22.03.2011
22.03.2011
Kılıçdaroğlu: “Sen Başbakansın 2 tane mülkiye müfettişi görevlendiremiyor musun? CHP’li belediyelere gelince sabah 1 akşam 1 müfettiş gönderiyorsun. Gönder. Gönderemiyorsan namertsin…”
Kılıçdaroğlu, haftalık olağan TBMM Grubu’nda gündemdeki önemli gelişmeleri değerlendirdi. Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun konuşması şöyle:
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aramıza katılan arkadaşlar bize güç ve destek verecektir. Daha önce de söylemiştim, aydınlık yolu tercih edenler, halktan yana, emekten yana olanlar, alın terinden yana olanlar, ülkenin içinde bulunduğu çıkmaz durumdan kurtulmasını isteyenler, geçmişte hangi partiye oy vermiş olurlarsa olsunlar, bugün tamamını ama tamamını Cumhuriyet Halk Partisinin çatısı altına bekliyoruz. Gelsinler, kucağımız onlara açık, bütün mütedeyyin yurttaşlarımızı da bekliyoruz. Tek arzumuz var; bağımsız, özgür, geleceğe güvenle bakan bir Türkiye, bu Türkiye’yi elbirliğiyle gerçekleştireceğiz. Beraber mücadele edeceğiz, beraber çaba harcayacağız.
Değerli milletvekilleri, dün nevruzdu, baharın müjdecisi olan nevruz. Hepimizin büyük bir özlemle beklediği bahar gelmiş ve biz, toplum olarak kutladık, yurttaş olarak kutladık. Umuyorum, bu nevruz, geçmişte yaşanan pek çok olaylara sahne olmadığı, bundan sonraki nevruzlar da böyle güzel olur. Beraber sevinç, barış içinde nevruzumuzu kutlamış oluruz. Hepinizin nevruz günü kutlu olsun, hepinize saygılar sunuyorum.
Nevruzu kutladık ama işimiz var. Çalışacağız, bu bayramı 12 Haziran’da başka bir bayrama dönüştürmek durumundayız. 12 Haziran’da daha farklı bir tablo çizmek durumundayız. O açıdan çalışacağız, o açıdan üreteceğiz. Projelerimizi anlatacağız, her yerde anlatacağız. Aile sigortası nedir, niçin aile sigortasını getiriyoruz, neden kadının onurunu koruyoruz, neden onu herhangi bir yerde, herhangi bir ortamda mağdur olmaması için özel bir çaba harcıyoruz. Kısa dönemli askerliği anlatacağız, gençlerin askerlik sorununu nasıl çözeceğimizi, hangi projelerle yola çıktığımızı anlatacağız, bütün bunlar önümüzdeki süreçte hepimizin ısrarla, kararlılıkla dile getirmesi gereken olaylar. 12 Haziran’ı bayrama döndüreceksek bayrama döndürecek güç bizim elimizde. Çaba harcarsak, emek harcarsak, geniş kitlelere gidersek sonuç alırız. O açıdan nevruzumuz kutlu olsun ama 12 Haziran’a hazırlıklı olalım.
Geçen hafta Balıkesir, Gebze, Kocaeli ve Karadeniz Ereğli’sine gittik. Balıkesir’de Seyit Onbaşı’nın köyüne gittik. Fotoğraflarını gördüğümüz, hafızamıza kazınan fotoğraflar. O iki yüz küsur kiloluk top mermisini sırtında taşıyan ve Çanakkale’nin kaderini değiştiren Seyit Onbaşı’nın köyüne gittik. Mevlüdü vardı, ona katıldık; mezarının başında dua ettik ve bütün Seyit Onbaşılılarla beraber bir arada Seyit Onbaşı’nın verdiği onurlu mücadeleyi onlarla beraber şükranla andık. Aslında onunla övünüyoruz, onlarla övünüyoruz, onlar ciddi mücadele verdiler, tarihin seyrini değiştirdiler. O mücadelelerinin sonunda biz onları anıyoruz. Anıyoruz ama Seyit Onbaşı’nın köyüne gittiğimde köylüler geldiler ve ilk talepleri şu oldu: “Bu köyün yolu ve suyu yok.” Düşünün, tarihimizin bir parçası, önemli bir parçası, önemli bir kişi, her yıl törenler düzenlenir, tören öncesinde grayderlerle yola biraz şekil verilir ama asfalt yapılmaz, neden? Tarihimize saygılıysak, o insanlara saygılıysak o köyün yolunu yapmak durumundayız. Yapmazlarsa 12 Haziran’dan sonra ilk yapacağımız yollardan birisi o olacaktır, Seyit Onbaşılılara bunun sözünü veriyorum.
