17.04.2018
17.04.2018
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (17 NİSAN 2018)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:
-"Ben postalı da parkayı da 1968’lerde giydim. Sen 6.filonun önünde secde ederken, ben ülkenin bağımsızlığını savunuyordum"
-"Bana postal ve parka gönderecekmiş. Eğer elinde fazla varsa oğluna ver, gönder askere"
-"Kahraman ordumuzun sırtından politika yapmak istiyor. Ordunun kahramanlığını ÖSO’ya mal etmek istiyor. “ÖSO bir Kuvayi Milliye hareketi gibidir” diyor. Ne demek! Kuvayi Milliye demek için önce ağzını yıkayacaksın!"
-"Bir paralel devlet bugün de var. Bir sarayın devleti var, bir de hükümetin devleti var. Paralelliğe o kadar alıştılar ki, paralel devlet kurmadan rahat edemiyorlar. Çünkü birisinin suçunu diğerinin üzerine atmaya çalışacaklar, vaziyeti öyle kurtarmaya çalışacaklar"
-"Ana sorumlu duruyor yerinde hâlâ. Kaçak sarayda oturan zat, yani Bay Recep... Bir daha söylüyorum; FETÖ terör örgütünün siyasi ayağının bir numaralı sorumlusudur"
Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Efendim yine beraberiz, bir salı toplantısında beraberiz. Bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarıma, hangi görüşten olursa olsun, hangi kimlikten olursa olsun, hangi inançtan olursa olsun, tamamını en içten sevgiyle saygıyla dostlukla kucaklıyorum.
Biz ayrımcılık nedir bilmiyoruz, kimseyi ayırmıyoruz. Farklı siyasi görüşlerde olan vatandaşlarımız olabilir, farklı bölgelerde yaşayan vatandaşlarımız olabilir, farklı dilleri olan vatandaşlarımız olabilir, farklı inançları olan vatandaşlarımız olabilir. Mademki al bayrağın altında birlikte yaşayacağız; size söz veriyorum huzur içinde yaşayacağız, birlikte huzur içinde yaşayacağız.
Elbette ki öğretmenlerimiz burada, köy enstitülerinden mezun olan hocalarımız; yıllarını verdiler Türkiye’nin aydınlanması için, yıllarını verdiler çocuklarımızı yetiştirmek için, onların önünde saygıyla eğiliyorum ve hepsinin ellerinden öpüyorum. Öğretmenlik yüce bir meslektir.
Efendim geçen hafta Konya’yı, Hatay’ı, Antalya’yı ve İzmir’i ziyaret ettim. Konya’da belediye başkanlarımızın toplantısı vardı. Belediye başkanlarımız geldiler, onlarla güzel bir toplantı gerçekleştirdik. Hemen altını özenle çizeyim. Bizim belediye başkanlarımıza her zaman şunu söylerim: Sizden iki şey bekliyorum. Bir, size oy versin vermesin; beldede, ilçede, ilde herkesi kucaklayacaksınız, hiçbir ayrım yapmayacaksınız. Bizim felsefemizde ayrımcılık yoktur. Sana oy verdim, oy vermedim, hiç önemli değil. Sen ona gideceksin hizmetinle onu kucaklayacaksın ve o senin değerini mutlaka, ama mutlaka takdir edecektir.
İkinci konu, diyoruz ki vatandaştan vergi topluyorsunuz, vatandaş vergi veriyor, siz de hizmet veriyorsunuz. Verdiğiniz her hizmetin kaça mal olduğunu, neye mal olduğunu belde halkına anlatacaksınız. Yani her kuruşun hesabını vereceksiniz. Bizim siyaset anlayışımızda halka hesap vermek, Hakka hesap vermek gibidir. Her kuruşun hesabını vereceğiz millete. Bu felsefeden yola çıktığımız içindir ki, bizim belediye başkanlarımız oldukça başarılı, pek çok projeye, pek çok hizmete imza attılar.
Daha önce defalarca Erzurum’un en küçük ilçelerinden birisi, 18 bin nüfuslu bir ilçede, Erzurum’un değil Doğu Anadolu’nun yıldızı gibi parladı o ilçe. Gidin gece, pırıl pırıl bir kent göreceksiniz orada. Her şeyi yaptılar, her türlü imkânı. Borçları ödediler ve vatandaşlara her türlü hizmeti götürdüler, pırıl pırıl hizmet götürüyorlar bunlar.
Değerli arkadaşlarım, ben Tekirdağ’dan veya İzmir’den söz etmiyorum, büyükşehir belediyelerinden söz etmiyorum. Muğla’dan söz etmiyorum, Hatay’dan veya Eskişehir’den söz etmiyorum, en küçük beldede olan belediye başkanlarımızdan söz ediyorum. Verdikleri hizmetle belde halkını kazanmışlar tamamen, yüreklerinde hissediyorlar. Hizmet veriyorlar, yeri geldiği zaman gece gündüz uyumuyorlar, biz hizmeti vereceğiz diyorlar.
Bir de batıdan bir örnek vereyim, Burdur Yeşilova’dan bir örnek vereyim. Nüfusu 5 bin 800. Belediye başkanımız kazandığında, 4 milyon borcu vardı. Bugün hiç borcu yok. O dönem geliri belediyeyi aldığında yıllık 900 bin lira, bugün geliri 8 milyon 395 bin lira. Nüfusu dediğim gibi 5 bin 800. Geliri artırmak için 47 adet dükkân yapıyor, kiraya veriyor, gelir elde ediyor. 30 kişilik otel yapıyor, bütün bu imkânsızlıklar içerisinde, 10 adet bungalov ev yapıyor. İki köyü katıyor kendi ilçesinin sınırları içerisine; birisinin kanalizasyon sorununu, diğerinin de su sorununu tamamen çözüyor. İki adet otobüs alıyor, bir kepçe, bir greyder, 12 araçlık çeşitli araçlar alınıyor. Öğrencilere tahsis edilmek üzere de 40 öğrencilik yurt yapıyor, 183 bin 620 metre kilit taşı döşüyor değerli arkadaşlarım ve üniversiteye 420 bin lira katkıda bulunuyor. Aynı zamanda diyor ki, önümüzdeki günlerde yem fabrikası kuracağız burada. Önemlidir, malum iktidar yemin yüzde 50’sini dışarıdan getiriyor. Dolarla getiriyor, vatandaşa da kızıyor niye pahalıya satıyorsun? Dolarla getirip pahalı veriyorsun, o da pahalıya satıyor, ne yapsın adamcağız? Yem fabrikası kuracağım diyor. Okullara ayırdığı para 20 bin lira, iki camiye ayırdığı para 180 bin lira, 21 bin ağaç dikiyor ve ne emlak vergisine ne de suya bugüne kadar hiç zam yapmadık diyor. Ne yaptı bu belediye başkanı? Sadece ve sadece alnından öpülür, helal olsun denir.
MİLLİ EĞİTİME İHANET
Konya’dayken bir grup lise öğrencisi yanıma geldi. Konya Lisesinde okuyan öğrenciler, pırıl pırıl çocuklarımız. İstikbal vaat ediyorlar, her birisinin bir beklentisi var, gelecekte ne olacağına ilişkin kendi kafasında bir şeyler düşünüyor. Doktor olmak isteyen var, mühendis olmak isteyen var, gen mühendisi olmak isteyen var, herkesin kafasında bir gelecek hülyası var, hayal ediyor bir geleceği. Konya Lisesinin özelliği ne? 1889 yılında kurulan bir lise. 1889 yılında, yani yaklaşık 100 yıllık bir lise. Ama Milli Eğitim Bakanlığı burayı nitelikli lise kapsamında çıkarıyor, siz nitelikli lise olamazsınız… Gidin emin olun batıda 100 yıllık bir liseyi, 100 yıllık bir üniversiteyi gördüğünüz zaman o zaten niteliklidir. 100 yıllık bir birikim vardır, 100 yıllık bir gelenek vardır, 100 yıllık bir örf adet vardır, 100 yılda o okulda yetişmiş binlerce kişi vardır, devletin yönetiminde söz sahibi olan, karar sahibi olan çok sayıda kişi vardır.
