15.03.2011

15 Mart 2011 tarihli TBMM Grup Konuşması

Genel Başkan Kılıçdaroğlu, TBMM’ de haftalık olağan grup toplantısında gündeme ilişkin konuları değerlendirdi.

Genel Başkan Kılıçdaroğlu, grup toplantısında çok sert askerlik mesajları verdi ve kendisini ‘askerlik’ konusunda eleştiren Başbakan Erdoğan’a, ‘Senin oğlun vali gözetiminde 21 gün askerlik yaptı hoştu da milletin çocuğuna yaparken mi ağırına gidiyor?’ dedi.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları şöyle:

Sayın Başkan, Değerli milletvekilleri, değerli konuklarımız; Japonya’da yaşanan felaketin sonuçları henüz tam ortaya çıkmış değil. Daha önce genişletilmiş il başkanları toplantısında da ifade etmiştim. Bütün Japon halkının acılarını yürekten paylaşıyoruz. Onlarla tarihsel, köklü, güzel bir ilişkimiz var. Bu ilişki bundan sonra da devam edecektir. Onların acıları, unutmasınlar ki aynı zamanda Türk halkının acılarıdır. Onların acılarını yüreğimizde hissediyoruz, onlara selamlarımızı, saygılarımızı gönderiyoruz.

Dün yine vahim bir olay oldu. Önemli bir sanatçı, sanatçılara her zaman, her ortamda, her yerde değer veren bir anlayışa sahibiz. Sayın İbrahim Tatlıses, bir saldırıya uğradı. Dün hekimi aradım, oğlunu aradım. Hayati tehlikeyi büyük ölçüde atlattığını ifade ettiler ama bir tarafına felç indiği ifade edildi. Umuyorum sağlığına kavuşur ve güzel türkülerini hep beraber yine dinleriz. Vanlılara da bu vesileyle geçmiş olsun diyorum. Onlar da bir deprem olay yaşadılar. Can kaybın olmaması bizim en büyük arzularımızdan birisidir.

Değerli arkadaşlarım, değerli milletvekilleri; cumartesi günü il başkanları, ilçe başkanları, belediye başkanlarımız, gençlik kolları başkanlarımız, kadın kolları başkanlarımızla bir toplantı yaptık. Toplantıda olabildiğince açık ve net mesajlar vermeye çalıştık. Bizim mesajlarımızın yerlerine ulaştığını biliyorum ama birileri duymamış olabilir, onlara ulaştırmak da hepimizin görevi.

Emeklilere mesajımız var, çiftçilerimize mesajımız var, unutmasınlar, halkın iktidarında mazot 1,5 lira olacak, bunun sözünü verdik her zaman.

Yoksullar unutmasınlar. Kadınlar unutmasınlar, aile sigortası onları topluma entegre edecek, toplumla kaynaştıracak, onları toplumun onurlu bir bireyi hâline getirecek, kimsele muhtaç etmeyecek, aile sigortasını onun için getiriyoruz, bunu da sakın unutmasınlar.

Taşeron işçiler de unutmasınlar, taşeronluğu tarihe gömeceğiz. Bu cumartesi günü taşeron mitingimiz Gebze’de olacak. Taşeron işçisi kardeşlerimi bekliyorum Gebze’ye. Vereceğimiz mesajları orada doğrudan onlara aktaracağım.

Askerlik sırasını bekleyenler, bu konuda da mesajlarımızı verdik. Dedik ki askerliği dokuz aya indireceğiz, aşamalı olarak da altı aya inecek. Biriken askerlik için de söyledik, gidecekler, bedelli olarak askerliklerini yapacaklar. Belli bir gelirin altında geliri olanlar da bedel ödemeden aynı süre içinde askerliklerini yapacaklar. Başbakan esmiş köpürmüş, “Vay efendim, nedir bu?” Şimdi, diyorlar ki “Başbakanla tartışmaya girme, gerek yok, o, zaten hep bağırır çağırır, konuşur, sinirleri yükselir, ateşi yükselir, tansiyonu yükselir, şekeri yükselir…” Yükseltmek istemiyorum ama rahat durmuyor. Sen çocuğuna, valinin gözetiminde 21 askerlik yaptırırken hoştu da milletin çocuklarına gelince ağırına mi gidiyor senin. Üniversite öğrencileri üniversiteyi bitirdiklerinde askerlikleri de bitmiş olacak, yaz tatillerinde gidip askerliklerini yapacaklar. Efendim, bu nereden oluyormuş. Dünyadan haberin yoksa günah bende mi, zaten senin dünyadan haberin yok. Senin işin gücün iflas etmek. Bakın o konuma getirdik, artık bize itiraz ediyorlar, ne söylesek itiraz ediyorlar. Senin yönetecek bir şeyin kalmadı ki zaten, bırak da bu ülkeyi yönetelim, adam gibi yönetelim ki herkesin yüzü gülsün. Gençlere söyledik, en geç iki yıl içinde yurt sorunu bitecek. Üniversite öğrencileri, anne ve babanın gözü arkada kalmayacak, benim oğlum, kızım üniversiteyi kazandı, en geç iki yıl içinde yurduna girecek, iki yataklı en fazla, sıcak soğuk suyu olacak, geniş İnternet erişimi olacak, annenin babanın gözü arkada kalmayacak. Acaba oğlum, kızın birilerinin tuzağına mı düştü, düşünmeyecek, devletin yurdunda kalacak, üniversitenin kampusunda kalacak, annesine, babasına huzur içinde gelecek vaat etmek için, kendi geleceğini kurgulamak için dersini çalışacak, üniversitede adam gibi öğrencilik yapacak, bunu yapacağız. Ve yine üniversiteli gençlere söylüyorum. Hiç meraklanmayın, YÖK’ü de kaldıracağız, harçları da kaldıracağız.

