14.02.2017

14 Şubat 2017 tarihli TBMM Grup Konuşması

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "Halkın iradesiyle korunamayan bir egemenliğin başka hiçbir güçle korunması mümkün değildir. Sandıkta kararın verileceği 16 Nisan’a kadar önümüzdeki 60 günü milletin hakemliğine emanet edeceğiz. Söz konusu olan milletin egemenliğiyse bu konuda asıl yüce divan, halkın ve milletin divanıdır. İşte bunun için Anayasa Mahkemesi’ne gitmeyeceğiz, başvurmayacağız. Biz, CHP olarak bu milletin ferasetine güveniyoruz. Son söz, milletin divanıdır" dedi. 

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle: 






Değerli arkadaşlarım, bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarım, değerli konuklarımız; hepiniz hoş geldiniz, şeref verdiniz, hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum.

SİYASET KURUMUNUN YAPACAĞI EN HAYIRLI İŞ VATANDAŞIN DERDİNİ ÇÖZMEKTİR

Hepinizin ve hepimizin sorunları var. Siyaset kurumunun görevi vatandaşın sorunlarını çözmektir. Eğer vatandaşın sorunlarını çözemiyorsanız, vatandaşı sorunlarıyla baş başa bırakıyorsanız ve siz vatandaşın sorununu bir tarafa bırakıp kendi sorununuzu çözmeye çalışıyorsanız, bu memlekete hayrınız olmaz demektir. O nedenle diyoruz ki, siyaset kurumunun yapacağı en hayırlı iş vatandaşın derdini çözmektir. Nedir vatandaşın derdi? Fazla büyük rakamlar vermeyeceğim, vatandaşın derdi nedir? Vatandaşların kredi kardı ve tüketici kredisi borcu 424 milyar lirayı aştı, eski parayla 424 katrilyon lira vatandaşın bankalara tüketici kredisi ve kredi kartı borcu var. Bu borçla ilgili olarak iktidar kanadından bir Allah’ın kulu çıkıp da sevgili vatandaşım, “seni bu borçtan kurtaracağım” diyor mu? Diyemiyor, söyleyemez, onlar da –emin olun- sonunda “Hayır” diyecekler, göreceksiniz, onlar da “Hayır” diyecekler. Bu söylediğim 424 milyar lira yani 424 katrilyon lira henüz daha icra safhasına gelmemiş rakam, bir de bunun dışında icra dairelerine intikal eden var, onun miktarı ne kadar? 18 milyar lira yani 18 katrilyon lira. Şimdi, bakın vatandaşın derdi ne? Sadece bu mu? Vatandaş borç batağına teslim edildiği gibi faiz yüküne de teslim edilmiş. Sadece geçen yıl vatandaşın ödediği faiz miktarı –onu ifade edeyim- 48 milyar 932 milyon lira, vatandaş sadece geçen yıl bankalara eski parayla 48 katrilyon lira faiz ödedi. Son on üç yılda ödenen faiz miktarı 321 milyar lira yani 321 katrilyon lira eski parayla. Vatandaşın derdi bu, vatandaş bu dertten kurtulmak istiyor. Peki, icra dairelerindeki dosya sayısı kaç şu anda? 26 milyon 178 bin dosya var icra dairelerinde. Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan vatandaşların yarısı icralık!

 

