21.11.2017

21 Kasım 2017 tarihli TBMM Grup Konuşması

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (21 KASIM 2017)

-"Bütün taşeron işçisi kardeşlerime sesleniyorum; sizin davanıza kadro alana kadar sonuna kadar sahip çıkacağız. Hiç kimse sahip çıkmazsa biz çıkacağız"

- "Asgari ücret önümüzdeki dönemde en az net 2 bin lira olmalı"

- "Birisinin uçağı var, Meclisi bombalamış, bir kez müebbetle yargılıyorsun ama gazetecinin sadece kalemi var onu üç kez müebbetle yargılıyorsun. Böyle adalet olur mu?"

-"Kuzey Irak’ta Türk askerlerinin başına çuval geçirildiğinde bunlar nota vermediler. ’Sarraf, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, o nedenle verdik notayı’ diyorlar. Askerler de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıydı, onlar İngiliz vatandaşı mıydı? Niye vermedin notayı"

- "15 yıldır bu memleketi sen yönetmiyor musun? ’Faizi indiremiyorum’ diyorsun, bilinçli olarak indirmiyorsun zaten. Çıkar KHK, ’faiz sıfır olmuştur’ de. Kimden şikayet ediyorsun, Yıldırım’dan, Maliye Bakanı’ndan mı şikayet ediyorsun, Merkez Bankası’ndan mı şikayet ediyorsun? Atamayı sen yaptın, altında Trump’un, İngiliz hükümetinin mi imzası var? Sen masum bir adam değilsin. Sen memleketi yönetemiyorsun. Milleti felakete sürüklüyorsun. Dolar aldı başını gidiyor. Bu memlekete gelen bütün felaketlerin tek sorumlusu sensin"

Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:



Efendim hepinize merhabalar, bir annenin feryadını eminim siz de duyuyorsunuz. Çocuğu hapiste olan bir anne ve dolayısıyla haksızlığa tahammül edemiyor ve burada kendi derdini dile getirmeye çalışıyor. Bütün anneleri anlıyorum, çocuk sevgisinin çocuğun anne için ne kadar değerli olduğunu biliyorum. Ama elbirliğiyle gönül birliğiyle, kadın erkek demeden, şurada burada yaşıyor demeden, bütün çocuklarımıza sahip çıkacağız. Bunun sözünü bütün annelere veriyorum.

Efendim geçen hafta bir kaybımız oldu, spor dünyasının çok önemli bir kaybı. Naim Süleymanoğlu vefat etti. 1988 Seul Olimpiyatlarında, 1992 Barselona Olimpiyatlarında, 1996 Atlanta Olimpiyatlarında Türkiye’ye altın madalya getirdi. Dolayısıyla hepimizi gururlandırdı, Türk bayrağını göndere çektirdi, İstiklâl Marşımızı okuttu. Kendisine sonsuz şükranlarımızı her zaman ve her ortamda sunduk. Yüzyılın en büyük sporcusu olarak tarihe geçti, bu da bizim için ayrı bir gurur. Spor dünyası için büyük bir kayıp, Allah rahmet eylesin diyoruz. Bütün ailesine, spor dünyasına başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz.

TAŞERON İŞÇİSİ KARDEŞLERİM, SİZİN DAVANIZA SONUNA KADAR SAHİP ÇIKACAĞIZ

Değerli arkadaşlarım, geçen hafta önemli bir toplantı yaptık, Taşeron İşçiler Çalıştayı. Daha önce kıdem tazminatıyla ilgili bir toplantı yapmıştık, bu kez Taşeron İşçiler Çalıştayını gerçekleştirdik. Taşeron işçiler görünmeyen işçilerdir. Hak aramaktan çekinen, korkan işçilerdir. “İşimden olur muyum, benim işime son verirler mi?” diye çekinen insandır. Bütün hastanelerde bunları görebilirsiniz, Türkiye Büyük Millet Meclisinde görebilirsiniz, bütün bakanlıklarda görebilirsiniz, ama bunlar görünmez insanlardır. Bunlar ömür boyu asgari ücrete mahkûm edilen insanlardır. Bunlar kıdem tazminatı haklarını alamayan insanlardır, işçilerdir. Bunlar iş güvencesi ve iş güvenliği olmayan arkadaşlarımızdır. Bunlar hak aramaya kalktıkları zaman ceplerinde para olmayan insanlardır. Dolayısıyla yargıda haklarını arayamayan insanlardır. Bunlar işten atıldıklarında yargıya başvurup, mahkeme masraflarını, avukat masraflarını karşılayamayan insanlardır. Bu insanlara öteden beri sahip çıkan, kimliklerine bakmadan, siyasi görüşlerine bakmadan, insan olarak çalışıyorlar, alın teri döküyorlar, evlerine helal ekmek götürüyorlar, bunlara sonuna kadar sahip çıkan tek bir parti var, o da Cumhuriyet Halk Partisi.

Bütün taşeron işçisi kardeşlerime sesleniyorum, sizin davanıza kadro alıncaya kadar sonuna kadar sahip çıkacağız. Hiç kimse sahip çıkmasa biz sahip çıkacağız. Bu çalıştayı da bu gerekçeyle yaptık. Türk-İş’in Sayın Genel Başkanı, Hak-İş’in Genel Sekreteri -Genel Başkanın gece önemli bir işi çıktığı için katılamadı- ve DİSK’in Sayın Genel Başkanı bu toplantıya katıldılar. Güzel konuşmalar yaptılar, Türk-İş’e de, Hak-İş’e de, DİSK’e de buradan en içten selamlarımızı saygılarımızı gönderiyoruz; taşeron işçilere bizimle birlikte sahip çıktıkları için.

TAŞERON İŞÇİLER BİLDİRGESİ…

Ve bir “Taşeron İşçiler Bildirgesi” yayınladık. Bu bildirgenin altında üç sendikanın da imzası var, üç konfederasyonun da imzası var.

