19.04.2016

19 Nisan 2016 tarihli TBMM Grup Konuşması

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA:

-DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ VEREN HER CHP’Lİ HAPSE GİRMEYE HAZIR OLMALIDIR.


CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu TBMM CHP Grup Toplantısında, “Demokrasi mücadelesi kolay değildir, her şeyin bir bedeli vardır. Bu mücadele kutsal bir mücadeledir. Bu mücadele demokrasi mücadelesidir. Bu mücadele özgürlük mücadelesidir. Bu mücadele ekmek kavgasıdır. Bedel ödenmeden mücadele mi edilir arkadaşlar? Korkumuz yok, onlar korkuyorlar. Hep beraber mücadele edeceğiz, sonuna kadar mücadele edeceğiz. Dönmeyeceğiz, kararlı bir şekilde yolumuza devam edeceğiz.” dedi.
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısındaki konuşması şöyle:

1 MAYIS’I YASAKLAYAMAZSIN
Hepinize çok teşekkür ediyorum. Çalışırsak her şey olur. Çalışacağız, birlikte mücadele edeceğiz. Çocuklarımız için, kadınlarımız için, işçilerimiz için özellikle de taşeron işçiler için mücadele edeceğiz, haklarını alıncaya kadar mücadele edeceğiz.
Grubumuza sivil toplum örgütleri ve meslek kuruluşlarının değerli başkanları katıldılar. Onur verdiniz, sizlere teşekkür ediyoruz. Sizlerle beraber Türkiye’yi aydınlığa çıkarmak için, Türkiye’nin içinde bulunduğu sorunları aşması için verdiğiniz mücadeleye her ortamda destek vermeye özen göstereceğiz. Tekrar sizlere hoş geldiniz diyorum.
Değerli arkadaşlarım, daha 1 Mayıs kutlaması için harekete geçilmedi ama 1 Mayıs Taksim’de kutlanmak isteniyor, şimdiden bir sürü yasak, bir sürü laflar, bir sürü haberler çıkmaya başladı. Değerli arkadaşlarım, ilk kez 1923 yılında 1 Mayıs İşçi Bayramı resmî olarak kutlanmaya başlandı. Dönem geçti, askeri dönem geldi, diktatörlükler geldi, 1 Mayıs’ı yasakladılar ama daha sonra 22 Nisan 2009’da Parlamento 1 Mayıs’ı Emek Bayramı olarak, İşçi Bayramı olarak kabul etti. Bütün dünyada 1 Mayıs kutlanıyor; Amerika’da da kutlanıyor, Japonya’da da kutlanıyor, Avusturalya’da da kutlanıyor, Rusya’da da kutlanıyor. Doğal olarak eğer bir kesim emek harcıyorsa, alın teri döküyorsa, işçiler var, haklarını almak istiyorlarsa, o günü kendi bayramları olarak görmek ve kutlamak istiyorlarsa bir demokraside olması gereken onların önünü açmaktır, bir engel çıkarmamaktır. Buyurun meydanlar sizin, bayramınızı kutlayın demesi gerekir ama bunu yapmıyorlar. İşçilerimiz diyorlar ki “1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak istiyoruz.” Taksim’in onlar için ayrı bir önemi var, Türk siyasal tarihi açısından da Taksim’in ayrı bir önemi var. 1 Mayıs 1977’de 34 yurttaşımız orada hayatını kaybetti. Ne zaman? 1 Mayıs Bayramında hayatını kaybetti. Diyorlar ki “Bu meydanın bizim için bir özelliği var, 34 canımız burada gitti. Biz hem burada bir bayram havası içinde 1 Mayıs’ı kutlamak istiyoruz, aynı zamanda 34 yurttaşımızı da yâd etmek istiyoruz. Orada bir heykel var, oraya çiçek koymak istiyoruz. Onları anmak istiyoruz. Bundan daha doğal ne olabilir?” “Hayır, yasak” diyorlar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı var, diyor ki: “Yasaklayamazsınız, bu doğru değil.” Ama onlar diyorlar ki “Ama biz yasak getirdik” diyorlar. 2013, 2014, 2015’te mahkeme kararları var “Yasaklayamazsınız” diyorlar. “Hayır, biz mahkeme kararlarını tanımayız” diyorlar.
Ben size 2015’te 21 inci Asliye Ceza Mahkemesinin verdiği kararın bir bölümünü okuyacağım değerli arkadaşlarım. Kararda şöyle diyor: “Somut ve geçerli olgulara dayanmadan Anayasa ve kanunlarda geçen kimi kelimeleri tekrar etmek ve genel ifadeler kullanmak suretiyle yapılacak toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklamak demokratik bir devlet yönetimiyle bağdaşmaz.” Daha ne desin “Yasaklarsanız demokratik bir devlet yönetimiyle bağdaşmaz” diyor. “Demokratik yönetimlerde kamu idaresinin öncelikli görevi kişi hak ve hürriyetlerinin kullanılmasının önündeki engelleri kaldırmak, bu hak ve hürriyetlerin en geniş şekliyle ve güvenli bir biçimde kullanılması için gerekli yeterli önlemleri almak olup, somut nedenlere dayanmayan ya da günlük yaşamda her zaman karşılaşılan trafik yoğunluğu, otellerin faaliyetlerinin devamının sağlanması, turizmin olumsuz etkilenme ihtimali gibi gerekçelere dayandırılarak bu hakları sınırlandıramazsınız” diyor, daha ne desin? Bu kararı veren yargıyı da, mahkemeyi de, hâkimi de yürekten kutluyorum, Anayasaya atıf yapıyor daha ne desin? Diyorlar ya “Anayasa, demokrasi, demokrasi, demokrasi…” Anayasanın 34’üncü maddesi, Toplantı ve gösteri yürüyüşleriyle ilgili meşhur 34’üncü madde: “Herkes önceden izin almadan silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” diyor, daha ne desin? Üstelik bu Anayasa darbeciler döneminde yapılan ve bir anayasa ve o dönemde yürürlüğe giren bir anayasa. Kabul etmişiz, halkın oylarıyla kabul edilmiş, niye yasak getiriyorsunuz? Siz, güvenliği alın, vatandaşın can güvenliğini tehlikeye atan birisi varsa yakalayın, sorgulayın, tutuklayın, yargının önüne çıkarın, itirazımız var mı? Hayır, itirazımız yok ama bayramı da bir bayram havası içinde bırakın işçiler kutlasınlar. Kaldı ki bir şey daha var. 2016’da işçilerin geldiği duruma bir bakalım Allah aşkına.
Önce bir şunu kabul edelim: 1 milyonu aşkın taşeron işçisi kamuda çalışıyor. Hiçbir iş güvencesi yok bunların, ömür boyu asgari ücrete mahkûm. Göreve gidip gelmesi 1 kişinin iki dudağına bağlı; yarın sabah gelme dediği zaman işi bitmiş oluyor. Yahu, bu adam evli, çoluk çocuğu var, kimsenin ekmeğiyle oynanmaz, bari hiç değilse bir iş güvencesi sağlayalım, o da yok. Seçim meydanlarının tamamında bu sorunu dile getirdim ve taşeron işçisi kardeşlerime söz verdim: CHP iktidarında size kadro sözü veriyorum. Siz de sendikalı, toplu sözleşmeli kadro hakkına sahip olacaksınız dedim. Sonra, bunlar da dediler ki “Biz de aynı hakları vereceğiz.” İyi, verin, verin biz de gelip sizi tebrik edelim. Şimdi nasıl vereceklerini bilmiyorlar, bilemezler çünkü onlar alın terinin ne olduğunu bilmezler, emeğin ne olduğunu bilmezler. Bir taşeron işçisinin asgari ücretle çocuklarını hangi zor şartlar içinde geçindirdiklerini bilmezler. Onların bir eli yağda bir eli balda, taşeron işçisi ise akşam eve ekmeği nasıl götüreceğim, onun derdinde. Ben onların dertleriyle hep beraber oldum ve olmaya da devam edeceğim.
Kıdem tazminatlarına el atmak istiyorlar. Onu da bir şekliyle çözmek istiyorlar. Değerli arkadaşlarım, kıdem tazminatı işçinin uzun mücadeleler sonunda elde ettiği bir hak. Eğer bu hakkı ellerinden alırlarsa bütün işçi kardeşlerime sözüm var, sizlerle beraber bütün meydanlara ineceğim, dokundurtmayacağım işçinin hakkına. Hangi şartlarda işçiler 1 Mayıs’ı kutluyor? İş kazası ölümlerinde Avrupa’da birinci ülkeyiz, dünyada da üçüncü ülkeyiz. Ne eksiğimiz var? Neden bizim işçilerimiz hep ölüyor ve iş kazalarında ölüyor? Yerin yüzlerce metre altında bu insanlar hayatlarını kaybediyor? Başka ülkelerde olmuyor da neden Türkiye’de oluyor? Bütün bu sorunları çözeceklerine, bütün dertleri şu: 1 Mayıs’ı nasıl yasaklarız. Kardeşim, sen 1 Mayıs’ı yasaklayamazsın, dünya nasıl kutluyorsa bizim işçimiz de aynı özgür ortamda kutlayacak bunu. Yerin 680 metre altında Amasya Yeni Çeltek’te işçiler ölüm orucuna yattılar 21. Yüzyılın Türkiye’sinde. Sivas Demir Çelik’te işçiler haklarını alamadılar. Kim onlara sahip çıkacak? Bu Ankara’daki beyler mi sahip çıkacak? O beylerin falan sahip çıktığı yok, onların böyle bir derdi de yok. Bir evde nasıl geçinilir onu da bilmezler onlar. Bütün işçilerin haklarına sahip çıkmak benim namus borcumdur, onlara sahip çıkacağım.