Biz tarihimize saygılıyız, geçmişimize saygılıyız, tarihimizle onur duyuyoruz, mücadele eden insanlarla da onur duyuyoruz ama onur duymak sözle olmamalı. O insanın bulunduğu köye eğer her yıl gidiliyorsa ve her yıl aynı sorun dile getiriliyorsa ve aynı sorun ısrarla çözülmüyorsa o zaman bir sorun var, yönetimde bir sorun var demektir. Yönetimin bu sorununu inşallah biz çözeceğiz.
Balıkesir’e geldik, Ticaret ve Sanayi Odası yetkilileriyle bir araya geldik. Onlar şunu sordular: Bizim ekonomi politikamızı sordular, tarım politikamızı sordular. Onlara anlattık, bütün içtenliğimizle bunları anlattık. Onlar Anadolu’nun isimsiz kahramanları. Mücadele ediyorlar, zor koşullara rağmen mücadele ediyorlar, ihracat yapmak istiyorlar. Maliyetler, özellikle şişkin maliyetler, şişen maliyetler onları oldukça zor durumda bırakıyor. Bizim çözümlerimizi sordular, bizim önerilerimizi sordular, biz olaya nasıl bakıyoruz onu sordular. Bizim siyaset anlayışımızı sordular. Toplantıya başlarken onlara şunu söyledim: Bana aklınıza gelen her türlü soruyu sorabilirsiniz. Sakın ola ki acaba ben bu soruyu sorarsam Genel Başkan üzülür mü veya Genel Başkan zor durumda kalır mı diye düşünmeyin, aklınıza gelen her soruyu sorun; biz iş dünyasıyla sağlıklı, tutarlı bir ilişki kurmak istiyoruz. Geçmişte aramızda var olan mesafeyi kapatmak istiyoruz. Onlara saygı duyuyoruz, onların mücadelelerine, emeklerine saygı duyuyoruz, yarattıkları istihdam olanakları dolayısıyla saygımızı sürdürüyoruz, saygımız bundan sonra da devam edecek, her zaman her ortamda yeter ki çalışsınlar, üretsinler. Bizim projelerimiz nedir, onu da bütün açıklıkla onlara aktardık. Daha sonra sivil toplumlarıyla bir araya geldik. Aynı sıcak duygu, sıcak ilişki sivil toplum örgütleriyle de oldu. Oldukça yoğun bir katılımdı ve ilk kez Balıkesir tarihinde yapılan bir toplantı olduğunu sivil toplum örgütleri söylediler. Evet, gittiğimiz yer yerde mutlaka bunu yapıyoruz dedim. Artık, sağırlar diyaloguna son, biz ne diyorsak birinci elden dinleyeceksiniz, birinci elden soracaksınız, birinci elden bütün sorularınız samimiyetle yanıtlanacak. Bunu söyledik, bu da bizim için oldukça güzel bir gelişme oldu.
Cumartesi günü Gebze’ye geldik. Gebze, sanayinin patladığı bir yer; iş adamlarımızın çalıştığı, işçilerimizin yoğun olduğu bir yer. Aslında küçük bir Türkiye modeli, 81 ilden çalışan var, Gebze’ye 81 ilden gelen var. Süratle büyüyen, İstanbul-İzmit arasında iddialı bir ilçe ve orada bir taşeronluğa hayır mitingini düzenledik. Taşeron uygulaması, taşeron aracılığıyla işçi çalıştırılma uygulaması 12 Eylül ürünlerinden birisidir. Örgütlü topluma karşı çıkan 12 Eylül sendikacılığa da karşı idi. Farklı bir yöntem geliştirdiler, taşeron aracılığıyla işçi istihdam etmeye başladılar. Ve en büyük istihdam olanağını kamu yarattı. Şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisi dâhil, devletin bütün hastaneleri dâhil, bütün bakanlıklar dâhil taşeron aracılığıyla işçi çalıştırır. Ne demek taşeron işçisi? Taşeron işçisi ömür boyu asgari ücrete mahkûm, grev hakkı olmayan, toplu sözleşme hakkı olmayan, kıdem tazminatı hakkı olmayan, iş güvencesi olmayan, aslında çalışma saati de olmayan bir işçi türü, çağdaş köle. Her türlü hakları elinden alınmış, ömür boyu asgari ücrete mahkûm edilmiş çağdaş köle. Çağdaş köleyi ben söylemedim, miting