18.10.2011

18 Ekim 2011 tarihli TBMM Grup Konuşması

Genel Başkan Kılıçdaroğlu TBMM’de “Ey ahlak neredesin, geldinse üç kere kapıya vur, belki AKP duyar” dedi.

Kılıçdaroğlu, Bakan Atalay’ın “Köstebekliği” konusundaki pişkinliğe dikkat çekerek, “Hırsız evin içindeyse kilit işe yaramaz. Eğer bir adamın ar damarı patladıysa istediğiniz belgeyi ortaya koyun sonuç değişmez. Çünkü ar damarı çatlak…” diye AKP Yönetimini kınadı.

-Yalanlara gelince, o dönem Kırıkkale Milletvekili diyorlar, yalan, Beşir Atalay o dönem Ankara Milletvekili, benim makamdan herkes telefon eder diyor, yalan. Senin odan yol geçen hanı mı? Gece yarısı özel telefon numarası istiyor belediye başkanı, ailece görüşüyoruz diyor. Sen ailece görüşmeleri gece yarısı makamından mı yapıyorsun. Başkan, koruma müdürü beni arar Bakanın talimatlarını iletir diyor, yalan, talimatları koruma müdürü değil, özel kalem müdürü iletir, hangi birini sayayım ki, örnek çok…”

Grup toplantısında bir fıkra anlatan Kılıçdaroğlu “Adam karısından şüpheleniyormuş. Dedektif tutmuş. Birkaç gün sonra dedektif gelmiş “Efendim karınız süslendi püslendi evden çıktı, pastanede yakışıklı biriyle buluştu sohbet etti, sonra adamın evine gittiler, eşiniz soyundu, adam da ceketini çıkardı ve perdeyi kapattı” demiş. Bunun üzerine pişkin koca “Tüh, yine ispat edemedik” diye dizine vurmuş diyen Genel Başkan Kılıçdaroğlu Bakan Atalay’la ilgili olarak ortaya konan belgeleri hatırlatarak “Ben ispat için daha ne yapayım” diye sordu.

-“Kamer Bey fenerle mi geziyorsun? O feneri elinizde tutun ve gezdirin. Belki bu feneri AKP’den ahlaklı biri de görür de, yahu şu rezalete son verin der. Öyle birini bekliyorum…”

-“Ben Başbakan’a Kayseri’de rüşvet toplayan adamın kendi el yazısı ile tuttuğu rüşvet defterini gönderdim. Başbakan “altında rüşvet toplayanın imzası yok” dedi. Pes yani. Adamın kendisi rüşveti ben topladım diyor. O zaman dedim ki, bu rüşvet defterini yakana as ve öyle gez. Çankaya Belediyesi ile ilgili iddia üzerine CHP Genel Sekreterinin imzasıyla Savcılığa suç duyurusunda bulundu. İşte AKP ile aramızdaki fark bu. Bu belgeyi de Başbakanın öteki yakasına takacağım”

Hem zam yapıyorlar hem Millet ile dalga geçiyorlar. Bir bakanın söylediği diğerini tutmuyor. Başbakan da milletin gözünün içine baka baka sıkılmadan Porsche yerine Fiat’a binin diyor. Vatandaş Porsche’ye mi biniyor?”

-“Anladık, senin çocukların, yedi göbeğin bu pastadan payını aldı. Siz dünyalığınızı yaptınız köşeyi döndünüz, Millet bunu biliyor ama hiç olmazsa vatandaşla dalga geçmeyin”

-“Bu zamlar, fakiri ilgilendirmeyen zamlar diyorlar. Doğalgazı, elektriği vatandaş kullanmıyor mu, faturası ona gitmiyor mu?”

-“Başbakan CHP’li belediyelere iftira attı. ‘Alman Vakıflarından yardım alıyor, PKK’yı finanse ediyorlar’ dedi. Başbakan bu iftirasıyla ilgili olarak çıkıp konuşsun. Bir hafta süresi var. Konuştu, konuştu, konuşmazsa gensoru vereceğiz. Çıkıp Meclis’te konuşsun…”

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun TBMM Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:

"Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı sunarak sözlerime başlamak istiyorum.

Geçen hafta Karaman’a gittik, Karaman’da yurttaşlarla beraber olduk. Ermenek’e geçtik, pek çok ilçeye, beldeye uğradık, yurttaşların nabzını tuttuk, eksikliklerimiz ne onları sorduk, onlar yanıtladılar. Yapmamız neler gerekiyor diye yurttaşa sorduk, onları söylediler. Yurttaşlarla ilişkilerimizi götürüyoruz. Seçim yok ama biz seçim varmış gibi çalışmalarımızı götürüyoruz. Milletvekili arkadaşlarım çalışıyorlar; illere, ilçelere gidiyorlar, milletvekili çıkaramadığımız illere gidiyorlar, onların raporları da düzenli olarak geliyor. O arkadaşlarıma da ben yürekten teşekkürlerimi sunuyorum.

