16.04.2015
16.04.2015
25 Şubat 2014
Genel Başkan Kılıçdaroğlu Erdoğan’a, “Ya yurt dışına kaç, ya Başbakanlıktan istifa et” diye seslendi.
-“İlk kez, kendi devletini soyan bir Hükümet ve o Hükümetin Başbakanı ile karşı karşıyayız. Kendi devletini soyan bir Başbakan o koltukta oturamaz”
-“Yalancıdan Başbakan olmaz diyordum. Şimdi bir şey daha söylüyorum. Hırsızdan da Başbakan olmaz”
Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu TBMM’de CHP Grup toplantısında “Başbakan Kemal” sloganları arasında konuşurken şunları söyledi;
CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “Ben Erdoğan için Başçalan demiştim. İnternete düşen ses kayıtları bu gerçeği kanıtladı, gerçekten Başçalan…” dedi.
Kılıçdaroğlu konuşmasının bu bölümünde Başbakan Erdoğan ile oğlu Bilal Erdoğan arasında geçen ses kayıtlarını dinletti. Halk Tv, Kanal B ve Bugün Tv hariç Meclis Tv. ile birlikte tüm Tv. kanalları yayından çıktı”
-Televizyonlar dinleme tapelerini izleyicilerden kamuoyundan sakladı ama, gerçekler yerli yerinde duruyor. İşte bir kayıt; Operasyonun yapıldığı sabah 08.02’de Başbakan oğlunu arıyor. ‘Oğlum senin evinde ne var ne yok, bunları çıkar’ diyor. O da anlayamıyor. Sonra cevap veriyor, ‘Bende ne olabilir ki baba. Senin paran var kasada’ cevabını alıyor, temizleyin, Sıfırlayın dedikten sonra kapatıyor”
-“Aynı gün saat 11.17’de yeniden arıyor. Tüm aile bir arada parayı nasıl sıfırlayacaklarının arayışı içindeler. Erdoğan’ın derdi paranın sıfırlanması. ‘Parayı tamamiyle sıfırlamakta fayda var’ diyor. Bilal de ‘sıfırlayacağız’ diye güvence veriyor babasına”
-“Aynı gün 15.39’da Başbakan bir daha soruyor ‘Halloldu mu?’. Bilal de ‘Karanlık olunca çıkaracağız’ diyor. Aynı gece Bilal, ‘Büyül ölçüde şey yaptık’ ama ’30 milyon avro gibi bir miktar daha var’ diyor. Henüz sıfırlayamamışlar”
-“Ertesi gün 10.58’de yine soruyor baba ‘Tamamen sıfırlandı mı?’ Hala para var. Samandıra’nın parası var. Erdoğan uyarıyor ‘açık konuşma’ diye. Bunları söyleyen bu ülkede Başbakanlık koltuğuna oturan birisi”
-“Manisa’da bir gencin çantasından ‘hırsız var’ diye afiş çıkıyor. Savcı ‘Başbakan’a hırsız diyorsun’ diye soruşturma başlatıyor. Buradan Savcıya sesleniyorum, Erdoğan’ın hırsızlığı devlet sırrı kapsamından çıktı. Artık o öğrenciye hiçbir şey yapamazsın”
-“Erdoğan diyor ki, ‘Bunlar montaj’ Ama, benim ya da Bilal’in sesi değil demiyor, diyemiyor. Kriptolu telefonu dinliyorlar diye de bir itirafta daha bulunuyor. Bu da konuşmaların doğru olduğunu gösterir.”
-“Erdoğan’a çağrı yapıyorum. TİB kayıtlarında hangi saatte kim kiminle konuştu bellidir, bu kayıtları yayınlayın. Yayınlayabilir mi? Hayır, yayınlayamaz. Çünkü o zaman gerçek ortaya çıkar.”
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu sık sık alkış ve sloganlarla kesilen Grup konuşmasında R.T.Erdoğan ile oğlu Bilal Erdoğan arasındaki konuşmaları da dinletti ve şunları söyledi.
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN; 25.02.2014 TARİHİNDE GRUP GENEL KURUL TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA
CHP Genel Başkanı Kemal KILIÇDAROĞLU –Değerli arkadaşlarım, bizleri televizyonları başında izleyen değerli yurttaşlarım; bugün yeni bir gün, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde de yeni bir gün ama izin verirseniz Anayasa’nın birkaç maddesine öncelikle değinmek isterim. Bunlardan 1’inci madde: “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.” Cumhuriyetimizi kurduk, saltanata son verdik; halkın iradesini egemen kıldık, demokrasiye geçtik, çok partili hayata geçtik, her aşamada demokrasimizi geliştirdik.
