27.05.2016

24 Mayıs 2016 tarihli TBMM Grup Konuşması

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU:
-FİRAVUN DÜZENİNİ YIKACAĞIZ

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Firavunlaşan bir yapı var karşımızda. Bir firavun var, onun altında bir ekibi var. Firavun düzenini yıkacağız. Firavun düzeninde hak olmaz, adalet olmaz, namus olmaz, şeref olmaz. Bunlar bizim değerlerimizdir; hakkı da, adaleti de, namusu da, şerefi de siyasete yeniden kazandıracağız” dedi.
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Türkiye’nin ve çağdaşlığın güvencesi olan değerli yol arkadaşlarım, kadın erkek, yaşlı herkese selamlar saygılar sunuyorum.
Bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarım; hepinize, Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan selamlarımızı, sevgilerimizi, şükranlarımızı gönderiyoruz.
Bütün yurttaşlarıma şu güvenceyi veriyorum: Türkiye’nin birleştirici gücü Cumhuriyet Halk Partisidir. Hiçbir ayrım yapmadan herkesi kucaklayan, herkesle dost olmak için mücadele eden, herkesin kimliğine saygı gösteren, inancına saygı gösteren, yaşam tarzına saygı gösteren ve en önemlisi, Türkiye Cumhuriyeti’nde kandan beslenmeyen tek parti Cumhuriyet Halk Partisidir. Barışın adresi Cumhuriyet Halk Partisidir.

BÜTÜN ÇERKEZ KARDEŞLERİMİN ACISINI PAYLAŞIYORUM
Sevgili dostlarım, sevgili yurttaşlarım; 21 Mayıs’ta her yıl bir acı anılır, Çerkezlerin yas tuttukları gündür. Yaklaşık yüz elli yıl önce Anadolu’ya gelmek için uzun bir sürecin içine girdiler, çoğu yollarda hayatını kaybetti. Karadeniz’de hayatını kaybeden çok sayıda Çerkez kardeşimiz vardı. Onlar, her yıl 21 Mayıs’ta acılarını bir şekliyle masaya yatırırlar ve acılarını anarlar, eski atalarını saygıyla yâd ederler. Şundan herkes emin olsun: Herkesin acısıyla beraber olmak, acıyı paylaşmak bizim insanlık borcumuzdur. Bütün Çerkez kardeşlerimin o acısını paylaşıyorum, hepsine buradan en içten selamlarımı, sevgilerimi gönderiyorum.
21 Mayıs aynı zamanda Dünya Süt Günü idi. Çocuklarımız daha iyi beslensin diye süt içiririz, süt ürünleri yediririz daha iyi beslensinler diye, ama bir ülkede üretilen süt eğer sudan daha ucuzsa orada bir sorun var demektir. Süt üreticilerinin sorunlarını CHP dışında hiç kimse gündeme getirmiyor. Ama nerede bir yurttaşımız var ve nerede bir yurttaşımızın sorunu varsa o soruna çözüm üretmek bizim boynumuzun borcudur. Buradan söz veriyorum, süt üreticilerinin sorunlarını da Türkiye Büyük Millet Meclisinde gündeme getireceğiz. Sorunların çözümü için yerel yönetimlere talimat verdim. Örnek mi istiyorsunuz, gitsinler İzmir’e baksınlar, gitsinler Burdur’a baksınlar. Sorunları çözeceğiz.

İŞÇİLERİN SESİNİ CHP’DEN BAŞKA HİÇBİR PARTİ DUYMAZ
Başka bir olaydan söz edeyim. Asgari ücret zammını alamayan işçiler, zaten kaç kuruş asgari ücret veriyorsunuz ki? O zammı dahi alamayan işçiler, 105 işçi Sakarya’da 29 Mart’tan bu yana asgari ücret zamlarını alamıyorlar. Mart, Nisan, Mayıs, üç aydır alamıyorlar. Nasıl oluyor bu tablo? Niçin emeklerinin, alın terlerinin karşılığını alamıyorlar? Bunların aileleri var, çoluk çocukları var, bunların sorumlulukları var, alamıyorlar ama seslerini hiçbir yere de duyuramıyorlar. Sakarya’daki işçi kardeşim, sevgili Sakaryalılar; bize sadece bir milletvekili verdiniz, başımızın üstünde yeriniz var. Ama biz alın terine önem veriyoruz, emeğe önem veriyoruz, insana önem veriyoruz. Oradaki 105 işçi kardeşimin dertlerini de sadece ve sadece CHP olarak biz dillendiriyoruz çünkü biz halkın partisiyiz, emeğin partisiyiz, alın terinin partisiyiz, elbette ki onların sorunlarını dile getirmek her şeyden önce bizim görevimiz.
Bir başka acı olay daha: Bu kez asgari ücret zammını alan değil, ücretlerini alamayan işçilerin dramı. 120 maden işçisi, Ocak 2016 tarihinden bu yana çalışıyorlar ama ücretlerini alamıyorlar; Ocak, Şubat, Mart, Nisan, Mayıs. Peki, ücret alamayınca çoluğunu çocuğunu nasıl geçindirecek bu insanlar? Eylem yapıyorlar. Bakın arkadaşlar, önce gidiyorlar valilik önünde eylem yapıyorlar “Ücretlerimizi alamıyoruz, vali bize sahip çık” diye. Vali duymuyor, kimse duymuyor. Sonra, Zonguldak şehir merkezinde yedi katlı bir binanın çatısına çıkıyorlar, orada eylem yapıyorlar. Acaba, Allah’ın bir kulu çıkıp da bizim sesimizi duyacak mı diye. “Çoluk çocuk besliyoruz. Beş aydır ücret almıyoruz” diyorlar, yine ortalıkta tık yok. Sonra, geçen Çarşamba günü “En iyisi biz maden ocağına inelim ve orada ölüm orucu tutalım. Sesimizi acaba kim duyacak?”
Değerli arkadaşlarım, onların seslerini, o işçi kardeşlerim de bilsinler, Cumhuriyet Halk Partisi dışında hiçbir parti duymaz, duyamaz zaten. Çünkü biz, emeğin ne kadar değerli olduğunu biliyoruz, alın terinin ne kadar değerli olduğunu biliyoruz, kul hakkının ne kadar değerli ve kutsal olduğunu biliyoruz ama onlar bilmezler. Onlar dini istismar ederler, emeği istismar ederler, alın terini istismar ederler ama biz etmeyiz. Biz söz verdik, dedik ki asgari ücret net 1 500 lira olacak. Bütün CHP’li belediyelerde asgari ücret net 1 500 liradır. Diyorlar ya “CHP yapabilir mi acaba?” Evet, yaparız.