yaptığımız alanda bir işçinin kullandığı sözdür bu. Bu tabloya Cumhuriyet Halk Partisinin “evet” demesi mümkün mü? Hayır, evet demeyeceğiz. Çünkü biz, İş Yasasını getiren, grevli toplu sözleşmeli hakkı Türkiye’ye getiren bir siyasi partiyiz. Emeği savunan, alın terini savunan, işçiyi savunan bir siyasal partiyiz, emekten yana olan bir siyasal partiyiz. Taşeron işçisi kardeşlerim unutmasınlar, sayıları milyonları milyonu aştı. Biz taşeronluğa son vereceğiz. Taşeronluk sürsün diyen Adalet ve Kalkınma Partisidir. Biz her çalışanın İş Yasası’na tabi olarak çalışmasını isteriz, örgütlenmesini isteriz. Örgütlenmeye karşı olan Adalet ve Kalkınma Partisidir. Biz herkesin iş güvencesi olmasını isteriz, iş güvencesini tırpanlayan Adalet ve Kalkınma Partisidir, bunu unutmasınlar. Ve her taşeron işçisi, Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarında, yani onların iktidarında, yani emeğin iktidarında, yani taşeron işçilerin iktidarında görecekler ki taşeron işçiliğe son vermişiz. Hepsi devlette kadrolu, sendikalı işçi olacak, haklarını teslim edeceğiz. Efendim bu ciddi yük getirir. Yok efendim, yükü mükü yok bu işin. Tam tersine araya bir kişiyi katıyorsunuz, bir de ona para ödüyorsunuz, onu da kaldıracağız ortadan. Dolayısıyla yük olmayacak ama herkes, Uluslararası Çalışma Örgütünün koyduğu evrensel kurallara göre çalışacak, üretecek, örgütlü olacak ve iş güvencesi olacak, arzu ettiğimiz nokta bu. Çağdaş kölelik düzenine karşı çıkacağız. Hemen şunu söyleyeyim yalnız: Bütün sendikacı arkadaşlarım, bütün işçi arkadaşlarım şunu da çok net duysunlar: Biz işçinin hakkını koruruz, emeğin hakkını koruruz, onların örgütlenmelerini savunuruz ama biz ücret sendikacılığına karşıyız, onu da bilsinler. Bizim amacımız ve hedefimiz şu: İşçi ve işverenler artık karşıt gruplar değildir, aynı ortak alanda çalışan, beraber emek harcayan, beraber riski paylaşan, beraber yönetim yapan, uluslararası alanda beraber rekabet yapan bir düzeni artık savunuyorlar. O açıdan biz, ücret sendikacılığı gibi çağ dışı bir anlayışa karşı olduğumuzu da söylüyoruz. İşçinin hakkını teslim edeceğiz, işverenin de hakkını teslim edeceğiz; beraber çalışacaklar, beraber üretecekler, o açıdan ücret sendikacılığı bizim kitabımızda yoktur. Bunu da her sendikacı arkadaşın bilmesini isterim.
Değerli arkadaşlar, taşeron işçiliği çok iyi anlatmak zorundayız. Bir milyonu aşkın taşeron işçisi var. Aile sigortasını nasıl anlatacaksak, askerliği nasıl anlatacaksak, taşeron işçiliği de çok iyi anlatacağız. Onlara söyleyeceğiz, senin hakkını savunan parti Cumhuriyet Halk Partisidir. Belki size şu soruyu soracaklar: Neden Cumhuriyet Halk Partisi benim hakkımı savunuyor? Ona ikinci bir yanıt vereceğiz. Senin sendikalı olman, senin örgütlü olmanı sağlayan da Cumhuriyet Halk Partisidir, grevli toplu sözleşmeli hakkı sana getiren de Cumhuriyet Halk Partisidir, onun için senin hakkını savunacağız. Amacımız kendi içinde barışık bir toplum yaratmak, çatışan değil, kendi içinde barışan, uzlaşma kültürü olan, yarattığı katma değeri hakça bölüşen, hakça paylaşan, kıskanmayan, beraber mücadele eden, Türkiye’nin geleceği için, Türkiye’nin güçlenmesi için emek harcayan bir toplumu yaratmak. Bir tarafı ezerek değil, iki tarafı da onore ederek, iki tarafı da yücelterek sağlıklı ve güçlü bir Türkiye’yi kuracağız.