Efendim atanamayan öğretmenler sorunu var, geleceğim birazdan ona. Onlar da unutmasınlar, kendilerine kim söz verdi, kim sözünde durmadı unutmasınlar.

Engelli kardeşlerim de unutmasınlar. Onlar için engelsiz bir dünya yaratmaya kararlıyız. Oturacaklar, çalışacaklar, üretecekler ve Türkiye Cumhuriyeti’nin saygın birer yurttaşı olacaklar, onları ev hapsinden çıkaracağız.

Demokrasi, faili meçhuller, hiç söz ediyor mu Recep Bey. 116 faili meçhul oldu senin devri iktidarında, kaç yıl oldu? Kalkmış, ir de demokrasiden söz ediyor. Darbecilerden hesap soracaktı. Size bu kürsüden söz veriyorum, bütün Türkiye’ye söz, darbecilerden adam gibi hesap sorarmış göreceklerdir onlar, hesabını biz soracağız.

Ben daha önce de söylemiştim, bunlar 12 Eylülün ürünü bir parti. Bunlar yatıyorlar, kalkıyorlar, Kenan Evren’e, darbecilere dua ediyorlar. İyi ki yaptınız, biz de mağdur edebiyatı yapıyoruz, milleti kandırıyoruz diye. Onlar muhtıra verenlere madalya takarlar; halkın iktidarında biz de hükümete muhtıra verenden hesap soracağız, bunu herkes bilsin.

Dün sivil toplum projemizi açıkladık. Bugün gazetelerde kısmen yer alıyor, önemli bir proje, özgürlükleri savunan bir proje. Aile sigortasıyla kadınlara ekonomik güvence veriyoruz, yoksulluğu tarihe gömüyoruz, çocuklar artık yatağa aç girmeyecek, bunu artık söylüyoruz. Birileri bu projeden son derecede rahatsız. Efendim, kadınların derdini, ailenin derdini bilmezmişiz biz. Ben kadınların da ailenin de derdini bilirim. Ben Diyarbakır’da, çocuğuna kahvaltı veremedi diye intihar eden kadının dramını da bilirim. Sen bilmezsin, sen duymazsın, senin ayakların yerden kesildi. Sen ve yandaşların artık dört çekerli ciplere biniyorsunuz, sen kim ailenin derdini bilmek kim.

Uzun süredir grup toplantılarını yapamıyoruz, daha doğrusu iki haftadır yurt dışındaydım. Önce İngiltere’ye, sonra Almanya’ya gittik. İngiltere ve Almanya’daki yurttaşlarımızın, Türkiye kökenli Alman ve İngiliz vatandaşlarımızın hepinize selamları, saygıları var. Bunu önce size ifade edeyim. Gördük ki oradakiler zaten Türkiye’nin sorunlarını birebir izliyorlar, dertlerini birebir izliyorlar, bizim taşıdığımız kaygıları aynen onlar da taşıyorlar. Türkiye ne olacak, nereye gidiyor Türkiye diye bize söylüyorlar. Biz diyoruz ki meraklanmayın, Türkiye önemli yerlere gidecek, halkın iktidarını kuracağız, ama sizin desteğinizle de kuracağız, beraber çalışacağız, beraber mücadele edeceğiz, bir kişinin, beş kişinin, on kişinin çalışmasıyla değil topluca mücadele edip, topluca çalışırsak sonuç elde edebiliriz. Bu ciddi bir çalışmadır. Bu çalışmaya herkesi davet etmek de bizim görevlerimizden birisidir.

Kuşkusuz, bu kaygıyı dile getirirken gazetecilerin tutuklanmaları, evlerine, ofislerine baskı yapılmaları, onların bir anlamda yargısız infaza tabi tutulmaları, yandaş medyada cezalarının verilmesi bütün bunların hepsi kaygıyla izleniyor. Bu kaygı sadece bizim yurttaşlarımızda değil, öyle anlaşılıyor ki kaygı artık Avrupa Parlamentosunda bizim dışımızdaki başka gruplar da aynı kaygıyı taşıyorlar. 9 Mart 2011 tarihli Avrupa Parlamentosunun raporu açıklandı. Raporun temel noktalarını size ifade edeyim. Önce güçler ayrılığı dengesine vurgu yapılıyor. Güçler ayrılığı dengesinde ciddi bozulmalar var. Öteden beri söylüyorduk zaten bunu. Bu reform dediğiniz Anayasa değişikliği gerçekleşirse yargıyı yürütmenin emrine verirsiniz dedik, öyle oldu. Şimdi uyandılar, raporlarına yazıyorlar. Biraz geç oldu ama yine de uyanmaları iyidir.

Basın özgürlüğü ve yasaklar üzerinde duruyorlar. Zaten, yasakları kaldıracağız diyen bir siyasal iktidarın yasaklar getirdiğini hepiniz biliyorsunuz. Avrupalılar sanıyorlar ki bunlar gerçekten 3Y ile mücadele ediyorlar; yasaklarla, yolsuzluklarla, yoksullukla. Ne yoksullukla mücadele ettiler, ne yasaklarla mücadele ettiler, ne de bir başka şeyle mücadele ettiler. Bunların amacı neydi? Halkı kandırmak. Yasakçı bir toplum hâline getirdiler. Türkiye’yi kocaman bir hapishaneye dönüştürdüler. Kimse telefonla konuşamıyor, kimse yazı yazamıyor, kimse neredeyse düşünemeyecek, bu konuma getirdiler. Bugünkü gazetelerde var arkadaşlar, ne hâle geldiğimizi bilmeniz için. Amasya’ya AKP milletvekili adayları gidiyorlar. Bunlardan 2’si Recep Beyin danışmanları. Gazeteciler soru soruyorlar. Birisi birkaç soru sorunca, bir AKP milletvekili aday adayının söylediği. “Kesinlikle bizi karalayan haber yapma, bak, gazeten kapanır.” Tam ileri demokrasi.

