25.10.2016

25 Ekim 2016 tarihli TBMM Grup Konuşması

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU:

-İNSANDA BİRAZ AR, BİRAZ EDEP OLUR 


CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Türkiye Cumhuriyeti’ni Pennsylvania’daki meczup bir kişi karşısında acze düşüreceksin, yüzlerce insan ölecek sonra çıkıp da ‘Başkanlık’ diye tutturacaksın. Ya insanda biraz ar, biraz edep olur.” dedi.

CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:



Bizleri televizyonları başında izleyen, radyolarında dinleyen bütün yurttaşlarıma Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan sevgilerimizi, saygılarımızı ve muhabbetlerimizi gönderiyoruz.

Altemur Kılıç; gazeteci, yazar, diplomat, hayatını kaybetti. Kendisine Allah’tan rahmet; yakınlarına, camiasına da başsağlığı diliyoruz. Altemur Kılıç’ın bir özelliği var; Kılıç Ali’nin oğlu. Bir dönem Mustafa Kemal Atatürk’e suikast düzenleyenleri idama mahkûm etmiş olan babanın oğlu. Altemur Kılıç’ın bir özelliği daha var. Kini ve öfkeyi yüreğinde asla tutmayan birisiydi. Mustafa Kemal Atatürk’e suikast düzenleyenlerden birisi Cavit Bey, Şiar Yalçın’ın babasıydı ve Şiar Yalçın’la Altemur Kılıç arasındaki dostluk tarihe geçen bir dostluktu. O nedenle kini ve öfkeyi yüreğinde tutmayan iki insanın dostluğu tarihte çok önemli bir yer aldı. Bugünlere baktığımızda kin ve öfkeyle, intikam duygusuyla yola çıkanların, babasının idama mahkûm ettiği bir kişinin oğluyla yıllar sonra ve yıllar yılı bir dostluğu kuran bir barışı, bir dostluğu, bir kardeşliği kaim kılan bir anlayışı egemen kıldılar ikisi. Şiar Yalçın daha önce vefat etti, Altemur Kılıç da geçtiğimiz günlerde hayatını kaybetti. İkisine de Allah’tan rahmet diliyoruz ve ikisinin de siyasiler açısından örnek alınmasını istiyoruz.

ÇEVRE BAKANINDAN İSTİRHAM EDİYORUM: AMASRALILARLA KONUŞUNUZ VE KARARINIZI DÜZELTİNİZ
Sevgili dostlarım, değerli kardeşlerim; çevre dediğimiz bir şey var. Hepimiz güzel bir çevrede yaşamak isteriz; ağaçların bol olduğu, yağmurların bereketli olduğu, suların temiz olduğu, havanın temiz olduğu bir çevrede yaşamak isteriz. Bu tür çevreler sadece bizim ülkemizde değil pek çok ülkede var ve dünyanın sivil toplum örgütleri, sadece Türkiye’de değil, çevreyi korumak için olağanüstü çaba harcarlar. Bizde de böyle güzel çevreler var, doğa harikaları var; bunlardan birisi Amasra. Amasra, tarihi ile kültürü ile ve gerçekten doğasıyla olağanüstü güzel bir yer. Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın dünyada önem verdiği yerlerden birisi. Hakkını yemeyelim, daha önce Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yapan bakanlar Amasra ile ilgili titiz davrandılar. İsimlerini vermekte hiçbir sakınca görmüyorum. Bunları zaman zaman eleştirsem bile, doğruya doğru demek de bizim görevimiz, doğrunun hakkını teslim etmek de bizim görevimiz. Amasra’ya termik santral yapılacaktı, Veysel Eroğlu karşı çıktı, Erdoğan Bayraktar karşı çıktı, İdris Güllüce karşı çıktı, Fatma Güldemet Sarı karşı çıktı, dedi ki; “Bu kadar güzel bir doğa harikasına termik santral yapılmaz.” Ama, yeni Çevre ve Şehircilik Bakanı geldi, “Evet, ben buraya izin veriyorum” dedi. Şimdi, bakın değerli arkadaşlarım, Sayın Bakandan istirham ediyorum, 1/100 000’lik planlara baksın. Amasra gibi Karadeniz’in incisi olan bir yeri neden kirletiyor, hangi gerekçeyle kirletiyor? “ÇED raporu olumlu çıktı” diyor. Adamına göre ÇED raporu düzenlenirse olumlu çıkar. Kendisinden, önce şunu istirham ediyorum: Amasra’ya gidiniz, Amasra’yı görünüz, Amasralılarla konuşunuz ve kararınızı düzeltiniz. Çevreye saygılıysanız, doğaya saygılıysanız, ağaca, kuşa, kekliğe saygılıysanız Amasra’ya gidin, Amasra’yı görün, elinizi vicdanınıza koyun ve kararınızı verin.

BİZ CUMHURİYET HALK PARTİSİYİZ, VERDİĞİMİZ SÖZÜN ARKASINDA DURURUZ
Genelde siyasal iktidarlar yol ve köprü yapmakla övünürler ama yol yapmayan, köprü yapmayan dünyada hiçbir iktidar yoktur; hepsi köprü yapar, yol yapar, başka işler yaparlar, herkes kendine göre bir şeyler yapar. Yol yapmak, köprü yapmanın ötesinde bir sorun var, nedir o? Yolu, köprüyü kaça yapıyorsunuz arkadaş? Elin oğlu 1 liraya yapıyorsa sen 5 liraya neden yapıyorsun? Sorun budur aslında. Ama bu kadar yol ve köprü yapmakla övünen bir siyasal iktidar, Tekirdağ’a gelince orada duruyor. Vergi ödemede Türkiye sıralamasında 8’inci, yatırımlarda en sonda yer alıyor Tekirdağ. Saray Kapaklı yolu 18 kilometrelik, yedi yıldır bitirilemiyor. O yoldan birkaç kez gittim. Hani dersiniz “Dağ vardır, tünel vardır, vesaire bu yol zor yapılır” diye, öyle bir şey de yok, zaten Trakya’yı biliyorsunuz. Yedi yıldır bitmiyor. Tekirdağ-Hayrabolu yolu, on bir yıldır bitmiyor. Şimdi ben Sayın Binali Yıldırım’a çok açık, çok net bir çağrı yapıyorum: Sayın Başbakan, sizden istirham ediyorum, bu iki yolun yapımını Tekirdağ Büyükşehir Belediye Başkanına devredeniz. O yolu yapacağız, hizmete açacağız çünkü CHP’li belediyeler bunu yaparlar. Bizim belediye başkanımız bu yolları yaparken her kilometresini kaça yaptı, kaça mal etti, bunu da Tekirdağ halkıyla paylaşırlar. Siz bitiremiyorsunuz, itirazımız yok, bitiremeyebilirsiniz, ödenek eksik olabilir, başka sorunlar olabilir ama biz size söz veriyoruz: Bu yolları Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi en kısa sürede bitirip hizmete açacak. Tek isteğimiz var bakın, bu yolları Tekirdağ Büyükşehir Belediyesine devredin. Yol yapım yetkisini verin, göreceksiniz o yollar kısa süre içinde yapılacak. Neden? Çünkü biz Cumhuriyet Halk Partisiyiz; çünkü biz verdiğimiz sözün arkasında dururuz. Nasıl asgari ücret 1 500 lira olacak diye seçim meydanlarında söyledik ve bütün CHP’li belediyelerde nasıl asgari ücreti 1 500 lira yaptıysak bu yolu da yapacağız, sözümüz söz.
   
