CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN 19.01.2016 TARİHİNDE GRUP GENEL KURULU TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:
-Diktatör bozuntusu, dediğim için kızıyor
-Cumhurbaşkanlığı makamı “Delidir, ne yapsa yeridir” makamı değildir, herkes bunu böyle bilsin.
-Ölümüne demokrasiyi savunacağız
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM CHP Grup Toplantısı’nda, “Cumhurbaşkanlığı makamı ‘Delidir, ne yapsa yeridir’ makamı değildir, herkes bunu böyle bilsin” uyarısında bulundu. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun grup toplantısı konuşması şöyle:
Kurultayı açış konuşmasında da ifade etmiştim. Keşke mümkün olsa da her günümüz bayram havası içinde geçse. Keşke mümkün olsa da hepimiz sokaklarında, caddelerinde özgürce gezdiğimiz bir Türkiye’yi mübarek ellerimizle yaratabilsek. Keşke mümkün olsa da herkesin işi, herkesin aşı olabilse. Keşke mümkün olsa da herkesin “Ay sonunu nasıl getireceğim?” diye düşünmediği bir Türkiye olabilse ama bunların hemen hemen hiçbirisini yaşamıyoruz.
Karamsar bir ortamda kurultayımızı gerçekleştirdik. Bakın bugün gazetelerde 6 şehidimiz var, altı eve ateş düştü. 7 Hazirandan bu yana 200’ün üzerinde güvenlik görevlimiz hayatını kaybetti, şehidimiz oldu. Onlar, biz rahat edelim, diye; bu ülkede birlik ve bütünlük olsun, diye canlarını feda eden çocuklarımız, aslanlarımız. Elbette ki onlara Allah’tan rahmet dileyeceğiz, elbette ki onlar başımızın tacı, elbette ki o aileler büyük bir onuru paylaşıyorlar ama şu soruyu kendimize sormak zorundayız: Neden Türkiye bu hâlde? Defalarca sordum, bizi dinleyen vatandaşlarımızın vicdanına tekrar sesleniyorum, defalarca sordum, yine soruyorum: 2002’de Türkiye’yi sıfır terörle devraldınız, bugün kan gölüne döndü Türkiye. Şu soru, on üç yıldır bu ülkeyi kim yönetiyor? On üç yıldır kim tek başına iktidarda? Bu sorunun cevabını herkesin kendi vicdanına sormasını istiyorum. Terör eskiden dağlardaydı, şimdi şehrin merkezinde. Güvenlik güçleri kentlerden terör örgütünü temizlemeye çalışıyorlar. Bölgeye bakın Allah aşkına, fotoğraflara bakın, Suriye’den, Beyrut’tan ne farkı var o fotoğrafların? Memleketi bu hâle kim getirdi? Bunu sormayacaksak, bunu sorgulamayacaksak neyi sorgulayacağız?
Yine, şu soruyu herkes kendisine sorsun: O şehir merkezleri silah deposu hâline getirilirken valilere ve kaymakamlara “Sakın ha bunlara dokunmayın” diye talimat veren bu iktidar sahiplerini hiç mi sorgulamayacaksınız? Talimatı verdiler “Sakın ha bunlara dokunmayın.” “Efendim, ağır silahlar getiriyorlar…” “Olsun, siz dokunmayın…” Şehitlerimizin vebali onların omuzlarındadır; şehitlerimizin kanları onların yakalarında ve alınlarındadır. Bunu hepimizin çok iyi bilmesi lazım. Terör örgütleri kendi bölgelerinde vergi dairesi kurarken bunlar seyrediyordu, mahkemeler kurarken seyrediyorlardı. Şimdi kalkmış aslan kesiliyorlar. Önce bunun hesabını vereceksin. Bu memleketi bu hâle nasıl getirdin kardeşim, niçin getirdin sen kardeşim, bunun hesabını bir bir vereceksin. Türkiye’de kimsenin yüzü gülmüyor, herkes gelecek endişesi içinde. Her şeyi unuttuk, canı, malı vesaire herkeste şu anda can kaygısı var, güvenlik kaygısı var. Çocuğu işsiz, düşünmüyor artık O’nu; aybaşını nasıl getireceğim, onu da düşünmüyor. Yazık günah değil mi, bu güzel ülkeye?