Yargıyla ilgili kararlar yine Avrupa Parlamentosu raporunda dile getiriliyor, polis şiddeti kınanıyor, yüzde 10 seçim barajının yüksek olduğu, halkın iradesinin parlamentoya tam yansımadığı söyleniyor. Bizim söylediklerimizi yazıyorlar. Bugün birileri yine demiş ki, efendim bu Avrupa’daki Türkiye kökenli milletvekilleri var, kızmış onlara. Daha bunlar düne kadar, siz reform yapıyordunuz, onlar da sizi destekliyorlardı, o zaman hiç sesin soluğun çıkmıyordu. Şimdi gerçeği gördüler, baskını gördüler, senin emir buyurduğun polislerin şiddetini gördüler, sokağa vatandaş çıkamıyor, bir yılda 818 bin yoksul yarattın, müsaade et de artık onlar buralara geldi, yeter desinler. Niye kızıyorsun sen o insanlara? Dön, kendine bak, bu eleştiriler bana niye geliyor? Politikacının yapması gereken dönüp kendisine bakması değil midir? Niye beni eleştiriyorlar demesi değil midir? Hayır. O bir şey söyleyecek, koro hâlinde herkes onu tekrar edecek. O zaman ileri demokrasi gerçekleşecek, Recep Bey de başbakanlığını sürdürecek. Bu anlayışla seni o koltukta bırakmayacağım, indireceğim seni o koltuktan seni. Bu eleştirilere karşı Recep Bey demiş ki “Dengesiz.” Hakaret ediyor, “dengesiz.” Kendi dengesine bir baksın önce ve raporu yazan raportöre diyor ki “Bize hakaret ediyor.” Ama Türkiye’de basın özgürlüğünün önündeki engelleri ya da basına yapılan baskıyı görmeyen tek bir kişi var o da Recep Tayyip Erdoğan, daha ne desin. Ama memnun olduğum bir şey var, onu da açık yüreklilikle söyleyeyim. Daha düne kadar bunlar, AKP’yi yere göğe sığdırmazlardı, AKP reformcu partidir, CHP statükocudur; AKP özgürlükleri ister, CHP özgürlüklere karşıdır; AKP kalkınmayı ister, CHP toplumu geriye götürmek ister; AKP hep öneri getirir, CHP hep eleştirir, hiç önerisi yoktur. Tablo şimdi tersyüz, 180 derece döndü. Şimdi, artık onlar da anladılar ki bu AKP bizim kafamızda düşündüğümüz ya da birilerinin bize algılatmak istediği AKP değil, bu AKP toplumu geriye götüren, statükocu, yoksulluğu artıran, yoksulların onuruyla oynayan, yoksul ailelerin onuruyla oynayan bir AKP’dir artık bunu gördüler.

Değerli milletvekilleri, geçen hafta yerel medyayla da beraber olduk. Yerel medyanın dertlerini dinledik, onların karşılaştıkları sorunları bizzat onların ağızlarından dinledik. Gazeteci habercidir, haber yapar, doğru haber yapmaya çalışır. Doğru haber yapmak isterken de araştırır, soruşturur, olabildiğince bütün taraflarla görüşmeye çalışır, haberin saati ve yeri yoktur çünkü olayın ne zaman olacağı belli değildir, gazetecinin elindeki argümanlar. Affedersiniz, gazetecinin elindeki unsurlar da bellidir, kalemi vardır, kâğıdı veya defteri vardır, yanlarında küçük bir defter taşırlar, eğer varsa teybi, bandı vardır, kamerası vardır, fotoğraf makinesi vardır, bir de mikrofonu vardır, başka bir şeyi yoktur. Darbe yapacaksa ancak bunlarla darbe yapabilir. Halkı aydınlatacaksa ancak bunlarla halkı aydınlatabilir. Olayı soruşturacaksa bunlarla soruşturacaktır, gazeteci budur. Gazeteci ister ki ben, halk adına, olayın doğru bilgilendirilmesini yapayım, çalışayım. Gece yarısı yatakta uyurken kameramanın kamerası yanındadır. Olay olduğunda kamerasını kapar, doğru olayın olduğu yere. Görüntü alacaktır, birinci elden, doğrudan evinde oturan yurttaşa haberi verecektir. Sadece bizim için mi? Sadece Türkiye için mi? Hayır. Habere göre dünyanın bilgisi için bunu yapacaktır, habercinin önemi budur. Kamu görevi yapmasının altında yatan gerekçe de budur. Demokrasilerde dördüncü güç olmasının temelinde yatan da budur. Nerede bir savaş olur, nerede bir deprem olur, nerede bir cinayet işlenir, nerede bir kutlama yapılır, nerede bir yürüyüş olur, nerede bir baskı olur haberci oradadır. Bazen hayatını kaybeder, bazen şiddet uygulanır, bazen oturup düşünür ve haberini yaparken de olabildiğince objektif olmaya çalışır. Bizim bildiğimiz gazeteci, haberci budur. Ama AKP habercilerle ilgili üç önemli açılım yaptı, onların deyimiyle söylüyorum. Birinci açılımları şu: Habercilerden intikamını aldı, sizin yıpranma payınızı elinizden alıyorum dedi ve aldı. Ne demek yıpranma? Haber verme, olay yerine gitme, ne olacak yani gidersen. Yıpranmakmış… Bize gelip dediler ki, milletvekiline yıpranma hakkını verelim, gazetecilere de verelim. Biz kabul etmedik. Milletvekilinin nesi yıpranacak ki. Görev yapıyor milletvekili. Gazeteciyle aynı konumda mı milletvekili? Omzunda kamerayla mı geziyor milletvekili? Deprem alanlarında mı, savaş meydanlarında mı, Libya’da mı, Tunus’ta mı, Fas’ta mı? Yok öyle bir şey. Gitseler de zaten Dışişleri Bakanlığı görevlileri karşılıyor, belli yerlere götürülüyor, hayati tehlike varsa da zaten milletvekilini götürmüyorlar. Niçin gazetecinin elinden yıpranma payını alıyorsunuz? Bir şey daha yaptılar, baskıyı artırdılar, ikinci açılım. Yazı mı yazacaksın yazdırmadılar, manşet mi atacaksın manşetlere müdahale ettiler, kendisine oto sansür uygulattılar. RTÜK aracılığıyla yandaş medya korunurken diğer medyaya cezalar yazmak için fırsat kolladılar. Bu da onların ikinci açılımı. Bir üçüncü açılım daha yaptılar, yandaş medya yarattılar. Recep Bey ne derse onu yerlere göklere sığdıramayan bir medya. Bu medyanın televizyonları da var, bu yandaş grubunun televizyonları da var, sabah akşam bunların görevi CHP’yi çekiştirmektir. Tam bir dedikodu makinesi, otururlar CHP’yi eleştirirler, başka işleri yok bunların. Ama buradan yurttaşlarıma söylüyorum. Onlar CHP’yi eleştirdiklerinde bilin ki CHP yol alıyor, rahatsız oluyorlar. Onları daha çok rahatsız edeceğiz, daha çok gündem oluşturacağız, daha başka projelerimiz de var, bunlarla yetinmedik, sanayici için de projelerimiz var, KOBİ’ler için de projelerimiz var. Herkesin mutlu olabileceği, uygulanabilir, ayağı yere basan projelerimiz var, bunların hepsini göreceksiniz.

