17.01.2017

17 Ocak 2017 tarihli TBMM Grup Konuşması

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU:

-ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ GERÇEKLEŞİRSE BİR DİKTATÖR YARATIRIZ 

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Bu Anayasa değişikliği gerçekleşirse, her şeye dokunan ama kendisine dokunulmayan bir diktatör yaratırız. Bu Anayasa değişikliği gerçekleşirse rejim tamamen değişecek, parlamenter demokratik rejimden otoriter başkanlık sistemine geçilecektir. Hiçbir vatandaşın can ve mal güvenliği olmayacaktır. Yargı, sadece saraya çalışacaktır. Adalet, tamamen iflas etmiş olacaktır. Yönetimi denetleyecek hiçbir güç kalmayacaktır. Devlet yönetimine zorbalık hâkim olacaktır. Konuşan, doğru içeri; eleştiren, doğru içeri. Bir kişi hem hükümet, hem Meclis, hem mahkeme olacak. Eğer bu Anayasa değişikliği geçerse Meclisi mezara, demokrasiyi de tarihe gömmüş olacağız. Biz buna “Hayır” diyoruz.” dedi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:




Değerli arkadaşlarım, değerli konuklarımız, bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarım, sevgili gençler; hepinize en içten selamlarımızı, saygılarımızı gönderiyoruz. Hep birlikte mücadele edeceğiz, emin olun başaracağız çünkü biz haklıyız, davamızda haklıyız. Türkiye’nin özgür olmasını istiyoruz. Türkiye’nin bağımsız olmasını istiyoruz. Türkiye’nin kimsenin önünde eğilmemesini istiyoruz. Onurlu, vakur bir Türkiye istiyoruz.

TERÖRÜ HER ORTAMDA LANETLEDİK , YİNE LANETLİYORUZ

Elbette ki bunları istiyoruz ama acı olaylar arka arkaya geliyor ve duyuyoruz. Diyarbakır Sur’da 4 polisimiz şehit oldu, hayatını kaybetti. Allah’tan rahmet diliyoruz, ailelerine başsağlığı diliyoruz, hepimizin başı sağ olsun diyoruz. Yaralılarımız var, onlara da acil şifalar diliyoruz. İnşallah kısa süre içinde sağlıklarına kavuşur ve görevlerinin başına gelirler.

Bu arada sevinçli bir olayı da ifade etmek isterim. Reina saldırısını yapan katil yakalandı. Güvenlik güçlerimize özellikle İstanbul’daki polis arkadaşlarımıza yürekten teşekkürlerimizi sunuyoruz. Onları hep beraber alkışlayalım. Polis arkadaşlarımızın zor şartlarda görev yaptıklarını biliyoruz, günün yirmi dört saati çalışıyorlar. Söyledim, yine söyleyeceğim, polise, askere sıkılan her kurşun millete sıkılmış demektir, asla kabul etmiyoruz, asla. Terörü her yerde ve her ortamda lanetledik, yine lanetliyoruz. Her birlikte mücadele edeceğiz, onurumuzla, dik duruşumuzla mücadele edeceğiz. Onlara, terörle bizi yıldırmaya çalışacaklar, yılmayacağız, inançlarımızdan asla ödün vermeyeceğiz. Türkiye’yi ve halkımızı sonuna kadar savunacağız. 

Ülkemizi seviyoruz, birliğimizi ve bütünlüğümüzü savunuyoruz, cumhuriyetimizi korumak istiyoruz. Demokratik ve parlamenter sistemimizin güçlenmesini istiyoruz. Nasıl polis arkadaşlarımız Reina katilini yakaladılarsa aynı başarıyı Adil Öksüz için de bekliyoruz. İnşallah onu da yakalar, adaletin önüne çıkarırlar.

SÖZ KONUSU VATANSA GERİSİ TEFERRUATTIR

Sevgili vatandaşlarım, değerli konuklarımız; Anayasa görüşmelerinin birinci turu tamamlandı. Bütün milletvekili arkadaşlarıma özellikle grup başkan vekili arkadaşlarıma, hepinizin önünde teşekkür ediyorum. Yürekli, onurlu, Cumhuriyet Halk Partisine yakışan bir mücadeleyi verdiler. İç Tüzük’ün bize verdiği bütün haklarımızı kullandık. Baskıya maruz kaldık, hukuka uymadılar ama her seferinde bunları uyarmak gibi bir görevi arkadaşlarım yerine getirdiler. Dolayısıyla, bütün milletvekili arkadaşlarıma, baskıya rağmen, hele hele öyle aymazlar çıktı ki bir kadın milletvekiline saldıracak kadar kendinden geçenlere rağmen, onurla mücadelemizi sürdürdük. Baskılar bizi yıldıramaz, ben de biliyorum, zaten onların gücü de bize yetemez arkadaşlar, biz haklıyız. Bizim mücadelemiz, Türkiye’nin bekası mücadelesidir. Bizim mücadelemiz, bayrak mücadelesidir. Bizim mücadelemiz, cumhuriyet mücadelesidir. Bizim mücadelemiz, vatan mücadelesidir. Onun için söylendi, biz de söylüyoruz, "Söz konusu vatansa gerisi teferruattır." Bizim mücadelemiz budur.

