02.11.2010
02.11.2010
Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu CHP Grup Genel Kurul Toplantısında “Bunların Gizli Gündemi Var” dedi.
-“Biz huzur diyoruz, onlar huzursuzluk olsun diyorlar. Biz bölünmeyelim diyoruz, onlar bölünelim diyorlar. Bunu ancak asıl amaçlarına ulaşmak için gizli gündemleri olan siyasal parti ve siyasal anlayışları yapar, AKP’nin hedefi budur. AKP kendi yurttaşına hizmet etmek için gelmiyor iktidara, AKP iktidarda devleti ele geçirmeye çalışıyor. Onun için diyorum gizli gündemleri var…”
-“Efendim, biz yüzde 42’yi araştırıyoruz, siz niye yüzde 58’i merak etmiyorsunuz. Biz yüzde yüzünü merak ediyoruz Sayın Başbakan, sen hiç meraklanma, biz yüzde yüzünü merak ediyoruz…”
-“Sendikalı olmak yasak mı bu ülkede? Hayır. Bir de bunlar, milleti kandırmak için anayasaya bir hüküm daha eklediler. Bir sendika yetmez, işçi isterse birden fazla sendikaya üye olabilirmiş. Ya, bir sendikaya üye olan temizlik işçisi Türkan Albayrak’ı Paşabahçe’’de kapının önüne koyuyorsun, ya kadıncağız kazara iki sendikaya üye olsaydı ne olacaktı? Arada çekilip vurulacaktı…”
-“Bu hükümetin söylemiyle eylemi taban tabana zıt, ne söylüyorsa aksini yapıyor. Demokrasi mi diyor, bilin ki demokrasiyi yok edecek. Özgürlükler mi diyor, bilin ki arkadan özgürlükleri makaslayan hükümler gelecek. Herkesin karnı doyacak mı diyor, bilin ki toplumun yarısını aç bırakacak, milletin yarısı zaten aç. Bunların izlediği politika bu.”
-“Bu düzen kölelik düzenidir, kölelik düzenini yıkacak olan da Cumhuriyet Halk Partisidir…”
-“Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, son beş yılda intihar vakaları yüzde 27 artıyor. Huzurlu bir toplumda insanlar niye intihar etsin. Ve bir başka araştırma, intihara teşebbüs olaylarında son sekiz yılda yüzde 52 artış var. Hatırlıyorsunuz değil mi, anne hapishanede çocuğun dershane parası ödenmedi diye çocuk kendisini astı. Hatırlıyorsunuz değil mi, Ramazan’da Diyarbakır Silvan’da eve hiçbir şey getiremeyen erkeğe, kadın “Ne getirdin” dediği zaman odaya girip onuruna yediremediği için intihar eden babayı. Bu tablolar 21’inci Yüzyılın Türkiye’sindeki tablolardır ve bu tabloların tek sorumlusu vardır, o da Başbakan’dır, adı da Recep Tayyip Erdoğan’dır”
-“Bunlar sizin dertlerinizle hiç ilgilenmiyorlar. Ama Meclise bir kanun teklifi vermişler, af getiriyorlar. Kime? Görevi kötüye kullananlara, yani rüşvet aldın, rüşvet verdin, milleti perişan ettin, hapse gireceksin bir af çıkaracağız, dertleri af çıkarmak. Ya, insanda biraz ar olur, edep olur, hayâ olur, yani görevi kötüye kullandın, rüşvet aldın, rüşvet verdin, hani, sen Müslüman geçiniyordun, rüşvet almak, vermek günah diyordun, neye göre affediyorsun sen bunu? Hangi anlayışa göre affediyorsun, yoksa Ankara Büyükşehir Belediye Başkanının belediye başkanlığı elinden gidecek onun telaşına mı kapıldın?”