OYUNUZU ALANA KADAR SİZİ KANDIRIYORLAR
Değerli arkadaşlarım, geçen günlerde 2016 Tarımsal Destekleme Kararnamesi yayınlandı. Yani tarımı destekleyecekler ama kararname işsizlik yaratma kararnamesi gibi ortada geziyor. Daha önce tarımı desteklemek için bir karar almıştı hükümet, güzel bir karar. 170’e yakın ziraat odasında “Uzman çalıştırın” dedi. Ne uzmanı? Tarım uzmanı, ziraat mühendisi, veteriner hekim, teknik elemanlar, bunları çalıştırın. Her ziraat odası için 8 uzman çalıştırıyorlardı ve devlet bunlara 36 bin lira teşvik veriyordu. Yeni kararname 8 çalışanı 2’ye indirdi; 36 bin liralık teşviki de 20 bine indirdiler. Seçim öncesi istihdam yaratıyorsun, seçim sonrası hepsini kapının önüne koyuyorsun. Şimdi ben bütün ziraat mühendislerine sesleniyorum, bütün veteriner hekimlere sesleniyorum, bütün teknik elemanlara sesleniyorum: Sizi seçimden önce iş buluyorum diye alıp bir yerlerde istihdam eden, seçim sonrasında da kapının önüne koyan Adalet ve Kalkınma Partisinin adalet anlayışını artık öğrenin, öğrenmek zorundasınız. Sizi kandırıyorlar oyunuzu alıncaya kadar, oyunuzu aldıktan sonra kapının önüne koyuyorlar. Ama size sözüm var: CHP iktidarında her köyde en az 1 ziraat mühendisi olacak ve köylüye hizmet edecek.

BABALARIN ÇOCUKLARINI TOPRAĞA VERDİĞİ BİR DÖNEMİ YAŞIYORUZ
Değerli arkadaşlarım, sevgili milletvekilleri; geçen hafta Kocatepe Camisinde iki şehidimizin ve bir albayımızın cenaze törenine katıldım. Şehit cenazelerine katılırız, namazımızı kılarız, duamızı yaparız, hoca helallik ister helalliği veririz. Bazen başka cenazeler de olur, onlar için de aynı şeyi yaparız; namazımızı kılarız, duamızı okuruz, hoca helallik ister helalliği veririz. Bazen helallik verdiklerimizle hiç yan yana bile gelmemişiz ama insanlık borcu var, alıştığımız değerler var, alıştığımız kültürler var, sevgiyle bakan dost yüreğimiz var. Dolayısıyla her cenaze sonrasında acıları paylaşmak, yani tasada ve kıvançta beraber olmak için “Bu bizim görevimizdir” deriz ve bu görevle hareket ederiz. Şehit yakınları bazen sitem ederler bize, bunları da büyük bir anlayışla karşılarız. Dün Pendik’ten bir şehidimizin babasıyla görüştüm, o da sitem etti “Neden bu terörü bitirmiyorsunuz?” dedi. “İnşallah bu son olur” dedi. Biz, bu sitemleri de anlayışla karşılıyoruz çünkü ateş düştüğü yeri yakıyor arkadaşlar. Annenin feryadı, babanın acısı herkesin katlanabileceği bir acı değildir. Katılırız, ziyaret ederiz, acılarını paylaşırız ama emin olun en zor iş şehit ailesiyle yan yana gelmektir. Ona ne söyleyeceğimizi emin olun bilemiyoruz. Ne diyeceğiz ona? Acıları paylaşırız çünkü bir annenin feryadı eğer yürek yakıyorsa, o feryadı bütün dünya duyar. Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki çocukların babalarını toprağa verdiği bir dönem değil yani sıralı ölüm değil, babaların çocuklarını toprağa verdiği bir dönemi yaşıyoruz, acı olanı da zaten budur. Hani, bizde güzel bir söz var ya; “Allah kimseye evlat acısı vermesin” diye. Evet, Allah hiç kimseye evlat acısı vermesin. Acıların en derinidir, en yürek yakanıdır, en katlanılmazıdır çocukların erken ölmesi. Anneler hangi umutlarla o çocuklarını besliyorlar, hangi umutlarla yetiştiriyorlar, hangi umutlarla askere gönderiyorlar, hangi umutlarla çocuğum gelecek, onu evereceğim, çoluk çocuk sahibi yapacağım, torunlarım olacak, etrafımda gezecek bu torunlar… Onların bütün umutları bu ve bir cenaze bütün bu umutları yok ediyor. Dolayısıyla, bu olayları hepimizin bilerek, içselleştirerek görmesi lazım… Acılar paylaşıldığı zaman hafifler değerli arkadaşlarım. Biz, acıları da sevinçleri de paylaşacağız çünkü biz beraber olmak istiyoruz, birlikte olmak istiyoruz, birlikte yaşamak istiyoruz; varsa bir derdimiz bir derde ortak olmak istiyoruz; olur ya, bizim de çorbada bir tuzumuz olur. “Neden bu olayları engellemiyorsunuz?” diye bize zaman zaman sitem edilir. “Size oy verdik, Meclise gönderdik, bu sorunları çözün. Hadi, bizim çocuğumuz şehit oldu, toprağa verdik, başka anneler ağlamasın” diye bize sitem ederler. Ben bunların hepsini anlayışla karşılarım çünkü onların sitem etmeye hakları var değerli arkadaşlarım, çünkü kime sitem edecekler? Bakkala mı sitem edecekler, manava mı sitem edecekler, lokantacıya mı sitem edecekler? Kim bu işin sorumlusu ve kim çözmek zorunda bu sorunu? Siyasetçi görünce diyorlar ki “Bunların çözmesi lazım. Seçtik, Meclise gönderdik, Meclise gönderdik bu sorunu çözün diye.” Analar şunu söylerler: “Hadi, ben ağlıyorum, acıyı da biliyorum ama başka analar ağlamasın” diyorlar. Aynı bir acıyı başka bir kadının yaşamasını, başka bir annenin yaşamasını asla istemiyorlar. Onlar bu kadar ulvi düşünüyorlar aslında. Acıyı ben çektim, bu acıyı başkaları çekmesin çünkü acının yüreğinde yarattığı derin sızıyı, derin travmayı ancak o yaşıyor.