SARAYDA ODA KAPMA MUHALEFETİ DEĞİL, VATAN, MİLLET, BAYRAK MÜCADELESİ YAPIYORUZ

Bizim, tarihe karşı sorumluluğumuz var, ülkemize karşı sorumluluğumuz var, bayrağımıza karşı sorumluluğumuz var, çocuklarımıza karşı sorumluluğumuz var; biz muhalefeti bu sorumluluk anlayışı içinde yapıyoruz. Sarayda oda kapma muhalefeti değil, vatan, millet, bayrak mücadelesi yapıyoruz. Hırslarımızı tatmin etmek için siyasi bir mücadele yapmıyoruz, ön yargılarımızla siyaset yapmıyoruz, öç alma duygusuyla, hele hele cumhuriyetten öç alma duygusuyla siyaset yapmıyoruz. Dicle kenarında bir koyun kaybolduğu zaman, o koyunun siyaseten sorumlusu kimdir, onun için siyaset yapıyoruz. Biz, “ben ve yandaşlarım kazansın, gerisi hiç önemli değildir” anlayışıyla siyaset yapmıyoruz. Herkes kazansın, zenginliği eşit paylaşalım, onurlu paylaşalım, yoksulluğu bu ülkeden tamamen silelim diye siyaset yapıyoruz. “Ben hesap vermem, kimse benden hesap soramaz” anlayışıyla siyaset yapmıyoruz. Siyasetçinin ana görevi vatandaşına hesap vermektir. Hesap vermekten kaçınan siyasetçinin bu ülkeye faydası yoktur, hep zararı olmuştur. Zenginin çocuğu bedel ödesin, askere gitmesin; fakir fukaranın çocuğu askere gitsin diye siyaset yapmıyoruz. Siyaset, terörle mücadeleyse hepimiz, birlikte yapalım. Hükümet edenlerin, Ankara’daki beylerin çocukları askere gitmeyecek, Fırat Kalkanı’na gitmeyecek, eski 30-35 derecede hava koşulunda terörle mücadele etmeyecek, fakir fukaranın çocuğu gidecek, bunun adına da “Siyaset” diyeceksiniz. Böyle siyaset yere batsın diyorum.

UYARDIĞIMIZ HER KONUDA HAKLI OLDUĞUMUZ ORTAYA ÇIKTI
İktidar sahiplerinin yanlış yapmasını istemiyoruz, iktidar sahipleri ülkeyi doğru yönetmelidir. Elbette hata yapılabilir, hata insana özgü bir şeydir, hata yapabiliriz, hepimiz yapabiliriz, kurumların da eksiklikleri olabilir ama önemli olan, hatadan ders çıkarmaktır, aynı hataları tekrar etmemektir. Hatadan ders çıkarırsanız tarihi tekerrür ettirmezsiniz. Tarihin tekerrürü siyasetçilerin hatalarından kaynaklanmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, bakın on beş yıldır ülkeyi yönetiyorlar. Defalarca uyardığımız konular var, her seferinde uyardığımızda bizi suçladılar. Bugün haklı olduğumuz çıktı ortaya hepsinde. Bir Allah’ın kulu çıkıp, elini vicdanına koyup "CHP’nin şu konudaki eleştirisi haksızdır" diyemez. Doğrunun yanında olduk, doğruyu hep savunduk, doğru yasa getirdiklerinde destek verdik. Bazı yasalar Parlamentodan oy birliğiyle çıktı, çünkü doğruyu savunmak bizim görevimiz, ama yanlışın karşısında durmak da bizim görevimiz. Siyaset, özellikle yönetenler hata yaparlarsa bunun faturasını vatandaş çekiyor.