Değerli arkadaşlarım,
Er ve Erbaşlarla ilgili bir kanun teklifi geldi, Plan ve Bütçe Komisyonu’na. Diyorlar ya “Reform yapıyoruz, reform kanunları getiriyoruz.” Diğer komisyonların hiçbirisi çalışmadı. Parlamento açıldı, şu ana kadar Plan ve Bütçe Komisyonu’nun dışında hiçbir komisyon çalışmıyor. Meclis Başkanı’na şimdi sormak istiyorum: Siz parlamentoyu çalıştırmaktan yana mısınız, değil misiniz? Eğer parlamento çalışacaksa, komisyonlar çalışacaksa diğer komisyonlar niye bu tasarılara bakmıyorlar? Verilen cevap ne biliyor musunuz? “Efendim, zaman yetmiyor.” 24 saat neyiniz eksik, oturun çalışın. Yıldırım hızıyla bu tasarıları geçirecekler. Er ve erbaşların aylıkları asgari ücrete endekslenmişti, sözleşmeleri öyle; asgari ücrette ne kadar artış olursa onların aylıklarında da o kadar artış olacaktı. Asgari ücret arttı, bunların aylıkları o kadar artmamalı. Ne yaptılar? Bir kanun getirdiler, bunların aylıklarını asgari ücrete değil, memur aylıklarına bağladılar yaptılar? Bir kanun getirdiler, bunların ücretlerini memur aylıklarına bağladılar çünkü o kadar artmasını istemiyorlar. Bu insanlar hayatlarını feda ediyorlar, terörle mücadele ediyorlar, sen nasıl olur da bunların aylıklarına göz diker hâle geliyorsun? Buradan uzman er ve erbaş arkadaşlarıma sesleniyorum: Sizin davanızı takip edeceğiz, gerekirse Anayasa Mahkemesi’ne kadar taşıyacağız, haklarınızı koruyacağız.
Değerli arkadaşlarım,
Hrant Dink’in ölümünden bu yana 9 yıl geçti. Bir insanı, Şişli’de bir caddenin ortasında, bir gazeteciyi katlettiler. Sonra öğrendik ki, bunun arkasında başka güçler var, başka kişiler var, başka anlayışlar var. İçlerindeki bazılarının devlet uzantıları var, hükümet uzantıları var. Failin ortaya çıkmasını istedik, gerçek faillerinin. Elinde silah tutan zaten o biliniyor, onun arkasındaki güçler ne? Uğur Mumcu böyle katledildi, Ahmet Taner Kışlalı böyle katledildi, Hablemitoğlu böyle katledildi, kim bunların arkasındaki güçler? Bu güçler ortaya çıkarılmadıkça siz bu tür olayları engelleyemezsiniz. Fail-i meçhul, demokratik bir ülkede kara bir lekedir, onların ortaya çıkarılması lazım, arkasındaki azmettirenlerin ortaya çıkması lazım. Sayın Nedim Şener bu konuda bir kitap bile yazdı, Hrant Dink cinayetini bütün belgeleriyle ortaya koydu. “Sen nasıl bu belgeleri yazarsın?” diye Silivri’ye gitti, hesabını da verdi. Düşünebiliyor musunuz , 9 yıl geçmiş. AKP hükümetleri döneminde faili meçhullerin sayısı 208… 208 faili meçhul var. Diyorlar ya “Bizde fail-i meçhul yok, bizde beyaz Toros yok” Peki, 208 ne? En belirgini de Hablemitoğlu, Ankara’da, Çankaya’da herkesin gözleri önünde vuruldu. Fail? Fail ortada yok.
Değerli arkadaşlarım,
Tahir Elçi aynı şekilde, izleyeceğiz. O da bir fail-i meçhule gitti. Kızı umudunu kesmiş asıl failler bulunamaz, diye. Savcı, Elçi dosyasına bakan savcı, iyi bir savcı olduğu yönünde pek çok işaretler var, belgelere ve bilgilere ulaşmak istiyor. Bu dosyanın da mutlaka aydınlatılması lazım. Sevgili Türkan Elçi ile yaptığımız görüşmede şunu söyledi: “Kimin vurduğunu öğrenmek istiyoruz. Nasıl vurulduğunu öğrenmek istiyoruz. Bizde bir intikam duygusu yok ama en azından belli bilgilerin bize verilmesi lazım.” Bu kadar iyi, bu kadar hoşgörülü, bu kadar ülkesine bağlı bir insan Türkan Elçi. Biz de arzu ediyoruz, hiç kimsenin burnu kanamasın istiyoruz. Katledilen kim varsa onun faillerini ortaya çıkarmak da devletin temel görevlerinden birisidir, değerli arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlar,
Hafta sonu bütün bu karamsar havaya karşın güzel bir kongre yaptık. Önce şunu söyleyeyim: Bize yönelik pek çok eleştiri gazetelerde yer aldı. Hepsine saygımız var. Kongre şöyle oldu, kongre böyle oldu, liste delindi, delinmedi, her şey yazıldı çizildi. Bunlar yazılıp çizilecek ve söylenecek. Hiçbirisinden ötürü en ufak bir alınganlık duymuyoruz. Neden? Çünkü biz demokrasiyi savunuyoruz. Evine demokrasiyi getirmeyen bir siyasal parti ülkeye demokrasiyi zaten getiremez, biz evimize demokrasiyi getiriyoruz. 462 arkadaşımız Parti Meclisi’ne üye olmak istedi, ne kadar güzel. Yarıştılar, çalıştılar, kendilerini tanıttılar, oy istediler, belki çok daha sıcak ilişkiler doğdu ama sonuçta şu gerçeği herkes kabul etmeli: Eğer biz bu ülkeye “Birinci sınıf demokrasiyi getireceğiz” sözünü verdiysek, evimizde demokrasi olduğu için bu sözü veriyoruz. Onların yaptığı gibi yapmıyoruz. Bizde lider sultası yok, bizde asmak kesmek yok, bizde “Şunu kesinlikle kapının dışına bırakalım” diye bir düşünce de yok. Demokrasiyi kendi evimize bütün kurallarıyla çalıştırıyoruz ve çalıştıracağız. O nedenle söylüyorum, eğer “Bu ülkede birinci sınıf demokrasiyi evet istiyorum” diyorsanız yönünüzü döneceğiniz tek ama tek bir parti var, o da Cumhuriyet Halk Partisi.