İSTEDİĞİNİ YAPAMAZSIN, KARŞINDA CUMHURİYET HALK PARTİSİ VAR
Bunlar bir şey daha yapıyorlar. Bir sürü kanun geliyor Meclise işçilerle ilgili. Normalde bu kanunların tasarı olmadan önce, tasarıya dönüşmeden önce Ekonomik ve Sosyal Konseyde görüşülmesi lazım. Ekonomik ve Sosyal Konsey bir anayasal kurum, anayasada düzenlemesi yapılmış, kanunu var. “Üç ayda bir Başbakanın başkanlığında toplanır.” diyor. İşçi kardeşlerime sesleniyorum, sendika liderlerine sesleniyorum, odalara, ticaret, sanayi, borsa odalarına sesleniyorum: Üç ayda toplanması gereken Ekonomik ve Sosyal Konsey en son ne zaman toplandı? 5 Şubat 2009. Yedi yıldır toplanmıyor. Hangi sorunu çözecekler, hangi sosyal sorunu çözecekler bunlar? Anayasaya kendileri uymuyor, Anayasayı kendileri ihlal ediyor; işçinin, emeklinin, köylünün haklarına sahip çıkmıyorlar. “Biz kanunu yazarız, Meclise göndeririz, nasıl olsa çoğunluğumuz var, istediğimizi yaparız.” Kardeşim, sen istediğini yapamazsın çünkü unutma, karşında Cumhuriyet Halk Partisi var. Geri adım attıracağız, mücadeleyse mücadele, sonuna kadar gideceğiz; bedel ödemek varsa bedel ödemeden çekinmeyeceğiz. İşçinin bedel ödediği bir yerde milletvekili neden bedel ödemesin, ödeyeceğiz.