Nerelerde hata yaptılar? Bakın değerli arkadaşlarım, Ergenekon, Balyoz davalarını düşünün. Defalarca söyledik “Yanlış yapıyorsunuz” dedik. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne tarihinde en büyük darbeyi Ergenekon, Balyoz davalarıyla vurdular. Pek çok komutanı yıllarca hapse attılar, bu insanların hiçbir günahı yokken. İnsanları ölüme gönderdiler; intiharlar oldu. Sonra dediler ki “Ya, bir hata yapmışız. Bir kumpasa biz teslim olduk.” Peki, bunun faturasını kim ödedi? Askerler ödedi, öğretim üyeleri ödedi, masum insanlar, aileler, çocuklar ödedi. Döndük, FETÖ davası, devam ediyor, daha açılacak, siyasi ayağı henüz ortaya çıkmadı. Defalarca uyardık, araştırma önergeleri verdik, "Yapmayın, etmeyin" dedik. "Devletin içinde ikinci devlet olmaz" dedik. “Efendim, biz paralel devlet yaratıyoruz” dediler. “Aynı menzile beraber yürüyoruz” dediler. 15 Temmuz darbesi oldu, şimdi diyorlar ki, “Yanılıyoruz, yanıldık, yanlış yaptık. Allah bizi affetsin.” Allah sizi affeder de, ondan mağdur olan kulları sizi affedecek mi, etmeyecek mi? Ondan mağdur olan insanlar sizi affedecek mi, etmeyecek mi? Bir milyonun üstünde mağdur yarattılar. Binlerce kişiyi açlığa mahkûm ettiler. Yazık günah değil mi bu insanlara? Asıl sorumlu kim, henüz belli değil. Şimdi gelmişler “Biz yanıldık” diyorlar.

ORTADOĞU’NUN KABİLE ŞEYHLERİ BİLE KAFA TUTUYOR, SES ÇIKARAMIYORLAR
Dış politikada, defalarca uyardık; "Yapmayın, yanlış yapıyorsunuz" dedik. Savaş meydanlarından gelen insanlar demişler ki, “Sakın savaşmayın” barışın önemine vurgu yapmışlar özellikle, “Yurtta barış, dünyada barış olsun” demişler. “Bütün komşularımızla iyi ilişkiler kuralım” demişler. Suriye’yi karıştırdık, Irak’ı karıştırdık, İran’la kavga ettik, Mısır’la kavga ettik, Libya ile kavga ettik, Rusya ile kavga ettik, Avrupa Birliği ile kavga ettik, kavga etmediğimiz kimse kalmadı, herkesle kavga ettik. Tırlarla silah gönderdik Suriye’ye. IŞİD’i kanka belledik, IŞİD’e silah gönderdik. “Yapmayın, etmeyin” dedik. "Bir devleti, Türkiye Cumhuriyeti’ni terör örgütleriyle aynı düzeye çekmeyin" dedik, bunları ısrarla söyledik. “Siz Baasçısınız, siz anlamazsınız, siz zaten bilmezsiniz. Biz dünyaya meydan okuyoruz. Dünyada kuş uçsa bize sorulur” dediler. Şimdi, Orta Doğu’nun kabile şeyhleri bile kafa tutuyor, ses bile çıkaramıyorlar. Faturayı kim ödedi? Faturayı hep birlikte biz ödüyoruz, vatandaşlar ödüyor. Bunun sorumlusu kim? On beş yıldır bu ülkeyi yönetenlerdir bunun sorumlusu. Mavi Marmara olayını düşünün “Yapmayın, etmeyin, yanlıştır bu” dedik. “Hayır, Gazze’ye gideceğiz” dediler. Zaten Gazze’de Kızılay var arkadaş, yardım yapacaksan Kızılay aracılığıyla yardımı yap. “Hayır efendim, ablukayı kaldıracağız” Vatandaşlarımız hayatlarını kaybettiler, bütün söylediklerimizi yuttuk, Türkiye’nin itibarını 20 milyon dolara sattık, 20 milyon dolara koskoca Türkiye’nin itibarını sattılar. Şimdi “Yanlış yaptık” diyorlar. 20 milyon dolara koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin itibarı satılır mı? Bu soru, henüz cevaplandırılmış bir soru değildir.

RESMİ RAKAMLARA GÖRE 6,5 MİLYON, GERÇEK RAKAMLARA GÖRE 10 MİLYONUN ÜSTÜNDE İŞSİZ VAR
Ekonomi politikaları, "Yanlış yapıyorsunuz" dedik. "Dolar her zaman böyle bol olmaz" dedik." Dikkatli bir ekonomi politikası üretin" dedik ve şu cümleyi her yerde söyledik: "Türkiye büyüyecekse, kalkınacaksa üreten Türkiye ile olur, üreten Türkiye." Ne üreteceğiz? Katma değeri yüksek ürün üreteceğiz, bunun teşvik edilmesi lazım. Sen, üç tır makine halısı gönderirsin o, bir bavul cep telefonu getirir ve senden daha fazla kazanır. Defalarca söyledik, yanlış politika izliyorsunuz.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, işsizlik geldi, resmî rakamlara göre- yüzde 12’ye dayandı. İş aramaktan umudunu kesenler bunun dışında. Hiçbir kriz döneminde bu kadar yüksek bir işsizlik olmamıştı. Faturasını kim çekiyor? İşsizler çekiyor, onların aileleri çekiyor. Bir evde bir işsiz varsa o evde huzur yok. Anne bekler, oğlum, kızım ne zaman iş sahibi olacak, evlendireceğim oğlumu, kızımı diyor. Ama, annenin babanın eline bakıyorsa ne olacak? Hele hele üniversiteyi bitirmiş ve işsizse ne olacak bu çocuk? Binlerce değil, milyonlarca işsiz var; beş on kişi değil, resmî rakamlara göre 6,5 milyon, gerçek rakamlara göre 10 milyonun üstünde işsiz var. Ne olacak bu ülkenin hâli? Ve her gün işsiz sayısı artıyor. Sadece geçen ay 450 bine yakın kişi işsiz kaldı, işveren dükkânı kapatmış vaziyette, herkesin işine son veriyor. “Nasıl geçineceğim, ben de kazanamıyorum” diyor. Benzin geldi 6 liraya, mazot geldi 5 liraya, çiftçi ne ekecek arkadaşlar? Nasıl ekecek bu çiftçi? Düşünen var mı çiftçiyi?