10’uncu ve en önemli madde, kanun önünde eşitlik: “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefî inanç, din mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” Ve yine Anayasa der ki “Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.” Herkes eşittir” der. (Alkışlar)
Seçimle bir iktidar gelir, halkın oyuyla gelir. Cumhurbaşkanı, en çok oyu alan partinin liderini hükümeti kurmakla görevlendirir. Güvenoyu alır, başbakan sıfatıyla koltuğuna oturur. Devlet olmaz, devleti yönetir. Uyumlu devletin yönetimi için özel çaba harcar. Devletin yapısı güçler ayrılığı ilkesine göre kurulmuştur, böyle inşa edilmiştir. Başbakanlık yasası şöyle der: “Başbakan, bakanlar kurulunun başkanı, bakanlıkların ve Başbakanlık teşkilatının en üst amiridir.” Ve yine, Başbakanın görevleri yasayla tanımlanmıştır. “Türkiye Cumhuriyeti’nin yüksek hak ve menfaatlerini korumak ve gözetmek” yani onurlu bir Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını sürdürmek, milletin huzur ve güvenini sağlayıcı önlemleri almak.” yani toplumu ayrıştırmak, bölmek değil, toplumu bütünleştirmek. “Genel ahlakı ve kamu düzenini muhafaza etmek.” Ahlak kavramı Başbakanının görevleri arasına girmiş durumdadır. Genel ahlakı koruyacak ve savunacak; hukukun ilkelerini koruyacak ve savunacak; kendisi topluma örnek olacak, ahlaktan yana, doğruluktan yana topluma örnek olacak.
Değerli arkadaşlarım, geliyoruz bugüne, yasalar böyle diyor ama gerçek nedir? 17 Aralığı artık hepimiz ezberledik. 17 Aralık 2013, iki önemli olay oldu değerli arkadaşlar. Birinci olay, genç bir çocuk, Salih Yiğittekin, Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde “Açım” diye kendisini yaktı ve on gün sonra da yaşamını yitirdi. Hangimiz hatırlıyoruz? Gencecik birisi, tek çare olarak Türkiye Büyük Millet Meclisini görüyor “Açım” diyor ve kendisini yakıyor.
İkinci olayı artık bütün dünya biliyor. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonu, hepimiz biliyoruz, bütün dünya biliyor. Bilmek istemeyen bir kişi var, onun da artık cilaları ağır ağır dökülüyor. Utanmıyor da zaten. Farklı bir insan, bizim halkımızın alışık olmadığı bir tip bu. İnsanlar utanır ama onda öyle bir kavramın olmadığını görüyoruz. Adı yolsuzluğa bulaşan 4 bakan, yolsuzluğun hemen sonrasında, operasyon sonrasında bütün programlarını iptal edip Ankara’da kaldılar. Neden? Çünkü müdahale etmeleri gerekiyordu. 4 bakan, kamuoyunun baskısıyla istifa etmek zorunda kaldı. Önce istifa etmediler, direndiler. Başbakanla beraber otobüsün üstüne çıktılar, hep beraber el kaldırdılar. “Biz beraberiz” mesajı verdiler. “Yok birbirimizden farkımız” dediler ama sonra 4’ü istifa etmek zorunda kaldı. Biri, Başbakanı çok açık bir şekilde suçladı. Belki toplumun belleğinde iz bırakmamış olabilir ama bu suçlamayı bir kez daha sizlere okumak isterim. “Rüşvet ve yolsuzluk ifadelerinin bulunduğu bir operasyon sebebiyle istifa ediniz ve beni rahatlatacak deklarasyon yayınlayınız şeklinde tarafıma baskı yapılmasını kabul etmiyorum.” Bunu söyleyen istifa eden 4 bakandan birisi, Erdoğan Bayraktar. “Bugün bize iki metin gönderildi. Bir tanesi istifa metni, bir tane de deklarasyon metni. Ben tabii ki partimi rahatlatmak isterim fakat böyle bir durumda bu işin yanlış olduğunu ifade ediyorum çünkü onaylanan imar planlarının büyük bir bölümü Sayın Başbakanın talimatıyla yapılmıştır. Sayın Başbakanın istifa etmesi gerektiğini ifade ediyor, yüce milletimize saygılar sunuyorum” diyor. Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir bakan, istifa ederken yolsuzlukların asıl kaynağının Başbakan olduğunu ifade ediyor bütün televizyon ekranlarının önünde.