İŞ KAZALARINDA AVRUPA BİRİNCİSİ, DÜNYA ÜÇÜNCÜSÜYÜZ
İnsan hayatı kadar değerli hiçbir şey yoktur, insan hayatı değerlidir. Hepimiz çocuklarımızın üstüne titreriz; annemizin, babamızın üstüne titreriz. İnsan çalışırken de iş güvenliğinin olması lazım. İyi bir ortamda, kazanın olmadığı bir ortamda, risklerin ortadan kaldırıldığı bir ortamda çalışmak ister; çünkü çalışmak kadar değerli bir şey yoktur. Alın teri döktüğümüz ve karşılığında aylığını aldığınız zaman eve huzur içinde koltuğunuzun altında iki ekmekle gidiyorsanız, sizden daha mutlu bir insan yoktur. Çocuğunuz okula giderken kazandığınız parayla çocuğunuza harçlık veriyorsanız, sizden daha mutlu bir insan yoktur. Evde mutfakta eşiniz veya birlikte alın teriyle kazandığınız malzemelerden yemek yapıp akşam huzur içinde sofraya oturuyorsanız, sizden daha mutlu bir insan yoktur. O nedenle insan hayatı, insanın emeği, insanın alın teri çok değerlidir. Şimdi sizlere bazı rakamlar vereceğim. Ocak ayında 110 kişi, Şubat ayında 140 kişi, Mart ayında 157 kişi, Nisan ayında 168 kişi, Mayıs ayında 119 kişi, Haziran ayında 200 kişi, Temmuz ayında 133 kişi, Ağustos ayında 199 kişi, Eylül ayında 141 kişi, 14-24 Ekim arasında son bir haftada 121 işçi iş kazasında hayatını kaybetti. Bunlar fabrikada, inşaatta, tarımda çalışırken iş kazası geçirip hayatını kaybeden isimsiz insanlar. Hiç kimse, ya bu işçiler hayatını neden kaybetti? Bu asansör 50’inci kattan aşağıya düşerken içindeki insanlar neden öldü? Naylon bir çadırda yatarken çadırın yanması sonucu insanlar hayatlarını neden kaybettiler? Bir lokma ekmek için, kimseye muhtaç olmasınlar diye. Peki, bunların derdini hangi siyasi parti gündeme getiriyor? Bu insanlara hangi siyasi parti sahip çıkıyor? Bu garibanlara hangi siyasi parti kucak açıyor? Gayet açık, gayet net, gayet vicdanen huzur içinde söylüyorum: Bu insanların tek bir sahibi vardır, o da Cumhuriyet Halk Partisidir, halk partisidir, halkın partisidir. İş kazalarında Avrupa birincisiyiz, iş kazasında dünyanın da üçüncüsüyüz. Ama hiç kimse gidip bu gariban insanlara sormuyor. Avukat tutacak paraları bile yoktur bu insanların, yüzde 99’u asgari ücretle çalışıyor ve aylıklarını da zamanında alamıyorlar, büyük bir kısmının sigortası da yok. Bunların aileleri var, bunların çocukları var. Hükümete sormak gerekmiyor mu Allah aşkına, bu vicdan denen şey nerede acaba? Rantın içinde bir yerde mi gizli bu vicdan denilen şey? Bu insanlara ne zaman sahip çıkacaksınız? Bu insanların hakkını, hukukunu ne zaman koruyacaksınız?

BİZ İNSAN ODAKLI BİR SİYASETTEN GELİYORUZ

Bana diyorlar ki, “Neden mağdurlara sahip çıkıyorsun?” Ben, zalime mi sahip çıkayım? Mağdura sahip çıkacağım. Bir hükümet niye vardır? Hükümetlerin programları olur. İki tür hükümet programı olur arkadaşlar. Bir, rant odaklı hükümet programı; iki, insan odaklı hükümet programı. Rant odaklı olan yerde bu tür kazalar olur, yüzlerce insan hayatını kaybeder, iş kazalarında hayatını kaybeder ve sahibi de yoktur bu insanların. Ama, 50 katlı, 80 katlı, 100 katlı binalar yapıp, bir gecede imar planını değiştirip birisinin cebine 50-60 milyon dolar para koyduğunuz zaman, o rant odaklı bir siyasi anlayıştır. Biz insan odaklı bir siyasetten geliyoruz, öyle bir anlayıştan geliyoruz. Kimliği ne olursa olsun- bir daha söylüyorum- inancı ne olursa olsun, yaşam tarzı ne olursa olsun insan en değerli varlıktır ve bizim başımızın üstünde yeri vardır.

CHP İKTİDARINDA HİÇ KİMSE MAĞDUR OLMAYACAK

İşsizlik sorununu 14 yıldır çözemediler. Sayın Cumhurbaşkanı Bursa’ya gidiyor. 35 yaşında bir kişi “İşsizim. İntihar edeceğim, bana iş bulun” diyor. Ne iş buluyorlar? Güvenlik görevlileri alıyor kapının dışına koyuyorlar. Sayın Cumhurbaşkanı açıklama yapıyor: “İşsizliği önleyemedik, bundan sonra da önleyemeyeceğiz işsizliği” diyor. Asıl konuşması gereken kim? Binali Yıldırım. Binali Yıldırım ‘işsizliği önleyeceğiz’ diye bir laf ediyor mu? Etmiyor. Peki, bu insanlar eve ekmek nasıl götürecek? İşsizlik, bütün kötülüklerin anasıdır, kimse unutmasın. Kişiyi aç bıraktığınız zaman ne yapacak, nereye gidecek bu kişi? Yine Bursa, yine aynı olay; bu kez birisi Sayın Cumhurbaşkanına bağırıyor “Dört çocuğum var, dördü de aç. Bunlara bakmak zorundayım, bana iş verin, iş bulun bana” diyor. Dört çocuklu bir baba, hüngür hüngür ağlıyor arkadaşlar. Buna hangi vicdan dayanır? 4 çocuğu açlığı mahkûm etmek. Biz niye diyorduk Aile Sigortasını getireceğiz diye? Hiçbir baba ağlamasın diye getireceğiz. Sözüm söz, CHP iktidarında aile sigortasını getireceğiz, hiçbir ailenin geliri 600 liranın altında olmayacak. Hiç kimse mağdur olmayacak. Sosyal devletin koruması altında olacak. Bakın biz her vatandaşımızı düşünerek politika üretiyoruz. Eğer bir kişi işsizse, çocuğuna bakamıyorsa, 4 çocuğu varsa ve çıkıp bir çocuk gibi ağlıyorsa buna vicdan dayanmaz. Hükümetin çözüm üretmesi lazım buna, üretiyor mu? Hayır, üretmiyor. Tam tersine “işsizlik daha da artacak” diyor.

