18.07.2017

18 Temmuz 2017 tarihli TBMM Grup Konuşması

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU
(18 TEMMUZ 2017)

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "İstediğin kadar kumpas kur, yolundan dönen namerttir. Adaletten, haktan, hukuktan dönen namerttir. Şimdi ben bu zata, açıkça meydan okuyorum ve şunu söylüyorum, onun sözleriyle söylüyorum: Cesaretin varsa, korkak değilsen, vandal değilsen, ödlek değilsen, senin havuz medyanda, senin istediğin saatte gel birlikte 15 Temmuz’u tartışalım. Evet yine onun sözleriyle söylüyorum, sarayın esiri olan zata tekrar buradan sesleniyorum: Sevgili kardeşim korkak değilsen, ödlek değilsen, vandal değilsen çık karşıma, sana açıkça meydan okuyorum. Cesaretin varsa çıkarsın, kim doğruları söylüyor, kim söylemiyor, millet öğrensin."

Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:



Değerli arkadaşlarım, yürüyüşten sonraki ilk grup toplantımız. Bu vesileyle, bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer vatandaşlarıma en içten selamlarımı, saygılarımı ve muhabbetlerimi gönderiyorum. Türkiye’nin sorunlarına ilgisiz kalmamalarını, Türkiye’yi yakından izlemelerini, Cumhuriyet Halk Partisini yakından izlemelerini ve bizim söylemlerimize kulak kabartmalarını yürekten istiyorum.

MAVİ MARMARA’DA TÜRKİYE’NİN ONURUNU SATTILAR, ŞİMDİ DE FİLİSTİNLİLERİ SATIYORLAR

Değerli arkadaşlarım, İsrail geçen hafta Mescid-i Aksa’da, Mescid-i Aksa’da 3 Filistinliyi öldürdü. Mescid-i Aksa’nın İslam dünyası için ne kadar önemli bir yer olduğunu hepimiz biliyoruz. Aslında dünya inanç tarihi açısından da çok önemli bir yerdir. İşgalden sonra ilk kez Mescid-i Aksa’da Cuma namazı kılınmadı ve yasaklandı. Bekledim, iktidardan bekledim, bekledim, havuz medyasından bekledim, bir Allah’ın kulu çıkıp da ya arkadaş, bu kadar önemli, dünya tarihi açısından, inanç tarihi açısından, İslam dünyası açısından bu kadar önemli Mescid-i Aksa’da Cuma namazını yasaklıyorsunuz ve bunu bir şekliyle dile getiren bir adam aradım hükümetten, bir adam aradım havuz medyasından, bir tek adam çıkmadı. Kim çıkıyor? Cumhuriyet Halk Partisi çıkıyor. Biz, hiçbir zaman ayrım yapmadık, herkese saygılı olduk, her inanca saygılı olduk ama insanları öldüreceksin, onu fırsat bileceksin, Mescid-i Aksa’da Cuma namazını yasaklayacaksın. Bu, dünya tarihinde ilk kez oluyor ve buna Hükümet hiç ses çıkarmayacak, ağzına bir bant çekecek. Mavi Marmara’da Türkiye’nin onurunu sattılar, şimdi de seslerini çıkarmıyorlar, Filistinlileri satıyorlar. Sevgili Filistinli kardeşlerim, hiç endişe etmeyiniz, Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye’de sizin hem ulusal hem uluslararası haklarınızı sonuna kadar savunacaktır.  

TERÖRE, TERÖRÜ YAPANLARA, TERÖRÜ DESTEKLEYENLERE NASIL LANET OKUMAYIZ!

Değerli arkadaşlarım, size bir öyküden söz etmek isterim, dramatik bir öykü. Söyleyeceğim kişi Gümüşhane’nin Torul ilçesinin Demirkapı köyünde doğdu. Yıl 1993’tü, doğduğunda annesi sevindi, babası sevindi, yeni bir can dünyaya gelmişti, yeni bir umut gelmişti dünyaya. Kucakladılar, annesi onu besledi sütüyle, memesiyle ve o büyüdü, ilkokulu bitirdi, ortaokulu ve liseyi Gümüşhane’de bitirdi. Büyük umut bağlanmıştı. Babası inşaat işçisiydi, 4 kardeşten birisiydi. İnşaat işçisi olarak çalıştı ve çocuklarının okuması için, yetişmesi için emek harcadı, alın teri döktü babası. Baba Hamit Yılmaz inşaatlarda çalışırken çocuklarının üniversiteyi bitirmesini de bekliyordu ve Necmettin Yılmaz liseden sonra girdiği üniversite sınavında Artvin Üniversitesini kazandı, mezun oldu, öğretmen oldu ve o da atama bekleyen öğretmenler listesine girdi. Zamanı geldi ve atama gerçekleşti. Gümüşhane’nin Torul ilçesinin Demirkapı köyünde doğan Necmettin kardeşimiz Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinin Çiftçibaşı köyüne öğretmen olarak atandı, bir köyden diğer bir köye atandı. 

