbe hukukunu, hepsini gayrimeşru ilan ediyoruz, hiçbirisini tanımıyoruz. Biz darbeye ve darbecilere karşıyız.

PARTİDEN OLURSAN HER ŞEY SERBEST, ÇOCUKLARA TECAVÜZ BİLE SERBEST!

Ve daha acı olanı, 20 Temmuz sivil darbesinden sonra Türkiye süratle bir parti devletine dönüştü. Vali partili, kaymakam partili, general partili, paşası partili, emniyet müdürü partili, herkes partili, herkes partili; partiden olmadı mı ağaç kökü yiyeceksin, partiden olursan her şey serbest, çocuklara tecavüz bile serbest partili olursan. O bile var bunlarda.  

Partili devlete en güzel örneği havuz medyasından bir köşe yazarı veriyor. Sabah Gazetesinde köşe yazan Dilek Güngör, şöyle bir yazısı var. Bir bölümünü okuyorum: Kaynaklar asıl büyük değişikliğin teşkilatlarda olacağını söylüyor. Erdoğan metal yorgunluğundan söz etti, teşkilatlarda değişiklik yapacağım diyor. Onun üzerine kaleme aldığı bir yazı. “Çünkü il ve ilçe teşkilatlarıyla yerel yönetimlerin A’dan Z’ye değerlendirilmesi için Milli İstihbarat Teşkilatı ve MASAK dahil birçok kurumun devreye alındığını duydum.”

Düşünün, Adalet ve Kalkınma Partisini yeniden yapılandırmak için, devletin Milli İstihbarat Teşkilatı, devletin MASAK’ı ve birçok kurum devreye alınmış bulunuyor. Yani yerel yönetimlerdeki isimlerin sadece kamuoyu algıları ve başarısızlıkları karneleri değil, varsa yolsuzluk raporları da Erdoğan’ın önüne konulacak. Cumhurbaşkanı da hem kabine, hem de teşkilatı bu raporlar ışığında yenileyecek. Bana söyler misiniz, dünyanın hangi demokrasisinde Milli İstihbarat Teşkilatı, Mali Suçları Araştırma Komisyonu bir partinin yeniden yapılanması için devreye sokulur? Ancak darbecilerde olur bu.

Yazıyı okuduğumda inanamadım, bir daha okudum, sonra arkadaşlarıma sordum. Bu yazıya bir tekzip geldi mi, böyle bir şey yoktur diye geldi mi? Uzun süre bekledik, hayır hiçbir tekzip yok. Dolayısıyla geldiğimiz nokta bu.         

Geçen salı günü söylemiştim, bir daha söyleyeyim; siyasetten iktidarın ne anladığını anlatmak için. Adalet ve Kalkınma Partisinin bir ARGE’si var Siyaset Akademisi. 10’uncu Dönem ders notları yayınlandı, Lider Ülke Türkiye. Ders notlarında bir hoca, bir akademisyen şunları yazıyor: “Siyaset sadece demokratik yollarla yapılmaz ya da siyaset denilince akla sadece barışçı yollar gelmez. Kendi politikalarınızı yürütmenize engel olabilecek muhalefeti fiziken ortadan kaldırmak, hapsetmek, tehdit etmek, korkutmak, sindirmek de siyasi faaliyetin kapsamı içinde görülebilir” diyor. Bugün yaşadığımız sivil darbenin bütün ayrıntıları burada var. Siyaset Akademisinde öğretiliyor bunlar.

Ama şuradan 80 milyona sesleniyorum, 80 milyona; ne yaparlarsa yapsınlar, hangi baskıyı kurarlarsa kursunlar; yolundan dönen, demokrasiden dönen, adaletten dönen, haktan hukuktan dönen olmayacağız, asla ve asla buna izin vermeyeceğiz.

Hepinize saygılar sunuyorum değerli arkadaşlar.