18.11.2014

18 Kasım 2014 tarihli TBMM Grup Konuşması

18 Kasım 2014

4 yıllık iktidar isteyen Kılıçdaroğlu, “CHP İktidarında sosyal yardımlar kesilmeyecek, iki katına çıkacak” diye söz verdi ve CHP iktidarında işsiz insan kalmayacağını söyledi.

-“AKP 12 yıldır iktidarda, ancak işsizlik sorunun çözemedi. Bütün işsizler bu durumu iyi düşünmeli. 12 yıldır işsizleri oyaladılar. Benim işsizlere bir sözüm var; CHP’ye sadece 4 yıl için yetki ver, bak bakalım işsizlik ne oluyor? 12 yıl istemiyorum, bir iktidar dönemini istiyorum. Devlet nasıl yönetilirmiş göreceksin”

 

- “4 yıl sonra verdiğim sözleri yerine getiremezsem alırsın görevden. Bütün sorunları çözeceğim, bu konuda kararlıyım. Bu ülkede sorun olmayacak, bu ülkeye huzuru ve barışı getireceğim”

-”Benim saraylarda oturma gibi, köşeyi dönme gibi, kul hakkını yeme gibi bir alışkanlığım yok. Hiçbir kimse dönüp, bir CHP’liye ‘siz kul hakkı yiyorsunuz’ diyemez. ‘Siz yolsuzluk yaptınız’ diyemez. Biz böyle bir partiyiz. Sana güveniyoruz, sen de bize güven. Yeni bir sözleşme yapalım, huzur üzerine güven üzerine inşa edelim. Çözülmeyen sorun yoktur, çözmeyen adam vardır, biz çözeceğiz, kararlıyız, inançlıyız ve çözmek zorundayız. Çünkü ben ülkemi, bayrağımı, Türkiye’yi, insanımı, Mustafa Kemal Atatürk’ü seviyorum. Onun verdiği mirası yaşatmak için mücadele edeceğim.”

İstanbul’da bir doktorun sosyal medya üzerinden bir paylaşımda bulunduğunu belirten Kılıçdaroğlu, doktorun bu paylaşımında, 67 yaşında insülin kullanan ve çeşitli rahatsızlıkları bulunan bir kişinin üçüncü köprü inşaatında çalışmak için sağlam raporu almaya çalıştığını aktardı.

Doktorun raporu veremeyeceğini söylemesine karşın, demir ustası olan ve Antakya’dan gelen yaşlı adamın, oğlunun öldüğünü, gelininin ve torunlarının kendisine sığındığını belirterek, “Torunlarım aç, keyfimden mi geldim ben buraya” dediğiniaçıklayan Kılıçdaroğlu bu konuda şunları söyledi;

Doktorun, “bu şekilde çalışırsan ölürsün” demesi üzerine yaşlı adamın “ölene kadar çalışsam yeter” dediğini ifade eden Kılıçdaroğlu, “Doktor, ‘elini, ayağını öpeyim amca ne olur yapma, izin veremem’ diyorum. ‘Bir süre öylece duruyoruz, ağlaya ağlaya gidiyor.’ Tablo bu. Bu tablo benim içimi yakıyor, eminim 77 milyonun için yakıyor. Onlar saray peşinde, ben bu adamın peşindeyim

O amcaya buradan sesleniyorum. Eğer bir sorunun olursa, gel Ankara’da seni Kemal kardeşin bekliyor. Böyle bir tabloyu bizim içimize sindirmemiz mümkün değil. Eğer yüreğinizde bir parça insan sevgisi kalmışsa, bu manzaralara izin vermemeniz gerekir. Merak ediyorum o sarayda nasıl oturacaksın? Bin odalı sarayda nasıl oturacaksın? Hangi yüzle, hangi ahlak bilgisiyle oturacaksın, hangi inançla oturacaksın sen? İtibar kazandırırmış. Bu adama yardım edersen itibar sahibi olursun. Böyle manzaralar olmazsa itibar sahibi olursun.

Yurttaşlarıma sesleniyorum; sizden sadece 4 yıl için izin istiyorum. Yeni bir Türkiye, güzel bir Türkiye, huzurlu bir Türkiye inşa edeceğiz. Kimseyi inancından, etnik kimliğinden, yaşam tarzından ötürü dışlamayacağız.

Şu propagandayı yapıyorlar; ‘CHP gelirse, sosyal yardımları keser.’ Buradan söylüyorum, sosyal yardımlar kesilmeyecek, tam tersine en az iki katı olacak.”