Kurultay’da söyledim, Kurultay’da da ifade ettim, “Özgürlükçü demokrasiyi getireceğiz, birinci sınıf demokrasiyi getireceğiz” dedik, herkes düşüncelerini özgürce dile getirecek. Ayrıca anlattım. Parlamenter sistem Osmanlı’dan bu yana var. Parlamenter sistem Türkiye’de şu anda iyi çalışıyor mu? Hayır, iyi çalışmıyor. Bakın doğruyu her yerde ifade ediyoruz ama neden iyi çalışmadığını açıkladım. Darbe yasaları nedeniyle iyi çalışmıyor. Darbe yasalarını gelin değiştirelim mi? Evet, değiştirelim ve Davutoğlu’na açık ve net bir çağrıda bulundum, Sayın Davutoğlu, aynı çağrıyı şimdi CHP Grubu’ndan tekrar yapıyorum: “Parlamenter sistemin gerçek anlamda çalışmasını istiyorsanız gel, hep beraber darbe hukukunu tümüyle ele alalım ve darbe hukukundan Türkiye hukuk sistemini arındıralım.”
Çok açık, çok net açık çek veriyoruz. Diyorsanız ki, “Efendim darbe hukuku uzun iş…” Uzun iş değil darbe hukuku, biz sana söz veriyorsak sözümüzün arkasında dururuz. Ben senin ne kadar demokrat olup olmadığını, demokrasiyi ne kadar savunup savunmadığını öğrenmek istiyorum. Demokrasiyi savunuyorsan gel kardeşim beraber yapalım, kaçamak yok, kaçmak da yok. Bu kadar açık, bu kadar net söylüyorum.
Değerli arkadaşlarım, pek çok sorun var, içeride var, dışarıda var. Mısır Parlamentosu ilk kez Kahire’de toplandı, 2012’den bu yana, üç yıl sonra Kahire’de toplandı. Toplanmalı mı? Evet, toplanmalı. Mısır kendi içişlerini, kendi demokrasisini geliştirebilmeli, hiçbir tereddüdümüz yok, Mısır’ın kaderini Mısır halkı belirler ama işin garip tarafı Kahire’de Mısır Parlamentosu toplanıyor, eşzamanlı olarak İstanbul’da da bir Mısır Parlamentosu toplanıyor. İstanbul’da toplanan parlamento Kahire’de toplanan Parlamentoyu gayrimeşru ilan ediyor. Şimdi, arka kapıda da, “Biz acaba Mısır’la ilişkilerimizi nasıl düzeltiriz” diye kulis yapıyoruz. Bugün gazetelerde bütün ayrıntıları var bunun. Böyle bir ikiyüzlülük Türkiye’nin dış politikasına yansımamalı, doğru değil böyle bir ikiyüzlülük. Karşı çıkıyorsan adam gibi karşı çık ve sürdür; karşı çıkmıyorsan o zaman bu rezalet nedir? Neden Mısır’daki parlamentoyu gayrimeşru ilan ediyorsun? Sana bu yetkiyi kim verdi? İşin garip tarafı, TRT bunu haber olarak veriyor, devletin televizyonu. Bizim vergilerimizle, bizim elektrik paralarımızla çalışan TRT, “Mısır’ın meşru parlamentosu İstanbul’da toplanıyor” diye açıklama yapıyor. Bunlar doğru değil, dış politikada daha derin yaraların açılmasına yol açıyor.
Suriye konusunda da önemli gelişmeler var. Bu ay sonunda tekrar toplanacaklar ve Suriye’deki sorunda önce kanın akmasını durduracaklar, böyle bir çalışma var. Arkasından da “Suriye’deki krize nasıl çözüm bulabiliriz” diye siyasal olarak bunun arkasında önemli çalışma yapacaklar. Türkiye de burada olacak ama biz hükümetten şunu istiyoruz: Suriye’deki Türkmenler’in hakkını sonuna kadar savunun ve koruyun. Bakalım bu güç sizin elinizde ne kadar kaldı? Bunu önümüzdeki süreçte göreceğiz, Viyana görüşmelerinde veya Cenevre görüşmelerinde bunlar görüşülecek.