Değerli milletvekilleri, Japonya’da yaşaman olayı biliyoruz. Yaşanan deprem felaketinden sonra bir başka felaketle karşılaştı Japon halkı, nükleer santral sonrası radyasyon tehlikesi. Deprem doğanın kendi tepkisi idi, nükleer santral doğanın kendi tepkisi değil, insanoğlunun yarattığı bir tehlikenin insanoğluna dönmesi idi ve bu çok tehlikeli bir süreç. Çernobil faciasının yarattığı derin travma hâlâ giderilmiş değil, belleklerimizden de silinmiş değil, Trakya’da, Karadeniz’de yaşanan dramları biliyoruz. Radyasyon nedeniyle insanların sokağa çıkmaması gerektiği yönünde yapılan çağrıları o dönemde unutmadık ama bugün, Japonya –ki bir teknoloji devi olan Japonya – böyle bir riskle karşı karşıya. Bu olaydan sonra başta İngiltere, Amerika, Almanya, Çin nükleer teknolojinin güvenirliliği üzerinde nükleer, santrallerin güvenirliliği üzerinde yeniden durmaya başladılar, bazıları çalışmaları askıya aldı, bir şeyler yapmamız gerekiyor diye düşünmeye başladılar. Akademik çevreler, sağduyulu bütün çevreler bunun üzerinde durdu ama bir ülkenin başbakanı çıktı, tüp gazla nükleer teknolojiyi aynı kefeye koydu, anlamak mümkün değil. Ne denir böyle birisine, Allah akıl fikir versin diyeceğiz, başka söyleyecek bir şey yok. Efendim, tüp gazla nükleer santral aynıymış, aynı riski taşıyormuş. Radyasyonun ne olduğunu bilmiyor. Radyasyonun insanın genlerinde ciddi tahribat yarattığını bilmiyor. Havayı, suyu, besini kirlettiğini bilmiyor, bilmiyor da ülkeyi yönetiyor, sorun da orada zaten. Ben söyledim, aynaya, cama bakmadan konuştu, cama bakıp da konuşsaydı herhâlde böyle konuşmazdı. Sorun şu arkadaşlar, düşünmemiz gereken sorun şu: Biz bir nükleer santral için Ruslarla bir anlaşma yaptık, güzel. Gelin, Türkiye’de bir nükleer santral kurun. Birinci soru: Bu nükleer santral yapılacak olan bu nükleer santral daha önce dünyanın herhangi bir ülkesinde inşa edildi mi?
Yanıt bir: Hayır, böyle bir şey yok. “Yeni bir şey” diyorlar, ne olduğunu kimse bilmiyor.
İki: Nükleer santrali sadece Ruslar yapmıyor, pek çok ülke yapıyor. Niçin uluslararası bir ihale açılmadı ve Ruslara denildi ki, “Gel, 20 milyar dolara bize nükleer santral yap.” Niye ihale açmıyorlar? Hangi gerekçeyle açmıyorlar?
Soru üç: Nükleer santrali niye yaparlar? Daha ucuz elektrik elde edilsin diye. Rakamları vereyim size değerli arkadaşlar. 12,35 sentle 15,5 sent arasında bir alım garantisi verilmiş kilovat/saatine Ruslara. Dünyanın en pahalı elektriğini üretecekler, alım garantisi veriyorsunuz bir de, ihalesiz veriyorsunuz, ne olduğu belli olmayan bir teknolojiyle gelip burada nükleer santral yapacaklar. Buradan bütün sanayicilere sesleniyorum, iktidarın arkasındaki şakşakcı sanayicilere özellikle seslenmek istiyorum. İtiraz etmediğiniz için size sesleniyorum, 15,5 sentten size elektrik satacaklar. Daha bunu devlet alacak, sanayiciye kaça satacak onu bilmiyoruz, 15,5 sentten aldığınız elektrikle ürettiğiniz ürünü nasıl dış pazarlarda, hangi maliyet anlayışıyla siz pazarlayacaksınız hiç düşündünüz mü? Düşünmediyseniz, benim bildiğim sanayici geleceği gören insandır, teknolojiyi gören insandır, bilimi inceleyen insandır, bilimi araştıran insandır, araştırmaya, geliştirmeye önem veren insandır. Maliyetlerimi nasıl düşürürüm, uluslararası alanda nasıl rekabet yapabilirim diye düşünen insandır. Size getirecek AKP İktidarı 15,5 sente elektriği dayatacak ve siz buna evet mi diyeceksiniz, niye sesiniz çıkmıyor? Her şeye biz mi itiraz edeceğiz? Üretecek olan sizsiniz. Bu fiyata siz uluslararası alanda rekabet mi edeceksiniz? Sizi bu fiyatlar kayıt dışı ekonomiyi zorlayacaktır. Taşeron işçiliği örneğini verdik, işçinin alması gereken hakkın daha azını vermeye zorlayacaktır sizi çünkü o fiyatla oynayamayacaksınız. Yazık, günah değil mi bu ülkeye. Açın, bakın Uluslararası Enerji Ajansının raporlarına, 15,5 sentten elektrik üreten bir nükleer santral dünyada var mı, yok mu? Dünyada yoksa size dayatılan bu fiyatı siz nasıl kabul edeceksiniz?