TÜRKİYE’Yİ TEFECİ FAİZDEN ANCAK CUMHURİYET HALK PARTİSİ KURTARABİLİR

Değerli arkadaşlarım, 5 milyon 870 bin işsizimiz var. Üniversite mezunları arasında işsizlik oranı daha yüksek. Eğer bir evde bir işsiz varsa anne huzursuzdur, baba huzursuzdur, çocuklar huzursuzdur, bu çocuk ne zaman işe girecek diyecektir. Eğer bir siyasi iktidar, işsizliği temel sorun kabul etmiyorsa, Allah aşkına, onu artık sandığa gömmenin zamanı gelmiş demektir, bunu yapacaksınız. İşsizlik bir yana esnaf da, vatandaş da faiz batağı içinde, evet faiz batağı içinde. Seçim meydanlarında söyledim, kredi kartı ve tüketici kredisi borcu olan vatandaşların faizlerini sıfırlayacağım dedim. İnanmadı vatandaşımız, her hâlde kanaat getirmedi ki bize bu bağlamda oy vermedi ama aynı sözümüzün arkasındayız. Türkiye’yi tefeci faizden ancak Cumhuriyet Halk Partisi kurtarabilir.

FAİZLERİ YÜZDE 1’E İNDİREN KANUN TEKLİFİNİ GETİR, DESTEK VERECEĞİM

Şimdi, Sayın Başbakan dert yanıyor: “Efendim, bankacılara sesleniyoruz, tefeciliği bırakın.” Tabii, sanıyor ki CHP iktidarda kendisi de muhalefette. Bereket versin, ‘bu faizleri CHP yükseltti’ de demedi, diyebilir de yani, çünkü böyle bir hastalık var ayrıca. Faizler almış başını gidiyor, sorunu çözmek zorunda olan bir Başbakan bankacılara kızıyor “Niye bu faiz bu kadar yüksektir?” diyor. Ya, sen başbakan değil misin? Sen, sorunları çözmek için o makama gelmedin mi? Sen neden şikâyet ediyorsun? Hadi, ben şikâyet edebilirim, benim hakkım var, vatandaşın bana verdiği böyle bir yetki de var, senin şikâyet etmeye hakkın yok ki. Sadece o değil, Sayın Cumhurbaşkanı da faizlerden şikâyetçi “Faizler çok yüksek” diyor. İndirin kardeşim. Siz faizleri indirdiniz de CHP olarak biz engel mi olduk? Meclise getir bir kanun teklifi ver, faizler yüzde 1’i geçemez de, vallahi destek vereceğiz, billahi destek vereceğiz, getir bakalım. Getirir mi? Getiremezler, abileri izin vermez. Bakın gayet açık, gayet net söylüyorum: Faizleri yüzde 1’e indiren kanun teklifini getir destek vereceğim kardeşim. Öyle bağırmaya çağırmaya da gerek yok; asarım keserim demeye gerek yok, bankacılara şunu yaparım bunu yaparım demeye de gerek yok, getir kardeşim, madem çözüm diyorsun, madem faiz inmiyor. Niye inmiyor? Merkez Bankasına bağırıyorlardı “Faizi indir, indir…” Son oturduklarında “Faizi indirmiyorum” dedi. Bizimkilerden ses bile çıkmıyor. Siz “Faizi indirin” diye bağırıyordunuz, niye bağırıyorsunuz o zaman?

TÜRKİYE’NİN NORMALLEŞMESİ, OHAL’DEN ÇIKMASI LAZIM

Devleti yönetemiyorlar değerli arkadaşlarım, devlette ciddi bir yönetim boşluğu var, yönetemiyorlar. Bir yönetici şikâyet ediyorsa, yönetme iradesini kaybetmiş demektir. Bakın, Müstakil Sanayici ve İş Adamları Derneği var. Sayın Başkan şunu söylüyor: “55 yaşındayım, son üç aydır konuşmadığımız kadar FETÖ konuştuk. Yazıktır, mücadele edilsin ama günlük hayatın da normalleşmesi gerekiyor” diyor. Evet, günlük hayatın normalleşmesi lazım, Türkiye’nin OHAL’den çıkması lazım, olağan koşullara Türkiye’nin kavuşması lazım. Bunu yaparsanız her türlü desteğimiz var, hiç itiraz etmiyoruz, bunu getirin yapalım.

HER ŞEYİ GETİRİP DOLARA BAĞLAYAN VATANDAŞ DEĞİL, SENSİN
Yine şikâyet ediyorlar, dolar aldı başını gidiyor Sayın Başbakan diyor ki “Her şeyi getirip dolara bağlamayın.” Ya kardeşim, her şeyi getirip dolara bağlayan sensin, vatandaş değil ki. Köprüyü dolara bağladın, otoyolu dolara bağladın, her şeyi dolara bağladın, vatandaş o köprüden geçerken dolar üzerinden para ödüyor. Sonra dönüp vatandaşa diyorsun ki “Dolar yükseldi, her şeyi getirip oraya bağlamayın.” Neyi söyleyeceksin? Neyi anlatacaksın Allah aşkına? Tabii, yine teşekkür ediyoruz. ‘Bu dolar yükselişine CHP yol açtı’ da demedi yani, diyebilirdi, dolar artışına CHP yol açtı diye.