ACIYI DİNDİRECEK OLANLAR DEVLETİ YÖNETENLERDİR
Değerli arkadaşlarım, tabii bu cenazelerde bizim siyaset yapmamız doğru değil, siyaset yapılmaz, doğru da değil zaman siyaset yapmak hele hele cami avlusunda, camide siyaset yapmak bizim kültürümüzde de yoktur, insanlık anlayışımızda da yoktur çünkü cami, ibadet edilen yerdir, namaz kılınan yerdir, insanın manevi dünyasını yaratanla paylaştığı bir yerdir. Orada siyaset yapılmaz çünkü siyaset farklı bir alandır. Dini siyasete alet etmek, dini siyasetin bir unsuru olarak görüp onu siyasette kullanmak dine en büyük kötülüktür aslında ve bunun önüne hep beraber geçmek zorundayız. Peki, bu acıyı kim dindirecek? Acıyı dindirecek olanlar devleti yönetenlerdir değerli arkadaşlarım. Bütün annelere, babalara sesleniyorum: Olayı bitirecek olan, acıyı dindirecek olan devleti yönetenlerdir yani hükümetlerdir. Eğer hükümet, hükümet olmanın gereğini yapmıyorsa, acıyı dindirmiyorsa sağlıklı işleyen bir demokraside gitmesi lazım. Gitmiyor ve hâlâ baskı unsuru oluyorsa hepimizin oturup yeniden düşünmesi lazım.

AKP 14 YILDIR TÜRKİYE’NİN TEMEL HİÇBİR SORUNUNU ÇÖZMEMİŞTİR
Neden hükümetlerin görevidir, hangi gerekçeyle? Hükümetlerin görevidir çünkü polis onun emrinde, ordu onun emrinde, jandarma onun emrinde, istihbarat onun emrinde, parlamentoda çoğunluk onun elinde. İstediği yasayı çıkarabiliyor, o zaman onun bahane üretme hakkı ve yetkisi yoktur. Hükümet olan soruna çözüm üretmek zorundadır, ama üzülerek ifade edeyim ki Adalet ve Kalkınma Partisi on dört yıldır Türkiye’nin temel hiçbir sorununu çözmemiştir başta terör olmak üzere, çözmemiştir. “Terörü bitireceğiz” dediler. 2002’de terörsüz bir Türkiye teslim aldılar, terör yok, kimsenin burnu bile kanamıyor. Rahmetli Ecevit mücadelesini yapmış, terör örgütünün liderini getirmiş, hapse atmış, yargılamış, hükümetten giderken terörsüz bir Türkiye’yi Adalet ve Kalkınma Partisine teslim etmiş, buyurun ülkeyi yönetin diye. On dört yılın sonunda nereye geldik.

SEVGİLİ ANNELERİN VİCDANINA SESLENİYORUM

Sevgili anneler, sizlerin vicdanına sesleniyorum; şehit anneleri, gazilerin anneleri, sizlerin vicdanına sesleniyorum: On dört yılda Türkiye’yi bu noktaya kim getirdi? Eğer bu sorunun cevabını vicdanımıza sorup bunu sorgulamazsak görevimizi yapmamış oluruz. Şehitlerin hatırına, çocuklarınızın hatırına, gazilerin hatırına bu soruyu kendi vicdanınıza sorun: 2002’de sorun yoktu, şimdi 100 bin kişi, bakın 100 bini aşkın kişi Türkiye Cumhuriyeti’nde mülteci konumuna geldi, evini terk etti. Hesabını soracağız arkadaşlar, hiç endişe etmeyin.
Yine ben, annelere seslenmek istiyorum: Çocuklarınızı güle oynaya askere gönderdiniz, yüreğinizdeki endişeyi de yüreğinizin bir köşesine hapsederek gönderdiniz “Oğlum, inşallah sağlıklı, huzur içinde döner” diye gönderdiniz çocuğunuzu askere. Hele, Doğu-Güneydoğuya gitmişse arkasından dualar ettiniz, her namaza durduğunuzda dualar ettiniz “Çocuğum kendi evine huzur içinde gelsin” diye. Peki, ben size soruyorum: Terörsüz bir Türkiye devraldılar. Terör örgütü mahkemeler kurdu, kim ses çıkarmadı? Terör örgütü şehirleri silah deposuna döndürdü, kim ses çıkarmadı? Trafik kontrolü yaptılar, kim ses çıkarmadı? Kim valilere “Sakın bunlara dokunmayın” diye talimat verdi? Eğer bu soruları kendi vicdanınıza sormazsanız gereğini yapamazsınız. Kendi vicdanınıza bu soruları soracaksınız. Şehitlerin hatırına sorun, çocuklarınızın hatırına bu soruyu kendi vicdanınıza sorun.

ŞEHİT CENAZESİNİ İSTİSMAR EDEN BİR HAREKETİ AFFETMEM MÜMKÜN DEĞİL

Değerli arkadaşlarım, bunları niye açıklıyorum biliyor musunuz, cenaze namazından sonra yumurta atıldı. Değerli arkadaşlarım, ben siyasette hoşgörüyü hep benimsemiş insanım. Daha önce gittiğim yerlerde de yumurta atıldı hatta savcılar yazı yazdılar “Hakkında soruşturma açalım mı?” diye. Açmayın dedim. O, demokratik hakkını kullanıyor, yumurta atabilir, pasta atabilir, yuh çekebilir, bunların hepsini siyasette biz normal karşılarız, demokrasilerde de normal karşılamamız gerekir. Ama şehit cenazesini istismar eden, ibadet mekânını istismar eden, namaza ve inanca saygı göstermeyen bir hareketi benim affetmem mümkün değil. Çünkü ben dine saygılıyım, inanca saygılıyım. Hele hele cebine çiğ yumurtayı koyacaksın, şehit cenazesine geleceksin; namaz kılmaya, şehidi anmaya, uğurlamaya geleceksin, böyle bir şey olabilir mi? Sen oraya “Ben Kılıçdaroğlu’na yumurtayı nasıl atarım?” diye geliyorsun. Şehide ve şehidin cenazesine saygısızlık gösteriyorsun, inanca saygısızlık gösteriyorsun. Senin Müslüman olma anlayışını bile ben sorguluyorum, sen Müslüman bile olamazsın.

ŞEHİTLERE “KELLE” DİYEN ADAMIN ÖNÜNDE DİZ ÇÖKTÜLER
Şimdi, bunlar geldiler, değerli arkadaşlarım, bize yumurta atıyorlar, eyvallah; inancı siyasete alet ediyorlar, ibadet yerine saygı göstermiyorlar, şehide göstermiyorlar ama benim kafamın almadığı bir soru var, birden fazla soru var, insan olarak düşündüğümde kafamın almadığı birden fazla soru var. Peki, değerli arkadaşlarım, birileri kalktı şehitlere “Kelle” dedi. Şehitlere “Kelle” diyen adama bir şey yaptılar mı? Önünde diz çöktüler. Bunlar samimi olabilir mi? Şehide saygı gösterirler mi? Asla göstermezler. Bunların amacı din, iman değil, bunların tek amacı var, para. Oslo’da masa kurdular, PKK ile pazarlık yaptılar, bunların içinden birisi çıkıp da “Ya, bir dakika, siz nasıl terör örgütüyle masaya oturursunuz” dedi mi? Demedi. Niçin? Bunlar vicdanlarını satan, kiralayan insanlardır, bunlar insanlıktan nasiplerini almamışlardır. Bakanları çıktı şunu söyledi: “AK Parti ile PKK görüşüyor” dedi. Dedi mi? Dedi. Kaydı var mı? Var. Ya, kazaen dese ki “CHP PKK ile görüşüyor” başımıza neler gelirdi. Bunlar görüşüyorlar, bakanı söylüyor “Görüşüyoruz.” Peki, bunlar, çok özür dilerim yani bu konumda olanlar çıkıp da ya, arkadaş, sen nasıl böyle bir görüşme yaparsın dedi mi? Demedi. Kızdı mı? Kızmadı. Neden? Vicdanını, aklını, onurunu parayla kiraya vermiş adam bunlar. “PKK ile görüşenler şerefsizdir” demişlerdi. Sonra ne oldu? PKK ile görüştüğü ortaya çıktı, ne oldu? Bu yumurta atanlar bunlara kızdılar mı? Kızmadılar. Bir şey söylediler mi? Söylemediler çünkü onlar da en az onlar kadar şerefsizdirler.

MISIR’DAKİ SAĞIR SULTAN DUYUNCAYA KADAR SÖYLEYECEĞİM: SİZ TERÖR ÖRGÜTÜNE YARDIM VE YATAKLIK YAPTINIZ
Ben merak ediyorum, 8 şehidimizin olduğu gün, daha naçiz bedenleri soğumadan İstanbul’da görkemli bir nikâh töreni yapacaksın. Peki, bunlar bir şey söylediler mi? Söylemediler. Şimdi ben merak ediyorum: Ya, ben kızıma böyle bir düğün yaptırsam, 8 şehidimizin olduğu gün, yer gök inlerdi, kıyamet kopardı. Peki, bunlar ses çıkarmadılar mı? Hiç çıkarmadılar, hiç ama hiç çıkarmadılar. O nedenle söylüyorum değerli arkadaşlar, asıl nedenleri şu: Ben her grup toplantısında söylüyorum ya, Adalet ve Kalkınma Partisinin yöneticileri terör örgütüne, PKK’ya yardım ve yataklık yapmışlardır, bunu kesmek için. Bu söylemden müthiş rahatsız oluyorlar. Doğru, siz, terör örgütüne yardım ve yataklık yaptınız, yapmaya da devam ediyorsunuz çünkü iki taraf da kandan besleniyor. Bunu, acaba Kılıçdaroğlu söylemez bir daha diyorlar, yumurta atacağız, bir daha söylemez. Mısır’daki Sağır Sultan duyuncaya kadar söyleyeceğim, siz terör örgütüne yardım ve yataklık yaptınız. Bakın ben bunu söylüyorum, ağzımdan çıkan her laf için dava açıyorlar ama bunun için korkudan dava açamıyorlar. Neden? Yardım ve yataklık yapacaklarını mahkemede ispat edeceğim diye korkudan açamıyorlar. Sarayın korkusu da var, onun da korkusu bu. Her yerde söyleyeceğiz hiç korkmadan hiç çekinmeden belge belge vereceğiz, dava açmazlarsa namertlerdir diyorum. Bakın, dava açın diyorum, niye açmıyorsunuz diyorum, açamıyorlar. Dolayısıyla, gelen her şehidin kanı bunların yakalarındadır. Gelen her şehidin sorumlusu bu ülkeyi yönetenlerdir. Bu ülkede vatandaşın can ve mal güvenliğini kim sağlayacak? Bakkal mı sağlayacak? Çiftçi mi sağlayacak? Can ve mal güvenliğini hükümet sağlamak zorunda ama vatandaşın can ve mal güvenliği sağlanmış değil.