Değerli arkadaşlar, bir başka önemli nokta daha var. Bir ülke düşünün, bağımlılık yaratan bir sürecin içinde olmaz. Bir ülkeye bağımlılık yaratan bir süreci yaratmaz. Doğalgazda ve petrolde, yani enerjide Rusya’ya bağımlı hâle geldiniz, nükleer santralle beraber bağımlılık oranı yüzde 60-70’ler buldu. Bana bir örnek göstersin herhangi bir yurttaş, herhangi bir akademisyen, herhangi bir sanayici, herhangi bir politikacı hangi ülke enerji konusunda bir başka ülkeye yüzde 60-70 oranında bağımlı hâle geliyor ve siz buna iyi politika diyeceksiniz. Ve bir şey daha var. Yapılmak istenen, Akkuyu’da yapılmak istenen santralin Ecemiş fay hattına 25 kilometre uzaklıkta, bunun da düşünülmesi lazım. Ve daha garip bir rakam vereyim değerli arkadaşlar. Yer lisansı bundan 38 yıl önce alınmış. Aradan geçmiş 38 yıl, ya, teknoloji gelişti, bilim gelişti, insan bir daha bakar nedir, ne değildir, buraya kurulur mu, kurulamaz mı diye. 38 yıllık bir araştırmanın üzerine getirip bunu yapacaklar. Niye yaparlar buraya? Tüp gazla nükleer teknoloji aynı olduğu için mi? Niye yaparlar ben size söyleyeyim. Bütün bunları bunlar bilmiyor değil aslında hepsini biliyorlar, nedeni şu: Samsun’dan Ceyhan’a petrol gelecek, orada bir rafineri kurulacak, o rafineri kime ait? Bizim Çalık’a ait değil mi? Bizim Çalık’a yapılacak. Acaba bunun bedeli bu mu? Senin bir yandaşın rafineri yapsın diye bütün Türkiye’yi, bütün sanayiyi bu kadar riskin altına atmaya değer mi? Bunları herkese anlatmanız lazım. Hani, kul hakkından söz ediyorlar bunlar, kesinlikle inanmayın. Kul hakkı yemek değil, kul hakkı yiye yiye zaten köşeyi döndüler. Yani yandaşına rafineri yaptıracaksın diye, bütün milletin sırtına bu kadar büyük yükü, 20 milyar dolarlık bir faturayı yüklemekte, yükleyen insanda Allah aşkına toplu iğne ucu kadar vicdan var mı? Böyle bir anlayış olabilir mi? Kimse korkudan itiraz edemiyor. Baskı rejimi var, sanayici bile korkuyor, böyle bir anlayış olabilir mi? Bu faturayı bu millet ödeyecek. Beyefendilerin keyfi yerinde, dolayısıyla bizim önümüzdeki süreci daha sağlıklı, daha tutarlı değerlendirmemiz lazım, her yere, herkese bunları anlatmamız lazım. Bu rakamlar benim bulduğum rakamlar değil, bu rakamlar resmî rakamlar. Bu nükleer santrali ihalesiz niçin Ruslara verdiğini bir Allah’ın kulu çıkıp hâlâ anlatmadı. Niye ihale yapmıyorsun? Hangi gerekçeyle yapmıyorsun? Ve bir de Parlamentodan yasa olarak geçirdiler, Parlamentoyu da buna alet ettiler. Bir uluslararası anlaşma, ticari anlaşma bu, bir yatırım yapılacak bununla ilgili yasa mı çıkar? Efendim, yargıya gidilip yargı iptal etmesin diye. Düşündüklerine bakın, ülkeye yükledikleri faturaya bakın.
Değerli arkadaşlarım, saygıdeğer milletvekilleri; dünyanın gündeminde Libya var. Libya ile ilgili bizim tarihsel, kültürel bağlarımız var. Libya halkı zor zamanlarda yanımızda oldu. Biz de zor zamanlarda onların yanında olmak durumundayız. Ticari ilişkilerimiz var, yatırımlarımız var, zaman zaman sorunlar çıksa da dost Libya halkı ile Türkiye Cumhuriyeti arasında böyle köklü sorunlar yaşanmadı. Biz, 21. Yüzyılın baskıcı rejimler yüzyılı olduğuna inanmıyoruz. 21. Yüzyıl despotların tarih sahnesinden silineceği, baskıcı rejimlerin yok olacağı bir yüzyıl olarak görüyoruz. Daha fazla demokrasinin, daha fazla özgürlüğün olduğu bir yüzyıl olarak değerlendiriyoruz. Çünkü iletişim teknolojisi çok gelişti, dünya küçüldü, dünyanın herhangi bir yerindeki küçük bir olay bile bütün dünyaya kısa sürede, saniyelerle yarışacak sürede ulaşabiliyor. O açıdan dünyanın bir başka yerindeki dramı, bir başka yerindeki baskıyı, bir başka yerindeki baskıyı, bir başka yerindeki zulmü dünyanın bütün ülkeleri görebiliyorlar, izleyebiliyorlar, okuyabiliyorlar, böyle bir süreçten geçiyoruz. Tunus’ta başlayan olaylar Mısır’da, Yemen’de, Libya’da da oldu. Sorun, halkların daha fazla özgürlük ve demokrasi taleplerinden kaynaklanıyordu. Bunu sorun olarak değil, bunu özgürlük talebi olarak, demokrasi talebi olarak, insanlığın talebi olarak, insanın talebi olarak, insan haklarının gereği olarak kabul etmemiz gerekiyor. İlke olarak biz hiçbir gücün bir başka ülkeye dışarıdan müdahale etmesini istemeyiz. Her halkın kendi sorununu kendisinin çözmesini isteriz. Halklar mücadele etmeli, kendi sorunlarını çözmeli, demokrasi, özgürlük bağlamında mücadele etmeli, gerekirse bedel de ödemekten çekinmeliler çünkü insanlık tarihi demokrasi ve özgürlük bağlamında çok bedeller ödemiştir. Bedel ödeyenleri tarih unutmamıştır, baskı yapanlar ise tarihin kara sayfalarında yer almıştır. Bunu da bizim unutmamamız gerekir.
