22.11.2011
22.11.2011
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, haftalık grup toplantısında yaptığı konuşmada şunları söyledi:
Değerli arkadaşlarım, değerli milletvekilleri, televizyonlarının başında bizleri izleyen değerli yurttaşlarım; hepinize en içten selamlarımı ve saygılarımı sunuyorum.
Az önce Kadın Kolları Genel Başkanımız 100 bin imzalı bir dosyayı sembolik olarak burada verdim. Çok sayıda kadın kardeşimiz arada, onlar şiddetin kurbanı olmak istemiyorlar. Onlar, Türkiye Cumhuriyeti’nde, Mustafa Kemal’in Türkiye’sinde özgür bir birey olmak istiyorlar. Kadın erkek eşitliğini istiyorlar. Bütün kadın kardeşlerime sesleniyorum. Biz, kadın erkek eşitliği dediğimiz zaman Sayın Başbakan “Ne eşitliği, kadınla erkek eşit mi olur?” demiş. Evet, “hayır” diyecek olan sizlersiniz, mücadele edecek olan da sizlersiniz. Kadının bu toplumda özgür bir alan yaratmak ve onu yaşatmak durumundayız. Bu toplum kadın ve erkeklerden oluşuyor. Toplumun yarısını baskı altına almak, onlara şiddet uygulamak hangi çağda yaşadığımızı sorgulatmaz mı bize? 21. Yüzyılın Türkiye’sinde bunu kabul etmiyoruz. Hele hele Cumhuriyet Halk Partisi bütün kadınların evidir ve evi olmak durumundadır çünkü daha Batı’nın egemen güçleri kendi kadınlarına seçme seçilme hakkını vermezken Türkiye Cumhuriyeti onlardan çok daha erken seçme ve seçilme hakkını vermiştir. Özellikle son yıllarda kadına yönelik şiddette ve kadın cinayetlerinde yüzde 1 400’lük artış olmuştur. Bunun toplumsal olarak sorgulanması lazım. Bu yapıyı Türkiye kaldıramaz. Her gün gazetelerde kadına yönelik şiddet haberleriyle karşılaşıyoruz, televizyon ekranlarında bu haberler ilgi çekiyor. Olmaz arkadaşlar. Kadını korumalıyız, yasal güvenceye almalıyız; şiddet uygulayan erkeğe gerekirse daha ağır cezalar, daha ağır yaptırımlar uygulamalıyız. Kadınlar sorunlarına sahip çıktığı sürece şunu çok iyi bilsinler: Tüm Cumhuriyet Halk Partililer kadın haklarının savunucusu olacaktır. Yeri geldiği zaman derler ki, “Cennet anaların ayağı altındadır.” Ee onlara sormamız lazım: Mademki cennet anaların ayağı altında Allah aşkına bu şiddetin sebebi ne o zaman?
Saygıdeğer arkadaşlarım, geçen hafta Halit Refik’i kaybettik, Esin Avşar’ı kaybettik. Esin Avşar, bir sanatçı, bir kadın ve partimizin üyesiydi. Allah rahmet eylesin diyoruz. Ömer Lütfi Akat Türk sinemasının en önemli kilometre taşlarından birisiydi. O’nun kırsaldan kente göçün sorunlarını nasıl sinemada işlediğini biliyoruz, üçlemelerini biliyoruz. Yılmaz Güney’i Türk sinemasında efsaneleştirdiğini de biliyoruz Hudutların Kanunu Film’iyle. Dolayısıyla Ömer Lütfi Akat da bizim sinemamızın önemli taşlarından birisi idi. O’na da Allah’tan rahmet diliyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bu sabah aldığım ilk telefon İzmir belediyesine yapılan baskınla ilgili. Şunun altını özenle çiziyorum: Eğer temiz belediye aranacak ve örnek gösterilecekse o İzmir Anakent Belediyesidir. Baskıyla İzmir’i nasıl ele geçirebiliriz, baskı kurarak İzmir’i nasıl alabiliriz… Eğer kadınlar söylüyorsa “Baskılar bizi yıldıramaz” kesinlikle bilin ki artık hiç kimse bizi yıldıramaz. Bakın şimdi, İzmir belediyesi üzerindeki rakamları veriyorum, baskıları veriyorum. Şu anda 52 vergi müfettişi İzmir Büyük Şehir Belediyesinin hesaplarını denetliyor; 5 Sayıştay denetçisi, 2 mülkiye müfettişi, yirmiye yakın bilirkişi İzmir’e karabasan gibi çökmüş. Hesap vermekten korkmayız, hesap vermeyi onurlu görev sayarız ama baskıya ama yandaşlığa asla izin vermeyiz. İzmir üzerinde oyunlar oynanıyor, her İzmirlinin bunu bilmesini isterim. Baskı uyguluyorlar belediyeye, bilin ki sizin seçtiğiniz belediyeye baskı uyguluyorlar. Bilgi istiyorsanız her türlü bilgi verilir, hesap istiyorsanız bütün hesaplar açıktır. Sabahın saat altısında yöneticilere baskı yapacaksınız ama birilerinin yakını olan da polise gidip polisin refakatinde sağlık raporunu değil, kendisi gidip sağlık raporunu alıp emniyete götürüyor. Bu çifte standart nedir? Bu anlayış nedir? Bu çağdışı kafa hangi anlayıştadır? O nedenle moralimizi bozmayacağız, baskılar daha gelecek, her baskı bizi daha fazla bileyecektir, her baskıya biraz daha direneceğiz, toplum direnecek baskılara karşı. Bütün CHP’li belediyelerde var baskı, biliyoruz; bütün CHP belediye başkanları bunun farkında, onlar da biliyorlar. Kayseri’ye ısrar ettim, 2 mülkiye müfettişi gönder şu hesaplara bir baksınlar. “Orada bir şey yoktur” dedi. Oturduk, dosyasını hazırladık, Başbakan hâlâ diyor ki “Kayseri’de bir şey yok” Çıkıp şunu söyledim: Kayseri’de dava açılırsa benden özür dileyecek misin? Özür diler mi? O erdemi gösteremez. O nitelikte, o karakterde bir insan değil çünkü.