Gazeteciler haber peşinde koşar ama eğer gazeteci haber oluyorsa orada bir sorun var demektir. Gazeteci yürüyorsa bir sorun var demektir. Eğer 68 gazeteci bir ülkede hapisse orada bir sorun var demektir. Manşetlere, köşe yazarlarına müdahale ediliyorsa orada bir sorun var demektir. O sorunları artık hepimiz görüyoruz. Bir dönem gizleniyordu bu sorunlar, yazılmıyordu ama şimdi biliniyor, herkesin bildiği sorunlar bunlar. Biz istiyoruz ki özgür medyada rahat bir nefes alsın. Kimin iktidarında? Halkın iktidarında alacak, Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarında alacak. AKP iktidarında medyanın rahat bir nefes alma şansı yoktur arkadaşlar, birbirimizi kandırmayalım. AKP iktidarı baskıcı bir iktidardır. AKP iktidarı baskısını şiddeti de kullanarak yeri geldiği zaman, yargıyı da kullanarak yeri geldiği zaman uygulayan bir iktidardır ve belki de dünyada tek örnektir. Basılmamış kitabın sorgulandığı demokrasi bizim demokrasimizdir. Basılmamış daha, basılmamış kitap sorgulanıyor, bunu kim yazdı. Böyle bir demokrasi mi olur? Böyle bir anlayış mı olur? Ve daha da önemlisi, bir ülke düşünün, Başbakan çıkıp gazetecilerin hangi gerekçeyle tutuklandıklarını açıklıyor, mahkûm edildiklerini demiyorum bakın, hangi gerekçeyle tutuklandıklarını açıklıyor. Ben size diyordum, bizim başımızda bir başsavcı var, inanmıyordunuz kendisi itiraf etti ve açıkladı. Aslında güzel bir görev yapıyor başsavcı olarak, kim konuşursa susturuyor. Poliste talimat veriyor, tutuklatıyor; sabaha karşı evini basın diyor, evi basılıyor, tek otorite. Böyle başsavcılık nerede? Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının bile bu kadar yetkisi yok. Hem yürütmesiniz, hem yargısınız hem de yasama organı zaten elinizin altında, tek güçsünüz. Buna ne diyordu AKP? İleri demokrasi. Sevsinler onların ileri demokrasisini.


Size şunu söyleyeyim: Biz, baskı artıkça özgürlük sesimizi daha fazla dillendireceğiz, baskı arttıkça demokrasi söylemlerimizi daha fazla dillendireceğiz, baskı arttıkça ülkenin içinde bulunduğu açmazları halka daha iyi anlatacağız. İstedikleri kadar baskı yapsınlar yılmayacağız, direneceğiz, bundan emin olmanızı isterim.