14 YILDA DEVLETİN ÖDEDİĞİ FAİZ ESKİ PARAYLA 692 KATRİLYON LİRA
Şimdi, bu tefeci düzenle vatandaşların ödediği faizleri anlatayım, ne kadar faiz ödemiş vatandaş. Hani, bunlar bir de faize karşılar ya! 8 yıl 8 ayda, son sekiz yıl ve sekiz ayda tüketici kredisi ve kredi kartları dolayısıyla bankalara ödenen faiz 255 milyar 462 milyon lira, eski parayla 255 katrilyon lira parayı vatandaş götürüp bankalara faiz olarak ödemiş; tefeciye ödenenler hariç, bu, sadece bankalara ödenenler. Peki, devlet ne kadar faiz ödedi? Bunun dışında bir de devletin ödediği faiz var. AKP iktidarından toplam 14 yıl içinde, hani gecelik faizlerin yüzde 1 500 liraya, 1 200 liraya çıktığı dönem dahil, 1989’dan bu yana 135 milyar lira faiz ödemiş devlet yani eski parayla 135 katrilyon lira faiz ödemiş devlet. Peki, bu iktidar döneminde, 14 yılda devletin ödediği faiz 135 katrilyon değil, 692 katrilyon lira. Hani, bunlar faize karşılar ya! Neler yapıyorlar. Vatandaşın bunları bilmesini isterim. Faize karşıyız, tefecileri besliyorlar. Neden diyorum buna? Tefeci düzeni diyorum. Vatandaşı kandırmak için “Biz faize karşıyız, faiz düzenini yok edeceğiz” Bu 692 katrilyon lirayı kime ödedin sen arkadaş? Nasıl ödedin sen bunu? Kimin cebinden ödedin? Fakir fukara, garip gurabanın cebinden ödedin, çünkü onlar vergi ödüyor, su içerken vergi veriyorlar. Sen götürdün tefecilere teslim ettin. O nedenle söylüyorum, bunların vallahi yatacak yeri yok, bunların yatacak yerleri yok.

CUMHURİYET TARİHİNDE İLK KEZ, BİR CUMHURBAŞKANI BİR TERÖR ÖRGÜTÜYLE TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ İLİŞKİLENDİRMİŞTİR
Şimdi, hepimiz terörden şikâyet ederiz. Meşru bir organın bir terör örgütüyle muhatap olmasını da hep eleştirdim ve eleştirmeye de devam edeceğim. Meşru organ hukuk içinde çalışan organ demektir. Yasa dışı bir örgütle muhatap olmak asla doğru değil ama son bir haftada Türkiye Cumhuriyeti bir terör örgütüyle ilişkili konuma getirildi. Diyeceksiniz nedir bu? Dışişleri Bakanımız Çavuşoğlu Cenevre’de bir toplantıya katıldı. Bu toplantıya İran, Rusya, Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri, Katar ve Suudi Arabistan katıldı. Çavuşoğlu bu toplantıdan ayrıldıktan sonra şu cümleyi kurdu: “Terörist El Nusra Halep’ten derhal ayrılmalı.” Bunu 15 Ekim’de söyledi, bundan dört gün sonra Sayın Cumhurbaşkanı muhtarları çağırmış muhtarlara konuşma yapıyor, diyor ki “Putin beni aradı. Bana dedi ki şu Halep’ten El Nusra’yı çektirir misiniz? El Nusra Halep’in dışına çıkar mı?” “Ben de arkadaşlarıma talimat verdim, El Nusra Halep’in dışına çıksın diye.” Bu, ne demektir? Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni bir terör örgütünü destekleyen konuma getirmek demektir. Kim söylüyor bunu? Bu ülkenin Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan kişi söylüyor.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti bugüne kadar gerek içeride gerekse uluslararası alanda meşru olmaya hep özen göstermiştir, uluslararası hukuka uymaya özen göstermiştir. Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir Cumhurbaşkanı bir terör örgütüyle Türkiye Cumhuriyetini ilişkilendirmiştir. Şimdi, yarın kalkıp da Türkiye Cumhuriyeti’ne El Nusra’ya niye destek verdiniz diye soru soracaklar mı? Soracaklar. O silahları TIR’larla kime gönderiyordunuz? İşte, itiraf gayet açık ve net, El Nusra’ya gönderiyordun, cihatçı gruplara gönderiyordun. Neden? Müslümanları birbirine kırdırmak için, Müslüman kanını Orta Doğu’da akıtmak için. Dedim ya, bunların vallahi yatacak yeri yoktur diye, nedenleri bunlar.

TÜRKİYE İLE FRANSA’DAKİ OHAL ARASINDAKİ FARKLAR
Fransa Dışişleri Bakanı geldi Türkiye’ye, benimle de görüştü, anlattık Türkiye’deki tabloyu, Dışişleri Bakanıyla da görüştü fakat medyanın önünde “Bizim OHAL farklıdır”, Çavuşoğlu da diyor ki “Hayır, bizimkiyle sizinki aynıdır” diyor. Yani senin ülkeni ben senden iyi tanıyorum diyor Çavuşoğlu. O da diyor ki “Fransa’da böyle bir şey yok.” Şimdi, ben size farklılıkları anlatayım değerli arkadaşlarım.

Bir: Fransa’daki OHAL yani olağanüstü hal yetkisi, hükümete kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermiyor; bizde bu yetkiyi veriyor. Dışişleri Bakanının bundan haberi yok.
İki: Fransa’daki olağan hal üstü uygulaması keyfî değil, Meclisin denetimde ve gözetiminde, asla o sınırların dışına çıkmaz; bizde olağanüstü hal yetkisi aldılar, sadece olağan hal dönemini değil, dönemin ötesini de düzenleyen kanunlar çıkardınız.
Üç: Fransa’daki OHAL yetkisi kitlesel gözaltı ve tutuklama yetkisi vermiyor; bizde binlerce kişiyi tutukladılar, binlerce kişiyi hapse attılar.
Dört: Fransa’daki OHAL yetkisi mala mülke el koyma yetkisi vermiyor; Türkiye’de pek çok kişinin okullar, fabrikalar, üniversitelere el konuldu ve devletin mülki hâline getirildi.
Beş: Fransa’daki OHAL yetkisi hükümete kayyum atama yetkisi vermiyor; bunlar kayyum atama yetkisi aldılar.
Altı: Fransa’daki OHAL yetkisi hükümete idari bir kararla, keyfî bir kararla kimseyi işten atma yetkisi vermiyor; bizde binlerce öğretmeni kapının önüne bıraktılar. 93 bin personel görevden uzaklaştırıldı, 59 841 kişi memuriyetten çıkarıldı, Fransa ile ne ilgisi var bunun?
Yedi: Fransa’da OHAL döneminde gazetecilerin tutuklanması, hapse atılması, aydınların görevine son verilmesi gibi şeyler söz konusu değil; bizde gazeteciler, öğretmenler, öğrenciler, hepsi topluca yakalandı ve hapislere atıldılar.
Radyolar kapatıldı, türkü söyleyen radyoyu kapattılar, olacak şey değil. Çocuk televizyonunu kapattılar, olacak şey değil. 200 gazeteciyi gözaltına aldılar, 2308 gazeteci işsiz kaldı değerli arkadaşlarım, 16 televizyon kanalı, 3 haber ajansı, 47 gazete, 16 dergi, 23 radyo, 26 yayınevi kapatıldı; Fransa’da böyle bir şey yok.
Sekiz: Fransa’da OHAL döneminde bir kişi bile mağdur edilmedi; bizde milyonlarca kişi mağdur edildi.