Değerli arkadaşlarım, henüz genç bir öğretmendi ve yolun başındaydı. Hani, Âşık Veysel “Uzun ince bir yoldayım” der ya. Bu öğretmen kardeşimiz uzun ince bir yolun daha henüz başındaydı. Köye umut götürdü, köye güzellik götürdü, köye heyecan götürdü. O, sadece bir öğretmen değil, çocuklarımıza dünyayı anlatmayı hedef edinmiş bir kahramandı ve o kahramanımız PKK terör örgütü tarafından katledildi. Cenazesi Tunceli’den kaldırılırken İl Başkanımız hepimizin duygularına tercüman olacak güzel bir konuşma yaptı. Evet, bir öğretmen; evet, çocuklarımızı yetiştiren bir öğretmen. Evet, hepimizin umudu olan öğretmenler ve bir terör örgütü bunu katletti. Cesedi Pülümür Nehri kıyısında bulundu. Alındı, bakıldı, evet, bu o öğretmenimizdi. Teröre nasıl lanet okumayız! Terörü yapanlara nasıl lanet okumayız! Terörü destekleyenlere nasıl lanet okumayız! O öğretmenin şahsında bütün eğitimci kardeşlerimin başı sağ olsun diyorum. Siz bedel ödüyorsunuz, çocuklarımız için. Siz bedel ödüyorsunuz, evlatlarımız için. Babayı aradım, babayla konuştum. Baba, tabii, elbette -Bizde derler ya “Allah kimseye evlat acısı vermesin” diye- evlat acısı yakıyor, yüreğini yakıyor. Ama sonuçta geldiğimiz nokta şu: Bu kardeşimiz hepimizin onuru ve hepimizin gururudur. Ona Allah’tan rahmet diliyoruz, ailesine ve bütün eğitim camiasına başsağlığı diliyoruz, tıpkı Şenay Aybüke gibi onu da sonsuzluğa uğurladık. O da bir öğretmendi, o da PKK kurşunuyla hayatını kaybetmişti. 

Değerli arkadaşlarım, bu arada tabii insanüstü çabayla terörle mücadele eden güvenlik güçlerimiz var. Her gün şehitlerimiz geliyor. Onlara da buradan Allah’tan rahmet diliyoruz, onların yakınlarına da başsağlığı diliyoruz. Hepimizin başı sağ olsun diyoruz. Terörü lanetliyoruz kim yaparsa yapsın, PKK terörünü de lanetliyoruz, FETÖ terörünü de lanetliyoruz, DHKPC’ yi de lanetliyoruz, kim yaparsa, El Nusra’yı da lanetliyoruz, kim yaparsa yapsın. Bu ülkede hiç kimsenin hayatı ucuz değil. Teröre kim ortam hazırlıyorsa, kim teröre destek veriyorsa, kim Habur’da çadır mahkemeleri kuruyorsa hepsine lanet olsun diyoruz. Kim terör örgütüyle masaya oturuyorsa, kim valilere talimat verip “Aman bunlar PKK’lı, bunlara dokunmayın” diyorsa hepsine ama hepsine lanet okuyoruz.  

ADALET YÜRÜYÜŞÜNÜ BU ÜLKENİN HAK ARAYAN, ADALET ARAYAN, HUKUK ARAYAN MAZLUMLARI İÇİN YAPTIK

Değerli arkadaşlarım, Adalet Yürüyüşümüzün gerçekleştikten sonraki ilk grup toplantısındayız, birlikteyiz. Bir not düştük dünya tarihine; sadece 80 milyona değil, dünyaya adaleti ve adaletin yüceliğini anlatmaya çalıştık. Bize “Yürüyemezsiniz” dediler, yürüdük. “Engel oluruz” dediler, engel olamadılar. Bir kişi diye başladık, on binler, yüz binler ve milyonlarla bir toplantıyı gerçekleştirdik. Dünyanın en barışçıl eylemini yaptık. Taş attılar, provokasyon yaptılar, saldırı düzenlediler ama ne bir kişi, ne on kişi ne bin kişi ne on binler ne yüz binler asla ve asla provokasyona izin vermedi. Bu kadar bilinçli, bu kadar yurtsever, bu kadar vatansever bir eylemi gerçekleştirmenin huzuru ve kıvancı içindeyim. Katılanlara yürekten ama yürekten selamlarımı, saygılarımı, muhabbetlerimi gönderiyorum.