Sordum, “100 yıllık bir okulsunuz lisesiniz, sizden önemli insanlar çıktı mı” diye. “Çok” dediler. Ben bazılarını aldım; Turgut Özal, Sadi Irmak, -ikisi de başbakanlık yaptı- Vecdi Gönül Sayıştay başkanlığı yaptı, Sami Selçuk Yargıtay başkanlığı yaptı, Işın Çelebi bakanlık yaptı, Oktay Güler bakanlık yaptı, Hüseyin Naili Kubalı önemli bir hukukçudur ve profesördür, Tarık Buğra önemli bir yazardır, edebiyatçıdır, Cahit Külebi, Alaaddin Yavaşça, Ahmet Hamdi Tanpınar… Bu okulu nitelikli okul kapsamında çıkarıyorlar.
Şimdi ben bu salı toplantısında bütün Konyalı kardeşlerime seslenmek istiyorum. Bize yeteri kadar teveccüh göstermiyorsunuz. Olabilir, ama bir gerçeği kabullenmeniz lazım. Sizin sorununuza kim sahip çıkıyor? Sizin çocuklarınıza kim sahip çıkıyor? Sizin çocuklarınızın haklarına kim sahip çıkıyor? Siz, sizin çocuklarınızın haklarına, okullarına sahip çıkanlara sahip çıktığınız gün Türkiye kurtulacaktır.
Belki beni ziyarete gelen çocukların ailelerinden hiçbirisi bizim partimize oy vermedi. Olabilir, ben herkesin siyasi düşüncesine saygılıyım. Ama o çocuklar bizim çocuklarımız, o çocukların iyi eğitim almaları gerekiyor, yetişmeleri gerekiyor. Nitelikli okul yapmıyorsunuz 100 yıllık bir okulu. Bu milli eğitime ihanettir. 100 yıllık bir okul, kaç ülkede 100 yıllık bir okul var? Kaç ülkede gelenekleri oluşmuş bir okul var ve siz 100 yıllık bir okulu, tarihine bile sahip çıkmadan yok etmek için mücadele ediyorsunuz. Neden, hangi gerekçeyle? Oturup Konyalı kardeşlerim düşünsünler. Ben nedenini biliyorum, onlar benden daha iyi biliyorlar aslında. Ama ben bir şey söyleyemeyeceğim. Yarın sandığa gidecekler, yarın oy kullanacaklar, kendi çocuklarının hakkını savunanları mı savunacaklar, kendi çocuklarının hakkını savunmayan, onların iyi eğitim almaması için çaba harcayan iktidarın yanında mı olacaklar? Bunu merak ediyorum sadece.
En temel sorunumuz eğitim. Her anne, bakın her anne her baba kendi çocuğunun en iyi okullarda okumasını ister. Çünkü eğitim bir kişiye ve aileye sınıf atlatmak demektir. Bir kişinin okuma yazma bilmemesi ayrıdır, bir kişinin lise mezunu olması ayrıdır, bir kişinin üniversite mezunu olması ayrıdır. Üniversite mezununun dünyaya daha geniş bir pencereden baktığını biliriz, hayatı daha iyi sorguladığını, sorgulaması gerektiğini biliriz. Neden herkes çocuğunu okula gönderiyor? Kendi yaşadığı sınıfın bir üstünde daha iyi bir hayat standardı yakalasın benim çocuklarım, bunun için mücadele ediyor. Binlerce çocuğumuz var, yaklaşık 2 milyon çocuk 2017’de okullaşamadı. 2 milyon çocuk okula gitmedi okula, 2 milyon çocuk! Öğretmenler var dışarıda, atama bekliyorlar.
Ve bugün gazetelerde üzücü bir haber daha değerli arkadaşlarım. Aydın İncirliova’da atama bekleyen genç bir kızımız, öğretmenimiz intihar etmiş, bunalıma girmiş. “Uzun süredir bekliyorum, beni öğretmen olarak niye atamadılar” diye. Ben diyorum ya, vallahi de billahi de bunların yatacak yeri yoktur diye, bunun için söylüyorum, yatacak yerleri yok bunların.
OY VERME KARDEŞİM, OY VERME!
Aslında bir sorunlar yumağıyla karşı karşıyayız. Geçen arkadaşlar bir not getirdiler, Emekli Astsubaylar Derneği var ve bir de dernek sözcüsü var. Dernek Sözcüsü Yılmaz Demir Özçelik, komando astsubay. Diyor ki; mevcut hükümet bize söz verdi 2015’te. Malatya’da konuşma yaptılar, Konya’da konuşma yaptılar bize söz verdiler. Dediler ki, astsubay emeklilerinin makam, görev, tazminatı ve intibaklarını yapıyoruz, 2003 öncesi ve sonrası arasında hiçbir fark olmamasını sağlayacağız. Yani emekliler arasındaki farkı kaldıracağız ve dolayısıyla denkliği sağlayacağız ve astsubaylara da haklar vereceğiz diye söz vermişler. Söz verdiler diyor miting meydanlarından, sonra hükümet programına koydular. Biz de yüz binlerce kişi koşa koşa gittik hükümete oyumuzu verdik. Tamam dedik, bizim sorunlarımızı çözecekler. Fakat diyor, 100 gün içinde bu vaatleri yerine getireceğiz diye söz vermişlerdi, 100 gün geçti, üç ay geçti, üç yıl geçti vaatlerini yerine getirmediler. Şöyle diyor; “kendimizi kandırılmış gibi hissediyoruz.”
Sevgili Özçelik, kandırılmış gibi hissetme, sen zaten kandırıldın, kandırıldın sen. Bütün astsubay kardeşlerime söylüyorum, biz ne vaat edersek otururuz ölçeriz tartarız biçeriz hesabını yaparız, sonra vaadinde bulunuruz. Bunlar oy almak için vaatte bulunuyorlar, oy aldıktan sonra da alıp kapının önüne koyuyorlar. Tamam diyorlar oyunu aldım, beş sene ben seni görmeyeceğim diyor, yaklaşma yanıma diyor. Neden biliyor musunuz? Diyor ki, gittik bakanlara, siz bize söz vermiştiniz, hani üç ay içinde yapacaktınız bunu? Bakanlar demişler ki, size verirsek herkes ister. Sen herkes misin kardeşim, niye sana söz verdiler? Eğer sen herkes değilsen, sandık geliyor. Sandıkta dersini vereceksin ki, o zaman demokrasinin ne olduğunu, verilen vaadin ne olduğunu herkes bir şekilde öğrenmiş olacak.
Yine devam ediyor, astsubay emekli maaş farkları dünya ordularında olmayan bir şekilde üç katları buluyor. Bulur tabii, sen oy verirsen, o da senin omzuna biner, yürü der, nasıl olsa bana hep oy vereceksin sen. Oy verme kardeşim, oy verme! Sana söz verip, sözünü tutmayan partiye de oy verme. Bu kadar basit, oy verme.