Ne söylüyor bu bildirge? “Taşeron işçilik sistemi 21.yüzyılın modern kölelik düzeni anlamına gelmektedir.” Evet, modern kölelik sistemi, ömür boyu asgari ücrete mahkûm; hiçbir hakkın yok, sadece asgari ücret vereceğim, köle gibi çalışacak anlayışıdır. Bu anlayışa karşı çıkıyoruz diyorlar, biz de karşı çıkıyoruz. “Taşeron işçilik sistemi çalışma yaşamını kuralsızlaştırmaktadır” diyor, hiçbir kuralı yok. Tıpkı bugün Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yaşadığı gibi, hiçbir kuralı olmayan bir devlet görünümündeyiz. Bütün yetkiler bir kişide. Burada da bütün yetkiler taşeronda. Taşeron bütün işçilerin iş sözleşmesini isterse bir saniye içinde feshedebilir. Yukarıdaki de aynı şeyi yapabilir. Dolayısıyla yaşanan sistem taşeron bazında bugün yaşadığımız siyasal sistemin pek de dışında olan bir sistem değil.

“Taşeron işçiler işin en ağırını yapmakta, ücretin ise en hafifini almaktadırlar” diyorlar. Doğru, en ağır işi yapıyorlar, ama asgari ücretin ötesine geçemiyorlar. Hatta şu da bir başka gerçek, asgari ücret üzerinden para ödeniyor, ama o paranın bir kısmı sonra taşeron tarafından onlardan tahsil ediliyor. Biz bu gerçeği de çok iyi biliyoruz.

“Taşeron işçilik sistemi iş cinayetlerini artırmaktadır.” Doğru, iş kazasında ölen işçilerin büyük bir kısmı taşeron işçileridir, hiçbir güvenceleri yoktur bunların. “Taşeron işçiler kadrolu işçilerin yararlandığı sosyal haklardan yeterince yararlanamamaktadırlar.” Kadrolu çalışanlara verilen yakıt, ulaşım, aile ve çocuk yardımları, yemek yardımları gibi pek çok yardımdan taşeron işçileri yararlanamamaktadır. Bunu ben söylemiyorum, Türk-İş’in, Hak-İş’in ve DİSK’in sayın genel başkanlarının ortaklaşa imzaladıkları bir metinden okuyorum bütün bu gerçekleri.

“Kamuda çalışan taşeron işçiler, yıllardır kadro vaadiyle oyalanmakta ve adım atılmamaktadır” deniyor. “Kamu hizmeti sürekli bir hizmettir, çalışanlar da sürekli çalışmaktadır” deniyor. “Devlet ucuz işgücü ve güvencesiz çalışma rejimini sürdüren değil, devlet bunu önleyen bir kurum olmalıdır” diyor. Doğrudur, Türk-İş’in, Hak-İş’in ve DİSK’in sayın genel başkanları bunu söylüyorlar.

“Taşeron işçilerin kadrolu çalışması bir haktır” deniyor. Evet, o hakkı taşeron işçiler alsınlar diye, onların yerine biz konfederasyonlarla birlikte mücadele ediyoruz. Biz işin siyasi ayağını oluşturuyoruz, onlar da emek ayaklarını oluşturuyorlar. Son taşeron işçi kadro alıncaya kadar mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz.

Tabii kadro verilirken söz veriyorlar, “kadro vereceğiz, vereceğiz” diye, daha ortada bir şey yok. Ama kadro verilirken kişinin kimliğine, kişinin inancına, kişinin yaşam tarzına, kişinin siyasi görüşüne bakarak kadro verilmeyecek. Kim olursa olsun, görüşü ne olursa olsun, kimliği ne olursa olsun taşeron işçisi olarak çalışıyorsa, kadro almayı hak ediyor demektir.

HERKES ONLARI KANDIRIYOR, ONLAR DA SİZİ KANDIRMAYA ÇALIŞIYORLAR

Biz bunları dile getirince, seçim meydanlarında da ifade edince, dediler ki biz de taşerona kadro vereceğiz. Verin, verirseniz memnun oluruz, hiç değilse bir dediğimiz gerçekleşmiş olur. Çalışma yapıyorlar, aylardır çalışma yapıyorlar kadro nasıl vereceğiz. Çok basit, açarsın telefonu Türk-İş’in Sayın Genel Başkanına, Hak-İş’in Genel Başkanına, DİSK’in Genel Başkanına, ben bunlara kadro vermek istiyorum ne diyorsun dersin, onlar sana 10 saniyede anlatırlar, bu kadar basit. Çalışıyor mu? Çalışıyor. Emek harcıyor mu? Harcıyor. Sendikalı bir işçi hangi haklara sahipse, bu işçi de aynı haklara sahip olacak, bu kadar basit. Ama oyalıyorlar, kandırıyorlar, acaba nasıl biz uyuturuz diye bir arayışın içindeler. Çalışma yapıyorlar, ben sayın konfederasyonların genel başkanlarına sordum, size sordular mı bu konuda bir ortak toplantı yaptınız mı? Hayır, hiç sormuyorlar, kapalı kapılar ardında bir şeyler yapıyorlar. Önümüzdeki süreçte biraz daha net olarak bunu göreceğiz.

Ama buradan taşeron işçisi kardeşlerime seslenmek isterim. Bir taraftan size kadro vereceğiz diye sözde çalışma yapıyorlar, ama öbür taraftan da bütün kamu kurumlarına bir genelge gönderiyorlar, “taşeron işçilik sözleşmesini üç yıllık yapın” diye. Ne demek? Yani demek ki kaldırmayacağız demek. Yani demek ki, kadro dolayısıyla sizi aldatıyorlar demektir, sizi kandırıyorlar demektir. Herkes onları kandırıyor, onlar da sizi kandırmaya çalışıyorlar. Siz kanar mısınız? Hiçbir taşeron işçisi kanmaz, hiçbir taşeron işçisi! Dolayısıyla sandık gelecek, diyeceksiniz ki bekledim kadro vermedin, söz verdin kadro vermedin, şimdi ben hakkımı arıyorum diyeceksiniz.