TARİHİNE SAYGI DUYMAYAN BİR SİYASAL İKTİDAR TÜRKİYE’Yİ TEMSİL EDEMEZ
Eğitim politikalarını şimdi baştan sona değiştiriyorlar, yeni müfredat. Ne yapacaklarmış? Atatürk’ü kaldıracaklarmış, İnönü’yü kaldıracaklarmış! Tarihe saygı duymayan bir siyasal iktidar, kendi tarihine saygı duymayan bir siyasal iktidar Türkiye’yi temsil edemez. Önce kendi tarihine saygı duyacak, kendi tarihine saygı duyacaksın. Bu ülkenin kurtarıcıları vardır, bu ülke için mücadele edenler vardır, neden kendi tarihinden kaçınıyorsun, neden utanıyorsun? Eğitim sistemi, sözde “Milli Eğitim Bakanlığı” milli olacak. Her bakana göre değişiyor eğitim politikaları, nasıl bir millilikse bu? Tabii, her türlü milliyetçiliği ayakları altına aldıkları için eğitim de böyle gidiyor. Hiçbir anne ve baba, Adalet ve Kalkınma Partisine oy verenler dâhil, çocuğunu huzur içinde okula göndermiyor ve eğitim politikasından rahatsız.

Bunların sonucunda ne oluyor arkadaşlar? Bu yanlış politikaların sonucunda; terör aldı başını gidiyor, dolar aldı başını gidiyor, işsizlik aldı başını gidiyor, çiftçi ürettiği ürünün karşılığını alamıyor, ürünü dalda kalıyor, süt üreticisinden tutun da pek çok alanda üretici emeğinin karşılığını alamıyor, hepsinden şikâyet var. Hepsi “Ne olacak bu memleketin hâli?” diye, dönüp kendi kendilerine veya arkadaşlarına soruyorlar, derin bir kaygı var.

TÜRK LİRASI, SURİYE LİRASI KARŞISINDA BİLE DEĞER KAYBETTI

Değerli arkadaşlarım, vatandaş aynı zamanda borç batağında. Emin olun, sokaktaki vatandaşa sorun “Bana beş bakan adı sayın” diye, beş bakan adını bile sayamaz. Kimin yönettiği belli değil, bir yönetim boşluğu var Türkiye’de, kimin ne yaptığı belli değil. Bakanlara bakıyorsun, her birisi ayrı telden çalıyor. Dışişleri Bakanlığı kendi işini bırakmış, bakıyorsunuz Aile ve Sosyal İşler Bakanlığı ile ilgili demeç veriyor. O bakana bakıyorsun, o da Dışişleri Bakanlığı ile ilgili demeç veriyor, kimin ne iş yaptığı belli değil. Peki, sadece bu mu? Hayır. Uyuşturucu kullanımı almış başını gidiyor, fuhuş almış başını gidiyor, kadına yönelik şiddet almış başını gidiyor, çocuklarda cinsel istismar almış başını gidiyor. Gazeteciler, 150’ye yakını hapishanede. Akademisyenler aynı şekilde, işlerinden oldular. On binin üstünde, sadece bir bakanlıktan yüz bine yaklaşan kamu görevlisinin işine son verildi. 1 milyonu aşkın aile mağdur edildi, aç ve açıkta bırakıldı. Bu yanlış politikaların Türkiye’ye getirdiği fatura budur.
Değerli arkadaşlarım, Türk Lirası bir kuruş değer kaybettiğinde bunun reel sektöre maliyeti yani üreten sektöre maliyeti 2 milyar 100 milyon lira. Bugüne kadar 168 milyar liralık bir kayıp var, eski parayla 168 katrilyon liralık bir kayıp var. Bununla dört tane GAP yapılırdı, topluma maliyeti budur işte.