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN; 18.11.2014 TARİHİNDE GRUP GENEL KURULU TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA

CHP Genel Başkanı Kemal KILIÇDAROĞLU – Değerli arkadaşlarım, Türkmen kardeşlerime şunu söyleyeyim: Sizin bayrağınız bizim de bayrağımızdır. Sizin idealiniz bizim de idealimizdir. (Alkışlar) Sizin sorunlarınız bizim de sorunlarımızdır. Sizi unutmayacağız. Türkmen kardeşlerimizin çok zor koşullarda kamplarda yaşadıkları haberi gelince Dışişleri Bakanlığına başvurduk, belediyelerimiz harekete geçti ve çok sayıda yardım aracıyla beraber Irak’a gittik, kampı ziyaret ettik. Bir genel başkan yardımcısının başkanlığında bir milletvekili heyeti ziyaret etti, yetkililerle görüştü. Tablo pek iç açıcı değil, onu biliyoruz. Bir kampta yaşamın ne kadar zor olduğunu da üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliriz. Orada pek çok ihtiyaç yine tespit edildi. Önümüzdeki günlerde arkadaşlarımız yine kampa gidecekler. Çocukların tamamı yalın ayak, onu da söyleyeyim. Hepsine ayakkabı dahil ihtiyaçlar dahil tamamını Cumhuriyet Halk Partisi olarak sağlayacağız. (Alkışlar)

Nerede bir ezilen varsa, nerede sorunu olan birisi varsa, nerede zalimin zulmüne uğrayan varsa hiç meraklanmasın yanınızda mutlaka Cumhuriyet Halk Partisi var. (Alkışlar)  Daha önce burada yer altında çalışan maden işçilerimizle ilgili olarak bir toplantı yaptığımızı Türk-İş, Hak-İş, DİSK, Türkiye Mimar ve Mühendisler Odaları Birliği, Türk Tabipler Birliği ve Maden sendikalarının genel başkanları ve uzmanlarıyla bir toplantı yaptığımızı ve on madde üzerinde uzlaştığımızı ifade etmiştim. Bu konuda arkadaşlarım çalıştılar, kanun teklifini hazırladılar, ilgili Genel Başkan Yardımcısı sendikalara ve meslek örgütlerine gönderdi. Oradan alınan görüş çerçevesinde teklifimizi Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına vereceğiz ama buradan Sayın Davutoğlu’na çağrıda bulunuyorum: Üç sendikanın, konfederasyonun üzerinde uzlaşma sağladığı, mühendislerin ve doktorların üzerinde uzlaştığı bu teklifi gelin beraber Parlamentodan geçirelim ve bir daha acı olaylar Türkiye’nin gündemine gelmesin. Size açık, net insani bir çağrıda bulunuyorum. Yer altında çalışan işçiler bizim çocuklarımızdır. Onların da çocukları var, onlara güzel bir Türkiye’yi bizim vermemiz gerekiyor. Umutsuzluğu değil, umudu aşılamamız gerekiyor. Gelin, hep beraber iktidar ve muhalefet olarak bu teklifi yasalaştıralım. Bu çağrıyı Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan açık yüreklilikle yapıyorum. (Alkışlar)

Ve bir şey daha: Biliyorsunuz Isparta Yalvaç’ta mevsimlik işçiler kaza yaptı ve çok sayıda yurttaşımız hayatını kaybetti. Ağırlık kadınlardaydı. Bir milyonda bir milyon iki yüz bin arasında mevsimlik işçi var. Hiçbir güvenceleri yok bunların. Toplumun dışına adeta itilmişler. Sosyal devletten bile haberleri yok. Çoğu kadın, Anadolu’nun her tarafına gidiyorlar; zeytin mi toplanacak bunlar; narenciye mi toplanacak, bunlar; fındık mı toplanacak, bunlar; elma mı toplanacak, bunlar gidiyor, çoğu yollarda hayatlarını kaybediyorlar. Hiçbirisinin sosyal güvenliği yok. Bir gün sigortalı olsalardı bir gün, öldüklerinde yakınlarına aylık bağlanacaktı. Biz bu drama da el attık. Cumhuriyet Halk Partisi olarak kanun teklifimizi hazırladık. 1 milyon mevsimlik işçiye sahip çıkıyoruz. Yine Sayın Davutoğlu’na açık çağrıda bulunuyorum: Başbakanlık koltuğunda oturuyorsan, Türkiye Cumhuriyeti sosyal devlettir diyorsan, bizim bu teklifimize olumlu bak ve Parlamentodan oy birliğiyle çıkaralım. Bütün yurttaşlarımızı sosyal devletin şemsiyesi altına alalım. (Alkışlar)

