CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU:
-SİZ KANDIRILACAKSINIZ, BİZ YARGILANACAĞIZ!
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Herkesin gelip kandırdığı bir adam, Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetebilir mi? Yarın birilerinin gelip sizi başka türlü kandırma gücü olursa ne yapacağız? Türkiye’yi felakete sürüklerse ne olacağız? 3 terör örgütünü zaten siz başımıza bela ettiniz, her gelen sizi kandırdı yetmedi mi artık?“ dedi.
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu toplantısını izleyen saygıdeğer yurttaşlarımıza en içten sevgilerimizi, saygılarımızı ve muhabbetlerimizi gönderiyoruz. Türkiye’nin gerçeklerini anlatmaya devam edeceğiz. Biz gerçekleri anlattıkça kızıyorlar, onlar kızıyor diye biz susmayacağız. Nerede bir gerçek varsa o gerçeği sonuna kadar kamuoyunun önüne sunmuş olacağız.
CHP MAZLUMLARDAN, EZİLENLERDEN, HAKKI YENMİŞLERDEN YANADIR
Son bir hafta içinde bu kürsüden ben, iş kazalarında hayatını kaybeden vatandaşlarımı saymıştım. Son bir hafta içinde iş kazasından hayatını kaybeden vatandaşımızın sayısı 25. Bir lokma ekmek uğruna alın teri döküp para kazanıp evine götürme çabasında olan işçilerimiz, son bir haftada iş kazasında 25 kişi hayatını kaybetti. OHAL uygulamalarından bu yana iş kazalarında hayatını kaybeden işçi sayısı 513, onun için “Avrupa birincisi, dünya üçüncüsüyüz” diyoruz. İş kazasında hayatını kaybeden insanların tamamı alın teriyle kazanıp evine helal ekmek götürmek için mücadele eden kişilerdir. O nedenle bunları sürekli anmamız gerekiyor. Buradan, iş kazasında hayatını kaybeden işçilerimizin ailelerine seslenmek isterim: Eğer hukuki anlamda bir açmazla karşı karşıyaysanız lütfen bize haber verin. Biz, her türlü hukuki desteği size sağlayacağız, çünkü biz halkın partisiyiz, çünkü biz sizin partiniz, sizin haklarınızı savunuyoruz biz.
Bugün, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 33’üncü yılı, yürekten kutluyorum, Sayın Cumhurbaşkanının şahsında bütün Kıbrıslıları, Kıbrıslı kardeşlerimizi yürekten kutluyoruz. Cumhuriyetiniz 33 yıl yaşadı, inşallah ilelebet yaşayacak ve Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz sürekli yanınızda olacağız, çünkü biz sizinle tarihsel birlikteliği yaşayan bir partiyiz. Rahmetli Ecevit’in Başbakanlık yaptığı dönemde Beşparmak Dağlarına milliyetçiliği yazan bir partiyiz. Bizim işimiz öyle lafla değil, eylemledir. Bir şeye karar veririz ve gereğini yaparız. Rahmetli Ecevit de akan kana “dur” dedi ve gereğini yaptı. 33 yıldır onuruyla yaşayan bir cumhuriyet var.
Bugün yine Ahıska Türklerinin Ahıska’dan sürgün edilişlerinin 72’nci yılı. Hiç kimse kendi topraklarından sürülmek istemez çünkü topraklardan sürülmenin acısı vardır, gözyaşı vardır; baba, dede toprağı oradadır, onların mezarları oradadır, oralardan kimse ayrılmak istemez, kendi ülkesine dönmek ister. O nedenle Ahıska Türklerini de sakın unuttuğumuzu sanmasınlar. Yüreğimiz her zaman, her ortamda onlarla birlikte. Nerede bir mazlum varsa Cumhuriyet Halk Partisi oradadır.
Bugün Filistin’in bağımsızlık günü, onurlu mücadele eden Filistin halkı, onuruyla mücadele eden Filistin halkı, bağımsızlığı için savaşan Filistin halkı, mücadele eden ve mücadelesini bütün dünyada bayraklaştıran Filistin halkı; geçmişte Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının Filistin’e gidip onların mücadelesine katkı verdiği Filistin halkı. Mahmut Abbas’ın şahsında onlara da Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan sevgilerimizi ve saygılarımızı gönderiyorum. Filistin halkıyla her zaman hep birlikte olacağız, onların haklarını gerek Türkiye’de gerekse uluslararası arenada sonuna kadar savunacağız, çünkü biz mazlumdan yana bir partiyiz, biz halkın partisiyiz, biz aynı zamanda Filistinlilerin de partisiyiz. Biz, bu hükümetin yaptığı ya da Filistin’e yaklaştığı gibi yaklaşmıyoruz. Filistin’e Mavi Marmara gemisini gönderdiler, kaçak gönderdiler, cesaret edip resmî olarak gönderemediler. 9 yurttaşımız uluslararası alanda karasularında hayatını kaybetti. Kıyameti kopardılar, biz de kıyameti kopardık. “Gazze ablukası kalkmadan, bizden özür dilenmeden asla ve asla İsrail’le barışmayacağız” dediler, yeri göğü inlettiler. Aradan bir süre geçti, bu yeri göğü inletenler resmî bir özür mektubu dahi olmadan kabul ettiler. Gazze ablukası kalkacaktı, Gazze ablukası kalkmadı. Uluslararası tanınacaktı Filistin, ona dahi katkı vermediler. 20 milyon dolara Türkiye’nin itibarını sattılar. Filistinli kardeşlerime söylüyorum: Onlar 20 milyon dolara Türkiye’nin itibarını sattılar, biz sizin itibarınızı, sizin gücünüzü sonuna kadar savunacağız, savunmak da bizim boynumuzun borcudur. 