Değerli arkadaşlarım, her şeyi yakından takip ediyoruz. Bir genel başkan yardımcımız, İzmir Milletvekillerimiz İzmir’e gittiler, olayları yakından izleyeceğiz. Oraya kimin görevlendirildiğini de çok iyi biliyoruz, o savcının nereden hangi gerekçeyle oraya getirildiğini de çok iyi biliyoruz. Gün gelecek devran dönecek, birileri bunun hesabını verecek.
Türkiye’nin pek çok sorunu var. Bu kadar sorun varken bir deprem acısı yaşadık, Erciş’te ve Van’da insanlarımız enkazın, binaların altında kaldılar ve yaşamlarını kaybettiler. Gencecik çocuklarımız, yaşlılarımız, öğretmenlerimiz, doktorlarımız…Anneler ve babalar ne umutlarla onları yetiştirmişlerdi ama onlar gittiler bir depremin altında kaldılar, çöken binaların altında kaldılar ve yaşamlarını yitirdiler. Beni sevindiren bir olay var. Biz tasada ve kıvançta beraber olduğumuzu bu yaşadığımız acı dolayısıyla gösterdik. Bütün Türkiye’nin kalbi Erciş ve Van için attı. Birileri bölmek istedi, birileri ırkçılık yapmak istedi ama Türkiye tek yürek Van’a ve Erciş’e kilitlendi çünkü biz artık bir ulusuz, çünkü biz artık kenetlenmişiz, bizi birbirimizden kimse ayıramaz. Olayın hemen ertesinde, olayın olduğu gün o akşam hiç kimse yokken Cumhuriyet Halk Partisi 2 merkez yönetim kurulu üyesi, genel başkan yardımcısı Erciş’te ve Van’da idi, Malatya Milletvekilimiz oradaydı, bir Bursa milletvekilimiz oradaydı. O gece hiç kimsenin olmadığı bir saatte Cumhuriyet Halk Partisi oradaydı. “Cumhuriyet Halk Partisi ne yaptı?” diyorlar. Cumhuriyet Halk Partili belediyeler tek yürek çalıştılar, il örgütümüz tek yürek çalıştı, kadın kollarımız gitti, gençlik kollarımız 24 saat çalıştı, Türkiye’nin her tarafından yardımlar geldi ama CHP’li olarak bizler ayrı depo oluşturduk, yardımları oluşturduk. Hiçbir kargaşa çıkmadı CHP’li belediyelerin gönderdiği yardımlar dolayısıyla. Sayın Cumhurbaşkanının gidip kaldığı Erciş’teki çadırı Kartal Belediyemiz kurdu, depremzedelerin yemek yediği çadır Kartal Belediyemizindir. Yine aynı şekilde Van’da soğuğu sıcağı geçirmeyen, depremzedelere hizmet eden 1 400 metrekarelik çadırın da kurucusu Çukurova Belediyemizdir, içinde mescidi dâhil her türlü ihtiyacı giderecek çadır. Oraya da bakanlar gittiler, oraya da Sayın Cumhurbaşkanı gitti. Biz, deprem olayına gerçekten yüreğimizi koyarak, o insanların derdini dinleyerek ve istismar etmeyerek, konuyu siyasallaştırmayarak herkesin dikkatini çektik, çadır ihtiyacını önce biz söyledik. Bakın, baskın düzenledikleri İzmir Ana Kent Belediyesi, ayın 24’ünde 00.01, yani depremin olduğu gece ilk arama kurtarma ekibini özel uçakla gönderen İzmir Ana Kent Belediyesidir. 55 kişilik bir ekiple oraya gitmiştir. Biz bunların reklamını yapmıyoruz. Neden? Bizim yüreğimizde insan sevgisi var, o insanı kurtarmak istiyoruz, enkazın altında kalan, acaba bir kişi daha canlı çıkabilir mi diye onun mücadelesini veriyoruz. Diğer belediyelerimiz de gönderdiler arama kurtarma ekipleri. Ne derler? Van halkı, Erciş halkı Cumhuriyet Halk Partisinin ne olduğunu artık biliyor, nasıl hizmet ettiğini biliyor. O insanları nasıl kucakladığını biliyor. Onlarla yürek yüreğe nasıl mücadele ettiğini biliyor. Biz, dedim ya yüreğimizi koyduk. Bizim yüreğimizde insan sevgisi var. Onlar ne yaptılar? Onlardan birisi şunu yaptı: Efendim, deprem olmuş, insanlar perişan, çadır istiyorlar, yardıma ulaşılamıyor, bakan gidip diyor ki “Efendim, Sayın Başkanım –Diyanet İşleri Başkanına söylüyor, Sayın İdris Naim Şahin- biz de buraya bir çadır, bir mekân kuralım gibi geliyor. Koskocaman sarayda oturuyorsunuz. Bir gel dediğiniz yok” diye depremzedelerle dalga geçiyorlar. Böyle bir anlayış olabilir mi? Bu gafı yapan bir kişi o koltukta oturabilir mi? Adamın yakınları deprem altında, enkaz altında, zor bela bir çadıra sığınmışlar, beyefendinin derdi “Siz sarayda oturuyorsunuz, acaba biz de mi buraya gelsek” diyor. Ee olur, onlara da çadır dağıt, çadırın içinde o zaman sen otur.
