25.01.2011

25 Ocak 2011 tarihli TBMM Grup Konuşması

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Uğur Mumcu’yu andık. Önemli olan o tetikçilere tetiği çektirendir. Sözler verildi kanı yerde kalmayacak diye ama devlet verdiği sözü tutmadı. Her sabah gazete alırken acaba bugün Uğur Mumcu ne yazmış diye merak ederdik. O halkın adamıydı. Halkın temiz duygularını sömürenlerin maskesini çıkarmıştı. Etnik siyaset yapanların maskesini düşürmüşü. Sahte Atatürkçülerin de maskesini ortaya çıkarmıştı. 12 Eylül’den sonra ülkeyi bugüne getirenlerin gerçek yüzünü Uğur Mumcu göstermişti. Bunları yaparken bir arkadaşı vardı: Kalemi. Arkasından ağıtlar yaktık. O kalem hala yerde. O kalemi alıp bayraklaştırmak hepimizin görevi. Uğur Mumcu’ya onun yolunda olan herkese selam olsun diyoruz.” dedi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Grup Toplantısında yaptığı konuşmada şunları söyledi:

Sayın Başkan, Değerli milletvekilleri, bizi ekranların başında izleyen değerli yurttaşlarım; hepinize selamlarımı, saygılarımı sunuyorum. Yeni ve güzel bir hafta diliyorum.

Dün Uğur Mumcu’nun katledilişinin 18’inci yılındaydık. O’nu vuran karanlık eller henüz aydınlığa çıkmadı. Devlet namus sözü vermişti. Bizim için tetikçiler önemli değil, tetikçi şu veya bu olabilir, o tetikçilere tetiği çektiren el önemli. Kimdi o el? Kimlerdi onlar? Ve devletin bir namus borcu vardı “Biz bunları çıkaracağız” diye. Aradan 18 yıl geçti, devlet verdiği sözü tutmuş değil. Uğur Mumcu’yu hepimiz biliriz. Bir düşünce adamı idi, bir gazeteci idi, yürekli bir insandı. Konuyu araştırır, soruşturur ondan sonra yazardı. Yazdığı yazının arka planını düşünür, konusunun arka planını düşünür. Tarihsel derinliğini düşünün ve okuyucunun önüne kısa ama etkili bir yazı koyardı. Her sabah gazeteleri alırken, acaba Uğur Mumcu bugün ne yazmıştır diye merak edip hepimiz okurduk. Etkili olduğu için vuruldu, yürekli olduğu için vuruldu. Toplumu aydınlığa çıkarmak için mücadele eden bir kalem olduğu için vuruldu ve biz, ona karşı yükümlülüğümüzü henüz yerine getiremedik. O halkın adamı idi. Halkın temiz duygularını, din duygularını sömürenlerin maskesini çıkarmıştı, ortaya koymuştu. Etnik kimlik siyaseti yapıp yine insanları sömürenlerin kimliklerini, maskelerini de ortaya çıkarmıştı. Atatürkçü geçinen, Atatürkçü olmayan sahte Atatürkçülerin de maskesini de çıkarmıştı. 12 Eylül sonrası yazılarına bakarsanız o kimliksiz, Atatürkçü geçinenlerin, bugün Türkiye’yi getirdikleri noktada büyük vebalı olanların kimliğini de o zaman Uğur Mumcu o zaman ortaya çıkarmıştı. Medyada yeni bir çığır açmıştı ve araştırmacı gazetecilik deyimini medyada gündeme getiren kişi idi. O gücünü özgüveninden alıyordu, kararlılığından alıyordu, bilgisinden, birikiminden alıyordu. Bütün bunları dile getirirken bir arkadaşı vardı, kalemi ve O’nun kalemi susturuldu. Arkasından ağıt yaktık, ezgiler. “Bir Pazar sabahıydı” diye başlayan “Ankara kar altındaydı” diye devam eden, “Kalemin düştü yere” diye O’nun sesinden bizim dillendirdiğimiz ezgiler. O kalem hâlâ yerde. O kalemi alıp bayraklaştırmak hepimizin görevi. Uğur Mumcu’ya, O’nu sevenlere, O’nun yanında olanlara, O’nun düşüncesini yüceltenlere selam olsun diyoruz.

Geçen hafta Erzurum, Denizli ve Eskişehir’e gittik. Erzurum malum, Cumhuriyet Halk Partisinin en az oy aldığı illerden birisi. Uzun yıllardır milletvekili çıkaramıyoruz. Genel Başkan olarak Erzurum’a ikinci gidişim. Daha önce referandum sırasında gitmiştim. Cumhuriyet Halk Partisi otobüsü Erzurum’da ana caddelerden geçerken el kaldıran yurttaşların sayısı çok azdı, el kaldıranlar da tereddüt ediyorlardı, el kaldırsam mı, kaldırmasak mı diye. Ama bu gidişimde Erzurum’da ciddi bir kıpırdanma gördüm. Gerek Erzurum’un içinde gerek çevresinde gezerken çok sayıda yurttaşımızın sıcak ilgisiyle karşılaştım. Buradan, Ankara’dan bütün Erzurumlu kardeşlerime, onların konuk severliğine teşekkür ediyorum, yürekten selamlarımı, saygılarımı gönderiyorum.