20 milyon doları verdiler ama “Biz tazminat olarak vermeyiz, bir dakika, ne tazminatı, vermeyiz” dediler. Bizimkiler, süklüm püklüm, hadi, tamam olsun. “Bir vakıf gösterin, biz o vakfa göndereceğiz parayı” dediler, parayı vakfa gönderdiler. Şimdi, merak ediyorum, bu 20 milyon dolar para hayatını kaybeden o çocukların ailelerine verildi mi? Verilmedi. Verilmiyor, niye verilmiyor? Diyorlar ki “Gelin, İsrail’e karşı açtığınız davalardan vazgeçin, altına imza atın, ondan sonra bu parayı size vereceğiz.” Ben diyorum ya, bunlarda ahlak yoktur, ahlakın kırıntısı yoktur. Ben diyorum ya, bunlarda insanlık yoktur, insanlığın kırıntısı yoktur. Ya siz, neden o ailelere baskı yapıyorsunuz? Paralarını götürün verin. Aileler dava açıyorlarsa davalarını sonuna kadar siz takip etmezseniz biz takip edeceğiz. Çünkü neden? Cumhuriyet Halk Partisi mazlumlardan yanadır, ezilenlerden yanadır, hakkı yenmişlerden yanadır. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi halkın partisidir, herkesin partisidir; Türkiye’nin birleştirici gücüdür Cumhuriyet Halk Partisi.
AKLINI KİRAYA VERENLER TBMM BAŞKANLIĞI YAPAMAZLAR
Değerli arkadaşlarım, devleti yönetmek kolay değildir. Devleti yönetmek her şeyden önce bilgi, birikim gerektirir, ahlak gerektirir, hukuka ve hukukun üstünlüğüne inanmak gerektirir. Bunların olduğu bir yerde yönetici iyi bir yönetici olur; liyakate, bilgiye, birikime değer verir. Parlamentoya bir kanun geldi, torba kanunun bir maddesi üniversitelere rektör seçiminde seçimi kaldırıyordu, üniversiteler kendi aralarında rektör seçmesinler, doğrudan atama olsun diye. Buna itiraz edildi, Parlamentoda görüşüldü, Adalet ve Kalkınma Partisi de dedi ki “Madem Parlamento bunu istiyor, ben bu maddeyi geri çekiyorum” ve geri çekti bu maddeyi. Daha sonra Kanun Hükmünde Kararnameyle bu düzenlemeyi yaptılar. İlk sorum Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanınadır: Eğer bu Parlamentonun yani Gazi Meclisin itibarını koruyacaksınız bu düzenlemeye karşı benim değil, önce sizin itiraz etmeniz gerekir. Sorum şu: Sayın Başkan, niye itiraz etmiyorsun? Neden dut yemiş bülbüle döndün? Parlamentonun saygınlığını korumak benden çok senin görevindir. TBMM’de kabul edilmeyen, geri çekilen bir düzenleme KHK ile kabul ediyorsa önce sen “Bir dakika, bu yanlıştır” diyeceksin. Neden demiyorsun? Aklını kiraya verenler, geleceği bir kişinin iki dudağı arasında arayanlar TBMM Başkanlığı yapamazlar arkadaşlar. Bu kadar açık, bu kadar net söylüyorum.
12 EYLÜL DÖNEMİNE DÖNEREK ÜNİVERSİTELERDE SEÇİM YAPILMASI ENGELLENDİ
Yeri gelince itiraz ediyorlar “Milli irade, milli irade, sandıktan kim çıkarsa.” Üniversitelerde seçim yapılacak, koskoca profesörler, bizim çocuklarımızı yetiştiren hocalar kendilerine başkan seçecekler, bundan daha güzel demokrasi mi olur, kendilerine başkan seçecekler. Seçerler, YÖK de belli bir elemeden sonra 3 adayı gönderir, bunlardan birisini de Cumhurbaşkanı atar, bitti, bu kadar basit. Bunu kaldırdılar, neden? Efendim, üniversitelerde insanlar birbirini kötülüyormuş. Yani bir yerde bir olay olduğu zaman tümüyle seçimi kaldırmak mı lazım? Yani genel seçimlerde bir yerde olay olduğu zaman bu genel seçimleri tamamen kaldırmak mı lazım? Demokrasiyi yaşatan gelenekleridir, töreleridir arkadaşlar. Bir ülkenin töresi, bir ülkenin gelenekleri çok önemlidir. İngiltere’de yazılı bir anayasanın olmamasının temel nedeni güçlü geleneklere sahip bir demokrasi olmasıdır, güçlü, ahlaki değerlere sahip bir demokrasi olmasındandır. Eğer trafikte hızlı gitti diye trafik polisi milletvekiline ceza, bakana ceza yazdığında ertesi gün o kişi bakanlıktan istifa ediyorsa bu yüksek bir ahlakı gerektirir. Bunlar öyle mi? Hayır. Neye döndüler değerli arkadaşlarım? 12 Eylül’e döndüler, Kenan Evren de öyle yapıyordu, kendisi doğrudan atıyordu. Evet, ona döndüler yani darbe ruhunu içselleştirmiş siyasal iktidarla karşıyayız. Darbe ruhunu tahkim eden bir siyasi iktidarla karşı karşıyayız. Peki, ne zaman kalktı, okuyayım size: Doğru Yol Partisi ile Sosyal Demokrat Halkçı Parti bir koalisyon yaptılar. O koalisyonda açıkça, üniversitelerde seçim yapılması gerektiği, rektörün seçimle gelmesi gerektiği Hükümet programına kondu, daha sonra gereği yapıldı. Şimdi, 12 Eylül dönemine dönerek üniversitelerde seçim yapılması engellendi. Bakın, Boğaziçi Üniversitesinden Gülay Barbarosoğlu yüzde 86 oy almıştı öğretim üyelerinden, aylar önce seçilmişti. YÖK bildirdi, aylarca bekledi ve atama yapılmadı, niye yapılmadı? Yüzde 86 oy almış, insanın demokrasiye saygısı varsa, sandığa saygısı varsa, özgürlüklere saygısı varsa, üniversitedeki hocalara saygısı varsa o atamayı yapar. Atamayı yapmadılar, aylarca beklettiler, arkasından da hiç aday olmamış, o yarışa girmemiş birisini alıp üniversiteye rektör olarak atadılar. Bunların demokrasi anlayışı budur, bunlar demokrasiden dikta yönetimini anlıyorlar; biz de demokrasiden halkın sağduyusunu anlıyoruz, aramızda bu kadar derin bir farklılık var.