Bu arada, kadın kollarımızın yaptığı bir toplantıdan sonra Sivas Kadın Kolları Başkanımız Sivas’a giderken bir trafik kazası geçirdi. Uzun süre yoğun bakımda kaldı ama maalesef acı haber ulaştı, yaşamını yitirdi. Kendisine Allah’tan rahmet diliyoruz. Cenaze törenine Kadın Kollarımız gitti, ilgi gösterdiler. Biz ailenin acısını yürekten paylaşıyoruz. Bütün kadın kolları üyemize, Cumhuriyet Halk Partisine geçen emekleri için yine yürekten teşekkürlerimi sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, geçen hafta ben sizlere köstebeği açıklamıştım. Kim bu köstebek, nedir, ne iş yapar, nasıl yapar, nasıl haber verir bütün bunların ayrıntılarını sizlere aktarmıştım. Kısaca özetleyeyim çünkü o gün televizyon kanalları büyük ölçüde bizim bu haberimizi, bizim bu konuşmamızı sansürledi. Gecenin saat yirmi iki on dokuz otuz üçünde İçişleri Bakanının özel kaleminden koruma müdürünün telefonuyla başlayan bir süreci anlatmıştım. Telefon ediliyor Kırıkkale Belediye Başkanına. Kırıkkale Belediye Başkanı İstanbul’a, Deniz Feneri’nin asil faillerinden birisi olanı arıyor. Sabit telefonunu istiyor, arkasından savcılıkta verilen bir ifadeyi söylemiştim, aramanın önceden haber verildiği, haberdar edildiği taraflara ve Zekeriya Karaman’ın da bundan haberdar olduğunu uzun uzun anlatmıştım sizlere. Ben bunları anlattım. Doğrusunu isterseniz bekledim hükümet kanadından nasıl bir cevap gelecek. Önce Sayın Beşir Atalay yazılı bir açıklama yaptı. Dedi ki “Bunların tamamı külliyen yalandır.” Anladım ki tamamı külliyen doğru. Neden külliyen doğru? Çünkü bana demesi lazım, şurası yanlış, şurası yalan demesi lazım, diyemiyor. Efendim şu olmamış diyemiyor. Ne diyor? “Külliyen yalan” Vallahi de billahi de anlattıklarımın tümü külliyen doğru. Yazılı açıklamadan sonra akşam evde bir telefon geldi, bir arkadaşım telefon etti. Kanal 24’te Sayın Beşir Atalay canlı televizyon programına çıkacak ve benim iddialarıma yanıt verecek. Ben de hemen Kanal 24’ü açtım, bekledik, olur ya, bizim bilmediğimiz bir şey olur. Size bir medya klasiğinden, yani yandaş medya klasiğinden bir örnek vereceğim. Kanal 24 açıldı, haberler veriliyor, önce Sayın Başbakanın haberi uzun uzun verildi; arkasından MHP liderinin haberi verildi, arkasından BDP Lideri Sayın Demirtaş’ın haberi verildi, sıra bana gelince bir cümle edildi –bir cümle bakın, iki cümle değil- ve ekrana Sayın Bakanın yaptığı yazılı açıklama satır satır konularak uzun uzun anlatıldı, açıklandı. Önemli değil tabii, biz bunlara alışığız. Doğru habere özlem duyuyoruz ama yandaş medyanın doğru haber vermediğini de çok iyi biliyoruz. Sonra, Sayın Atalay canlı yayında, karşısına bir spiker oturmuş. Şimdi öyle bir tablo ki birisi ne soracağını bilmiyor, öbürü nasıl yanıt vermeyeceğini bilmiyor; tam böyle birbirlerine kolluyorlar. Birisi diyor ki “Efendim, neresi yanlış?” “Vallahi külliyen yalan” diyor. Diyemiyor efendim, neresi yalan? Bu saatte bu telefonlar edilmiş doğru mu yanlış mı soramıyor bunu. “Efendim, ben o tarihte bölgenin milletvekiliyim, benim ofisimden elbette telefon edilebilir” diyor. Sanki birisi senin ofisinden telefon edilemez demiş gibi. Bir şey daha söyleyeyim. Doğruyu da söylemiyor çünkü kendisi o telefon görüşmelerinin yapıldığı tarihte Kırıkkale Milletvekili değil, ondan bile haberi yok. Onu kullanarak milleti aldatacağını sanıyor. Unutmasın ki karşında Cumhuriyet Halk Partisi var. Ve bir de kitap getirmiş 96 yılında mı basılmış yada 2006 yılında mı. İşte, ben demişim ya, soru önergemde soruyorum: 2008’de vermişim soru önergemi. Sen İçişleri Bakanısın diyorum, Deniz Feneri’ni denetlemekle görevli olan bir dairenin yayını nasıl Deniz Feneri tarafından basılabilir? Sen bunun hesabını verebilir misin? Bunlar sağlıklı denetim yapabilirler mi diye soruyorum. Bana verdiği yanıt: “Efendim, onu bir sponsor basmış onu.” diyemiyor Deniz Feneri. Bir perişanlık, zaten gözlerine bakınca doğruyu söylemediğini gözlerinden anlıyorsunuz çünkü gözler yalan söylemez, o Beşir Atalay gözleri olsa dâhi.