Her yıl 14 Mart’ta Tıp Bayram’ı kutlanır, adı üstünde bayram, bizde bayram değil. Doktorlar çıktı, sağlıkçılar çıktı yürüdüler. Dertlerini anlatmak için yürüdüler. Kime anlatacaklar dertlerini? Bir bakan var, yürüyüşte bunların derdi nedir diye ona bakmıyor, efendim bunların elinde bir tane “Ç” afişi varmış, bu afiş onların elinde ne geziyor, adamın derdine bakın. Gerçekten bu kadar hayattan, gerçeklerden kopuk bir Sağlık Bakanı olabilir mi? Ne istiyorlar bunlar? Üniversitede hocalık yapan profesör diyor ki, ben öğrencilerime daha fazla vakit ayırmak istiyorum. Tıp fakültesinden mezun olan hoca ya da öğrenci daha iyi bir doktor olarak hayata atılsın. Yanlış bir şey mi istiyor? Hayır. Hastanede görev yapan hekim diyor ki, ben hastaya daha fazla zaman ayırmak istiyorum diyor, daha uzun süre hastaya bakayım. Bana adını, soyadını, derdini anlatıyor süre bitiyor, olmaz diyor, bu yanlıştır diyor. Ebesi, hemşiresi, laborantı, hasta bakıcısı diyor ki daha iyi, daha insani koşullarda hizmet vermek istiyoruz, bunu yapalım. Hastanede 24 saat nöbet tutan hekim diyor ki bari ertesi gün bir gün izin alayım, hastaya daha iyi bakmam lazım, siz kulaklarınızı tıkıyorsunuz. Hekim olmak kolay mı? Hayır. Bakın önce üniversite sınavlarında çok yüksek puan tutturacaksınız, en az altı yıl tıp fakültesinde okuyacaksınız, mezun olduğunuzda pratisyen hekimsiniz, üstüne TUS sınavına gireceksiniz, tıpta uzmanlık sınavına, orada da başarırsanız 4 yıl da okuyacaksınız, ondan sonra adınız bağlı olduğunuz ihtisas alanına bağlı olarak işte kadın doğumcu, göz doktoru, beyin cerrahı diye ayrılacak ve siz 40-45 yaşında gerçek bir hekim olacaksınız ve devletin size verdiği aylıkla geçinmeye çalışacaksınız ve o aylık son derece komik bir aylık. Sağlıkçının derdine kulak asmak lazım. Ne istiyor bu insanlar? Kulak asmazsanız olmaz. Hekim arkadaşlar diyorlar ki “bize performans ödemesi yapıyorsunuz, güzel alıyoruz ama bizim emekliliğimize yansımıyor bu. Ben emekli olunca maaşım yarı yarıya düşüyor. Şimdiden prim kesin, ben primimi ödeyeyim, emekli olunca da karşılığını alayım. Hayır, bu olmaz diyorlar.

Değerli arkadaşlar, sağlık sorununa tek pencereden bakınca olmaz. Sağlık sorunu çok yönlü bir sorun, hasta açısından farklı bir sorun, farklı bir pencere vardır, sağlık çalışanları açısından farklı bir pencere vardır, maliye açısından farklı bir pencere vardır, her açıdan bakacaksınız. Finansmanını düşüneceksiniz, insani koşulları düşüneceksiniz, çalışanları düşüneceksiniz, hastayı düşüneceksiniz, herkesin mutlu olabileceği ortak bir zemin yakalamak zorundasınız. Eğer bunlardan birisinden yana ağırlığını koyar, diğerlerini göz ardı ederseniz sağlık sorununu çözemezsiniz. O açıdan çalışana da, hastaya da doktoru, ebesi, hemşiresi, röntgencisi, laborantı, sağlık alanında kim çalışırsa çalışsın hepsinin bilmelere gereken bir şey var. AKP’nin yaptıklarını gördünüz, şimdi sırtınızı AKP’ye dönmek, karşıdaki CHP’yi görmenizi sağlamak için söylüyorum bunu. Biz sorunları akılcı, mantıklı çözeceğiz, sivil toplum örgütleriyle, meslek kuruluşlarıyla beraber bir araya gelerek çözeceğiz. Hasta temsilcileri de olacak, hekimler de olacak, diğer sağlık çalışanları da olacak, beraber bir araya gelip ortak aklı egemen kılacağız ve sorunlarımızı çözeceğiz.

Atanamayan öğretmenler aramızda, onlara merhabalar diyoruz. Gittiğim her yerde atanamayan öğretmenlerle ilgili mutlaka bir pankart karşımıza çıkar. Öğretmenleri biliriz. Aslında onlar evimizin bir parçası, ailemizin bir parçası. Çocuğumuzu göndeririz, çocuklarımıza okuma yazma öğretirler, düşünmeyi öğretirler, hayatı, dünyayı sorgulamayı öğretirler, ahlakı öğretirler, dayanışmayı öğretirler, beraber bir arada yaşamayı öğretirler, küçük yaşlarda birlikteliği, üniversitelerde de farklılığı öğrenirler, bütün bunların hepsi bizim eğitim dünyamızın olmazsa olmazları. Onlara bu olanaklar sağlanırken, çocuklarımıza bu hedefler verilirken öğretmenlerimiz var üniversiteden mezun olmuşlar, eğitimlerini tamamlamışlar sorunları var, atanmıyorlar. Şimdi ben size gazetelerde, Anadolu Ajansında çıkan bazı haberlerden küçük alıntılar yapmak istiyorum. 15 Nisan 2003, Yenişafak Gazetesi diyor ki “Millî Eğitim Bakanlığının yaptığı hazırlıklar sonucunda 71 bin 703 öğretmene ihtiyaç olduğu ortaya çıkmıştır.

27 Kasım 2005 Anadolu Ajansı: “Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, bugün itibarıyla eğitim ve öğretim hizmetleri sınıfında 554 bin 680 öğretmen ve yöneticinin görev yaptığına işaret ederken, Anadolu ve fen liseleri dâhil Türkiye genelinde 165 bin 862 öğretmene ihtiyaç bulunduğunu belirtti.” En son iç denetimi raporunda da ihtiyaç duyulan öğretmen sayısı 133 bin 317. Şimdi düşünün, öğrenci var, öğretmen var, okul var, okuyamayan çocuklarımız var, çift eğitim yapan okullarımız var, peki eksik olan ne? Eksik olan siyasi irade. O siyasi irade AKP’de yok. Atanamayan öğretmenler beklemesinler, o siyasi irade Cumhuriyet Halk Partisinde var çünkü biz eğitime her şeyden fazla önem veriyoruz.