Arkadaşlara “Avrupa ülkelerinde üniversite rektörleri nasıl atanıyor, şu Avrupa ülkelerine bir bakın” diye söyledim. Hemen hemen tümünde seçimle atanıyor; İspanya’yı, İtalya’yı, Almanya’yı, Norveç’i… Yalnız Harvard önemli bir seçim sistemi gerçekleştirmiş kendi geleneklerine dayanarak. Orada rektörü Harvard’dan mezun olanlar seçiyorlar. O nedenle dünyanın en saygın üniversitelerinden birisidir Harvard. Kendi geleneklerini oluşturmuştur, kendi kültürünü oluşturmuştur. Bizde de Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, bu üniversiteler kendi geleneklerini oluşturan, kendi kültürlerini oluşturan üniversitelerdir. Şimdi siz, bu kültürü reddediyorsunuz. Biz demokrasi diyoruz, özgürlük diyoruz, insan hakları diyoruz, adalet diyoruz ama onlar bütün bunların tamamına kulaklarını kapatıyorlar. Benim üniversite hocalarına sözüm var, üniversite öğrencilerine sözüm var: Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında seçimi getireceğiz, öğrenci temsilcileri de bu seçimde oy kullanacaklar. Demokrasiden korkmayacağız, seçimden korkmayacağız, demokrasiyi güçlendireceğiz, üniversiteleri özerk hâle getireceğiz, üniversitelerde her türlü düşünce özgürce tartışılacak ve üniversiteye giden öğrencilerin yurt sorunu asla olmayacak, gayet güzel, gayet rahat, en geç bir yıl içinde bütün üniversite öğrencilerinin, şu cemaat, bu cemaat, tarikat demeden üniversitelerde rahatlıkla kalacaklar yurtlarında, bunu sağlayacağız.
FATURAYI CEBİNİ DÜŞÜNEN POLİTİKACI DEĞİL, ÜRETEN VATANDAŞ ÖDÜYOR
Değerli arkadaşlarım, ben demokrasi diyorum, özgürlük diyorum, hukukun üstünlüğü diyorum, kadın erkek eşitliği diyorum, bunları söylediğim zaman bazılarına hayal gibi geliyor. Şunu söylüyorlar: “Ya, siz bunu söylüyorsunuz ama sokaktaki vatandaşların bunlarla hiçbir ilgisi yok.” Değerli arkadaşlarım, bunların tamamının olmadığı bir ülkede en büyük zararı esnaf görür, en büyük zararı sanayici görür, en büyük zararı üniversiteler görür, en büyük zararı demokrasimiz görür, en büyük zararı iş adamımız görür, en büyük zararı toplumun her kesimi görür. Neden demokrasi diyoruz, neden hukukun üstünlüğü, neden adalet diyoruz? Herkes rahat, özgür ortamda yaşasın diye; esnaf dükkânını açsın huzur için, sanayici imalat yapsın huzur içinde, üniversiteler huzur içinde eğitim yapsınlar. Demokrasinin olmadığı yerlerde bunların hiçbirisi olmaz ve Türkiye bir süre sonra korkunç bir imaj değişikliğiyle karşı karşıya kalır ve Türkiye ekonomisi kan kaybeder. Bugün geldiğimiz nokta budur arkadaşlar. Tek örnek vereceğim, yumurta konusunda örnek vereceğim. Yumurtada ihracatta dünya üçüncüsüyüz, Amerika, Hollanda ve Türkiye. Yumurta deyince aklımıza gelen kent Afyonkarahisar, yumurta fiyatı dediğimizde de aklımıza gelen yer Başmakçı, bu kadar önemli. Dünyanın üçüncü yumurta ihracatçısı bir ülkeyiz ama bugün, yumurta üreticileri iflasla karşı karşıya. Ben bu konuda hiçbir yorum yapmayacağım, sadece bir üreticinin yaptığı açıklamayı izninizle okumak istiyorum. “Bizi Ege İhracatçılar Birliği bizi davet etti, oradan bir davet aldık. Birlik tarafından on üretici davet edildik. On firmanın 5 tanesi Afyon firması. Şilt vermek üzere “İhracatın Ege şampiyonu on yıldız firma” diye bizi sahneye davet ettiler. Şilti aldığımızda sevinmemiz gerekirken bize güldüler. ‘Siz ihracat şampiyonu olmuşsunuz ama on firma içinde dört firma iflas erteleme istediniz, niye battınız?’ dediler. Onların batmaları onların ayıbı değil, onların batmaları AKP’nin izlediği ekonomi politikadır, ayıp onlarındır, üreticinin ayıbı yoktur. Oturuyor, çalışıyor, emek harcıyor, istihdam yaratıyor, ihracat yapıyor, 400 milyon doların üzerinde yumurta ihracatı yapıyorlar, gelir getiriyorlar bu ülkeye ama siz bu insanları iflasla karşı karşıya getiriyorsunuz. Afyon’daki bütün kardeşlerime sesleniyorum: Sizin sorunlarınızı bunlar görmezler, bunlar bilmezler; biz sizin sorunlarınızı biliriz ve dile getiririz. Kim sizin sorununuzla ilgileniyorsa, kim sizin sorunuza çözüm üretmek için alın teri döküyorsa ondan yana tavır alın ve yerinizi ona görün konumlandırın. Biz sizi seviyoruz, bize inanın çünkü biz size güveniyoruz; siz üreteceksiniz, biz sizi destekleyeceğiz.
“Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Afrika gibi ciddi pazarlar var. Diyorlar ki, buralara mal satacağız ama gönderdiğimiz mal 45 günde gidiyor.” Niçin? Mısır’la kavga ettiler, Mısır Ro-Ro seferlerini iptal etti ve tır ancak 45 günde gidiyor. Maliyete bakın! Dış politika neden milli olmak zorundadır diyordum? Dış politika neden ülkelerin çıkarları üzerine inşa edilmek zorundadır diyordum? İşte bunun için diyordum. Belki yumurta üreticisi arkadaşlarım ben bu sözleri söylediğimde hiç dinlemiyorlardı ama o politikanın ilk faturasını Afyon’daki yumurta üreticileri ödemeye başladı. O nedenle dış politika önemlidir. Irak pazarını öldürdüler, Suriye pazarını öldürdüler… Rusya… Ne diyorlardı? “Rusya uçağını düşürdük. Ben talimat verdim, hayır sen değil ben talimat verdim” yarışına girdiler. Ne oldu? Sonunda araya adamlar koydular, devlet başkanları koydular, özür mektupları yazdılar, gittiler yalvardılar yakardılar, biz ettik sen etme dediler, aman pazarı aç dediler, hâlâ açmış değil, Putin beklediğini hâlâ almış değil “Vereceksiniz benim istediğimi” diyor. Biz de merak ediyoruz, acaba Türkiye’nin daha nesini verecekler. İstiyorlar. İşte bu politika, Türkiye’yi bu noktaya taşıyor. Demokrasi bunun için önemlidir, adalet bunun için önemlidir, hukukun üstünlüğü bunun için önemlidir, dış politika bunun için önemlidir çünkü faturayı cebini düşünen politikacı değil, üreten vatandaş ödüyor, geldiğimiz nokta budur değerli arkadaşlarım.
Şimdi, krediyle boğuşuyorlar, borçlarla boğuşuyorlar yumurta üreticileri ne olacak diye ve iflasla karşı karşıyalar. Önümüzdeki Salı günü ağırlıklı olarak esnafların sorunu dile getireceğim, ağırlıklı olarak esnafların sorununu dile getireceğim. Bütün esnaf kardeşlerime söylüyorum, hangi sorununuzu dile getirmemi istiyorsanız bana yazabilirsiniz, biz biliyoruz ama yine de yazabilirsiniz. Onlar mektuptan korkarlar, biz mektuplardan korkmuyoruz; bizi eleştirebilirsiniz de, biz korkmuyoruz. Biz vatandaşın düşüncesine her yerde, her ortamda saygı gösterdik, saygı göstermeye de devam edeceğiz çünkü biz ülkemizi seviyoruz, ona hizmet etmeyi de kutsal bir görev kabul ediyoruz.