Çavuşoğlu, gerçekten merak ediyorum, ya arkadaş, sen Birleşmiş Milletlere senin temsilcin tarafından verilen mektubu da mı bilmiyorsun? Bu mektubun ne olduğunu da bilmiyoruz, emin olun anlamakta zorlanıyorum. Bakın, Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’ne çekince koymuş, Fransa’da biz de koymuşuz. Fransa üç madde ile ilgili koymuş, Türkiye 13 madde ile ilgili koymuş ve diyor ki “Sizdeki OHAL’le bizdeki aynı” Yani, diyorum ya, bunların yatacak yeri yok diye. İmzaladığın metni bir bak kardeşim, o metinde neler yazıyor. Neler yazıyor biliyor musunuz? Sadece ikisini söyleyeceğim, Fransa’nın koymadığı ama Türkiye’nin koyduğu iki maddeyi.
Tutulanlara insani biçimde davranmak, madde 10, çekince koymuşuz yani Türkiye diyor ki Birleşmiş Milletlere “Ben, tutulanlara, hapistekilere, gözaltındakilere insani davranmayacağım, onlara işkence yapacağım” diyor. Kim söylüyor? Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti söylüyor. Olacak şey mi? İnsani davranmayacağım diyor.
İki: Adil yargılanmaya da çekince koymuşuz yani adaletli davranmayacağım, adil yargılamayacağım, bunları topluca mahkûm edeceğim diyor.

GÜCÜ GARİBANLARA YETİYOR
Ben de diyorum ki sen bunu yapamazsın kardeşim. Ben, senin adaletin eğer sorgulanacaksa, önce ben bunu sorgulayacağım. Ben bu ülkede adalet istiyorum. Ben bu ülkede özgürlük istiyorum. Ben bu ülkede insan hakları istiyorum. Ben bu ülkede kadın erkek eşitliği istiyorum. Ben bu ülkede gazetecilerin özgürce yazmasını istiyorum. Ben bu ülkede kim olursa olsun adaletle yargılanmasını istiyorum. Gazetecileri hapse atıyorlar, ne yaptı gazeteciler? Ellerine silah alıp adam mı dövdüler, adam mı öldürdüler? Birisini mi yaraladılar? Hayır. Kendi düşüncesini yazıyor. Neyle yazıyor? Elinde bir tek kalem var. Eğer silah olarak gazetecinin silahı var diyorsanız bir tek silahı var, o da kalemi. Peki, neden bunları hapse atıyorsun? Sadece onları değil, bilim insanlarını da atıyorsunuz hapse. Niye atıyorsunuz hapse bunları? Geçen sefer söyledim, yine söylüyorum: Necmiye Alpay, 12 Eylül döneminde de hapisteydi, şimdi de hapiste. Bu dönemin de 12 Eylül döneminden hiçbir farkı yoktur, 12 Eylül koşullarından daha ağır koşullar vardır. Aslı Erdoğan, niye hapse atıyorsunuz? Hangi gerekçeyle atıyorsunuz? Dünya çapında bir yazar. Binali Bey’e söyledim, bakın, bu kadar gazeteciyi, bu kadar akademisyeni hapse atarsanız Türkiye’de darbe oldu lafına kimseyi inandıramazsınız. Tam tersine, evet, Türkiye’de darbe oldu; darbeyi AKP yaptı, gazetecileri, aydınları, öğretmenleri, öğrencileri, askerleri hapse attı. Sadece Hatay’da 929 öğretmen açığa alınıyor. Ya, peki bu çocuklara kim ders verecek? Yazık günah değil mi bu çocuklara? Bu çocuklar bizim çocuklarımız değil mi? “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” diyor. “İlim Çin’de bile olsa gidin öğrenin” diyor inancımız. Siz öğretmeni alıp hapse atıyorsunuz. Ya, akıl var mantık var. Neden? Gücü onlara yetiyor çünkü, gücü garibanlara yetiyor; öğretmene, memura, öğrenciye, gücü onlara yetiyor. Geçen gazetece fotoğraf vardı, Van’da bir römorkörün üzerinde öğrenciler okula gidiyorlar. 21. Yüzyılın Türkiye’sinden söz ediyorum ben. Hani, mangalda kül bırakmıyorlar ya, şunu yaptık, bunu yaptık, bunu yaptık… Peki, bu tablo ne? Nedir bu tablo? O çocuklar okula gidecek ama öğretmenleri görevden alınmış, çocuklarla öğretmenleri ayırıyorlar. Benim size sözüm söz öğretmen kardeşlerim, hiç meraklanmayın, CHP iktidarında Ferhat ile Şirin’i buluşturacağım gibi sizi öğrencilerinizle buluşturacağım, bunun mücadelesini vereceğim.

NEREDE BİR MAZLUM VARSA ORADA CUMHURİYET HALK PARTİSİ VARDIR
Bir şey daha: Bütün bunların üstüne bir de AKUT çıktı. Yani bir dernek, gönüllü insanlardan oluşuyor, onu da yakaladılar. Efendim, sizi de yargılayacağız. Neden? Cumhurbaşkanına hakaretten. Ne demiş? “Yeri zamanı gelir herkes yargılanır” demiş, “Cumhurbaşkanı, o da yargılanır” demiş. Vay sen Cumhurbaşkanına hakaret ettin, Nasuh Bey’i aldılar götürdüler önce savcıya, arkasından hâkime, tutuklama istemiyle. Neyse ki Sayın Mahruki kontrollü olarak serbest bırakıldı. Akıl sır ermiyor arkadaşlar, bunlar gönüllü. Deprem, diğer felaket olduğu zaman gönüllü gidip insanları kurtarıyorlar, çaba harcıyorlar, emek harcıyorlar. O insanlara sahip çıkacağımız yerde o insanları cezalandırıyoruz. Ama kimse meraklanmasın, nerede bir mazlum varsa orada Cumhuriyet Halk Partisi vardır.

DEMOKRASİ ASKIYA ALINARAK DARBEYLE MÜCADELE EDİLMEZ
Taksim’de söyledim. Okuyayım, belki onlar duymamıştır, okursam belki onların duyma imkânı olur. Taksim Manifestosu’nun 10’uncu maddesiydi: “Devlet kinle, öfkeyle, ön yargıyla yönetilmez. Darbe girişiminde bulunanlar hukuk içinde hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı kalınarak yargılanmalıdır. Devletin vakarı ve ciddiyeti bunu zorunlu kılmaktadır. İşkence, kötü muamele, baskı tehdit, devleti darbecilerle aynı duruma düşürür. Buna izin verilmemelidir" bunu söyledim. Bunu Yenikapı’da da söyledim, bunu İzmir’de de söyledim. Devletin vakarı ve ciddiyeti hukuk içinde insanları yargılamaktır; kinle, öfkeyle, intikam duygusuyla insan yargılanamaz dedim. Peki, darbeyle nasıl mücadele edilecek? Darbeyle mücadele, arkadaşlar, demokrasi askıya alınarak darbeyle mücadele edilmez. Türkiye Büyük Millet Meclisi devre dışı bırakılarak darbeyle mücadele edilmez. Ama bunlar, aynı menzile giden iki farklı yapıydı yani aynı hedefi güdüyorlardı bunlar. Kendi aralarında kavga ettiler.