Ve yine deprem olmuş, valilik zorla çadırları söküyor, “evlerine gireceksiniz” diyor. Şehircilik Bakanı da çıkmış “Efendim, büyük depremlerden sonra artık deprem olmaz…” Eee “…Van ve Erciş artık en güvenli iki kenttir, iki bölgedir dolayısıyla evlerine gidebilirsiniz” diyor ve deprem oluyor, otel yıkılıyor, evler yıkılıyor, bir sürü insan, 2 de gazetecimiz yaşamını yitiriyor. Bir gazeteci arkadaşımız bu bakana soruyorlar: “Efendim, bu açıklamayı yaptınız, muhalefet diyor ki istifa etmeyi düşünüyor musunuz?” Verdiği yanıt şu: “Gülüyorum bunlara” diyor. Palyaçolar bile buna gülmez. Bu kadar acının olduğu bir yerde sorumluluk nedir bilmeyen bir insana, pişkin bir insana ne diyeceksiniz? Bu kadar pişkinlik, bu kadar sorumsuzluk ancak AKP’de olur, başka bir partide olmaz.
Ve daha acısı: Deprem olmuş, insanlar enkaz altında pek çok yerden diyorlar ki “Acil arama kurtarma ekipleri gönderelim.” Bizim Hükümet diyor ki “Yok arkadaşlar, göndermeyin. Durun bakalım biz çıkaracak mıyız, çıkarmayacak mıyız önce biz kendi potansiyelimizi görelim.” Böyle bir sorumsuzluk olabilir mi? Bunu söyleyen kişiyi biliyorsunuz değil mi? Bunu söyleyen “Köstebek” lakabıyla maruf olan bir bakanımız. Şimdi sormak gerekiyor: O arama kurtarma ekiplerini sınırda bekletip, havaalanında bekletip “Yardıma gelmeyin” deyip o insanları perişan eden, ölüme sürükleyen bir ortamda bu bakana o insanların, ölen insanların sorumlusu sensin deme hakkımız yok mu? Bu sorumluluğu hissedip, ruhunda hissedip, en azından vicdanını sorgulayıp o koltuktan ayrılması gerekmez mi? Gerekmez, bunlar için gerekmez, bunlar için hayatın önemi yoktur. Depremzede ölmüş, enkazın altında, bunlar için hiç önemi yok. Bunların derdi başka, bunların derdi insan değil, onların derdi rant, başka bir dertleri yok.
Efendim, sonra yine bakanlar gidiyor, vatandaşlar isyan hâlinde; çadır yok, başka ihtiyaçlar giderilmemiş, yiyecek sıkıntısı çekiliyor “Vali istifa” diyorlar. Bir bakanın söylediği: “Protestocular kötü niyetli, her yer erzak dolu, tek sorun ısınma.” Dün Van’dan bir acı haber daha geldi. Kız çocuğu Öznur beslenme yetersizliğinden öldü. Hani her taraf erzak dolu idi? Acaba bu bakanın vicdanı sızlıyor mu? Acaba bunlar kendi vicdanlarında kendilerini sorguluyorlar mı? Bakın bunlar gazetelerde bölük pörçük küçük küçük yer aldı. Benzer bir olay Japonya’da oldu, Japonya’da deprem oluyor, imardan sorumlu bir bakan şöyle diyor: “Ben depremzedeler için her şeyi yapmaya hazırdım ancak felaketzedelerin kalbini kırdığım için özür dilerim” diyor ve görevini bırakıyor. Kalbini kırdığı için… Bizde bırakın kalbini kırmaya adamı ölüme sürüklüyorsunuz, enkazın altında kalıyor, orada ölüyor, siz de seyrediyorsunuz ama çivilenmiş gibi koltuklarınızda oturuyorsunuz. Bu yüzsüzlüktür, siyasal yüzsüzlüktür, siyasal ahlaksızlıktır.