Değerli arkadaşlarım, sadece dolar karşısında mı Türk Lirası kaybediyor? Hayır. Suriye lirası karşısında bile Türk Lirası değer kaybetti, Suriye’de savaş var. Türkiye’nin geldiği tablo budur değerli arkadaşlarım. Bu sorunları çözmek için biz yine bütün samimiyetimizle Hükümete çağrı yapıyoruz: Bu sorunları çözmek için bizden ne istiyorsanız her türlü desteği vermeye hazırız. Kanun mu, getirin Meclise; ekonomiyi güçlendireceğiz, getirin; işsizliği bitireceğiz, getirin; faizleri indireceğiz, getirin, ne istiyorsanız getirin destek vereceğiz, ama getiremezler çünkü ne getireceklerini bilmiyorlar. Türkiye’yi nasıl yöneteceklerini bilmiyorlar. Onun için söyledim, yönetemiyorsan ayrılacaksın kardeşim. Yönetemiyorsan bırakacaksın kardeşim, yönetemiyorsan istifa edeceksin kardeşim.

DEMOKRATİK PARLAMENTER SİSTEMDEN NE ALIP VEREMEDİĞİNİZ VAR?
Şimdi, vatandaşın dikkatini başka yöne çekiyorlar. Efendim, bunların tamamı unutulmuş vaziyette. Esnafın derdiyle kimse ilgilenmiyor, çiftçinin derdiyle, sanayicinin derdiyle, işsizin derdiyle kimse ilgilenmiyor, hükümet de ilgilenmiyor. Neyle ilgileniyorlar? İlla başkanlığı getireceğiz. Bir kişinin arzusu var, illa onu yapacağız. Parlamento, günde on iki saat, on üç saat, on dört saat çalıştı, niçin? İlla başkanlığı getireceğiz. Niye kardeşim? Hangi kanunu istediniz de çıkaramadınız? Hangi kararı almak istediniz de o kararı alamadınız? Hepsini yaptınız. Tek başına iktidar değil misiniz? Tek başınıza iktidarsınız. Siz ülkeyi yönetmiyor musunuz? Siz yönetiyorsunuz Türkiye’yi. Peki, niye başkanlık? İki yıldır fiili başkanlığın Türkiye’yi nereye getirdiğini hepimiz biliyoruz, hepimiz yaşıyoruz, neden illa başkanlık? Demokratik parlamenter sistemden ne alıp veremediğiniz var? Halksa, halk size oy verdi, on beş yıldır tek başınıza gelin, Türkiye’yi yönetin dedi. İstikrar dediniz, istikrar, istikrar, istikrar, buyur gel yönet dedi. Hatta o kadar ki, Diyarbakır’a gidip Diyarbakırlılara dediler ki “Size fabrika değil, buraya modern bir hapishane yapacağız.” Diyarbakırlılar da oy verdi. Onu bile göze aldılar, peki oldu arkadaş? Niye birden bire vazgeçtin, Parlamenter sistemden niye vazgeçiyorsun? İlla otoriter bir başkanlık sistemi olacak, bütün yetkileri bir kişiye vereceğiz. Siz, üst akıldan şikâyet eden değil misiniz? Demiyor musunuz “Türkiye’yi üst akıl bu hâle getirdi” diye. Şimdi, kendi üst aklınızı kendiniz yaratıyorsunuz. Bütün yetki bir kişiye verilir mi? Akıl yok mu? Yüce Yaradan “Aklınızı kullanmıyor musunuz?” diye sormuyor mu? Niye aklınızı kullanmıyorsunuz? Niye bir kişiye bütün aklınızı ihale edip veriyorsunuz?

TÜRKİYE’Yİ BİR PARTİ DEVLETİNE DÖNÜŞTÜRECEKLER
Değerli arkadaşlarım, vatandaşlarıma şunu söylüyorum: Sevgili vatandaşlarım, ben ve Grubum, Cumhuriyet Halk Partililer cumhurbaşkanının tarafsız olmasını isteriz çünkü o, cumhurun başkanıdır. Vatandaşımız seçmiştir, hiç itiraz etmedik. Bütün vatandaşların cumhurbaşkanıdır, Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil edecektir. Bayrağında, arabasında Türkiye Cumhuriyeti bayrağını taşıyacak, biz bunu istiyoruz. Tarafsız olsun, herkese eşit mesafede olsun Sayın Cumhurbaşkanı, bizim istediğimiz budur.

Sadece bu mu? Hayır. Adalet dağıtan mahkemelerin tarafsız olmasını istiyoruz. Onun için, "Camiye siyaseti sokmayın, adalete siyaseti sokmayın, kışlaya siyaseti sokmayın, buralarda siyaset olmasın" diyoruz. Adalet dağıtacak, bir partinin kontrolünde adalet dağıtılır mı? “Bizim partili, bunu görme; öbür partili, en ağır cezayı ver” Böyle bir adalet olmaz. Böyle bir adalet devleti yok eder. Adaletin tarafsız olmasını istiyoruz.