Değerli arkadaşlarım,
Kurultayımızda çok şey söyledik ama kurultayın ana tartışma konusu, Cumhurbaşkanı’na yönelik olarak benim yaptığım eleştiri oldu. Şimdi izninizle orada kullandığım cümleleri aynen okumak istiyorum. “Senin için şeref ve namus ne anlama geliyor? Evet, bir daha soruyorum: Senin için şeref ve namus ne anlama geliyor? Oturacaksın bunun hesabını vereceksin. Ya, adam gibi tarafsızlığını korursun, saygı görürsün, tarafsızlığını korumazsan sana her gün, her dakika, her saniye namus ve şeref kavramını sana hatırlatacağım. Soruyorum: Sen, namus ve şereften ne anlıyorsun? Sen bu yemini niye ettin? Bütün milletin önünde yemin ettin “Namusum ve şerefim üzerine tarafsız davranacağım” diye. Sende namus ve şeref ne anlama geliyor, ben bunu öğrenmek istiyorum…”
Bu kadar açık, bu kadar net. Bunu açıkladım, koro hâlinde bir yaylım ateşi başladı hem Cumhurbaşkanlığı’ndan, AKP kanadından, bakanlardan, gençlik kollarından, onların kendilerine özgü kurdukları gençlik kollarından, sosyal medyadan, havuz medyasından yaygın bir saldırı başladı. Bu arada tabii, Cumhuriyet Savcılığı da soruşturma açmış. Önce, o Cumhuriyet Savcısı’na seslenmek isterim: Sarayın kapı kulluğunu yapan adama “Cumhuriyet Savcısı” denmez. Sanıyor ki davayı açtık, bunlar korkacaklar. Sen kim, dava kim? Biz bu yola çıktıysak, kurultayda da söyledim, ölümüne demokrasiyi savunacağız, ölümüne. Hani, diyorlar ya “Efendim, kurultayda ne mesaj verildi?” Daha ne mesaj verilsin?
Türkiye’de olmayan bir şeyi savunuyoruz. Ne dedik? “Dördüncü büyük devrimi yapacağız, bu ülkeye birinci sınıf demokrasiyi getireceğiz” dedik. Birinci sınıf demokrasinin olmadığı bir ülkede yaşamak istemiyoruz, bu ülkenin halkı birinci sınıf demokrasiye layıktır. Sanıyorlar ki kendilerinden korkacağız. Savcı da olsa, Cumhurbaşkanı da olsa, Başbakan da olsa, kim olursa olsun Allah’tan başka kimseden korkmayız. Aslında kızdığı nokta, kendisine “Diktatör” dediğim için değil, “Diktatör bozuntusu” dediğim için kızıyor çünkü diktatör bile olamıyor. Onun için… Çünkü ben, kendisine diktatör sözcüğünü ilk kez Aydın’daki mitingde söylemiştim, tık yoktu, memnundu hayatından. Ne zaman ki “Sen diktatör bozuntususun” dedim, sen diktatör bile olamazsın, o zaman bozuluyor “Bana neden bunu söylüyorsun?” diye. Mahkemeye vermiş. Hiçbir şey yapmayacağım, sadece Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı yeminin kasetini göndereceğim. Diyeceğim ki “Bu yemini eden ben değilim, yemini eden o, tarafsızlık üzerine yemin etti. Namusu ve şerefi üzerine yemin etti…”
Ben de kendisine hatırlatıyorum. Namus ve şerefi neden hatırlatıyorum? Namus ve şeref kavramı bizim için çok önemlidir. Ölümüne arkasında durduğumuz iki kavram varsa biri namustur, biri şereftir, ölümüne kadar arkasında dururuz. Hâkime göndereceğim, tabii diyeceğim ki “Bunu sadece ben seyretmedim, milletin önünde, dünyanın önünde, herkesin önünde yapılan bir yemin. O yemini ben yapmadım, o yaptı.” Dolayısıyla hesabını kim verecek? O verecek. Ben kendisine neyi hatırlatıyorum? “Arkadaş, yeminine sadık kal” diyorum. Yeminine sadık kalırsa ne olur? Saygı duyarız, saygı gösteririz; yeminine sadık kalmazsan sana namus ve şeref kavramını hatırlatmak da bana düşüyor. Neden bana düşüyor, onu da söyleyeyim: Seçimlerde tarafsızlığını korumadı, meydan meydan gezdi, 400 milletvekili istedi meydan meydan gezerek. Yüksek Seçim Kurulu seçimlerin büyük bir tarafsızlık içinde yapılmasını sağlayan bir kurum, hâkimler orada. Cesaret edip diktatör bozuntusuna “Arkadaş, sen tarafsızlığını koruyacaksın” diyemediler. Koca koca hâkimler, diyemediler. Bu ülkenin Yüksek Seçim Kurulu söyleyemiyorsa, kimse cesaret edemiyorsa kim cesaret edecek? Allah’tan başka kimseden korkmayan biz cesaret edeceğiz.
Değerli arkadaşlarım, biz bunları niçin yapıyoruz? Bu milletin değerlerine saygı gösterdiğimiz için yapıyoruz. Bu milletin en önemli iki değeri namus ve şereftir. Kimse namus ve şeref kavramlarını ayaklarının altına alamaz, isterse Cumhurbaşkanı olsun, kim olursa olsun. Böyle bir ayıbın bu topraklarda yeri yoktur, zihnimizde yeri yoktur, ahlakımızda yeri yoktur, bunları kabul etmeyiz.