Bu arada, değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakan Erciş’e gidiyor, Erciş’te bir konuşma yapıyor. Konuşmada söylediği laf yine çok önemli: “Efendim, bu yıkılan binaların ruhsatını kim vermiş? Bunlarla ilgili yasal süreci başlatacağız.” Ben burada Erciş Cumhuriyet Savcılığına 14 müteahhidin verdiği suç duyurusunu açıklamıştım, dilekçeyi göstermiştim ve sormuştum: Erciş Belediye Başkanlığıyla ilgili olarak yapılan bu suç duyurusuna İçişleri Bakanlığı izin verdi mi vermedi mi? Tık yok. Ve Erciş’te Sayın Başbakan diyor ki vatandaşlara: “Ben size palavra atmam” diyor. “Palavracı genel başkanlardan değilim, palavracı Başbakan değilim” diyor. İnanıyor musunuz? Allah aşkına, bu çıkıp bir konuşma yaptı. “Gazze’ye yardım götürecek olan gemilere Türk donanmaları eşlik edecektir.” Gazze’ye yardım götüren iki gemi, yine uluslararası sularda durduruldu, İsrail aldı bunları başka yere götürdü. Bizim Türk donanma gemileri eşlik etti mi? Etmedi. Peki, palavracı kim? Kim palavracı? Efendim, burada ben çağrı yapmıştım. Yine ayakları yerden kesildiği zaman bizim CHP’li belediyeleri suçlamıştı. “Efendim bu CHP’li belediyeler aracılığıyla PKK terör örgütüne para aktarılıyor” demişti. Ben de çık açıkla arkadaş, kimse karnından konuşmasın, açıklamazsan namertsin dedim, açıkladı mı? Hayır. Kim palavracı? Ve ben şunu söyledim: Açıklamazsan gensoru vereceğiz dedik. Gensoru verdik, bizim gensoru önergemiz saat 19.00’dan sonra görüşülsün -çünkü televizyon yayını o zaman yok- diye başka bir gensoruyla birleştirilip bizim gensoru önergemizi aşağıya çektiler saat 19.00’dan sonra görüşülsün diye. Biz gensoru önergemizi geri çektik, bu hafta görüşülecek. Şimdi sesleniyorum Sayın Başbakana. Palavracı olup olmadığının yolu o gensoru görüşülürken gel anlat bakalım kimmiş o belediyeler, söyle bakalım CHP’li belediye hangisi, söylemezsen sen palavracı Recep’sin kusura bakma.
Ve yine biz, kolay askerlik konusunda seçim meydanlarında bir şeyler söyledik, kolay askerlik. Durumu iyi olan ailelerden para alınacaktı, durumu iyi olmayan ailelerden de herhangi bir bedel alınmayacaktı, böylece birikmiş olanlar süratli bir şekilde sonlandırılacaktı. Bizim bu önerimize bakın, Recep Tayyip Erdoğan nasıl cevap veriyor. Önce itiraz ediyor “Olur mu öyle şey” diyor. “Fakir çocukları var onlar nasıl bedel ödeyecekler, böyle şey olur mu” diye bir sürü laf… Arkasından şunu söylüyor ama “Ben Tayyip Erdoğan olarak böyle bir sorumluluğun altına giremem. Parası olan var, olmayan var, parası olan bastıracak kurtulacak, parası olmayan askerlik yapacak. Seçimden sonra referanduma götürürüz.” Şimdi açıklandı, 30 bin lira galiba. Parası olmayan askere gidecek, parası olan eğitimi de, kısa süreli eğitimi kaldırmışlar galiba, bastır parayı kurtul; garibanın çocuğu askere, varlıklının çocuğu 30 bin lira karşılığında al teskere. Şimdi, adam gibi adamsan, palavracı değilsen, doğru konuşuyorsan çıkacaksın bu yasayı, Parlamento kabul ederse, senin milletvekillerin kabul ederse referanduma götürelim, milletin iradesine gidelim, millet evet diyorsa mesele yok, hayır diyorsa yine mesele yok. Referanduma götürebilir mi? Onun için diyorum götürmezsen senin unvanın bundan sonra palavracı Recep’tir, kusura bakma.