Biliyorum şimdi seçim atmosferine girdi bunlar yine mahalle mahalle gezecekler. Olur mu efendim, daha süre dolmadı, erken seçime gidiyoruz, oy verin biz bunu yapacağız. Yine sizi kandırmaya çalışacaklar, yine kandırmaya çalışacaklar. Bir sözü sakın unutmayın, bir sözü; cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşelidir. Size ayı gösterirler, kapının öbür tarafından sizi çıkarırlar. O nedenle aldanmayın aldanmayın. Hele astsubay dediğimiz kişinin aldanmaması lazım. Siz çocuk değilsiniz, varsa hakkınız hakkınızı arayacaksınız. Söz mü verdiler? Takip edeceksiniz. Sözlerinde mi durmadılar? Onları demokraside kapının önüne koyacaksınız, yeter diyeceksiniz, bu milleti yeteri kadar kandırdınız, artık bundan sonra size oy yok diyeceksiniz.
VATANDAŞIN TAPUSUNU VERECEĞİM, SENİN TAPUNU VERMEYECEĞİM
Efendim, iki hafta önce Pendik Çınardereliler buraya gelmişti. Yaklaşık 460 hane var orada. 50 yıldır orada oturuyorlar; bazılarının tapu tahsis belgeleri var, bazılarının var olan tahsis belgeleri iptal edilmiş. 95 kişi Gruba geldiler. Kartal Belediye Başkanımız aynı konumda olan gecekondu sahiplerine tapu verdi. Ben de o tapu dağıtım törenine gittim katıldım, bazı tapuları da ben verdim, beraber de fotoğraf çektirdik. Şimdi Çınardereliler diyor ki, Kartal verdi siz niye vermiyorsunuz? Hangi gerekçeyle vermiyorsunuz? Ben de onlara söz verdim, Pendik’i İstanbul’u bize verin, bütün tapuları vereceğim, hiç endişe etmeyin bütün tapuları vereceğim.
Tabii meşhur bir zat var ya, o zat hemen nasırına basılmış gibi bağırmış; “Bay Kemal tapusuz yerlere tapu dağıtacakmış.” Evet, tapusuz yerlere tapu dağıtacağım, 50 yıldır orada oturuyorsa anasının ak sütü gibi o tapuyu ona vereceğim. O zat bilsin ki, biz rahmetli Ecevit’in geleneğinden geliyoruz. Toprak işleyenin, su kullanın kardeşim. Toprağı çalıştırıyor mu? Evet. Oturuyor mu? Evet. 50 yıl mıdır? Evet, 50 yıldır orada oturuyor. Çocukları orada olmuş, torunları orada olmuş, evlatlarını oradan askere göndermişler, düğünlerini orada yapmışlar. Şimdi diyorlar ki, buradan çık kardeşim. Niçin? Burası çok değerlendi, çok değerlendiğine göre sizi buradan biz atacağız. Nereye gideceksiniz? 30-40 kilometre İstanbul’un varoşlarına gidin. Biz burayı kime vereceğiz? Burada para var, parayı biz paylaşacağız. Parayı niye size verelim? Vermeyeceğiz diyorlar, yapamazsın diyorlar, edemezsin diyorlar. Yapacağız arkadaşlar, yeter ki siz bize yetki verin. Yetki verin göreceksiniz. Kartal Belediye Başkanı nasıl yaptıysa, Allahın izniyle alacağımız Pendik belediye başkanı da aynı şeyi yapacaktır.
Efendim vatandaşın eviyle uğraşır, efendim bu evler kaçaktır der, ama kendisi daha önce “ben kaçak evde oturuyorum” diyordu. Niye birdenbire vazgeçti, vatandaşın evine niye kaçak demeye başladın? 50 yıldır orada oturuyor. Kendisi lüks sarayda oturuyor ya... O da kaçak. Vatandaşın tapusunu vereceğim, senin tapunu vermeyeceğim. Vatandaşın tapusu olacak, senin tapun olmayacak. Üstelik oturduğun yer haramdır haram. İsraf haramdır, İslam’ın temel kurallarından birisidir “israf haramdır” der.
Daha önce bu grup toplantılarında söz etmiştim, Ebuzer El Gıfari’nin örneğini vermiştim. Muaviye kendisine son derece lüks bir saray yapar, ama bu sahabe gelir görür orayı. Şunu söyler: “Ey Muaviye, eğer bu sarayı kendi paranla yapıyorsan israftır, yok eğer halkın parasıyla yapıyorsan bu haramdır, ihanettir” der. Kim söylüyor? Ebuzer El Gıfari söylüyor. O nedenle biz de diyoruz; o israftır ve haramdır orası.
Ben yine Romanlarla ilgili bir toplantı yapmıştım. Roman kardeşlerime demiştim, o zat sizi çağırıyor ayağına, ama ben sizin ayağınıza geliyorum. Çünkü ben sizin dertlerinizi sizden dinlemek istiyorum. Oturup konuşalım, ayağınıza gelmek siyaset için, benim için bir onurdur. Vatandaşın ayağına gitmek, onun derdini dinlemek. Onu kendi ayağımıza niye çağıralım? Yine bu zat celallenmiş, “Bay Kemal” diyor… Buyur Bay Recep... Bay Recep diyor ki; sizi ayağıma çağırdım, ama unutmayın ben sizin içinizden çıktım diyor. Nereden çıktığını bilmiyorum, ama bir şeyi çok iyi biliyorum. Sen Sulukule’ye ihanet ettin. Bakın Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u aldığında, Romanlar Sulukule’de oturuyorlardı, Sultan Mahallesinde oturuyorlardı, o dönemki adı Sultan Mahallesi, orada oturuyorlardı. Yani 1450’den beri zaten onlar oradalar. Bu geldi Sulukule’ye dedi ki, buralar çok değerlendi kardeşim. Ne Romana ev, bunlara lüks hayat mı gerekir, bunlara güzel ev mi gerekir? Sürün bunları dediler. Arasından çıktığı adamı sürdü. Diyor ya “aranızdan çıktım” diye. Bütün o adamları sürdüler, kadın çoluk çocuk genç demeden sürdüler. Ondan sonra da kalkmış ahkam kesiyor, efendim ben sizin aranızdan çıktım.
Hani olur ya, bu Türk filmleri vardı eskiden. Gecekondu bölgelerinden, işte birisi ayrılır gider, yer altı dünyasında gelir elde eder, pahalı arabalara biner ve Mercedes’le eski arkadaşların bulunduğu yerlere gelir. Onları küçümser, onları aşağılar ve ondan sonra da geri gider. Çünkü orada doğmuştur, orada büyümüştür, ama parayı başka yerden yasadışı elde etmiştir ve ondan sonra gelir onları aşağılar. Ama her filmde şu vardır, her filmin bir Tarık Akan’ı vardır, bir Kadir İnanır’ı vardır, bir Yılmaz Güney’i vardır, kimse unutmasın.