SİZİN AR DAMARINIZ YOK MU, SEN ŞEHİT YAKINLARI İÇİN NASIL KURA ÇEKERSİN
Değerli arkadaşlarım, biz bunları konuşuyoruz ama bu ülkede gerçekten insan dramları yaşanıyor. Haksızlıkların ne olduğunu herkes biliyor ama yeteri kadar anlatamıyor. Size bir insanın hikâyesini anlatacağım, bir yüzbaşının hikâyesini anlatacağım. 10 Ağustos 2010, altı yıl önce, emniyet birimlerine bir e-postayla ihbar geliyor. İhbarın konusu şu: “Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarıyla bağlantılı bir çete fuhuş ve casusluk suçu işliyor.” E posta geliyor ve bu ihbarda bulunuyor. Malum ya casusluk bu arada çok revaçta bir suç, önüne gelen casuslukla suçlanıyor. “Türk Silahlı Kuvvetleri casusluk ve fuhuş suçu işliyor” diye böyle bir e posta geliyor. İdari soruşturma iki yıl sürüyor, savcılık olayı iki yıl soruşturuyor. İki yıl sonra, 10 Mayıs 2012 tarihinde eş zamanlı 9 ilde operasyon yapılıyor. 9’u muvazzaf asker, 26 kişi gözaltına alınıyor. Daha sonra operasyonlar genişliyor, 50’si muvazzaf 51 kişi gözaltına alınıyor, dava açılıncaya kadar gözaltına alınanların sayısı, şüpheli sayısı 357’ye ulaşıyor, “Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarıyla bağlantılı bir çete var ve bu çete casusluk ve fuhuş yapıyor” diye. İki yıldan sonra savcı iddianamesini hazırlıyor. İddianamede sanıklar hakkında 2 yılla ömür boyu hapis arasında değişik cezalar öngörülüyor. Tek delil var, dijital veriler. Her an, her gün, her zaman değiştirilebilecek ve oluşturulabilecek dijital veriler var. Bu dijital veriler de hukuka göre zaten delil niteliğinde değil ama olsun, mahkeme benim emrimde zaten, ne talimat verirsem onu yapar diyor. Buradan yola çıkarak havuz medyası bütün bunların tamamını sanki bir numaralı suçluymuş gibi, sanki mahkeme kararı çıkmış gibi çarşaf çarşaf yayınlıyorlar. Düşünmüyorlar, ya, bunların aileleri var, bunların çocukları var, daha dava devam ediyor, hepsine izin veriyorlar ve bunlar yapılıyor değerli arkadaşlarım. Bu davadan yargılananlardan birisi de Ersel Ezel, Yüzbaşı Ersel Ezel. Onun suçu şu: “Suç işlemek amacıyla kurulan bir örgüte üye olmak, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetmek ve gizli belgeler bulundurmak.” İstenen ceza on yıl, Ersel Ezel’e on yıl hapis cezası öngörüyor dönemin savcısı. Bu örgütün lideri yok, belli değil; koordinatörü yok, belli değil; telefon irtibatı; o da belli değil; mektup, e posta, bunların hiçbirisi yok; peki telgraf, bu da yok, hiçbir iletişim bilgisi yok ama “bir örgüt var” diyorlar. Seni yakaladım, seni on yıl hapse atacağım, bazılarını da ömür boyu mahkûm edeceğim diyor. Belge için aranan bir şey. Kendisi evde olmadığı zaman bu Yüzbaşının evine girip arama yapıyorlar ve bir CD buluyorlar. Diyorlar ki “CD’nin içinde 86 adet gizli ve hizmete özel belge var. Sen bu belgeleri casusluk yapmak amacıyla elinde tutuyorsun.” Ersel Ezel, Güneydoğu’da iki yıl komando olarak görev yapmış, son üç yılda da komando yetiştiriyor, eğitiyor. Bulunan CD’deki bilgiler şunlar: Mayın ve patlayıcı madde, tuzaklama olaylarında teröristlerin kullandığı taktikler nelerdir? Birlikler tarafından alınması gereken tedbirler nelerdir? Öğretmen bu, bir tuzaklama yapılıyorsa nasıl bundan kurtulacaksın bunların dersleri, ders notları yani, görevi bu zaten. Bu ders notları dolayısıyla “Sen casusluk yapıyorsun” diye yargılandı ve mahkemeye çıkarıldı ve mahkemeye çıkarıldı, 2013’te mahkemeye çıktı. Mahkemedeki savunmasını aynen okuyorum değerli arkadaşlarım: “Ben hayatım boyunca Türk Silahlı Kuvvetleri ve Jandarma Genel Komutanlığı haricinde hiçbir örgüte üye olmadım. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi “Jandarma, yurt, ulus ve cumhuriyete aşk ve sadakatle bağlı, tevazuu, fedakârlık ve feragat örneği veren bir kanun ordusudur.” Ben de mensubu olmakla her zaman gurur duyduğum bu kanun ordusunun bir neferi olarak kanunsuz hiçbir işe bulaşmadım ve emrimdeki personeli de bulaştırmadım” diyor ve çekip gidiyor.
Değerli arkadaşlarım, bu savunma yapılırken AKP’li bakanlar ne diyorlardı? “Türkiye bağırsaklarını temizliyor.” Kaçak sarayda oturan ne diyordu? “Ben o davaların savcısıyım” diyordu. Değerli arkadaşlarım, bu baskılar oldu, bu Yüzbaşı görevinin başına döndü. Yıkılmadı, yılmadı, hayata direndi “Görevimi yapacağım, ülkemi seviyorum, ülkenin birliği ve bütünlüğü için mücadele edeceğim” diye mücadelesini verdi. Dijital delillerin tamamının sahte olduğu sonradan ortaya çıktı. Davanın karar duruşmasına da gitmedi Yüzbaşı “Ben suçlu değilim ki karar duruşmasına gideyim” dedi, beraat etti tabii. Diyarbakır Hani’de teröristler karakolu bombaladılar, askeri birliği bombaladılar ve kendisi çok ağır yaralandı. 11 Nisan tarihinde bomba yüklü bir araçla Jandarma Komutanlığına ait bina yerle bir edildi ve kendisi gazi oldu, ağır yaralıydı. Ambulans uçakla Ankara götürülmesi gerekiyordu. Tek isteği vardı “Ambulans uçakla ben gideceğim ama benim eşim ve çocuğum da benimle beraber gelebilir mi?” “Hayır, eşin ve çocuğun seninle beraber gelemez” dediler. Bunlarda insaf yok, bunlarda vicdan yok, bunlarda ahlak yok, bunlarda kültür yok. Ya, bir kişi bütün hayatını bu ülkenin birliği ve bütünlüğü için harcıyor, ambulans uçağa bir çocuk ve bir kadın binse ne olur? Ve bu Yüzbaşı, kendi cebinden parasını ödeyerek çocuğunu ve eşini başka bir araçla Ankara’ya getiriyor. Bu kişi, casus diye suçlandı, terörist diye suçlandı, fuhuş çetesinin lideri ya da örgütü, mensubu diye suçlandı, tedavi olmak için Ankara’ya geldi, eşine ve çocuğuna bu imkân sağlanmadı. Şimdi, geçen gün Sayın Davutoğlu şehit çocuklarını, yakınlarını çağırıyor “Onlara kura ile iş vereceğim” diyor. Ya, insanda biraz utanma olur, ar, haya olur. Ya, sizin ar damarınız yok mu arkadaş? Sizin beyninize kan gitmiyor mu arkadaş? Sen, şehit yakınları için nasıl kura çekersin? Bir gazinin yaşadığı drama bakın. Neredeyse vatana ihanetle suçlanıyor, casuslukla suçlanıyor. Beraat ediyor, görev yapıyor, komando birliğinde görev yapıyor, gazi oluyor, ambulans uçakla Ankara’ya gelecek tedavi için eşine ve çocuğuna yer verilmiyor. Emin olun bunlarda ahlak yok, vicdan yok, emin olun yok. Eğer memlekete ihanetse, ahlakımıza ihanetse, inancımıza ihanetse bundan dana büyük ihanet olmaz olmaz arkadaşlar.