NELERİ İSTEDİLER VE SİZ NELERİ VERDİNİZ?
Değerli arkadaşlarım, atamalara bakın, bu atamaları kim yaptı? Bereket versin, CHP bu atamaları yaptı demediler çünkü Resmî Gazetede yayımlanıyor, altında hiçbir ÇHP’linin imzası yok. Ben size, CHP’yi suçluyorlar ya FETÖ dolayısıyla, bir örnek vereyim. Geçen Salı toplantısında dört ayrı örnek vermiştim, şimdi bir örnek vereceğim size. Üçüncü sınıf emniyet amiri B.A. -1999 yılında Fethullahçı olduğuna dair 15 kişilik listede yer alan bir emniyet amiri- 5 Mart 2005’te Sayın Binali Yıldırım Ulaştırma Bakanı iken Telekomünikasyon İletişim Başkanlığını kuruyor. Bu başkanlığın en önemli dairesi, dinlemelerle ilgili dairesini, Teknik Daire Başkanlığına bu B.A’yı getirmek istiyorlar ama bir sorun var. B.A’yı getirecekler de, üçüncü sınıf emniyet amirini, dönemin cumhurbaşkanı buna izin vermiyor. “Bu kişi devlet açısından uygun değil” diyor. O zaman Meclise bir kanun getiriyorlar 5 Mart 2005’te, diyorlar ki “Telekomünikasyon İletişim Başkanlığına ve Teknik Daire Başkanlığına yapılacak atamalarda Cumhurbaşkanının imzası olmaz, Cumhurbaşkanının imzasına gerek yoktur” diyorlar ve B. A’yı o dairenin başına getiriyorlar. Biz, bununla ilgili önerge veriyoruz, şikâyet ediyoruz, davalar açıyoruz ama kimse bize bir şey demiyor. Şimdi, bu kişi, değerli arkadaşlarım, 8 Eylül 2016’da tutuklandı. Kim kimi kandırdı? Kim ne yaptı? Kim FETÖ terör örgütünün hamisi konumundaydı? Bir kişiyi dinlemelerle ilgili dairenin başına getirmek için özel kanunu size kim çıkartı, kim ve neden siz ısrarla ve ısrarla illa bu kişi bu dairenin başına gelecek? Cumhurbaşkanının imzasına bile gerek yoktur diye özel kanun çıkarıyorsunuz. Sevgili Binali Yıldırım, bu soruları sana soruyorum, başkasına sormuyorum, bu soruları sana soruyorum, Sen Ulaştırma Bakanıydın. Bunların arasında aslında simbiyotik bir ilişki var yani birbirinden beslenen bir ilişki var. Simbiyotik ilişkiye en güzel örneği aslında Sayın Erdoğan veriyor. Trabzon’da konuşma yapıyor. “17 üniversite kurmak için geldiler, hepsini onadım. Okullar için yer istediler, verdik. Uluslararası camiada davet ettiler. Devlet başkanlarına, hükümet başkanlarına bunları biz refere ettik. Olimpiyat dediler, her türlü desteği verdik. Ne istediniz de almadınız?” dedi. Şimdi, Sevgili Binali Yıldırım’a soruyorum, defalarca sordum Sayın Erdoğan cevap vermedi, Sayın Davutoğlu cevap vermedi, siz teknik bir adamsınız, hukuka vakıf olmasanız bile umarım herhalde bana cevap verme lütfunda bulunursunuz: Neleri istediler ve siz neleri verdiniz? Biz bunu bir öğretmek istiyoruz. Bunu sadece ben değil, Türkiye Cumhuriyeti’ne vergi ödeyen her vatandaş öğrenmek istiyor.

BU YOLSUZLUKLARIN ÜSTÜNÜ ASLA KAPATMAYACAĞIZ
Tabii, darbe girişiminden sonra Mecliste komisyonlar kuruldu, bizim arkadaşlarımız da o komisyonlarda görevliler, çalışıyorlar ve Sayın Hilmi Özkök davet edildi. Hilmi Özkök de dedi ki “Biz daha önce hükümeti uyardık, söyledik; yapmayın etmeyin dedik, bunlar gittikçe güç kazandılar. İleride daha ciddi sorunlar olabilir” diye açıklamalarda bulundu. Binali Bey bundan son derece rahatsız, şöyle bir açıklama yapıyor: “Eski bir Genelkurmay Başkanı çıkıp diyor ki: Biz 2004’te uyardık. Ne uyardınız kardeşim? Karara bakıyoruz, Nur cemaati ve Hizmet hareketi izlenmelidir.” Oysa kararda Fetullah Gülen ismi de geçiyor ama burada onu gizliyor, büyük bir alışkanlıkla bunu gizliyor. “Ne zamandan beri cemaatler terör örgütü oldu? Bizim için kırmızı çizgi terör faaliyetinin başladığı gündür, o da 17 Aralık’tır. Bu örgüt devletle bilek güreşine 17 Aralıkta başlamıştır” diye kendine göre bir tarih çiziyor.
Şimdi, Sayın Başbakanın konuşmasından anlıyoruz ki bir yapının terör örgütü olup olmadığına, devlet aleyhine çalışıp çalışmadığına devletin güvenlik raporlarına bakarak değil, AKP ile olan ilişki durumuna bakılarak karar veriliyor. Evet, devletin istihbarat raporları var, onları dinlemiyorlar, kendileriyle olan ilişkileri üzerine hüküm kuruyorlar. “Terör faaliyetinin başladığı gün 17 Aralıktır” diyor. 17 Aralık silahlı bir eylem değildi. 17 Aralıkta ne vardı? Ayakkabı kutularından çıkan paralar vardı. Evdeki para kasalarının, çikolata kutularında giden rüşvetlerin ve 700 bin liralık kol saati vardı 17 Aralıkta, kimsenin elinde bir silah yoktu. Niye, peki 17 Aralığı milat olarak alıyorlar? Kendi yolsuzluklarını kapatmak için alıyorlar, kendi yolsuzlukları görünmesin diye alıyorlar. Peki, biz bu yolsuzlukların üstünü kapatacak mıyız? Asla kapatmayacağız, kul hakkına sonuna kadar insan gibi sahip çıkacağız.