Bu yürüyüşü niye yaptık? Saydım ama yine sayacağım. Bu yürüyüşü bu ülkenin mazlumları için yaptık. Hak arayan, adalet arayan, hukuk arayan mazlumlar için yaptık. Bu yürüyüşü adalet arayan hapisteki gazeteciler için yaptık. Bu yürüyüşü açlık grevindeki Nuriye ve Semih kardeşimiz için yaptık. Bu yürüyüşü IŞİD’e, PKK’ya, DHKPC’ye, El Nusra’ya FETÖ’ye yani teröre karşı olduğumuz için yaptık. Bu yürüyüşü taşerin işçilerin hakları, kadro hakları verilsin diye yaptık. Bu yürüyüşü emeklilikte yaşa takılanlar için yaptık. Bu yürüyüşü hiçbir güvencesi olmayan geçici tarım işçileri için yaptık. Bu yürüyüşü malul sayılmayan gazilerimiz için yaptık. Bu yürüyüşü dosyası kapatılan ama hâlâ adalet arayan Muhsin Yazıcıoğlu için yaptık. Bu yürüyüşü kanun hükmünde kararnamelerle üniversitelerden atılan bilim insanları için yaptık. Bu yürüyüşü Türkiye’nin en fakir kesimi olan orman köylüleri için yaptık. Bu yürüyüşü hapisteki askeri öğrenciler için yaptık. Bu yürüyüşü hapisteki er ve erbaşlar için yaptık. Bu yürüyüşü 15 Temmuz akşamı linç edilen, adalet arayan genç çocuklarımız için yaptık. Bu yürüyüşü hapisteki milletvekilleri için yaptık. Bu yürüyüşü FETÖ örgütünün darbe girişimine karşı canını veren 250 şehidimiz, 2193 gazimiz için yaptık. Bu yürüyüşümüzü şehitler ve gaziler arasında hiçbir ayrım yapılmasın, ayrım yapan vatan hainidir demek için yaptık. Bu yürüyüşü Gazi Meclisimizin elinden alınan yetkilerin iadesi için yaptık. Bu yürüyüşümüzü gayrimeşru ilan ettiğiniz anayasanın dünyaya tanıtılması için yaptık. Bu yürüyüşümüzü yıllardır adalet arayan Madımak ve Başbağlar için yaptık. Bu yürüyüşümüzü liyakat sistemi çöktü devlette, liyakat sistemi yeniden gelsin diye yaptık. Bu yürüyüşümüzü son on beş yılda 13 kez çalışan KPSS sınavları ve üniversite sınavları için yaptık. Bu yürüyüşümüzü Mavi Marmara’da şehit olan ve gazi olan arkadaşlarımız için yaptık. Bu yürüyüşümüzü korkudan sesini çıkaramayan, can ve mal güvenliği olmayan iş dünyası için yaptık. Bu yürüyüşümüzü FETÖ’nün  siyasi ayağı ortaya çıksın diye yaptık. 

Bu yürüyüşümüze her siyasi görüşten, her yaştan insanımız katıldı. 2 aylık çocuğu kucağıma aldım bu yürüyüşte, 90 yaşındaki nineyle birlikte yürüdüm. Yağmur altında, sis altında yürüdüm, güneş altında yürüdüm ama yürüdüm, bu ülkenin insanları için yürüdüm. Bu ülkede huzur olsun, bu ülkede bereket olsun, bu ülkede hepimiz kardeşçe yaşayalım diye yürüdüm. Niçin yürüdüm? Adalet için yürüdüm, adalet, adalet, adalet… Nedir adalet? Rabb’ımın gönderdiği bütün peygamberler, bütün evliyalar, bütün enbiyalar adalet için mücadele etmişlerdir. Biz de onların yolundan adalet için mücadele ettik, onların yolundan yürüdük.  