Yetiyor mu bu? Başbakan bir açıklama yaptı. “Oğlum Bilal’in üzerinden bana ulaşmaya çalışıyorlar.” O zaman toplum bunu pek kavrayamadı. Oğlu Bilal’in nesi var ki onun üzerinden Başbakana ulaşmaya çalışsınlar? Bugün, o tablo çok daha net önümüzde duruyor. Ve hemen şunu yaptılar: Savcıları değiştirdiler, polisleri değiştirdiler, bir şey daha yaptılar değerli arkadaşlarım, yıldırım hızıyla emniyet müdürlerini de değiştirdiler ve Başbakan Aksaray’a özel uçağını gönderdi. Aksaray Valisini aldı, İstanbul’a getirdi “Sen emniyet müdürüsün” dedi. Bakın ortada İçişleri Bakanı yok, operasyonu yapan bizzat Başbakan.
Sonra, değerli arkadaşlarım, Rıza Sarraf diye bir isim çıktı ortaya. 4 bakanı teslim alan bir Rıza Sarraf. Devletin bütün bilgilerine ulaşma kanalları açan Rıza Sarraf. O kadar teslim almış ki 4 bakanı, İçişleri Bakanı Rıza Sarraf’a telefonda “Sana bir şey olmaz, sana kimse dokunamaz, senin telefonların dinlenmiyor. Sana bir şey olursa ben önüne yatarım” diyebilecek kadar kendisini satmış bir adam. ( “Yuh” sesleri, alkışlar) Bunlar bütün milletin gözü önünde oldu, herkes biliyor bunları.
Olması gereken neydi? Yolsuzluk olur mu bir ülkede? Olabilir ama idareciler yolsuzluğun üzerine kararlılıkla giderler. Biz şunu bekledik: Sayın Başbakan çıkacak televizyonların önüne “Kardeşim, bu ülkede yolsuzluk mu var, sonuna kadar gideceğim, gitmeyen namerttir.” diyecekti ama gitmedi. “Sonuna kadar gideceğim” diyecekti. O zaman biz ne diyecektik? Helal olsun Başbakana, Başbakan dediğin böyle olur işte; oğlu da olsu, bakanları da olsa yolsuzlukların üzerine kararlılıkla gidiyor diyecektik. Ama tam tersini yaptı, tam tersini yaptı. Aksaray Valisini getirdi, hemen İstanbul emniyet müdürü yaptı. Yeni gelen emniyet müdürü ilk iş olarak emniyete talimat verdi “Yargı kararlarını uygulamayacaksınız” dedi. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yine, ilk kez polislere talimat veriliyor “yargı kararlarını uygulamayın” diye. Ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanı Sayın Cemil Çiçek “Anayasa’nın 138’inci maddesi çökmüştür” dedi yani devlet dediğimiz kurum önemli bir ayağını kaybetmiştir, yargı bitmiştir, tükenmiştir dedi.
Değerli arkadaşlarım, bunlarla yetindiler mi? Hayır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı savcıya doğrudan telefon açıyor. “Hemen, bu akşam, gece yarısı hemen gideceksin, savcıyı görevden alacaksın, dosyayı kapatacaksın. Ben makamımda bekliyorum, bana da bilgi vereceksin” diyor. Biz bunu açıkladık kamuoyuna, tutanağı açıkladık. O müsteşarın orada kalmaması gerektiğini söyledik ama bir de sonra öğrendik ki sadece müsteşar değil Adalet Bakanı da telefon etmiş. Böylece, yargının çöktüğünü artık hepimiz öğrendik. Yetti mi bununla? Hayır. 4 Bakanın fezlekeleri geldi, Adalet Bakanının da fezlekesi geldi. Fezleke günlerce bekledi ve sonra Meclise gelmedi, doğru geri gönderildi. Adalet Bakanının fezlekesi Türkiye Büyük Millet Meclisine geldi, Meclis Başkanı fezlekeyi “Bize gönderemezsiniz” diye iade etti. Onlar da alıp doğruca Adalet Bakanlığına gönderdiler. Adalet Bakanlığı da iade etti “Bize gönderemezsiniz” diye. Böylece, Adalet Bakanının fezlekesinin nereye gideceği belli olmadı. Bu da bizim cumhuriyet tarihimizde ilk kez oluyor. Bakanların yolsuzluk fezlekeleri siyasi iktidar tarafından hasıraltı ediliyor.