Gaziosmanpaşa’dan da aramıza gelen arkadaşlarım var, onların da sorunları var biliyorum. Sizin sorununuz da köklü bir sorun. Sizi de oralardan bir yerlere göndermek istiyorlar. Riskli alan ilan ediyorlar. Niye riskli alan ilan ediyorsun? Vatandaş oradan bir yerlere gitsin. Efendim zemin kaygan, zeminde sıvı var, vatandaş buraya ev yapamaz, Bakanlar Kurulu kararıyla. Vatandaş mücadele ediyor, gidiyor mahkemeye iptal ediyorlar. Sen jeolojik bir araştırma yaptın mı riski alandır diyorsun buraya? Yok öyle bir şey. Bir daha gidiyorlar Bakanlar Kurulu kararı üzerine, ikinci kez Bakanlar Kurulu kararı üzerine gidiyorlar. Arkasından ne oluyor biliyor musunuz? Riskli alan dedikleri yere Taksim İlkyardım Hastanesi, evet Taksim İlkyardım Hastanesini oraya getiriyorlar. Riskli alansa hastanenin ne işi var burada? Amaç ne? Amaç vatandaşı kandırmak, amaç acaba oradan da biraz malı götürebilir miyiz diye. Onların böyle bir geleneği var biliyorsunuz, alışkanlıkları var. Bu olmayınca acele kamulaştırma kararı alıyorlar. Onun için de mahkemeye gidiyor vatandaşlar. Acele kamulaştırma kararlarını da iptal ettiriyorlar. Sonra üçüncü faza geçiyorlar, bakıyorlar bu iş olmuyor, vatandaş ha bire direniyor. Riskli yapı kararı alıyorlar, senin binan yıkılacak arkadaş, bu bina riskli, içinde oturamazsın. Alacaklar, zorla boşaltacaklar ve zorla oraya gidecekler.
Ben şimdi Gaziosmanpaşalı kardeşlerime sesleniyorum. Orası sizin hakkınızdır, orada güzel evlere sahip olmak sizin hakkınızdır; orada parkların olması, hastanelerin olması sizin hakkınızdır. Biz bunu yaparız. Bakın bu vatandaşlara diyoruz ki, eğer siz bir kentsel dönüşüm nasıl oluyor bunu öğrenmek istiyorsanız, gideceksiniz Aziz Beyin İzmir Büyükşehir Belediye Başkanının kapısını çalacaksınız, kentsel dönüşümü nasıl yapıyorsunuz diye. Hiç kimse mağdur değil, hiç kimse! Herkes daha iyi konutlara sahip oluyor. Herkesin daha iyi konutlara sahip olmasının güvencesi de, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı, “ben garanti ediyorum” diyor.
Fikirtepe’yi biliyoruz İstanbul’da ne hale geldiğini. Şimdi Gaziosmanpaşa’yı da bu hale getirmek istiyorlar. Fazla zaman kalmadı, az zaman kaldı. Verin yetkiyi, İstanbul Büyükşehir’i verin- ki vereceksiniz eminim- göreceksiniz kentsel dönüşüm, kimsenin burnu kanamadan, hiç kimse mağdur olmadan, herkes hakkına hukukuna sahip olarak evinde oturacaktır, nokta! Bunu yapacağız.
Efendim kazanacaksınız, beraber kazanacağız. Halkın kazanması demek, hepimizin kazanması demektir. Beraber mücadele edeceğiz. Orada yıllardır oturuyorsunuz, emek harcıyorsunuz. Tamam, kentsel dönüşüm olsun, kimsenin itirazı yok. Ama vatandaşın hakkını birilerine vermeyeceksiniz. Vatandaşın hakkını vatandaşa vereceksiniz. İşin kuralı budur.
Hakkı hukuku ve adaleti sağlayacağız, hiç endişe etmeyin. Az kaldı, az kaldı!
KUL HAKKI YİYENLERİ KAPININ ÖNÜNE KOYACAKSINIZ
Her alanda çuvallıyorlar, her alanda. Bir kentsel dönüşümü bile gerçekleştirmede beceriksiz olan bir yönetim Türkiye’yi yönetemez. Az önce söyledim, vallahi bizim Çat Belediye Başkanını getirsinler, vallahi de billahi de bunlardan çok daha güzel yönetir. Burdur’un Yeşilova Belediye Başkanını getirsinler, vallahi billahi bunlardan çok daha güzel yönetir. Bakın en küçük belediyeyi söylüyorum. Çünkü halka hesap verecek, kendi cebine çalışmayacak vatandaşa çalışacak. Vatandaş huzur içinde oturacak, evinde oturacak, parkında oturacak. Parkına gidecek, hastanesine gidecek. Bunların tamamı yapılamaz mı? Yapılabilir. Bunlar yapamazlar, biz yaparız. Bu konuda en ufak bir tereddüdümüz yoktur.
Efendim ekonomiyi de iyi götürmüyorlar. Eğitim malum, perişan vaziyette. Hiçbir anne memnun değil çocuğunu okula gönderen, hiçbir anne okuldan memnun değil. Tam bir rezalet, çocuk hangi okula gidecek belli değil; birisi kalkıyor bir sabah diyor ki, TEOG kalkacak. Arkadan herkes TEOG kalkacak. Ne gelecek yerine kardeşim? Nitelikli okullar. Hangisi bu nitelikli okullar, neye göre tespit ettiniz? 100 yıllık okul nitelikli okul değil, dün kurulan okul nitelikli okul. Olmaz, yazıktır günahtır, bizim çocuklarımıza yazıktır günahtır. O nedenle ben bütün annelere diyorum. Sevgili anneler, 2019’da bu ülkeye demokrasiyi getirecek olan sizlersiniz, bu ülkeye demokrasiyi getireceksiniz, bu ülkede kul hakkı yiyenleri de kapının önüne koyacaksınız, bitti bu kadar basit. Bunu yapacağız.
BÜTÜN ÇİFTÇİLERİN FAİZLERİNİ SIFIRLAYACAĞIM
Ekonomiyi de iyi götürmüyorlar. Bakın bir örnek vereyim. Zafer Özyiğit 58 yaşında, Haymana’nın Culuk Köyünde yaşıyor. 10 yıldır hayvancılık ve sütçülük yapıyor, çoluk çocuk işte bir arada geçinip gidiyorlar. Açıklaması şu: “Biz Haymana’nın köyünde sütçülük ve hayvancılık yapıyoruz. Küçük bir aile işletmemiz var. Ankara Damızlık Birliğine süt veriyorduk. Orası batınca, biz de battık. Üç-dört yıl önce Ziraat Bankasından kredi çektik. Borcumu ödüyordum ben geçen seneye kadar, ama bu yıl ödeyemedim. 50 hayvanımdan 11 tane kaldı. 6 tane hayvanımı borcumu ödeyebilmek için ucuza sattım. Bankaya 20 bin lira vereyim dedim, benden 70 bin lira istediler. Avukat parası dediler, bir de üstüne faiz geliyor. Ben 70 bin lirayı nereden bulayım? Böbreğimi satsam yetiştiremem. Ziraat Bankası haciz koydu. Biraderim bana kefil olmuştu, onun arabasına da haciz koydu. Çaresiz kaldım, bankanın önünde süt dökmek zorunda kaldım” diyor.
Sevgili Zafer kardeşim, bu sorun sadece senin başına gelen bir sorun değil. Ama sana şunu söyleyeyim; İzmir Büyükşehir’i, Tekirdağ Büyükşehir’i, Muğla Büyükşehir’i, Eskişehir Büyükşehir’i görürsen, göreceksin ki oranın kırsalında çalışanların hiçbirisi mağdur değil, bütün süt üreticileri hayatlarından memnun. Tire Süt Kooperatifine aç telefon ve konuş, gerekirse telefon parasını da ben vereyim, nasıl oluyor bu işler diye. Seni açlığa ve yoksulluğa mahkûm ediyorlar, ama CHP’li büyükşehir belediye başkanlarının olduğu yerlerde kırsalda hiç kimse açlığa ve yoksulluğa mahkûm olmuyor.