Değerli arkadaşlarım, saygıdeğer milletvekillerim; toplantı yapmadığımız süre içinde Silivri toplama kampına gittim. Silivri toplama kampı 1940’ların Almanya’sında kurulan toplama kamplarının 2010 Türkiye versiyonu olarak gündemimizde duruyor. Orada, Almanya’daki toplama kamplarının bir ortak özelliği vardı, belli bir uyruktan gelenler toplanıyordu. Buradaki toplama kampının da başka bir özelliği var, bir ortak özelliği var, iktidara karşı olanlar. Bunların çoğu birbirini tanımaz, birbiriyle konuşmamıştır, hayatta bir araya bile gelmemişlerdir ama olsun madem hükümete muhalifsiniz doğru Silivri toplama kampına. Ben Silivri toplama kampı deyince Recep Bey kızmış. “Vay efendim, Kılıçdaroğlu’nun dedeleri bunu iyi bilir.” İyi biliyorum ki onu söylüyorum zaten toplama kampıdır diye. Orada adalet yok, toplama kamplarında adalet olmaz zaten amaç farklı, yargılama süreci farklı. O toplama kamplarında usulen yargılama yapılıyor çünkü insanlar zaten çoktan mahkûm edildi. Çarşaf çarşaf yayınlandı, onların mahkûm edilecekleri ayan beyan ortaya çıktı, ona göre yargı dizayn edildi, siyasi otoritenin emrine verildi, artık o toplama kampından sadece biz değil bütün dünyanın aydınları artık rahatsız, herkes rahatsız bu toplama kampından. Bu toplama kampı 21. Yüzyılın Türkiye’sinin en büyük ayıbıdır; adalet ayıbıdır, yüz kızartıcı bir tablo olarak ortaya çıkmıştır.
Az önce Van depremiyle ilgili açıklamalar yapmıştım, bakanların tutarsızlığını, gaflarını hepsini açıkladım, bir kısmını hepsini değil de. Şimdi düşünün, oraya bakanlar gidiyorlar bir sürü abuk sabuk açıklamalar yaptılar, insanlarla dalga geçtiler. Silivri toplama kampında da eski bir bürokrat, eski değil aslında fiilen çalışan bir bürokrat, devletin önemli görevlerinde bulunmuş, çaba harcamış –Sayın Kozinoğlu- arandığını duyunca yurtdışından gelmiş. “Beni arıyorsunuz” demiş, almışlar tutuklamışlar ve yaşamını yitirdi bu toplantı kampında. Açıklamalar yapıldı şöyledir böyledir diye. Oraya gittiğimde Sayın Haberal dedi ki “Buranın revirinde bir stetoskop var…” yani hastaları dinleyen, hekimlerin kulaklarına takıp hastaları dinledikleri bir alet, adı stetoskop “…bir de tansiyon ölçme aleti var, başka da burada bir şey yok.” Ama bunlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine verdiği dilekçede “Efendim, burada her şey var, tam donanımlı hatta uçak ambulans bile var” diyorlardı. Evet, dilekçeler orada. Ve bu kişi fenalaşıyor, hastaneye ulaşıncaya kadar da yaşamını yitiriyor. Şimdi bakın arkadaşlar, hiç kimsenin yapmadığı bir şeyi yaptık. Adalet Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığının bu konudaki resmî açıklamalarının yan yana getirdik. 112 Saat kaçta arandı? Arıyorsunuz, Adalet Bakanlığı diyor ki “18.18’de arandı.” Sağlık Bakanlığı da diyor ki “18.30’da arandı.” Bir kişi telefon ediyor zaten. Aradaki 15 dakika farkı, ikisi de kamu, ikisi de bakanlık, birisi Sağlık Bakanlığı, diğeri de Adalet Bakanlığı, ambulans cezaevine saat kaçta ulaştı? Adalet Bakanlığı diyor ki “18.37’de” Sağlık Bakanlığı diyor ki “18.42’de.” Ambulans cezaevinden saat kaçta yola çıktı? Adalet Bakanlığı diyor ki “18.47’de” Sağlık Bakanlığı diyor ki “18.54’te yola çıktı.” Ambulans hastaneye saat kaçta ulaştı? Adalet Bakanlığı diyor ki “19.15’te,” Sağlık Bakanlığı “19.10’da.” diyor. Ben size diyorum, bunlar bu ülkeyi yönetemezler. Daha bakanlık, iki bakanlık, bir kişi vefat etmiş, Allah rahmet eylesin… Bu ülkeye büyük hizmetler vermiş, çaba harcamış, uluslararası alanda büyük mücadeleler vermiş bir kişi yaşamını yitiriyor, iki bakanlık farklı tellerden çalıyor. Siz hiç yalaka medyanın –çok özür dilerim, öyle bir medya grubumuz var- bu olayın üzerine gittiğini duydunuz mu?