23 NİSAN’I HEP BERABER KUTLAYACAĞIZ
Değerli arkadaşlar, bu tür kahramanlar yeni değil, eskiden de vardı. Milli Kurtuluş Savaşını beraber verdik, beraber mücadele ettik. 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisini açtık. Şimdi, “23 Nisan’ı kutlamayalım” diye genelge gönderiyorlar. Hani bu Meclis Gazi Meclisti? Hani bu Meclis kurucu Meclisti? Bunlar iki sıfatı da siliyorlar. Öyle bir konuma geldi ki Meclis hırsızların barındığı bir Meclise dönüşmeye başladı, yolsuzluk yapanların barındığı bir Meclise dönüşmeye başladı.
Değerli arkadaşlarım, 23 Nisan’ı kutlayacağız, çocuklarımız da kutlayacak, hep beraber kutlayacağız. Cumhuriyetimizi seviyoruz, çocuklarımızı seviyoruz, onların bağımsız, güzel, özgür bir Türkiye’de yaşaması için hep birlikte mücadele edeceğiz.

TÜRKİYE SÜRATLE GERİYE DOĞRU GİDİYOR
Değerli arkadaşlarım, geçen hafta bir şey daha oldu. Avrupa Parlamentosu Türkiye Raporunu kabul etti. Bir de Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığının İnsan Hakları Raporu yayınlandı. İki rapor da bugüne kadar Türkiye’ye yönelik en sert ifadeleri içeriyor, en sert ifadeler var. Değerli arkadaşlarım, Türkiye raporunun, izin verirseniz, bir bölümünü okuyacağım. “Türkiye’de genel anlamda reformların hızı yavaşlamıştır. Demokrasi, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, toplanma ve ifade özgürlüğü, insan haklarına saygı alanlarında gerileme vardır. Türkiye hızla Kopenhag kriterlerinden uzaklaşmaktadır.” diyor. Türkiye neden bu hâlde? Yolsuzluklara değiniyor, yolsuzluk yapanların korunduğunu ifade ediyor, medya özgürlüğüne değiniyor, teröre değiniyor, “Türkiye bunları aşmak zorundadır” diyor ama maalesef Türkiye bunların hiçbirisini aşmadı ve süratle geriye doğru gidiyor.
İnsan Hakları Raporuna gelince, orada çok önemli ve üzülerek ifade edeyim, “Medyada yeteri kadar anlatılmayan, dillendirilmeyen ifadeler var. Bakın hapishaneler yetersiz olmaya devam etti ve uluslararası standartların uzağında kaldı” diyor. Bütün hapishaneler tıka basa dolu. Yasalar bağımsız bir yargı olduğunu ifade etse de yargı organı hükümetin baskısı altında hareket etmeye devam etti. Evet, yargı Anayasaya göre bağımsız ama hükümetin baskısı altında görevine devam ediyor diyor. Daha ilginci, yüksek makamlara sahip AKP’lilerle ilgili yolsuzluk iddialarının soruşturulması kararını veren yargı mensupları, bu kararların hemen ertesinde terfi ettirilirken yani yolsuzluk dosyalarını kapatan hâkimler terfi ederken yolsuzluk iddialarını soruşturmak isteyen savcı ve hâkimler tutuklandı. Tam Türkiye manzarası… “Her ne kadar özel yetkili mahkemeler 2014 yılında kapatılmış olsa da hükümet bu mahkemelerin halefi olan sulh ceza hâkimliklerini kurdu” diyor. Ruh değişmedi, aynen devam ediyor diyor. “Hükümete yakın basın kuruluşlarının bazı hâllerde organize şekilde birlikte hareket ettiği, ortak manşetler attığı görüldü.” Doğru. Yanlış mı? Düşünün, taa adamlar yurt dışından bunu tespit ediyorlar. Bizde ne diyorlar? Havuz medyası var, birisi düğmeye basıyor “Şu manşeti atın” diye havuz medyasının bütün gazeteleri aynı manşeti atıyor. “Her ne kadar yasalar siyasi partilere eşit ve adil yayın hakkı tanısa da hükümet tarafından yönetilen TRT, CHP’ye ait bir reklamı AKP’yi çok sert eleştirdiği gerekçesiyle yayınlamadı.” Evet, yayınlamadı çünkü o da havuz medyasının bir başka versiyonu. “YSK, Yüksek Seçim Kurulu bu reklamda hukuka aykırılık bulunmadığını iddia etse de, ifade etse de TRT bu tutumunu sürdürdü” diyor. “7 Haziran seçimleri genel olarak özgür olsa da Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatına göre adaletsiz bir siyasi rekabet ortamında yapıldı. AGİT yani Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ayrıca, seçim döneminde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Anayasada yer alan tarafsızlık ilkesine aykırı hareket etmesinden duyduğu rahatsızlığı ifade etti. “Haziran ayında Yayın İzleme Kurulu, TRT’nin AKP’ye 54,5 saat, Erdoğan’a 45 saat, CHP’ye sadece 14 saat zaman ayırdığı tespitini yaptı” diyor. Onlara 99,5 saat, CHP’ye sadece 14 saat zaman ayırıyorlar ve buna da adalet diyorlar. Onun için adalet diye yazan, unvanında adalet yazan parti, adaletin A’sından bile anlamış değil. Yolsuzluğa bulaşan kişileri araştıracak, soruşturacak ve cezalandıracak açık bir mekanizma yoktur” diyor. Uluslararası Şeffaflık Derneğinin 7 Haziran seçimlerinde kamu kaynağını AKP’nin gayrimeşru kullandığını tespit ettiğini yine raporun 31’inci sayfasında belirtiyor.