Erzurum, benim gençlik yıllarımda doğunun Paris’i olarak adlandırılırdı. Erzurum’a her giden taş mağazalardan acaba gezip bir şeyler alabilir miyim diye düşünürdü. Erzurum, gerçektende Erzurum’du. Erzurum yaylalarında koyun kuzular vardı, sadece Türkiye’yi değil, Orta Doğu’yu beslerdi; İran’a, Irak’a canlı hayvan, et ihraç edilirdi. Geldik şimdiki Erzurum’a. Erzurumlularla konuşurken şunu söyledim: Dedim ki Erzurumluların hiçbir derdi yok. Erzurumluların hiçbir sorunu yok, sorunu olmayan, derdi olmayan ender illerimizden birisi. Dediler ki “Efendim, olur mu? İşsizlik var burada, yoksulluk var, hava kirliliği burada, içtiğimiz sudan bile haberiniz yok, olur mu böyle şey? Bizim derdimiz çok.” Dedim ki, ben bütün dertlerini biliyorum ama elinizi vicdanınıza koyun benim şu soruma yanıt verin: Sekiz yıldır Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsüne çıkıp Erzurum’un şu derdi var, şu derdi çözülmelidir diyen bir AKP milletvekili çıktı mı, çıkmadı mı, benim derdim o. Çıkmadı. O zaman şapkayı önümüze koyup düşüneceğiz.

Sizin dertlerinizi, sizin içtiğiniz su sorununu Parlamentoda dile getiren Cumhuriyet Halk Partisi, İşsizliği dile getiren, yoksulluğu dile getiren Cumhuriyet Halk Partisi. Artık ayrışmayacağız. Farklı düşünmemiz lazım, bir araya gelmemiz lazım, birlikte düşünmemiz lazım, ülkenin sorunlarının çözümü konusunda kenetlenmemiz lazım. Erzurumlu kardeşlerime bunu söyledim. Ve yine onlara şunu söyledim: Burada işsizlik var, yoksulluk var diyorsunuz, işte bir sürü dert anlatıyorsunuz bana, güzel. Kendi milletvekillerinize bu dertleri anlatıyor musunuz? “Bizi dinlemiyorlar bile” diyor. Dinlemezler, çünkü Erzurumlunun oyunu çantada keklik görüyorlar. Bunu bütün Erzurumluların düşünmesi lazım, ağlıklı, tutarlı karar vererek gitmemiz gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, Erzurumlular kendilerine hizmet gelir, Erzurum gerçekten geçmişte olduğu gibi doğunun önemli cazibe merkezlerlerinden birisi olur diye beklerken tam tersi yapıldı. AKP, Erzurum’a büyük bir hizmet götürdü. Oradaki icra dairesi sayısını 2’den 5’e çıkardı. Ne demek icra dairesi sayısı 2’den 5’e çıkıyor? Çünkü neredeyse her 3 Erzurumludan birisinin icra dairelerinde işi var; ya senet, ya borç, ya kire, ya kredi kartı bir sürü, borç içinde yüzüyor. Bakmışlar başa çıkamıyorlar, bari Erzurum’a bir katkımız olsun, icra dairesi sayısını 2’den 5’e çıkaralım demişler. İşte, AKP’nin Erzurum’a bakış açısı budur. Bütün Erzurumlu kardeşlerim bilsinler.