Ne demek bu? Şu demek Zafer kardeşim şu demek; aynı mağduriyeti sen yaşadın, binlerce çiftçi yaşamasın diye Ankara’yı senden istiyorum Ankara’yı, İstanbul’u istediğim gibi Ankara’yı da senden istiyorum. Göreceksin sen, göreceksin sen o zaman. Sen mağdur olurken, çocuğuna harçlık bulamazken, sütü dökerken, o sarayda oturan zat badem sütüyle besleniyor, senin sütünle bile değil, badem sütüyle. Söylüyorum cevap vermiyor. Versene Recep Bey, Recep Bey, versene Bay Recep, badem sütü... Millet süt bulamıyor, ekmek bulamıyor, kuru ekmek bulamıyor, beyefendi badem sütüyle besleniyor, badem unuyla besleniyor beyefendi.
Ve şunu söylüyor; “varlıklı olan için kanun çıkarıyorlar diyor. Biz garibanız diyor, bizim için kanun çıkmaz mı” diyor. Varlıklı olan için kanun çıkaracaklar. Benim sözüm var, senin bütün faizlerini, senin gibi aynı konumda olan bütün çiftçilerin faizlerini sıfırlayacağım, sıfır! Sen üretiyorsun kardeşim, üretiyorsun! Alın teri döküyorsun kardeşim, alın teri döküyorsun! Sen haram yemiyorsun kardeşim, haram yemiyorsun!
DIŞ GÜÇLERİN DEĞİL, SENİN OYUNUN KARDEŞİM!
Şimdi bir şeye sığınıyor. Ne diyor? “Efendim bunu dış güçler yapıyor” diyor. Sen çocuk musun? Eğer birisi dış güçler seni kandırıyorsa, sen çocuk musun? Seni niye kandırıyorlar? Çocuğu kandırırsın, verirsin elma şekerini veya bir şekeri verirsin çocuğu kandırırsın. Sana ne verdiler de sen kanıyorsun kardeşim? Dış güçlermiş, bu da kandırmaca, öyle bir şey yok, yok öyle bir şey. “Bir günde mazota iki sefer zam yap” diye dış güçler mi sana söyledi? Zammı sen yaptın kardeşim! “Devletin kozmik odasını terör örgütüne aç” diye dış güçler mi söyledi? Sen açtın kardeşim! Büyük ihaleleri dolarla yapıyorsun, dış güçler mi sana diyor “büyük ihaleleri dolarla yap” diye? Sen yapıyorsun! Sonra nasıl olacak, kendisini bir sefer aklaması lazım. CHP yaptı diyemiyor, çünkü ihaleyi CHP yapmadı. Ne yapacak? Öyle bir şey bulayım ki, vatandaş sorgulayamasın. Efendim bunu dış güçler yapıyor, dış güçlerin oyunu bunların tamamı diyor. Yok kardeşim, bunların tamamı senin oyunun kardeşim, dış güçlerin değil senin oyunun! Memleketi ithal samana dış güçler mi teslim etti? Dış güçler mi dedi “yurtdışından saman ithal et” diye? Dış güçler mi sana söyledi “yurtdışından et ithal et” diye ki, yarısı da bozuk etlerin. Onlar mı söyledi sana? Dış güçler mi sana söyledi, “Süleyman Şah Türbesini kendi topraklarından kaçır” diye? Sen kendi topraklarından... Bakın, bizim tarihimizde bir ilktir bu. Sadece cumhuriyet tarihi değil, bizim tarihimizde bir ilktir. Kent toprağını düşmana terk edip kaçan, Süleyman Şah Türbesini kaçıran... Bir de diyor “ben milliyetçiyim” batsın senin milliyetçiliğin, topraktan kaçıyorsun sen, kendi toprağından. Dış güçler mi Türkiye Cumhuriyetini tefecilere mahkûm etti? Sen tefecilere mahkûm ettin! Sana zorla mı borç para verdiler? Sen gittin yalvardın yakardın bana borç para verin diye! Verdiler sana parayı, 15 yılda 150 Milyar Dolar faiz ödedin sen, 15 yılda 150 Milyar Dolar. Dış güçler mi dedi “gel bize faiz öde” diye? İçeride bir grup sermayedara ödenen faiz miktarı 675 Milyar lira, dış güçler mi bunu yaptı? Sen yaptın kardeşim, sen yaptın! Yakayı kaptırmışsın, talimat alıyorsun artık. Talimatı yerine getirmezsen dolar yükseliyor. Asıl neden bu.
VATANDAŞ BUNLARI GÖNDERECEK
Şimdi seçim diyorlar ya, olacak inşallah ve bunları göndereceğiz. Vatandaş gönderecek. Bıktık artık, bıktık! Eğer bunları dış güçler yapıyorsa- ki itiraf ediyor ya dış güçler yapıyor- o zaman bu devleti kim yönetiyor diye benim soru sorma hakkım var sana. Bu devleti kim yönetiyor? Dış güçler yapıyorsa, senin fonksiyonun ne kardeşim? Badem sütü içmek mi senin fonksiyonun, nedir senin fonksiyonun? Sen ne yapıyorsun, sen devleti nasıl yönetiyorsun?
Geldiğimiz nokta nedir biliyor musunuz? Artık bunlar devleti yönetemiyorlar. Gidemiyorlar da. Ne diyorlar? Onların sözcüsü konuştu, “seçime gidelim” diye. Diyorlar ki, artık biz yönetemiyoruz. Biz gideceğiz, vatandaş bizi göndersin, bu ülkeyi doğru dürüst adam gibi insan gibi yönetecek yöneticilere ihtiyacımız var. Kul hakkı yemeyen, düzgün, namuslu, vatandaşa hesap veren, her kuruşun hesabını veren yöneticilere ihtiyacımız var diyorlar. Ben yönetemiyorum diyorlar artık, ben yönetemiyorum, yönetemiyoruz biz Türkiye’yi artık. İradeleri bu, yönetemiyorlar Türkiye’yi. Bunu da artık itiraf ediyorlar.
SENİN DÜNYA LİDERLİĞİN BATSIN
Niye yönetemiyorlar? Bakın değerli arkadaşlarım, şu acı bir fotoğraf, Sakarya’da üniversite mezunu Cemal Derbeder’in fotoğrafı. Bu niye hastaneye gitmiyor biliyor musunuz? 3 bin lira Bağ-Kur prim borcu var diye devlet bunu hastaneye almıyor. Şimdi ben bu ülkenin vicdanına sesleniyorum, AK Partili kardeşlerimin vicdanına sesleniyorum; 3 bin lira prim borcu olduğu için hastaneye kabul edilmeyip, ölüme mahkûm edilen bir canlının fotoğrafıdır bu değerli arkadaşlarım. Ben diyorum ya, bunların yatacak yeri yoktur diye. Vallahi de billahi de bunların yatacak yeri yok. İşte bunun için yok. 3 bin lira için bir insan ölüme terk edilir mi? Üç yıl öncesine kadar bu değerli arkadaşlarım, beton santralinde çalışıyormuş. Kafasına ilaçlı bir torba geçirmiş ve bu hale gelmiş, babası da Alzheimer hastası. Sigorta prim borcu olduğu için buna bakmıyorlar. Eşi hastalansa ona da bakmıyor, kanun çıkardılar bakmayız diye. Bir de kalkmışlar insanlıktan bahsediyorlar, adaletten bahsediyorlar, haktan hukuktan bahsediyorlar. “Dünya lideriyim” diyor. Senin dünya liderliğin batsın, ne dünya liderliği kardeşim, nereden dünya liderliği çıktı? Sen bir vatandaşı ölüme mahkûm ediyorsun ölüme! Hangi liderlikten bahsediyorsun sen?