Biz, hükümetin, Kaddafi’nin çekilmesi, Libya halkına özgürlük ve demokrasinin gelmesi, Libya’nın zenginliklerinin emperyal ülkeler tarafından paylaşılmaması, bunun bir baskı aracı olarak bu amaçla baskının yapılmaması gibi söylemlerini doğru bulduk. Aslında bu söylemler bizim söylemlerimizdi, biz de söylüyorduk. Kaddafi’nin çekilmesi gerekiyor, Libya halkına demokrasi ve özgürlük gelmek durumundadır. Baskıcı rejimleri bitirmemiz gerekiyor. Baskıyla kendi yurttaşlarını kurşunlayan, yok eden, öldüren bir düzeni herhâlde hiçbir sağduyulu insan, ülke savunamaz. Ama bir başka gerçek daha var değerli arkadaşlar. Türkiye izlediği dış politikayla uluslararası alanda gittikçe yalnızlaşıyor, dışlanıyor Türkiye. Bakınız Arap Birliği, Afrika ligi ve İslam ülkeleriyle Batı doğrudan ilişkiye geçti, Türkiye baypas edildi. Hani, deniyordu ya, Türkiye dünyada oyun kuran bir ülke. Bırakın oyun kurmayı, bu olayda figüran bile olamadı, böyle bir tabloyla karşı karşıyayız. Paris toplantısına davet bile edilmedi, dikkate bile alınmadı. Türkiye’nin izlediği dış politika Türkiye’yi bu noktaya getirdi. Kaddafi, elbette ki eleştirilir. Baskı kuran, halkına zulüm yapan her kişiyi eleştirmek bizim görevimizdir demokrasiye inanıyorsak, insan haklarına inanıyorsak ama Sayın Erdoğan biraz geç de olsa Kaddafi’yi eleştirdi. Sormamız gereken soru şu: O “çekil, halkına baskı yapma, halkına zulüm etme” diyen Sayın Erdoğan, sen o insandan insan hakları ödülünü alırken hiç bunları düşünmedin mi? Hangi Türkiye Cumhuriyeti başbakanı, hangi çağdaş ülkenin başbakanı veya herhangi bir siyasetçisi bir diktatörden insan hakları ödülü almıştır? Tek örneği vardır, Recep Tayyip Erdoğan. Ve bizim bir isteğimiz, o ödülü sakın Başbakanlık makamında tutmasın. Evine götürsün, televizyonlarda zulmü, baskıları izlerken oturup bir de ödüle baksın, ben bunu nasıl aldım diye hayıflansın, belki vicdanı sızlar.
Libya konusuna dönersek değerli milletvekilleri, kardeş Libya halkının demokratik ilkeler, özgürlük ve fırsat eşitliği esasları dâhilinde bir an önce huzur ve güvenliğe kavuşması Türkiye Cumhuriyeti’nin de, Cumhuriyet Halk Partisinin de, Türkiye halkının da en büyük arzusu ve talebidir. Libya’da daha fazla kan dökülmemesi, Libya’nın birlik, bütünlük ve geleceğinin korunması en büyük talebimizdir. Libya’ya karşı girişilen operasyonlar, hava operasyonları ve füze saldırılar sonucunda büyük ölçüde askeri hedeflerin bertaraf edildiği söyleniyor ama çok sayıda sivilin öldüğü de biliniyor, bir başka gerçektir. Bu nedenle Cumhuriyet Halk Partisi askerî harekâtın derhal durdurulmasını arzu eder. Bu bağlamda hükümete beş önerimiz var.
Birinci önerimiz şu: Türkiye 1973 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin ilgili hükümlerinin emrettiği gibi Libya’nın işgaliyle sonuçlanacak her türlü gelişmeye karşı çıkmalıdır. Bu doğrultuda NATO’nun Libya’ya karşı sürdürülen askeri operasyonlara dahil olmasına izin vermemelidir. Karşı tavrını açık ve net söylemelidir.