AKP sadece bununla kalmadı, öğretmenler için de bir açılım yaptı. Eskiden bizim bildiğimiz bir öğretmen vardı, 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’na tabi, şimdi vekil öğretmen var, ücretli öğretmen var, asker öğretmen var, 4/C’li kısmi zamanlı öğretmen var, böyle bir yapı olabilir mi, böyle bir anlayış olabilir mi? Bu anlayışı Millî Eğitime sokan bir siyasal iktidarın millî eğitim politikası olabilir mi? Bunlar ekonomiyi yönetemedikleri gibi millî eğitimi de, ülkeyi de yönetemiyorlar.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Mardin’e gittik. Mardin’i görenleriniz vardır. Gerçekten olağanüstü güzel bir kent. Tam bir Açıkhava müzesi. Mardin’in sokaklarında gezdik, Mardinli kadınlarla, Güneydoğulu kadınlarla beraber olduk. Onlara aile sigortasını anlattık. Aile sigortasının önemini anlattık. Niçin aile sigortasını hedeflediğimizi, amaçladığımızı onlara anlattık. Onlara güzel mesajlar verdik ve beraber sorunları çözeceğimizi, onların desteğiyle sorunları çözmekte hızlı adım atacağımızı onlara anlattık. Ve yine Mardin caddelerini, sokaklarını da gezdik. Esnafına merhaba dedik, onların dertlerini de dinledik. Sokakta istisnasız karşılaştığımız her genç benden iş istedi ve kapalı spor salonunda toplantı yaparken ilköğretimde okuyan küçük bir kızcağız yanıma geldi ve ağlayarak babasına iş istedi. İnsan gözyaşlarını tutamıyor. O çocuk, ailenin sorunlarını anlatmak için beni kurtarıcı olarak görüyor. Bu tablo bir insanlık dramıdır. Siz, milyonlarca kişiyi işsiz bıraktınız, milyonlarca kişi, o gencecik çocuklar, fidanlar iş istiyorlar. Kimisi ilköğretimi bitirmiş, kimisi liseyi bitirmiş, kimisi üniversiteyi bitirmiş, bekliyor bir yerde iş bulabilir miyim diye. Onlara dedim ki, Sayın Başbakan burada 11 Aralık 2010 tarihinde 78 tesisi hizmete açtı, 78 kişi de orada çalışmadı mı? Yok muydu 78 kişi? “Hangi tesis” dediler, “hangi fabrika” dediler. Gerçekten hangi tesis, hangi fabrika? Mardinliler bizi dinliyordurlar, Mardinli kardeşlerime söylediklerimde yalan varsa yarın bana faks çeksinler, şu söylediğin şu cümle doğru değildir desinler. Siz milleti kandırıyorsunuz “78 tesis açtım” diyorsunuz 78 kişinin istihdamı bile yok orada. Hangi tesisler bunlar? Okulun bacası aktarılmış, çatısı aktarılmış, 2 tane yere badana boya yapılmış beyefendi tesis açıyor. Olacak şey değil. Temel’in güzel bir fıkrası var. Temel yaralanmış, cam silerken cam elini kesmiş, demiş ki bir aile hekimine gideyim. Kapıyı açmış içeri girmiş, önüne iki kapı çıkmış, birisinde hastalıklar yazıyor, diğerinde de yaralanmalar. Yaralanmalar kapısını açmış girmiş içeriye, bakmış orada da iki kapı, üzerinde kanamalı, kanamasız. Demiş ben kanamalıya gideyim, parmağımda yara var diye. Kanamalı kapıyı açmış içeriye girmiş, yine önüne iki kapı çıkmış, hayati önemi olan, hayati önemi olmayan demiş. Hayati önemi olmayan kapıya açınca kendisini sokakta bulmuş. Akşam Temel eve gelmiş Fadime sormuş “Nasıl iyi baktılar mı?” “Vallahi hiç bakmadılar ama organizasyon müthişti.” 78 tesis açacaksınız bir Allah’ın kulu çalışacak. Organizasyon müthiş ama sonuç fiyasko.

Şimdi, beyefendi İskenderun’a da tesis açmaya gitmiş. Kırk bir kere maşallah. Tesisler ne biliyor musunuz? İskenderun Sağlık Grup Başkanlığı Hizmet Binası, daha ihale aşamasında, yok öyle bir şey; İskenderun mal müdürlüğü hizmet binası, arsası tahsis edilmiş daha ihale aşamasında ortada bir şey yok, beyefendi tesis açıyor, kurdeleler kesiyor. Bir şey daha var. Madenli Balıkçı barınağının yapılması daha proje aşamasında. Düşünebiliyor musunuz organizasyon mükemmel ama gerçek hikâye ortada bir şey yok. Halkı böyle kandırıyorlar, samimi söylüyorum, halkı böyle kandırıyorlar. Mardin’deki görüyor, 78 tesis, Allah Allah nerede bunlar diye ama Ağrı’daki diyor ki herhâlde 78 tesis açtı diyor, Van’daki, Bingöl’deki, Bitlis’teki, Trabzon’daki, Tekirdağ’daki, İzmir’deki diyor ki başbakan Mardin’de 78 tesis açtı, helal olsun diyor ama ortada bir şey yok. Bu fıkramı unutmasınlar, Başbakan tesis açarken bu fıkrayı hatırlasınlar.