HERKES ADALETE SUSAMIŞ, TOPLUMUN HER KESİMİ ADALETSİZLİKTEN ŞİKAYETÇİ

Ülkeyi yönetenler bize dediler ki, affedersiniz yönetenler değil, ülkeyi yöneten dedi ki “Efendim, sokaklarda adalet aranmaz.” Sokaklarda demokrasi aranıyor, demokrasi için mücadele ediliyor, 250 şehidimiz var. Demokrasi niçin var? Devlet için var. Adalet yoksa devlet mi olur? Önce adalet, önce ahlak, önce inanç, önce kimlik… Bunların hepsi bir araya gelse bile adalet olmadan hiçbir şey olmuyor, adalet olacak. Adalet devletin temelidir, insanlığın temelidir, ahlakın temelidir. Bunlar birbirlerini tamamlayan kavramlardır. Herkes adalete susamış. Neden milyonlarca kişi yürüdü, neden milyonlarca kişi miting meydanlarına geldi? Adalete susamış bir toplumun aynasıydı orası, adalete susamış bir toplumun aynasıydı. “Bu ülkede niçin yürüyorsunuz adalet için sokaklarda?” diyorlar ama şu cümleyi kuramıyorlar: Kardeşim, bu ülkede adalet var, niye yürüyorsunuz diyemiyorlar çünkü onlar da biliyorlar ki bu ülkede adalet yok. Toplumun her kesimi adaletsizlikten şikâyetçi. Geçen gün bir buğday üreticisi telefon açtı “Efendim, biz de adalet istiyoruz” diye. Ne oldu dedim. Haberiniz yok mu? Yok, haberim var” dedi. Ne istiyor? Bakın, diyor ki “Dünyanın en pahalı mazotunu bize satıyorlar. Traktöre mazot koyuyoruz, gidiyoruz. Beylerin yatlarına sıfır KDV, ÖTV ile mazot veriliyor, bizim traktöre dünyaya en pahalı mazotu, KDV dahil, ÖTV dahil hepsi veriliyor” Sonra? “Tarım ilaçlarına, duymadınız mı, yüzde 20 zam geldi son bir yılda” diyor. Başka? “Enflasyon yüzde 10-11, bize buğday taban fiyatı olarak ne verdiler? Ekmeklik buğday için yüzde 3, makarnalık buğday için sıfır. Bir de bu yetmedi, başka bir şey daha yaptılar. Buğday ithalatında gümrüğü sıfırladılar. Biz de adalet istiyoruz" Evet, çiftçi kardeşim, sen de adalet istiyorsun, sen adalet istiyorsan adalet isteyenlerin saflarına katılacaksın. Boy boy, omuz omuza birlikte mücadele edeceğiz.

GÖRECEKSİNİZ, AHİRLERİ BERBAT OLACAK

Her şeye tanık oldum ben ama bir şeye bu Hükümet döneminde tanık oldum. Ne o? Bir kişi haksızlığa uğradığını düşünebilir, devlet bir işlem yapmıştır ama o, en azından gider bir mahkemeye başvurur, hakkını arar. İlk kez bu hükümet döneminde ya görevine son verilen veya herhangi bir nedenle haksızlığa uğrayan, kanun hükmünde kararnamelerle haksızlığa uğrayan kişilerin adalete erişim hakkı kısıtlandı ve yok sayıldı arkadaşlar. En tipik örneği, vicdanları yaralayan en tipik örnek İbrahim Kaboğlu’dur. Dünya çapında bir anayasa hukukçusu, sadece Türkiye üniversitelerinde değil yurt dışındaki üniversitelerde de ders veriyor Sayın İbrahim Kaboğlu. Görevine son verdiler, dava açacak “Açamazsın” diyor. “Bırakın yurt dışına gideyim, orada ders vereyim, orada para kazanayım. Ben insanım, yaşamam lazım.” Pasaportuna el koydular “Yok kardeşim, yurt dışına da çıkamazsın.” Böyle bir adaletsizliği dünya tarihi yazmamıştır arkadaşlar. Bir bilim insanına bu kadar büyük bir adaletsizliği dünya tarihi yazmamıştır. Biz adalet diye boşuna mı yürüdük? Biz adalet diye boşuna mı bağırdık? Biz “Hak, hukuk, adalet” diye boşuna mı slogan attık? Bunlar için yaptık ve bu mücadeleyi yapmak için. Yunus ne kadar güzel diyor “Zulüm ile abat olunmaz.” Arkasından da şunu söylüyor: “Zulüm ile abat olanın ahiri berbat olur” Göreceksiniz, ahirleri berbat olacak.