ASGARİ ÜCRET ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMDE EN AZ NET 2 BİN LİRA OLMALI

Efendim Taşeron İşçi Çalıştayında yaptığım konuşmada asgari ücretten söz ettim. “Asgari ücret net 2 bin lira olmalı” dedim. Hatırlar mısınız, asgari ücret net 1500 lira olsun dediğim zaman kıyameti koparmışlardı. Ne demek, işçiye 1500 lira verilir mi? Bu kadar parayı nereden bulacağız? Kılıçdaroğlu bu atıyor, ha bire 1500 lira diyor. Ne yaptık? Bizim bütün belediyelerde asgari ücret net en az 1500 liradır. Demek ki hayata geçirdik, demek ki oluyor, demek ki yapabiliyoruz biz bunları. Şimdi 2 bin lira olsun diyoruz. Biliyorum diyecekler ki, 2 bin lira arkadaş, 2 bin lirayı nereden vereceğiz? 2 bin lira asgari ücret olur mu net? Evet, olur. Nasıl olur? Bir, asgari ücret vergiden muaf olur, asgari ücretten vergi almayacaksın. Zaten otomatikman 2 bin lira yapıyor o zaman. Dolayısıyla söylediğimiz sözün hangi gerekçeyle söylendiğini bütün asgari ücretli kardeşlerim bilsinler. Önümüzde bu konu gelecek görüşülecek, Asgari Ücret Tespit Komisyonunda görüşülecek. Açık ve net, Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan söylüyorum, bütün asgari ücretli kardeşlerime söylüyorum. Asgari ücret önümüzdeki dönemde en az net 2 bin lira olmalı.

FAİZ LOBİSİNDEN ALACAĞIZ, RANTTAN ALACAĞIZ, ASGARİ ÜCRETLİYE VERECEĞİZ

Efendim 2 bin lira yüksek. Onlara şu teklifi yapıyorum, buna karşı çıkanlara şu teklifi yapıyorum. İster sarayda otursun, ister Başbakanlık Konutunda otursun, ister evinde otursun ister lüks bir mağaza açmış orada ticaret yapsın, ona ayda 1400 lira verelim sadece bir ay. 1400 lira verelim ve 1400 lirayla geçin diyelim arkadaş. 1400 lirayla ben gül gibi geçiniyorum diyorsa, vazgeçiyorum 2 bin liradan. 1500 lirayla 1400 lirayla geçinemiyorsa, 2 bin lirayı verecek. 2 bin liranın takipçisi olacağız. Asgari ücretli net 2 bin lirayı alacak.

Efendim biz asgari ücretlilere para bulamıyoruz. Faiz lobilerine para buluyorsun ama. Bütün asgari ücretliler dinlesinler, bütün asgari ücretliler, bütün taşeron işçileri dinlesinler. 15 yılda bir grup, bir avuç yurtdışındaki faiz lobisine 145 milyar dolar para buldular, 145 milyar dolar! Alın teri mi döktü onlar, çalıştılar mı? Hayır, ellerinde viski bardaklarıyla oturdular, ülkeye para gönderdiler, dünyanın faizini aldılar, keyif içinde yaşıyorlar. Peki, sen asgari ücretli kardeşim... Alın teri döküyorsun. Düşünüyorsun oğluma harçlık verebilir miyim diye, ev kirasını ödeyebilir miyim diye, mutfağın hali nedir diye, oturum arada bir de eşinle karınla kavga ediyorsun evi nasıl geçindireceğiz diye. Ben bunları bilmiyor muyum? 145 milyar dolar ödersin, asgari ücretliye gelince “para nerede?” dersin.

Sadece o değil, içeride de bir grup faiz lobisine para ödediler. Ne kadar? 620 milyar lira. 145 milyar doların dışında, 620 milyar lira. Onlara da para buluyorsun, onlara da veriyorsun. Nereden buluyorsun parayı? Asgari ücretliden vergi alıyorsun, çiftçinin ürününden vergi alıyorsun, sanayiciden vergi alıyorsun, esnaftan vergi alıyorsun. Buralardan alıyorsun, faiz lobisine veriyorsun. Biz ne yapacağız? Tam tersini yapacağız, faiz lobisinden alacağız, ranttan alacağız asgari ücretliye vereceğiz.

BU OYUNA ARTIK SON VERECEĞİZ

Önce 1300 lira yaptılar asgari ücreti, sonra yüzde 7,9 zam yaptılar, efendim 1404 lira oldu. Ne kadar büyük bir para değil mi? 1404 lira, yüzde 8 civarında bir zam yaptılar. Peki, son bir yılda ne oldu? Sadece patatese yüzde 49 zam geldi. Onların aylığına yüzde 8 zam yaptılar, en fazla yüzde 8. Yüzde 49 patatese... Tereyağı, tabii alabilirse yüzde 37,3, nohuta yüzde 34. Çay, margarin, kuru fasulye, yoğurt, efendim tüp gaza kadar her şeye zam geldi ve hepsi de yüzde 10’nun üstünde, yüzde 20’nin üstünde. Asgari ücret yüzde 7,9. Kim fedakârlık yapıyor? Asgari ücretli fedakârlığı yapıyor, o düşünüyor evi nasıl geçindireceğim diye. Ankara’daki beyler, o asgari ücretlilerin sırtına binmiş keyiflerini sürüyorlar ve bu toplumun bütün değer yargılarını sömürerek, kendi iktidarlarını daim kılmaya çalışıyorlar. Bu oyuna artık son vereceğiz. Kiminle? Taşeron işçisiyle son vereceğiz. Kiminle? Asgari ücretliyle son vereceğiz. Kiminle? Çocukları aylardır hapishanelerde olan annelerle birlikte mücadele edeceğiz.