-“Cumhura layık görülen hapishane değildir, cumhura layık görülen fabrika olmalıdır. Bu gidip Diyarbakır’da Diyarbakırlılara “Sevgili Diyarbakırlılar, ben size büyük bir hapishane yapacağım” demedi mi? Ve Diyarbakırlı kardeşlerimiz de ne kadar güzel, ne mutlu olduk, bir hapishanemiz olacak diye gidip oylarını vermediler mi? O yüzden bunu çok sık söyleyeceğim, Diyarbakırlı kardeşlerimizin tamamı duyuncaya kadar söyleyeceğim”
-“Cumhur diyorlardı değil mi, cumhura layık gördükleri özgürlük değil, cumhura layık gördükleri demokrasi değil, cumhura layık gördükleri aş, iş, ekmek değil, cumhura layık gördükleri büyük bir hapishane, zaten amaçları dört duvar arasında olmasa da hapishaneyi Türkiye genelinde uygulamaya koymak, onu yapıyorlar zaten, kimse korkudan konuşamıyor”
Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu TBMM’de CHP Grup Genel Kurulu’nda güncel olayları değerlendirdi ve sık sık alkışlarla kesilen konuşmasında şunları söyledi:
“Değerli arkadaşlar, saygıdeğer milletvekilleri; geçen hafta oldukça yoğun bir gündemimiz vardı, bizim de Türkiye’nin de gündemi yoğundu ancak hepimizi üzen bir olay meydana geldi. İstanbul’daki terör saldırısı yüreğimizde burukluk yarattı. Bereket versin, ciddi sonuçlar doğurmadı. Bugüne kadar Türkiye Cumhuriyete terörden çok çekti, büyük bedeller ödedik, maddi olarak da ödedik, manevi olarak da ödedik, insanlarımız huzursuz oldu, rahat uyuyamadılar, rahat yatamadılar, rahat çalışamadılar, rahat üretemediler, barışı ve kardeşi bozmak istediler. Barıştan ve kardeşlikten yana olanlar doğudakiler batıdakiler, güneydekiler kuzeydekiler birleştiler, teröre karşı birleştiler, teröre karşı bir yürek oldular. Ayırmak istediler ayrılmadık, bölmek istediler bölünmedik, bölünmeyeceğiz, ayrılmayacağız, teröre karşı direneceğiz. (Alkışlar) Terörün olmadığı bir Türkiye istiyoruz, huzurlu bir Türkiye istiyoruz. Herkesin evine alın teriyle kazandığı aşı ve ekmeği götürmesi gereken bir Türkiye istiyoruz. Herkesin akşam huzur içinde yattığı bir Türkiye istiyoruz. O nedenle Türkiye bir insanlık suçudur, teröre karşı mücadele etmek her yurtseverin, barışı isteyen herkesin, özgürlüğü isteyen herkesin temel görevlerinden birisidir ve bu görev hepimize düşmektedir ve hepimiz teröre karşı ortak mücadelemizi sürdüreceğiz, sürdürmekte de kararlıyız.
Ve bir şey daha var. Mutlu Türkiye istiyoruz, güzel bir Türkiye istiyoruz. Herkesin karnının doyduğu bir Türkiye istiyoruz. Güzel bir sözümüz var. İşi olmayanın aşı, aşı olmayanın da huzuru olmaz. İşimiz olacak, aşımız olacak, huzurumuz olacak, o zaman bir araya gelip sohbet edeceğiz, fıkralar anlatacağız, yüzümüzden gülümseme eksik olmayacak, bunu istiyoruz Türkiye’de. Türkiye’deki temel amacımız, temel felsefemiz budur. Bunu sağlamak için hep beraber mücadele edeceğiz. Aşı olan, işi olan ne demektir? Aşı ve işi sağlayan devlettir ama hangi devlet? Despot devlet değil, demokrasiyi öteleyen devlet değil, o devletin adı sosyal devlettir. Hani, anayasamızda diyor ya “Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik, sosyal hukuk devletidir.” İşte o sosyal hukuk devletinin amacı, devleti sosyal kılan temel felsefe herkesin aş, iş sahibi olmasıdır. Siyasal iktidarların görevi de devleti sosyal kılmaktır. Devlet sosyal olmalı ki devletten beklenen olsun. Yurttaş o devlette yaşadığını, devletin koruyucu kanatları altında yaşadığını, orada özgürlüğü teneffüs ettiğini, orada gelecek kaygısının olmadığını, kendisinin ve çocuklarının sosyal devletin koruması altında olduğunu öğrenebilsin diye. Bunun için iktidarlar bütçe politikası yaparlar. Bunun için iktidarlar ekonomi politikası oluştururlar, maliye politikası oluştururlar, tarım politikası oluştururlar, bütün amaç mutlu bir Türkiye yaratmaktır. Mutlu bir Türkiye’yi yaratan siyasal iktidar başarılı bir iktidardır. Şimdi bu temel felsefe üzerine biz huzurlu bir Türkiye’yi arıyoruz ve huzurlu bir Türkiye için yollara çıktık, iktidar olma mücadelesini veriyoruz. Bu amaçla, Türkiye Cumhuriyeti’nin 87’nci yılını geçen hafta kutladık, mutlu bir Türkiye umuduyla, huzurlu bir Türkiye umuduyla kutladık. Ben ve bir grup arkadaşım İstanbul’a gittik. İstanbul’da Kadıköy’de yurttaşlarla buluştuk. Yürüyüş yaptık ve oradan, yani İstanbul’dan, yani Kadıköy’den Diyarbakır’a da, Hakkâri’ye de, Trabzon’a da, Rize’ye de, Konya’ya da, Kahramanmaraş’a da, Gaziantep’e de Kırklareli’ne de, Türkiye’nin 80 iline huzur, barış ve kardeşlik mesajları verdik, üstelik bu mesajları ben söyledim, on binler tekrarladı, on binler Türkiye’ye cumhuriyet selamını gönderdi, selam bütün Türkiye’ye olsun. Biz huzur mesajı veriyoruz, kardeşlik mesajı veriyoruz, barış mesajı veriyoruz, Ankara’dan birileri rahatsız oluyor. Vay efendim, ne olmuş? Efendim, ben gitmişim Kadıköy’de yurttaşlarla buluşmuşum. Meğer o cumhurla buluşmak değilmiş, neymiş cumhurla buluşmak? Daha başka yerlere gitmekmiş. Bizim oralara gitmediğimizi kim söyledi bunlara? Yani Kadıköy’de yaşayan insanlar bu ülkenin insanları değil mi? Onlar bu ülkenin halkı değil mi? Ben diyorum bunlar bölücü, bunların gizli gündemleri var. Bunlar insanımıza düşman insanlar, insanları bölen insanlar. Biz huzur diyoruz, onlar huzursuzluk olsun diyorlar. Biz bölünmeyelim diyoruz, onlar bölünelim diyorlar. Bunu ancak asıl amaçlarına ulaşmak için gizli gündemleri olan siyasal parti ve siyasal anlayışları yapar, AKP’nin hedefi budur. AKP kendi yurttaşına hizmet etmek için gelmiyor iktidara, AKP iktidarda devleti ele geçirmeye çalışıyor. Onun için diyorum gizli gündemleri var. Her tarafı ele geçirdiler. İstediğiniz kadar gidin, tek bir Cumhuriyet Halk Partili kalıncaya kadar sizinle kararlılıkla mücadele etmek bizim boynumuzun borcudur. Öyle çıkacaksınız, yok cumhura gitmediler, yok şunu söylediler, yok bunu söylediler. Cumhur başımızın üstündedir, her yurttaşımız başımızın üstündedir. Biz onlar gibi insanları ayırmıyoruz, Kadıköy’deki de benim insanım Sultanahmet’teki de, Sultanbeyli’deki de Sultangazi’deki de, Esenler’deki de Hakkâri’deki, Bitlis’teki de Trabzonlu da benim başımın üstündedir. Onlar, on binleri görünce rahatsız oluyorlar. Efendim, biz yüzde 42’yi araştırıyoruz, siz niye yüzde 58’i merak etmiyorsunuz. Biz yüzde yüzünü merak ediyoruz Sayın Başbakan, sen hiç meraklanma, biz yüzde yüzünü merak ediyoruz. Ama onlar bir şeyi görmediler, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramında bir şeyi görmediler; gördüler de görmemezlikten geldiler. Biz o akşam oradan bir başka yere gittik, Paşabahçe’ye gittik. Emeklilerin olduğu yere gittik, çalışanların olduğu yere gittik, orta gelir düzeyine sahip olanların olduğu yere gittik: Paşabahçe’de bedenini açlık grevine yatıran bir işçi kardeşimizin yanına gittik ve ona şunu söyledik: Hiç meraklanma, kendini sakın ola ki kimsesiz hissetme, cumhuriyetin 87’nci yılını kutluyoruz, Mustafa Kemal şunu söylemişti: “Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir.” Biz buraya geldik, senin yanındayız dedik. O gittiğimiz kişi kimdi? AKP’nin görmemezlikten geldiği, onu da cumhurdan saymıyor, çünkü o bir asgari ücretli, o bir anne. O sabahın köründe Sarıyer’den kalkıyor, biniyor vapura Paşabahçe’ye geliyor: Bir devlet hastanesinde yerleri temizliyor, masaları temizliyor. Evine ekmek götürüyor. Hırsızlık yapmıyor, yolsuzluk yapmıyor, insanların en temiz duyguları olan inançlarını sömürmüyor. O, alın teriyle kazanıp evine ekmek götürmek istiyor. Onun yanına gittik ve Niçin bedenini ölüme yatırdın diye sorduk. “Ben hırsızlık yapmıyorum, yolsuzluk yapmıyorum. Param yok pulum yok, servetim yok. Var olan bir tek bedenim, mücadeleyi de bedenimle yapıyorum, ne yapayım ben” dedi. Dedik ki, mücadeleyi sürdür. Senin mücadelen tüm taşeron işçilerine örnek olsun. Senin mücadelen seni görmeyen sendika ağalarına örnek olsun. Sabah akşam AKP şakşakçılığı yapacaksınız, bedenini ölüme yatıran bir asgari ücretliyi, bir taşeron işçisini görmeyeceksiniz, gözlerin kör olacak. Bu mudur sizin sosyal devlet anlayışınız? Bu mudur sizin cumhur anlayışınız? Buna karşı mücadele edeceğiz, yılmayacağız, mücadelemizi sürdüreceğiz. Bu işçi kardeşimizin derdi ne? Beş yıl çalışmış. Bir gün demiş ki, ya, hep çalışıyorum. Sabahın köründe kalkıyorum. Bir de gideyim hakkımı arayayım. Ne yapayım? Anayasanın bana verdiği bir hak var, yasaların bana verdiği bir hak var, ben de gidip bir sendikaya üye olayım ve gidip bir sendikaya üye oluyor. Vay sen misin sendikaya üye olan, hemen ertesi gün kapının önüne konuluyor. Başbakan bir şey söylüyor mu? Bu cumhurun başına gelenlerden Sayın Başbakan acaba utanıyor mu? O devletin başbakanı olduğunu acaba biliyor mu kendisi? O kadıncağızın çadırda, o soğukta bedenini açlık grevinde ölüme yatırırken acaba vicdanı sızlıyor mu? Sen kendi çocuklarına beş yıldızlı otellerde düğün yaparken sıkılmadın da o çadırda yatan insanları görmemezlikten gelmek seni sıkmıyor mu? Şimdi sormak istiyorum: Sendikalı olmak yasak mı bu ülkede? Hayır. Bir de bunlar, milleti kandırmak için anayasaya bir hüküm daha eklediler biliyorsunuz. Efendim, bir sendika yetmez, işçi isterse birden fazla sendikaya üye olabilirmiş. Ya, bir sendikaya üye olanı kapının önüne koyuyorsun, ya kadıncağız kazara iki sendikaya üye olsaydı ne olacaktı? Arada çekilip vurulacaktı.
Bu yasalar nerede uygulanır arkadaşlar? Ben diyorum ya, bu hükümetin söylemiyle eylemi taban tabana zıt, ne söylüyorsa aksini yapıyor. Demokrasi mi diyor, bilin ki demokrasiyi yok edecek. Özgürlükler mi diyor, bilin ki arkadan özgürlükleri makaslayan hükümler gelecek. Herkesin karnı doyacak mı diyor, bilin ki toplumun yarısını aç bırakacak, milletin yarısı zaten aç. Bunların izlediği politika bu. Bu yasalar demokrasilerde uygulanır. Bu yasalar sosyal devletin olduğu ülkelerde uygulanır. Bu yasalar iktidar olanların vicdan sahibi olan ülkelerde uygulanır. Bu yasalar görmemezlikten geliniyor. Yasalara uymayı, hak aramayı, acaba ben bir özgürlük peşinde hakkımı arıyorum, dolayısıyla ben siyasi iktidar da bana destek verecektir diye bir beklenti içinde dururken kapının önüne konmanın ne kadar dramatik olduğunu acaba bu hükümet, bu hükümetin yetkilileri biliyor mu? Ve sosyal devletin olduğu yerde bu yasalar uygulanır ve işçi kardeşimizi de, o kadıncağızı da kimse kapının önüne koyamaz. Onun için dedik ki biz 29 Ekim Cumhuriyet Bayramında Paşabahçe’ye de gittik. Orada da cumhuru gördük, dramı gördük, gözyaşını gördük, hak arayan insanın başına nelerin geldiğini gördük ama AKP bunu görmedi. Efendim, neymiş, Çankaya Köşküne niye gitmemişiz. Sen gittin ne oldu, boyun mu uzadı? Ama ben gittim, cumhura gittim, hak arayan işçi kadına gittim. Elinden tuttum, senin hakkını cumhuriyette biz koruyacağız dedim. Sen mi iyi iş yaptın, ben mi iyi iş yaptım? Sen mi cumhura gittin, ben mi cumhura gittim? Şimdi, AKP ne demek istiyor o kadıncağıza, taşeron işçisi olan, alın teri döken, çalışmak isteyen ama çalışırken de ben sendikalı olayım diyen kadına ne diyor? Bir dakika, çalışacaksın ama hukuk düzeninde değil, köle düzeninde çalışacaksın. Öyle yasalardan hakkım var falan diye söylemeyeceksin. Sendikalı mı oldun, aman ha, kapının önüne konulacaksın, nitekim konuldu. Sana ne sosyal devlet diyor ona, sana ne kıdem tazminatı, sana ne toplu grevli toplu sözleşmeli iş hakkı, sana ne diyor. Sana verilmiş bir taşeronun yanında bir şey, ömür boyu asgari ücrete mahkûmsun, sesini çıkardın mı seni kapının önüne koyacağım, benim düzenim budur diyor. Bu düzen kölelik düzenidir, kölelik düzenini yıkacak olan da Cumhuriyet Halk Partisidir. Buradan tüm taşeron işçilere sesleniyorum, iki milyona yakın taşeron işçilere sesleniyorum. Sizin eviniz Cumhuriyet Halk Partisidir. Sizin sesiniz Cumhuriyet Halk Partisidir çünkü biz emeğin partisiyiz, emekten yanayız, alın terinden yanayız, üretenden yanayız, biz ülkenin kalkınmasına harç koyandan yanayız, yiyicilerden yana değiliz. Gizli gündemi olan bir siyasi parti değiliz, biriz, bütünüz, Türkiye’yi bütün coğrafyasında kucaklıyoruz biz, hedefimiz budur bizim, amacımız da budur bizim. Ve taşeron işçi kardeşlerime şunu söylüyorum: Zonguldak’ı unutmayın, yerin 540 metre altında hayatını kaybedenlerde taşeron işçisiydi. İkisinin cesedi hâlâ çıkarılamadı ve bu Başbakan çıktı, sizin yeraltında ölümünüze “Bu sizin kaderinizdir” dedi. Ve bir Başbakan bunu söylüyor, arkasından da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı “Bunlar güzel öldüler” diyor. Önce sen, o 2 işçimizin cesedini çıkar, bak bakalım güzel mi öldüler, kötü mü öldüler. Ve bunlar kalkıyorlar cumhurdan bahsediyorlar, cumhur kim, siz kim; sizin işiniz gücünüz cebinizi doldurmak. Bütün taşeron işçilerine söylüyorum, Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarında hiçbir taşeron işçisi taşerona teslim edilmeyecektir, kadrosunu vereceğiz, adam gibi çalışacak, üretecek ve grevli, toplu sözleşmeli iş yasalarına tabi hakkı olacak, kölelik düzenine son vereceğiz. Çünkü biz, sosyal demokrat bir partiyiz, insandan yana bir partiyiz, emekten yana bir partiyiz. O 2 milyon işçi kulaklarını bize diksinler, bizim sesimize baksınlar, ne söylüyoruz iyi bilsinler.