Tabii bu arada biz bekledik taraflar konuşsun, konuştukça biz gerçeklere daha fazla ulaşacağız diye 14 Ekim 2000 tarihli bir yazısında Sayın Ahmet Hakan, odağın merkezindeki belediye başkanıyla konuşmuş. Belediye başkanına sordukları sorular var, güzel sorular. Diyor ki “İki yıl önce sizi İçişleri Bakanının. bakanlığının telefonundan kim aradı; koruma müdürü mü, özel kalem müdürü mü kim aradı?” Veli Korkmaz diyor ki: “Dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay bizim ilimizin milletvekili” birinci yalan o, o tarihte senin ilinin milletvekili değil. Daha cümleyi yalanla başlatıyor. Ya sen, koskoca belediye başkanısın. Senin bölgende şu anda milletvekili olanın, o tarihte senin milletvekili olmadığını bilmiyor musun? Biliyor ama sanıyor ki ben bunu söylerim, kimse de bunun üzerinde durmaz. Ve diyor ki “Sayın Bakanın gerek özel kalem müdürü gerek korumaları beni sık sık arar ve bakanın taleplerini iletirler.” İtiraf bu, bakanın talebini iletiyor, bakan ne demiş? “Efendim işte, arama yapılacak ha, hazırlı olun.” Kime iletecek? Bakanın talebini iletecekler. Kime iletecekler? Kırıkkale Belediye Başkanına iletecekler. “Evet, talep iletiyorlar mı?” “Evet, talep iletiliyor” deniyor. Şimdi burada önemli bir ayrıntı var değerli milletvekilleri. Koruma müdürü kimdir, özel kalem müdürü kimdir? Koruma müdürünün görevi nedir, özel kalem müdürünün görevi nedir? Koruma müdürü adı üstünde, bakanı darba karşı ya da herhangi bir yasadışı olaya karşı korumakla görevi olan kişidir, eğitimi bunun üzerine almıştır. Özel kalem müdürü ise bakanın her türlü faaliyetini, gezilerini organize eden, görüşmelerini ayarlayan, telefonlarını bağlayan, o konudaki bütün bakanla yakın ilişkilerde olan kişidir. Dolayısıyla koruma müdürleri bakanların taleplerini bildirmezler, bakanın talebi varsa bildirecek olan özel kalem müdürüdür. Sanki biz bu ayrıntıları bilmiyormuşuz gibi, sanki biz devleti bilmiyormuşuz gibi, sanki milleti enayi yerine koyarak, bu yanıtları vererek bizi aldatacaklarını sanıyorlarmış gibi. Biz aldanmayız, biz doğruları her yerde her ortamda ısrarla söyleyeceğiz ve arkasında duracağız.

Bir başka soru soruluyor: Bakanlıktan arandıktan üç dakika sonra siz Deniz Feneri şüphelisi Mustafa Çelik’i arıyorsunuz. Bu durum aldığınız bir haberi iletmek maksadıyla aradığınıza dair kuvvetli bir şüphe oluşturuyor. “Veli Korkmaz diyor ki “Bu tamamen tesadüf, Mustafa Çelik “Benim otuz beş yıllık dostumdur, her gün konuşurum kendisiyle”

Ve arkadan bir soru daha: Cep telefonundan arıyorsunuz, sonra da “sabit telefona geçiyorum” diyorsunuz neden? Veli Korkmaz yanıt veriyor: “Bu da benim sık yaptığım bir yöntemdir. Cepten uzun konuşma yapmam, sabit telefondan konuşurum. Akşam eve gelmişim, arkadaşımı arıyorum, ailelerimiz de tanışıyorlar, onlar da konuşacaklar, bu yüzden sabit telefondan konuşmayı tercih ettim.” Diyorum ya, konuştukça batıyorlar. Şimdi nasıl batıyorlar? Birincisi şu: Koruma müdürü Kırıkkale Belediye Başkanını resmî telefondan arıyor, yani kendi üstüne kayıtlı telefondan arıyor, öbürü de İçişleri Bakanının özel kalemine bağlı, özel bürosuna bağlı telefon, iki telefon resmî. Arıyor onu, güzel. Ne yapması lazım eğer arkadaşıysa? Aynı telefondan Mustafa Çelik’i araması lazım ama aynı telefondan aramıyor, aynı cep telefonundan aramıyor. Bir başkasının üstüne kayıtlı olan cep telefonundan Mustafa Çelik’i arayarak sabit numara istiyor, altını çiziyorum, bir başkasının cep telefonundan, bir başkasının üstüne kayıtlı olan cep telefonundan –ki o kimin üstüne kayıtlı o da bizde var- arayarak sabit numara istiyor. Geliyorum bir başka yalana: Efendim ben cep telefonundan arıyorum, sonra basit telefondan arıyoruz ailecek görüşüyoruz. Allah aşkına ailecek siz gecenin yarısında belediyeden mi görüşüyorsunuz? Sen aileni, çoluk çocuğunu o saatte belediyeye mi getirdin? Çünkü sabit telefon belediyenin telefonu, belediyenin telefonundan sen gece kalkıyorsun Mustafa Çelik’i arıyorsun, sabit telefondan arıyorsun, ailelerimiz konuşacaktı. Git evinden konuş.