Değerli arkadaşlarım, dedim ya hemen Bremen Mızıkacıları gibi saldırıya geçtiler, her kanattan. Şimdi bakın değerli arkadaşlarım, önce havuz medyası, onlara da talimat vermişler bir kanaldan “Siz de saldırın” diye, onlar da saldırmışlar hatta birisinin başlığını okurken biraz tebessüm ettim “Diktatör Kemal” diye yazmış. Nasıl bir şeyse, neye dayanıyorsa onu da bilemiyoruz. Çünkü ben, “Namus ve şeref üzerine tarafsızlığımı koruyacağım” diye bir yemin etmedim. Ben bir siyasi partinin genel başkanıyım ve tarafım, diğer siyasi partilerin genel başkanları da taraftırlar. Onlar eleştirdikleri zaman “Niye eleştiriyorsunuz” demiyoruz. Biz, namus ve şeref üzerine hangi konuda yemin ettiysek o yeminimize ölümüne bağlıyız. Bunu herkesin bilmesini isterim. Şimdi, Bekir Bozdağ, bunların Adalet Bakanı, yaptığı açıklamada “Eleştiri değil, edepsizliğin, ahlaksızlığın ve terbiyesizliğin ifadesidir” diyor. Ne zamandan beri namusa ve şerefe bağlı olmamak edepsizlikle eşleşti? Ne zamandan beri böyle bir şey oldu? Ne zamandan beri insanlara “Namusuna ve şerefine sahip çık” diye uyarı geldiği zaman, ne zamandan beri bu uyarı edepsizlik oldu? “Efendim, onun arkasında milletin yüzde 52 oyu var. Millete hakaret edildi” deniyor. Kenan Evren’in arkasında yüzde 92 oy vardı. Sen ona “Diktatör” demiyor muydun? Diyordun. Peki, nasıl oluyor bunların hepsi. Millete bir şey söyleyecekseniz doğruyu söyleyeceksiniz. Millet yüzde 52 oyu namusuna ve şerefine sadık kalsın, tarafsızlığını korusun, diye verdi. Yoksa istediğin gibi konuşman için değil. Cumhurbaşkanlığı makamı “Delidir, ne yapsa yeridir” makamı değildir, herkes bunu böyle bilsin.
Bu diktatör bozuntusunun bir de başdanışmanı var, Şeref Malkoç. O da bir başka fırıldak, partiden partiye geziyor. Başka partideyken “AKP, devleti kumarbaz devlet hâline getirdi” diyordu. Şimdi saraya kapılanmış, saraydan konuşuyor. Diyor ki “CHP Genel Başkanı’nın Cumhurbaşkanımıza üslubu seviyesiz ve çirkin bir üslup” diyor. Ya, ahlaki savunmak, namusu savunmak, şerefi savunmak ne zamandan beri edepsizlik oldu? Senin için olabilir ama benim için değil; ben namusu ve şerefi savunuyorum. Talimat veriyor “Cumhuriyet savcısı derhal soruşturma açsın.” Biz de takipçisi olacağız, ben de takipçisi olacağım hiç meraklanma, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar götüreceğim bu olayı. Sayın Davutoğlu da tabii, o da Bremen Mızıkacıları’nın bir başka aktörü. “Efendim, kem söz sahibine aittir. Cumhurbaşkanımıza yaptığı ithamı kendisine aynen iade ediyoruz.” diyor. Namusu ve şerefi aynen kabul ediyorum. Namuslu ve şerefli insanların namusu ve şerefi yüceltmelerini kabul ederim, benim başımın üstüne ama yeminini bozup namus ve şeref kavramını ayaklarının altına alanları -kimse kusura bakmasın- ben affetmem, affedemem, makul de görmem. Benim merak ettiğim, asıl tarafsızlığa itiraz etmesi gereken Davutoğlu’nun olması lazım. Sen akademisyensin, mürekkep yalamışsın, sözde bir de kitap yazmışsın. Neyin derinliği diyordu, bir derinlikten bahseden bir kitap yazmış.
Değerli arkadaşlarım, eğer siz, ahlakı savunuyorsanız, erdemi savunuyorsanız, bilgiyi savunuyorsanız, insan haklarını savunuyorsanız, hukuku, hukukun üstünlüğünü savunuyorsanız bu değerlere sahip çıkacaksınız, bunlar Anadolu’nun değerleridir, bizim insanımızın değerleridir bunlar. Siz, namus ve şeref kavramına sahip çıkacaksanız uyarıyı bana değil, Cumhurbaşkanı’na yapacaksınız. Sayın Cumhurbaşkanı, siz tarafsızlık üzerine yemin ettiniz. Tarafsızlığınızı bozduğunuz andan itibaren ülkenin dengesi bozulur, tartışma başka bir alana kayar. Ülkede Başbakan var mı? Hiç kimse Başbakan var demiyor zaten. Neredeyse hava durumunu da Cumhurbaşkanı açıklayacak, evet o noktaya geldi. Bir yerde bir olay olur, pat bakarsın Cumhurbaşkanı. Meteoroloji Genel Müdürü’nden ve onun bağlı olduğu bakandan istirham ediyorum: Her sabah lütfen Cumhurbaşkanı’na hava durumunu versinler, o da kamuoyuna özel bir açıklama yapsın. Eğer konuşacaksa, bari bu konuda konuşsun da biz de faydalanmış olalım.