Tabii, ben, bu çağrıları yapıyorum ama Davutoğlu buna uyar mı uymaz mı onu bilmiyorum, önümüzdeki günlerde göreceğiz bunu. Ama bugünkü gazetelerde ilginç bir haber var. 17 Aralık yolsuzluk dosyalarıyla ilgili ses kayıtlarının yüzde 100 doğru olduğuna dair Adli Tıp Kurumunun raporu çıktı ortaya. (Alkışlar) Doğru olduğunu biz zaten biliyorduk, adımız gibi biliyorduk bunların doğru olduğunu çünkü biz, uluslararası kuruluşlardan da yardım istedik bu konuda acaba bunlar gerçekten doğru mudur değil midir diye. Uluslararası kuruluşlar, saygınlığı olan kuruluşlar da bunların doğru olduğunu söylediler. Şimdi, Adli Tıp Kurumu “Bunlar doğrudur” diyor. Yani, hani, montaj da yok, başka şeyler de yok, ilaveler de yok, bunların hepsi doğru, hepsinin doğru olduğunu biliyoruz. Burada dikkat edilmesi gereken nokta şu: Bu dosyayı bütün bu gerçeklere rağmen kapatmak istediler. Kapatma görevi de Sayın Davutoğlu’na verildi. Ağabeyi dedi ki “Bak, senden iki şartım var. Bir, bu dosyaları kapatacaksın. İki, hiç gündeme getirmeyeceksin. Üç, hâkimleri, savcıları buna göre ayarlayacaksın ve biz bu tezgâhı götüreceğiz.” O da “emredersin” dedi. Önce AKP’ye genel başkan oldu, sonra da Başbakanlık koltuğuna oturdu. Şimdi, ben Davutoğlu’na sesleniyorum: Sen akademisyensin. Bilim adamı olduğunu söylüyorsun, inançlı olduğunu söylüyorsun, dürüst olduğunu söylüyorsun, o zaman Başbakanlık koltuğunun hakkını ver ve yolsuzlukları sonuna kadar araştır. (Alkışlar) Belki bizim sözümüze değil de ağabeyinin sözüne itibar edebilirsin, onu da yadırgamıyorum ama artık tapelerin, ses kayıtlarının yüzde 100 doğru olduğuna dair rapor var. Dolayısıyla, senin kıvıracağın hiçbir alan kalmadı. Yapacağın tek şey var, dosyaların üzerine gitmek ve şunu söyleyeceksin, milletin önüne çıkıp şunu söyleyeceksin: Kim olursa olsun babam bile olsa, kardeşim bile olsa, akrabam bile olsa kim yolsuzluk yaparsa sonuna kadar üzerine gideceğim. (Alkışlar) Gün gelecek, devran dönecek, hiç meraklanmayın AKP halka hesap verecek, hiç endişe etmeyin. (Alkışlar)

Ben, Sayın Davutoğlu’na bulunduğu konumu hatırlatıyorum. Sen Başbakanlık koltuğunda oturuyorsun, onun gereğini yap diyorum sana. Ülkeye sahip çık, bütçeye sahip çık, vatandaşına sahip çık, doğruluğa sahip çık, inançlara sahip çık, bunlara sahip çık diyorum, yolsuzluklara sahip çıkma, sana gereğini hatırlatıyorum. Gereğini yaparsan hiç meraklanma, Ana Muhalefet Partisi olarak kapı gibi yanındayız yeter ki yolsuzlukların üzerine git. (Alkışlar)

G-20 zirvesine katıldı. Davutoğlu diyor ki: “Yolsuzlukla mücadele en önemli konulardan biri olacak. Birçok ülkede kalkınmanın önündeki en büyük engellerden biri yolsuzluktur” Eyvallah, doğru, altına imzamı atıyorum. Yolsuzluk, habis ur gibidir, bir toplumun içine girdiği andan itibaren toplumun bütün değer yargılarını tarumar eder. Ahlaki değerleri yerlerde süründürür. O nedenle bütün toplumlar, uygar toplumlar yolsuzluk konusunda duyarlıdırlar. Devletin hazinesine kimsenin el atmasını istemezler çünkü o para vatandaşın parasıdır, yoksulluk içinde yaşarken bile bu devlete vergi verir. O nedenle üzerine gitmek lazım. G-20 zirvesin 2015’te dönem başkanlığını Türkiye yapacak ve Türkiye’de yapılacak. Davutoğlu orada bir açıklama yapıyor. “Türkiye’nin dönem başkanlığında yolsuzluğa karşı kapsamlı bir strateji ortaya koyacağız” diyor. Baştan söylemiyorum, eğer yolsuzluk konusunda kapsamlı bir strateji ortaya koyacaksan, az önce söylediğim yolsuzluk olaylarının üzerine gideceksin. Evinin içine bakacaksın, AKP’nin genel merkezine bakacaksın, kimler köşeyi döndü ona bakacaksın ve yukarıda oturan ağabeyine bakacaksın, bunları temizleyeceksin. (Alkışlar) Benim korkum ise asıl şu: G-20 zirvesi Türkiye’de toplandığı zaman şöyle bir strateji geliştirebilir ve şöyle bir öneri getirebilirler: Yolsuzluk nasıl kapatılır, hazine nasıl soyulur, bunun stratejisini biz oluşturduk, size de öğreteceğiz diyebilirler, emin olun diyebilirler. (Alkışlar) Kandırabilirler mi? Hayır, kandıramazlar ve büyük bir ihtimalle herkes şaşkınlık içinde izler ve Davutoğlu’na bir şey daha hatırlatmak istiyorum, belki uzmanları, belki danışmanları gözden kaçırmış olabilir veya gizlemiş olabilirler. Ekim 2014 OECD’nin yani Ekonomik İş Birliği ve Kalkınma Örgütü’nün raporu yayınlandı. Türkiye’de rüşvet, yolsuzluk ve kara para aklamadan söz ediyor. İlk kez, OECD tarihinde ilk kez Türkiye bu kadar net bir uluslararası raporda yolsuzluk konusunda yer alıyor. Bu, benim vicdanımı rahatsız ediyor, bu ülkede yaşayan herkesin vicdanını rahatsız etmesi lazım. Bir uluslararası raporda Türkiye’nin yolsuzluklarından söz edilecek, yargının üzerindeki baskılardan söz edilecek, hükümetin yolsuzlukları kapatma yönündeki iradesinden söz edecek. Sayın Davutoğlu, eğer o koltukta Başbakan olarak görev yapmak istiyorsan bu yolsuzlukların üzerine git, kararlılıkla git. Emin ol, saygınlık kazanacaksın, emin ol başta ana muhalefet partisi olmak üzere herkesin desteğini alacaksın. Emin ol, herkes diyecek ki “Helal olsun, Davutoğlu gerçek anlamda bir Başbakan, gerçek anlamda bir vatansever” diyecek, yürü üzerine, yürü ve korkma ama yürümez, olayları kapatırsan o koltuğu hak etmiyorsun demektir, o koltuktan ayrıl demektir. (Alkışlar) Peki, yolsuzlukları kapatmak için böyle bir strateji geliştirme yaparlarsa hangi unsurlara bakacaklardır, onu da söyleyeyim. Diyecekler ki “Sizin ülkenizdeki yolsuzlukları özellikle üst düzeyde siyasilerin yaptığı yolsuzlukları kapatmak için kullanacağınız argümanlar var diyecekler. Nedir? Bir, dini kullanacaksınız. İki, etnik kimliği kullanacaksınız. Üç, yaşam tarzını kullanacaksınız. Bak, biz bunları kullanıyoruz, yolsuzlukları unutturuyoruz. Eğer bu tuzağa Türkiye’de vatandaşı düşürdüğün bu tuzağa “Ben onları da düşürürüm” diyorsan onu aklından çıkar, onlar bu tuzağa düşmezler. O nedenle Başbakan olarak otur, adam gibi görevini yap. Tüyü bitmemiş yetimin hakkına sahip çık. Başbakan olarak senin birinci görevin budur diyoruz.

Değerli arkadaşlarım, savcı malum, kapattı dosyayı, 17 Aralık, 25 Aralığı kapattılar “Yolsuzluk yoktur, gerek yoktur buna” dediler ama Türkiye Büyük Millet Meclisinde, bereket versin, bir yolsuzlukları soruşturma komisyonu kuruldu ve her şey adım adım ortaya çıkıyor. Önce, Rıza Zarraf’ın kuryesi geldi. Kuryenin komisyona yaptığı açıklamalar var, çok ilginç. “Ben Ankara’da çok defa para götürdüm. Yabancı paraları yani dolar ve euroyu çoğu zaman elden alıp götürüp dağıttık” diyor. Bu ülkede banka var mı? Var. Herhâlde Davutoğlu da biliyordur bu ülkede banka olduğunu. EFT dediğimiz elektron fon transferi var mı? O da var yani parayı yatırırsınız, iki dakika sonra Diyarbakır’daki, Rize’deki, Edirne’deki parayı gider çeker, hızlı bir transfer de var. Peki, paraları çikolata kutularının içine, ayakkabı kutularının içine, elbise torbalarının içine koyup dağıtmak da ne oluyor? Herhâlde bunu yeni teknolojidir diye Davutoğlu düşünmeyecek, burada bir şey var diyecek. Eğer Başbakanlığın hakkını vermek istiyorsan bu adamın söylediğine dikkatini çekerim. Diyor ki “Paraları çantalara koyduk Ankara gittik ve dağıttık.” Bunun daha Türkçesi nedir; rüşveti dağıttık diyor. Sen bunu göreceksin, duymazlıktan gelmeyeceksin, Başbakan olarak gereğini yapacaksın.

Bakın değerli arkadaşlarım, ben bir Salı günü toplantısında altın kaçakçılığıyla ilgili bir öyküyü anlatmıştım size. Rıza Zarraf’ın uçağı Gana’dan kalkıyor, 1 Ocak 2013’te kalkıyor, geliyor Atatürk Hava Limanına. Gümrüktekiler “Ne var içinde?” diye soruyorlar. “Doğal taş var” diyorlar. Bizim gümrükçülerimiz şaşırıyor “Ya, Türkiye’nin her tarafı taş, iyi de Gana’dan niye Türkiye’ye taş gelsin? Açın, bir bakalım” diyorlar. Neyse, uzun mücadeleler sonucunda açıyorlar, bakıyorlar ki taş değil, 1,5 ton altın. Araya kim giriyor? Birileri giriyor. Bunu da unutturmaya çalıştılar ama bereket versin Ticaret ve Gümrük Bakanlığı Müsteşarı komisyona geliyor diyor ki “Evet, 1,5 ton altın geldi.” “Peki, kardeşim, gelen altın kaçak mıydı?” “Kaçaktı.”  “Kaçak altına niye el koymadınız?” “Birileri araya girdi” diyor, “Bakanlar araya girdi”  diyor. “Bize telefon ettiler, biz de bir şey yapamadık.” diyor. “Bana niye soruyorsunuz? Onlara sorun” diyor. 1,5 ton altın. Şimdi, vatandaşımız diyebilir ki, kaçak gelmiş ama tekrar yurt dışına gitmiş. O soruyu soran vatandaşlarıma şunu söylerim: Ulus’ta bir çarşı var. Gidin, gümrükte kaçak mallara el konuluyor, o malların satıldığı yerdir. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı kaçak malları orada satar yani el koyar, el koymak zorundadır. Bu sadece bizde mi? Hayır, bütün dünya ülkelerindeki gümrüklerinde kuraldır, kaçak geldiği zaman el koyarsınız. 1,5 ton kaçak altın geliyor, el koymuyorsunuz, birileri devreye giriyor, uçağı tekrar yeniden Gana’ya götürüyorsunuz. Ama bir şey oluyor: Gana’ya giderken bakıyorlar ki uçağın aldığı altınların kilosunda bir azalma var, 292 kilo altın eksik, buharlaşmış. Şimdi, Sayın Davutoğlu’na soruyorum: Sen Başbakansan, Başbakanlık koltuğunda oturuyorsan, namuslu bir devlet adamı kimliğine sahip olduğunu iddia ediyorsan 292 kilo altını kim buharlaştırdı? Kim götürdü bu malı, sen mi başkaları mı, yoksa ağabeyin mi, kim götürdü? Sen bunu soruşturmak zorundasın. (Alkışlar) Eğer bunu soruşturamıyorsan benim gücüm buna yetmez, bu beni aşar diyorsan koltuğu terk et, koltuğu bırak. Oraya, bu milletin malına sahip çıkan birisi gelir oturur, sen terk et o zaman.

Sadece bu mu arkadaşlar? İşin ilginç bir başka tarafı daha var, hiç kimsenin aklına gelmez mesela o. Rıza Zarraf, 292 kilo altını kaybolmuş, kimseye şikâyet etmiyor. Ya, altınım kayboldu de bari. Benim hakkımda dava açıyor, gazeteler hakkında dava açıyor, pek çok kişi hakkında dava açıyor, 292 kilo altınını çalan kişi hakkında dava açmıyor, o konuyu hiç gündeme getirmiyor, neden? Rüşvet olduğu için. O rüşveti kim aldı, bizim sorma hakkımız var. Senin bakanların mı aldı? Sen mi aldın? Ağabeyin mi aldı? Bunu ortaya çıkarmak zorundasın. Ortaya çıkarırsan ben derim ki evet, bu gerçek anlamda bir başbakan; ortaya çıkarmazsan sen de yolsuzlukların ortağısın Sayın Davutoğlu. Bunu sana rahatlıkla söyleyeceğim o zaman. (Alkışlar)

Davutoğlu’na bir önerim daha var, malum ya Başbakanlık koltuğunda oturuyor, herhâlde kendisi de farkındadır, burası Başbakanlık koltuğudur diye. Dönemin Başbakanına Millî İstihbarat Teşkilatı üç sayfalık bir rapor verdi. Bunun tarihini de vereyim, 18 Nisan 2013. 18 Nisan 2013’te ağabeyine bir rapor verdiler. Raporun başlığı şu: “Rıza Zarraf faaliyetleri” Şimdi, sen Başbakansan, Başbakanlık koltuğunda oturuyorsan, Milli İstihbarat Teşkilatı hâlâ sana bağlıysa, Başbakana bağlıysa, o raporu bir iste bakalım. O raporun gereğini dönemin Başbakanı niye yapmamış diye bir sor bakalım. Sormuyorsan, sen de bu yolsuzlukların ortağısın, sen de bu hırsızlıkların ortağısın. Sen eğer gerçekten namuslu bir başbakanlık kimliği sergilemek istiyorsan bu yolsuzlukların üstüne gideceksin. Raporu isteyeceksin ve soracaksın, bu raporun gereği neden yerine getirilmedi, tam sekiz ay bekledi, neden yerine getirilmedi?

Değerli arkadaşlarım, geçen hafta ilginç bir şey daha oldu aslında. Toplumun çok fazla dikkatini çekmedi. Sayın Davutoğlu’nun bir başdanışmanı var, Etyen Mahçupyan. Oturdu, yüreklice bir açıklama yaptı. Açıklaması aynen şöyle: “İslami kesimin en az yarısı yolsuzluk olduğunu düşünüyor. Bundan hoşlanmıyor, bundan rahatsız. Bu, AK PARTİ’ye yakışmıyor”diyor. Etyen Mahçupyan diyor ki “İslami kesimin en az yarısı bu yolsuzluktan rahatsız, yolsuzluk olduğunun da farkında ve biliyor.” Değerli arkadaşlar, soru şu: Bu yolsuzluktan rahatsız olan İslami kesim neden sesini çıkarmıyor? Hani, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandı. Etyen Mahçupyan diyor ki “Burada yolsuzluk ve rahatsızlık var.” Peki, sevgili kardeşim, Müslüman olduğunu iddia ediyorsun, Adalet ve Kalkınma Partisine oy veriyorsun, bunun da farkındasın neden sesin çıkmıyor? Benim bu soruyu o vatandaşlarıma sorma hakkım var, neden yolsuzluk konusunda susuyorsun, sesini çıkarmıyorsun? (Alkışlar) Haksızlık karşısında duran dilsiz şeytansa, bu role neden talip oluyorsun? (Alkışlar) Etyen Mahçupyan’ı yürekten kutluyorum, son derece doğru bir şey söylüyor ama bu ülkenin vatandaşları, diğer vatandaşları, kendisini İslami kesim içinde gören vatandaşlarımı ben sorgulamak zorundayım. Annem de, babam da, yakınlarım da, amcalarım da, akrabalarım da herkes bana şunu öğretti: “Kul hakkı yemek en büyük günahtır.” Ben bunu biliyorum, böyle öğrendim. (Alkışlar) Peki, kendisini İslami kesimin içinde gören vatandaşım, senin de bunu en az benim kadar bildiğini çok iyi biliyorum. O zaman susmayacaksın, konuşacaksın, sesini yükselteceksin ki birileri bir daha tüyü bitmemiş yetimin hakkına el uzatmasın. Bu, senin de görevin, senin de sorumluluğun var.

Değerli arkadaşlarım, bütün bunların hepsini biliyoruz. Toplumu uyarmak ve uyandırmak zorundayız. Toplum, bir şeytan üçgeni içine sıkıştırılmış durumda. Efendim, dini kullanıyorlar, vatandaşın dikkatini başka yere çekmek için. İnancı kullanıyorlar, etnik kimliği kullanıyorlar, yaşam tarzını kullanıyorlar. Herkesin inancına saygılıyız, herkesin kimliğine saygılıyız, herkesin yaşam tarzına saygılıyız ama bu ülkede yolsuzluk yapanlara saygı duymayız, onlara bizden saygıyı asla beklemeyin. (Alkışlar) Yolsuzluk yapanlara saygı duymayız ama onun karşısında susanlara da saygı duymayız. Susmayacaksın, konuşacaksın, sesini yükselteceksin. (Alkışlar) Devletin iyi yönetilmediğini söyledim defalarca. AKP iktidarı, devleti iyi yönetmiyor. Kendi çıkarları paralelinde devleti yönetiyor. Vatandaşı da kandırıyor. Düşünebiliyor musunuz, bir Başbakan çıkıyor açıklama yapıyor, diyor ki “Doğu, güneydoğuda PKK’nın mahkemeleri var, asker alma daireleri var, vergi daireleri var. Bunlar paralel yapılardır, biz buna izin vermeyiz” diyor. Dam başında saksağan, vur beline kazmayı, söylediği bu. (Alkışlar) Ya, sen Başbakansın, sen bunu nasıl dillendirirsin? Ve neden gereğini yapmıyorsun? Hayatları yalan üzerine inşa edilmiş değerli arkadaşlarım. Bu kadar yalan kolay nasıl söylenir, benim aklımın, hafsalamın almadığı bir şeydir, böyle bir şeyin olmaması lazım. Daha düne kadar ağabeyi diyordu “PKK ile görüştüğümüzü söyleyenler şerefsizdir” diyordu. Şimdi, sekretarya kuruyorlar. Nereye gidiyor arkadaşlar bu? Türkiye’nin bir bölgesinde devletin hiçbir kurumu çalışmıyor. Söyledik, sorun var, evet. Çözülmesi lazım, evet. Adam gibi çözülmesi lazım, evet. Demokrasi ve özgürlük içinde çözülmesi gerekir, evet. Nerede? Türkiye Büyük Millet Meclisinde çözülmesi lazım bunun. (Alkışlar) Türkiye Büyük Millet Meclisini devre dışı bırakmışsın, kimin ne olduğu belli değil, oturmuşsunuz pazarlık yapıyorsunuz. Ne pazarlığı yapıyorsunuz? Şimdi, üçüncü gözlemciden söz ediliyor. Eğer olayı uluslararası alana taşırsanız zaten kontrolden çıkarırsınız. Bunu söylemeyi bu ülkenin bir vatandaşı olarak görev biliyorum ve hükümeti uyarıyorum: Sakın ola ki bu tuzağa düşmeyin. Sorun var, doğrudur; çözülmesi gerekir, doğrudur ama yeri Türkiye Büyük Millet Meclisidir, burada çözülecek sorun. Başka mahfillerde, başka kapalı kapılar ardında sorun çözmeye kalkarsanız o soruna teslim olursunuz, bugün teslim olduğunuz gibi. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, gazetelerde bir haber daha yer aldı. Türkiye İstatistik Kurumu işsizlik oranlarının çift rakamlara ulaştığını söyledi. İşsizlik, bir toplumu içten içe kanatır arkadaşlar.  İşsizlik, huzursuzluğun kaynağıdır, şiddetin kaynağıdır, suçun kaynağıdır. Bir toplumda işsizlik yaygınsa uyuşturucunun arttığı görürsünüz, antıdeprasan ilaçların kullanıldığını görürsünüz, umutsuzluğu görürsünüz, gelecekten beklentilerin sıfırlandığını görürsünüz, bireysel kurtuluşların öne çıktığını görürsünüz, işsizlik bu kadar tehlikelidir. Bütün işsiz kardeşlerime şunu söylüyorum ve hepsinin dinlemesini istiyorum: 12 yıldır bu ülkeyi yönetiyorlar geldikleri nokta bu. 12 yıldır atama bekleyen öğretmen var, 12 yıldır iş bulamayan işsizler var. O zaman şapkanı önüne koy ve düşün, 12 yıldır seni oyaladılar. Sana bir sözüm var: Cumhuriyet Halk Partisine, sadece dört yıl için yetki ver, bak bakalım işsizlik ne oluyor, sadece dört yıl. (Alkışlar) 12 yıl istemiyorum, bir iktidar dönemi istiyorum devlet nasıl yönetilirmiş göreceksin, ahlak neymiş göreceksin, tüyü bitmemiş yetimin hakkı nasıl korunuyor göreceksin, yolsuzlukların üzerine kararlılıkla nasıl gidiliyor göreceksin, işsizlik belasının nasıl yenildiğini göreceksin, her eve huzurun nasıl geldiğini göreceksin, taşeron işçilik belasının bu ülkede nasıl koparılıp atıldığını göreceksin, her alide kadının güvence içinde olduğunu aile sigortasıyla göreceksin. Dört yıl için senden yetki istiyorum. (Alkışlar) Dört yıl sonra verdiğim sözleri yerine getiremezsem alırsın görevden, sandığa gidersin “Kusura bakma arkadaş, söz verdin, sana oyumu verdim, çocuğum hâlâ işsiz, üniversiteyi bitirdi hâlâ işsiz.” On yıldır atama bekleyen öğretmen çocuğum o da işsiz, başlamadı. Bunların hepsini çözeceğim, bu konuda kararlıyım. Bu ülkede sorun olmayacak, bu ülkeye huzuru ve barışı getireceğim. (Alkışlar)

Benim saraylarda oturma gibi bir alışkanlığım yok. Benim köşeyi dönme gibi bir alışkanlığım yok. Benim kul hakkını yeme gibi bir alışkanlığım yok, bu partinin kültüründe de yoktur. Bizi eleştirebilirsiniz, yanlışlarımızı söyleyebilirsiniz ama hiç kimse dönüp bir Cumhuriyet Halk Partisine şunu söyleyemez: Siz kul hakkı yiyorsunuz diyemez. (Alkışlar) Siz yolsuzluk yaptınız diyemez, biz böyle bir partiyiz. Sana güveniyoruz, sen de bize güven. Yeni bir sözleşme yapalım, huzur üzerine, güven üzerine inşa edelim. Sor, CHP ne düşünüyor? Nasıl çözecek bu sorunları? Hepsini çözeceğiz. Çözülmeyen sorun yoktur değerli arkadaşlar, çözmeyen adam vardır, biz çözeceğiz; kararlıyız, inançlıyız ve çözmek zorundayız çünkü ben ülkemi seviyorum, Türkiye’yi seviyorum, bayrağımı seviyorum, insanımı seviyorum, Mustafa Kemal Atatürk’ü seviyorum, O’nun verdiği mirası yaşatmak için mücadele edeceğim. (Alkışlar)

Bakın değerli arkadaşlarım, bir doktor sosyal medyada bir olayı kamuoyuna açıklıyor. İzniniz olursa o doktorun ağzından aynen okuyacağım: “Amca 67 yaşında. İnsülin kullanmasına rağmen yüksek ve düzensiz şekeri var. Görme keskinliği azalmış, muhtemelen kataraktı var. Kalp yetmezliği, sol el bileğinde kırığa bağlı ankiloz gelişmiş. Amca, demir ustası, üçüncü köprü inşaatında çalışmak için Antakya’dan gelmiş. Raporlarına bakıyorum, testlerini inceliyorum, muayene ediyorum. Çok tehlikeli işler sınıfında olan ve yüksekte çalışacak olan bu işi yapması imkânsız. Söylüyorum kendisine bağırmaya başlıyor. Oğlu trafik kazasında ölmüş, gelini sakat, iki torun da sığınmış buraya.” Diyor ki ‘Torunlarım aç, torunlarım aç, keyfimden mi geldim ben buraya?’ Amca mevzuatı boş ver, bu hâlinle çalışmana izin verirsem ölürsün diyorum. Ağlamaya başlıyor, elime sarılıyor, ‘ölene kadar çalışsam yeter’ diyor. Elini ayağını öpeyim amcam, ne olur yapma, izin veremem diyorum, bir süre öylece duruyoruz, ağlaya ağlaya gidiyor.” Tablo bu arkadaşlar. Bu tablo benim içimi yakıyor. Eminim 77 milyon insanın içini de yakıyor. Onlar saray peşinde ben bu adamın peşindeyim işte, bu adamı ben yaşatmak istiyorum. (Alkışlar) Bu, bir dram arkadaşlar ama bir tane değil, araştırdım, birileri sahip çıkmış. O amcaya buradan sesleniyorum: Eğer bir sorunun olursa gel, Ankara’da seni Kemal kardeşin bekliyor, ona sahip çıkacağım. (Alkışlar)

Böyle bir tabloyu bizim içimize sindirmemiz mümkün değil. Eğer yüreğinizde bir parça insan kırıntısı kalmışsa, insan sevgisi kalmışsa bu manzaralara, bu tablolara, bu dramlara izin vermemiz gerekir. Merak ediyorum, o sarayda nasıl oturacaksın, 1000 odalı sarayda nasıl oturacaksın? Hangi yüzle oturacaksın? Hangi ahlak bilgisiyle oturacaksın orada? Hangi inançla oturacaksın sen orada sen? (Alkışlar) İtibar kazandırırmış! Bu adama yardım edersen itibar sahibi olursun, böyle manzaralar +olmazsa itibar sahibi olursun. (Alkışlar)   Yurttaşlarıma yine sesleniyorum: Sizden sadece dört yıl için izin istiyorum, dört yıl. Yeni bir Türkiye’yi inşa edeceğiz, güzel bir Türkiye’yi inşa edeceğiz, huzurlu bir Türkiye’yi inşa edeceğiz, kimseyi etnik kimliğinden ötürü, inancından ötürü, yaşam tarzından ötürü dışlamayacağız. Şu propagandayı yapıyorlar: “CHP gelirse sosyal yardımları keser.” Buradan söylüyorum: Sosyal yardımlar kesilmeyecek, tam tersine en az iki katı olacak. (Alkışlar) Teşekkürler arkadaşlar. (Alkışlar)