İkinci önerimiz: Türkiye süratle tüm Libyalı kardeşlerimize yardım elini uzatmalı, bu amaçla hazırlık ve planlamaları tamamlamalı, gereken girişimleri gecikmeksizin yapmalıdır. Üçüncü önerimiz: Türkiye ilgili diğer ülkeler ve çevrelerle işbirliği hâlinde Libya içinde siyasi bir diyalog mekanizması ve sürecinin oluşmasına öncülük etmelidir. Kaddafi, halkının sesini dinlemeli, ülkesinin geleceği için kendisine hayati bir görev düştüğünü anlamalı ve yeni bir Libya’nın önünü açacak zor kararlar almaktan çekinmemelidir. Dördüncü önerimiz: Hükümet özellikle Arap ligin, İslam Konferansı örgütü ve Avrupa Birliği örgütleriyle temaslarını artırarak Libya’da iç çatışmaları ve kan dökülmesini önleyecek çareler arayışına girmelidir.
Beşinci önerimiz: Türkiye siyasi seviyede bir Libya özel temsilcisi atamalıdır. Bu suretle konuya ilişkin temaslar hem Libya içinde ilgili taraflarla hem de üçüncü çevrelerle aralıksız sürdürülebilecek ve sürekli bir bilgi akımı sağlanabilecektir. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz, kardeş Libya halkının güvenliği ve yeni bir Libya’nın inşasında her türlü katkıyı yapmaya devam edeceğiz. Yukarıda sıraladığımız hedefler doğrultusunda hükümetin atacağı adımların da yanında olacağımızı ifade etmek isterim.
Bu arada Batılı dostlarımıza da iki çift lafımız var. Birincisi şu: Baskıcı diyorsunuz, diktatör diyorsunuz, özgürlük diyorsunuz, demokrasi diyorsunuz, Allah aşkına, o ülkelere silahı kim sattı? Siz satmadınız mı? Baskıcı dediğiniz adama, diktatör dediğiniz adama, kendi halkını kurşunlayan dediğiniz adama silahları siz satmadınız mı? Silahları satarken bunlar aklınıza gelmedi mi? Baskının ve demokrasinin bağdaşmayacağını herhâlde siz çok daha iyi bilirsiniz. Baskı var, özgürlükler kısıtlanmış ve siz o insana silah veriyorsunuz, o silah yeri geliyor size, yeri geliyor kendi halkına dönüyor.
İkinci sözümüz daha var. Bu baskıcı ve diktatör dediğimiz liderler, 21. Yüzyıla yakışmayan liderler, kendi halkını soyan liderler, paralara nerede tutuyorlar? Sizin bankalarınızda. Sizin bankalarınızda bu paralar dururken işiniz güzel, itiraz etmiyorsunuz, onlar düştükten sonra paralara el koyduğunuzu açıklıyorsunuz. Niye baştan el koymuyorsunuz? Niye baştan deşifre etmiyorsunuz? Niye baştan o mazlum insanların haklarını sizin bankalarınıza yatırdıkları zaman sessiz kalıyorsunuz? Batının da kendi etik değerlerini sorgulaması lazım. Tamam, Kaddafi’ye kızalım da kusura bakmayın ama sizin de bunda kusurunuz var, sizin de kabahatiniz var. Yeri gelince bombalarsınız siviller ölür, kahraman ilan edersiniz kendinizi, mazlum insanlara demokrasi, özgürlük getireceğiz diyeceksiniz, onlara silahı vereceksiniz, tankı, topu, tüfeği vereceksiniz, bombaları vereceksiniz, beyefendi diktatörlerin paralarını da kendi bankalarınızda tutup kendi ekonominize katkının yolunu açacaksınız ve biz buna sessiz kalacağız. Kardeş Libya halkının unutmaması gereken bu gerçeği onlar adına söylüyorum, o mazlum insanlar adına söylüyorum.
Değerli milletvekilleri, bir iki küçük konu üzerinde daha durmak istiyorum. Bunlardan birisi biliyorsunuz KPSS’de sorular çalındı. İnsanların hakları yenildi, soruşturma aylardır devam ediyor, henüz sonuç alınamadı fakat bu soruları gören, soruların tümünü gören bir kişi var, adı Mustafa Asil. Bu kişi, soruşturma açılırken Kanada’ya gönderildi orada bir yıl süreyle doktora yapsın diye. Bir yılda doktora nasıl olur bilmiyorum ama gönderilmiş. Bir yılını tamamlamadan da geri geldi ve bu kişi soruşturmanın kapsamı dışında niçin? YÖK’ten sorumlu olan bakandan yanıt bekliyoruz. Bu kişi kimdir, neden soruşturmanın kapsamı dışındı tutulmuştur?