Değerli arkadaşlarım, cumhurbaşkanlarının bir toplumda saygınlığının olması olmazsa olmazlarımızdan birisidir, cumhurbaşkanlarına herkesin saygı göstermesi lazım. O saygı çerçevesinde kullanacağımız dilin de üslubun da ona uygun olması lazım. Ben buna hep özen gösterdim ama ne zamanki tarafsızlığını bozdu, üstelik bir değil, üç değil buraya geldi, kusura bakma birisinin sana haddini bildirmesi lazım. Ben de o görevi üstlendim.
Değerli arkadaşlarım,
Dedim ya size, “Diktatör bozuntusu” dediğim için bozuluyor, “Neden bana diktator” demiyorsun? “Diktatör” desem belki bu kadar alınmaz, herhâlde içinden o geçiyordur. Şimdi sizlere diktatörlerin bazı özelliklerinden söz edeceğim değerli arkadaşlarım:
Birinci özelliği şudur: Diktatörler dünyanın her tarafında hırsızdır arkadaşlar, hırsız olmayan bir tek diktatör yoktur, altını çizerek söylüyorum. Pinochet’e bakın öyledir, Hitler’e bakın öyledir. Hitler de “Çok fakirim” demişti, sonra İsviçre bankalarından 5 milyar dolar parası çıktı. Diktatörlerin birinci özellikleri –unutmayın- bunlar hırsız olurlar.
Diktatörlerin ikinci özellikleri: Kamu kaynaklarını kendi cüzdanı gibi görürler yani vatandaşın ödediği vergiyi arzu ettiği gibi, kontrolsüz, istedikleri gibi harcarlar, böyle bir alışkanlıkları vardır. Hitler, Mussolini, Pinochet, Franko hep aynısını yaptılar. Halkı bir taraftan uyuttular din, iman edebiyatıyla parayı da götürdüler, aile boyu götürdüler bu söylediklerimin tamamı, diktatörlerin temel özellikleri bunlardır. Şimdi bakın, bizim ülkemize bakalım, Sayıştay raporları gelmedi. Yarın bütçe sunuşu yapılacak. Az önce Sayın Temizel’le görüştük, bütçe sunuşu yapılacak Sayıştay’dan rapor gelmemiş. Ya arkadaş, peki bu milletten, fakir fukaradan topladığın vergileri nasıl, nereye harcayacağını nereden bileceğiz? Niye bu raporlar gelmiyor? Dedim ya, devletin bütçesini kendi cepleri gibi görüyorlar, istediğimiz gibi istediğimiz yerde harcarız. Örtülü ödenekler örnek vereyim, Erdoğan’ın örtülü ödeneğinden. İlk on bir ayda 1 milyar 616 milyon liralık bir örtülü ödenek kullanmış, eski parayla 1 katrilyon, 1 katrilyon 616 trilyon lira parayı örtülü ödenekten kullanmış. Nereye kullandığını kimse bilmiyor. Cumhurbaşkanlığı bütçelerine bakalım: Ahmet Necdet Sezer, yedi yılda, bütün vatandaşlarım dikkatle dinlesinler, Ahmet Necdet Sezer’in harcadığı bütün para 167,4 milyon lira. Yani eski parayla 167 milyar lira. Sayın Abdullah Gül, o da yedi yıl cumhurbaşkanlığı görevini yaptı. Tarafsızlığını olabildiğince korudu, saygı da gördü toplumdan. O da 722 milyon lira para harcadı. Erdoğan’a geliyorum, yedi yıl falan daha dolmadı, görev süresi daha bir buçuk yıl oldu. Erdoğan’ın bu süre içerisinde harcadığı para 2 milyar 800 milyon lira yani 2 katrilyon lira 800 trilyon lira. Bakın değerli arkadaşlarım, ben bu milletin, fakir fukaranın vergisine sahip çıkıyorum, bu ülkenin işsizine sahip çıkıyorum, bu ülkenin dünyanın en pahalı mazotunu kullanan kamyon şoförüne sahip çıkıyorum, ben geçinebilmek için çöplerden kâğıt toplayan fidan gibi gencecik çocuklarımıza sahip çıkıyorum, onların paralarını yiyorlar bunlar. Asgari ücretliye sahip çıkıyorum, taşeron işçisine sahip çıkıyorum. Düşünebiliyor musunuz Abdullah Gül’ün yedi yılda kullandığı paranın 4 katını bir buçuk yılda; Sayın Ahmet Necdet Sezer’in yedi yılda kullandığı paranın tam 18 katını bir buçuk yılda harcadı. İnsaf ya, insaf! Böyle bir şey olabilir mi? Ve bunun hesabı verilmiş değil.
Değerli arkadaşlarım,
Biz bunun için olayların üzerine gidiyoruz. Belki vatandaşım der ki “Benim vergi dairesinde kaydım yok, ben vergi ödemiyorum.” Yok kardeşim, hanım bulaşık yıkar vergi ödersin, otobüse binersin vergi ödersin, ekmek alırsın vergi ödersin, bir tek nefes aldığın hava için vergi yoktur arkadaşlar, onun dışında her şey vergidir, bir tek nefes aldığın hava için vergi ödemiyorsun. Bu paranın nasıl harcandığını, nerelere harcandığını sorgulama hakkı vatandaşa aittir. Bunun adı bütçe hakkıdır, vatandaşın bütçe hakkıdır bunun adı. “Ben parayı istediğim gibi harcarım!” İşte onlara “Diktatör” denir, diktatörlüğü biz bu nedenle söylüyoruz zaten, diktatör bozuntuları da var bizim ülkemizde.