Yetiyor mu? Hayır. Değerli arkadaşlarım, savcıları değiştirdiler, değiştirdikleri savcıları bir kez daha değiştirdiler. Bu da ilk kez oluyor. Doğrudan müdahale ediyorlar.
Yetiyor mu? Hayır. Bir şey daha yaptılar, apar topar Adli Kolluk Yönetmeliğini değiştirdiler. “Eğer arama yapacaksanız, hırsızı arayacaksanız önce hırsıza haber vereceksiniz, ondan sonra arama yapacaksınız” dediler. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu isyan etti “Bu yanlıştır” dedi. Ve Danıştay, bu yönetmeliği iptal etti.
Sonra ne yaptılar değerli arkadaşlarım? Şimdi, önemli bir adım daha atıyorlar. Yasal yollarla elde edilmiş delilleri yasalarla yok etmek istiyorlar. Altını çiziyorum, yasal yollarla elde edilen yolsuzluk ve rüşvet delillerini çıkaracakları yasalarla yok etmek istiyorlar. Bunun için bir yargı paketi getirdiler, teklif. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda değişiklik yapıyorlar, teklif yasalaştı. İnternet yasağı düzenlemeleri getiriyorlar, teklif ve MİT yasası getiriyorlar, teklif. Dikkatinizi çekerim, bunların hiçbirisi Bakanlar Kurulunda görüşülen yasa tasarıları değil. Sayın Başbakanın “Tuzluk” diye tanımladığı kendi milletvekillerinin verdikleri kanun teklifleri. Elimizi vicdanımıza koyalım, neden yasa teklifi olarak gelmiyor da kanun teklifi olarak veriliyor? Çünkü zamanları yok, zamana karşı yarışıyorlar. Acaba, biz rüşvet ve yolsuzluk davasını nasıl kapatırız, bunun arayışı içindeler.
Değerli arkadaşlarım, bütün bunlar niye yapılıyor? Cumhuriyet tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonunu kapatmak için yapılıyor. Bütün çaba, bütün amaç bunun üzerine inşa edilmiş durumda. Neydi? Bakanların çocukları, onların yatak odalarında çıkan kasalar, o kasaların içindeki milyonlarca dolar, avro ve Türk liraları; oluşturulan havuzlar, yandaş medya için oluşturulan havuzlar, 630 milyon dolara oluşturulan havuzlar; müteahhitlere yapılan salmalar, onlara verilen ihaleler bütün bunları yok etmek istiyorlar.
Değerli arkadaşlarım, bütün bunları yok edebilirler mi? Emin olun yok edemezler çünkü yolsuzluğun ve rüşvetin boyutları o kadar büyük ki bunu örtecek bir bez daha dünyada üretilmedi, yok böyle bir şey. (Alkışlar) Bunların bir bakanı var, Sayın Babacan demiş ki “Bizde olanı yabancılar bir türlü anlamıyor, anlamakta zorluk çekiyorlar.” Ya, şeytanın aklına gelmeyeni yapıyorsunuz, yabancıların nasıl aklı erecek bu işe? Ahlaklı adamlar onlar; yolsuzluk oldu mu, iddia oldu mu derhal görevlerini bırakırlar, istifa ederler, topluma saygıları var, insana saygıları var, inanca saygıları var, senin gibi saygısız değil ki bunlar. (Alkışlar)