Saygıdeğer arkadaşlarım, değerli milletvekilleri; halkımızın ağır sorunlar altında ezildiği bir süreçteyiz, depremin ve terörün yol açtığı yaraları sarmaya çalıştığımız bir süreçteyiz, yakın çevremizde derinleşen krizlerin insanımızı endişeye sürüklediği bir dönemdeyiz. Böyle bir dönemde sorunlara çözüm üretmesi, yarınlara ilişkin kaygıları gidermesi gereken Başbakan, içine düştüğü acizliğin, beceriksizliğin gözlerden kaçırılması çabası içinde, böyle bir çabayı sürdürüyor. Biliyorsunuz, müflis tüccar eski defterleri karıştırırmış. Bizim müflis Başbakan da hiç vazife olmadığı hâlde tarihi karıştırıyor. Birazcık tarih bilse, birazcık tarih bilinci olsa gerçekten gam yemeyeceğim, diyeceğim ki tarihi biliyor, tarih bilinci var, dolayısıyla söyledikleri oturulur konuşulur. Kendi elli yıllık geçmişini, kirli bir gömlek gibi sırtından çıkarıp atan bir Başbakan CHP’ye diyor ki “Tarihinle yüzleş.” O çıraklık dönemindi, bu kalfalık dönemindi diyerek iktidarının dokuz yılını bile inkâr eden bir adam, CHP’ye dönüp “Tarihinle yüzleş” diyor. Kısacası, kendi kişisel tarihinde utanç duyan bir Başbakan, dönüp CHP’ye “tarihinle yüzleş” diyor. Yüzleştik, şanımız, şerefimiz arttı; yüzleştik, CHP’nin tarihinde “Bu adamı deliğe süpürmeyin, onu kullanın” onursuzluğu asla yoktur. O onursuzluğu yapan egemen güçlerin karşısında “benim işimi bitirmeyin, beni deliğe süpürmeyin, beni kullanın” diyen bir onursuzluk Cumhuriyet Halk Partisinin tarihinde yoktur, olmamıştır da. CHP’nin tarihinde Türk askerinin kafasına çuval geçirilirken sessiz kalma gibi bir onursuzluk da yoktur. CHP’nin tarihinde yedi düvele kafa tutarak bir milletin namusunu, şerefini, bağımsızlığını söke söke alma mücadelesi vardır. CHP’nin tarihinde Kuvvayımilliye vardır. CHP’nin tarihinde egemenlik kayıtsız şartsız milletindir vardır. Senin tarihin ise İngiliz muhriplerine dayanıyor, Amerika mandacılarına dayanıyor. CHP dün de bağımsızlık tutkunu idi, bugün de bağımsızlık tutkunudur. Sen dün de mandacıydın, bugünde taşeronsun. Buradan sesleniyorum: Kendine gel Başbakan. Ne zaman pusulan şaşsan CHP’nin tarihiyle ilgileniyorsun, CHP’nin geçmişine saldırıyorsun. Senen başka işin yok mu? Senin başka hesabın yok mu? Senin tarihle ne alıp veremediğin var. Sen hangi rövanşın peşindesin, hangi intikamın peşindesin? Aslında ben bunu çok iyi biliyorum. Sen Mustafa Kemal’a ulaşmak ve O’nu eleştirmek istiyorsun. Senin yüzünü biliyorum ben, senin düşünceni biliyorum ben. Senin hedefin Atatürk’le hesaplaşmak, senin hedefin cumhuriyeti tasfiye etmek, senin başka bir hedefin yok. Sanma biz bunların farkında değiliz.
Değerli milletvekilleri, saygıdeğer arkadaşlarım; geçmişte yaşanmış acıların, dertlerin, ıstırapların, sevinçlerin, hüzünlerin, doğruların ve yanlışların bize öğrettiği bir şey var. Bu vatan değerlidir, bu cumhuriyet değerlidir, bu bayrak değerlidir, bağımsızlığımız değerlidir. Tarih, bu değerlerin kıymetini bilenler içindir. Tarihi geçmişte kalmış sorunları günümüze taşımanın aracı olarak kullanmaya kalkışanlar ya gaflet ya da delalet içindedirler; ya da bu değerlerle görülecek hesapları vardır. Hatırlatmak isterim ki, cumhuriyet, bu milletin yeniden mayalanma projesidir. Bu maya tutmuştur, yaraları kaşıyarak, zor dönemlerin, sancılı dönemlerin sorunlarını bugüne taşımaya çalışanlar ne yaparlarsa yapsınlar asla ve asla geriye dönüş olmayacak, bu cumhuriyet yaşayacaktır. Hiçbir şeyden ders almıyorsanız, son yaşadığımız Van ve Erciş dramında bu ulusun nasıl kenetlendiğini gördünüz, bundan ders alın. Yaşamıştır, maya tutmuştur, senin gücün de, ahdin de onları yıkmaya yetmez.