Ve bir şey daha. Erzurum göç veriyor, Erzurum’daki milletvekili sayısı 7’den 6’ya düştü. Bir kent niye göç verir? Yani benim işim varsa, karnım doyuyorsa, bulunduğum çevreden memnunsam, herkes hayatında mutluysa, ben babamın, dedemin mezarı da oradaysa niye orayı terk edip de İstanbul’un, Ankara’nın, İzmir’in varoşlarına gidip hayata tutunmaya çalışayım? Demek ki Erzurum bir şey vermemeye başladı. Kim yaptı bunu? Sekiz yıldır bu ülkeyi yönetenler yaptı. Efendim, Türkiye güllük gülistanlık, Türkiye’de her şey yolunda! 2023’te Türkiye şöyle olacak. Dilin kemiği yok ya, 2100’de de şöyle olacak de, ne fark eder. Şimdi sen gel Erzurumlunun hâline bak, vatandaşın hâline bak bakalım nedir durumu. Ve orada bir şey daha var, değerli arkadaşlar, uçaktan inerken silah bir bulut görüyorsunuz, yere yakın. O siyah bulut Erzurum arkadaşlar, bina görünmüyor, silah bulut görünüyor. İsterseniz Palandöken’den de bakın aynı tablo var. Bütün Erzurumlular bunu biliyor. Nedir o silah bulut? Dağıtılan kalitesiz kömür. Çocuklar zehirleniyor, Erzurumlu çocuklarımız, üniversite var, gençlerimiz zehirleniyor. Niye Erzurum’a kalitesiz kömür dağıtırlar? Erzurumlu kardeşlerime sordum. Burada doğal gaz yok mu? “Var” dediler. “Başbakan geldi, övündü doğal gazı getirdik” diye. Kömürü kime veriyorsunuz? Yoksul ailelere. O yoksul ailelerde doğal gaz var mı? Var. Niye yoksul ailelere niye kömür veriyorlar da doğal gaz vermiyorlar diye sordum. Öyle ya, hem hava kirliliğini önlersiniz hem de kömür deponuzda kalır. Üstelik doğal gazı bedavaya verin. Kullanmadığınız doğal gazın bedeli olarak İran’a 1 milyar 600 milyon dolar ödediler. Bütün Erzurumlu kardeşlerime buradan sesleniyorum. Kullanmadığınız doğal gazın bedeli olarak 1 milyar 600 milyon lirayı İran’a götürüp verdik, kendi vatandaşımıza o gazı kullandırmadık, kalitesiz kömür verdik. Bunun siyasetteki yeri, Başbakanın deyimiyle söyleyeyim, densizliktir. O kalitesiz kömürü dağıtırken bir de bunlar yolsuzluk yaptılar. Bunu defalarca söyledim. Şimdi Torba Kanun’a alelacele bir madde ilave ettiler. Türkiye Kömür İşletmeleri bu kömürleri alırken İhale Yasası’nın dışında kalacakmış. Buyurun şimdi. Ankara Cumhuriyet Savcılığında bir yıldan fazladır bekliyor o yolsuzluk dosyası, dava bile açılmadı. Şimdi bu yasal düzenlemeyle o davadan kurtulmuş istiyorlar. Hani sen yolsuzluklara karşıydın? Hani yolsuzluklarla mücadele etmek için iktidara geldin? Hani sen kul hakkını savunuyordun? Kul hakkını savunmayı bıraktılar, kul hakkı yemeye başladılar bunlar. Vicdan denen kavram artık isyan eder noktaya geldi. Yoksulluğu içselleştiren bir parti görünümüne geldiler.

Erzurum’da bir başka olay daha var, kış olimpiyatları. Caddede gezerken bir taksi şoförü geldi. Dedik ki, “Buradan benim bir yolcuyu alıp Palandöken’e götürmem yasak.” Niye yasak? Çünkü, ihaleyi Erzurum dışından bir firma aldı ve bütün taksi şoförleri biz mağdur olduk.” Vatandaşa, esnafa da sordum, olimpiyatlar dolayısıyla bir geliriniz arttı mı diye? “Hiç haberimiz yok” dediler. Başbakanın düşünmesi lazım. Kar yağışı olmadı diye ben Esnaf ve Sanatkâr Odasını ziyaret ederken, zaten bunlar bereketsiz demiştim. Bereketsiz olduğu için buraya kar bile yağmıyor buraya demiştim. Başbakan bundan alınmış. Bütün içtenliğimle söylüyorum, inanarak söylüyorum, Adalet ve Kalkınma Partisi bereketsiz bir partidir. İnanarak söylüyorum, vicdanı rahat olarak söylüyorum, bu ülkede emekliye bir şey düşmüyorsa bu bereketsiz partidir. Sanayiciye bir şey gitmiyorsa, bu bereketsiz partidir. Çiftçi hâlinden memnun değilse, bu bereketsiz bir partidir. Esnaf ve sanatkâr şikâyet ediyor, siftah yapamıyorum diyen noktaya gelmişse, bu parti bereketsiz bir partidir. Bu partinin bereketi hortumculara, budur, gerçek bu arkadaşlar. unun için biz bereketsiz parti diyoruz. Bereketin olduğu yerde, Allah aşkına herkes hayatından memnun olmaz mı? Esnafı memnun olur, çiftçisi memnun olur, sanayicisi memnun olur, emeklisi memnun olur, işsizlik olmaz, bereket geldi, huzur geldi der. Buyurun, bereket var mı? Yok. Bereketsiz parti. Sadece yoksulluğu getiren bir parti, geniş halk kitlelerine getiren bir parti. Bunların bereketi yok, onun için vatandaşım sandığa giderken bunların bereket getirip getirmediğini de iyi düşünmeli.

Bir diğer durağımız Denizli idi. Denizli çok ciddi yaralar almış krizde, yeni yeni toparlanmaya çalışıyor. Denizli’de de tabii büyük ölçüde sorunlar, sıkıntılar var ve Denizli’de 4 olan icra dairesi sayısı da 9’a çıkmış. 5 yeni icra dairesi kurmak zorunda kalmışlar. Arkadaşlara söyledim. Türkiye genelinde bir çıkarın bakalım bu AKP döneminde icra dairesi sayısı kaça çıktı? Hangi ile gittiysek bereketli olduğu alan orası, vatandaşı nasıl perişan ederiz, icraya düşmüş vatandaş.