DIŞ POLİTİKADA TAM BİR BATAK İÇİNDELER
Bunu ben en az dört yıldır dile getiriyorum. Suriye konusuna geleyim. Dış politikada da battılar, tam bir batak içindeler. Bir bakıyorsunuz sabahleyin Rusya’dan yana, öğleden sonra bakıyorsunuz Amerika’dan yana konuşuyor. Siz kimsiniz? Siz devlet değil misiniz, hükümet değil misiniz? Sarkaç! Sabah orada, öğleden sonra burada, nasıl bir devlet yönetimidir bu? Dışişleri Bakanlığını tamamen devre dışı bırakmışlar. Diplomatları tamamen devre dışı bırakmışlar. 50 sefer söyledik kardeşim, “Ortadoğu bataklığına Türkiye’yi sokma.” “Sokacağım” dedi. Başına bela alırsın. “Almam” dedi. “Ben 24 saat içinde gideceğim, Emevi Camiinde namaz kılacağım” dedi. Sen Süleyman Şah Türbesini kaçırdın. Bırak 24 saat içinde gitmeyi, sen Gazze’ye bile gidemedin. Hiçbir yere gidemedin.
AYNI ŞEYİ SADDAM İÇİN YAPMIŞLARDI
Efendim askeri elbise giymiş sınıra gidiyor. Sen yapsan yapsan bir tane uyduruk askeri elbise bulursun, onunla sınıra gidip hava atmaya kalkarsın. Senin yapacağın budur. Amerika, İngiltere ve Fransa, Miraç gecesi, bakın Miraç gecesi bomba attılar, bombaladılar Suriye’yi. Ben o sabah Hatay’daydım, iş dünyasıyla bir toplantı yapıyorduk. Şunu söyledim: Kimyasal silah kullanmak suçtur, bu bir. Çünkü kimyasal silahta sadece düşman gördüğünüz kişiyi değil, bütün canlıları yok ediyorsunuz, o nedenle suçtur. Kim yaparsa yapsın. İki, ama kimyasal silahı kimin kullandığının, kullanılıp kullanılmadığının tespit edilmesi lazım. Kim tespit edecek? Uluslararası bir kuruluş var, Birleşmiş Milletler bir teknik heyet görevlendirir, giderler Suriye’ye, bakarlar kimyasal silah kullanılmış mı kullanılmamış mı? O kimyasal silahın hangi ülkede hangi fabrikada üretildiğini de tespit edebiliyorlar. Şimdi böyle bir tespit yok, bir iddia üzerine bombaladılar.
Ben o sabah bu bombalamanın doğru olmadığını söyledim, yanlıştır dedim. Bir iddia üzerine bir ülkeyi bombalayamazsınız, bir iddia üzerine insanların başlarına bombalar atamazsınız. Önce ispat edeceksiniz, bunu yapacaksınız önce. Üstelik bombalananlar kim? Araplar, Kürtler, Ezidiler, yani bizim akrabalarımız, bizim yakınlarımız. Ortak kültürümüz var, ortak inançlarımız var, ortak tarihimiz var. Orada da akrabalar var, onların akrabalarının bir kısmı da burada. Ben bunları doğru bulmadığımı ifade ettim. Aynı şeyi Saddam için yapmışlardı, kimyasal silah kullanıyor diye bombaladılar, sonunda kimyasal silah çıkmadı.
Bakın, bu süreçte Almanya büyük bir dikkatli politika izledi ve bu sürecin dışında kaldı. O sabah Erdoğan’ın yaptığı açıklama: “Yapılan operasyonu doğru buluyorum” dedi, yani atılan bombaları doğru buluyorum dedi. Ve şöyle diyor; “onun için bu gece uykusuz geçti” yani sabaha kadar beklemiş. “Bunu takip ettik, rejimin daha önce de çeşitli defalar yaptığı bu saldırıların cevapsız bırakılmaması elbette düşünülemezdi.” Amerika’dan yana tavrını koydu, İngiltere’den yana tavrını koydu, egemen güçlerden yana tavrını koydu.
Şunu söyledim Hatay’da iş dünyasıyla yaptığım toplantıda. Taraflara bir bakın dedim, taraflardan birisi “Allah Allah” diye saldırıp karşı tarafı öldürüyor, öbür taraf da “Allah Allah” diye saldırıp o da öbür tarafı öldürüyor. Birbirlerini öldürenler Müslümanlar, birbirlerini öldürenler Araplar. Ellerindeki silahlar egemen güçlere ait, bir kısmı Amerika’ya, bir kısmı Rusya’ya ait silahlar. Onlar silah satıyorlar keyifleri yerinde, bunlar birbirlerini öldürüyorlar. Bu ülkenin yöneticileri, yani Türkiye, yani İran, yani Suriye, yani Irak, yani dört devletin yöneticileri bir araya gelsin, biz kendi sorunumuzu çözelim, ne Amerika’sı ne Rusya’sı kardeşim, bizde akıl yok mu? Biz oturalım konuşalım, varsa bir sorun kendimiz çözelim. Neden onların baskısıyla, onların gücüyle, onların taşeronluğunu yapalım?
Bunu yine söyledim, yine söylüyorum, ama Erdoğan tam tersini yapıyor. Bombalayın diyor, biraz daha bombalayın diyor. Ölen kim? Vatandaşlar, Suriyeli vatandaşlar, masum insanlar. Masum insanların ölümünden zevk alanlara yönetici denilmez arkadaşlar, onların başka sorunları vardır, sağlık sorunları vardır onların.
Bunların bir de derneği var, İHH diye bir kuruluş var malum. Bakanlar Kurulunca el üstünde tutulan bir kurul. O da açıklama yapıyor aynı gün; “bugün atılan füzeler içimizi serinletmedi, daha çok vuruş yapılmalıydı” diyor. İnsaf yahu insaf! Daha çok insan ölmeliydi diyor, daha çok insan ölsün ki ben rahatlayayım. Bu İHH dediğimiz kuruluş, Gazze’ye Mavi Marmara’yı götüren, bunlar Mavi Marmara’yı götüren. 9 kişi öldü, bunlar çark ettiler, ölülerine bile sahip çıkmadılar. Bir ara birisi kalkıp bir şey söylemek istedi, Erdoğan dedi ki “size verdiğimiz desteği biliyor musunuz?” dedi. Hemen çark ettiler, bunlar da paracı. Bunlar da kendi iradelerini rahatlıkla satabiliyorlar. Ne demek yani “füzeler içimizi serinletmedi, daha çok füze atılmalıydı” diye, “daha çok insan ölmeliydi” diye. Bir de sen kendini Müslüman kabul ediyorsun, nasıl kabul ediyorsun sen bunu? 20 Milyon Dolara Türkiye’nin itibarını sattılar Gazze’de, 20 Milyon Dolara! 20 Milyon Dolara Türkiye’nin itibarını sattılar. “İsrail özür dileyecek bizden” dediler. İsrail dedi “özür dilemem.” “Tazminat verecek bize” dediler, “tazminat vermem” dedi. Ama siz para isterseniz size yardım yaparım dedi. “Gazze’deki ablukayı kaldıracaksınız” dediler. “Ablukayı kaldırmam, niye kaldırayım” dedi. Bunlar gittiler el etek öptüler ve gece yarısı buradan Meclisten AK Partili milletvekillerinin oylarıyla İsrail’in her dediğini yaptılar. Boşuna mı diyorum ben, bunların yatacak yeri yok diye. Vallahi de billahi de bunların yatacak yeri yok.