Değerli arkadaşlarım, geçen hafta 15 Temmuzu kutladık. Hiç kimse sakın unutmasın, iki tane 15 Temmuz var, iki 15 Temmuz var; biri halkın 15 Temmuzu, bir de sarayın 15 Temmuzu. Halkın 15 Temmuzu, 250 şehidimiz, gazilerimiz, başımızın üstüne, sokağa çıktılar, aslanlar gibi mücadele ettiler, hayatlarını feda ettiler, onlar bizim evlatlarımız, onları bağrımıza basıyoruz çünkü onlar demokrasiye sahip çıktılar. Onlar, Türkiye Büyük Millet Meclisine sahip çıktılar. Onlar, milli iradeye sahip çıktılar. Onlar, darbe girişimine karşı çıktılar, onlar mücadele etti. Onların mücadelesi Hakk’ın mücadelesidir. Onların mücadelesi insanlığın mücadelesidir. Onların mücadelesi demokrasi mücadelesidir.   15 Temmuz, halkın 15 Temmuzu başımızın üstüne. Bir de sarayın 15 Temmuzu. Halkın 15 Temmuzunu fırsat bilip 20 Temmuzda sivil darbeyi gerçekleştiren. Bir daha söylüyorum, halkın 15Temmuzunu fırsat bilip, ondan yararlanıp 20 Temmuzda kendilerine ikbal hazırlayanlardır, bir sivil darbeyi gerçekleştirenlerdir. İkisini birbirinden ayıracağız.

FETÖ İLE MÜCADELE İKTİDARA KİM MUHALİFSE ONLARLA MÜCADELEYE DÖNÜŞTÜ

Demokrasilerin özü uzlaşmadır, toplumsal uzlaşmadır. Darbeden sonra hepimiz bir araya geldik, Parlamento bir araya geldik, bütün partiler, bütün sivil toplum örgütleri, bütün meslek kuruluşları hepimiz darbeye karşıydık. Ne oldu birden bire Türkiye bir gerilim ortamına sürüklendi. Biz “demokrasi” dedik, “yargı bağımsızlığı” dedik, biz “hukukun üstünlüğü” dedik, biz, “hızla normalleşelim ve Türkiye bu darbe ortamından süratle uzaklaşsın” dedik ama onlar OHAL ilan ettiler. Binlerce kişinin, haklı haksız, işine son verdiler. O kadar ki bir süre sonra FETÖ ile mücadele iktidara kim muhalifse onlarla mücadeleye dönüştü. İbrahim Kaboğlu’nun FETÖ ile ne ilgisi var? Cumhuriyet Gazetesinin, Sözcü Gazetesinin, yazarlarının, muhabirlerinin, yöneticilerinin FETÖ ile ne ilgisi var? Bütün hayatları zaten FETÖ ile mücadeleyle geçmiş ama buna yanaşmadılar ve bildiklerini okudular.

DEVLETİN BÜTÜN SIRLARINI FETÖ ÖRGÜTÜNE TESLİM EDENLERİ LANETLİYORUM

Şimdi, size sarayın 15 Temmuzundan garip bir örnek vermek isterim. Değerli arkadaşlarım, Can Dündar ve Erdem Gül’ün davası görüşülür 1 Nisanda. 1 Nisanda dava görüşülür, bir süre sonra Türkiye Büyük Millet Meclisine Sakarya Milletvekilimiz Engin Özkoç’la ilgili bir fezleke gelir. Fezlekede ekli deliller, on iki delil “Efendim, görüntü izleme ve tespit tutanağı, olay takip tutanağı, emniyet müdürlüğünün ihbar evrakı, bilirkişi raporu, birleştirme raporu, 1.4.2016 tarihli tutanak, evrak, milletvekili listesi” diye uzun, on iki tane. Engin Özkoç’a “niçin o davaya katıldın ve slogan attın” diye suç duyurusu, tezkere geliyor. Nereye? Türkiye Büyük Millet Meclisine. Peki, Engin Özkoç orada mı? Hayır, orada değil. Peki, nasıl oluyor da on iki delil hazırlıyorsunuz, on iki sahte delil hazırlıyorsunuz? Nerede Engin Özkoç? Sakarya’da. Bunların delili bu. Şimdi, bu savcılara sesleniyorum: Siz gerçekten savcı mısınız? Gerçekten savcı mısınız? Sarayın savcıları cumhuriyet savcısı olamaz. Herkes bunu öğrensin, sarayın savcısı cumhuriyetin savcısı olamaz. Nasıl bir düzendir bu, nasıl bir şeydir? Bu, geçmişte bir milletvekilinin Manisa’dayken Ankara’da suikast düzenlenmesi ve FETÖ örgütüne kozmik odanın teslim edilmesi tutanağına benziyor, aynı olay. Bülent Arınç neredeydi? Manisa’daydı. Nerede suikast düzenleniyordu? Ankara’da suikast düzenleniyor. Manisa’daki milletvekiline Ankara’da suikast düzenleniyor ve devletin bütün sırları FETÖ örgütüne teslim ediliyor. Teslim edenleri lanetliyorum, teslim edenler hesabını verecekler onlar.