Başka? Cumhurbaşkanı devletin sigortasıdır değerli arkadaşlarım. Cumhurbaşkanı, devletin uyumlu çalışmasını ister. İktidar ve muhalefet arasında temel bir sorun çıktığı zaman Cumhurbaşkanı araya girer “Gelir bakalım sizin ne derdiniz var. Niye geçinemiyorsunuz? Bu tartışma nereden kaynaklanıyor?” diye sorması lazım. Onun için Cumhurbaşkanının tarafsızlığı çok önemlidir. Ve yine biz şunu istiyoruz: Cumhurbaşkanı seçildikten sonra "Anayasa’ya sadakat" üzerine yemin etmiştir. Her Cumhurbaşkanının, namusu ve şerefi üzerine yemin ettikten sonra Anayasa’ya sadık kalmasını isteriz, ettiği yemine sadık kalmasını isteriz. Bizim töremizde de, bizim geleneğimizde de, bizim ahlakımızda da bu vardır, böyle olmasını isteriz. Hiç kimse kendi iradesini milli irade olarak millete dikte ettirmemelidir. Hiç kimse kendisini milletin yerine koymamalıdır. “Efendim, ben milletim, ben milli iradeyim.” Yok öyle bir şey; 80 milyon insan milli iradeyi temsil eder. Görüş farklılıkları olabilir, inanç farklılıkları olabilir, yaşam tarzı farklılıkları olabilir ama hepimiz milli iradeyi temsil ederiz, milli iradenin ta kendisiyiz. Bunun içindir ki, Parlamentoda görüşülen ve birinci turu tamamlanan Anayasa’nın bazı hükümlerine açık ve net karşı durduk. Karşı durduğumuz 1’inci madde, Cumhurbaşkanı bir partinin genel başkanı olmamalıdır, tarafsız olmalıdır. Cumhurbaşkanı bir partinin genel başkanıysa Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gelip “Ben tarafsız olacağıma dair namusum ve şerefim üzerine yemin ederim” diyemez ama o madde var. Gelip yemin edecek, demeyecek miyiz arkadaş, "Sen X partisinin genel başkanısın, sen nasıl tarafsız olacaksın?"
 
Başka? Cumhurbaşkanı hiçbir gerekçe göstermeden Meclisi feshedebiliyor. Diyorlar ki “Bu, mevcut Anayasa’da da var.” Bu mevcut Anayasa’da var ama mevcut Anayasa diyor ki “Seçimlerden sonra 45 gün içinde hükümet kurulmazsa Cumhurbaşkanı Meclisi fesheder, yeniden seçime götürür.” Şimdi, 45 gün falan yok, istediği zaman “Meclisi feshediyorum” der. Birisi kalktı Mecliste Cumhurbaşkanını ağır eleştirdi, sen misin eleştiren “Ben 550 milletvekilini saymıyorum, Meclisi de feshediyorum, buyurun seçime” dedi. Bu, Türkiye’de kaos yaratmak değil midir? Kaos yaratmaktır. Efendim, şimdiki Cumhurbaşkanı der ki, “Ben böyle bir yetki kullanmayacağım.” Senden sonra gelen kullanırsa ne olacak? Bir başkası gelir, daha farklı bir işlem yaparsa ne olur?

Başka? "Adalete siyaset bulaşmasın" dedik. Cumhurbaşkanı, bir partinin genel başkanı olursa Anayasa Mahkemesinin 15 üyesinin 12’sini kendisi tayin edecek yani bir partinin genel başkanı Anayasa Mahkemesinin 12 üyesini kendisi belirleyecek. Buradan adalet çıkar mı? Adalet çıkmaz. Anayasa Mahkemesine güven duyulur mu? Güven duyulmaz. Peki, biz bunu söylerken bugünü mü düşünüyoruz? Hayır, Türkiye’nin geleceğini düşünüyoruz. Adalete duyduğumuz saygıyı perçinlemek istiyoruz. Yapılan işlem yanlıştır demek istiyoruz. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, oraya da üyelerin büyük kısmını yine bir partinin genel başkanı atayacak. Peki, hâkimler kendi aralarından bir hâkim seçemiyorlar mı? Yargıtay, Danıştay kendi arasından bir hâkim seçemiyor mu? Diyorlar ki yargıya “Yok kardeşim, sizin böyle bir beceriksizliğiniz var. Siz kendi aranızda seçim yapamazsınız. Seçimi ben yaparım çünkü ben milli iradeyim.” diyor.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin kanun çıkarma yetkisini Cumhurbaşkanına devrediyor. Kanun çıkarma yetkisi milli iradenindir, yani parlamentonundur. Kanun çıkarma yetkisini niye oraya veriyoruz, teklif ediyoruz? Buna da karşı çıkıyoruz, doğru değildir diyoruz. Bir kişi oturacak, bir kararnameyle bütün kanunları değiştirecek, doğru bulmuyoruz.