Biz geleceğiz, tüm emekçilerin haklarını vereceğiz, onlara iş güvencesi sağlayacağız, onlara huzurlu bir Türkiye vaat ediyoruz biz, üreten bir Türkiye vaat ediyoruz. Çalışacak, üretecek, hakkını arayacak, sosyal devletin ne olduğunu görecek. Bizim amacımız, bizim felsefemiz, hayata bakışımız odur. Onları, bütün taşeron işçilerini, hak arayan bütün herkesi yürekten ama yürekten kutluyoruz ve yürekten kucaklıyoruz onları. Hiç meraklanmayın sizin haklarınızı sonuna kadar savunacağız.
Taşeron işçisi dedim de bir örnek daha vermek isterim size, Adapazarı’ndan bir örnek. Bir mektup gelmiş bana. Bu mektubun bazı bölümlerini, bir taşeron işçisinin yaşadığı dramı bilmeniz için okuyacağım. “Ben sekiz yıldır TÜVASAŞ Vagon Fabrikasında taşeron işçisi olarak çalışıyorum. Öğlen yemeğini vermiyorlar bize, kadrolu işçilere veriyorlar, bize öğlen yemeği vermiyorlar. 600 lira para alıyorum, onu da çoğu zaman düzenli almıyoruz. Fakat bir gerçek var ki içimizi sızlatan, ‘komşusu açken tok yatan bizden değildir’ hadisiyle bizlere kandıran siyaset bezirgânları tok değil, tıksırıncaya, patlayıncaya kadar götürüyor. Bizler ise açlık, sefalet ve baskı altında inim inim inliyoruz, bu mu adalet, bu mu demokrasi, bu mu sosyal devlet?” diyor. Ve bu işçi arkadaşımız şöyle bir şey daha söylüyor mektubunda: “Öncelikle kadrolu işçi olarak çalışmak istiyoruz, sendikalı olmak istiyoruz. Kadrolu işçi ağabeylerimize fabrika bir ayakkabı verdiğinde içimizdeki burukluğu anlayamazsınız, çünkü dört yıldır bir çift ayakkabı alamadım. Ayakkabımın birinin altı delik, su alıyor.” Acaba Başbakan bunları biliyor mu? O altın çilek yiyor, bunlardan ne haberi olacak. O, unuttu zaten eski yırtık ayakkabıyla okula giden Tayyip unuttu, farklı bir yerlerde geziyor artık o. O, bir despot, o bir kral, o söylediğinin bütün her yerde geçerli olduğunu sanan bir kişi. İşçiyi, emekçileri mutlaka ama mutlaka kucaklayacağız, her zaman her yerde onlarla beraber olacağız, onların haklarını sonuna kadar koruyacağız.
Değerli milletvekilleri, bir kadının, bir temizlik işçisinin, bir annenin dramını okuduk, şimdi size bir başka kadından bir fotoğraf karesi sunacağım. O yine bir kadın, kalemini satmayan bir yazar. Ankara’da bir dönem Başbakanlık muhabiri olarak çalışmış. Kitap yazan, bir gazeteci bayan arkadaşımız. Bursa’da bir günlük gazetede yazılar yazıyor. Gazete, Cesur Gazete olarak, Cesur Gazeteci olarak bunu lanse ediyor. Cesaretle, cesurca iktidarı yeri geldiği zaman eleştiriyor ve bir gün çağırıyorlar. “Kusura bakma, senin işine son verdik” diyorlar. Gerekçeyi soruyor, gerekçe şu: “Patron, sizin yazılarınız yüzünden AKP’li belediyelerden ihale alamaz hâle geldi.” Ben size diyorum ya, bunların gizli gündemi var. Ben size diyorum ya, bunların demokrasi anlayışı bu. Ben size diyorum ya, bunlar eleştiriye tahammül edemezler. Ben size diyorum ya, bunların etrafındakiler şakşakçı, dünyayı şakşakçıların gözünden görüyorlar. Nasıl oluyor da siz bir gazetecinin sizi eleştiriyor diye işine son veriyorsunuz? Ve onun patronuna, belki de hak ettiği hâlde, o orada yazdığı sürece biz size ihale vermeyiz diye şantaj yapıyorsunuz. İnsanda biraz utanma olur mu, ar, edep olur mu? Olur. Bunlar da var mı? Olsa bunu yapmazlar, olsa derhal müdahale ederler. Bir dakika derler, özgür bir ülkede yaşıyoruz. Gazeteci elbette ki eleştirecek. Eleştiriye yeri geldiği zaman tahammül edeceğiz. Demokrasilerde eleştiri bu işin özünde vardır, hele gazetecinin gazeteci olmasının temel vasfı zaten dünyasını eleştiri üzerine kurmaktır. Ama diyorum ya, bunlar tahammül edemezler, bunlarda demokrasi kültürü yok. Hani var ya bir atasözümüz, ele verir talkını, kendi yutar salkımı diye, aynen onun gibi. Demokrasi sözünü gelip size söylerler, ama kendi içlerinde demokrasi külleyen yoktur. Hele siz eleştirin, kıyameti koparırlar. Buradan bütün kadınlara, bütün analara, bütün bacılara sesleniyorum. İki örnek verdim size kadınlardan birisi açlık grevine yatmış, öbürü bir gazeteci, kalemini satmıyor, ikisi de işinden oldu. AKP’nin gerçek yüzünü görsünler. Okumuş yazmış olanlar, gazeteci gözüyle görsünler, gazetecinin başına ne geldi, yarın onların da başına gelecektir. Okumuş yazmış değil, yeteri kadar okuyamamış, bir yerde temizliğe giden, bir yerde çalışan diğer işçilerimiz de, işçi kadınlarımız da, ev kadınlarımız