TÜRKİYE’NİN BU AYIPTAN KURTULMASI LAZIM
Değerli arkadaşlar, Türkiye bunu hak etmiyor, cumhuriyet bunu hak etmiyor, insanlarımız bunu hak etmiyor, sivil toplum kuruluşları bunu hak etmiyor, sendikalar bunu hak etmiyor, meslek kuruluşları bunu hak etmiyor, demokrasi için mücadele ediyoruz ama sürekli geriye giden bir Türkiye var. Özgürlük için mücadele ediyoruz, özgürlükleri kısıtlanan bir Türkiye ortamına Türkiye süratle sürükleniyor. Türkiye’nin bundan kurtulması lazım, bu ayıptan da Türkiye’nin kurtulması lazım. Çok iyi niyetlerle zaman zaman vatandaşlarımız diyorlar “Ya, el ele verseniz de, beraber hareket etseniz de Türkiye için güzel şeyler yapsanız da ne iyi olur” diyorlar. Bunu söyleyen vatandaşlarıma çok açık ve net şunu söylüyorum: Sizin bu dileğinizi yerine getirmek üzere Sayın Davutoğlu’na çok açık ve net çağrı yapıyorum: Sayın Davutoğlu, Türkiye’yi tam demokrasi için gel birlikte hazırlayalım, yasaları birlikte yapalım hatta siz yapın, Türkiye’yi bu ayıptan kurtaralım, artık uluslararası kuruluşlar, devletler, ulus üstü devletler, kuruluşlar bizi eleştirmesinler “Türkiye’de demokrasi yoktur” demesinler, “Özgürlükler kısıtlandı” demesinler, “Medya özgürlüğü baskı altında, medya özgürlüğü yoktur” demesinler. Açık çek veriyorum Sayın Davutoğlu, yüreğin varsa, demokrasiyi savunuyorsan, insan haklarını savunuyorsan, yargı bağımsızlığını savunuyorsan, hukukun üstünlüğünü savunuyorsan, kul hakkı yiyenlere karşı ortak mücadele istiyorsan kapımız açık, gel sonuna kadar yapacağız.
İşçilerden söz ettim, onların haklarından söz ettim. Az önce gelmeden bir haber geldi, haberi araştırdık doğru. Hatırlarsanız, Üçüncü Köprü ile ilgili olarak Cumhurbaşkanı demişti ki “Efendim, bunlara ayrıca ikramiye ver” demişti canlı yayında. Patron da “Evet, veririz, hiç merak etmeyin.” dedi. Aradan zaman geçti, bayramlar geçti bir türlü ikramiye verilmiyor. “Söz verdiniz, bari paramızı verin” diye işçiler de eylem yapmışlar “Vermeyiz” diyorlar. “Kim söz verdiyse gidin parayı ondan alın” demişler. Çok basit, Erdoğan Bilal Oğlana diyecek, o da “Anlamadım babacığım” diyecek, o da teker teker anlatacak. “Ben işçilere söz verdim, ikramiye verilecek, sen şu istiflediğin paralardan bir kısmını götür o işçilere ikramiye olarak öde.” İşçiler o parayı alır mı? İşçiler o parayı almazlar. Alın teri üzerine inşa edilen para helal paradır. O işçiler o haram parayı reddederler.