Mardin’de bir kamyoncu arkadaş geldi dert yandı. Mazot fiyatından dert yandı. “Aldığımız yükü götürüyoruz, yaktığımız yakıtın bedelini dâhi alamıyoruz” dedi. “Depomuzda bu yüzden yağ yakıyoruz” dedi. Ve yine bir Kıbrıs gazisiyle karşılaştık, Şehmus Uyasi. “Kıbrıs gazisiyim, devletin bana verdiği maaş 372 lira” dedi. “Ev kirası vereceğim, çocuklarıma bakacağım, evimi geçindireceğim. Bunu Recep Beye sorun” dedi. Dedim ki Recep Bey bunları dinlemez, cep telefonuyla konuş kesin Recep Bey duyar dedim. Şunu bilmenizi isterim: Bu ülkenin işçisi, çiftçisi, emeklisi, işsizi, engellisi, atanamayan öğretmeni, sanayicisi, esnafı, sanatkârı baksınlar uygulamaya, dokuz yıllık uygulamaya baksınlar ve bizim açıkladığımız projelere baksınlar. Bu ülke adam gibi yönetilsin diyorlarsa adres belli, kurumsal kimliğimiz belli, biz gecekondu bir parti değiliz, bugün kurulduk bugün şunu yapıyoruz değil, kökenimiz var, geçmişimiz var, sözümüz var her şeyimiz var. Biz bu ülkeyi adam gibi yönetmek, bu ülkeye adam gibi çağdaş özgürlüğü, demokrasiyi getirmek, adam gibi bu ülkeyi çağdaş uygarlığa götürmek istiyoruz, hedefimiz bu. Yeniliğe açığız, demokrasiyi istiyoruz, özgürlüğü istiyoruz, biz de eleştirildiğimiz zaman kızmayacağız, tam tersine basının sağlıklı eleştiri yapmasından yanayız. Eleştiri olmalı ki biz de yanlışımızı fark edelim, yanlışımızı bilelim. Hiçbir gazeteyi kapattırmayacağız, hiçbir gazetenin manşetine müdahale etmeyeceğiz, hiçbir gazeteciye şunu işten atın demeyeceğiz, hiçbir gazeteciye veya patronuna dönüp, ya o gazetenin manşetini değiştir ya da o gazeteyi kapat diye bir mesaj vermeyeceğiz, özgür basını savunacağız. Sanayici de özgür olacak. Bakın, hiçbir sanayici korkudan konuşamıyor, hiçbir esnaf korkudan konuşamıyor. Konuşmayınca sanıyorlar ki onlar bize gelecek, sandıkta görüşeceğiz, hep beraber bunun mücadelesini yapacağız.

Engelli kardeşlerimin sorunlarını biliyorum. İçimizden bir arkadaşımız var, parti meclisi üyemiz var. Türkiye’yi geziyor, engelli kardeşlerimizle beraber olmaya çalışıyor, bizim projelerimizi, hedeflerimizi anlatmaya çalışıyor. Eğitimli birisi, hayatı bilen birisi, dişe diş mücadele ederek belli yerlere gelen birisi, engelliler adına konuşuyor ve bizim adımıza konuşuyor. O, bizim adımıza engellilerin sözcüsü. Biz, engellilerin hak ettiği bütün hakları, evrensel haklar dâhil, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi Parlamentodan geçti ama onun eki olan protokol henüz geçmedi, onu da geçireceğiz. Engellilere kamunun sağladığı, zorunlu kıldığı yasaların ve AKP tarafından bilinçli olarak kullanılmayan kadrolarını kullandıracağız. Engelliler de çalışacak, üretecek, alın teri dökecek ve para kazanacaklar. Onlar eve hapsedilmeyecekler, kentte rahat gezecekler, haklarını arayacaklar, onların yanında olacağız.

Değerli milletvekilleri, size bir konuda bilgi sunmak isterim, daha doğrusu hep beraber hafızalarımızı yenileyelim. 13 Şubat 2007, AKP’nin grup toplantısı, Başbakan konuşuyor. Öyle bir konuşuyor ki hepimiz büyük bir dikkatle izliyoruz çünkü çok ciddi ve önemli bir yolsuzluk olayına el attığını söylüyor. Onun ifadelerini aynen konuşmanın tutanaklarından okuyorum. Akaryakıt kaçakçılığından söz ediyor, konu akaryakıt kaçakçılığı. “Yapılan araştırmalar sonucunda Dış Ticaret Müsteşarlığımız petrol ithal ettiğimiz 48 ülkeden kayıt istedim. Bu ülkelerin 31’inden cevap geldi. Bu kayıtları ülkemiz kayıtlarıyla karşılaştırdık, yani onlar bize ne kadar petrol gönderdiler, bizde ne kadar kaydı var bu ikisini karşılaştırdık ve çarpıcı sonuçlara ulaştık” diyor. Şimdi açıklıyor. “Bu cevapların geldiği 31 ülke diyor ki, Türkiye bizden son iki buçuk yıl içinde 28 milyar dolarlık petrol ithal etti. 31 ülkenin verdiği yanıt Türkiye’nin 28 milyar dolarlık petrol ithal ettiği. Buradaki kayıtlara ise, Türkiye’deki kayıtlara göre ise 31 ülkeden aynı dönemde ithal edilen akaryakıt miktarı sadece -lütfen dikkat diyor Başbakan- 9,3 milyar dolar. 28 milyar dolar, 9,3 milyar dolar. Arada tam 18 milyar dolarlık fark var” diyor Başbakan. “ÖTV, KDV, EPDK payını eklediğiniz zaman bu fark 38 milyar dolar seviyesine çıkıyor. Ve henüz 17 ülkenin kayıtlarını almış değiliz. Bunlar da geldiği zaman aradaki fark daha da büyüyecek. Peki, nerede bu fark? Bu fark, ülkem adına söylüyorum, kaçakçıların cebine haksız kazanç olarak giriyor. Bu fark milletimizden çalınıyor, ülkemizden çalınıyor, maliyemizden, hazinemizden çalınıyor” diyor Recep Bey. Bu açıklamalardan sonra devam ediyor, diyor ki “Biz Maliye Bakanlığını, Gümrük Müsteşarlığını, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunu, İçişleri Bakanlığını zamanaşımı süreleri geçirilmeden derhâl incelensin cezalar kesilsin, paralar tahsil edilsin.” ve parlamentoda da bir komisyon kuruluyor. Bunları bir başbakan söylüyor. 17 milyar dolarlık bir yolsuzluktan söz ediyor Başbakan ve inceleniyor, rapor elimde. Raporun 42’nci sayfası. “Müfettiş ve kontrolörlerce düzenlenen soruşturma, inceleme, basit raporların hemen tamamına yakınında gerek 5372 sayılı Türk Ceza Kanunu’na gerek 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’na göre takibata mahal bulunmadığı tespit ve mütalaasına yer verilmiştir.” Ne söylediğini anladık değil mi arkadaşlar? Bir başbakan, bir ülkenin başbakanı çıkar kendi grup toplantısında 72 milyona hitap eder, 18 milyar dolarlık kaçakçılık var, 31 ülkeden cevabını aldık der, belgeleri geldi bize der, biz bunları karşılaştırdık 18 milyar dolarlık bir fark var, bir kaçakçılık var, ben bunun hesabını soracağım der. Hesap sorar, hiçbir şey olmamış.