da, tarlada, fabrikada çalışan, İstanbul’un merdiven altı atölyelerinde çalışan, sigortasız çalışan bütün kadın kardeşlerime söylüyorum, onlar da Paşabahçe’de açlık grevine yatan kadın kardeşlerini düşünsünler. Bu ülkede neler oluyor onu iyi görsünler, fotoğrafı iyi görsünler, şakşaklara asla inanmasınlar. Etraflarına baksınlar, bana inanmıyorlarsa komşularına baksınlar, mahalleye baksınlar, gerçeği görsünler. Bazen gerçeği göremeyiz. Bazen küçük bir olay bütün bir gerçeği görmemize yol açar. O küçük olay Paşabahçe’de oldu, o küçük olay Bursa’da oldu, daha buna benzer belki yüz binlerce olay var ama göremiyoruz, ama bundan sonra göreceğiz, beraber göreceğiz. Aynı fabrikada aynı işi yapacağız, bir işçiye ayakkabı vereceksiniz diğerine vermeyeceksiniz bu mu adalet? Aynı işi yapıyorlar, hatta o taşeron işçisi öbürüne göre daha fazla çalışıyor, öbürüne göre daha suskun, konuşamıyor, hakkını arayamıyor, acaba ağzımı açarsam kapının önüne konar mıyım diyor. Ve mektubu bana yazarken altında diyor ki “Ne olursunuz ismimi açıklamayın, zaten bu işi de zor bulduk, bizi de kapının önüne koyarlar.” Onun için diyoruz ki, bu tabloyu değiştirmek bizim elimizde, bu tabloyu değiştirmek sizin elinizde, bu tabloyu değiştirmek emeğiyle geçinen işçilerin elinde, annelerin elinde, fabrikada, tarlada çalışanların elinde AKP kâbusunu sona erdirmek durumundayız. Güçlü, kararlı, dirayetli, hayata direnerek, AKP’ye direnerek, baskılarına direnerek yolumuza devam edeceğiz, bizi yıldıramayacaklar.
Değerli arkadaşlar, size üç örnek verdim ama Türkiye’de milyonlarca örnek yaşanıyor doğuda da, güneyde de. Size hayatın bir başka penceresini açmak istiyorum. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, son beş yılda intihar vakaları yüzde 27 artıyor. Huzurlu bir toplumda insanlar niye intihar etsin. Ve bir başka araştırma, intihara teşebbüs olaylarında son sekiz yılda yüzde 52 artış var. Hatırlıyorsunuz değil mi, anne hapishanede çocuğun dershane parası ödenmedi diye çocuk kendisini astı. Hatırlıyorsunuz değil mi, Ramazan’da Diyarbakır Silvan’da eve hiçbir şey getiremeyen erkeğe, kadın “Ne getirdin” dediği zaman odaya girip onuruna yediremediği için intihar eden babayı. Bu tablolar 21’inci Yüzyılın Türkiye’sindeki tablolardır ve bu tabloların tek sorumlusu vardır, o da Başbakan’dır, adı da Recep Tayyip Erdoğan’dır. Size bir örnek daha vereceğim. Antalya’da bir toplantı yapıldı. Psikiyatri uzmanları bir araya geliyorlar bir ulusal toplantı yapıyorlar ve orada sunulan bir araştırmanın sonuçlarını veriyorum size. 2003’te 14 milyon 138 bin kutu antidepresan ilaç kullanılıyor, küsuratı atalım. 2007’de yüzde 100’e varan artış var, 14 milyondan 26 milyon kutuya çıkıyor. Kim tüketiyor bunları? Bizim insanımız. Mutlu olan, evine ekmek götüren, huzurlu olan bir aile, bir insan, bir erkek, bir kadın niye antidepresan ilaç kullansın? Bunun sorumlusu da bu hükümettir, başbakandır, adı da Recep Tayyip Erdoğan’dır. Aile içi huzursuzluklar dünya kadar var. Boşanma davalarında artış var ve için ilginç tarafı, TÜİK’in verilerine göre, boşanma davalarındaki en az rakamlar nerede biliyor musunuz? Başbakan diyor ya “Kumsallar” gelir düzeyi yüksek olan yerlerde boşanma davaları daha az ama 2008 rakamını vereyim size, 99 bin 663 aile dağılıyor. Yazık, günah değil mi bu topluma? 99 bin, yani 100 bin aile boşanıyor ve ayrılıyor. Boşanma davaları sayısını vereyim size. Bunların dışında görülen davalar 175 bin 173 aile boşanmak için başvurmuş. Her iki gençten birisinin işsiz olduğu Diyarbakır’da, gelir düzeyinin en düşük olduğu illerden birisi olan Diyarbakır’da 2001’den bu yana boşanma oranı yüzde 102 artmış. Niçin artıyor bunlar? Acaba Sayın Başbakan, pencerenin bu tarafına bakıyor mu? Ne diyor Sayın Başbakan? “Efendim, ülke güllük gülistanlık, bakın borsaya, borsa patladı, yükseliyor” diyor. Tamam. Efendim, sıcak para akın etti zaten, dünyanın sıcak parası geliyor, faizler yüksek, ne mutlu Türkiye’ye, var mı bir şey? Diyarbakır’daki insan niye boşansın arkadaşlar? Batman’daki kadınlar niye intihar etsin? Mutluluktan mı intihar ediyorlar, yoksa onların üzerindeki baskıdan, sosyal devletin olmamasından, onların onuruyla oynanmasından, siyaset kurumunun onları görmemezlikten gelmesinden, Başbakanın etrafını ve çevresini düşünüp halkı görmemesinden kaynaklanıyor bunlar.