BİZ DEMOKRASİDEN SÖZ EDİYORUZ, ONLAR TEK ADAM REJİMİNDEN SÖZ EDİYORLAR

Biz demokrasiden söz ediyoruz, demokrasiyi savunuyoruz, ortak iradeden söz ediyoruz, birlikte yaşamaktan söz ediyoruz, farklı görüşlerin zenginlik olduğundan söz ediyoruz, onlar tek adam rejiminden söz ediyorlar, otoriter bir rejimden söz ediyorlar. Şimdi, Türkiye Büyük Millet Meclisine İç Tüzük getirmişler. Efendim, muhalefet Parlamentoda fazla konuşuyor! Ee, iyi hiç konuşmayalım. Kapatın muhalefeti de, böyle bir şey olmasın! Bunun mücadelesini veriyorlar. Bunların demokrasi anlayışını anlatmak için yine çok önemli bir açıklamayı şimdi size yapacağım bunların demokrasi anlayışını anlatmak için. Televizyonların başındaki bütün vatandaşlarımın da dikkatle dinlemesini isterim. Biliyorsunuz, Adalet ve Kalkınma Partisinin bir siyaset akademisi var, o akademide de dersler verilir. Onuncu dönem ders notlarından bir akademisyenin yazdığı bir bölümü aynen okuyorum. “Ayrıca, siyaset sadece demokratik yollarla yapılmaz ya da siyaset denilince akla sadece barışçı yollar gelmez. Kendi politikalarınızı yürütmenize engel olabilecek muhalefeti fiziken ortadan kaldırmak, hapsetmek, tehdit etmek, korkutmak, sindirmek de siyasi faaliyetin kapsamı içinde görülebilir.” Bugünü anlatıyor değil mi? Bugünü anlatıyor. Şimdi, ben bu ülkede cumhuriyetin savcıları nerededir diye bir soru sormak istiyorum. Bu dürüst savcılar nerededir diye bir soru sormak istiyorum. Bu namuslu savcılar nerelerdedir diye bir soru sormak istiyorum. Evet, siyaset akademisinde öğretiliyor, orada öğretiliyor. “Barışçıl yollarla olmaz” diyor, alacaksın, yakalayacaksın, hapsedeceksin, tutuklayacaksın, siyaset budur diyor. Muhalefeti, sana karşı çıkan herkesi kanun hükmünde kararnamelerle, FETÖ terör örgütüyle mücadele değil, bütün muhalefetle mücadele sürecine Türkiye’nin sokulmasının temel nedeni işte bu anlatım. Herkesin bunu çok iyi bilmesini isterim.