CUMHURİYET HALK PARTİSİNDE FEZLEKESİ EN FAZLA OLAN BENİM

Değerli arkadaşlarım, geçen hafta dokunulmazlıklar konusu Parlamentoda görüşüldü ve Anayasa değişikliği geçti. Şimdi, aklı evvel çoğu köşe yazarı yazar, bizi suçlar çünkü AKP’yi suçlayacak alan yok, dar, siyaset yapma alanı sadece CHP’yi eleştirmek. CHP’yi eleştirirsen hem el üstünde tutulursun hem de “Bravo” derler, sırtın sıvazlanır, bunu yap. Bizim eleştirilecek yönümüz yok mu? Olabilir. Eleştiriye saygılı mıyız? Elbette saygılıyız, hiçbir endişemiz yok ama kimse olayları çarpıtmasın, kimse farklı bir noktaya çekmesin. Bizim Parti Programımızda ne yazıyor: “Kürsü dokunulmazlığı hariç dokunulmazlıkların kaldırılmasını istiyoruz.” Kim söylüyor bunu? Ben söylemiyorum, kim söylüyor? Cumhuriyet Halk Partisinin kurultay kararı bu, parti programı bu, orada söyleniyor bu. Neden kürsü dokunulmazlığı? Çünkü siyaset yapmanın güvencesi olarak dokunulmazlığı görüyoruz biz, siyaset yapmanın güvencesidir dokunulmazlık. Malı götürmenin değil, malı yürütmenin değil, kul hakkı yemenin değil, siyaset yapmanın güvencesi olarak biz dokunulmazlığı görüyoruz. Eğer siyaset yapmanın güvencesiyse, o da kürsü dokunulmazlığıdır. Çıkarsın kürsüye, ister Hakkâri’de, ister Trabzon’da, Edirne’de, Çankırı’da oturursun siyasetini yaparsın. Kimse, sen düşünceni açıkladın diye hakkında soruşturma açmamalıdır. Çıkıp kendi düşünceni özgürce dile getirebilmelisin. Ama öbür türlü siyaset anlayışını doğru bulmuyoruz, dokunulmazlık anlayışını da doğru bulmuyoruz.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, dokunulmazlıklarla ilgili bir Anayasa değişiklik teklifi geldi, güzel, geldi. Düşüncelerimizi söyledik, katılmadığımız yerler var mı? Evet, var. Dedik ki, neden bakanları ve Başbakanları buraya dahil etmiyorsunuz, neden onların dokunulmazlığını kaldırmıyorsunuz? Benim dokunulmazlığımı kaldırıyorsunuz, eyvallah, kaldırmazsanız namertsiniz, peki siz neden kendi dokunulmazlığınızı kaldırmıyorsunuz? Niye kaldırmıyorsunuz? Hangi gerekçeyle kaldırmıyorsunuz? Rüşvet ve yolsuzluk yapanlar, kul hakkı yiyenler, malı götürenlerin dokunulmazlığı aynen duruyor. Bütün vatandaşlarıma sesleniyorum: Hırsızlık yapanlar, kul hakkı yiyenler, malı götürenler, devleti soyanların dokunulmazlığı aynen devam ediyor. Eğer bu, içine siniyorsa bir sorunum yok, içine sinmiyorsa gördüğün her AKP milletvekiline şunu söyle: Bakanların dokunulmazlığı niye kalkmadı diye bir sor bakayım, niye kalkmadı, hangi gerekçeyle kalkmadı? Bakanla milletvekili dokunulmazlığı arasındaki fark şu değerli arkadaşlar: Milletvekilinin dokunulmazlığı geçicidir. Yani milletvekili olduğu sürecedir, milletvekilliği biterse zaten gidip savcıya ifadesini verir. Yani dokunulmazlığı erteleniyor, yani soruşturma erteleniyor, soruşturma ömür boyu yapılmayacak değil, ama bakanlık yapanların dokunulmazlığı bir anlamda ömür boyudur, bakan da olmasa, milletvekili de olmasa dokunulmazlığının kaldırılması için Parlamentodan karar çıkması gerekiyor, karar çıkmazsa malı götürdü, ömür boyu dokunulmazlığı olacak, aradaki temel fark budur değerli arkadaşlarım.
Şimdi, kamuoyunda şöyle bir algı yaratılmaya çalışılıyor: Efendim, dokunulmazlıklar sadece HDP’liler için kaldırıldı. Hayır, arkadaşlar. Cumhuriyet Halk Partisinde fezlekesi en fazla olan benim, bizim de dokunulmazlığımız kalktı, biz korkuyor muyuz? Korkmayacağız. Yılıyor muyuz? Yılmayacağız, sonuna kadar gideceğiz.

HAPSE ATMAZSANIZ NAMERTSİNİZ
Demokrasiden söz ediyoruz, demokrasi nedir? Ben düşüncemi özgürce açıkladığımda benim hakkımda takibat yapılacaksa ben kaçacak mıyım? Ben hâkimin önüne çıkmalıyım, düşünce özgürlüğünün ne kadar önemli olduğunu anlatmalıyım ona. Demokrasinin ne olduğunu anlatmalıyım ben ona. Bunu anlatmadığınız zaman ne olacak? Benim dokunulmazlığım var, milletvekilliğim biterse giderim. CHP bu anlayışı asla benimsemiyor. Kurultayımızda hangi karar alınmışsa onun gereği yapılacaktır, hiç kimsenin endişesi olmasın. Demokrasi için bedel ödeyeceğiz arkadaşlar. Bir baskı rejimi bütün alanlarda geliyor. Türkiye’nin üzerinde kara bulutların olduğunu kimse unutmasın. Bir baskı rejiminin geldiğinin kimse unutmasın ama biz mücadelemizi hak yolunda yapacağız, demokrasi yolunda yapacağız, özgürlükler yolunda yapacağız. Efendim, bizi hapse atarlarmış! Atmazsanız namertsiniz siz. Demokrasi için ben bedel ödemeyeceğim, üniversitedeki akademisyen ödeyecek; ben bedel ödemeyeceğim, gazeteci ödeyecek; ben bedel ödemeyeceğim, bu ülkenin aydınları ödeyecek, niye sen ödemiyorsun kardeşim? Göze alacağız. Demokrasi için, ben çocuklarıma, bu ülkenin insanlarına daha güzel bir Türkiye vaat ettim değerli arkadaşlarım. Biz çocuklarımıza daha güzel bir Türkiye’yi bırakmayacaksak niye siyaset yapıyoruz, hangi gerekçeyle siyaset yapıyoruz?