17-25 ARALIĞI MEŞRULAŞTIRMAK İSTİYORLAR
17 Aralık, aynı menzile gittiğiniz, iş birliği ve güç birliği yaptığınız FETÖ ile ortaklığınızın bozulmasıdır aslında. Konuşmanın içerisinde de zaten söylüyor “Örgüt, devletle bilek güreşine bu tarihte başlamıştır” diyerek de zaten itiraf ediyor. Devletle dediği yani bizimle diyor, 17 Aralıkt’a bizim bütün yolsuzluklarımızı ortaya çıkardı diyor, böyle rezalet olur mu diyor. Ne güzel, ben malı götürüyordum diyor, kimse de ses çıkarmıyordu, kimse bunu bilmiyordu diyor.
Değerli arkadaşlarım, gazeteciler, aydınlar, bilim insanları, hepsi tutuklu, hepsi hapiste. Bu, bizim canımızı yakıyor. Bu yapının başındaki kişi, ta Pennsylvania’dan 12 Eylül 2010’da Anayasa referandumu dolayısıyla şöyle diyordu: “İmkân olsa mezardakileri bile kaldırarak referandumda evet oyu kullandırmak lazım.” Ben ne diyordum seçim meydanlarında? Hayır oyu vererek bunlara tokat atın, bu tokat okyanus ötesinden de işitilsin, duyulsun diyordum, aramızdaki fark. Peki, Erdoğan ne diyordu? Erdoğan, okyanus ötesine teşekkürler, iyi niyet elçileri gönderiyordu, her türlü yardımı yapıyordu. 17-25 Aralığı meşrulaştırmak istiyorlar, 17 Aralıktan sonra da süratle bir gazeteciyi Pennsylvania’ya gönderdiler. “Aman git, ne olursun aramız bozulmasın, aramızı bul” diye. “Sana uçak tahsis edelim.” Bir gün sonra gidecek, “Niye bir gün sonra? Çok gecikiyorsun. Aman, derhal git” diye de yalvar yakar oldular. Biz bunların hepsini biliyoruz.

ASTSUBAY ÖMER HALİS DEMİR, RECEP TAYYİP ERDOĞAN BAŞKAN OLSUN DİYE ŞEHİT OLMADI

Daha önemlisi değerli arkadaşlarım, Başbakan Binali Yıldırım diyor ki “Başkanlığın kapısı 15 Temmuz gecesi açılmıştır. Evet “Başkanlığın kapısı 15 Temmuz gecesi açılmıştır” diyor. Böylece darbe gecesi Sayın Cumhurbaşkanının “Bu bize Allah’ın bir lütfu, sonu iyi olacak” derken neyi kastettiğini Başbakan açıklamış oluyor. Bu söz, 15 Temmuz’da tankların önüne yatan, kurşunlara hedef olan şehitlerimize ve gazilerimize ihanettir ve ayıptır. Şehit Astsubay Ömer Halis Demir, Recep Tayyip Erdoğan başkan olsun diye şehit olmadı. 15 yaşında şehit olan Halil İbrahim Yıldırım, Erdoğan darbeden sonra başkan olsun diye şehit olmadı. Kazanlı Mustafa Amca, darbeden sonra Erdoğan başkan olsun diye şehit olmadı. Şehitlerimize yazıktır, şehitlerimize günahtır. Darbeyi fırsat bilip ben nasıl koltuğumu sağlamlaştırırım, nasıl tek yetkili olurum, nasıl her şey bana bağlanır arayışına girdi. Bu arayışa 1940 yıllarda Hitler de girmişti. Avrupa’yı kana buladı, dünyayı kana buladı. Bu sevdadan vazgeç kardeşim, senin başkan olma gibi bir niyetinin olmaması gerekir bu ülkeye ve bu cumhuriyete saygı duyuyorsan.

SAYIN CUMHURBAŞKANI ANAYASAL SINIRLAR İÇİNE ÇEKİLSİN

Değerli arkadaşlarım, bu zat, Anayasal sınırlar içine çekilsin. Evet, Sayın Cumhurbaşkanı anayasal sınırlar içine çekilsin. Hükümet kendi işine baksın, yargı kendi işine baksın, medya kendi işine baksın, tam demokrasi olsun. Kimsenin şikâyeti yok, halkın oyuyla seçildiniz, eyvallah, itirazımız yok zaten ama devletin her işine müdahale etmeyin kardeşim. Bu ülkenin Başbakanı var, bu ülkenin bakanları var, onların işine müdahale ediyorsun. Sen, El Nusra’ya diyorsun ki “Bu terör örgütü değil”, Dışişleri Bakanı diyor ki “bu terör örgütü.” nasıl oluyor bu? Bir hükümette iki farklı ses; biri Cumhurbaşkanı, kendisini devlet başkanı pozisyonuna koymuş, anayasayı çiğniyor; öbürü Dışişleri Bakanı, duyarlığı biliyor, bölgeyi biliyor. Şu Musul’da yaşadıklarımız… Ağırıma giden ne biliyor musunuz? Diyorlar ki “Peşmerge izin verdi Başika’da Türk topçusu ateş etti.” Peşmergelerden açıklama: “Biz böyle bir şey yapmadık, biz izin vermedik” diyorlar. Ağırıma giden ne biliyor musunuz? Koskoca Türkiye Cumhuriyeti ordusunun Peşmergelerin emrine verilmiş olması. Sizin ağırınıza gitmiyor mu Allah aşkına? “İzin verdiler, Musul’a gireceğiz. Musul’da biz de varız, masada biz varız. A planımız var, B planımız var, C planımız var.” Kim söylüyor bunları? Sorumluluğu olmayan bir insan söylüyor. Bakın, Binali Bey söylese sorarız Binali Bey’e, kardeşim planların nedir, gel Meclise bilgi ver diye. Kim söylüyor? Cumhurbaşkanı söylüyor. Yetkisi var mı? Yok. Görevi var mı? Yok. Sorumluluğu var mı? Yok. Niye konuşuyorsun kardeşim. Türkiye’yi niye zor duruma sokuyorsun? Buyurun. Eskiden Orta Doğu’da sorun çıksa başvurulan ülke Türkiye idi; şimdi sorunun Türkiye oldu, oradaki kabile reisleri bile Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini azarlıyorlar. Evet, kabile reisi azarlıyor.