Başbakanlık kalkıyor, bakanlar olacak ama hiçbir bakan hakkında gensoru önergesi verilemeyecek. Yolsuzluk yapmış, ayyuka çıkmış, Parlamento hesap soramayacak. Niye gensoru önergesi veremiyoruz? Yasak, gensoru vermeyeceksiniz!

Başka? Hükümet kuruluyor… Hükümet normalde gelip programını açıklar, Parlamentodan güvenoyu ister. “Ben bunları yapacağım, bana güvenin ve bana güveninizi beyan edin” der. Güvenoyu istemeyecek bundan sonra. Parlamento, aciz, kendi hâlinde bir parlamento. Doğru mudur? Yanlıştır arkadaşlar, bunun için söylüyoruz, "Yanlış yapıyorsunuz" diyoruz. "Suriye politikasında nasıl yanlış yaptıysanız, Balyoz, Ergenekon’da nasıl yanlış yaptıysanız, FETÖ’de nasıl yanlış yaptıysanız burada da yanlış yapıyorsunuz" diyoruz. “Hayır, biz doğru yapıyoruz” diyorlar.

Cumhurbaşkanı istediği zaman devletin bütün kadrolarını ve bütün yapısını bir kararnameyle değiştirebilecek. Böyle bir şey olamaz, doğru değildir. Bir kişiye koskoca Türkiye Cumhuriyeti emanet edilemez. O zaman bu Meclisi feshedin kardeşim, "Sürekli feshettim" de, mesele bitsin. Otur oraya, istediğini yap. Bu Meclisin o zaman ne işlevi var? Niye bu insanlar bu Meclise geldi? Bu vatandaşlar bu milletvekillerini niye seçtiler? Hangi gerekçeyle bunlar Meclise geldiler? Parlamenter demokratik rejimde ne eksiğimiz var arkadaşlar? Yanlışımız varsa tamamlayalım, eksiğimiz varsa tamamlayalım. Hiç itiraz etmedik, eksiklik var mı? Var. Giderelim mi? Giderelim. Teklif ettik mi? Ettik. Nasıl teklif ettik? Yazıyla teklif ettik. Söyledik, "Türk hukukunu, darbe hukukundan arındıralım" dedik. "Demokratik parlamenter sistemi güçlendirelim" dedik. "Parlamentoyu güçlendirelim" dedik. "Burası Gazi Meclistir" dedik. "Bu Meclis, Milli Kurtuluş Savaşını yöneten bir Meclistir" dedik. "Kendi iradesini bir başka iradenin altına sokamaz" dedik. Dedik, dedik, dedik! Onlar diyorlar ki “Hayır, biz başka şey yapacağız.”

550 milletvekilini 600’e çıkarıyorlar. Allah aşkına niye 600’e çıkarıyorlar? 550 milletvekili sizin neyinize yetmiyor? Asgari ücretin hâline bak, 550 milletvekilini 660’e çıkaracağım diyorsun, niye 600’e çıkarıyorsun kardeşim? Partinin genel başkanı ve Cumhurbaşkanı aynı zamanda kendi partisinin milletvekillerini belirleyecek yani Meclisi kendi arka bahçesine dönüştürecek. Böyle bir anlayış olabilir mi arkadaşlar? Ve sonra Meclise gelip “Ben tarafsız bir Cumhurbaşkanıyım” diye bize ahlak kesecek. Bu, doğru değil. Bunun anlamı, Türkiye Cumhuriyeti’ni bir parti devletine dönüştürmektir, Türkiye’yi bir parti devletine dönüştürecekler.

MECLİSİ MEZARA, DEMOKRASİYİ DE TARİHE GÖMMÜŞ OLACAĞIZ

Bütçe hakkı, en temel haktır. Dünyanın bütün parlamentolarında en temel haktır bütçe. Bütçe hakkını da devrediyorlar. Bakın, Anayasa’dan hangi maddeyi çıkardılar, hangi bölümü çıkardılar biliyor musunuz, milli bütçe tahminlerini gösteren rapor Meclise sunulmayacak, Anayasa’dan bunu çıkardılar. “Milliyetçiliği ayaklarımın altına alıyorum” diyen bir iktidardan başka bir şey beklenmez zaten. Milli bütçe raporları, tahminleri neden Meclise gelmesin, hangi gerekçeyle Meclise gelmesin? Niye Meclisten korkuyorsunuz, niye Meclisten çekiniyorsunuz?