Bir yalan daha: “Efendim akşam eve gelmişim” diyor. Hangi eve gelmişsin sen? Eve gitmemişsin kardeşim, hâlâ belediyedesin sen, haber yetiştirmek peşindesin sen. Diyorum ya, konuştukça batıyorlar ve biz bunun peşini bırakmayacağız.

Sayın Beşir Atalay sonra bir başka programda da diyor ki “Benim ofisimden herkes aranır” Bir bakan bunu söyleyemez. Bir bakanın özel kaleminden herkes aranmaz, bakanın gerek duyduğu kişiler aranır. Orası yol geçen hanı mı? O zaman vatandaşlar da gelsin oradan telefon etsinler madem herkes aranıyorsa oradan. İkincisi “Ben o tarihte bölgenin milletvekiliyim” diyor Beşir Atalay. Sen milleti kandırıyorsun, o tarihte sen Kırıkkale’nin değil, Ankara’nın milletvekilisin niye doğruyu söylemiyorsun bu millete.

Ve diyor ki “Korumaya sordum, koruma ne konuştuğunu bilmiyor, hatırlamıyor.” Sonra gazetelerden öğrendik, koruma müdürü sormuş, savcı soruyor: “Arkadaş sen, Kırıkkale Belediye Başkanıyla ne konuştun?” “Efendim bakan Kırıkkale’ye gidecekti, onu haber verdim.” gazetede yer alan ifade bu. Onu da araştırdık. Bakan ertesi gün Kırıkkale’ye gitmiyor, Bakan Irak’a gidiyor. Bu kadar yalanın üst üste geldiği bir yerde bizim söylediklerimizin doğruluğu hâlâ anlaşılmıyor mu? Ey ahlak neredesin, üç kez kapıya vur belki AKP duyar.

Bakın haberi vereyim. 14 Ekim 2009 gece 22.30, 14 Ekimde gece haber veriyorsunuz; 15 Ekim, delilleri karartmak için bir gününüz var; 16 Ekim arama kararı veriliyor, bu kadar tesadüf olur mu arkadaşlar? Bir de bana diyorlar ki “Bunu ispat et.” Bir fıkra anlatmıştım ama fıkrayı biraz değiştirerek Sayın Ahmet Hakan yazmış, fıkrayı benim bildiğim şekliyle anlatayım: Adam şüpheleniyor, acaba karım beni aldatıyor mu diye bir dedektif tutuyor. “Ya sen bu işi çözersin, bak bakalım biz bir kuşkuya kapıldık, burada bir şey var mı yok mu” diye. “Olur, bu benim görevim zaten” diyor. Parasını alıyor başlıyor izlemeye. Adam sabah işine gittikten sonra kadın bir süre sonra süslenip püslenip dışarı çıkıyor, bir pastanede genç, yakışıklı birisiyle buluşuyorlar. Gayet güzel bir sohbet devam ediyor. Adam hepsini fotoğraflıyor. Sonra adamın evine gidiyorlar. Kadın soyunuyor, adam ceketini çıkarıyor, tam o ara bakıyor perdeler açık hemen perdeyi kapatıyor. Dedektif diyor ki “Vallahi bundan ötesini tespit edemedik çünkü perdeleri kapattılar.” Adam dizine vuruyor “Bak, yine ispat edemedik” diyor. Ne diyeyim şimdi ben, ne söyleyelim. Hangi uygar ülkede, ahlakın siyasette odak olduğu bir ülkede bu kadar rezilliklere göz yumulur. Daha ne yapayım ben. Bir dön kendine bak, bu kadar tesadüf üst üste gelebilir mi? Ve beni şaşırtan, Sayın Başbakanın uzun süre sessizliğini koruması ve sonunda Kızılcahamam’da konuşması. Bir kendisine sormuyor, sen bu ülkenin Başbakanısın, sormuyor musun dönemin İçişleri Bakanına ya arkadaş, adam diyor ki “Arama yapılacağını bize önceden haber verdiler” kim o haberi verdi diye, bu soruyu dâhi sormuyorsun sen, sen hangi ahlaktan bahsediyorsun, hangi siyasi ahlaktan bahsediyorsun sen.

Bir yargı belgesinde güzel bir cümle var, bir yargı üyesi kullanmış, o cümleyi izninizle okumak istiyorum. “Hırsız evin içindeyse kilit işe yaramaz.” Hırsız evin içinde kilit işe yaramıyor. Eğer bir insanın ar damarı patlamışsa istediğiniz belgeyi, istediğiniz dokümanı koyun, ar damarı patlayan bir insandan hiçbir şey beklenmez.