Bu olaylar meydana geldiğinde Recep Tayyip Erdoğan için “Başçalan” diye özel bir deyim kullanmıştım. O zaman bazı arkadaşlar beni eleştirdiler. “Ya, bir Başbakana da ‘Başçalan’ denir mi, çok ağır bir ifade” diye. Ama artık bugün anladık ki kendisi Başçalan. Dün İnternet’e düşen ses kayıtları bütün gerçeği ortaya koyuyor. Şimdi, gelin, o gerçekleri hep beraber izleyelim. (Alkışlar)
(17 Aralık 2013 operasyonu sabahı Başbakan ile oğlu arasındaki konuşmanın İnternet’e düşen ses kayıtları dinletildi)
Değerli arkadaşlarım, hayatımın en üzüntülü gününü yaşıyorum. Allah kimsenin başına böyle bir şey vermesin, Allah kimseyi yolundan şaşırtmasın. (Alkışlar) Meclis televizyonu dâhil bazı televizyon kanallarının bu görüntüleri kestikleri söyleniyor. Milletin vicdanına sesleniyorum: Çocuğunuz işsizse kendinize sorun, geçinemiyorsanız kendinize sorun. Emekliler diyorlar ki “Aylıklar bize yetmiyor.” O zaman bir daha kendinize sorun. Bu yolsuzluğun üstü kapatılamaz. Neden? Çünkü ilk kez dünyada bir hükümet devleti soymaya kalkıyor, devleti soydu. (“Yuh” sesleri, alkışlar)
Bakın değerli arkadaşlarım, “Başçalan” diyorum, bilinçli söylüyorum. Operasyonun yapıldığı sabah, sabah saat sekizi iki geçiyor ve Başbakan oğlunu arıyor. “Oğlum, senin evinde ne var ne yok? Sen bunları çıkar, tamam mı?” diyor, sabahın sekizi. O anlayamıyor tabii, bir iki sefer soruyor –dinlediniz- “Bana bir daha anlatır mısın?” diyor, sabah mahmurluğu, anlayamıyor tabii. Sonra, o da cevap veriyor: “Bende ne olabilir ki?” Baba: “Senin paran var kasada” diyor.
Aynı gün saat 11.17, “sıfırlayın” dedikten sonra aileyi topluyorlar, bütün aile bir arada, amca, dayı, yeğen, kardeşler, parayı nasıl yok edecekler, sıfırlayacaklar, onu arayışı içindeler ama Erdoğan rahat etmiyor, bir daha soruyor: “Parayı tümüyle sıfırlamakta fayda var” diyor. Bilal de “Evet, tamamıyla sıfırlayacağız inşallah” diyor.
Aynı gün öğleden sonra saat 15.39, yine Erdoğan soruyor: “Sana verdiğim görevler tamamlandı mı, tamam mı?” diyor.
Bilal: “Bir kısmını hallettik, geri kalan kısmını da karanlık olunca halledeceğiz” Çünkü gündüz evden çıkaramıyorlar polis takibi nedeniyle. “Karanlık olunca halledeceğiz” diyor.
Aynı gün gece saat 23.15, Bilal söylüyor. “Büyük ölçüde şey yaptık” diyor. Erdoğan soruyor: “Büyük ölçüde şey yaptık derken parayı sıfırladınız mı?”
Bilal: “Bir 30 milyon avro gibi bir miktar daha var.” Dikkatinizi çekiyorum, “Bir 30 milyon avro gibi bir miktar daha var.” yani henüz daha sıfırlayamamışlar. “Şey yapamadık, eritemedik henüz.” O gece geçiyor, ertesi gün saat 10.58, yine baba soruyor. “Tamamen sıfırlandı mı? “Hâlâ para var, Samandıra ve Maltepe’nin paraları var” diyor, o rakamları veriyor ve Erdoğan uyarıyor: “Konuşma, açık konuşma, izleniyoruz” diyor.