KARAMANLI ÇOCUKLARA YAPILAN ZULÜMDÜR
Değerli arkadaşlarım, geçenlerde -neredeyse bir ay- en renkli olaylardan, en üzücü olaylardan, en çok tartışılan olaylardan birisi Karaman’da yaşadığımız olaylardı. Hep dikkat ettik. Şunu hemen ifade edeyim: Karaman’da yaşanan olaylar dolayısıyla en büyük ıstırabı, acıyı duyanlar Karaman’da yaşayan vatandaşlarımızdır. O vatandaşlarıma seslenmek istiyorum: Siz alnınız açık ve başınız dik olarak gezin. Bu ülke Karamanoğlu Mehmet Bey’i de çok iyi biliyor, Karaman’ı da çok iyi biliyor, oradaki üniversiteyi de biliyor, Karamanlıları da çok iyi biliyor. Karaman, bu ülkenin onurudur ve gururudur ama bizim şikâyetimiz, Karamanlı çocuklara yapılan zulümdür. Bu konuda o kadar dikkatli davrandık ki, kimseyi üzmeyelim diye o kadar dikkatli davrandık ki. Size bir takvim vereceğim. Olayı ilk duyuran Bir gün Gazetesi, haberin çıktığı tarih 12 Mart. Daha sonra 14 Martta 10 çocukla ilgili raporlar yayınlandı. Biz hemen Karaman’a bir heyet gönderdik. Heyeti gönderirken şunu söyledim: Sakın ola ki olayı Karamanlıları üzebilecek bir sürecin içine sokmayın. Olayı dikkatle izleyin, dikkatle bakın, araştırın, soruşturun, gerekli kişilerle konuşun, valiyle, savcıyla, neyse kişilerle görüşün ve bu olayla ilgili bize bir rapor getirin. 16 Martta Başsavcılık bir açıklama yaptı ve dosyaya gizlilik kararı koydu. Gizlilik kararı koyması son derece doğrudur. Hiçbir zaman niye gizli kararı koydun diye hiçbir eleştiri de getirmedik. Son derece doğrudur, korunması gereken bizim çocuklarımızdır. 23 Martta çocuk istismarıyla ilgili araştırma önergesini Meclise verdik; nedir bu olay, Türkiye’de nedir, ne oluyor Türkiye’de. Dinden imandan bahsediyorlar, millet dinden imandan çıkmış nedir bu olay? AKP reddetti “Hayır, bu görüşülmez” dedi. Aile Bakanı ile ilgili bir gensoru önergesi verildi, o da gensorudan kurtuldu, yine AKP’nin oylarıyla gensorudan kurtuldu ve ne zamanki çıkıp “Ya, bir sefer böyle bir olay oldu diye Ensar’ı kötüleyemeyiz” diye söyleyince kan beynime sıçradı. Ne demek ya, ne demek böyle bir ifade? Aileden sorumlu bir bakan nasıl bunu söyleyebilir? Hangi gerekçeyle söyleyebilir bunu? Görevini yerine getirmiyor, çocukları, anneleri savunmuyor, aileyi savunmuyor Ensar’ı savunuyor. Her gün yeni bulgular ortaya çıkıyor. Bakın bizim arkadaşlarımız valiyi ziyaret ettiklerinde vali “Ensar’ın böyle bir yurdu yok, benim o yurtlardan haberim yok.” diyor. Hürriyet Gazetesinden İsmail Saymaz diye bir gazeteci arkadaşımız çok önemli bir belgeyi kamuoyuna yansıttı. 2012 tarihinde Ensar Vakfı valiliğe bir dilekçe veriyor. “Öğrenci hizmetleri için ihtiyaç duyulan malzemelerin satın alınmasında kullanılmak üzere bize para yardımı yapın” diyor, İl özel idaresine, valiliğe. “Öğrenci hizmetleri için ihtiyaç duyulan malzemelerin satın alınması için.” İl özel idaresi görüşüyor bunu, il genel meclisi bunu görüşüyor, kararı şöyle: Vakfın yurtlarında fakir fukara ailelerin çocuklarının barındırıldığı, öğrencilerden hiçbir ücret talep edilmediği gerekçesiyle Ensar Vakfı’na 25 bin lira, eski parayla 25 milyar lira para veriyorlar. Vakfın yurtlarına, altını çiziyorum, vakfın yurtlarında fakir fukara ailelerinin çocuklarını barındırıyorlar, bunlardan para almıyorlar, biz de bu parayı vereceğiz. Şimdi ben İçişleri Bakanına ve o valiye soruyorum: Sen diyordun ki “Benim bu yurtlardan haberim yok.” Peki, bu karar senin il genel meclisinde çıktı. Sen valilik yaptığının farkında değil misin? Sen vali değil misin? Eğer sen vali değilsen valilik koltuğunda niye oturuyorsun?
Değerli arkadaşlarım, Ensar Vakfı’nın Başkanı İsmail Cenk Dilberoğlu -O da sözde benim açıklamalarıma cevap veriyor- diyor ki “Vakıfların ilköğretim ve ortaöğretim için yurt açmaları zaten mümkün değil, bizim böyle bir yurdumuz yok.” Neyiniz var? “Bizim misafirhanemiz var” diyor. “O parayı misafirhane için kullandık.” İyi de il genel meclisi kararında “vakıf yurdu” diyor. Bu nasıl bir misafirhane ki küçücük çocuklar orada yıllarca kalıyorlar, nasıl bir misafirhane? Ayrıca bir şey daha var: İmam Hatip Okulu Müdür Yardımcısı açıklama yapıyor. “Bizim öğrencilerimiz Ensar’ın ve KAİMDER’in yurtlarında kalıyordu” diye. Bunlar da çıkacak ortaya, göreceksiniz. Şimdi ben soruyorum: Bu vakıf hakkında İçişleri Bakanlığı soruşturma açtı mı? Bu tür yurtlardan kaç tane var demiştim. 24 saatte tespit etmek mümkün. Şimdi, İçişleri Bakanı bir genelge çıkarmalı. Bu tür yurtlara yardım için il genel meclislerinde ne zaman, hangi yurt için ne kadar karar alındı, bunu da merak ediyoruz. Açıklama yapmazlarsa lütfen grup başkan vekili arkadaşlarıma söylüyorum, bunlarla ilgili önergeyi hazırlayın, önergeyi verin bakalım ne çıkacak, nasıl bir şey çıkacak.