Değerli milletvekilleri, bir şeyin arkasını bırakmayacağız, bize atılan yalanların ve iftiraların arkasını bırakmayacağız; bugüne kadar bıraktık, bundan sonra bırakmayacağız. Başbakan ayakları yerden kesildikten sonra, efendim Alman vakıfları aracılığıyla CHP’li belediyeler aldıkları kredilerle PKK’ya finans desteği sağlıyorlarmış. 2 Ekim 2011 Pazar günü söylüyor bunu ve ben Salı günü burada Grup toplantısında şu çağrıyı yaptım Sayın Başbakana: Bir Başbakan karnından konuşmaz. Başbakan vakit geçirmeden hemen bugün ima ettiği CHP’li belediyelerin isimleriyle birlikte bildiği her şeyi en küçük ayrıntıyı gizlemeden, atlamadan kamuoyuna açıklasın. Şerefli bir Başbakanın yapması gereken budur. Üzerine basarak tekrar söylüyorum. Bu konuda ne bilgi ne belge varsa gizlice benimle değil, televizyonların ve basının önünde Türk halkıyla paylaş dedim. Sesini çıkardı mı? Çıkarmadı. Ben bir yalanın peşindeyim. Cumhuriyet Halk Partili belediyelere iftira atıyorsun. İftira atmak bir Başbakana yakışır mı? Yalan söylemek bir Başbakana yakışır mı? Çıkıp konuşsun, bir tek CHP’li belediyeyi suçlayamaz, çıkıp konuşsun. Bir hafta süre var, konuştu konuştu, konuşmadıysa gensoru vereceğiz gelip Mecliste konuşsun. O sanmasın ki biz bu olayların peşini bırakacağız diye, yalan söylemek bir başbakana yakışmaz. Başbakan çıkar milletin önüne doğruları söyler. Olabilir, eksiğimiz olabilir, yanlışımız olabilir, yanlışımızı gideririz, eksiğimizi gideririz. Bir şeyi yanlış yapmışsak onu da düzeltiriz ama sen Başbakansın, sen bu halka doğruları söylemek zorundasın, söyleyeceğin lafı kırk kez tartacaksın, ölçeceksin biçeceksin sonra konuşacaksın, yoksa öyle kafandan estiği gibi konuşursan işte gelir ayağına dolanır senin. Bir şey daha söylemiş Kızılcahamam kampında, bizim belediyeleri suçlamış, belediyelerle ilgili, geçmişteki Çankaya Belediyemizi suçluyor, bunlar yapıldı siz ne yaptınız falan diye.

Değerli milletvekilleri, ben Sayın Başbakana Kayseri Büyükşehir Belediyesinde rüşvet toplayan adamın kendi el yazısıyla tuttuğu defterin fotokopisini gönderdim. Defter nerede? Defter mahkeme dosyasında. O defteri incelemeyi, soruşturmayı yapan dönemin savcısı görmüyor arkadaşlar dikkatinizi çekiyorum, dönemin savcısı görmüyor o defteri. Ben defteri Başbakana gönderdim. Bunu niye gönderdim? İyi niyetle, böyle bir olay var, bu olayın üzerine gidin soruşturun. Biz kimseyi peşinen suçlu ilan etmiyoruz ama gidin soruşturun bu olayı diye. Sayın Başbakanın verdiği yanıt: Efendim, o defterin altında rüşvet toplayan adamın imzası yokmuş, pes yani. Rüşveti toplayan adam zaten benim defterim diyor. İnanmıyorsan gönderirsin bunu adli tıbba, incelerler yazının ona ait olup olmadığını, adam da zaten “Evet, rüşveti ben topladım” diyor. O zaman dedim ki, bu rüşvet defterini yakana as ve öyle gez, bunu söylemek benim için zorunlu oldu artık. Çankaya Belediyesiyle ilgili de suçlamayı yaptı. Şu Ankara Cumhuriyet Savcılığına yazdığımız yazı arkadaşlar, soruşturun diye yazdığımız yazı. Altında dönemin Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreterinin imzası var. Bunu da Sayın Başbakana göndereceğim, bunu da soldaki yakasına assın; sağdaki yakasına rüşvet defteri, soldaki yakasına da yolsuzluklar konusunda CHP ne kadar duyarlıdır bunu görsün diye.