KENDİ CEPLERİNİ DÜŞÜNMEKTEN TÜRKİYE’NİN GELECEĞİNİ ATEŞE ATMIŞ DURUMDALAR
Bu hâle niye geldi Türkiye? Liyakat sistemi çöktüğü için geldi. Eğer devlette uzmanlaşan kişileri belli yerlere getirseydiniz devlet bu hâle gelmezdi, çökmezdi. Liyakat sisteminin üzerinde neden bu kadar duruyoruz? Devlet sağlıklı ayakta kalsın diye. Devlet yönetimi sıradan bir şey değildir, sıradan bir olay değildir. Devleti yöneten kişilerin gelecek hedefleri olmalı. Efendim, 2023’te ihracatımız şu kadar olacak, ithalatımız şu kadar olacak! Bu, hedef değildir arkadaşlar, bu yarımdır. Sen 2023’te o kadar ithalatı, ihracatı hangi yöntemi izleyerek gerçekleştireceksin, bunu ortaya koydular mı? Koymadılar. Koyabilirler mi? Koyamazlar. Neden? Onlar ceplerini düşünüyorlar, vatandaşı değil, kendi çocuklarını düşünüyorlar, vatandaşın çocuğunu değil. Kendilerinin karınlarını düşünüyorlar, vatandaşın karnını değil. Onlar zalimlerden yanalar, biz mağdurlardan yanayız; zulmedene karşıyız. Bunun yolu nedir? Planlamadır değerli arkadaşlar. Yumurta üretimini planlayacaksınız, tarım ürünlerini planlayacaksınız, sanayiyi planlayacaksınız, gelecek hedefi koyacaksınız, 2035’de Türkiye ne olacak, nüfusu ne olacak, nasıl beslenecek, hangi ürünleri üretecek, sanayide hangi sektörler öncelikli alacak, bunlardan haberleri var mı? Hayır, haberleri yok, emin olun haberleri yok. Sabah akşam konuşuyorlar ama tamamen boş konuşuyorlar. Halk uzun vadeli düşünmez değerli arkadaşlarım. Bir gerçek var, halk uzun vadeli düşünmez, dünyanın hiçbir ülkesinde de halk uzun vadeli düşünmez; uzun vadeli düşünen devletin aklıdır yani devleti yöneten siyasetin aklıdır ama bunlar kendi ceplerini düşünmekten Türkiye’nin geleceğini ateşe atmış durumdalar.
Şu soruyu her vatandaşım kendisine sorsun, yumurtayla başladık, tarımdan devam edelim: Koskoca Türkiye Cumhuriyeti neden saman ithal eder noktaya geldi? Evet, bu soruyu her vatandaşım kendi vicdanına sorsun. Türkiye, bir dönem Ortadoğu’ya canlı hayvan ihraç ederdi, neden şimdi ithal eder noktaya geldi? İki Trakya büyüklüğünde alan Türkiye’de ekilmiyor, çiftçi ekmiyor. Çiftçi neden iki Trakya büyüklüğünde alanı bugün ekmiyor, ekmekten vazgeçmiş? Türk çiftçisi dünyanın en pahalı mazotunu kullanmak zorunda kalıyor, neden? Neden Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Yunanistan’dan pamuk ithal eder hâle geldi? Ne oldu bitim tütünümüze, Bitlis’in meşhur tütünü ne oldu? Bitlis neden üretmiyor? Bitlis’in sigara fabrikası ne oldu? Bütün bunların hepsini Bitlisliler de kendilerine sorsunlar, diğer vatandaşlarımız da kendilerine sorsunlar.
TARIMA DESTEK VERMEYEN TEK BİR ÜLKE YOKTUR
Bakın Tarım Kanunu’nun 21’inci maddesi, okuyayım, ne diyor: Tarımsal Destekleme. Neden biliyor musunuz? Dünyanın bütün ülkeleri, ister gelişmiş ister az gelişmiş bütün ülkeleri tarıma destek verirler, destek vermeyen tek bir ülke yoktur. Tarıma destek ermek için kanun çıkarmışız. 21’inci madde “Tarımsal destekleme programlarının finansmanı bütçe kaynaklarından ve dış kaynaklardan sağlanır.” Güzel, bütçeden ve dış kaynaklardan tarımın finansmanı sağlanır. “Bütçeden ayrılacak kaynak gayri safi milli hasılanın yani milli gelirin yüzde 1’inden az olamaz” diyor. Türkiye’nin 2015 yılı milli geliri 800 milyar dolar, yüzde 1’i 8 milyar dolar. Dolar 3 lira, çarpıyorum 3 lirayla, küsuratı attım, 24 milyar liralık tarıma teşvik verilmesi lazım, Hükümet tarafından kanunun gereğinin yapılması lazım. Peki, bugüne kadar ne teşvik verilmiş? 11 milyar 700 milyon lira teşvik verilmiş. Verilmesi gereken 24 milyar, çiftçiye verilen 11 milyar 700 milyon lira. Çiftçinin alacağı ne kadar? 12 milyar 300 milyon lira. Ziraat Odaları Başkanına söyledim, çiftçilerin derneklerine söyledim, hükümet aleyhine dava açın, bu parayı isteyin, bu, kanun gereğidir ama kimse korkudan dava açamıyor. Bütün çiftçi kardeşlerime sözümdür: Ben çiftçiye ÖTV’siz ve KDV’siz mazot vereceğim diye söz verirken ve çiftçinin yanında dururken bunlar diyorlardı ki “Nereden bulacaksın bu parayı?” Yata KDV’siz ve ÖTV’siz mazotu nasıl veriyorsan ben de çiftçinin traktörüne KDV’siz ve ÖTV’siz mazotu vereceğim arkadaş, vereceğim. Onlara defalarca sordum yani hükümet edenlere yani AKP’nin yöneticilerine sordum. Hollanda Konya’dan küçük ya, yıllık tarım ürünü ihracatı Türkiye’nin 3-4 katı. Niye böyle oluyor? Çünkü orada planlama var, çünkü orada güçlü işleyen, sağlıklı işleyen bir devlet yapısı var, çünkü orada liyakat sistemi var, çünkü orada her şeye burnunu sokan ve cebini düşünen bir siyaset anlayışı yok, Hollanda’yı düşünen var. Biz de cebimizi değil, Türkiye’yi ve kendi insanımızı düşünüyoruz; bu ülkenin insanı kazanacak, bu ülkenin insanı üretecek.
Soru şu: Hollanda Türkiye’den daha fazla tarım ürünü ihraç ediyorsa neyimiz eksik? Güneş, daha fazla; su, daha fazla; toprak, daha fazla; çalışacak tarımcı daha fazla, neyimiz eksik? Türkiye’yi ve çiftçiyi düşünen siyasetçimiz eksik; idareciler bunu yapmıyorlar, yöneticiler bunu yapmıyorlar, çiftçiyi düşünmüyorlar. Gazi Mustafa Kemal Atatürk “Çiftçi milletin efendisidir” derdi. Allah aşkına bugün çiftçiye efendi diyen var mı? Adamcağızı perişan ettik, bir köşeye koyduk, ektiği ürünün karşılığını bile alamıyor. Ama bizim sözümüz sözdür, o çiftçiyi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi bu milletin efendisi yapacağız.
TÜRK LİRASININ DEĞER KAYBETMESİ TÜRKİYE’NİN GÜCÜNÜ GÖSTERİYORMUŞ, ALLAH AKIL FİKİR VERSİN!
Tabii, sadece tarım böyle değil, protesto edilen senet rakamını vereyim: 2002’de 816 milyon liralık senet protesto edilirken 2016 Eylül ayı itibarıyla 8 milyar 500 milyon liralık, eski parayla 8 katrilyon 500 trilyon liralık senet protesto edilmiş vaziyette, ekonominin geldiği hâle bakın.
İcra müdürlüklerindeki dosya sayısı 2002’de 8 milyon 226 bin dosya icra müdürlüklerinde vardı, bugün -2015 sonu itibarıyla veriyorum- 26 milyon 177 bin dosya icra müdürlüklerinde, neredeyse her vatandaştan, her 2 kişiden 1’isi icralık durumda. Kredi borç batağı zaten almış başını gidiyor. 2002’de 1 milyon 655 bin kişi borç batağındayken, bugün (Haziran 2016 itibarıyla) 1 milyon 655 bin değil, 17 milyon 777 bin kişi borç batağında arkadaşlar. Dolar, almış başını gidiyor. Dolardaki her bir kuruşluk değer artışının şirketlere maliyeti 2 milyar 100 milyon lira arkadaşlar. Şirketlerin bugüne kadar olan değer kaybı yani zararları 77 milyar 700 milyon lira. Şirketler zarar ediyor, boşuna mı iflas ediyorlar? Hiçbir iş adamının ağzını bıçak açmıyor, birikimlerini de bitirdiler. Diyorlar ki “doların yükselmesi Türkiye’nin gücünü gösterir.” Hayatımda böyle bir danışman görmedim. Sarayın danışmanı olması tabii böyle bir demeç vermesine yol açmış. Bu nasıl bir bilgi sahibidir, bu milleti aptal yerine koyma ne zamandan beri bunların görevi oldu. Doların yükselmesi Türk lirası karşısında yani Türk lirasının yani Türkiye Cumhuriyeti lirasının değer kaybetmesi Türkiye’nin gücünü gösteriyormuş! Allah akıl fikir versin. Ben diyorum ya bunların yatacak yeri yoktur diye.
TUTTURMUŞ “İLLA BAŞKANLIK OLACAK”, OLMAYACAK ARKADAŞ!
Türkiye ateş yerine dönmüş, bunların bir derdi var, illa başkanlık olacak. Ya, olmayacak arkadaş. Tutturmuş illa başkanlık olacak. Ya, bak, çiftçinin sorunu var, sanayicinin sorunu var, esnafın sorunu var, memurun sorunu var, herkesin derdi var, hapishaneler tıka basa dolu, mağdur 1 milyon aile var; bunların derdiyle uğraşalım, gel bunları çözelim, ekonomiyi düzeltelim, vallahi destek oluruz, ekonomiyi düzeltmek için getir kardeşim, ne istiyorsan getir. Asla ve asla sen ekonomiyi düzelttin diye karşı mı çıktık, ne istiyorsan getir. “Hayır, biz onları unuttuk” diyorlar. Ne istiyorsunuz? Bizim bir adamımız var, biz ona başkanlık istiyoruz, illa o başkan olacak. Niye kardeşim, niye başkan olacak? Bizim aklımız yok, sadece onun aklı var, biz ona üst akıl diyoruz, o bize diyor ki şöyle yapacaksın. Aklını kiraya verenler ülkeyi yönetemezler, aklını kiraya verenler ülkeyi felaketlere sürüklerler, herkes bunu böyle bilsin.
Başkanlık… Başkanlık, rejim tartışmasıdır. Sen, Türkiye Cumhuriyeti’nin rejimini değiştiriyorsun. Efendim, 1923’te cumhuriyeti ilan ettik, rejim tartışmaları orada kaldı. Hayır kardeşim, cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırırsan rejimi güçlendirmiş hâle gelirsin. Cumhuriyeti diktaya dönüştürürsen orada rejimi değiştirmiş olursun, söylemek istediğimiz budur. Sen, cumhuriyeti diktaya dönüştürmek istiyorsun. Oysa bu cumhuriyeti kuranlar, 1923’te bu cumhuriyeti kuranların temel hedefi cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak; bizim de amacımız zaten budur.
3 TERÖR ÖRGÜTÜNÜ SİZ BAŞIMIZA BELA ETTİNİZ
Bunların bir Genel Başkan Yardımcısı var –ismini vermek istemiyorum ama kendisi profesör aynı zamanda, nasıl bir hoca aklım almadı ama- Anadolu Ajansına şu açıklamayı yapıyor Fetullah Gülen terör örgütüyle ilgili: “Haydi biz saftık bilmiyorduk… “Ama sen biliyordun –bana söylüyor- onların terör örgütü olduğunu, Kılıçdaroğlu yargılanmalı” diyor. Arkadaşlar, yargılanmaktan korkmayız biz ama Allah aşkına şu lafa bakın, Genel Başkan Yardımcısı, akademisyen. Bu, öğrencileri nasıl yetiştirmiş acaba, merak ediyorum, gerçekten merak ediyorum yani öğrencileri nasıl yetiştiriyorlar? Sevgili Yasin Aktay, senin önüne yani senin partinin önüne 2004 yılının 25 Ağustos’unda bir belge koydular, orada brifing verdiler, hem MİT Müsteşarlığı verdi hem de Genelkurmay Başkanlığı verdi “Bu örgüt tehlikeli bir örgüttür” dedi, bu açıklama yapıldı. “Bak bunlar himmet paraları topluyorlar” dendi. Bugün Meclise gelenler de bunu aynen açıklıyorlar “Söyledik tamamını” diyorlar. “Amma da büyütmüşsünüz” demişler. “Biz kandırıldık, saftık” diyor. Sayın Aktay’a soruyorum: Herkesin gelip kandırdığı bir adam, Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetebilir mi? Yarın birilerinin gelip sizi başka türlü kandırma gücü olursa ne yapacağız? Türkiye’yi felakete sürüklerse ne olacağız? 3 terör örgütünü zaten siz başımıza bela ettiniz, her gelen sizi kandırdı yetmedi mi artık? Siz kandırılacaksınız biz yargılanacağız; siz kandırılacaksınız biz yargılanacağız. Şu mantığa bakın Allah aşkına, şu akla bakın.
TÜRKİYE’Yİ BU HÂLE KİM GETİRDİYSE, ONLARIN YARGILANMASI LAZIM
Efendim, CHP bunlara ses çıkarmamış. Bakın değerli arkadaşlar, ben diğer gazetelerden değil de AKP’yi koşulsuz destekleyen bir gazeteden örnek vereceğim. “CHP’den Gülen’i bitirin önergesi.” Evet, bu önerge. Biz 2013’te önerge vermişiz, bununla ilgili araştırma komisyonu kurmamız lazım demişiz. Bu, Türkiye’nin felaketi demişiz; yargıya sızdı, orduya sızdı, her tarafa, valisi, kaymakamı, gelin bunu araştıralım demişiz. Bize kızıyorlar, “CHP Gülen’i bitirmek istiyor” diye manşet atmış o tarihte. Sonra, aradan zaman geçiyor, “Gülen’i AK PARTİ kurtardı” diyor, bu onların gazetesi. “Terörle Mücadele Yasası’nda yaptığı bir değişiklikle Fetullah Gülen’i kurtardı” diyor. Kim yaptı bunu? Bunlar yaptılar. “Safız” diyorlar. Siz saf değilsiniz, bir şey söyleyeceğim de burada söylenmesi ayıp. Şimdi bunun faturasını kime çıkarıyorlar? Bunun faturasını askerî öğrencilere çıkarıyorlar. Ya, öğrencinin ne günahı var? Bunun faturasını er ve erbaşlara çıkarıyorlar. Ya, onların ne günahı var? Bunun faturasını iş adamlarına çıkarıyorlar. Ya, onların ne günahı var? Kardeşim, talimatı veren belli, darbe girişiminde bulunan belli, gidersin yakalarsın. Birileri yargılanmalı, Türkiye’yi bu hâle kim getirdiyse evet, onların yargılanması lazım.
DEVLETE KİN VE ÖFKE YAKIŞMAZ
Devlet yönetiminde kinin ve öfkenin olmadığını söylemiştim, kin ve öfke yakışmaz devlete; devlet hukuk içinde çalışır kim olursa olsun, hukuka saygı göstermek zorundadır. Devlet, mağdurlar yaratmaz arkadaşlar, hele hele iktidar olanların yani devleti yönetenlerin mağdur ailelere dönüp de “Ağacın kökünü yesinler” demez arkadaşlar. Bizde, Anadolu’da bir söz vardır, o zaman “sen de zıkkımın kökünü ye” derler, değil mi? Mağdur ailelere bu söylenir mi? Gariban aileye bu söylenir mi? Biz mağdurlara sahip çıkınca bağırıyorlar koro hâlinde “Siz, işte FETÖ örgütüne sahip çıkıyorsunuz.” Yok kardeşim, bizim tavrımız, duruşumuz açıktır; biz, haksızlığa uğrayan herkesin yanındayız. Geçmişte bizi Ergenekoncu diye suçluyorlardı değil mi? Bakın, bugün haklı çıktık. Bugün hapiste yüzlerce er, erbaş, askerî öğrenci, iş adamı var, bunların hepsine sahip çıkacağız. Linç edilen erlerimiz var, erin ne günahı var da linç ediyorsunuz? Kim sahip çıkıyor ona? Biz sahip çıkıyoruz. Onların ayağına milletvekili arkadaşlarımı gönderdim, İzmir’deki aileye de bizzat kendim gittim. Kim mağdursa mağdurun yanında olmak benim inancımın da, benim siyaset anlayışımın da, benim ahlakımın da bir gereğidir. Ona, bana oy verdin mi, vermedin mi diye bakmam; ona sahip çıkmak en klasik deyimiyle benim ailemin bana öğrettiği bir terbiyedir.