Asgari ücretli sadece bu değil, hastaneye de gidemiyor. Gitse on ayrı para ödeyecek, on ayrı para ödeyecek asgari ücretli. Taşeron işçisinin hastaneye gittiğini düşünün. Hastalandı, hastaneye gidiyor. İlaç katılım payı verecek yüzde 20, muayene katılım payı verecek, muayene olacak onun için de katılım payı verecek, 6 lirayla 15 lira arasında. Reçete ücreti verecek. Doktor reçete yazacak ilaç almak için, onun için de kağıda para verecek. Eşdeğer fiyat farkı verecek. Kutu başına, üç kutudan fazla ilaç olursa ayrıca para verecek. Özel hastaneye fark ücreti verecek yüzde 200. Tetkik fark ücreti verecek, erken muayene fark ücreti verecek, öncelikli tetkik ücreti verecek, istisnai sağlık hizmeti ücreti verecek. Zaten ne veriyorsun da, bu paraları istiyorsun?

Peki, ne yapıyor asgari ücretli, ne yapıyor taşeron işçisi? Bu farkları ödememek için bekliyor, iyice hastalandıktan sonra acil servise gidiyor. Acil serviste para yok, orada muayene oluyor. Evet, bu acı. Acil servise başvuran hasta sayısı, Türkiye nüfusu 80 milyon, acil servise başvuran hasta sayısı bir yılda 110 milyon 915 bin kişi. Nüfustan daha fazla acil servise başvuruyor. Diyorum ya, bunların yatacak yeri yok diye. Vallahi de billahi de bunların yatacak yeri yok, milleti perişan ettiler.

BU MİLLETİN YAKASINDAN DÜŞMÜYORLAR, MİLLETİ FELAKETE SÜRÜKLÜYORLAR

Sadece asgari ücretli değil, diğerleri de böyle. Bakın size üç tane örnek vereceğim, üç örnek! 1 Kasım 2017, mahkemelere ve icra müdürlüklerine gelen dosya sayısı 19 bin 854, 2 Kasım 32 bin 584, 3 Kasım günü icra dairelerine gelen 46 bin 852. Herkes icralık, parayı ödeyemiyorlar, perişan vaziyetteler. Dolayısıyla Türkiye’nin bu rotadan çıkması lazım, bu rota Türkiye’yi felakete götürüyor. Herkes şapkasını önüne koysun düşünsün; sanayici düşünsün, işveren düşünsün, esnaf düşünsün, taşeron işçisi düşünsün, çiftçi oturup düşünsün. Bunlar bu milletin yakasından düşmek zorundadırlar, bu milletin yakasından düşmüyorlar, milleti felakete sürüklüyorlar.

BU ANLAYIŞ TÜRKİYE’Yİ TAŞIYAMAZ

Türkiye’yi iyi yönetemiyorlar, rayından çıkmış bir Türkiye var. İç politikaya bakın, dış politikaya bakın, felaket bir tablo var. Ekonomi tam bir felaket... Eğitim politikası, hiç kimse memnun değil. Gidip iktidar partisine oy veren anne de memnun değil, böyle eğitim sistemi olur mu diyor. Yürütme, yasama, yargı askıya alınmış durumda, bir anlamda demokrasi askıda şu anda. Memleket kanun hükmünde kararnamelerle, bir kişinin iradesiyle yönetiliyor. Dolayısıyla bu yapı Türkiye’yi taşıyamıyor, bu anlayış Türkiye’yi taşıyamaz. Biz bu anlayışı değiştirmek zorundayız.

Hukuk da askıda aslında... Aşağıdaki mahkemeler, yani siyasi otoritenin emrinde olan mahkemeler, ne Anayasa Mahkemesine, ne Yargıtay’ı, hiç kimseyi dinlemiyor. Onlar güçlerini hukuktan değil, güçlerini saraydan alıyorlar. Gücünü saraydan alan bir yargı yargı değildir, sarayın kölesidir. Sarayın kölesi konumunda olan yargıçlar, bu ülkeye hakkı hukuku ve adaleti getiremezler. 

HANGİ FETÖ’YLE MÜCADELE EDİYORSUNUZ!

“FETÖ’yle mücadele ediyoruz” diyorlar. Hangi FETÖ’yle mücadele ediyorsunuz, hangisiyle? Gazetecilerin hepsini attınız içeri, milletvekilleri içeride hapiste, öğretim üyeleri hapiste, askeri öğrenciler hapiste. Peki, asıl darbe girişiminde bulunanlar! Hepsi keyif içinde yaşıyor. Ağan varsa tamam, paşan varsa tamam, paran varsa tamam, dayın varsa tamam, bir de kayınpeder varsa hiçbir sorun yok, hepsi dışarıda.

Allah aşkına şu garabete bakın, size bir garabet anlatacağım. Diyorum hukuk askıda, belki bazılarına “bu kadar da olmaz” diyeceksiniz, ama gerçekten de bu kadar olmaz ben de diyorum. Bir şey anlatayım size. Şimdi gazeteciler hapiste, işte Mehmet Altan, Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak, Ali Bulaç, Gökçe Bahadır, Mahir Kanaat, Şahin Alpay, Lale Kemal var, Atilla Taş var bunlar tahliye oldular, Murat Aksoy var tahliye oldular. Bunlar neyle yargılanıyorlar biliyor musunuz? Üç kez ağırlaştırılmış müebbetle yargılanıyorlar. Üç kez, 57 gazeteci üç kez ağırlaştırılmış müebbetle yargılanıyorlar. Peki, uçağa binip gelip Meclisi bombalayan ve bombala emrini ver diyen adam neyle yargılanıyor? Bir kez müebbetle yargılanıyor.