Değerli arkadaşlarım,
Diktatörlerin üçüncü özelliği de bunlar bir ülkeyi babalarının çiftliği gibi yönetmek isterler; öyle kanun hukuk falan değil. “Kanun benim kanunum, hukuk benim söylediğim hukuktur, ne hukuku” diyor. Diktatörlerin temel özelliklerinden birisi de budur. Ve onun için kuvvetler ayrılığı ilkesine bunlar inanmazlar. Ne demişti 18 Aralık 2012’de: “Yasama ve yargı benim için ayak bağıdır” Ya, bir ülkenin mahkemesini, bir ülkenin parlamentosunu ayak bağı olarak görüyor. Buna ne denir? Buna “Diktatör” denir zaten, başka ne denir? Bir ülkenin parlamentosu yani milli iradenin tecelli ettiği yer ne zamandan beri birileri için ayak bağı olmaya başladı. Adalet dağıtan mahkemeler ne zamandan beri ayak bağı olmaya başladı? Bunun hesabının sorulması lazım.
1936’da Almanya’da Hitler’in Adalet Bakanı şöyle diyor: “Hâkimin görevi kurallara veya uluslararası normlara uymak değildir. Hâkimin görevi Nazi Partisi’nin programına ve liderin konuşmalarına göre hukuk kaynaklarını yorumlamaktır” Sen bırakacaksın onu, bizim partimizin programına bakacaksın hukuku ona göre yorumlayacaksın diyor. Bugünden ne farkı var?
Değerli arkadaşlarım,
Diktatörlerin dördüncü özelliği: Dikta yönetimlerinde düşünceyi açıklama özgürlüğü yoktur ve basın özgürlüğü de yoktur. Bizim ülkemizde ikisi de var. En son aydınlar bir bildiri yayınladılar kıyamet koptu; ihanetler, vatana ihanetler hepsi var. Sonunda düşüncesi açıklamış katılırsın veya katılmazsın. Birisi kendi düşüncesini açıklamış. Sen misin, düşünceyi açıklayan, diktatör bozuntusu başta olmak üzere, topluca saldırıya geçtiler. Yazık, günahtır bu ülkenin geleceğine, bu ülkenin aydınlarına yazık, günah.
Değerli arkadaşlarım,
2016 yılında Orta Çağ’ı yaşatmak isteyen bir hükümet anlayışı var Türkiye’de; 30 gazeteci hapiste, 7 bin gazeteci işsiz.
Diktatörlerin bir beşinci özelliği var: Kendilerine diktatör denilmesini aslında istemezler bunlar, böyle bir özellikleri vardır. Bizimki aslında diktatör denmekten pek alınganlık göstermiyor, o bozuntu lafına biraz takılıyor. Bozuntuyu da Türk Dil Kurumu’ndan alayım, hani olur ya ne anlama geliyor diye…
“Kendisinde bulunması gereken nitelikleri taşımayan kimse” anlamına geliyor. Sende o nitelikler yok, dolayısıyla bana neden bunu söylüyorsun diye. Cumhurbaşkanı olalı daha bir buçuk yıl oldu, 1 300’den fazla vatandaş hakkında dava açmış. Kendi vatandaşıyla davalık olan böyle bir cumhurbaşkanı ne Türkiye’de bugüne kadar geldi, ne de dünyada var.
Diktatörlerin altıncı özelliği: Bunların dikta yönetimlerinde istikrar olmaz, barış olmaz, özgürlük olmaz, aş, iş olmaz; bunlar milleti uyuturlar ve yollarına öyle devam ederler. Bunların iktidarlarında kan vardır, acı vardır, gözyaşı vardır, işsizlik vardır, istikrarsızlık vardır, bunlar böyledirler.
Diktatörlerin yedinci özelliği: Diktatörler yalan söylerler arkadaşlar, en büyük özellikleri bunlardır. Bu diktatörlere Allah zaman zaman da doğruları da söyletir. Mesela diyor ya “Çocuklarıma helal lokma yediremedim bugüne kadar.” Bu tür doğruları da Allah söyletir.