ÖYLE KORKUYORLAR Kİ, 15 TEMMUZ DAVETİYELERİ BİLE ÜÇ SEFER DEĞİŞTİRDİLER

Değerli arkadaşlarım, şimdi hükümetin gündeminde kim var? Yine ben varım. Referandumda ben vardım, sağ, sol, orta, öğlen, akşam Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu, Kılıçdaroğlu…15 Temmuz darbesi oldu… Ne güzel bir demokratik ortam vardı, o demokratik ortam içerisinde “bir uzlaşma, demokratik uzlaşma zeminini yaratalım, bu önemli bir fırsattır” diye Mecliste konuşmuştum ama tam tersi oldu. “15 Temmuz darbe girişimi bütün boyutlarıyla aydınlansın” diyorum. “Gizlemeyin, öğrenelim, bu darbeyi kim, niçin, hangi gerekçeyle yaptı, kimler destek verdi?” Bu hazret kızıyor bana “Vay, korkak” diyor. “FETÖ’nün siyasi ayağı ortaya çıksın” diye barbar bağırıyorum, hazret kızıyor bana “Ödlek” diyor. O kızıyor, ben yine gayet sakin bir sesle diyorum ki “Meclisin yetkilerini elinden aldınız. Bu Meclisin yetkilerini tekrar iade edin.” Hazret yine bana kızıyor “Vandallar” diyor. “Adil yargılama yapın, kurunun yanında yaş da yanmasın” diyorum. “Bunu yaparsanız haksızlık, adaletsizlik olur” diyorum, hazret yine alınıyor ve bağırıyor “Nankör” diyor. Ben hukuk devletini savunuyorum, o dikta yönetimini savunuyor. Ben mazlumdan yanayım, o zulmedenden yana, Firavun’dan yana. Ben İbrahim’den yanayım, o Nemrut’tan yana. Oysa onun çok korktuğunu biliyorum. Ben korkmam, verilmeyecek hesabımız yok ki. Kul hakkı yememişseniz, kimseye kötülük yapmamışsanız, adalet içini mücadele ediyorsanız, herkesin hakkını ve hukukunu savunuyorsanız neden korkacaksınız? Ama o korkuyor. Öyle korkuyor ki, daha doğrusu korkuyorlar ki şu 15 Temmuz davetiyelerini bile 3 sefer değiştirdiler. Niçin? “Kılıçdaroğlu gelir ya konuşursa, ya bizim tabana anlatırsa ve onlar da dinlerse, ya, bu adam doğruları söylüyor diye düşünürlerse ne olacak bizim hâlimiz” diyorlar. Bunu 3 sefer değiştirdiler. Kim değiştirdi? Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı değiştirdi. Niye değiştirdi? Tek adamın, tek otoritenin talimatı üzerine değiştirdi. O kişi Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanı değil, sarayın emir kuludur bunu yapan kişi. Bir daha söylüyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanı değil, sarayın emir kuludur. İradesiz bir Meclis Başkanı olabilir mi? İradesiz, iradesi yok. Emin olun, rüzgârgülü bu kadar hızlı dönmez. Aynı gün içinde ne oluyor? Mecliste konuştum, hepsinde şafak attı “Vay, Kılıçdaroğlu niye böyle konuşuyor?” Ama şunu söyleyemiyorlar: Ya, şu cümle yanlış, Kılıçdaroğlu’nun söylediği şu cümle yanlış, şu olay yanlış, böyle bir şey olmadı diyemiyorlar. “Niçin bunları anlatıyorsun? Bunları anlatma” diyorlar ve tek adam rejimine biz karşı çıktığımız için onlar da tek adam rejimini sonuna kadar savunuyorlar.

CESARETİN VARSA, KORKAK DEĞİLSEN, VANDAL DEĞİLSEN, ÖDLEK DEĞİLSEN ÇIK KARŞIMA

Değerli arkadaşlarım, şimdi, ben, sabah konuştuktan sonra Mecliste. Bütün konuşmalarını benim üzerime inşa etti. “Kılıçdaroğlu böyledir, Kılıçdaroğlu şöyledir, Kılıçdaroğlu şunu yaptı, Kılıçdaroğlu bunu yaptı, Kılıçdaroğlu hesap verecek…” İstediğin kadar kumpas kur, yolundan dönen namerttir. Adaletten dönen, haktan, hukuktan dönen namerttir. Şimdi ben, bu zata açıkça meydan okuyorum ve şunu söylüyorum, onun sözleriyle söylüyorum: Cesaretin varsa, korkak değilsen, vandal değilsen, ödlek değilsen senin havuz medyanda, senin istediğin saatte gel birlikte 15 Temmuzu tartışalım. Evet, yine onun sözleriyle söylüyorum, sarayın esiri olan o zata tekrar buradan sesleniyorum: Sevgili kardeşim, korkak değilsen, ödlek değilsen, vandal değilsen çık karşıma, sana açıkça meydan okuyorum. Cesaretin varsa çıkarsın, kim doğruları söylüyor, kim söylemiyor millet öğrensin.

Hepinize teşekkür ederim değerli arkadaşlar.