Değerli arkadaşlarım, gittiğimiz yerde ticaret odası, sanayi odası, varsa ticaret sanayi odası, esnaf odası, meslek kuruluşları, sivil toplum kuruluşlarını ziyaret ediyoruz ve şunu söylüyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi hakkında hangi kaygılarınız, kuşkularınız varsa, neyi öğrenmek istiyorsanız bize sorun. Açık yüreklikle kendi politikalarımızı, izlediğimiz çerçeveyi size anlatacağız. Soru sorma konusunda da hiçbir sınırlama getirmiyoruz, istediğini istediği vatandaş sorabilir. Denizli Ticaret Odasındayken Sayın Başbakan diyor ya, “Bir vatandaş sordu, 1 trilyonluk yolsuzluğa cevap veremedi.” diyor. Keşke Başbakan orada olsaydı. Sen Başbakansın, al o bandı kendi evinde izle bakalım, nasıl yanıt vermişim ben çünkü izlerse utanır, ben eminim. Şimdi bu vatandaş kim? Bu vatandaş bir mermer işletmecisi, saygı duyuyorum, Adalet ve Kalkınma Partisinin Denizli il kurucularından birisi, ona da saygı duyuyoruz. Bir siyasal partidir, gider katılır ama sorduğu sorular AKP’nin asla kabul etmeyeceği sorular, yani onlara sorulsaydı kıyamet kopardı. Ama bizim arkadaşlardan, salondan bazı itirazlar geldi, hiç itiraz etmeyin dedim. Herkes soru soracak. Biz demokrasiye inanan bir partiyiz, bırakın arzu ettiği soruları sorsun, bütün sorulara yanıt vereceğiz çünkü bizim alnımız ak, başımız dik, verilmeyecek hesabımız yok. Sorularını sordu, özgürce sordu ama ben eminim, aynı sorular Başbakana sorulsaydı Başbakan nasıl yanıt verirdi? Çıkardım, onun kullandığı ifadelerden çıkardım. “Ajan, provokatör, ajan provokatör, densiz, ahlaksız, kendini bilmez, şerefsiz alçak…” Ama ben bu vatandaşıma dedim ki, özgürce sorularını sorabilirsin hiç çekinme, hiç korkma, demokrasiye biz inanıyoruz, demokrasinin gereği neyse yapacağız, bana sorularını soracaksın, beni de dinleyeceksin ve dinledi, sorularını da sordu. AKP ile aramızdaki fark bu arkadaşlar. Siyahla beyaz kadar bir fark var, geceyle gündüz kadar belirgin bir farkımız var. Herkes her soruyu sorabilir, özgürce sorabilir, bir tek isteğimiz var soru sorduktan sonra da bizi dinlesin, o kadar. Görecek ki her vatandaşı ikna ederiz çünkü dediğim gibi verilmeyecek hesabımız yok, alnımız ak, huzur içindeyiz.

Değerli arkadaşlar, bu soruları bana sorduğu zaman kendisine ayrıca da teşekkür ettim. Ama size tablonun bir başka yönünü göstermek isterim, o da şu: Bazı gazetelerimiz Elazığ Belediyesindeki yolsuzluk olaylarını yazdılar. Bu yolsuzluk olayları nasıl çıktı biliyor musunuz arkadaşlar? Adalet ve Kalkınma Partisinden bir üye, temiz bir üye, düzgün bir adam, mütedeyyin bir adam, ahlaklı bir adam, yolsuzluklara tahammül edemiyor. “Bu kadar da olmaz” diyor. İtiraz ediyor, itirazlar yazıyor, açıklamalar yapıyor, sen misin bunu yapan, ne oluyor biliyor musunuz? Dövülüyor ve hastaneye kaldırılıyor. Bizim aramızdaki farkı göstermek için, televizyonların başında bizi dinleyen yurttaşlarımızın bilmesi için anlatıyorum. Bize her türlü soru sorulur, cevabını veririz, ama “orada bir yolsuzluk var” diyor, kendi partisinden birisi diyor, kıyamet kopuyor ve dayak yiyor. Şimdi Başbakana sesleniyorum. O düzgün adamı, senin partilin o düzgün adamı çağır Ankara’ya, sor bakayım bu Elazığ’da neler oluyor? Dinle bir bu adamı ve kararını ver ondan sonra. Çağırıp dinlemezse Elazığ’daki yolsuzlukların ortağı Recep Tayyip Erdoğan’dır diyeceğiz. Ve Başbakandan küçük bir istirhamım daha var. Elazığ belediyesi çok çarpıcı olduğu için örnek vereyim, çok sayıda örnek var da, bir örnek çok çarpıcı olduğu için bu örneği veriyorum. 56 ay için 6 tane pikap kiralanıyor. Bu pikapları satın almaya kalkarsanız 40 bin lira. 56 ay için pikap başına ödenen para 1 milyon 400 bin lira, yani 1 milyon dolar yaklaşık, biraz yukarı ama 1 milyon dolar diyelim. Satın al. Satın almıyor, kiralıyor. Kimden kiralıyorsun, nasıl ödeniyor bu para? Bana kaynak soruyordu değil mi Başbakan. Sen buna niye bakmıyorsun? Devletin kaynakları çarçur edilirken sen hangi gerekçeyle bana dönüp kaynak soruyorsun? Sen, bu devletin kaynaklarını yiyenlere arka çıkıyorsun. Bu belediye başkanı hakkında soruşturma açılması istendi, Bakan soruşturma izni vermedi. Ahlaklı Bakan, güzel Bakan, televizyonlara çıkıp konuşan bakan niye izin vermezsin?

Kayseri olayı, sanıyorlar biz unuttuk, hayır. Savcının yapacağı, yapması gerekenleri biz yaptık. Adliye için bile ayıptır bu. Hukuk adına bile ayıptır bu. Ana muhalefet yapıyor, hukuk görevini ana muhalefet yapıyor. Senin o zaman orada görevin ne? Dosyayı verdik, sonuna kadar takip edeceğiz. Ne yaparlarsa yapsınlar sonuna kadar takip edeceğiz. Adamın el defteri var, yazı kimden ne kadar rüşvet aldığını, tarih de koymuş, sen bu el defterini görmüyorsun. Gözlerin mi görmüyor, yoksa birileri talimat mı verdi görme diye ve sen hukuk adamısın ve sen dosyayı kapattıktan sonra eşini orada işe başlatan adamsın. O koltukta oturamazsın artık. Biz inançlara saygılı bir partiyiz. Kul hakkı yiyenlerin takipçisi olacağız. Hiç kimse unutmasın. Bu memlekette tüyü bitmemiş yetimin hakkını Cumhuriyet Halk Partisi soracaktır. Bu bizim namus borcumuzdur, nerede olursa olsun takip edeceğiz. Biz öyle onların yaptığı gibi din imam edebiyatı yapıp öbür taraftan malı götüren insanlar değiliz, biz insanlara saygılıyız. Ahlaklı insanlarız biz, düzgün insanlarız. Herkesin siyasi inancına da saygı gösteririz biz, herkes bize her türlü soruyu sorabilir, hiçbir şekilde kaçınmayız ve korkmayız. Biz birilerinin yaptığı gibi baskı da uygulamayız. Bizim kitabımızda yoktur öyle bir şey. Biz demokrasiden yanayız.

Geçen hafta, Adalet ve Kalkınma Partisinden bir milletvekili arkadaş istifa etti arkadaşlar. Hepimiz biliyorsunuz ama ben bu istifa dilekçesinde bir iki noktaya daha dikkatinizi çekmek isterim. Bu değerli milletvekili diyor ki “Başbakanın izlediği politikalarla milletimiz sosyolojik, psikolojik ve coğrafi yönden bölünüyor.” Hatırlarsınız belki, önceki Genel Başkanımız Sayın Deniz Baykal bu kürsüden “AKP bölücü bir partidir, Erdoğan da bölücüdür” demişti. Şimdi bunu kim söylüyor? Adalet ve Kalkınma Partisinin içinden bir milletvekili söylüyor. Ne diyor başka? “Başbakan Türkiye’yi etnik gruplara böldüğü ve konuşmalarıyla topluma ayrıştırdığı için istifa ediyorum.” Zaten bölüyor, zaten parçalıyor, amacı o. Bunların amacı toplumu kaynaştırmak değil, toplumu bölmek, toplumu kutuplaştırmak, birbirine düşman etmek, din istismarıyla parsayı götürmek, bunların amacı bu. Yine söylüyor. “Habur’da açılan yara seçimden sonra daha da derinleşecek.” Ve devam ediyor “Bu endişelerimi uzun zamandır parti içinde dile getirdim, ancak etkili olamadım.”

Değerli arkadaşlar, uzun süredir partinin içinde kalıp düşüncelerini özgürce dile getiremeyen, belki kapalı kapılar ardında dile getiren bir tabloyla karşı karşıyayız. AKP’nin bölücülüğü, toplumu ayrıştırdığı, kutuplaştırdığı artık bilinen bir gerçektir. Sadece AKP toplumu ayırmıyor aslında, iş adamlarını ayırdı, sendikaları ayırdı, medyayı ayırdı, televizyonları ayırdı, toplumun tamamını ayrıştırdı ve toplum birbirinden kopuk yaşamaya başladı. A gezsindeki bir haber, B’de hiç görülmez; haber olması gereken bir haber bakıyorsunuz ki bazı gazetelerin hiçbirisinde yok, öyle bir olay Türkiye’de olmamış. O gazeteyi okuyan onun gerçek mi, doğru olup olmadığını bilmiyor, oradaki bilgilerle sınırlı kalıyor. Bu da başka bir olay.

Eğer bu ülkenin çiftçisi, işçisi, emeklisi, işsizi, sanayicisi, esnafı, sanatkârı toplumun kaynaşmasından yana ise, toplumun beraber ortak payda oluşturup sağlıklı bir siyasal yapılanma istiyorsa; adaleti, demokrasiyi istiyorsa geleceği, güveneceği bir adres var, o adresin adı Cumhuriyet Halk Partisidir arkadaşlar. Biz bunun için yola çıktık. Halkın partisiyiz dedik, halktan yana politikalar izleyeceğiz dedik, halkın çıkarlarını savunacağız dedik, halkın çıkarlarını savunacağız dedik. İşçisi, köylüsü, memuru, işsizi ayırmayacağız dedik, yurttaşlarımız arasında ayrım yapmayacağız dedik. Herkesi kucaklayacağız, kimseyi ötekileştirmeyeceğiz. Ne inancından ötürü, ne etnik kimliğinden ötürü herkesin başımızın üstünde yeri var dedik. Türkiye’yi aydınlığa çıkaralım dedik. Türkiye’de herkes iş, aş sahibi olsun dedik. Türkiye’de bir çocuk bile yatağa aç girmesin dedik. Türkiye’de yoksulluğu sömürmeyelim dedik. Türkiye’ye aile sigortasını getirelim, yoksul insanlar da bizim toplumun onurlu bir bireyidir dedik ve destek istedik ve destek istemeye devam ediyoruz. Bunun için halkın yürüyüşünü başlattık, bunun için yürüyoruz. Halktan destek istiyoruz, bütün kardeşlerimden destek istiyorum. Destek verin, güç verin Türkiye’yi aydınlığa çıkaracağız ve bu konuda kararlıyız.

Değerli milletvekilleri, bu ülke terörden çok şey çekti. Binlerce şehit verdik, on binlerce yurttaşımız hayatını kaybetti. Gazilerimize yeteri kadar sahip çıkmadık. Bir gazimizin açlıktan öldüğünü her hâlde hepimiz biliyoruz ve unutmadık, yüreğimizin bir köşesinde duruyor. Terör şiddet demektir, insanlık suçudur. Silahla sonuç almaya çalışır, o yüzden teröre karşıyız. Demokrasilerde terörün yeri yoktur. Hak ve özgürlüklerin olduğu yerde terörden söz edilemez. Terörün olduğu yerde de hak ve özgürlüklerden söz edemezsiniz. Terörün olduğu yerde düşünce özgürlüğü olmaz, o nedenle terör bir insanlık suçudur diyoruz ve teröre şiddetle karşı çıktık. Her yerde her zaman ve her ortamda karşı çıktık. Terörün olduğu yerde ekmek bulamazsınız, terörün olduğu yerde mafya cirit atar, terörün olduğu yerde başka güçler, başka organlar çıkar, faili meçhuller olur, insanlar öldürülür, gömülür, kaybolur gider. O nedenle terör bir insanlık suçudur ve teröre karşı bu ülkenin sağcısı solcusu herkesin ortak tepki vermesi lazım. Ortak paydamız teröre karşı durmak olmalıdır. 30 yıldır terörle mücadele ediyoruz. 30 yıldır aynı güçle mücadele ediyorduk. AKP iktidarıyla beraber komşumuzu sorgulamaya başladık etnik kimliği nedir diye. Bu ayrışmayı kim yaptı? Adalet ve Kalkınma Partisi. Bu ayrışmayı niye yaptılar? Terörü sonlandırmak için mi? Biz teröristlerle el elesiniz dediğimiz zaman “Şerefsiz” diyorlardı. Sonra kalktılar İmralı’da görüşmeler yapıyorlar. “Efendim biz görüşmüyoruz.” Kim görüşüyormuş? Efendim, devlet görüşüyormuş. Sen kimsin? Adam Başbakan olduğunun farkında değil, farkında da milleti kandıracağını sanıyor.

Bakınız, öteden beri teröre hep karşı çıktık, CHP olarak karşı çıktık. Terör sorun çözmez dedik, toplumu ayrıştırır dedik. PKK terörüne de karşı çıktık, Hizbullah terörüne de karşı çıktık. Ben, Hizbullah’la Doğu ve Güneydoğu’da bunlar el kol beraber gidiyorlar, görüşüyorlar dediğim zaman, o bölgede böyle bir algı var o bölgede dediğim zaman Başbakan yine esti üfürdü. Kendi şahsına yaraşır, kendi yaraşır, kendi aile terbiyesine yaraşır –anne ve babasını tenzih ediyorum- bir üslupla bana yanıt vermeye kalktı. Ben sakinliğimi bozmadım. Ona sadece bir yanıtı Eskişehir’den gönderdim. Sayın Başbakanın ruh hâline beğenmiyorum, en kısa zamanda bir doktora görünmesi lazım dedim. Küfürlü bir yere gidilmez arkadaşlar. İnançlı adam küfür eder mi? İnançlı geçiniyor, Müslüman adam küfür eder mi? Müslüman geçiniyor. Ahlaklı adam küfür eder mi? Ahlaklı geçiniyor. Peki, şimdi Başbakana soruyorum: Senin milletvekillerin Batman’da ve Van’da Hizbullah’ın derneğine gittiler mi, gitmediler mi? Soruyoruz, cevap versin. Ve ikinci soru: Niye gittiler? Şimdi, polis o gidilen dernekleri basıyor acaba o kaçakları burada bulabilir miyiz diye. O kaçakları kim bıraktı? Kim takip etmedi? Kim kol kanat gerdi? Niye bulamıyorsun sen? Şimdi kalkın yine küfürler edecek. Ne kadar küfür ederse hiç itiraz etmeyeceğim. Bu millet kimin doğruyu söyleyip söylemediğini gayet iyi bilir. Ve bir şey daha. Başbakan Hizbullah’a niye terör örgütü demiyor? Yani domuz bağıyla masum insanları öldürmek, evde bodruma gömmek, üstünde de yemek yemek hangi inançta, hangi ahlakta, hangi dinde vardır? Eğer bu terörse niye terör örgütüdür demiyorsun? Önündeki engel ne? Kalkış küfrediyor, çünkü maskesini indirdim. Ne kadar küfür edersen et Sayın Erdoğan, ben senin maskeni indireceğim, senin gerçek yüzünü bu millete göstereceğim.

AKP bildiğimiz normal bir siyasal parti değil, demokrasiyi içselleştirmiş bir parti değil, özgürlükleri sonuna kadar açan bir parti değil; demokrasiye, özgürlüklere karşı bir partidir AKP. AKP, demokrasi bağlamında yetişip, onun bahçesinde yetişip demokrasiyi yok etmeye çalışan bir siyasal partidir. İnsan haklarına karşı bir siyasal partidir. Söyleyeceği sözün zamanını seçip, yapacağı eylemin zeminini bulup konuşan bir partidir. Her şeyi zamanlamaya bırakıp, taktiklerle gidip, demokrasiyi kilitleyen, yok etmeye çalışan bir siyasal partidir. Düşünce özgürlüğünün olmadığı bir partidir AKP. AKP’de bir milletvekilinin farklı görüş dile getirmesi söz konusu olamaz. O açıdan AKP, demokrasilerde olması gereken bir siyasal parti değil, AKP marjinal bir partidir, düşünceleriyle marjinal bir partidir. İnsanın özgürlüğünü kullanan, demokrasiyi kullanan ama demokrasiyi yok etmek için kullanan bir siyasal partidir. Şimdi, Yasama Organını ele geçirdiler biliyorsunuz, ele geçirdiler diyorum, çünkü yasama organının iradesini belirleyen Sayın Başbakandır. Meclis Başkanına müdahale edip “Sustur” diyen kişi Başbakandır. “Sen mi susturacaksın, yoksa ben mi susturacağım” diye Meclis kürsüsünde söyleyen Başbakandır. Meclisin toplanma tarihini belirleyen Başbakandır, şu tarihte Meclis toplanacak diye, sanki hiç Meclis Başkanı yokmuş gibi. Böyle bir yetkisi yok Başbakanın, çünkü AKP güçler ayrılığı ilkesine inanan bir parti değildir, güçlerin tekliğine inanan bir partidir. Şimdi geldiğimiz süreçte, önemli bir barajı daha aşmak istiyorlar. Demokraside önemli bir barajı daha yok etmek istiyorlar. Güçler dengesini, ilkesini yok etmek istiyorlar, yani yargıyı ele geçirmek istiyorlar. Yargı ele geçirilirse ne olur? Kayseri’deki olay olur. Oturulur, mutfakta karar verilir, iş kapatılır, yargıya havale edilir ve orada da kapatılır. Yani karar alma süreci yargının değil, karar alma süreci siyasi otoritenin olur. Siyasi otorite karar verir, yargı da onu onaylar, yargıyı bu noktaya getirmek istiyorlar. Bu, Cumhuriyet tarihi boyunca yaşadığımız en büyük tehlikedir arkadaşlar. Yargının siyasallaşması toplumda adaletin ciddi yara almasına yol açar. Tuzun kokması demektir ve zemini ve zamanı ayarlarlar dediğimde de örnek vereyim. Örneğin, Yargıtay’ı bir ara ele geçirmek istediler adamlarımızı yerleştireceğiz diye ve Meclise tasarı gönderdiler. Başbakanın imzası var, bakanların imzası var. Efendim, Yargıtay’da 250 hâkim fazla, 150’ye indirelim. Efendim, istinaf mahkemelerini de kuralım. Görüşüldü ve durdu. Şimdi gelen tasarıya bakın. 250 sayısı az, kaça çıkarıyorlar? 387’ye, 137 üye daha yeniden atıyorlar. Peki, dün niye öyle söylüyordunuz? Dün zemin farklı idi, ortam farklı idi; bugün zemin farklı, ortam farklı ama değişmeyen ne? Amaç, ben yargıyı nasıl ele geçiririm. Değişmeyen bir amaç üzerine, renk değiştirerek, söylem değiştirerek kendilerini bir anlamda var ya bazı canlılarımız, doğaya uydururlar kendilerini, amaçlarına uygun olarak yargıyı ele geçirme planları yapıyorlar. O nedenle Anayasaya evet oyu verip, bugün pişman olanlara sesleniyorum. Yarın yargı hepimiz için geçerli olacaktır. Yargıda yapılacak bir yanlışlık, alınacak bir yanlış karar kamu vicdanını rahatsız eder. Siyasal karar mı istiyorsunuz, örnek mi istiyorsunuz Türkiye’de var. Bunlardan birisi Kayseri’dir, kapatıldı dosya, ikincisi Silivri’dir. Düşünün, bir yargıç düşünün, tarafsızlığı tartışılan ve tarafsız olmadığı için tazminata mahkûm edilen yargıcı düşünün. “Ben o görevde kalacağım” diyor. Siyasal iktidar da “Biz sizi o görevde tutacağız” diyor. Onurlu bir yargıç, yargıya saygı duyan bir yargıç, yargının saygınlığını korumak isteyen bir yargıç onurluysa o görevde kalmaz ve görevden ayrılır, ayrılmak zorundadır o yargıçlar oradan.

Değerli arkadaşları, siyasi irade karar verecek, yargıda bu kararı onaylayacak süreci başlamak üzere, başlatacaklar o süreci, o süreci başlatıp yola devam edecekler. O nedenle cumhuriyetin, demokrasinin önündeki ciddi tehlikelerden birisi budur. Siz, yargının sorunlarını çözeceksiniz eyvallah, varsa getirin çözelim, itiraz eden mi var, ama yargının sorunlarını kullanıp yargıyı ele geçireceksiniz. Bu ahlakla bağdaşmaz. Ve siz yargının sorunlarını çözeceksiniz, güzel, kime danıştınız? Baroları çağırıp görüş mü aldınız? Hukuk fakültelerine sordunuz mu ne yapıyoruz, doğru mudur bu diye? Dünya örneklerini mi incelediniz? Yargıtay’a, Danıştay’a mı sordunuz arkadaşlar biz böyle bir değişiklik yapıyoruz ne diyorsunuz diye? Hayır. Ben bildiğimi okurum, benim gücüm var, Parlamentodan da istediğim yasayı geçiririm, bunların amacı o. Bu amaç, demokrasiyle bağdaşan bir amaç değildir. Bu amaç, Parlamentonun iradesine saygısızlıktır. Bu amaç, demokrasiye saygısızlıktır. Bu amaç, bilime, ahlaka saygısızlıktır. Bu amaç, üniversitelere saygısızlıktır. Bu amaç, yargıya saygısızlıktır. Getirin tartışalım. Tartışmaktan niye korkuyoruz? Demokrasi tartışma rejimi değil midir? Özgürce düşüncelerimizi ifade edeceğimiz bir düzen değil midir, niye korkuyorsunuz? Getirmiyorsunuz. Aceleleri var, bir an önce geçirecekler, düşündükleri de bu.

Değerli arkadaşlar, terörle mücadele eden güvenlik güçlerimiz her zaman ve her yerde ciddi mücadeleler verdiler. Ankara’da, İstanbul’da, Türkiye’nin herhangi bir yerinde güvenli oturuyorsak, güvenle sokağa çıkıyorsak, güvenlik güçlerimizin özverili çalışmalarından kaynaklanır. Teröre karşı bunlar mücadele verdiler, can kaybı verdiler; biz onları şehit diye andık, belki yakınlarına yeteri kadar da sahip çıkmadık. Ama hiç kimse, hiç kimse güvenlik güçlerimize “silahları bırakın” diyemez, silah onların namusudur. Adı Silahlı Kuvvetler zaten ama o silah demokrasi içini, özgürlükler için, yurttaşın güvenliği için kullanılır, teröre karşı kullanılır. Birilerine baskı yapmak için o silah kullanılmaz. O nedenle şehit veren, gazi olan bütün güvenlik kuvvetlerimize, Silahlı Kuvvetlerimize, Emniyet güçlerimizin tamamına geçmişte verdikleri hizmetler için de şükranlarımızı sunuyoruz.

Hepinize teşekkür ediyorum, sağ olun, var olun.