BÜTÜN MAĞDURLARA SAHİP ÇIKACAĞIM
Size bir mağdur hikâyesi daha anlatayım. Barış Değirmenci, gencecik bir çocuk. İyi İngilizce biliyor, çalışıyor ve bu, Karen Lim diye Filipinli bir kızla tanışıyor bir gemide ve evleniyorlar. Karen Lim’in 1 yaşında bir çocuğu var. İngilizcesi güzel, 1611’de Filipinler’de kurulan bir üniversiteden mezun. Türkiye’de pek çok okulda İngilizce okutmanlığı yapıyor. Turgut Özal Üniversitesi kurulduktan sonra 2014’te üniversiteye başvuruyor “Ben burada İngilizce okutmanı olabilir miyim?” diye ve İngilizce okutmanı oluyor. Daha sonra kanun hükmünde kararnameyle Turgut Özal Üniversitesi kapatılıyor, kapatılınca bunlar açıkta kalıyorlar. YÖK’te çalışma izni var. Ankara Göç İdaresine başvuruyor “Eşim Türk, kızım var, ben Türkiye’de oturma izni istiyorum” diyor. Kızı var, kızının ismi de Huma. Huma türküsünü hepimiz biliriz, ne kadar içli ve güzel bir uzun havadır “Huma Kuşu” diye başlar. Çocuklarının ismini de Huma koymuşlar. Başvuruyor, diyorlar ki “7 Kasım 2016’da Göç İdaresine gel.” 7 Kasım 2016’da Göç İdaresine gidiyor “Eşim Türk, çocuğum var, Türkiye’de oturma izni için başvurdum” diyor. Diyorlar ki “Senin hakkında kamu güvenliğini tehlikeye sokmaktan sınır dışı edilme kararı var” diyorlar. “Ya, ben nerede kamu güvenliğini tehlikeye soktum? İngilizce ders verdim, o kadar.” 6 gün karakolda tutuyorlar; 1 yaşında çocuğu var, 6 gün karakolda tutuyorlar. Şimdi ben, vicdan sahibi olan herkese soruyorum: 1 yaşında çocuğu olan bir anneyi 6 gün karakolda tutmak hangi vicdanın işidir, hangi kültürün işidir, hangi inancın işidir, hangi ahlakın işidir 1 yaşında çocuğu anneden ayırmak? Sonra ne yapıyorlar? 1 yaşında çocuğu olan bu anneyi alıyorlar doğruca İzmit’teki toplama kampına gönderiyorlar. Bakın, çocuğun haberi yok, ailenin haberi yok. Ya, insanda biraz vicdan olur, insanda biraz ahlak olur. Ya bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı zaten, neden bunu yapıyorsunuz? Ben bunu söylediğim zaman itiraz ediyorlar koro hâlinde “Kılıçdaroğlu mağdurlara sahip çıkıyor” sanki suçmuş gibi. Eğer o suçsa ben o suçu işliyorum, bütün mağdurlara da sahip çıkacağım.
TÜRKİYE’NİN 8 MİLYON İŞSİZİ VAR, SİZİN CEPLERİNİZ DOLAR DOLU
Diyorlar ki “Allah ne demiş, bizi o ilgilendiriyor” Yüce Yaradan’ın söylediği şudur: “Adaletten sapmayınız, adaletle hükmediniz. Kul hakkı yemeyiniz.” Allah aşkına bunların cepleri kul hakkı yemekle dolu, “Allah ne diyorsa bizi o ilgilendirir” diyorlar; ya, kul hakkı yediniz kardeşim, mağdurların burnundan getirdiniz siz. Linç edilen erlerin, erbaşların hakkını sordunuz mu? Adaleti gerçekleştirdiniz mi? Bu ülkede adaletle davrandınız mı? Adaletle hükmediyor musunuz? Bu Türkiye’nin 8 milyon işsizi var. Sizin cepleriniz para dolu, dolar dolu. “Allah’ın söylediği bizi ilgilendirir…” O ayakkabı kutularına dolar sokmak kimin iradesiydi, söyleyin bana. 700 milyar liralık kol saati kimin iradesiydi, söyleyin bana. Hangi ahlaktan söz ediyorsunuz siz. Kendi siyasal emellerinize Yüce Yaradan’ı da alet ediyorsunuz. İnsanda biraz ahlak olur, söylediği sözün nereye gittiğini de bilmeli. Bu lafı etmek için kul hakkı yememek lazım. Bu lafı etmek için adaletle hükmetmek lazım. Bu lafı etmek için adaletten ayrılmamak lazım. Bu lafı etmek için hukukun üstünlüğüne inanmak lazım. Bu lafı etmek için Karen’i 1 yaşındaki çocuğundan ayırmamak lazım. Siz kim, inanç kim? Siz kim, bu görüşler kim? Emin olun bunları anlamakta zorluk çekiyorum. O nedenle hep söyledim ve söyleyeceğiz, zalimden yana tavır almayacağız, zalime karşı duracağız; zulmedene karşı duracağız, zulmedenin karşısında susmayacağız çünkü zulme karşı susan dilsiz şeytandır.