Değerli arkadaşlarım,
Diktatörlerin sekizinci özelliği: Diktatörlerin çevresi ona tanrısal bir güç vermeye çaba harcarlar, O’nu Tanrı yerine koyarlar. Bizim ülkemizde de var mı? Var tabii, örneklerini vereceğim. Düzce Milletvekili Fevai Arslan, AKP’nin milletvekili, diyor ki Erdoğan için “Allah’ın bütün vasıflarını üzerinde toplayan lider.” Şimdi ben, bütün Müslüman kardeşlerime sesleniyorum, bütün mütedeyyin kardeşlerime sesleniyorum: Nasıl olur da bir kişiye “Allah’ın bütün vasıflarını üzerine toplamış” der ve buna kimse ses çıkarmaz? Niye kimse ses çıkarmaz? Yetiyor mu bu? Hayır. AKP’nin Kırklareli İl Başkanı Sevgili Peygamberimiz için nüfus cüzdanı çıkarıyor AKP amblemli, çocukları arasına da Tayyip’i yazmış. Ya, sizde Allah korkusu yok mu? Sizde din, iman, vicdan, ahlak yok mu? Ne söyleyeyim ben bunlara? Dikta yönetimlerinde bunlar olur arkadaşlar, normal, sağlıklı çalışan bir demokraside bunlar olmaz. Sadece bu mu? Hayır. AKP Aydın İl Başkanı “Tayyip’e o kadar bağlıyız ki, bizim için adeta ikinci peygamberdir” diyor. Bütün mütedeyyin kardeşlerime sesleniyorum: Bu ne anlama geliyor, Allah aşkına bir vicdanınıza sorun bakalım ne anlama geliyor? Yetiyor mu? Hayır. AKP Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin, o da Erdoğan için “Sayın Başbakanımıza dokunmak bile inanın bence ibadettir.” diyor. Başka ibadet etmene gerek yok, git sabah akşam dokun. Nereden çıktı bu arkadaşlar? Bunlar İslam’ın şartlarını da değiştirdiler, her şeyi değiştirdiler bunlar. Yeni bir İslam anlayışını zorla topluma dikte ettirmeye çalışıyorlar. Yetiyor mu? Yetmiyor arkadaşlar. Hani, bunun bir bakanı vardı “Her Cuma bir ayet sallıyorum bakara makara” diye. Ne oldu bu? Yanından ayırmıyor kendisi, Suudi Arabistan’a giderken yanında götürdü. Ya, bari kutsal topraklara giderken götürme ama yok “Götüreceğim” diyor, götürdü. Bu mu sadece? Hayır. AKP Milletvekili Agah Kafkas “Başbakan sözü Peygamber sünnetidir” diyor. Nasıl bir Müslümanlık anlayışıdır bu arkadaşlar? Ne dedim? Diktatörlerin çevresi onu tanrılaştırmak ister, böyle bir özelliği vardır. Yeni Bakan Efkan Ala, hani şu 17-25’i kapatan ve o nedenle ödüllendirilip bakan yapılan birisi “Peygamber gurura kapıldı, biz gurura kapılmadık” diyor. Bunlar İslam anlayışı da budur değerli arkadaşlarım.
Diktatörlerin dokuzuncu özelliği: Dikta yönetimlerinde olağanüstü israf olur, çünkü parayı istediğin gibi harcayabilirsin, sorumsuzca harcayabilirsin. Temsil ve ağırlama gideri, Türkiye Cumhuriyeti bakanlarının temsil ve ağırlama giderleri geçen yıla göre yüzde 135 oranında arttı arkadaşlar. 252 milyon lira harcanması planlanıyordu, çıkan para 439 milyon, yani eski parayla trilyon lirayı buluyor. Nereye gidiyor bu temsil ağırlama? Neyi temsil ediyorsunuz, neyi ağırlıyorsunuz Allah aşkına? Neyi yapıyorsunuz?
Değerli arkadaşlarım,
Tabii, diktatörlerin özelliklerinden onuncusu da kendilerine güçlü bir medya grubu oluşturmak ve toplumun algısını değiştirmek. O kadar ileri gittiler ki ve o kadar aymazlaştılar ki “Efendim, ekmeğe zam gelmedi, sadece fiyatı arttı” diyor. Kim söylüyor bunu? Devletin televizyonu söylüyor bunu. Şu ahlaksızlığa bakar mısınız, benim vergimle, benim paramla yayın yapacaksın ve taraf tutacaksın.
Değerli arkadaşlarım,
Biz bildiğimiz yoldan dönmeyeceğiz. Gittiğimiz yolun doğru bir yol olduğuna inanıyoruz, ahlaklı ve erdemli bir yoldur. Buraya gelirken arkadaşlarım haber verdiler, dediler ki “CHP Genel Merkezi’nin önüne ‘Türkiye Gençlik Dernekleri Federasyonu’ diye bir genç grubu bir çelenk bırakmış.” Hani, onlardan birisi diyordu ya “Gidip CHP Genel Merkezinin önüne çelenk koyun Cumhurbaşkanımıza hakaret ettiler” diye… Çelengin üzerinde yazan şu: “Siyasette önce ahlak ve maneviyat.” Arkadaşlara dedim ki, eğer ayrılmadılarsa çağırın kendilerine bir çay, kahve ısmarlayın, yemek yedirin. Biz de aynısını savunuyoruz, önce ahlak ve maneviyat olsun diyoruz zaten, böyle güzel şey olabilir mi? Sevgili gençlere güveniyorum, inanıyorum, görüşleri ne olursa olsun seviyorum, onları Türkiye’nin geleceği olarak görüyorum, ama tarafsızlık konusunda, namusu ve şerefi üzerine yemin eden birisi sözünü tutmazsa o çelengi bırakacağınız yer Cumhurbaşkanlığı Kaçak Sarayı’dır, oraya bırakacaksınız. Önce maneviyat, evet; önce ahlak, evet; oraya bırakacaksınız, biz bunu istiyoruz.