ANNELERİN YURDA EMANET ETTİĞİ ÇOCUKLARA İHANET ETTİLER
Ahlaktan bahsediyoruz. O çocuklar nedir arkadaşlar? O çocuklar emanettir, emanet çocuklardır. Bunları din adına yapıyorlar. Sevgili Peygamberimizin unvanlarından birisi Muhammed-ül Emin’dir arkadaşlar, Muhammed-ül Emin, emin insan. O’nun düşmanları bile O’nu en emin kişi olarak kabul etmişlerdir. Bakın ne diyor Sevgili Peygamberimiz: “Eğer Allah ve Resulüne olan sevginizi göstermek istiyorsanız emanete ihanet etmeyin. Konuştuğunuzda doğru söz söyleyin ve etrafınızdakilerle güzel komşuluk yapın.” Emanete ihanet etmeyin diyor. Bunlar, annelerin yurda emanet ettiği çocuklara ihanet ettiler. Onun için din adına asla konuşamazlar, bunların hiçbirisinin dinle imanla, ahlakla hiçbir ilgileri yoktur. Dedim ya bunların maskelerini indireceğim, bunların bütün maskelerini indireceğim. Din iman adına ne söylüyorlarsa cepleri için söylüyorlar, köşeyi dönmek için yapıyorlar. Fakir ailelerin çocukları. Ya, o anneler size çocuklarını getirip emanet ettiler. O anneler ki, “Cennet anaların ayakların altındadır” deniyor. O annelerin emanetine hangi yüzle, hangi ahlakla, hangi din imanla siz ihanet edersiniz? Bunun hesabını sormak zorundayız.

ERDEMLİ VE TEMİZ SİYASET İSTİYORUZ
Değerli arkadaşlarım, dokunulmazlıklar konusu: Parti Programımızı aynen okuyorum, Cumhuriyet Halk Partisinin kurultayda kabul edilen Parti Programındaki dokunulmazlıklar bölümünü aynen okuyorum. “Milletvekili dokunulmazlığının erdemli ve temiz siyasetin önünde engel oluşturmasına son verilecektir” diyor. Erdemli ve temiz siyaset istiyoruz. Hırsızların Türkiye Büyük Millet Meclisinde yeri yoktur diyoruz; bu kadar açık, bu kadar net. Devam ediyor “Anayasada gerekli değişiklikler yapılarak milletvekili dokunulmazlığının sadece kürsü dokunulmazlığıyla sınırlandırılması, diğer faaliyetlerle adi suçlara karşı koruyucu işlevinin kaldırılması öncelikli hedeflerimiz arasında olacaktır” diyor. Devam ediyor “Dokunulmazlığının kaldırılmasını talep edilen milletvekilinin mevcut dosyaları bekletilmeden, dönem sonuna ertelenmeden sonlandırılması sağlanacaktır” diyor. Yani ne diyoruz? Kürsü dokunulmazlığına evet, milletvekili ister Mecliste, ister grupta, ister Ağrı’da, ister Hakkâri’de, ister Urfa’da, Tekirdağ’da, Kırklareli’nde konuşabilir, dokunulmazlığı vardır, eyvallah. İhale takipçisi, ne dokunulmazlığı kardeşim? Yolsuzluk? Ne dokunulmazlığı? İhaleye fesat karıştırma, ne dokunulmazlığı? Hırsızlık yapma, ne dokunulmazlığı? Bizim dokunulmazlık anlayışımızda bunların yeri yoktur. Bu kadar açık, bu kadar net söylüyorum, bunların yeri yoktur.

NAMUSLU ADAMSAN NEDEN KENDİ DOKUNULMAZLIĞINI KALDIRMIYORSUN
Değerli arkadaşlarım, bize teklif getirdiler “Geçici madde koyalım, dokunulmazlıkları bir seferde kaldıralım.” Karşılığında üç öneri götürdük. Bir, siz namuslu siyaset istiyorsan gel kardeşim, Anayasa’nın 83’üncü maddesini, yani dokunulmazlığı öngören maddeyi yeniden yazalım. Böylece, siyaseti kirlilikten arındıralım. Buna “Hayır” dediler çünkü kirli olanların bizim önerimize “Evet” deme şansları yok. Geçici madde yapalım, olur. Peki, nasıl yapacağız? Sadece Meclise gelen veya bakanlığa giden dosyalar değil, bu döneme ait olup henüz soruşturma açılmamış dosyalar olabilir, soruşturması devam eden dosyalar olabilir, onlar? Onların dokunulmazlığı devam edecek. Bir dönem istiyorsan o dönemi tümüyle dokunulmazlık zırhından kaldıralım dedik. Başka? Asıl yolsuzluğu bakanlar yapıyor ya, gel şu bakanların da dokunulmazlığını kaldıralım. Onlar milletvekili değil mi? Milletvekili. Niye onların dokunulmazlığını koruyorsun? “Bunlar olmaz” dediler.