Balyozu artık hepimiz biliyoruz. Recep Beyi arabadan kurtaran balyozdan söz etmiyoruz, bu balyoz başka bir balyoz. Darbe yapanların balyozundan söz ediyoruz, darbe yapma iddiasıyla hapse atılanların balyozundan söz ediyoruz isim olarak. Bu soruşturma kapsamında bir belgenin ele geçirildiği söyleniyor. Güvenlik Harekât Planına Ek M lahika 2, lahika 3 doküman, Birinci Ordu Komutanlığı Harekât Planına ek m lahika 2, İstanbul ve çevresi şehirlerde iltisaklı birinci öncelikli sivil kişiler başlıklı bir belge var, ele geçirilen bir belge var. Bu belgede isimler var. Bu isimlerin 224’üncü sırasında Kudret Bülbül var. Bu kişi şöyle diyor: “Geçmiş dönemde darbe planını hazırlayan Birinci Ordu Komutanlığı ile irtibatlı ve öncelikli şahıslar listesinde adı geçiyor. Birçok kişi tutuklandı, soruşturma açıldı vesaire, bu kişi hariç, tıpkı aynı YÖK’te söylediğim gibi ve bu kişi şu anda Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığında Müsteşar Yardımcılığına vekalet ediyor. Şimdi, Başbakandan yanıt bekliyoruz. Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı sıradan bir müsteşarlık değil, darbe belgelerinde adı geçiyor bunun. Herkesin ifadesi alınıyor, sorgusu, suali yapılıyor, kim bu kişi? Neden orada duruyor? Neden Başbakanın özel koruması altında? Bunu bilmeye de bizim ihtiyacımız var.
Geçen hafta söylemiştim Kayseri ile ilgili olarak rüşvet toplayan kişinin tuttuğu el defterinin bir örneğini Sayın Erdoğan’a gönderdik. Gazeteciler sorunca verdiği yanıt şu: “Onların belgeyle alakası yok. Bir sefer bunun altında imza yok” yani rüşvet toplayan adam altına bir de imza atacak. Ben bunu bir büyükelçiyle konuşurken ona anlattım, adamcağız şaşırdı “Gerçek mi böyle?” dedi. Evet, gerçek böyle. Düşünün şimdi, adli tıp kurumuna gönderse yazı karakterinden kime ait olduğu anlaşılacak, zaten adam inkâr etmiyor, “Bu defteri ben tuttum” diyor. Defter o kadar ayrıntılı tutulmuş ki kimden kaç lira para alındığı var, üstelik bunlar alınırken tek tek yazıyor ve bu defter soruşturma dosyasında var. Soruşturma dosyasında savcı bu defteri görmüyor. Başbakana gönderiyoruz o da görmüyor. Rüşvet defterini görmeyen, rüşvetçileri koruyan, hamisi olan, sırtını sıvazlayan Türkiye’de bir kişi var, Başbakanlık koltuğunda oturan bir kişi var, adı Recep Tayyip Erdoğan, onu bütün millete şikâyet ediyorum. Nasıl olur da bir Başbakan, rüşvet defteri konusunda bu kadar kayıtsız kalabilir. Bu ne demektir? Rüşvet ve rüşveti koruyanlar artık başka yerlerdedir. Meşrulaştırmışlardır artık rüşvet toplamayı. Sen Başbakansın, iki mülkiye müfettişi görevlendiremiyor musun? CHP’li belediyelere gelince sabah bir müfettiş, akşam bir müfettiş; gönder, göndermezsen namertsin. Bizim korkumuz yok. Gönder, denetle hatta ne kadar müfettiş gönderirsen o kadar da memnun oluruz ama sen, Kayseri Belediyesinde olan bu olaya, bu rüşvet defterine sessiz kalıyorsun, 2 müfettiş göndermeye cesaret edemiyorsun. Neden? Ya, kontrol edemezse müfettişleri, ya rüşvet açığa çıkarsa. Recep Tayyip Erdoğan hiç meraklanma, bu rüşveti son kuruşuna kadar ortaya çıkaracağız, hiç endişen olmasın senin.
Önümüzdeki Salı günü bir başka konuya değineceğim. Bize diyorlar ya, efendim Cumhuriyet Halk Partisi statükocu bir parti, değişimci parti Adalet ve Kalkınma Partisi. Efendim, yeniliğe açık parti Adalet ve Kalkınma Partisi, yeniliğe karşı olan parti Cumhuriyet Halk Partisi. Önümüzdeki Salı günü onların bir maskesini daha indireceğim, kim değişimci, dönüşümcü, kim tutucu, statükocu, kim halktan yana, kim birilerinden yana, şimdiden söylüyorum ki haftaya onlar da hazırlık yapsınlar.
Hepinize saygılar sunuyorum.
27.12.2024
27.12.2024
27.12.2024
26.12.2024