BEDEL ÖDEMEKTEN KORKMAYACAĞIZ
Gelen değişiklikte bir yanlış daha var, o da şu: 20 Mayıs’ta çıktı, bugün 24 Mayıs, aynı fiili işleyen bir milletvekilinin dokunulmazlığı devam edecek, eskisinin dokunulmazlığı kaldırılıyor, eski fiilin ama yeni fiilin dokunulmazlığı aynen devam edecek. Şimdi, sormayacak mısınız, ya bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu, nasıl oluyor böyle bir şey? Çünkü onların amacı farklıydı değerli arkadaşlar. Onların amacı şu: Acaba CHP’yi nasıl köşeye sıkıştırabiliriz, CHP’yi nasıl konuşamaz hâle getirebiliriz? Konuşacağız, bedel ödemekten korkmayacağız. Ülkemizi seviyoruz, insanımızı seviyoruz; cumhuriyeti demokrasiyle taçlandıracağız.

MERAK EDİYORUM, BUNDAN SONRA MİLLETE HANGİ YALANI SÖYLEYECEKLER
Bir şey daha var: Efendim, terörü bitireceğiz, evet, Anayasa yüzünden, o engel, biz terörü bitiremiyoruz! Bunu söylüyorlar mıydı? Söylüyorlardı. Efendim, Anayasa var, vallahi billahi şu terörü bitireceğiz ama şu Anayasa yüzünden bitiremiyoruz. Çıktı mı? Çıktı. Şuraya yazın, bugün ayın 24’ü, yazın, her yerde söyleyin, gelen her şehit cenazesinde söyleyin, arkadaş, ne istedin de yapmadın ya? Kanun dedin kanun çıkardın; Anayasa dedin Anayasada değişikliği yaptın, artık bundan sonra söyleyecek bir tek bahane istemiyoruz. Ben de merak ediyorum zaten. Terörü bunlar bitiremezler çünkü kandan besleniyorlar. Kandan beslenen birisinin terörü bitirme niyeti zaten hiç olmaz. Ben merak ediyorum, merakım şu: Bundan sonra millete hangi yalanı söyleyecekler? Çünkü yalan bitti bana göre, aklım almıyor yani. Her şeyi dediler, yapıldı, terör bitmedi arttı, kan gölüne döndü Türkiye, Anayasa dediler o da değişti, bundan sonra terörü bitirmezseniz iki elim yakanızda olacak, bunun mücadelesini vereceğiz.

ANAYASA MAHKEMESİNE GİTMEYECEĞİZ

Değerli arkadaşlarım, Anayasa Mahkemesine gidecek miyiz? Hayır, gitmeyeceğiz. Niye Anayasa Mahkemesine gidelim? Hangi gerekçeyle gidelim? Siyaseten gitmek de doğru değildir. Ama şunu yapacağız: Fezlekesi olan her milletvekilimize mahkemede, Anayasa Mahkemesinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde bütün hukuki destekleri vereceğiz. Bütün hazırlıklarımızı yaptık, hiç kimsenin endişesi olmasın, demokrasi adına mücadeleyi böyle yapacağız.

SAYGIDEĞER ÜÇ BAŞKANA SORUYORUM: SİZİN NE İŞİNİZ VAR ORADA
Değerli arkadaşlarım, dokunulmazlıkların kaldırılması üzerine Batı’dan, pek çok ülkeden tepkiler geldi. Karamsar bir tablo çiziyorlar. Demokrasi konusunda ciddi endişeleri var. Demokrasi konusunda endişe dokunulmazlıkların kaldırılmasından fazla yargının tarafsız olmadığı yönündeki endişedir. Yargı tarafsız değilse, bağımsız değilse, siyasi otoritenin emrindeyse demokrasi ciddi yara alır kaygısını taşıyorlar. Bu kaygıyı biz de taşıyoruz. Yargının bağımsızlığı üzerine titriyoruz. Değerli arkadaşlarım, dokunulmazlıklar konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları göz önüne alınırsa bir sorun olmaz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi düşünce özgürlüğü, demokrasi, düşünceyi ifade etme özgürlüğü bunlar sağlandığı sürece hiçbir şey ifade etmez. Dolayısıyla yargıya saygınlık kazandıracak olan da yargının bizzat kendisidir. Bu konuya girmemin temel nedeni şu değerli arkadaşlar: Geçen gün, Yargıtay, Sayıştay ve Danıştay başkanları Cumhurbaşkanı ile beraber Rize’ye gittiler. Bakın değerli arkadaşlarım, Yargıtay Başkanı ne diyordu? “Yargıya olan güven yerlerde sürünüyor, yüzde 30’lara düştü.” Bugün anket yapın yüzde 30’ların da altına düşmüştür. Şimdi, ben bu üç saygıdeğer başkana soruyorum: Yargının saygınlığını korumak sizin göreviniz değil mi? Yargıya güven sağlamak sizin göreviniz değil mi? “Yargı benim için ayak bağıdır” diyen bir adamın ayak bağı olmaya neden gidiyorsunuz? Ayakkabı bağı olmaya neden gidiyorsunuz? “Anayasa Mahkemesine saygı duymuyorum, kararlarına da saygı duymuyorum” diyen bir kişinin arkasında neden el pençe divan duruyorsunuz? Siz bunu nasıl yapabilirsiniz? Yargıtay Başkanı, Danıştay Başkanı, Sayıştay Başkanı Rize’ye çay içmeye gidiyorsanız kendi makamlarınızda istediğiniz kadar çay içebilirdiniz, istediğiniz yere gidebilirdiniz, üstelik “Ben Anayasa’nın 101’inci maddesine uymuyorum” diyor, yani partiyle olan bağımı kesmiyorum diyor, tarafsızlığa uymuyorum diyor. Ya, arkadaş, Anayasayı ihlal ediyorsun, tarafsızlığa uymuyorsun, mahkeme kararlarına uymuyorsun peki sizin işiniz ne orada? Sizin ne işiniz var orada? Siz, yargının itibarını, saygınlığını ayaklar altına alma konusunda görev mi edindiniz? Size bir görev mi verildi böyle? O kişi, cumhurun başkanı değildir bir sefer, açık ve net söylüyorum cumhurun başkanı değildir, bir grubun başkanıdır.