Geldiler, işsizlik sorununu çözdüler mi? Hayır. Yoksulluğu çözdüler mi? Hayır. Bir sorunu çözdüler mi? Hayır. Ama size söz veriyoruz, halkımıza söz veriyoruz, Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarında hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek, her ailenin sigortası olacak.
Size bir şey daha söyleyeyim. Ne dedik? Aile sigortasını getireceğiz. Aile sosyal devletin güvencesi altında olacak. Evde kadını güçlü kılacağız, o yoksul ailede kadının banka hesabına parayı yatıracağız, kadın gidecek onuruyla sosyal devletin verdiği aylığı alacak, çoluk çocuğunun rızkını sağlayacak. Öyle makarna, mercimek yok bunlar, bunları tarihe gömeceğiz.
Bir yoksul kadın şunu söylüyor: “Ben makarna istemiyorum, ben bulgur istemiyorum, ben ne istiyorum biliyor musunuz, ben de alışveriş merkezinde o sepeti ben de alayım, ben de oradan bir kilo makarna alıp kendi sepetime koyayım. Ben de gidip kasadan bunun parasını ödeyeyim. Niye bu onuru bana yaşatmazlar?” diyor. Benim yoksulluğum benim boynuma niçin bela olsun? Sen bana iş verdin de ben çalışmadım mı? İş alanı yarattın da ben çalışmadım mı? Hayır. Ya taşeronun yanında çalıştıracaksın temizlik işçisi olarak, sendikalı olmaya kalkınca da kapının önüne koyacaksın. Bunun adı da sosyal devlet olacak. O sosyal devlet Recep Tayyip Erdoğan devletidir, Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal devlet anlayışı bu değildir. O anlayışı şiddetle reddediyoruz.
Şimdi bunlar ne yapıyorlar. Çözüm yok, ama önemli bir şey yapıyorlar. Sizin bu dertlerinizle hiç ilgilenmiyorlar. Öyle şu bu, milletin derdi var yok. Şimdi Meclise bir kanun teklifi vermişler. Nedir kanun teklifi? Efendim, af getiriyorlar. Kime? Görevi kötüye kullananlara, yani rüşvet aldın, rüşvet verdin, milleti perişan ettin, hapse gireceksin bir af çıkaracağız, dertleri af çıkarmak. Ya, insanda biraz ar olur, edep olur, hayâ olur, millet aç, sefalet, yani görevi kötüye kullandın, rüşvet aldın, rüşvet verdin, hani, sen Müslüman geçiniyordun, rüşvet almak, vermek günah diyordun, neye göre affediyorsun sen bunu? Hangi anlayışa göre affediyorsun, yoksa Ankara Büyükşehir Belediye Başkanının belediye başkanlığı elinden gidecek onun telaşına mı kapıldın? Hatırlarsınız, Burhan Kuzu ile Sayın Gökçek arasında bir konuşma İnternet’e düşmüştü. Diyor ki “Bu maddeyi kaldırın ya.” diyor. “Bana ver, ben o vekilleri fitillerim, hemen kaldırırız” diyor. Öyle anlaşılıyor ki birisi fitillendi, fitilini aldı, teklifini verdi. Bu ne biçim iştir? Hemen arkasından derhal komisyonu topluyorlar, görüşeceğiz. Peki, kardeşim, biz taşeron işçiler kadroya alınsın diye geçen yasama döneminde verdiğimiz kanun teklifi var, niye bunu gündeme almıyorsun? Olur mu efendim, taşeron işçisiyle kim uğraşır, işçiyle kim uğraşır. Benim adamım hapse girecek, senin derdine bak. Adamı aldık götürdük oraya hapse girmesin diye çalışıyoruz, sen diyorsun millet aç. Milletin açlığından bana ne diyor. Kim diyor? Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları.