Birisinin uçağı var, o uçağa binmiş gelmiş Meclisi bombalamış, bir kez müebbetle yargılıyorsun, ama gazetecinin sadece kalemi var, sadece kâğıdı var, önünde bilgisayarı var, onu da üç kez müebbetle yargılıyorsunuz. Böyle adalet olur mu? Yargıtay diyor ki, “cebir ve şiddet gerekiyor” diyor bir kişinin müebbetle yargılanması için. Cebir ve şiddet olması lazım! Gazetecinin cebir ve şiddeti var mı? Yok. Uçağa bindi mi? Hayır. Eline silah aldı mı? Hayır. Adam vurdu mu? Hayır. Adam öldürdü mü? Hayır. Ne yaptı? Yazı yazdı. Sen misin yazı yazan! Diyordu ya, bunların ağababaları “kitap bombadan da daha tehlikelidir” diye. Herhalde o mantıkla bunlara üç kez ağırlaştırılmış mahkûmiyetle yargılıyorlar. Bunu kabul etmek mümkün değil.

Bu hukuk değildir değerli arkadaşlar. Alttaki hâkim, ben Anayasa Mahkemesi kararlarını, ben Yargıtay kararlarını takmıyorum diyorsa, orada hukuk çökmüştür. Çünkü onu söyleyen hâkim, gücünü hukuktan ve hukukun üstünlüğünden değil, gücünü siyasi otoriteden alıyor. Eğer bir yargıç gücünü siyasi otoriteden alıyorsa, o yargıcın yargıç kimliği artık yoktur.

BÜTÜN GÖÇMEN KARDEŞLERİME VE BÜTÜN SOYDAŞLARIMIZA CHP GRUBUNDAN SELAM, SEVGİ VE DOSTLUKLARIMIZI GÖNDERİYORUZ; SİZİN YANINIZDAYIZ

Efendim bunların bir de yandaşları var biliyorsunuz, kanal kanal gezerler. Oturur sabahtan akşama kadar bütün kanallarda, şu CHP var ya CHP! Ne olmuş? Efendim işte Kılıçdaroğlu doğmadan önce bilmem ne olmuş. Ne yapayım kardeşim, ne yapayım? Efendim işte zam geldi, işte şu CHP yüzünden zam geldi. Konuşurlar. Bakın AK Partinin milletvekilleri konuşmaz, bunlar konuşurlar. Bunları çıkarırlar, sözde daha inandırıcı olsun diye.

Geçenlerde birisi gerçekten de göçmenler için çok ağır bir ifade kullandı, çok ağır. Yine yandaş bir televizyon kanalında çok ağır bir ifade kullandı. Bütün göçmenleri derinden yaraladı bu ve onlar ortak bir duyuru hazırladılar. Ortak bir duyuru, kınama duyurusu. Bu duyurunun altında Muhammet Sancaktar’ın imzası var, Bosna Sancak Kültür ve Yardımlaşma Derneğinin Başkanı. Abdullah Gül’ün imzası var, İzmir Bosna Sancak Kültür ve Yardımlaşma Derneğinin Başkanının imzası. Erdoğan Erdem, Anadolu Bosna Yakası Sancak Derneğinin Başkanı, Yusuf Öztürk Bosna Sancak Yardımlaşma ve Kültür Derneğinin Başkanı Bursa’dan. Adana’dan Bosna Kardeşlik Yardımlaşma ve Kültür Derneği Başkanı Kasım Gül’ün imzası var. Erol Sevim, Sivas Bosna Sancak Eğitim ve Yardımlaşma Derneği Başkanının imzası var. Serdar Haydar, yine bu da Balkan Dernekleri, Süleyman Eruzunlar bu da yine Rumeli Göçmenleri Dayanışma Derneği. Fuat Coşkun, Sancaktar Kültür ve Yardımlaşma Derneğinin Başkanı, Saffet Erdem yine federasyonun başkanı, Kerim Erdem Rumeli Türk Dernekleri Başkanı, Kamil Çalışkan Sancak Dostları Vakfının Başkanı.

Ben buradan ister Türkiye’de olsun, ister Bosna’da olsun, Arnavutluk’ta olsun, Yunanistan’da olsun, Bulgaristan’da olsun, bütün göçmen kardeşlerime ve oradaki bütün soydaşlarımıza buradan Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan selam, sevgi ve dostluklarımızı gönderiyoruz. Sizin yanınızdayız diyoruz sonuna kadar. Ve onlara Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bir sözüyle seslenmek istiyorum. 17 Ocak 1931 tarihinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk muhacirler için şunu söyler: “Muhacir diye küçümsenenler, tarihin yazdığı savaşlarda en geriye kalanlar, yani düşmanla sonuna kadar dövüşenler. Çekilen ordunun ricat hatlarını sağlamak için kendilerini feda edenler ve düşman karşısında kaçmak, çekilmek nedir bilmeyenlerdir. Muhacirler kaybedilmiş ülkelerimizin milli hatıralarıdır” diyor. Evet, o milli hatıralara, o kardeşlere buradan Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan selamlarımızı, sevgilerimizi, dostluğumuzu ve muhabbetlerimizi gönderiyoruz.

SAYIN BİNALİ YILDIRIM, AK PARTİ GRUBUNUN ÖNERGEYİ REDDETMESİ SİZİN İRADENİZLE Mİ, YOKSA SARAYIN İRADESİYLE Mİ?

Değerli arkadaşlarım, galiba iki grup öncesiydi, bu vergi cennetleriyle ilgili bir olay medyaya yansımıştı. Dolayısıyla Sayın Binali Yıldırım’ın çocuklarının da vergi cennetlerinde şirketleri olduğu şeklinde haberler vardı ve Sayın Binali Yıldırım gazetecilerin sorusu üzerine “buradan davet ediyorum, her türlü soruşturma yapılabilir, benim dokunulmazlığım var çocuklarımın dokunulmazlığı yok, her türlü soruşturmayı yapabilirsiniz” dedi. Ben de gayet güzel Sayın Binali Yıldırım’a teşekkür ettim, özgüveni dolayısıyla teşekkür ettim, “bir araştırma önergesi vereceğiz, soruşturmaya gerek yok önce bir araştıralım, nedir ne değildir bir görelim, gerekirse sonra soruşturma da veririz” dedik. Ve grup başkan vekili arkadaşlarımız birer araştırma önergesi verdiler. Ama bu araştırma önergesi, AK Parti milletvekillerinin oylarıyla reddedildi arkadaşlar.