AKP KONGRESİ, TAM BİR KUZEY KORE MODELİ
Değerli arkadaşlarım, bu arada kongre yapıldı, Adalet ve Kalkınma Partisinin kongresi yapıldı. Kongreyi izlemişsinizdir herhâlde, tam bir askeri disiplin, Kuzey Kore modeli; “Ayağa kalk” kalkıyorlar; “Otur”, oturuyorlar; “Ağla” ağlıyorlar; “Gülün” gülüyorlar; “Alkışlayın” alkışlıyorlar. İşin garip tarafı, bunlar diyorlar ki “Biz ülkeye demokrasiyi getireceğiz.” Ya, binlerce kişi, düşünebiliyor musunuz, aklını bir kişiye kiraya vermiş “Ne dersen o olur” diyorlar. Ya, Allah’ın verdiği aklı bir kullan, bari “Şu yanlıştır, şurası yanlıştır” de. Diyemiyorlar. Ayağa kalkıyorlar “Otur” denince de oturuyorlar, ondan sonra “Biz ülkeye demokrasiyi getireceğiz” diyorlar. Kendi içinde demokrasiyi barındırmayan bir parti ülkeye demokrasi mi getirir? Nereden çıktı bu demokrasi lafı? Tam tersine demokrasiyi götürüyorlar, getirmiyorlar. Lideri tapınacak konuma getiriyorlar. Bakın, bir Müslüman, Müslüman ağırlığı olan bir ülkede bir parti liderini tapınacak konuma getiriyorlar, vecd içinde durmuşlar. Ya, böyle bir şey olabilir mi? Ne diyorlardı bakın “Erdoğan’a dokunmak ibadettir” Bunların din anlayışına bakın. Mütedeyyin kardeşlerime sesleniyorum: Müslümanlıkta böyle bir kural var mı? Bir adama dokunmak ne zamandan beri ibadet oldu?
“Allah’ın bütün vasıflarını üzerine toplamıştır bizim liderimiz” diyor. Bütün inançlı kardeşlerimin ellerini vicdanlarına koymalarını istiyorum, o tablo, ayakta vecd içinde durulan tablo işte bu tablodur. Ne demek “Allah’ın bütün vasıflarını üzerinde toplamış Recep Tayyip Erdoğan? Hangi dinde var, hangi imanda, hangi kitapta var bu, bir Allah’ın kulu çıkıp bana anlatsın.
Başka? “Erdoğan bizim ikinci peygamberimizdir” diyorlar. Arkadaşlar, üzülerek ifade ediyorum. Ama milletin gerçekleri görmesi lazım. O kongre, bu anlayış sonucunda düzenlenen bir kongredir. Herkesin ayağa kalkıp vecd içinde durduğu kongredir. Firavunlaşan bir yapı var karşımızda. Bir firavun var, onun altında bir ekibi var. Firavun düzenini yıkacağız. Firavun düzeninde hak olmaz, adalet olmaz, namus olmaz, şeref olmaz. Bunlar bizim değerlerimizdir; hakkı da, adaleti de, namusu da, şerefi de siyasete yeniden kazandıracağız.