Sayın Başbakan benim üzerimden bölücülük yapıyor. Israrlı bir şekilde benim de bu sorumsuzluğa, bu nezaketsizliğe, bu edepsizliğe iştirak etmemi istiyor. Bu öyle bir fitne ki cevap vermek bile o fitneye alet olmak anlamına geliyor. Ben sustukça Başbakan zıvanadan çıkıyor. Evet, ben Dersimli bir ailenin çocuğuyum. Bu ulusun çocuğuyum, bu ülkenin çocuğuyum. Üç evladımı bu ülke için yetiştirdim. Bu ülkenin çocuğuyum. Üç pırlanta evlat yetiştirdim bu ülke için. Bu ülke için, bu halk için çalışıyorlar, kendi ülkesinin çıkarları için mücadele ediyorlar. Gönüllerinde, ruhlarında, kalplerinde Kuvvayımilliye ve Mustafa Kemal var onların. Dersimliyim, şimdi de Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanıyım. Onur duyuyorum, gurur duyuyorum ondan. Yarın da inşallah, Allah nasip ederse, Başbakan olacağım. Türkiye Cumhuriyetinin büyüklüğü işte budur ama kafasında fındık kadar beyin taşıyanlar bunun değerini bilemezler. Şunu da söyleyeyim. Yediden yetmişe bütün Dersim halkının demokratik, laik cumhuriyetimizle hiçbir sorunu yoktur, hiçbir alıp veremediği yoktur. Hiçbir Dersimli, Sayın Başbakan gibi, bu ülkenin birliğiyle rövanş peşinde değildir. Bu ne büyük bir talihsizliktir ki bu ülkenin Başbakanın zihin haritası Ermeni diasporasının zihin haritasıyla aynıdır. Birlik ve beraberliğe en çok muhtaç olduğumuz bir dönemde yaşıyoruz. Kadere bakın ki birlik ve beraberliği korumakla sorumlu olan Başbakan ucuz hesaplar üzerine çaba harcıyor, toplumda yeni bölünmeler, yeni çatışmalar, yeni fay hatları yaratmaya çalışıyor. Sayın Başbakan toplumda sürekli kutuplaşmalar ve kamplaşmalar yaratarak buradan çıkar sağlamayı düşünüyor. Öyle bir gözü dönmüş ki bu Başbakan yakın bir gelecekte bu millete Ermeni soykırımı iddialarını da dayatırsa hiç şaşmayın.
Buradan açıkça söylüyorum. Sayın Başbakan, Dersimi sömürü aracı yapma, eğer dediklerinde samimiysen her türlü imkân, her türlü yetki senin elinde Başbakansın, ne gerekiyorsa yap, hesap mı soracaksın sormazsan namertsin çünkü iktidarda olan sensin. Kimi kime şikâyet ediyorsun sen? Dersim’de acı çekenlerin sözcülüğünü yapmak sana kalmadı, Dersimli bunu kendisine hakaret sayar çünkü sen ikiyüzlülük yapıyorsun. Bu ikiyüzlülüğü Dersimlinin anlamadığını mı sanıyorsun? Sayın Başbakana bir tavsiyem var: Kendine birazcık saygın varsa, bu milletin birlik ve dirliğine biraz değer veriyorsan, bulunduğun makamın sorumluluğuna birazcık sahipsen, biliyorsan bu kışkırtıcı ve bölücü üslubundan vazgeç. Görüyorsun ki Dersim’den de Dersimliden de sana ekmek yok, başka kapıya Sayın Başbakan, başka kapıya.
Saygıdeğer arkadaşlarım, değerli milletvekilleri; Türkiye’nin hem içeride hem de dışarıda dünya kadar sorunu var. Bir kişinin tek adamlık hırsı devlet tecrübemizin önüne geçmiştir. Bir kişinin tek adamlık hırsı demokrasi tecrübemizin önüne geçmiştir. Bir kişinin tek adamlık hırsı hukukun önüne geçmiştir. Anayasal kurumlar siyasallaştırılmıştır, partileştirilmiştir. İktidar partisiyle organik bir bütünlük içine sokulmuştur. Hukuk siyasallaştırılmış, bağımsız olması gereken yargı gücün ve güçlünün emrine tahsis edilmiştir. Cesur adamların Türkiye’si, konuşan adamların Türkiye’si, yürekli adamların Türkiye’si korkutulmuş, sindirilmiş ve susturulmuş bir Türkiye’ye dönmüştür. Başta bu iktidara yaranarak ayakta kalabileceğini zannedenler olmak üzere, hiç kimsenin hakkı, hukuku, geleceği garanti altında değildir, önce onu bilsinler; yalakalıkla sonuç elde edemezler. Bu ülkenin Cumhuriyet Halk Partisi dışında hiçbir umudu kalmamıştır. Bu süreçte Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye’nin elindeki en önemli şanstır. Bu sebepledir ki bu partiyi, Cumhuriyet Halk Partisini gözünün bebeği gibi korumak, sakınmak, sadece ve sadece bu partinin başarısına adamak hepimizin görevidir, her Cumhuriyet Halk Partilinin görevidir. Zamanı heba etmek gibi bir lüksümüz yoktur. Gücümüzü heba etmek gibi bir lüksümüz yoktur. Birbirimizi kırıp dökmek gibi bir lüksümüz yoktur. Bu parti sadece devleti kuran bir parti değildir, bu parti aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’ne demokrasiyi getiren bir partidir. Dolayısıyla bizim partimizde her zaman parti içi demokrasi işleyecektir. Bizim partililerimiz düşüncelerini özgürce dile getireceklerdir ve getirmeye de devam edeceklerdir çünkü biz, özgüveni olan bir siyasal partiyiz. Her türlü düşüncenin özgürce tartışıldığı bir partiyiz. Bizi AKP’den farklı kılan, Kemal Kılıçdaroğlu’nu da Recep Tayyip Erdoğan’dan farklı kılan budur; demokrasi, hukuk anlayışımızdır bizim. CHP’nin kimliği farklı fikirlerden korkmaz. Bu kadar köklü bir fikri ve tarihi bir geçmişi olan bir siyasal parti her türlü düşünceyle yüzleşecek cesarette ve özgüvendedir, Cumhuriyet Halk Partisi budur. Özgüvenimiz vardır, cesaretimiz vardır, her türlü düşünceyi özgürce tartışırız. Biz iktidara yürüyen, iktidara talip olan bir partiyiz. İçimizdeki farklı düşüncelere izin vermezsek o zaman şu soruyu sormayacak mı bizim partililerimiz: Siz o zaman Türkiye’yi nasıl yöneteceksiniz? Çünkü Türkiye’de her düşünceden insan var, her gruptan insan var. Herkese eşit yaklaşacağız. Kimseyi ötekileştirmeyeceğiz, herkesi kucaklayacağız, herkes CHP’nin çatısı altında yerini bulacak. Katılalım veya katılmayalım bir arkadaşımız sözlerinden ötürü Cumhuriyet Halk Partisinin ideolojik duruşuyla ilgili olarak sonuçlar çıkarmak her şeyden önce CHP’ye saygısızlıktır. Cumhuriyet Halk Partisi her türlü düşünceyi rahatlıkla tartışan bir partidir. Bizim özgüvenimiz var, cesaretimiz var. Birisi böyle konuştu diye yok zemin kaydı, yok öyle bir şey; CHP’nin zemini Kuvvayımilliyedir, kimse unutmasın bunu.