Şimdi ben Sayın Binali Yıldırım’a sesleniyorum. AK Parti Grubunun bu önergeyi reddetmesi sizin iradenizle mi, yoksa sarayın iradesiyle mi? Bunu da öğrenmek istiyorum. Ben sarayın iradesiyle olduğu kanısındayım. Çünkü Binali Yıldırım eğer bir şey söylerse, o sözünde durur diye düşünüyorum. Ve yine sesleniyorum, sizin iradeniz mi sarayın iradesi mi? Sarayın iradesi midir diye niye soruyorum, birazdan ona geleceğim. Binali Bey de beni dikkatle dinlesin, birazdan ona geleceğim.

AK Parti Grubunun bu önergeyi reddetmesi, bir sefer başlı başına bir ayıp. 2006 yılında bir kanun çıkıyor, Kurumlar Vergisi Kanunu, “Vergi cennetlerinde, yani vergi ödenmeyen veya düşük vergi ödenen bu küçük ada devletlerinde eğer bir şirket kurarsa Türkiye’den bir şirket buralarda kurulursa, paralarını Türkiye’ye getirdikleri zaman yüzde 30 vergi alınır” diyor. 2006 yılında...

Peki, hangi ülkelerdir vergi cennetleri? “Bunu Bakanlar Kurulu belirler” diyor. 2006-2017, 11 yıldır Bakanlar Kurulu belirlemiyor. Şimdi Bank Asya’nın önünden geçti diye adamı alıp hapse atıyorsun. Niçin? Efendim niye orada hesap açtın diye. Parlamento sana görev vermiş, vergi cennetlerini açıkla, oradan gelen parayı da yüzde 30 vergile, sana bu görevi vermiş. Sen bu görevi yapmıyorsun, görevi ihmal ediyorsun ve arkadan kalkıyorsun bunu araştıralım dediğimiz zaman da, araştırmayı reddediyorsun. Görev ihmalidir bu, görev kusurudur, kasıtlıdır; gelen paralar vergilenmesin diye.

SEVGİLİ ERDOĞAN, ÇOCUKLARININ, ENİŞTENİN, DÜNÜRÜNÜN, KARDEŞİNİN, ESKİ ÖZEL KALEM MÜDÜRÜNÜN YURTDIŞINDA VERGİ CENNETLERİNDE BİR ŞİRKETE MİLYONLARCA DOLAR PARA GÖNDERDİKLERİNİ BİLİYOR MUSUN?

“Dolar bozdurun” diye bağırıyorlar. Sen dolarları habire oraya gönderiyorsun. Vatandaş nereden, zaten vatandaşın cebinde dolar yok ki bozduracak. Asıl sen getir dolarları burada bozdur, o da gelmiyor. Ahlaki değil ayrıca, bu ahlaki de değil, bu ayrıca söz veriyorsunuz ve kaçıyorsunuz.

Şimdi değerli arkadaşlarım, size bir konuşmayı okuyacağım. “Şimdi ben Kayseri’den tüm Türkiye’ye sesleniyorum, yastık altında dövizi olan kardeşlerim doları, Euro’su olanlar diyorum ki bu paraları altına ve Türk Lirasına yatırın. Döndürün Türk Lirasına, milliyiz yerliyiz biz, bizim Türk Liramız bereketlidir” diyor. Söyleyen Recep Tayyip Erdoğan... Evet diyor ki, yastık altında dolarınız varsa bunu getirin, Euro’nuz varsa bozdurun, çünkü biz yerliyiz biz milliyiz, bizde yabancı para olmaz, biz adam gibi bu paraları getiririz Türk Lirasına çeviririz diyor.

Ben Çorlu’da belediyemizin yaptığı bir açılıştı bir konuşma yaptım ve şu soruyu Sayın Erdoğan’a sordum. Dedim ki, “Sevgili Erdoğan güzel konuşuyorsun, halkı etkiliyorsun, bütün değerleriyle oynuyorsun, bütün değerlerini siyasallaştırıyorsun, iktidarda kalmak için her türlü yola başvuruyorsun. Ben sana son derece basit bir soru soracağım” dedim. “Senin çocuklarının yurtdışı hesaplarına gönderdiği milyonlarca dolar para var mı?” Bilal’e anlatır gibi bir daha anlatayım. Sevgili Erdoğan, çocuklarının –bir çıta yükseltiyorum- eniştenin, dünürünün, kardeşinin, eski özel kalem müdürünün yurtdışında vergi cennetlerinde bir şirkete milyonlarca dolar para gönderdiklerini biliyor musun? Bunun cevabını bekliyorum. Sordum soruyu, tık yok. Şimdi bir daha soruyorum, 80 milyonun önünde soruyorum sana Sevgili Erdoğan, 80 milyonun önünde! Sen misin yerli ve milli, ben miyim yerli ve milli? Çıkacağız milletin önüne.

KAÇ MİLYON DOLAR PARAN VAR,  BU PARALAR NERELERDE?

Benim, çocuklarımın, dünürümün, eniştemin, yedi göbek sülalemin bir dolar hesabını bulursan gel bana söyle. Diyeceğim ki, vallahi bir şey söyledik, ama kusura bakma. Ama ben sana soruyorum; çocuklarının, dünürünün, eniştenin, kardeşinin, eski özel kalem müdürünün milyonlarca dolar parayı vergi cennetlerine gönderdiklerini biliyor musun? O gönderdikleri şirketin kuruluş sermayesini de söyleyeyim. Kaç lira? Olur ya hesabı şaşırabilir, 1 sterlin. Kuruluş sermayesi 1 sterlin. Giden para milyonlarca dolar. Bunun cevabını bekliyorum, yerli ve milliysen bunun cevabını bana vereceksin!