BİN ALİ-İN ALİ HÜKÜMETİ
Size bir soru: Davutoğlu’nun gidişi Binali’nin gelişi dolayısıyla Parlamentonun bir kararı oldu mu? Parlamentonun bir etkinliği oldu mu? Hiç olmadı. Kimin etkinliği oldu? Birisi “Evladım gel buraya” diye çağırdı. Yüzde 49,5 oy almışsınız; 23 milyon 600 bin kişi oy vermiş sana “Ayrıl” diyor, “Emredersin, ayrılıyorum” diyor. “İstemiyorum ama madem sen istedin.” Peki, 23 milyon 600 bin kişi? “Onlar da adam mı” diyor. “Benim için tek bir adam var, o da orada oturuyor” diyor. Nasıl bir adam? “Allah’ın bütün vasıflarını üstüne toplamış adam” diyor. Ya, arkadaşlar, nasıl bir ülke hâline geldik? İnançlarda bu kadar yozlaşmayı nasıl sağladık? Ahlaki temellerimiz nasıl bu kadar kökünden sarsıldı? Emin olun anlamakta zorlanıyorum. Hani, şu olsa kabul ederim: 17-25 Aralık gibi hükümette çok ciddi bir yolsuzluk çıkmıştır ortaya, Davutoğlu da gidip demiştir ki bu kadar yolsuzluğun olduğu bir yerde hükümet olmak ayıptır, ben çekiliyorum, siz başkasını getirin. Yani ahlaki bir temeli vardır bunun. Var mı böyle bir şey? Hiç yok. Malı götürenin zaten tepelere çıktığı bir süreci yaşıyoruz, kim malı götürüyorsa o kadar yükseliyor; kim namusluysa o kadar dövülüyor, geldiğimiz nokta budur.
64’üncü Cumhuriyet Hükümetini saray darbesiyle yıktık arkadaşlar. Çağırdılar “Teslim ol” dediler ve teslim oldular. Bu yeni hükümet nasıl kuruldu? Bu, birinci saray hükümetidir arkadaşlar, 65’inci Türkiye Cumhuriyeti hükümeti değil, birinci saray hükümetidir bu hükümet. Ne dediler? Önce “Düşük profilli bir adam arıyoruz.” Sonra? “Bıyıklı bir adam arıyoruz” dediler. Binali çıktı dedi ki “Vallahi, bin desen binerim, in desen inerim, hiçbir derdim yok.” “Profil arıyorsun, vallahi benden daha düşük profilli şu grupta bulamazsın” dedi. “Üstelik bir şey daha söyleyeyim. Ben onlardan önce zaten bıyıklıydım, dolayısıyla bin dediğinizde binerim, in dediğinizde inerim, hiç endişe etmeyin” dedi. (Alkışlar( Ve bunun üzerine saraya davet edilmiş “Tamam” demiş. Bütün AKP milletvekilleri içinde, bakanlar içinde en düşük profilli olan sensin, sana hükümeti kurma görevini veriyorum” dedi. Kurulan birinci saray hükümetinin başbakanı en düşük profilli adam olarak Türkiye Cumhuriyeti tarihine geçmiş oluyor değerli arkadaşlar. Hükümete saray hükümeti diyoruz da, aslında saray hükümeti demek belki biraz farklı bir şey yani saray dediğimiz zaman biraz ödüllendirmek gibi bir şey oluyor. Bin Ali-İn Ali Hükümeti desek daha iyi bir hükümet yani Bin Ali-İn Ali Hükümeti.
SAKIN SIRTINI DÖNME, HER AN BİR BIÇAK YİYEBİLİRSİN
Eski başbakanla yenisinin arasında bir fark var. Eski Başbakan Davutoğlu getirmesini biliyordu ama götürmesini bilmiyordu. Binali ise hem getirmesini biliyor hem götürmesini biliyor. Hiç kimsenin endişesi olmasın. Çünkü götürme konusunda Binali’nin eline kimse su dökemez, o ustalığı saraydan aldı, asıl ustalık aldı, onun çırağı zaten. Onun için diyor zaten “İn dediğimde in, bin dediğimde bin” Hiç meraklanma sen İn-Bin Ali’sin, nasıl istersen bu işi yapabilirsin. Ama Sayın Binali’ye bir tavsiyem var: Malı götürürken gideceksin, nasıl götürdüğünü anlatacaksın ama huzurdan ayrılırken arka arka ayrılacaksın, sırtını sakın dönme her an bir bıçak yiyebilirsin.

YİNE SÖYLÜYORUM: BİZİM KANIMIZI DÖKMEDEN BAŞKANLIK SİSTEMİNİ GETİREMEZSİNİZ
Değerli arkadaşlarım, biliyorsunuz bizde bir söz var, derler ki “Her ortaklık bozulur ama suç ortaklığı bozulmaz.” Bunların suç ortaklığı var, açıkça söylüyorum suç ortaklığı var. Neden? Binali Bey makama oturunca söylediği ilk cümle: “Yapmamız gereken en önemli iş fiili durumu yasal hâle getirmek ve kafa karışıklığını sona erdirmektir.” Yani diyor ki, şu anda biz hukuku tanımıyoruz, Anayasayı tanımıyoruz, fiili durum böyle ama bunu hukuki duruma çevirmemiz lazım. Nasıl? “O suçu ortadan kaldıracak yasal düzenlemeleri yapmamız lazım.” Nasıl yapacaklarmış? Başkanlıkla yapacaklarmış. Ne olacakmış başkanlık? Saraydaki emredecek, bunlar yapacaklar; o emredecek, hâkim karar verecek; o emredecek, bunlar istediği kanunu çıkaracaklar; o emredecek, aydınlar hapse atılacak; o emredecek, gazeteciler hapse atılacak; adı ne olacak? Başkanlık sistemi. TOBB’da söyledim, yine söylüyorum, bizim kanımızı dökmeden bu sistemi getiremezsiniz. Onların işi neydi? İlk işleri kolektif bir suçu ortadan kaldırmak… Bakanı, başbakanı, cumhurbaşkanı aynı suçu işliyorlar, Anayasayı dinlemiyorlar, Anayasanın olmadığı bir düzeni getirmek istiyorlar. Bütün mücadeleleri bunun için. Peki, Kilis’e düşen bombalar? Onların umurunda değil. Her gün gelen şehit cenazeleri? Onların umurunda değil. Çiftçinin derdi? Onların umurunda değil değerli arkadaşlarım. 17 milyon fakirimiz? Onların derdi değil. 6 milyon işsizimiz? Onların derdi değil. Bu dert kimin derdi? Bu dert bizim derdimiz. Söz veriyorum, namus sözü veriyorum: Bu ülkede fakirliği bitirmek benim boynumun borcudur, hiçbir evde hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek. Onlar değişiklik yaparak malı götürmeyi güvence altına almak istiyorlar, buna izin vermeyeceğiz bir tek milletvekilimiz olsa bile, bir tek CHP’li milletvekili olsa bile izin vermeyeceğiz. Bu ülkeye özgürlükçü demokrasiyi mutlaka ama mutlaka getireceğiz bedeli ne olursa olsun.

BİR KAYIĞI OLMAYAN ADAMIN NASIL BUGÜN 30 GEMİSİ VAR
Bir soru sormak istiyorum, bütün vatandaşlarım dinlesin: Bir kayığı olmayan adamın nasıl bugün 30 gemisi var, öğrenmek istiyoruz. Evet, bir kayığı olmayan adamın şimdi 30 gemisi var, bu servete nasıl sahip oldu öğrenmek istiyoruz ve Sayın Binali Yıldırım’a çok açık, çok net cümlelerle bir çağrı yapmak istiyorum: Kendinin, yakınlarının, ailenin, çocuklarının mal varlığını lütfen açıkla.
Hepinize teşekkür ediyorum, hepinize şükranlarımı sunuyorum.