SEN DE KURTUL BİZ DE KURTULALIM

Değerli arkadaşlarım, şimdi deniyor ki efendim, Sayın Cumhurbaşkanı Anayasayı ihlal ediyor, sınırlarının dışına çıktı. Ne yapalım? O zaman yapacağımız bir şey var, Anayasayı değiştirelim, kuralları değiştirelim, buna göre bir anayasa yapalım, bu kişiye göre yeni bir anayasa yapalım. Peki, yeni bir anayasa yaptık, ona da itiraz etse ne yapacağız? Onu da ihlal etse ne yapacağız? Sayın Bahçeli’den istirhamım: Şu açıklama bence yeterlidir. Gel, bu kişiyi kral yapalım ve serbest bırakalım, ne istiyorsa yapsın. Bir televizyon kanalını da bağlayalım 24 saat canlı yayın yapsın; sen de kurtul biz de kurtulalım kardeşim.

CUMHURBAŞKANI SEÇİLEN KİŞİ TARAFSIZ DAVRANMAK ZORUNDADIR

Bakın değerli arkadaşlarım, Cumhurbaşkanı seçilen kişinin partiyle ilişiği kesilir. Kesildi mi? Kesilmedi. Cumhurbaşkanı seçilen kişi tarafsız davranmak zorundadır. Tarafsız davranıyor mu? Davranmıyor. Cumhurbaşkanı seçilen kişi 23,5 milyon oy almış bir başbakanı darbeyle devirdi, Davutoğlu’nu alaşağı etti. Hukuka uygun mu? Değil. Demokrasiye uygun mu? Değil. Adalete uygun mu? Değil. Bunu yaptı. “Mahkeme kararlarını tanımam” dedi. “Yasama ve yargı benim için ayak bağıdır” dedi. Şimdi, biz bu kişiye diyoruz ki sen nasıl bir anayasa istiyorsan gel biz o anayasayı ona göre yapacağız. Ettiğin yemini unutacaksın, Anayasayı çiğneyeceksin, mahkeme kararlarını tanımayacaksın, Meclisi ve güvenoyu almış hükümeti yok sayacaksın, her önüne geleni kandıracaksın, ülkenin başını belaya sokacaksın… Peki kardeşim, yarın birisi seni kandırdı ve sen de kalktın Türkiye’nin başına bela açtın o zaman biz ne yapacağız? Bu kadar yetkiyi sen niye istiyorsun? Hangi gerekçeyle istiyorsun? Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin, altını çiziyorum, koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni Pennsylvania’daki meczup bir kişi karşısında acze düşüreceksin, yüzlerce insan ölecek sonra çıkıp da ‘başkanlık, başkanlık, başkanlık’ diye tutturacaksın. Ya insanda biraz ar, biraz edep olur arkadaşlar, biraz edep olur. Oysa 2013 Haziran ayında şunu söylüyordu Sayın Cumhurbaşkanı: “Türkiye, parlamenter sistemin bütün kural ve kurallarıyla işlediği hem de tıkır tıkır işlediği bir ülkedir.” Cumhurbaşkanı seçildikten sonra bu tıkır tıkır işleme işi bitti. Olmaz değerli arkadaşlar, buna izin vermeyeceğiz.

FETÖ’CÜLER HANGİ PARTİDE BULUNUR, BUNUN ÜÇ TANE ANAHTARI VAR
Şimdi soruyorlar “Kim FETÖ’cü, kim FETÖ’cü değil?” Partileri suçluyorlar, bizi de suçluyorlar “CHP’nin içinde de çok var” diyorlar. Bakın arkadaşlar, Sayın Binali Yıldırım’a çok açık ve çok net bir çağrı yapıyorum: Ucu nereye giderse gitsin, nereden başlarsa başlasın her türlü soruşturmaya var mısın? Gel arkadaş, her türlü desteği vereceğiz. 60’lı yıllar, 70’li yıllar, 80’li yıllar, 90’lı yıllar sonuna kadar gidelim. Gelir mi? Abisi izin vermez.
Bakın, FETÖ’cüler hangi partide bulunur? Bunun aslında çok kolay bir yöntemi var. Üç tane anahtarı var.
Bir: Hangi partide bir kişinin kölesi olma, sorgusuz sualsiz bir kişiye itaat etme, doğruyu yanlışı bir kişiye göre belirleme ön plana çıkmışsa FETÖ’cüler o partidedir, gayet açık, gayet net.
İki: Hangi parti bir kişinin adıyla anılıyor, o kişinin yazılı mesajı ayakta alkışlanıyor ve dinleniyorsa FETÖ zihniyeti o partidedir, bu kadar açık.
Üç: Hangi parti “siz bunu anlamazsınız, bunun adı reise itaat, davaya sadakat diyorsa FETÖ’cüler o partidedir.
Bakın aynı kurallar geçerli. Ama, itaati hukuk, sadakati cumhuriyet, bağlılığı anayasa olan, kadın-erkek eşitliğine inan, akıl ve bilim önceliklidir diyen Cumhuriyet Halk Partisinde zaten böyle bir iklim olamaz.

ONUN MAĞDURU DA RIZA SARRAF, O DA ONA SAHİP ÇIKIYOR
Darbeyi fırsat bilip 1 milyonu aşkın mağdur yaratıldı, ben mağdurlara sahip çıkıyorum “Neden mağdurlara sahip çıkıyorsun?” diyorlar. “Efendim, kandırıldık” diyorlar. Sakarya’daki baba, oğlunun ilaçları zamanında verilmediği için vefat eden –Allah rahmet eylesin- öğretmenin babası diyor ki “Sayın Cumhurbaşkanı bile kandırıldığına göre benim oğlum da haydi haydi kandırılmış yani benim oğlumun ne günahı var, benim çocuklarımın ne günahı var” diyor. Ben mağdurlara sahip çıkıyorum, onun da mağduru ayrı ama, onun mağduru da Rıza Sarraf, o da ona sahip çıkıyor. Evet, Amerika’ya gidiyor herkesle konuşuyor, “Rıza Zarrafı niye tutukladınız, niye gözaltına aldınız, mağdur oldu. Ne güzel bizim bakanlara rüşvet veriyordu, çikolata kutusunda para gönderiyordu, 700 bin liralık kol saati alıyordu. Bunlardan biz mağdur olduk. Serbest bırakın, aynı kervan yoluna devam etsin” diyor. Ama ben de 15 Temmuz sonrası, bu ülkenin haksız yere zindanlara atılan öğretmenine, öğrencisine, erine, erbaşına, uzman çavuşuna, akademisyenine, gazetecisine, yazarına çizerine sahip çıkıyorum. Bizim aramızdaki fark da bu. Biz insanı seviyoruz, onlar doları seviyorlar; biz vicdan diyoruz, onlar cüzdan diyorlar; biz Berkin Elvan diyoruz, onlar Allah Allah ne oldu bizim bu fayanslar kırıldı, onların derdi fayans, bizim derdimiz insan. İnsanı yaşatacağız, insanı yücelteceğiz, adaletle bu ülkeyi yöneteceğiz.
Hepinize saygılar sunuyorum.

Gündem'den Öne Çıkan Haberler