Değerli arkadaşlarım, bu Anayasa değişikliği gerçekleşirse bir diktatör yaratırız. Her şeye dokunan ama kendisine dokunulmayan bir diktatör yaratırız. Bu Anayasa değişikliği gerçekleşirse rejim tamamen değişecektir, parlamenter demokratik rejimden otoriter başkanlık sistemine geçilecektir. Hiçbir vatandaşın can ve mal güvenliği olmayacaktır. Bir daha söylüyorum, hiçbir vatandaşın can ve mal güvenliği olmayacaktır. Yargı, sadece saraya çalışacaktır. Adalet, tamamen iflas etmiş olacaktır. Yönetimi denetleyecek hiçbir güç kalmayacaktır. Devlet yönetimine zorbalık hâkim olacaktır. Konuşan, doğru içeri; eleştiren, doğru içeri. Bir kişi hem hükümet olacak, hem Meclis olacak, hem mahkeme olacak. Bir kişi hem Meclis, hem hükümet, hem de mahkeme olacak. Sevgili vatandaşlarım, siz buna “Evet” diyor musunuz? Biz buna “Hayır” diyoruz, "Yanlıştır" diyoruz, "Yapmayın, etmeyin" diyoruz. "Türkiye’yi bir girdabın, bir anaforun içine sürüklemeyin" diyoruz. "Bir iç çatışma sürecini başlatmayın" diyoruz. "Yazıktır, günahtır bu ülkeye" diyoruz. "Demokrasimizi geliştirmek varken, Türkiye’yi Orta Çağ karanlığına sürüklemeyin" diyoruz.

Etkisiz, yetkisiz, sembolik bir Meclis olacak, sayı da 600 olacak. Diyecekler ki “Size, milletvekili aylığını veriyoruz oturun oturduğunuz yerde. Ne bağırıp duruyorsunuz.” ve Meclis bunu kabul edecek. Ben bunu vicdanıma sığdıramıyorum, ahlakıma sığdıramıyorum. Eğer bu geçerse Meclisi mezara, demokrasiyi de tarihe gömmüş olacağız. Onun için söylüyorum, bu sorun, Cumhuriyet Halk Partisinin sorunu değildir. Bu sorun, kendisini demokrat olarak gören, ülkesini seven, bayrağını seven, adını ve kimliğini nasıl tanımlarsa tanımlasın hepimizin ortak sorunudur. İster kendini ülkücü tanımla, ister milliyetçi tanımla, ister devrimci tanımla, ister muhafazakâr tanımla, ister dindar tanımla, nasıl tanımlarsan tanımla ama sen şunu düşünüyorsan, benim gibi düşünmeyen insanlar da düşüncelerini özgürce ifade etsinler. Gün gelir benim üzerime baskı kurulabilir, ben bütün baskılardan arınan bir Türkiye istiyorum diyorsan buna “Hayır” diyeceksin değerli kardeşim.

Asıl niyet, Anayasa görüşmelerinde ortaya çıktı. İktidar partisinin bir milletvekili –ki sıradan bir milletvekili değil, aynı zamanda Anayasa Komisyonu üyesi- çıktı kürsüye, dedi ki: “Anayasa’nın ilk dört maddesi de değiştirilebilir.” Evet, “Anayasa’nın ilk dört maddesi de değiştirilebilir, dokunulmaz madde yoktur” dedi. Şimdi, değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin nasıl bir felakete sürüklendiğini, sürüklenmek istendiğini hepimiz artık gördük, tanık olduk. Bunu herhangi bir toplantıda söylese deriz ki "Ya, toplantıda söylemiştir", ama Türkiye Büyük Millet Meclisinde hepimizin gözleri önünde çıkıp kürsüde bu gerçeği ifade etti. “Biz, Anayasa’nın yeri geldiğimizde ilk dört maddesini de değiştireceğiz.” Başkenti değiştireceğiz anlamına geliyor bu; bayrağı değiştireceğiz anlamına geliyor bu; İstiklal Marşı’nı değiştireceğiz anlamına geliyor bu; Türkiye Cumhuriyeti demokratik, demokratik, laik, sosyal hukuk devletidir anlayışını değiştireceğiz demektir bu. O nedenle hepimizin düşünmesi lazım.

Son günlerde en çok söylediğim şey bütün vatandaşlarıma: Düşünün, sağduyuyla düşünün; elinizi vicdanınıza koyun düşünün; çocuklarınızı düşünün, ülkemizin geleceğini düşünün. Birlikte düşünelim, yaratılan mağdurları düşünün, işten atılan akademisyenleri düşünün, on binlerce, yüz binlerce memuru düşünün, bu karda kışta sokakta yaşayanları düşünün. Türkiye bunları hak etmiyor. Biz birlikte yaşayacağız, görüşümüz ne olursa olsun birlikte yaşayacağız; inancımız ne olursa olsun birlikte yaşayacağız; yaşam tarzımız ne olursa olsun birlikte yaşayacağız, insanca yaşayacağız, bütün arzumuz bu. Bu ülkede hep birlikte insanca yaşamak istiyoruz. Bu, bizim en doğal hakkımız.

Hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum.