15.02.2011

15 Şubat 2011 tarihli TBMM Grup Konuşması

Genel Başkan Kılıçdaroğlu: “Korkmayacağız, birlik olacağız, geçmişte hangi partiye oy vermiş olursa olsun, bütün vatanseverleri görev başına çağırıyoruz.”

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, haftalık olağan TBMM grup toplantısında gündemdeki önemli gelişmeleri değerlendirdi.

Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun konuşması şöyle:

Sayın Başkan, Değerli milletvekilleri, televizyonları başında bizi izleyen değerli yurttaşlarım; hepinize selamlarımı, saygılarımı sunuyorum.

Gündemi en sık değişen ülke Türkiye. Herhalde dünyada bu kadar gündemi hızlı değişen başka bir ülke var mıdır diye sorarlarsa, olduğu kanısında değilim. İnsanlar, her saat, bırakın hür gün, acaba nerede ne olacak? Nerede, nasıl kimler basılacak? Nerede tutuklamalar olacak? Nerede kimin telefonları dinlendi, nerede neler yayınlanacak, herkes bunu bekliyor. Böyle bir gündem içerisinde yurttaşın sağlıklı, tutarlı haber alma hakkını elinden alıyoruz; yurttaşın sağlıklı, tutarlı değerlendirme yapmasının da önüne geçmiş oluyoruz. Bir olay oluyor, daha o olayı hazmetmeden, tartışmadan, sorgulamadan başka bir olay gündeme geliyor ve ne yapacağınızı bilemiyorsunuz, halka ne söyleyeceğinizi bilemiyorsunuz. Bir olayı oturup dört başı mamur değerlendirmek, sorumlularını ortaya çıkarmak, görüşümüzü beyan etmek varken, birden bire o olay kopuyor, başka bir olay gündeme geliyor ve biz, halkın gerçek gündemini yakalamakta zorlanıyoruz. Geçen hafta cumartesi günü Adana'da “İşsizlik kader değildir” diye bir miting düzenledik. Amaç ne idi? Türkiye’nin birinci sorunu işsizlik. Hangi anketi kim yaparsa yapsın, yurttaşa soruyorlar, sizce Türkiye’nin en önemli sorunu nedir? Bütün anketlerde ortak yanıt işsizlik. Ve Adana’yı tercih ettik. Neden Adana'yı tercih ettik, çünkü işsizliğin en yoğun olduğu kent Adana, yüzde 30’lara çıkmış işsizlik. Her 3 Adanalı gençten 1'i işsiz. 39 500 işçi çalışırken işinden olmuş. Onlarca fabrikanın kapısına anahtar takılmış, fabrikaların bacaları tütmüyor. Miting alanında bile pek çok kişi kâğıt tutuşturuyor çocuklarıma iş bul, “Ne olursunuz, evde huzur kalmadı” diye. Türkiye'nin gündemi bu, vatandaşın gündemi bu. Bu gündeme ilişkin olarak iktidar 3 maymunu oynuyor; görmüyorum, duymuyorum, konuşmuyorum.

Peki, bunlar nasıl bu ülkeyi iyi yönetiyorlar? Hangi aklı evvel çıkıp da AKP ülkeyi çok iyi yönetiyor? Hangi aklı evvel çıkıp da ya, şu AKP, ekonomiyi çok iyi götürüyor diyor. Ekonomi ne için var? İnsan için var. İnsanın mutlu olmadığı bir ekonomi olur mu? İşsizliğin sel gibi aktığı, büyüdüğü bir ekonomi olur mu? Beyefendiler ekonomiyi çok iyi götürüyorlarmış. Peki, işsizliğin sonucu nedir? Huzursuzluk dedim ama, onun başka yansımaları var. Gelirin olmadığı evde ne olacak? Bakkal da perişan olacak, alışveriş yapan yok, orta sınıfı çökerttiniz siz zaten. (Alkışlar) İş bulanlar da bir taşeronun yanında, acaba iş bulur muyum, bulamaz mıyım, asgari ücretin altında çalışmaya hazır milyonlar var şu anda. Bırakın asgari ücretten de vazgeçtik. Böyle bir yapı olabilir mi? Böyle bir ekonomi olabilir mi? Şimdi, işsizlik kader değildir dedik ve onlara anlattık. Gerçekten kader değildir işsizlik. Çukurova ile anılırdı Adana, bereketli topraklar üzerinde diye romanlar yazılırdı. Gerçekten bereketli bir kent Adana, bereketli bir bölge Çukurova. Ben her seferinde diyorum, bu AKP bereketsiz bir parti. Kendilerinin bereketli olup olmadığını görmek istiyorlarsa gitsinler Adana’ya baksınlar. Adana’yı görsünler, Çukurova’yı gezsinler, kapanan fabrikaları gezsinler dönüp aynaya baksınlar, kim bana bereketsizdir diyordu ve kim o bereketsiz olan kendisini görecektir, bunlar bereketsiz bir parti.

Eğer siz, bir kentte, bir dönem en verimli toprakların olduğu bir kentte, fabrikayla tarımın iç içe olduğu bir kentte, sanayiyle tarımın iç içe olduğu bir kentte işsizliği bir numaralı sorun hâline getirmişseniz, her 3 gençten 1’isi işsizse siz Adana’ya hangi yüzle gideceksiniz? Beyefendi tesis açıyormuş! Git bir Adana’da tesis aç bakalım. Kaç fabrikayı kapattın bir say bakalım. Danışmanların gidip sorsunlar, bu Adana’da kaç fabrika kapandı? Kaç işçi işinden oldu? 39 500 işçi işinden oldu. Arkadaşlar, Adanalılara şunu sordum: Ekonominin yönetiminde, ülkenin yönetiminde CHP ile AKP arasında ne fark vardır diye sordum. Merakla beklediler acaba ne diyecek diye. Dedim ki AKP bu ülkenin rantına talip oldu, biz sizin dertlerinize, sorunlarınıza talip oluyoruz, aramızdaki fark bu. (Alkışlar) Neden bunu söyledim? Yurttaşlara şunu da söyledim: Siz gerçekten benim dediğimi test etmek ve öğrenmek istiyorsanız, AKP’lilerin yedi sülalesine bakın bakalım nerelere geldiler. Daha dün yırtık ayakkabıyla siyasete girenlerin bugün nasıl han, hamam sahibi olduklarını görün orada. (Alkışlar) Adana yoksullaşıyor, beyefendiler varsıllaşıyor. Bu çelişkiyi bütün Adanalıların bilmesi lazım. Ve bir şeyde daha emin oldum. Halk, işsizlik sorunundan bunalmış durumda. Laf olarak söylerdik, zaman zaman dile getirirdik ama bundan sonra işsizliği daha fazla dile getireceğiz. Eğer vatandaşın derdiyse ve biz de dertlere talipsek o dertlerin gereğini yapacağız, onların sorunlarına sahip çıkacağız. Ve Adana, sadece kapanan fabrikalar açısından bir Adana değil, tarlaları da artık ekilmiyor. Narenciye üreticisi perişan vaziyette. Onlara yine soruyorum, buradan da soruyorum bütün Adanalı kardeşlerime, sadece Adana değil, Mersin ve Hatay’a da soruyorum, İzmir’e de soruyorum: Siz, Başbakanın ağzından şu lafı duydunuz mu? Sevgili narenciye üreticileri, ben sizin derdinizi biliyorum, çözüm için de şunları getiriyorum dediğini duydunuz mu? Kimse duyamaz, çünkü Başbakanın derdi narenciye üreticisinin derdi değil ki, onun derdi ben devlet ele nasıl geçer, kendi imparatorluğumu nasıl kurarım, onun derdi o. (Alkışlar) Ve yine onlara sordum: Siz, hiç, Sayın Başbakanın meydanlara çıkıp, kürsülere çıkıp biz işsizliği şöyle çözeceğiz dediğini duydunuz mu? “Hayır” sesleri geldi. Dedim ki, yapmayın, o kadar da insafsızlık yapmayın. Başbakan söyledi. Ne dedi? “Her işveren bir işsizi alırsa işsizlik sorunu çözülür” dedi. Peki, kimse dikkate aldı mı? Hayır. Tiye bile aldılar, “Bu ekonomiyi nasıl yönetecek” diye. Bu, zaten ekonomiyi yönetemediği için ülke ekonomisi bu hâlde, işsizlik bu hâlde. Daha ekonominin kurallarını bilmiyorsun, ekonominin E’sini bilmeyen bir Başbakan kalkıyor bu ülkenin yönetimine talip oluyor. Bu ülkeyi yönetiyor, yüz binlerce, 12 milyon 715 bin yoksul yaratıyor. Ne derdik? 10 yılda 15 milyon genç yarattık diyorduk her yaştan, övünüyorduk, şimdi onlar övünsünler. Sekiz yılda 12 milyon 715 bin yoksul yarattık diye övünsünler. İnsan döner, bir kendisine bakar, ne yaptınız siz? Bu ülkenin yurttaşlarıyla alıp veremediğiniz dert nedir sizin? Niye bu insanları perişan ettiniz? O açıdan o konuya da, değerli arkadaşlarımın dikkatini çektim.

Adana, artık, bir üniversiteyi kaldırmıyor. Adana’ya iki, üç hatta dördüncü üniversite gerekiyor. Adana, o bölgenin markası, önemli bir kenti, bilim oraya daha fazla gitmeli, bilim adamları daha fazla gitmeli, gençlerimiz daha fazla gitmeli, araştırma, geliştirme daha fazla olmalı, tarım daha nitelikli yapılmalı, fabrikaların bacaları tütmeli. Onlara sözüm var, halkın iktidarında, Adana’ya ikinci, üçüncü üniversiteyi inşallah biz getireceğiz.

Değerli milletvekilleri, geçen hafta Avrupa Birliğinin Genişlemeden Sorumlu Üyesi Sayın Stefan Füle ile İstanbul’da bir görüşmemiz oldu. Kendileri İstanbul’a gelmişlerdi, bir davet üzerine gittik. Oldukça ilginç bir konuşma. Kendilerine, Anayasa değişiklikleri sırasında yapılan değişikliklerin Türkiye’yi Avrupa Birliğine yakınlaştıracağını söylemişlerdi ve destek vermişlerdi. Daha o destek sürürken, pek çok gazetecinin içeri alındığını, işlerine son verildiğini görüyorduk, biliyorduk zaten. Dedim ki sizin desteğinizle o Anayasa geçti, güzel, şimdi Yargıtay, Danıştay yasaları da geçiyor, Sayın Cumhurbaşkanı imzaladı, o da güzel, artık yürütmenin emrinde bir yargı var, herhâlde Avrupa Birliğine biraz daha yaklaştık böylece. “Efendim, bize söz vermişlerdi. Anayasa değişikliğinden sonra yapılacak bütün değişikliklerde çok geniş bir uzlaşma aranacaktı, konsensüs aranacaktı, sivil toplum örgütlerine danışılacaktı, bize sözleri var.” dedi. Güldüm tabii. Evet dedim, size sözleri var. Zamanında bize de sözleri vardı. Diyorlardı ki “Cumhurbaşkanını seçerken 1 kişiyle değil, 1’den fazla isimle geleceğiz, uzlaşarak Cumhurbaşkanını seçeceğiz.” Geldiler mi? Gelmediler. Size söz verdiler. O sözün muhatabı biz değiliz, o sözün muhatabı sizsiniz dedim. Siz eğer, size söz verildiyse, geniş bir uzlaşmayla, toplumsal destekle, uzlaşmayla, sivil toplum örgütlerinin katılımıyla biz bunu yapacağız diye söz verdilerse, sorun bakalım bu sözlerinde niye durmuyorlar? Ve ben onlara daha önce şunu söylemiştim: Avrupa’nın etik değerleri önemlidir. Yalan söyleyeni affetmezler. Toplumsal duyarlılık çok yüksektir. Siz Türkiye’yi reddetmek istemiyorsunuz açık açık ama Türkiye’nin öyle şeyler yapmasını istiyorsunuz ki dönüp bir gün Türkiye’ye bakacaksınız, ya, şu Türkiye Avrupa Birliğine giremez diyeceksiniz ve kendi vicdanlarınızı rahatlatacaksınız. Bu doğru bir yaklaşım değildir dedim. Eğer Türkiye’de bugün bu olaylar oluyorsa, insanlar sokağa çıkamaz hâldeyse, telefonlarıyla konuşamıyorsa, bunun sorumlularından birisi de Avrupa Birliği ve onun yetkilileridir, buradan açıkça ifade ediyorum. (Alkışlar) O zaman kendilerine şunu da söylemiştim: Siz Avrupa Birliği olarak çıkıp Anayasada yapılan değişiklikler iyidir diyordunuz, güzel, mademki bu kadar güzel, mademki size yaklaştırıyor bizi, herhangi bir Avrupa Birliği ülkesinde çıkın bu değişiklikleri tasarı olarak kendi parlamentolarına getirsinler bakalım. Söz veriyorum dedim, onlar bu değişikliği yasalaştırmasınlar ama tasarı olarak getirsinler yeter, ben bütün meydanlara çıkıp bu Anayasa değişikliğine “Evet diyeceğim” dedim. Çünkü bu tasarıyı, bu değişikliği bir tasarı olarak hiçbir Avrupa Birliği ülkesi kendi parlamentosuna sunamaz dedim. Derler ki, siz aklınızı peynir ekmekle mi yediniz? Tam biz güçler ayrılığı ilkesini güçlendirirken siz nasıl güçler ayrılığı ilkesinde yargıyı yürütmenin emrine verirsiniz derler. Yapmadılar, yapamazlar ama bizi öğütüyorlar.

Sayın Fule ile görüşürken dedim ki, size söz verdiler ama ben size anlatayım nasıl bir uzlaşma yaptıklarını.

Bir: Yargıtay ve Danıştay hiç dinlenmedi, böyle bir kurum var mıdır, yok mudur hiç bakmadılar, onların görüşlerini almadılar, gerek de duymadılar.

İki: Sivil toplum kuruluşlarının da görüşlerini almadılar. Ne demek baro? Baro görüş verecekmiş. Kimmiş baro AKP’ye göre. Efendim, yargıçların ve savcıların dernekleri varmış, kimmiş bu dernekler? Bunlardan görüş mü alınır. Kim bilir her şeyi? Bir kişi bilir, Sayın Recep Tayyip Erdoğan, her şeye o vakıf, niye bir de görüş alsın? Görüş almak zaman kaybı bunlar için. Ve size daha acısını söyleyeyim. Bunlar Adalet Komisyonunda bizim milletvekillerinin konuşmasını kısıtladılar. “Nasıl yani?” dedi. Adalet Komisyonunda 5 üyemiz var dedim. 5 üyenin konuşma süresini 5 dakikayla sınırlandırdılar. Ve bir önerge verme hakkı verdiler, ikinci önergeyi daha veremezsiniz dediler parmak hesabıyla. Zulüm değil mi bu? Siz bunu demokrasi mi diyorsunuz? Böyle bir anlayış olabilir mi? Onun için söyledim. Türkiye’nin bugün geldiği konumdan sorumlu olan organlardan birisi de Avrupa Birliğidir. Yaklaşmak değil, yapılan her düzenlemeyle Türkiye Avrupa Birliğinden uzaklaşıyor. Sorumluları da Avrupa Birliğinin yetkilileridir. Onlara şunu da söyledim: Bazı canlılar biliyorsunuz sık sık gömlek değiştirirler. Siz hâlâ belli kişilerin gömlek değiştirdiğinin farkında değil misiniz dedim. Çıkıp itiraf ediyorlar “Biz gömlek değiştirdik” diye. Onlar her olaya göre, her ortama göre, her zemine göre, her renge göre, her söyleme göre gömlek değiştirirler, onların görevi zaten o ama hiçbir zaman kafalarının ardındaki düşünceden vazgeçmezler. Hedefleri vardır, o hedefe ulaşmak için gömlek değiştirmeyi de zaten marifet olarak gayet güzel yaparlar.

Değerli arkadaşlar, davranışını kısmen yadırgadığımız, ya, bu kadar da olmaz dediğimiz kişilerden birisi de Sayın Cumhurbaşkanı. Böyle bir tasarı geldi, Parlamentodan geçti ve Sayın Cumhurbaşkanı imzaladı. Kimseyi dinlemedi. Noter bile önüne gelen metne bir bakar ya, hata var mıdır, yok mudur diye. İnsaf denilen bir şey var, bir bakın bakalım şu metne ya. Efendim, danışmanları iyi rapor vermiş ve Sayın Cumhurbaşkanı, bu ülkede birliğin temsilcisi olacak, bütünlüğün temsilcisi olacak, uzlaşma kültürünün yerleşmesine katkıda bulunacak. Sayın Cumhurbaşkanı yürütmeyi, yasamayı, yargıyı temsil eden, devletin en tepesindeki kişi olarak tarafları dinleyecek. Çağırıp Başbakana, niçin bu acele, nereden geliyor, nereden kaynaklanıyor bu acele? Şu Danıştay’ı da, Yargıtay’ı da dinleseydiniz ne olurdu, yine bildiğinizi yapacaksınız. Birilerini dinlememek siyasette sana bir unvan kazandırmaz demesi gerekmez miydi? İmzaladı. Gerçi ben Sayın Cumhurbaşkanına çağrı yaparken imzalayacağını biliyordum, herkes biliyordu zaten. Diyet borcunu ödeyenlerin zaten yapacakları başka bir şey yoktur.

Demokrasiyi demokrasi yapan seçim değildir arkadaşlar, demokrasiyi demokrasi yapan kurumlarıdır. Size örnek vereceğim. Eğer seçim demokrasiyi demokrasi yapsaydı herhâlde en ileri demokrasilerden birisi Mısır olurdu, çünkü yüzde 87 oyla geldi çünkü. Eğer seçim demokrasiyi demokrasi yapsaydı Hitlerin Almanya’sı olurdu, o da çok ağırlıklı bir oyla geldi işbaşına. Ama bir ülkede kurumlar varsa, kurumlar sağlıklı çalışıyorsa, güçler dengesi ilkesi tam oturmuşsa o ülkede demokrasi var demektir; yasama, yargı, yürütme ve medya görevini yapıyor demektir. Şimdi bizde görevini yapan bir kurum var, yürütme. Yasama yürütmenin emrinde, gündemi yürütme belirliyor. Başkan usulen başkan, kimsenin taktığı da yok, çünkü kürsüde Başbakan konuşurken dönüp Meclis Başkanına diyor ki “Sen mi susturacaksın, yoksa ben mi susturayım.” Ne demek bu? İşini yap, yoksa seni oradan alırım demektir. Açıkça tehdittir. Bu tehdide bir şey söylediler mi Meclis başkanları? Hayır, yuttular. Çünkü biliyorlar ki konuşurlarsa oradan olacaklar. Peki, yargı neydi? Bağımsızdı, tarafsızdı, öyle bilirdik. Artık yargı bağımlı ve taraflı olacak. Hâkim karar mı verecek, benim istemediğim karar, ben sana gösteririm. Emrimde zaten Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu var, değiştirin bunu, vurun kellesini, vuracaklar, yerine yeni bir yargıç ve benim istediğim karar çıkacak, bu mudur demokrasi arkadaşlar?

Ve medya, konuşamayan, yazamayan medya. Hangi demokrasiden söz ediyoruz biz? Ülkeyi güllük gülistanlık gösteren medya, intihar eden vatandaşı sekiz sütun üzerine haber yapan medya, çünkü Türkiye’de başka bir şey yok ki, en önemli bir olay bir vatandaşın intiharı olmuş oluyor. Baskılara direnemeyen bir medya, korkmadan ayağa kalkamayan bir medya. Korkmayın diyoruz, güçlü olun, neden korkuyorsunuz siz? Ödün verilerek bir yere gidilmez Alman rahibin dediği gibi. “önce sırayla götürdüler sesimi çıkarmadım, sıra bana geldiğinde sesini çıkaracak adam bulamadım” diyor, aynen öyle. (Alkışlar) Türkiye’yi o kulvara sokuyorlar. Hepimizin bilmesi gerekiyor, her yurttaşın bilmesi gerekiyor, her yurttaşın dikkatli olması gerekiyor. Korkmayacağız, güçlü olacağız, beraber olacağız, birlik olacağız, geçmişte hangi siyasal partiye oy verirse versin, bugün bütün vatanseverleri, altını çiziyorum bütün vatanseverleri, ülkesini sevenleri görev başına çağırıyorum, Cumhuriyet Halk Partisinin çatısı altına çağırıyorum.

Bütün bunları yapıyorlar, bir de buna “İleri demokrasi” diyorlar, kanıma dokunan da bu, neresi bunun ileri demokrasi, ileri demokrasiymiş. Telefonla konuşuyorsun korkuyorsun kim dinleyecek beni diye, ileri demokrasiye bakın siz, medyayı baskılamışsın haber yazanı “işinden atın” diye telefon ediyorsun işinden atıyorlar, adı ileri demokrasi. Efendim, adam trompetçi, uluslararası ödülleri var, bir konsere gidecek adamı tutukluyorlar, içeri alıyorlar, uzun süre kalıyor, neymiş Başbakanı protesto edecekmiş bu, potansiyel tehlike olarak görüyor. Eskişehir’de kaldırımda geziyor vatandaşlar, vay efendim Başbakan gelecek, işte, bunlar yürüyüş yapıyorlar, protesto edecekler, toplayalım içeri alalım, topluyorlar ve içeri alıyorlar; bunun adı ileri demokrasi oluyor. Daha benzer pek çok olay var arkadaşlar. Hepimiz biliyoruz, hepimiz okuyoruz. Bizim bilmemiz yetmiyor, bilmeyenlere de anlatmamız lazım; bizim bilmemiz yetmiyor, bilmeyenlere gitmemiz lazım. Onlara, aynı düşünceden olmasak bile, her bireyin özgürlük hakkı olduğunu söylememiz lazım. Özgürlük taleplerimizi daha sesli söylememiz lazım. Bakınız, 12 Eylül sonrası doğan çocuklara anne ve babaları büyük ölçüde “Özgür” adını verdiler. Baskının sembolleştiği isimdir Özgür. Özgürlük önümüzdeki dönemlerde, önümüzdeki aylarda en çok telaffuz edeceğimiz sözcük olacaktır. Nefes alacak hâl bırakmamak üzere çaba harcayacaklardır. Toplumun nefes almasını engelleyeceklerdir her türlü baskıyı kurarak. Baskıyı yargı aracılığıyla uygulayacaklardır. Öyle noktalara geliyoruz ki, öğrenciler Erzurum’a gidecek, Başbakan da Erzurum’da, olur ya gider orada Başbakanı protesto ederler, her ilde önü kesilir, her ilde yoklama yapılır, her ilde bunlar nasıl Erzurum’a gitmezler, biz göndermeyiz diye. İşçiler gelecek tek tek fotoğrafları çekilir, kimlik tespiti yapılır sizin Ankara’da ne işiniz var diye. Protesto mu? Sizin ne haddinize proteste, Başbakan konuşuyor ya adam gibi oturun dinleyin. Ne güzel de konuşuyor Başbakan, ne güzel de asıp kesiyor Başbakan, hele ilkokul öğrencisine verdiği ders 23 Nisan’da. “Bak, oturdun Başbakanlık koltuğuna istediğini as, istediğini kes” diyor, çünkü kafasında asma kesme var, kafasında demokrasi yok, özgürlük yok bunun kafasında.

Hukuk herkes içindir. Hukukun rütbesi olmaz, hukukun makamı olmaz, hukuk insan içindir. Başbakanın kafasında böyle bir algı yok, çok farklı bir hukuk kavramı var onun kafasında. Ona göre Başbakan tartışılamaz, hele hele Başbakan hakkında dava bile açılamaz, çünkü Başbakan dokunulamaz, Başbakan eleştirilemez, sadece övülür, öyle alışmış çünkü, etrafındakiler de öyle alıştırmışlar. Ya, Sayın Başbakan şurada hatan var deme yürekleri dahi yok etrafındaki insanların. Bu olunca ne diyor Sayın Başbakan? Arkadaşlar bir not çıkardılar, çok ilginç. 8 Ocak 2008’de Sayın Başbakan AKP Grubunda toplantı yapıyor. Diyor ki “Ben Türkiye Cumhuriyeti Başbakanıyım. Şahsımla alakalı düşünebiliyor musunuz dava açıldı.” Allah Allah… “Düşünebiliyor musunuz” diyor “dava açıldı” Yani, kimse benim hakkımda hangi cüretle, hangi yetkiyle dava açabilir diyor. Neymiş? “Birisine ben Sayın demişim ve bundan dolayı açılan davada da “ne biliyor musunuz” diye soruyor. “Üç kuruşluk manevi tazminat davası.” 3 kuruş da iyi fiyattır canım. Bu hukuk anlayışına sahip olan bir kafada çağdaş hukuk normları gelişmemiş demektir. Ben Başbakanım, hele bakın, bir de benim hakkımda dava açıyor şu adam. Kendini bilmez adamlar, şehit yakınları bunlar. 3 kuruşluk manevi tazminata mahkûm oluyor. Sen misin mahkûmiyet kararı veren, hâkime cezalar. Bu anlayışta olan şimdi kalkmış ileri demokrasiden bahsediyor. Demokrasi nerede, sen nerede, hukuk nerede sen nerede, insan hakları nerede sen nerede… Sen insan haklarına saygılı olsaydın, insan hakları kavramı senin kafanda mercimek tanesi kadar olsaydı, yasadışı telefon dinlemelerinden medet umup çıkıp bunları milletin önünde tekrarlamazdın bunlar yasadışıdır, bunları kullanmazdın, onlardan bile medet umuyorsun. Ama başkaları senin konuşmalarını yayınlayınca onları doğru Silivri’ye gönderiyorsun, adalete bakın, ileri demokrasiye bakın. Ve bunu yapa yapa bir darbe edebiyatıdır gidiyorlar, sabah darbe, akşam darbe üç yıldır darbeyle gidiyoruz ama darbe olmadı. 500-600 kişi toplanıyormuşlar, darbe planları yapıyorlarmış. Nasıl bir darbe, hangi anlayışla bir darbe. Ya, varsa bir adam, darbe yapıyorsa adam gibi bulursun, çıkarırsın yargılanır, mesele biter. Kimse suçluyu korumuyor, kimse soruşturma açma demiyor, ama sen, aynı olay dolayısıyla yan yana bile gelmeyen, hayatta bile yan yana gelmemiş insanları aynı potanın içine koyup biz bunları nasıl bu potada eritir ve hepsine baskı uygularız anlayışıyla çıkarsan bu olmaz. Efendim, Dolmabahçe’de son tutuklamalarla ilgili Sayın Genelkurmay Başkanı ile Mahkemenin Savcısı görüştüler. Biliyorsunuz değil mi, mahkemenin savcısı Sayın Erdoğan, görüştüler. Şimdi siz, bu görüşmeye yargı bağımsızdır diyebilir misiniz? O yargı tarafsızdır diyebilir misiniz? Bugün de telkinde bulunuyor. “Efendim, yargının işine müdahale etmeyelim” diyor. Sen “müdahale etmeyelim” diyorsun, eyvallah, çok doğru bir laf, yargının işine müdahale edilmez. Peki, senin milletvekilin yargıya yazı yazıyor “Bu dosyayı ben inceledim, burada yolsuzluk yoktur, davayı açma” diyor. Sen o milletvekiline ne yaptın, bir şey yaptın mı sen? Senin bakanın Erzurum’a telefon edip, Erzincan’a telefon edip “ya, tutukladığınız insanları serbest bırakın” dediği zaman senin aklına gelmedi mi, ya, şu yargıya arkadaş siz niye müdahale ediyorsunuz diye sormak. Onlar her türlü müdahaleyi yaparlar hakları var, öyle görüyorlar, onların hukuk anlayışı o ama biz eleştirdik mi “Olur mu efendim, yargıya müdahale edilir mi?” diyorlar. Pek, sen yapacaksın, hukuksuz pek çok iş yapacaksın, altına imza atacaksın biz bir şey yapmayacağız ve bu da ileri demokrasi olacak. Sevsinler senin ileri demokrasini. Biz bunun arkasını bırakmayacağız arkadaşlar.

Bakınız, Sayın Savcıyla görüşmeler oldu. Çağırıyorlar. Ne zaman çağırsalar herkes gidiyor mahkemeye kaçan göçen yok. Birdenbire 100 küsur kişiye tutuklama kararı veriyorsunuz. Tutuklama kararı verdiniz, bir söz vereceksiniz değil mi? Kime? Tutuklunun avukatına, belki itiraz edecek, ona söz verilmiyor arkadaşlar, sen konuşmayacaksın deniliyor, ben resen tutukladım diyor ve arkadan bir daha bağırıyor değerli yargıcımız, tarafsız ve bağımsız yargıcımız, “Kapıları derhal kapatın” diyor. Afrika’daki esir kampındalar çünkü onlar. Böyle bir anlayış olabilir mi? Böyle bir hukuk düzeni olabilir mi? Ve adam yurt dışında, madem yargı tutuklama kararı verdi, geliyor, buyurun ben geldim. Adam başka bir yerde, buyurun ben geldim diyor, kaçan yok. Eğer delilleri karartacaklarsa hay hay, delilleri yok edeceklerse hay hay. Peki, bunlar yokken siz insanları hangi gerekçeyle tutukluyorsunuz? Yarın bunlar beraat etti diyelim, olur ya, çünkü belgelerin büyük bir kısmının sahte olduğunu hepimiz biliyoruz. Hani o teğmen kardeşimiz vardı ya bilgi yüklenen. “Efendim, biz onu başka gerekçeyle…” Ne oldu diyor orada? “Sehven yaptık biz bu işi” diyor. Şimdi merak ediyorum. Onu sehven yaptılar, peki, asıl kimin için yapacaklardı? Asıl araştırılması gereken soru bu. Teğmeninki sehvendi, demek ki başka birisine niyetlendiniz oraya düştü ve siz bu olayın üzerine hâlâ cesaretle gitmiş değilsiniz. Zamana yayıyorlar ama unutmayın, ne kadar zamana yayarlarsa yapsınlar biz bu olayların takipçisi olacağız hiç kimsenin endişesi olmasın.

Değerli arkadaşlar, dün ilginç bir gelişme daha oldu. Odatv denilen bir İnternet sitesi var, başında da Soner Yalçın ve arkadaşları. Soner Yalçın’ı hepiniz tanırsınız. Pazar günleri, ben de büyük bir keyifle ve merakla Soner Yalçın’ın tarihi güncelleştiren, bugüne taşıyan yazılarını büyük bir dikkatle okurum. Kitapları var, kitaplarını kaçırmamaya, okumaya çalışırım. Çalışır, üretir, kalemini satmaz, besleme değil, yandaş değil, onurlu duran bir kimliği var. İnternet sitesi de öyle, yazılamayanları yazıyor, gazeteler bazen oradan alıntı yapıyorlar ve İnternet sitesine üç video koydu Zir Vadisindeki bulunan silahlarla ilgili olarak ya da oradaki malzemelerle ilgili olarak. Polislerin Amerikalılar tarafından nasıl eğitildiği orada anlatılıyor, polisler söylüyorlar ve arkasından Ergenekon terör örgütünün üyesi olmaktan Odatv basıldı, yazarlarının evleri basıldı ve arandı. Kendisi Soner Yalçın, yalçın bir adam, kaya gibi adam, biliyor ne yapacağını, ödün vermez bu adam ve söyledi ki, biz yeni bir televizyon kanalı kuracaktık, o televizyon kanalını kurdurtmamak için bunu yapıyorlar. “Biz satılmadık” diyor, “satılmayacağız” diyor, “direneceğiz, sonuna kadar direneceğiz” diyor. Eğer o hortumcu olsaydı sırtı sıvazlanırdı, yandaş olsaydı sırtı sıvazlanırdı yaz yaz çok güzel, devam et denirdi. Hortumcu da değil, yandaş da değil; onurlu, dik duran, saygın, kalemini satmayan bir gazeteci idi o. Siz, onu arama yaparak, baskı kurarak susturacağınızı sanıyorsanız işte yanlış yere çarptınız, onun soyadı Yalçın çünkü, kaya gibi duruyor, duracak da zaten. Bizim de her türlü desteğimiz onun arkasında olacak.


Efendim, Ergenekon terör örgütüne üye olmak. Ben merak ediyorum ya, üç yıldır devam ediyor, ama örgüt üyeliğine istediğiniz zaman gidip üye olabiliyorsunuz nerede bu örgüt? Gideceğim üye olacağım, bunlarda akıl mantık da yok. Ama bunlar için hukuk diye bir kavram yok ki, hukuk diye bir olay yok ki. Ben bildiğimi okurum, istediğimi tutuklarım ve istediğim yargıca da düşürürüm, bu da önemli, istediğim yargıca düşürürüm, istediğim kararı vermezse yargıcı değiştiririm, değiştirdikten sonra istediğim adamı tutuklatırım, istediğimi gözaltına aldırırım. Şimdi yeni bir versiyonu başlayacak bunun. Bu davalar gelince mahkûm edecek yargıyı ben yine kendim kurarım, hâkimlerimi atarım, arkadaşlar dava geliyor kararı nasıl vereceğinizi siz bilirsiniz, benim size bir şey söylememe gerek yok. Bu mudur hukuk? Bizim kaygımız neden? Kaygımız buradan arkadaşlar. Hukuk bağımsız ve tarafsız olmalı. Bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitiren bir hukuk, hukuk olmaz. Sayın Cumhurbaşkanı hukuk konusunda çok duyarlı, öyle söylüyor. “Efendim, içeridekiler salıverilmesin, o nedenle derhal imzaladım.” diyor. Sayın Cumhurbaşkanı, mademki sen hukuk konusunda bu kadar duyarlısın, Anayasa Mahkemesine hülle yargıç tayin edilirken elin nasıl vardı da o kalemi alıp da onu imzaladın sen. Bir anayasa mahkemesine hülle hâkim tayin edeceksiniz, o mahkemenin başkanı bile bunu içine sindirecek, sonra kalkacak Yargıtay’a, Danıştay’a ders vermeye kalkacak. Hadi canım sende, kimsin sen ders vermeye kalkıyorsun.

Değerli arkadaşlar, buradan Sayın Başbakana sesleniyorum. Yargını kurdun, medyanı kurdun, iş dünyanı kendine göre oluşturdun, yasama organı zaten emrinde, senden bir şey istiyorum. Bizim dokunulmazlığımızı kaldır arkadaş, istemiyoruz dokunulmazlığı. Demokrasinin bu kadar kirlendiği, yargının bu kadar kirlendiği, bu kadar tartışma konusu olduğu bir ortamda hiçbir Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili dokunulmazlık zırhına bürünmek istemiyor. Senin savcıların, senin yargıçların bize uydurma suç üretebilirler, bizi tutuklayabilirler hepsini göze alıyoruz, senin dokunulmazlığın kalsın, sen dur orada, bizim dokunulmazlığımızı kaldır. Biz bu ülkeye demokrasiyi ve özgürlüğü getirmek için her türlü bedeli ödemeye kararlıyız, kimse bunun önünde duramayacaktır. Demokrasiyi, özgürlükleri ayaklar altına alacaksın, baskın üstüne baskın düzenleyeceksin, gazeteleri susturacaksın, televizyoncuları susturacaksın, köşe yazarları kendilerine oto sansür uygulayacaklar ve biz dokunulmazlığımız var diye gezeceğiz, bu bizim içimize sinmiyor arkadaşlar. Onların içine sinebilir. Kendi yargını da kurdun, sana artık beraat kararı verecek yargıçların var senin emrinde, biz onu biliyoruz. Eğer o yargıçların yoksa, tarafsızlığını yitirdiği mahkeme kararıyla kabul edilmiş yargıçlar o görevde kalmazlardı. O görevde kalmalarının nedeni senin o yargıçların sırtını sıvazlamandan kaynaklanıyor. Başbakan gitmiş, “efendim bizim siyasetimizde korku yok” demiş. “Bizim siyasetimizde korkutmak yok” demiş. Yani arkadaşlar, bir olay bu kadar çarpıtılır. Bunlar ne diyorsa bilin ki tersi oluyor zaten. Bu kadar baskıya ne diyorlar? İleri demokrasi. Bakın şimdi ne güzel, ileri demokrasi. Kimsenin konuşmadığı, üniversitelerin sustuğu, baroların konuşturulmadığı yere ileri demokrasi diyoruz biz. Muhalefetin sesinin kestirilmek istendiği, parmak hesabıyla 5 dakikadan fazla konuşamazsın diyor, ileri demokrasiye bakın siz.

Değerli arkadaşlar, geçen hafta Parlamentoda da ilginç tartışmalar oldu. Adalet Komisyon Başkanının Kenan Evren’in avukatlığını yaptığı da çıktı ortaya. AKP’li. Ne diyorlardı? “Efendim, biz bunları mahkemenin önüne çıkaracağız. 12 Eylülcülerden hesap soracağız. Adamın maaşına zam yaptılar. Ya, insanda biraz ahlak olur, insanda biraz utanma olur, Allah’tan korkmuyorsanız kuldan utanın barı, nasıl siz bunu yapıyorsunuz. Ve diyorlar ki, “efendim biz pislikleri temizliyoruz.” Ya, o dönemde bakanlık yapanlar şu anda senin kabinende bakan değil mi? Onların pisliklerini temizliyorsun sen eğer temizliyorsan kaldı ki temizlemediğin gibi yeni pislikler ilave ediyorsun buraya, demokrasi ayıbını, özgürlük ayıbını sen bu ülkeye getiriyorsun. Ve benim merak ettiğim bir şey var. Adalet Komisyonu Başkanı demiş ki “Davasına baktım ama para almadım.” Bu daha büyük bir ayıp, demek ki gönül birliği var para almıyor ya, para almıyor. Ama benim merak ettiğim bir şey var. Para almadı ama bir şey aldı, tabanca aldı mı, almadı mı? Bir darbeci ücret olarak ne verir? Tabanca verir herhâlde. Çıkıp bunu bir açıklasın Allah aşkına, ne aldı karşılığında, para almadı güzel. Tabanca aldı mı, almadı mı merak ediyorum.

Değerli arkadaşlar, daha önce de söylemiştim. İş kazalarında Türkiye Avrupa birincisi, dünya üçüncüsü. Elbistan’da bir heyelan dolayısıyla işçi arkadaşlarımız, orada çalışanlar yaşamlarını yitirdiler. Yolda gelirken bir arkadaşımız telefon etti. Göçük altında kalan bir kardeşi var. Enerji Bakanına “Biz bir yer istiyoruz, cesedini istiyoruz götürüp bir mezara koyalım, hiç değilse dua edelim” diye. Bakan, ne zaman çıkacağı konusunda hiçbir garanti vermemiş. Öyle anlaşılıyor ki, o yurttaşlarımızın, işçilerimizin, emekçilerimizin cesetleri yıllarca o toprağın altında kalacak, görünen tablo o. Sayın Başbakan bugün konuşurken “Tunus’un, Mısırın, Filistin’in, Irak’ın derdi de bizim derdimizdir” demiş. Ne güzel. Ben merak ediyorum, madem senin derdin Sayın Başbakan, şu Irak’ta şu Müslüman kadınlara yapılan tecavüzler varken sen ne yaptın, senin derdin neydi o zaman, niye çıkıp dertlenmedin? Ve sen ne yaptın? Amerikalı askerler Müslüman kadınlara tecavüz ederken sen bir de çıkıp Amerikalı askerlere başarılar diledin. Başarıyı sen neye göre diliyorsun? Yüzlerce cami bombalandı orada, insanlar, çocuklar öldürüldü orada, sen kime başarı diledin, evlerine başarıyla dönmelerini istedin sen? Şimdi kalkmışsın yüksek perdeden atıyorsun. Sanıyor ki biz bunları unutacağız, bunları hiç görmeyeceğiz. Seni senin gölgenden daha yakın takip ediyoruz Sayın Başbakan, hiç meraklanma sen.

Yine diyor ki “Efendim birileri demiş ki biz kaynağız demiş. Biz öyle söylemedik, kaynak Türkiye’dir demiş.” Ben, kaynak benim derken bilinçli söyledim. Bu ülkenin imkânlarını bilen insanlarız biz. Devletin neyi var neyi yok en iyi biz biliriz. Başbakan bilmez, toplamayı da çıkarmayı da en iyi biz yaparız. Kaynak niye biziz? Çünkü, biz hortumları keseceğiz. Sen hortumları yandaşlarına bağladın. Hortumları kesecek olan ben olduğum için ben kaynağım diyorum. Sen hortumları kesemezsin. Hortumdan besleniyorsun sen. Onun için diyoruz, her yerde, her ortamda izleyeceğiz. Meraklanmasın, benim bu millete verdiğim bir söz var bunun maskesini indireceğim diye. Yine söz veriyorum, bunların maskesini indireceğim.

Dün güzel bir şey daha oldu. Dün Sevgililer Günü idi. Barışı sembolize eden, insanları, duyguyu, hoşgörüyü sembolize eden Sevgiler Günü idi. Bütün sevgililerin gününü kutluyorum. Ve dün çağların önemli bir insanı Hz. Muhammed’in doğum günü idi, o da bizim bir sevgilimizdi. O insanlığa güneş gibi doğdu. İnsanlığa bir güneş gibi doğdu. O güneş, bütün sıcaklığıyla her zaman var olacak. O’nu da yâd ediyoruz, O’nu da kutluyoruz.

Hepinize saygılar sunuyorum.