Değerli arkadaşlar, İstanbul Sanayi Odasının meclis toplantısına katıldık yine bir grup iş adamı, milletvekillerimizle beraber. Onların sorunlarını dinledik, biz çözümlerimizi anlattık, önerilerimizi anlattık. Bir sanayici kalktı ve şunu sordu: “Cumhuriyet Halk Partisi sanayiciye nasıl bakıyor?” Bir cümleyle yanıt verdim. Cumhuriyet Halk Partisi açısından sanayici ekonominin kamu görevlisidir. Sanayici üretir, çalışır, istihdam yaratır, uluslararası alanda rekabet eder, yenilikleri izlemek zorundadır ve yenilikçidir. Vergisini verir, bizim de tek görevimiz var, sizin önünüzdeki engelleri kaldırmak. İstihdam yaratın, çalıştırın, rekabet yapın, ihracatınızı yapın bir şeyi unutmayın, Cumhuriyet Halk Partisi üretenden yanadır, istihdam alanı yaratan insanlardan yanadır, sanayiciden yanadır, siz yeter ki üretin, biz her koşulda sizin yanınızda olacağız. Bunu da söyledik çünkü biz üreteni severiz, üretene saygı duyarız, üreten sıcak paraya teslim olmamalı ve onlara son cümle olarak şunu söyledik: AKP, ekonomiyi sıcak paraya teslim etti, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında biz ekonomiyi sanayiciye teslim edeceğiz. Biz üreteceğiz, uluslararası alanda rekabet edeceğiz, güçlü bir Türkiye’yi üreten Türkiye ile sağlayacağız. Bizim hedefimiz ve amacımız budur.
Değerli milletvekilleri, biliyorum, ilginç olaylar var ama isterseniz biraz olayı mizah yönünden ele alıp olayı kapatalım. Bizim bir Başbakanımız var biliyorsunuz. Sık sık adını söylüyoruz, Recep Tayyip Erdoğan. Sayın Başbakan, hemen hemen her yerde “Efendim, ben hapishaneye girdim şiir okudum” diye. Hapishanede, işte ne çileler çekmiş. Bir kitap yayınlandı, Recep Tayyip Erdoğan’ın hapishanesini şimdi o kitaptan size okuyorum daha girmeden önce. “Koğuş o gelmeden temizletiliyor. Duvarlar kâğıtla, yerler duvardan duvara halıyla kaplanıyor. Elektrik ve sıhhi tesisat yenileniyor. Şofben takılıyor, beyefendi sıcak suyla banyo yapması lazım, kapılar boyatılıyor, olur ya, kirli kapıyı görünce rahatsız olabilir, derin dondurucu büyük boy buzdolabı, çamaşır bulaşık makinesi, toplantı ve çalışma masası, deri koltuklar, oturma grupları, büyük ekran televizyon konuyor, sanırsınız ki Recep Tayyip Erdoğan köşkü. Neymiş? Sayın Başbakan hapishanede yatmış. Allah aşkına bu başbakan ben hapiste yattım diyebilir mi? Şimdi, bütün mahkûm kardeşlerime soruyorum, içerideki tutuklulara da soruyorum. Hanginizin içeri girmeden önce o hapishanenin kapısı boyandı, yerler halıyla döşendi, derin dondurucu buzdolabı kondu, büyük ekran televizyon, deri koltuklar, çalışmanız için çalışma grupları oluşturuldu? Bir de kalkıyor gözlerinden yaşlar dökülerek “Ben, efendim hapishanede yattım.” Yemezler Sayın Başbakan, bu kitabı yemezler.
Bugün kalkmış diyor ki, terbiyeden, cumhurdan söz ediyor Başbakan. Allah aşkına, sen kalkıp cumhura demedin mi “Ananı da al git” Sen bana nasıl cumhurdan söz edersin. Sen önce o analardan özür diledin mi? Daha özür dilemedi. Bir toplantıda birisi geliyor “Oğlum işsiz” diyor. Kızıyor Başbakan, ne demek oğlum işsiz, böyle bir soru sorulur mu Başbakana, krala böyle bir şey sorulur mu? “Otur oturduğun yerde, senin oğlun da işsiz kalsın” diyor. Cumhura hitabına bakın, cumhuru ne kadar seviyor.
Değerli arkadaşlar, cumhura layık görülen hapishane değildir, cumhura layık görülen fabrika olmalıdır. Bu gidip Diyarbakır’da Diyarbakırlılara “Sevgili Diyarbakırlılar, ben size büyük bir hapishane yapacağım” demedi mi? Ve Diyarbakırlı kardeşlerimiz de ne kadar güzel, ne mutlu olduk, bir hapishanemiz olacak diye gidip oylarını vermediler mi? O yüzden bunu çok sık söyleyeceğim, Diyarbakırlı kardeşlerimizin tamamı duyuncaya kadar söyleyeceğim. Cumhur diyorlardı değil mi, cumhura layık gördükleri özgürlük değil, cumhura layık gördükleri demokrasi değil, cumhura layık gördükleri aş, iş, ekmek değil, cumhura layık gördükleri büyük bir hapishane, zaten amaçları dört duvar arasında olmasa da hapishaneyi Türkiye genelinde uygulamaya koymak, onu yapıyorlar zaten, kimse korkudan konuşamıyor. Korkusuz bir Türkiye’yi, özgür bir Türkiye’yi yaratmak umuduyla, dileğiyle ve kararlılığıyla hepinize saygılar sunuyorum.
27.12.2024
27.12.2024
27.12.2024
26.12.2024