Değerli arkadaşlarım, bunları söyleyen herhangi bir kişi değil, bu ülkede Başbakanlık koltuğuna oturan birisi. Beni üzen de bu, rahatsız eden de bu. Bir ülkenin Başbakanı kendi ülkesini soymakla görevlendirilmiş adeta. Çoluk çocuk bütün aile işin içinde. Emin olun Erdoğan’a üzülmüyorum, emin olun üzülmüyorum, üzüldüğüm onların çocukları; yazık günah değil mi o çocuklara kendi hırsızlığına ortak ediyorsun. (Alkışlar) Nasıl babasın sen? (Alkışlar) Manisa’da genç bir üniversite öğrencisinin çantasından“Hırsız var” diye bir bez çıkıyor. Savcı ne diyor? “Siz Başbakana hakaret ediyorsunuz” Bakın, o savcıya seslenmek isterim: Artık, Erdoğan’ın hırsızlığı devlet sırrı olmaktan çıktı. O nedenle o öğrenci hakkında hiçbir şey yapamazsınız. (Alkışlar) Böyle bir şey olabilir mi? Kendi çocuklarıyla ilgili ne diyordu daha önceki yıllarda, onu söyleyeyim. 1994’lü yıllarda halkın önüne çıktığı zaman genç Recep Tayyip Erdoğan “Ben bugüne kadar evladından hırsızlık öğrenen baba görmedim, duymadım. Hırsızlık babadan evlada geçer, evlattan babaya değil. Yönetimlerde hırsızlık yukarıdaki üst yöneticilerden alttaki yöneticilere, oradan da halka yansır.” Aynen bugünü anlatmış, aynen bugünü anlatmış. (Alkışlar)
Başbakanlık akşam açıklama yaptı. “Bunların tamamı montajdır, doğru değildir” diye. Benim sesim değildir demiyor bakın, Bilal’in sesi değildir demiyor “Bunlar montajdır” diyor. Ve bugün bir itirafta daha bulundu: “Kriptolu telefonlar da dinlenmiştir” diye. Yolsuzluğu ört diye sana kriptolu telefon verilmedi, devletin sorunlarını, işlerini konuş diye sana kriptolu telefon verildi. Bu nedir? Bu konuşmaların tamamı doğrudur. Ve biz, en az üç-dört kanaldan çek ettik, doğrulattık ve şimdi inanıyorum, Ağrı Dağı ne kadar doğruysa ve gerçekse, Erciyes Dağı ne kadar gerçekse bu tutanaklar da o kadar gerçek. (Alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, hayatı yalan söylemekle geçen bir Başbakandan bir şey beklenmez zaten, hayatı yalan üzerine kurulu. Benim üzüldüğüm, ona hâlâ inanan yurttaşların, bu kadar yalan -daha arkası gelecek bunların, öyle söyleniyor- nasıl milletin önüne çıkıyorsun sen? Nasıl milletin yüzüne bakıyorsun sen? Ar damarı yok mu Allah aşkına ya? Böyle bir tablo olabilir mi arkadaşlar? Bakınız 2010’da Wikileaks belgeleri yayınlandı, hepiniz biliyorsunuz. 2004 yılında dönemin Amerikan Büyükelçisi bir kripto gönderiyor Wasington’a, okuyorum: “AKP, yolsuzlukların kökünü kazıyacağını söyleyerekten iktidara geldi. AKP’ye yakın olanların anlattığına göre ilişkilerdeki çatışmalar ya da partinin ulusal, bölgesel ve yöresel ve bakanların yakın aile fertleri arasında ciddi çıkar ilişkisi ve çatışma olduğu söyleniyor.” 2004’te söylüyor. “İki ayrı kaynaktan edindiğimiz bilgiye göre Erdoğan’ın İsviçre bankalarında sekiz ayrı hesabı var. Oysa Erdoğan bunları oğlunun düğününde gelen hediyeler ve 4 çocuğunun okul masraflarını ödeyen Türk iş adamından kaynaklandığını söylüyor. Bu ise çok yüzeysel bir açıklamadır” diyor, 2004. Ne söyledi Erdoğan? Bunu yapanlardan hesap soracağım” dedi. Grup toplantısında söylediğini okuyorum:
“Bir defa bu diplomatlar hakkında ulusal, uluslararası bütün yargı içerisinde arkadaşlarım çalışmalarını yapıyor. Orada da bu süreci devam ettireceğiz, bundan sonrasını onlar düşünsün.” Ne zaman söyledi bunu arkadaşlar? 2004. Şimdi 2014, dava açtı mı? Açmadı.