Bunu bahane ederek birilerinin parti disiplini dışında yok basın toplantısı, yok bilmem şu bu, izin vermeyeceğim bu tür şeylere, yok öyle bir şey. Bakınız, hiçbir parti kapalı grup toplantısı yapmaz biz yaparız. Arkadaşlarımız burada her türlü düşünceyi özgürce tartışsınlar diye yaparız. Ama grup yönetmeliğine aykırı olarak, öyle izin almadan ben gideceğim basın toplantısı yapacağım, olmaz. Parti disiplini var. Parti içi rekabet evet, başımın üstüne; parti içinde farklı görüşler, evet, başımın üstüne. Biz, bir kitle partisiyiz, bu kitle partisi Türkiye’yi yönetmeye talip olan bir parti. Biz, her yerde ve her zaman kendi ideolojimize, kendi felsefemize inanıyoruz ve onun arkasındayız. Gideceğimiz yol bellidir, çağdaş uygarlık, hedefi Mustafa Kemal koydu zaten, çağdaş uygarlığa gideceğiz hedefimiz orada. Parti içi tartışmaya evet, kapalı oturumda çıkar her arkadaşımız düşüncesini söyler; özgürlük evet, herkes özgürdür. Bizde baskı yok, bizde biat kültürü yok, CHP’yi CHP yapan budur. O tartışmalar olmasaydı sosyal demokrasi anlayışı Türkiye’de yerleşir miydi? Yerleşecektir. Bugün, Cumhuriyet Halk Partisi dünyanın en saygın sosyal demokrat partilerinden birisidir. Ama parti içi rekabet adına göz göre göre partiye zarar vermek halka yapılmış en büyük ihanettir. Herkes aklının başına almalı. Bu parti içinde hiç kimsenin halkın moralini bozmaya, halkın ümidini kırmaya hakkı da yoktur, yetkisi yoktur. Kimse kusura bakmasın ben buna izin vermem. Ben düşüncelerini açıkça söyleyen birisiyim. Kimseyi kırmak dökmek istemem. Bana zarar verebilirsiniz ama hiç kimsenin Cumhuriyet Halk Partisine zarar vermesine izin vermem. Dostça, kardeşçe, demokratik kurallar içinde kim seçilip gelmişse benim başımın tacıdır, demokrasi de zaten odur. Genel Başkanınız olarak ben, partimizi iktidara taşıyacağımıza kesinlikle inanıyorum. Zamanın ruhu sosyal demokrasiyi dünyada da Türkiye’ye de davet ediyor iktidara, bunun farkında olalım. Biz yeter ki bu çağrıya kulak asalım. Hedefimiz belli, kitlemiz belli. AKP ülkeyi pazarlayan bir partidir, sakın unutmayın, zaten kendisi çıktı söyledi “Ben Türkiye’yi pazarlamakla mükellefim” dedi. Türkiye’yi pazarlayanların bu ülkede yerinin olmaması lazım, onlar pazara gitsinler.
Kadına şiddetten başladık, Ömer Lütfi Akat ustadan, Esin Avşar’dan söz ettik, depremden söz ettik, Silivri toplama kampından söz ettik ve Türkiye’nin temel taşı olan Cumhuriyet Halk Partisinden söz ettik, halkın partisinden söz ettik. Halkın partisi olacağız, yönümüz, yüreğimiz halkla beraber olacak. Gideceğiz, daha fazla gideceğiz, tarlaya da, fabrikaya da gideceğiz.
Esen kalın, hoşça kalın, dostça kalın.
26.11.2024
26.11.2024
26.11.2024
25.11.2024