Bakın değerli arkadaşlarım, 3,5 milyon Suriyeli var, 30 Milyar Dolar para harcadık diyorlar. Gidin bakalım, Reyhanlı’ya gidin bakalım, nüfusundan fazla Suriyeli var, Hatay’a gidin bakalım, esnafın ağzını bıçak açmıyor, herkes perişan vaziyette ve daha büyük bir tehlike bizi bekliyor. Bakın bunu da tarihe not düşmek için yazıyorum. Daha büyük bir tehlike bizi bekliyor. Bütün o radikal grupları getirip Türkiye sınırına konuşlandırdılar. El Kaide’si burada, El Nusra’sı burada, IŞID’cisi burada ve iktidar da onlara destek veriyor. İçim acıyor. Yarın öbür gün Türkiye’nin başına daha büyük felaketler gelir.
SEN 6.FİLONUN ÖNÜNDE SECDE EDERKEN, BEN ÜLKENİN BAĞIMSIZLIĞINI SAVUNUYORDUM!
Toplantıdan sonra Sakız Karakoluna gittim, Suriye’nin sınırında, yani sınıra sıfır olan yerde Sakız Karakolu. Öyle kendimize asker elbiseleri filan diktirmedik. Ayıptır dedik, askerler var zaten orada, bildiğimiz kıyafetlerle gittik. Ben gittim, belediye başkanlarımız, milletvekili arkadaşlarımız vardı, beraber gittik. Bizi karşıladılar, oturduk, çay kahve bisküvi ikram ettiler, tatlı ikram ettiler. Kendi durumlarını sorduk, hepsinin morali iyi. Komutandan erine kadar hepsinin morali iyi. Kendi yemeklerimizi kendimiz yapıyoruz, kendi ekmeğimizi kendimiz yapıyoruz, kendi pastamızı kendimiz yapıyoruz dediler, yani kendimize yetiyoruz. Bayraklar dalgalanıyordu, onurla gururla biz de seyrettik ve karakola girerken de küçük bir avludan Atatürk’ün büstü önünde hep birlikte de bir fotoğraf çektirdik. Sonra biz onlardan ayrıldık ve şu cümleyi kullandım komutana karşı; “vatan size minnettardır” dedim.
Beyefendi ben Hatay’a gidince bağırmış yine, “Bay Kemal postala mı ihtiyacın var?” Öyle diyor değil mi? Evet... “Postalın eksikse sana postal da gönderelim, olur ya parka filan eksikse onu da gönderelim.”
Ben postalı da parkayı da 1968’lerde giydim. Sen 6.filonun önünde secde ederken, ben ülkenin bağımsızlığını savunuyordum! Benim postala ihtiyacım yok, parkaya da ihtiyacım yok. Ama benim kuşağım postalıyla parkasıyla genç Filistinlilerin yanına gitti. Bizim gencecik filizlerimizin mezarları şu anda Filistin topraklarındadır. Erdoğan bunu bilir mi? Bunu bilmez, tarihini bilmez o. Onun tek bildiği şey yeşil dolarlardır. Bakın bir daha söylüyorum; tek bildiği şey yeşil dolarlardır.
Bana postal ve parka gönderecekmiş. Eğer elinde fazla varsa oğluna ver, gönder askere. Yoksa oğlum askerden geldi, parkasını ve postalını senin askerlik yapmayan çocuklarına göndereceğim!
KENDİ TARİHİNE İHANET
Umudu hep beraber yeşerteceğiz, asla umutsuz olmayacağız asla! Bizim kitabımızda umutsuz olmak yoktur. Hepimizin umudu var. Çocuklarımızın geleceği için mücadele edeceğiz.
Ve bizim kahraman ordumuzun sırtından politika yapmak istiyor. Ordunun kahramanlığını ÖSO’ya mal etmek istiyor. “ÖSO bir Kuvayi Milliye hareketi gibidir” diyor. Ne demek! Ağzını yıkayacaksın önce Kuvayi Milliye demen için, ağzını yıkayacaksın! Bu ülkenin muhafazakârı, bu ülkenin ülkücüsü, bu ülkenin dindarı Kuvayi Milliye’nin ne olduğunu gayet iyi bilir; Çanakkale’dir Kuvayi Milliye, Dumlupınar’dır Kuvayi Milliye. Ne demek ÖSO, ne demek! Hangi Kuvayi Milliyeci para alarak da vatan savunması yaptı? ÖSO’lar dediğin parasını veriyorsun, lejyoner, gönderiyorsun oraya. Ne Kuvayi Milliyecisi? Ayrıca hangi Kuvayi Milliyeci tarihinde yağma ve talan yapmıştır? Yok böyle bir şey. Askerlerimize bakın, çocuklar kucaklarındadır. En zor koşullarda yaşlılara yardım ederler. ÖSO’ya bakıyorsun, dükkânlarda yağmalardalar. Ne demek Kuvayi Milliyeci? Bu kendi tarihine ihanet etmek demektir. Sen tarihine ihanet edeceksin, ben de susacağım, ben de konuşmayacağım. Neymiş? Efendim hakkımda savcılar fezleke düzenlermiş. Ben senin gibi korkak değilim, kimse kusura bakmasın, senin gibi korkak değilim!
KENDİN İTİRAF EDİYORSUN FETÖ’CÜ OLDUĞUNU
Ve son bir konuya değineceğim. Efendim AK Partinin sözcüsü açıklama yapmış bir televizyon programında. Diyor ki; “partimizde FETÖ’cü kalmadı, hepsini temizledik” diyor. “İlçe yönetim kurullarımızda, mahalle başkanlıklarımıza varıncaya kadar çok titiz bir araştırma yaptık, bütün FETÖ’cüler temizledik, biz de artık FETÖ’cü yoktur” diyor.
Güzel, çok güzel bir laf aslında, ama şu sorunun cevabını istiyorum: Sen o FETÖ’cüleri temizlerken, onların FETÖ’cü olduğunu biliyorsun. FETÖ’cü olmak suçtur, onu da biliyorsun. Kaçını mahkemeye verdin? Kaçı hakkında suç duyurusunda bulundun? Kaçı hakkında suç duyurusunda bulundun diyorum, kaçı hakkında? Eğer suçluyu korursan, sen de onun kadar suçlusun!
Aslında bunlar birbirlerini çok iyi tanıyorlar, yoktu filan değil, birbirlerini gayet iyi biliyorlar. Alttakileri temizlediler, yukarıdaki duruyor, yukarıdakiler duruyor. Onlar talimat veriyor, bunları atın diyor, kendileri duruyorlar. Kaçı hakkında cezai soruşturma açıldı? Bunu öğrenmek istiyorum. AK Parti Sözcüsünden bunu öğrenmek istiyorum. Kaçı hakkında suç duyurusunda bulundunuz, kaçı hakkında cezai soruşturma açıldı? Öyle ya, bunlar FETÖ’cü, öyle ya siz itiraf ediyorsunuz, söylüyorsunuz. Mahalleden diyorsunuz yukarıya kadar hepsini temizledik diyorsunuz. Demek siz bunları biliyorsunuz, kankasınız bunlarla ve bu soruşturmalar nasıl neticelendi? Bunu da merak ediyoruz, hep beraber bunu da merak ediyoruz. Bizim avukat olan ya da hukukçu olan bütün milletvekillerimize bu görev düşüyor, bunu araştıracaksınız. Madem böyle söyledi, bir araştırma önergesi grup başkan vekilim, bir araştırma önergesi. Diyeceksiniz ki, “AK Parti Sözcüsü dedi ki, bütün FETÖ’cüleri temizledik, bunların listesini biz öğrenmek istiyoruz, bunlar hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundunuz mu, kaçı hakkında soruşturma açıldı?” Kendisi söylüyor, biz söylemiyoruz.