Bizi kendi partisiyle karıştırmasın. Biz temiz insanlarız, biz düzgün insanlarız. Biz bu memlekette tüyü bitmemiş yetimin hakkı yenmesin istiyoruz. Biz bu memlekette temiz siyaset olsun diyoruz, siyaset kirlenmesin diyoruz, ahlak egemen olsun diyoruz, toplumun her kesimine egemen olsun diyoruz ahlak, bunu istiyoruz biz. Bunu istiyoruz ama bunu istediğimiz için suçlu ilan ediliyoruz. Ben ona öyle örnekler veririm ki altından kalkamaz. Sadece Kayseri örneğini verdim, o savcının hazırlayamadığı dosyanın çok daha güzelini hazırladık Kayseri Savcılığına teslim ettik, mal varlıklarına kadar hepsini tespit ettik biz, yani senin savcının yapmadığını Cumhuriyet Halk Partisi yaptı. Elazığ’da bir AKP’li belediye meclis üyesi, bakın CHP’li değil, “yolsuzluklar var burada” diyor, “rezalet var burada” diyor. CHP’li olsa yine iftira atıyor diyeceklerdi vesaire. Söyleyen adam düzgün bir insan, temiz bir insan, AKP’li bir insan diyor ki “Burada yolsuzluk var.” adamı darp ediyorlar, Başbakan bir şey söyledi mi? Ben bu kürsüde dile getirdim söyledi mi? Hayır. Şimdi ben merak ediyorum, belediye konusunda biz bunları yapıyoruz, kendisi ne yapacak acaba? Biz yolsuzlukların üzerine gidiyoruz; o, yolsuzluk yapanların sırtını sıvazlıyor. Sen Başbakansın, hiç düşünmüyor musun ya, tüyü bitmemiş yetimin hakkını topladılar bunlar, din iman diye topladılar, arama kararından önce adama haber verdiler ve senin kılın bile kıpırdamıyor, bu mudur ahlak? Ben bunu sormayacak mıyım? Soracağız, sormak zorundayız. Bu bizim görevimizdir.

Değerli milletvekilleri, dokuz yıldır iktidardalar, dokuz yıldır ülkeyi yönetiyorlar. Dokuz yılda her şeyi har vurup harman savurdular. Bu beceriksiz hükümet, kötü yönetimlerin bedelini halkımıza ödetmeye başladı, AKP halkın sofrasına el uzatmaya başladı. Neyle? Zamlarla. Bu zamlar okulların açıldığı, kışın gelip kapıya dayandığı bir zamanda yapıldı. Halkın en fazla geçim ihtiyaçlarının olduğu, paraya en fazla ihtiyaç olduğu dönemde bir zam furyasıyla karşı karşıya kaldılar. Peynirden ekmeğe, meyveden sebzeye her şeye zam geldi ve her şey yüzde 25 pahalandı. Hiç endişelenmeyin daha turpun büyüğü heybede, oradan gelecek, daha yeni zamlar gelecek. Daha zamların bir kısmını vatandaşlarımız hissetmedi, daha onları da göreceğiz.

Başbakan başta olmak üzere hükümetin bakanları hem zam yapıyorlar hem de bu asil milletle alay ediyorlar. İnsaf denen bir şey var. Bu hükümet, bu zam tsunamisinden yüzü kızarmadan, üstelik de hiçbir şey olmamış gibi suyun üstüne çıkarak, halkı da bir anlamda aşağılayarak “Ben zam yapıyorum ya, sesinizi kesin” diyebilecek bir noktaya gelmiş. Bakın değerli arkadaşlar, bir de bunlar her birisi ayrı telden çalmayı çok seviyorlar. Maliye Bakanı diyor ki, “cari açığı indirmek amacıyla biz bu zamları yaptık” ekonomiden sorumlu bir başka bakan İspanya’dan konuşuyor “Vergi gelirlerini carı açığı kapatmak için değil biz bu zamları yapmadık, bu zamlar vergi gelirlerini belli bir noktada tutmak için yapıldı.” Ee az mı bir başka başbakan yardımcısı da televizyonda boy gösteriyor “Bu zamlar vatandaşı etkilemeyecek, birkaç kişiyi etkileyecek” diyor. Değerli arkadaşlar, halka bu zulmü öngörüyorsunuz, bari önce kendi aranızda anlaşın bakalım. Kazaen Cumhuriyet Halk Partiden iki genel başkan yardımcısı farklı şeyler söyleselerdi ne olurdu, ne olurdu Allah aşkına? Kıyamet kopardı. Bunların hepsi ayrı telden çalıyor, üstelik halkla alay ediyorlar şu medyanın düştüğü hâle bakın Allah aşkına, kimse korkudan kalem oynatamıyor. Başbakan da milletin gözünün içine baka baka sıkılmadan, “Porsche yerine fiyata binin” diyor. Sanki gemicikleri, gemileri olan bizmişiz gibi, halkmış gibi. Onlar tabii gemilere, gemiciklere bindiler şimdi de Porsche binecekler. Sensin kardeşim, senin çocukların, senin yedi göbeğin herkes bu pastadan payını aldı; git bakanlarına bak, bak bakalım, gör bakalım onları. Siz dünyalığınızı yaptınız, köşeyi döndünüz, yırtık ayakkabıyla siyasete girip şimdi nerelerde oturuyorsunuz bu millet bilmiyor mu bunu. Bir başkası da sıkılmadan zamlara “Efendim güncelleme yaptık” diyor. Karaman’da bir emekli dedi ki “Kemal Bey, Allah aşkına bir sorar mısın, bizim emekli aylıklarında da güncelleme yapacaklar mı?” O arkadaşıma dedim ki, sizin emekli aylıklarında güncellemeye gerek yok çünkü siz refah içinde yaşıyorsunuz; Allah bilir Porsche biniyorsunuz benden de gizliyorsunuz. Evet bir başkası da diyor ki “Fakiri ilgilendirmeyen zam diyor bu zamlar.”