Yurttaşlarıma şunu söylemek isterim: İsviçre bankalarında hesabı var diye önceki Genel Başkanımız Sayın Baykal hakkında da böyle bir iddiada bulunulmuştu. Ama o, namuslu her siyasetçinin yaptığı gibi, başvurusunu yaptı, “İsviçre bankalarında benim hesabım var mı yok mu bana bildirin” dedi. (Alkışlar) Resmî yazıyı aldı ve İsviçre bankalarında hiç hesabı yok. Erdoğan başvuru yaptı mı? Yapmadı. Dava açtı mı? Açmadı. Dün akşam celallenmiş, efendim bunlar bilmem şöyledir böyledir, sahtedir, yargı önünde hesap verecekler! Ya, sen önce hesabını ver. Senin evinde, oğlunun ifadesiyle, “hâlâ 30 milyon avroluk bir miktar kaldı” diyor, dağıta dağıta bitiremiyorsun, kamyonlarla götürüyorsun. Hiç utanmıyor musun sen? Ahlak yok mu sende? (Alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, artık, Recep Tayyip Erdoğan’a Başbakan diyemeyiz, bu hükümetin meşruiyeti bitmiştir. (Alkışlar) Hep söyledim, yalancıdan Başbakan olmaz. Şimdi, hırsızdan Başbakan olmaz. (Alkışlar) Evet, bir daha söylüyorum, hırsızdan başbakan olmaz. Yazık günahtır bu millete. Cumhuriyet tarihinde ilk kez halkını soyan bir Başbakanla karşı karşıyayız, halkını soyan. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyen bir Başbakanla karşı karşıyayız. Dünya tarihinde görülmedi. Emin olun Holiwood Filmlerini çeken yönetmenler bile böyle bir şeyi düşünmemişlerdir. Senaristlerin aklına bile gelmemiştir ama göreceksiniz bunların tamamı film olacak. Çünkü böyle bir hırsızlık kimsenin aklına gelmez. Aşama aşama anlatıyorum, belge belge, doküman doküman hâlâ diyor ki “Efendim, kriptolu telefonları da dinlemişler.” Yani itiraf ediyor. Ses mühendislerini sorduk, acaba burada bir şey olabilir mi, dikkatli olalım dedik. “Hiç meraklanmayın, tamamı gerçek” dediler. Şimdi, buradan Erdoğan’a bir çağrı yapıyorum: TİB kayıtlarını yayınlayın, hangi saatte kim kiminle konuştu TİB kayıtlarını yayınlayın. Sen sahte mahte ayaklarını bırak, devletin kayıtlarını yayınla bakalım, yayınlıyor musun? Çünkü kriptoyla ilgili bütün bilgiler TİB’de var, onları yayınlayabilir mi? Yayınlayamaz. Neden? Hırsızdan Başbakan olmaz. (Alkışlar)
Medya üzerinde de kısaca durmak isterim. Korkmayın, medya patronlarına söylüyorum, topluma karşı sizin yükümlülüğünüz var, halkın doğru bilgilenmesi lazım. Benim sesimi kesebilirsiniz, CHP’nin sesini kesebilirsiniz ama şunu söylüyorum: Sokaktaki yurttaş sizi affetmez. Sizi havuz medyasıyla aynı kefeye koyar; ya havuz medyasıyla aynı kefede olacaksınız ya da milletin medya organı olacaksınız. Hırsızlığa prim vermeyeceksiniz. (Alkışlar) Medyanın da etik kuralları var, o kuralların arkasında duracaksınız. Başbakan yolsuzluk yapıyor, rüşvet topluyor, evinde stokluyor, gece gönderiyor, çocuklarına talimat veriyor, aile boyu pisliğin içindeler ve siz görmeyeceksiniz bunu; dünya görecek, siz görmeyeceksiniz. Göstermek zorundasınız, göstermezseniz başçalan kadar sizin de sorumluluğunuz var demektir. (Alkışlar)
Hükümetin meşruiyeti yoktur. Sayın Cemil Çiçek’e de söylüyorum: Meclis televizyonunu kestiriyorsun, niye kestiriyorsun? Yalan mı bunlar? Yani senin Başbakanın hırsızlık yapıyor, biz bunları açıklamayacak mıyız? (Alkışlar) Hırsızlıkları çıkmasın diye doğrudan medyaya müdahale eden bir adam var. Ne yaparsan yap, cumhuriyet tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonuyla karşı karşıyasın. Arabalarda dolarları, avroları taşıdın, Türk liralarını taşıdın. Yarın öbür gün yeni şeyler de çıkacak. Benim sana tavsiyem, en iyisi, helikopteri al ya yurtdışına kaç ya Başbakanlıktan istifa et. (Alkışlar) Göreceksiniz… Devleti soyan Başbakanlık koltuğunda oturamaz değerli arkadaşlarım. O koltuktan gitmesi lazım çünkü hırsızdan Başbakan olmaz.
Teşekkür ediyorum değerli arkadaşlarım. (Alkışlar)
23.11.2024
23.11.2024
23.11.2024
23.11.2024