Şimdi sormamız gereken soru şu: Bu 48 ülkenin kaydı nerede? Niye müfettişlere verilmedi? Hangi el, hangi güç bu 31 ülkeden gelen kayıtları müfettişlere vermedi? Sen Başbakansın, kim engelledi, hangi güç engelledi? Bunun cevabını ver. Onlar sanıyorlar ki Başbakandır konuşur, birileri bunu unutur. Biz unutmayız, hafızamıza kazıldı, yolsuzlukla mücadele edeceğiz çünkü, hesabını soracağız bunun. Ve bu 31 ülke hangileri? Öyle ya, 31 ülkeden bilgi istenmiş, hangi ülke bu 31 ülke? Diğer ülkelerden gelen kayıtlar nerede? Şimdi, basit, beyefendinin anlayacağı bir dille söylüyorum. Önümüzdeki grup toplantısında bunun yanıtını ver. Yanıtını vermezsen çık milletten özür dile. Ben özür diliyorum, böyle bir hata yaptım, böyle rakamlar falan hepsi uydurma idi, arkadaşlar da kandırdı beni de, özür dile, biz de diyelim ki ya, Başbakan, ne yapalım, arkadaşları kandırmış, o da kalktı özür diledi diyelim. İstiyorsa bu raporu da kendisine gönderirim.

Ben, daha önce camilerde yolsuzlukları sormuştum, cevap verdi mi? Tık yok, tık. Dün de kendisine Kayseri’de toplanan rüşvetleri kaydeden, rüşveti toplayan kişinin rüşvetleri kaydettiği defterin bir fotokopisini gönderdim. Şimdi Recep Bey diyemez, efendim benim defterden haberim yoktu, önünde duruyor defter. Efendim, orada rüşvet falan yoktu, önünde duruyor defter. Efendim, bu işte gitti mahkûm oldu, önünde duruyor defter. O mahkûmiyet başka bir şeyden oldu. Onu Silivri’ye götürdüler. Niçin biliyor musunuz? O da Ergenekoncuymuş diye. Aslında Silivri’ye götürmelerinin nedeni biz bu rüşveti nasıl kapatırız, ona da gözdağı vermek istediler ve avukatıyla beraber. Sanıyorlar ki biz bunları bilmiyoruz, biz bunları unuttuk. Rüşvet defterini gönderdim, arzu ederse hapishaneden yazılan mektubu da gönderirim. Yapacağı bir şey var. İki mülkiye müfettişi görevlendirecek, namuslu, yürekli, iki mülkiye müfettişi gidecek olaya bakacak ve yapacağı bir şey daha var. Bir savcı bu soruşturmayı yaparken bu el defterini niye görmez? Bir savcı, bu el defterini görmeyip de neyi görecek? Recep Beyin güler yüzünü görecek, sırtını sıvazlayan elini görecek, aferin oğlum, çok iyi yapıyorsun, dosyayı kapattın, bunu mu görecek? Sonuna kadar takip edeceğiz. Milleti soy, Başbakanlık koltuğunda otur ve soyanlara da sesini çıkarma, olmaz, bunun mücadelesini vereceğiz.

Değerli arkadaşlar, işin garip tarafı bu rüşvet toplayan arkadaşta belediyenin mührünün ve makbuzlarının da olması. O makbuzlar yok ama belediyenin mührü yerinde duruyor. Adam hapse girince mührü elinden aldılar. Mühür, bir belediyenin namusudur. Mühür rüşvet toplamak için kullanılır mı? Üstelik bir gün, iki gün de değil, yıllardır yapıyorsun sen bunu ve ses çıkmıyor. Şimdi defter Recep Beyin önünde, ne yapacağını hep beraber izleyeceğiz, sadece ben değil, bütün millet izleyecek. Bugün bekledim, belki defterin gereğini yaparız falan diye bir söz çıkar ama bir şey çıkmadı ama takip edeceğiz. Deniz Fenerini unutmadık, onu takip ediyoruz. Hiç endişeniz olmasın, bu ülkede, az önce söyledim, değişimin adresi Cumhuriyet Halk Partisi; dönüşümün adresi Cumhuriyet Halk Partisi; özgürlüğün adresi Cumhuriyet Halk Partisi; demokrasinin adresi Cumhuriyet Halk Partisi; yolsuzluklara karşı, yurttaşın hakkını koruyan Cumhuriyet Halk Partisi. Bunu sonuna kadar götüreceğiz.

Hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum, sağ olun.