Ekonomik kararlar, toplumun geniş kesimlerini ilgilendiren Ekonomik kararların ekonomik Sosyal Konsey’de alınması lazım. Ekonomik Sosyal Konsey, bir anayasal kurum arkadaşlar, en son referandumda anayasal kurum oldu. Yasasına göre üç ayda bir toplanması lazım, en son ne zaman toplandı? Tarihine vereyim, 5 Şubat 2009’da toplanmış. Oysa yasaya göre üç ayda bir toplanması lazım, toplanıyor mu? Toplanmıyor. Peki, bu sendikalar, ya arkadaş, bu kadar zam yedik, oturdun sen karar verdin, peki bu Ekonomik Sosyal Konseyi bir de getirdin Anayasal kurum hâline getirdin, niye bunu böyle yaptın diyorlar mı? Sendikalar diyor mu? Bir iki sendika dışında herkes korkudan köşeye çekilmiş bekliyor. Aman CHP muhalefet yapsın, hiç değilse bizim derdimiz dile getirilmiş olur. Buradan söylüyorum, korkunun ecele faydası yok, hep beraber ayağa kalkıp hep beraber mücadele edeceğiz, hep beraber kavga vereceğiz, hep beraber mücadele edeceğiz ki Türkiye’yi aydınlığa çıkaralım.

Gemicikleri olanlar Porsche binebilirler, pahalı arabalar, dört çekerler onların altında, bizde öyle bir şey yok, halkta da öyle bir şey yok. Sen doğal gaza zam yapıyorsun, kişin başında daha, vatandaş bu faturayı nasıl ödeyecek? Elektriğe zam yapıyorsun vatandaş bu faturayı nasıl ödeyecek? Efendim neymiş, Porshe konusunda Sayın Başbakan duyarlıymış. Bazı yorumcuları anlamakta da zorluk çekiyorum. “Efendim, Recep Tayyip Erdoğan nasıl su üstüne çıktı” diye. Sen destek verirsen su üstüne çıkar tabii. Sen sırtını sıvazlarsan su üstüne çıkar tabii. Sen, “Recep Tayyip Erdoğan halkı iyi eziyor, halk da bundan memnundur” diye yazarsan, tabii o da, alır yolunu gider. Yani şimdi ben merak ediyorum, bu halk doğal gaz yerine tezek mi yaksın? Sıra tezeğe gelecek. Ekmek bulamayanlarda pasta yesinler diyecek Başbakan, ben ondan da eminim, ekmek bulamıyorsanız pasta yiyin diyecek.

Değerli milletvekilleri, bunların ruh hâlini iyi anlamanız gerekiyor. Bunların yaptıkları ekonomik cehaletten kaynaklanmıyor, bunların yaptıkları bilgisizlikten kaynaklanmıyor, bir bilgisizlik ürünü değildir; bu hükümet artık halka yabancılaşmış bir hükümettir. Eğer Porsche diyorsan, dönüp millete, yaptığın bu zamlara gerekçe olarak onu gösteriyorsan artık sen halktan kopmuşsun demektir. Halkın dertleriyle artık bunlar dertlenmiyorlar, halkın sıkıntıları artık bunların içinde yok. Kendilerinin bir eli yağda bir eli balda; halk perişanmış hiç umurlarında bile değil. Her birinin sülaleleri, yakınları, bundan sonraki çocuklarını da geçindirebilecek zenginleştiler bunlar. Bunlar halkı tamamen unuttular. Bunlar bir de diyorlardı ki “Biz vizyon sahibiyiz.” Köşe yazarları, yalakalar, kusura bakmasınlar onlara yalakalar diyorum, o yalakalar... …efendim neymiş, vizyon sahibiymiş bunlar. Kim vizyon sahibi değilmiş? CHP vizyon sahibi değilmiş, AKP’liler vizyon sahibiymiş. Vizyon sahibi olmak ne demektir? Hesabını kitabını yaparsın, planını çıkarırsın ve hedefi tutturursun, biz de deriz ki evet bunlar vizyon sahibi. Oturdular hesabını kitabını yaptılar, sonuçları da tutturdular. Gidersin elini sıkarsın ve kutlarsın. Size bir sürü şeyden örnek vermeyeceğim, tek bir şeyden örnek vereceğim bunların ne kadar vizyon sahibi olduklarını görmek için. 2011’de, bir yıl önce, diyorlar ki bizim cari açığımız 42 milyar dolar olacak, öyle vizyon, hesap öyle, hatta tam rakamı vereyim, 42,2 milyar dolar diyorlar. Bir yılın sonunda gerçekleşen ne? Gerçekleşen 42 milyar dolar değil 72 milyar dolar. Sevsinler senin vizyonunu, senin vizyonun bu mu? Bir yılda yüzde 100’e yakın sapma var. Ve şimdi zam yapıyorlar, diyorlar ki “Ne yapalım, cari açık var.” Allah aşkına cari açığı ben mi çıkardım? Yani kendilerinin hiç kabahati yok, bu cari açık yüzünden biz bu zamları yapmak zorunda kalıyoruz. Dokuz yıldır bu ülkeyi başka birisi mi yönetiyor da? Başka birisi mi geldi de bu ülkeyi yönetti? Dokuz yıldır yönetiyorsun, şimdi geldin zamları cari açığa bağlıyorsun. Kardeşim sana defalarca söyledik, bu ekonomi böyle yönetilmez, böyle gidersen duvara çarparsın ve geldin duvara çarptın. Şimdi gerekçe? Cari açık var, o nedenle biz bu zamları yapıyoruz. Cari açığı kim çıkardı ortaya? Sen iktidar değil misin? Sen Başbakan değil misin? Hani, muhalefet geleneği var ya, o da muhalefet yapacak. Ah şu cari açık, şu cari açık olmasa biz bu ekonomiyi ne güzel yönetiriz. Sensin bu işin başında, ekonominin başında sensin. Her bakanın ayrı telden çalıyor, hatta bir bakan, cari açığı önlemek için –Sayın Öztrak hatırlar bir toplantıda- efendim bir madde var. Otomobillerle ilgili bir fitil, onu biz üretirsek cari açık kapanacakmış. Güldük tabii. Nasıl Bakan, nasıl böyle bir yorum yapılır, Allah akıl fikir versin.

Değerli arkadaşlar, dokuz yıldır gelinen nokta, ahlaksız rant ekonomisinin doğurduğu bir sonuçtur. Ahlaksız rant ekonomisinin doğurduğu bir sonuçtur. Dokuz yıl boyunca birileri havadan zengin edilmiştir. Havadan derken havadan değil tabii, birilerinin cebinden alacaksın birilerine aktaracaksın. Fatura çıktı. Kime çıktı? Halka çıktı, halkın cebinden alacaksın, birilerine aktaracaksın; bunun adı ekonomi politikası. Ne ekonomi politikası? AKP’nin ekonomi politikası, fatura halka çıktı, hep beraber görüyoruz. Açıkça ifade edersek, yiyip yutanlar başkalarıdır, hesabı ödeyenlerde başkalarıdır, bu noktaya geldik. Bu üretimsiz, ahlaksız, vicdansız, adaletsiz ekonomi politikalarını tarihe gömmek Cumhuriyet Halk Partisinin başka gelen görevlerinden birisidir.

Değerli milletvekilleri, sizler de gazetelerden okuyor, televizyonlardan izliyorsunuz. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde kitleler eylemler yapıyorlar, adalet istiyorlar, sosyal adalet istiyorlar, sömürüye karşı direniyorlar. Dikkatinizi çekerim, bu ülkelerde kişi başına gelir öyle 5-10 bin dolar değil, kişi başına gelir 35-40 bin dolar olan ülkelerde halk adalet istiyor, halk sömürüye karşı çıkıyor. Çok önemli bir noktadayız. Sosyal demokrasinin kapıları evrensel olarak açılıyor. Türkiye’de sosyal demokrasiyi temsil eden tek parti var, o partinin adı da Cumhuriyet Halk Partisidir. Türkiye’nin ihtiyacı her geçen gün daha iyi anlaşılıyor. Halka doğruları söyleyen, halkın çıkarlarını koruyan, halk için çalışan, işçisi, memuru, köylüsü, emeklisi herkesin hakkını koruyan; sanayicinin hakkını koruyan, üretimi teşvik eden, üretimi baş tacı yapan bir politikayı Türkiye’ye getirecek olan parti Cumhuriyet Halk Partisidir. Kimseden umutsuzluk içine girmesini istemem, hiç kimse umutsuzluğa kapılmasın, Türkiye büyük bir ülkedir, Türkiye geleceği olan bir ülkedir, Türkiye bu yapay sorunları, AKP’nin getirdiği bu sorunları aşabilecek güçtedir. Bunu aşacak olan iktidar Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarı olacaktır. Bunu aşacak olan kadrolar Cumhuriyet Halk Partisinin kadrolarıdır. Bundan kesinlikle bütün yurttaşlarımın emin olmasını isterim. Bilmeliler ki bu ülkede halkın çıkarlarını sonuna kadar savunacak olan, koruyacak olan Cumhuriyet Halk Partisi vardır.

Kamer Bey, Deniz Feneri’yle geziyorsun, öyle mi fenerle geziyorsun? O feneri elinizde tutun ve gezdirin. Diyojen de diyordu “Gölge etmeyin başka ihsan istemeyiz.” Belki fenerin ışığını ahlaklı bir adam görürde AKP içinden, ya şu rezalete de son verin diye sesini yükseltir, öyle birisini bekliyoruz biz.

Son olarak şunu söyleyeyim: Bütün yurttaşlarımın bilmesini istiyorum, AKP çözümün partisi olmaktan çıkmıştır. AKP statükonun partisidir. Değişimin, dönüşümün, devrimin halkın çıkarlarını savunan parti artık Cumhuriyet Halk Partisidir. Türkiye’yi rahatlatacak ve Türkiye’ye yeni bir sıçrama yaptıracak değişimin adresi Cumhuriyet Halk Partisidir. Yeni umutlarla güzel gelecek için hepinize saygılar sunuyorum."