Ama bu kişi 2014’te Kanal 24’e şunları söylüyordu, “Biz bunların –yani Fethullahçıların- orduya sızmalarını mubah gördük, yani meşru gördük” diyor. “Emniyete sızmalarını da mubah gördük, meşru gördük” diyor. “Biz bunu destekledik” diyor. Sen FETÖ’cüsün kardeşim, daha ne söylüyorsun? Kendin itiraf ediyorsun. Şimdi savcılara sesleniyorum, FETÖ’cü arıyorsunuz, adam itiraf ediyor FETÖ’cü olduğunu. Hangi yürekli savcı harekete geçecek merak ediyorum, hangi yürekli savcı! Yürekli savcı harekete geçiyorsa, cumhuriyet savcısı unvanını hak ediyor. Eğer harekete geçmiyorsa, sarayın savcısıdır o.
PARALEL DEVLET KURMADAN RAHAT EDEMİYORLAR
Ben yine söylüyorum, devletin kozmik odalarını bunlar açtılar. Efendim paralel devlet... Paralel devleti siz kurmadınız mı kardeşim? Sanki bütün valileri ben tayin ettim, siz tayin ettiniz. Peki, bir paralel devlet vardı FETÖ’yle diğerleri arasında. Şimdi de bir paralel devlet bugün de var. Bir sarayın devleti var, bir de hükümetin devleti var. Yok mu? Var. Dışişleri Bakanı iki tane yok mu? Var. Maliye Bakanı iki tane yok mu? Var. Bunların hepsini biliyoruz. Paralelliğe o kadar alıştılar ki, paralel devlet kurmadan rahat edemiyorlar. Çünkü birisinin suçunu diğerinin üzerine atmaya çalışacaklar, vaziyeti öyle kurtarmaya çalışacaklar. Hatta o kadar paralel ki, 17-25’ten sonra bir gazeteciyi “aman ne olursun git şu Fethullah Gülen’e rica et, aramızı düzeltsin. Gecikiyorsun, sana Başbakanlığın uçağını tahsis edelim” dediler. Bunları biliyoruz.
Bakın daha garip bir şey... 25 Aralık 2014’te yine bir AK Parti milletvekili Tarafsız Bölge’de, Ahmet Hakan Beyin Tarafsız Bölge’sinde konuşuyor: “Biz askeri vesayeti bitirmek için, cemaat ve ABD’yle işbirliği yaptık.” Cümle bu bakın, “biz askeri vesayeti bitirmek için, yani orduyu bitirmek için cemaat ve Amerika Birleşik Devletleriyle işbirliği yaptık” diyor. Bunun adı nedir? Biz kendi ülkemize ihanet ettik diyor. Harekete geçen bir savcı var mı? Yok. Biz konuşunca hemen anında fezlekeler düzenleniyor. Bunlar için niye bir fezleke düzenlemiyorsunuz? Kendi ordusuna kumpas kurdular ve sonra itiraf ettiler kumpas kurduklarını. Yapılan bir şey yok.
BU MİLLET KUVAYİ MİLLİYECİDİR, SANA BOYUN EĞMEYECEKTİR
Dün arkadaşlarım 81 ilde oturma eylemi yaptı, OHAL’i istemiyoruz diye. Olağanüstü hal olmasın. Niye oluyor olağanüstü hal? Efendim adliyede FETÖ’yü bitirdik diyordunuz, doğru. Emniyette bitirdik, o da doğru. Askeriyede bitirdik, o da doğru. Şimdi sizin sözcünüz diyor ki, partinin içinde de bitirdik FETÖ’cüleri. O zaman niye OHAL ilan ediyorsunuz? Kaldırın kardeşim, niye yine ilan ediyorsunuz? Diyordunuz ki-daha önce rahmetli Ecevit OHAL’i kaldırmıştı, bunlar ona sahip çıktılar-efendim OHAL’i biz kaldırdık diye meydan meydan övünüyordunuz. Niye şimdi OHAL’i getiriyorsunuz? Çünkü yönetemiyorlar. Sopayla yönetmeye çalışıyorlar, baskıyla yönetmeye çalışıyorlar, milleti sindirmeye çalışıyorlar, baskıyla seçime nasıl gidebiliriz onun yolunu aramaya çalışıyorlar. Sopayla milleti nasıl hizaya getirebiliriz, onun yollarını aramaya çalışıyorlar. Ne yaparsan yap kardeşim, ne yaparsan yap bu millet Kuvayi Milliyecidir, sana boyun eğmeyecektir. Sana boyun eğmeyecektir bu millet.
ANA SORUMLU DURUYOR YERİNDE HÂLÂ, BAY RECEP…
Bütün bu sorunların sorumlusu kim? Öyle ya bir sorumlu bulmamız lazım. Paralel devleti kurdular, bilmem şunu yaptılar bunu yaptılar, bir sorumlu olması lazım. Kim bunun sorumlusu? Evet. Bank Asya’nın önünden geçen adamı aldılar hapse attılar, çocuğunu cemaatin kurduğu okula göndereni alıp hapse attılar, parası olanı attılar, üniversitedeki hocayı attılar, hepsini attılar. Ana sorumlu duruyor yerinde hâlâ. Kimdi o? Kaçak sarayda oturan zat, yani Bay Recep... Bir daha söylüyorum; FETÖ terör örgütünün siyasi ayağının bir numaralı sorumlusudur.
DARBEYİ RANTA ÇEVİRMEK İSTİYORLAR
Tazminat davası açıyor. Bunun için de fezleke düzenlesene. Fezleke düzenle mahkemeye gidelim. Vallahi mahkemede tamamını ispat edeceğim, tamamını ispat edeceğim. Darbe girişimi oldu 15 Temmuz’da, 20 Temmuz’da sivil darbe yaptılar. Allah’ın lütfu olarak kabul ettin sen bunu. Niye Allah’ın lütfu olarak kabul ediyorsun? Şimdi darbeyi ranta çevirmek istiyorlar.
Bakın bu da önemli bir ayrıntı, darbenin ranta dönüştürülmesi. İki borsa var; bir FETÖ borsası, bir de FETÖ’nün karaborsası, iki borsa var. Borsa nedir? FETÖ borsası... Dayın varsa arkan varsa siyasi ayağın çıkıyorsun, para mara yok, gücünle çıkıyorsun. Başka... Kayınpederin varsa yine çıkıyorsun, hiçbir şey yok. Üç, paran varsa, doların varsa, yeşilin varsa ucunu gösteriyorsun, koşa koşa geliyorlar yine seni çıkarıyorlar. Bir de karaborsası var FETÖ’nün. Şantajla, baskıyla, insanları zorla istifa ettirip, bak ha istifa et görevi bırak, yoksa seni içeri alırım. Bu da FETÖ’nün karaborsası. İki borsayı unutmayın.
Efendim biraz uzun konuştum, bugün biraz uzun konuştuğumun farkındayım. Ama bir şeyi çok iyi bilmenizi isterim. Bütün bu gerçekleri sadece ben değil, hepimiz anlatmak zorundayız. Bu ülkenin kadınlarına yine sesleniyorum, 2019’un umudu bu ülkenin kadınlarıdır. Bu ülkenin geleceğini belirleyecek olan bu ülkenin kadınlarıdır. İster başı açık olsun, ister başı örtülü olsun, ister genç olsun, ister yaşlı olsun, bayrağımızın altında çocuklarımızın huzur içinde okula gitmesini istiyoruz. Çocuklarımızın huzur içinde sokaklarda oynamasını istiyoruz. Evimizde huzur olsun, mahallemizde huzur olsun, ilimizde ve ülkemizde huzur olsun.
Ben size huzuru vaat ediyorum ve güzel bir geleceği vaat ediyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum.
23.11.2024
23.11.2024
23.11.2024
22.11.2024