Biliyorum diyecek nereden çıktı bu, bir de başımıza Kılıçdaroğlu belası çıktı. İstediğin kadar “CHP” de, istediğin kadar “ey Kılıçdaroğlu” de, ben sana basit Bilal’e anlatır gibi anlattım, herkes bunu biliyor. Sordum, bir daha soracağım, her zaman soracağım. Sen öyle yerli milli filan bırak o ayakları, bırak o ayakları! Senin kaç milyon dolar paran var, sen onu bize bir çıkar bakalım, kaç milyon dolar paran var? Bu paralar nerelerde? Bir görelim bakalım bunları.

SEN MASUM BİR ADAM DEĞİLSİN

Efendim bir de bağırıyor, Sevgili Erdoğan arada bir bağırır tabii bağırıyor. Arada bir dediğim de çok sık, yine bağırıyor, vay efendim diyor... Okuyayım size: “Faiz lobisine çalışıyorsunuz, başka bir şey yok.” Kızıyor, ülkeyi yönetenlere kızıyor. Faiz lobisine çalışıyorsun, başka bir şey yok. “Bu ülkede en çok kazanan hangi kurumlar kimler? Banka sahipleri, finans sektörü, onlar götürüyor parayı. Bu kadar yüksek faizle kredi vermeye kalkarsan tabii ki yatırımlar bu ülkede yürümez” diyor. Kime söylüyor? CHP diyecek, ama CHP iktidarda değil. Peki ne olacak, kim yönetiyor peki bu ülkeyi? Öyle anlaşılıyor ki, memleketi Fransızlar yönetiyor bizim haberimiz yok. Öyle ya, öyle ya!

Kardeşim 15 yıldır bu memleketi kim yönetiyor? Sen yönetmiyor musun? Sen söylemiyor musun? Öyle yönetiyorsun ki, kızdığın adamı atın içeri diyorsun atıyorlar, tutun tutuyorlar, milyarder yapın milyarder yapıyorlar, şu ihaleyi buna verin diyorsunuz, ne kanun ne şu ne bu ihaleyi tak diye ona veriyorlar. Sen faizi indiremiyorum diyorsun, sen bilinçli olarak indirmiyorsun zaten, bilinçli olarak! Çıkar bir kanun hükmünde kararname “faiz sıfır olmuştur” de. Niye yapmıyorsun, kimden şikâyet ediyorsun? Binali Yıldırım’dan mı şikâyet ediyorsun, Maliye Bakanından mı şikâyet ediyorsun, kimden şikâyet ediyorsun? Merkez Bankasından şikâyet ediyor. Atamayı sen yaptın, senin imzan var arkadaş. Trump’ın imzası mı var onun altında? Yok. Fransız başkanının imzası mı var? Yok. İngiliz Hükümetinin mi imzası var? Yok. Neye şikâyet ediyorsun Sevgili Erdoğan, kimden şikâyet ediyorsun sen. Sen masum bir adam değilsin, sen memleketi yönetemiyorsun, sen milleti felakete sürüklüyorsun. Bak, dolar aldı başını gidiyor!

Tabii o böyle deyince, bakanları da böyle. Bakan açıklama yapmış. Hatırlarsanız bu arabalara cam filmi taktırmayı birkaç kez gündeme getirmiştim. Bakan açıklama yapıyor: “Cam filminde hedef yasağı kaldırmak” diyor. Bak bak ne kadar önemli! Tabii yasağı Fransızlar getirmişti, bunlar da yasağı kaldırmak için çalışıyorlar. Arkadaş yasağı getiren sizsiniz, kaldıracak olan da sizsiniz. Efendim hedef yasağı kaldırmakmış. Oturun altı ay düşünün, altı yıl düşünün, 15 yıl düşündünüz yasak getirdiniz. Şikâyet geldi kaldırdınız, şimdi hedef yasağı kaldırmakmış. Anlamak gerçekten mümkün değil.

BU MEMLEKETE GELEN BÜTÜN FELAKETLERİN TEK SORUMLUSU SENSİN

Değerli arkadaşlarım, bütün ekonomik kararları bunlar alıyorlar. Faiz bunların yüzünden yükseliyor, dolar aldı başını gidiyor, Euro aldı başını gidiyor, millet kara kara düşünüyor, asgari ücretli de düşünüyor nasıl geçineceğim diyor. Sanayici düşünüyor, yarını göremiyorum diyor. Hukuk yok, demokrasi yok, ülkenin hukuk sistemi askıya alınmış vaziyette. OHAL’i kaldırın... Kaldırmam diyor OHAL’i, bütün yetki bende olacak diyor. O zaman niye şikâyet ediyorsun, bütün yetki zaten sende, niye şikâyet ediyorsun? Millete başkalarını şikâyet ediyor, kendisinin hiçbir kusuru yokmuş gibi. Bu memlekete gelen bütün felaketlerin tek sorumlusu sensin arkadaş, sensin!

MİLLET SİZİN PALAVRALARINIZA ARTIK KANMIYOR!

Efendim biliyorum diyecekler ki, bütün bu ekonomik tablo da şu CHP’nin yüzünden oldu diyecek, ama diyemiyorlar ne hikmetse. Niye diyemiyorlar, desinler. Faizi CHP yükseltti, bu işsizlik zaten CHP olmasaydı bu işsizlik de olmayacaktı diyebilirler. Ben de şu soruyu soruyorum, sizde hiç akıl yok mu kardeşim, akıl yok mu? Siz memleketi akılla mı yönetiyorsunuz, başka bir şeyle mi yönetiyorsunuz? Her gelen sizi kandırdı, her gelen kandırdı. Şimdi sanıyorlar ki, biz de milleti kandıracağız. Millet sizin palavralarınıza artık kanmıyor, bıktı artık.