RIZA ZARRAF’IN ÖNÜNE YATAN ADAMI KORUMA, AYIPTIR
Değerli arkadaşlarım, bütün vatandaşlarım gayet iyi bilsin: Ahmet Davutoğlu’nun dokunulmazlığı devam edecek. Şimdi Ahmet Davutoğlu’na sesleniyorum: Sen yürekli adamsan, namuslu adamsan neden kendi dokunulmazlığını kaldırmıyorsun? Sen milletvekili değil misin? “Benim dokunulmazlığım devam etsin” diyor, niye devam etsin kardeşim? Ahlaklı adamsan, verilmeyecek hesabın yoksa çık meydana “Hodri meydan, ben de dokunulmazlığımı kaldırıyorum” de. Niye kaldırmadığını anlatacağım biraz sonra, cesaret edemez. Binali Yıldırım, hani bu havuz medyasının kasasını idare eden adam, adına “Milyon Ali” dedik ya, çünkü buna Binali demek ayıp olur, milyon dolarları havuza aktarıyor bu. Milyon Ali’nin dokunulmazlığı aynen devam edecek, buna kimse dokunmayacak. Başka? Rıza Zarraf’ın önüne yatan “Ya, meraklanma, vallahi de billahi de senin hakkında hiçbir şey yok. Araştırdım, MİT’te yok, İçişleri Bakanlığında yok, Emniyet Genel Müdürlüğünde yok, sana kimse bir şey yapamaz, sana bir şey yapmaları için ben senin önüne yatacağım, beni geçmeden kimse sana dokunamaz” diyen adam. Kim? Muammer Güler. Bunun da dokunulmazlığı aynen devam edecek. Ne yapmıştı bu? On seferde 10 milyon dolar rüşvet almıştı. Şimdi ben Ahmet Davutoğlu’na sesleniyorum: Kul hakkı yiyenlerden hesap soracaksan gel kardeşim, benim gibi alnın açık başın dik olsun. Sen gidip de Rıza Zarraf’ın önüne yatan adamı koruma. Ayıptır, sana yakışmıyor. Başka? 700 milyarlık saat vardı, Zafer Çağlayan. Ama bu 700 milyarlık saatle tatmin olmuyor tabii, 28 seferde 52 milyon dolar rüşvet aldı bu. Şimdi Davutoğlu’na bir daha sesleniyorum: 52 milyon dolar rüşvet alan adamın önüne yatacak mısın, yatmayacak mısın? Yatmayacaksan getir kardeşim. Birisi daha var. Kur-an’ı Kerim’le dalga geçen “Bakara makara” diyen, ayakkabı kutusunda 3 seferde 1,5 milyon dolar alan Egemen Bağış’ın önüne yatacak mısın, yatmayacak mısın Sayın Davutoğlu? Bak ben söylüyorum, korkumuz yok, Allah’tan başka kimseden korkumuz yok, kuldan utanırız. Sen yürekli adamsan, namuslu adamsan, kul hakkı yiyenlerle ben de mücadele etmek istiyorum diyorsan gel kardeşim beraber hareket edelim; bu kul hakkı yiyenlerden birlikte hesap soralım. Yetiyor mu? Yetmiyor arkadaşlar, bir de Erdoğan Bayraktar vardı biliyorsunuz. Ne diyordu? Aynen okuyorum: “Bana rüşvet ve yolsuzluk ifadelerinin bulunduğu bir operasyon sebebiyle istifa ediniz ve beni rahatlatacak deklarasyon yayınlayınız” diye Erdoğan ona not gönderiyor. Dönemin Başbakanı, diktatör bozuntusu diyor ki “Rüşvet dolayısıyla operasyon yapılıyor. Ya, siz istifa edin de beni rahatlatın. O da çıkıp televizyonlara gayet net dedi ki “Ya, ne yaptıysam talimatı sen verdin. Senin gereğini yaptım, senin söylediklerini yaptım. İstifa etmesi gereken ben değilim sensin.” Şimdi, bunun da dokunulmazlığı var.

DAVUTOĞLU NEDEN KORKUYOR

Şimdi Davutoğlu’na sesleniyorum: Sen namuslu adam gibi bunların dokunulmazlığını da kaldıracak mısın, yoksa bütün bu hırsızlık yapanların, yolsuzluk yapanların, rüşvet yiyenlerin önüne yatacak mısın, bunu soruyorum sana. Davutoğlu neden korkuyor? Dedim ya, onun da dokunulmazlığı var, ona dokundurtmuyor “Benim dokunulmazlığım var” diyor. Neden korkuyor? Çünkü o da biliyor ki dokunulmazlığı kalkarsa terör örgütlerine yardım ve yataklıktan ötürü o da yargılanabilir. Evet, gayet açık, gayet net söylüyorum: Davutoğlu da, abisi de terör örgütlerine yardım ve yataklık yapmışlardır. Başkalarına gelince dokunulmazlıkları kaldıralım. Beyefendi siz? “Benimki kalsın.” Niye kalsın? “Ben hırsızların önüne yatıyorum, benim görevim de bu” diyor. Senin görevin o değil kardeşim, senin görevin Başbakanlık yapmaktır, senin görevin odur, niye onu yapıyorsun sen?

BU MÜCADELE KUTSAL BİR MÜCADELEDİR
Değerli arkadaşlarım, her şeye rağmen kürsü dokunulmazlığı hariç bütün dokunulmazlıkların kaldırılmasını istiyoruz. Diyorlar ki “Efendim, yargı bağımsızlığı yok, ya sizi hapse atarlarsa.” Eğer bu ülkede akademisyenler hapse giriyorsa, askerler hapse giriyorsa, Genelkurmay Başkanına iftira atılıp hapse sokuluyorsa, eğer bu ülkede gazeteciler hapse giriyorsa, avukatlar hapse giriyorsa, demokrasi mücadelesini veren, özgürlük mücadelesini veren, Türkiye mücadelesini veren her CHP’li hapse girmeye hazır olmalıdır. Demokrasi mücadelesi kolay değildir, her şeyin bir bedeli vardır. Ben Mecliste oturacağım, ne olacak? Gazeteciler hapse atıldı gidip hapishanede ziyaret edeyim. Yetmez arkadaşlar. Bu mücadele kutsal bir mücadeledir. Bu mücadele demokrasi mücadelesidir. Bu mücadele özgürlük mücadelesidir. Bu mücadele ekmek kavgasıdır, ekmek. Türkiye bir darbe dönemi yaşıyor. Kenan Evren’den bunların ne farkı var? Kenan Evren döneminde bile yargı daha bağımsızdı, sıkıyönetim mahkemeleri beraat kararı verirdi. Bunların dönemine bakın, bedel ödenmeden mücadele mi edilir arkadaşlar? Bakın tarihe, Gandi hapse girdi mi? Girdi. Mandela hapse girdi mi? Girdi. Bülent Ecevit hapse girdi mi? Girdi. Sen niye girmiyorsun kardeşim, sen de gireceksin. Korkumuz yok, onlar korkuyorlar. Her gittiğiniz yerde şunu söyleyin: Dokunulmazlıklara CHP evet diyor, peki kardeşim, Milyon Ali ne olacak? Egemen Bağış ne olacak? Neydi onların isimleri? Muammer Güler ne olacak? Zafer Çağlayan ne olacak? Ya, bunlar dünyanın malını götürdüler, milleti soydular, devleti soydular, bunların dokunulmazlığını niye kaldırmıyorlar? Hep beraber mücadele edeceğiz, sonuna kadar mücadele edeceğiz. Dönmeyeceğiz, kararlı bir şekilde yolumuza devam edeceğiz.