RIZA ZARRAF SUÇ ORTAĞI

Ama şimdi sıra geldi Rıza Zarraf’a, şimdi sıra ona geldi. Rıza Zarraf çok önemli bir adam biliyorsunuz. Cumhurbaşkanı gitti Amerika’ya Rıza Zarraf’ı bize verin... Tık yok. Başbakan gitti, tık yok. Dışişleri Bakanı gitti, tık yok. Bakanlar gittiler, aman Rıza Zarraf ne olursunuz verin filan, bu bizim vatandaşımız, tık yok. Arkasından iki sefer nota verdiler, Rıza Zarraf nerede? Hapiste değil, nerede diye. Kardeşim Rıza Zarraf için bu kadar niye düşünüyorsun, niye telaşa kapılıyorsun? Efendim hapiste Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı... Git Suudi Arabistan’dan Almanya’ya Amerika’ya kadar git, dünya kadar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı hapiste, bir sürü vatandaş var. Bilmiyor muyuz? Biliyoruz. Büyükelçiler ara ara giderler, büyükelçilikler ziyaret ederler oradaki Türk mahkûmları, bu da öyle içeride.

Nota veriyorsun... Ben merak ediyorum, bu Kuzey Irak’ta bizim Türk askerlerinin başına çuval geçirildiği zaman bunlar nota verdiler mi? Vermediler. Efendim Rıza Zarraf Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, o nedenle verdik notayı diyorlar. Askerler de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıydı, onlar İngiliz vatandaşı mıydı? Niye vermedin notayı? Veremezsin. Niçin? Rıza Zarraf suç ortağı da onun için, suç ortağı! Rıza Zarraf’ın biliyorsunuz devlet protokolünde yeri vardı. Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar, Rıza Zarraf hepsi bir aradaydılar onlar. İkinci birisi daha var, Fesli Deli Kadir biliyorsunuz, o da devlet protokolünde yer alır. Kafasında bir fes, sabahtan akşama kadar Atatürk’e her türlü hakareti yapardı. Bu da devlet protokolündeydi. Ama bu aralar ne hikmetse hiç sesi çıkmıyor, Atatürkçü mü oldu acaba? Ne oldu bilmiyorum.  Fesli Deli Kadir’i de merak ediyoruz.

HIRSIZLIĞIN, YOLSUZLUĞUN MİLLİSİ Mİ OLUR!

Değerli arkadaşlarım, eğer akılları olsaydı, eğer devleti iyi yönetselerdi İran’ın yaptığını yaparlardı. İran Babek Zencani’yle Rıza Zarraf’ı yargıladı mahkûm etti ve dedi ki, siz İran’ın çıkarlarını zarara uğrattınız, İran’ı zarara uğrattınız. Biz dosyanın üstünü kapattık. Çünkü siyasiler de ortaktı o yolsuzluk dosyalarına, onların da isimleri vardı. Şimdi ağlıyorlar, efendim bu bir milli davaymış. Hırsızlığın millisi olur mu, nereden çıktı hırsızlığın millisi? Yolsuzluğun millisi olur mu Allah aşkına? Yok öyle bir şey, bizi kandıramazlar. Efendim yok şöyleymiş, yok böyleymiş, geçiniz onları geçiniz! Biz neyin ne olduğunu gayet iyi biliyoruz, kimin köşeyi döndüğünü biliyoruz, kimin ayakkabı kutularında para topladığını da gayet iyi biliyoruz.

GÖZLERİNDEN ÖPERİM SEVGİLİ ERDOĞAN

Efendim ben yine bir Salı toplantısında Sevgili Erdoğan’a bir soru sormuştum. Bu Birleşmiş Milletler dahil pek çok yerde iftar sofralarında bir şey söylemişti. “Efendim biz Suriyeliler için 30 milyar dolar harcadık” diye. Ben de sormuştum, 30 milyar doları Suriyelilere versen, Suriyeliler köşeyi döner. Ama bakıyorum, çoğu yoksulluk içinde, açlıktan ölen Suriyeli çocuk bile var. Bu 30 milyar doları nereye harcadın? Tık yok. Bir daha soruyorum, Sevgili Erdoğan bana laf yetiştirmek için gece bile uyumuyorsun, iki tane basit soru sordum, bak iki basit soru sordum. Çocukların, dünürün, enişten, yani akrabaların, eski özel kalem müdürün milyonlarca dolar parayı sermayesi 1 sterlin olan bir şirkete niye gönderdiler değil mi? Basit bir soru. Hani yerli milli diyorsun, bu paralar niye oraya gidiyor? Garibana diyorsun doları bozdur. Yok ki doları bozdursun, ama sen doları öbür tarafa götürüyorsun. Niçin, niye getirip bozdurmuyorsun? Şimdi sana bir soru daha sordum, cevabını vermedin bir daha soruyorum. 30 milyar doları nerede ne zaman harcadın? 30 milyar doları Suriyeliler için nerede ne zaman harcadın?

Bir örnek vereceğim, rahmetli Ecevit’ten. Deprem oldu, biliyorsunuz büyük Marmara depremi oldu. O depremde yeni vergiler geldi, adına deprem vergileri denildi. Yurtdışından bağışlar geldi, yardımlar geldi, Türkiye’de yardımlar toplandı ve deprem için harcandı bu paralar. Başbakanlığın internet sitesinde aylık olarak bu rakamlar yayınlanırdı. İnternet sitesine girdiğinizde alınan yardımlar ve yardımların nerelere harcandığını burada görürdük. Bir de deprem hesaplarını denetleme komisyonu kurulmuştu. 30 milyar dolar filan da değildi. Şimdi 30 milyar dolar para harcadığını söylüyorsun. Biz soruyoruz, bu para nereye gitti? Sayıştay bilmiyor, ben bilmiyorum, vatandaş bilmiyor, milletvekilleri bilmiyor, 550 milletvekili hiçbirisi bilmiyor, sivil toplum örgütleri bilmiyor, Maliye Bakanı bilmiyor, ekonomiden sorumlu bakan bilmiyor, Hazine bilmiyor, Merkez Bankası bilmiyor. Kimden öğreneceğiz, 30 milyar dolar nereye gitti? Sevgili Erdoğan, umarım sorularımı anlamışsındır. Şimdi ben senden bu iki soruya açık ve net, beni ve vatandaşları tatmin edecek cevap bekliyorum. Gözlerinden öperim Sevgili Erdoğan.