HEP BERABER TÜRKİYE İÇİN HAYIRLI BİR İŞ YAPACAĞIZ

Peki bunlar neyi doğuruyor? İşsizliği doğuruyor. Her evde işsiz var, her evde Ankara’daki beylerin evleri hariç. Onlarda paralar var, dolarlar var, ayakkabı kutuları var, çocuklarının evlerinde kasalar var, kasaların içinde dolarlar var, hepsi var orada. Ama bizim vatandaşın evinde işsiz çocukları var. Yıllardır, aylardır bekliyor çocuğum acaba iş sahibi olacak mı diye. Bakın size ilginç bir şey anlatacağım, daha geçen gün olan olay. Elbistan Devlet Hastanesinde 50 kişilik işçi kadrosu var, işçi alacak. 50 işçi için Elbistan’da başvuran kişi sayısı 3 646 kişi, “Ben devlet hastanesinde işçi olarak çalışmak istiyorum” diye. Küçücük bir Elbistan’ı alın ve 3 642 kişi orada çalışmak istiyor. Bakıyorlar, “bu iş sınavla olmaz, en iyisi noterden kura ile halledelim, kura çekelim kim çıkarsa.” Adil mi? Adil. Doğru mu? Doğru. Ama bir bakıyorlar ki kura çekilecek torbada kazananların ismi var, bir kişinin de 2 kez ismi çıkıyor.  Yani sahtekârlığın bu boyuta ulaştığını hiç görmemiştim. Şimdi buna ne diyeceğiz? “Hayır” diyeceğiz. Kim “Hayır” diyecek? Elbistanlılar diyecek. Kim diyecek? Kahramanmaraşlılar diyecek. Biz, bize yapılan zulme “Hayır” diyoruz diyecek, sahtekârlığa “Hayır diyoruz” diyecek, bunları söyleyecekler. Eğer bunlara “Hayır” demezseniz yarın hangi felaketlerle karşı karşıya kalacağımızı bütün Elbistanlı kardeşlerimin bilmesini isterim.

Değerli arkadaşlarım, vatandaşın derdi bunlar. Peki, bunların derdi ne? Bunların derdi “İlla ben başkan olacağım, başkanlığı getireceğim.” Ya, vatandaşın derdi başka, sizin derdiniz başka. Vatandaş borç batağında, çocuğu işsiz, aldığı maaş yetmiyor, emekli aylığı yetmiyor, hele hele aramızda Harp Okulunda okuyan gencecik çocuklarımızın aileleri var. Geçen gün yürüyüş de yapıyorlardı, kısmen televizyondan izleme şansım oldu ve bu çocuklar hapiste. Niye hapiste? Hangi gerekçeyle hapiste? Niye hapiste tutuyorsunuz bunları? Bütün annelere sesleniyorum, çocuğu olan annelere sesleniyorum, devletin güvencesi altında çocuğunu okula gönderen bütün annelere sesleniyorum: Sizin çocuğunuz da hapiste olsaydı nasıl bir tepki verirdiniz? O anneler bu tepkiyi veriyorlar. Aynı tepkiyi çocuğu hapiste olsun olmasın bütün annelerden bekliyorum. Bütün anneler demeli ki yeter artık, bu zulüm yeter demeliler.  

Hep beraber Türkiye’yi aydınlığa çıkaracağız. Hep beraber Türkiye için hayırlı bir iş yapacağız, hiç kimse merak etmesin. 

 

KENAN EVREN’İN BİLE YAPAMADIĞINI BUNLAR YAPIYOR

Değerli arkadaşlarım, bütün bunlara rağmen 15 Temmuz’da bir darbe girişimi oldu. Buna hep beraber karşı çıktık, hep beraber mücadele ettik, hep beraber dik ve onurlu durduk ve darbeyi püskürttük ama 20 Temmuz’da bir başka darbe oldu. OHAL ilan edildi. Binlerce insan hapislere tıkıldı. 1 milyondan fazla aile mağdur edildi. Bakın değerli arkadaşlar, 12 Eylül darbesiyle 20 Temmuz darbesi arasındaki rakamları veriyorum size. 12 Eylül darbesinde yani Kenan Evren’in başkan olduğu dönemde-darbe yapıp başkan olduğu dönemde- ihraç edilen öğretmen sayısı 3 bin 854 kişi, 20 Temmuz darbesinden sonra 160 günde ihraç edilen öğretmen sayısı 30 bin 470, 30 bin 470 öğretmeni kapının önüne koydular. Sadece o yetmedi, banka hesaplarına el koydular. O da yetmedi, ömür boyu kamuda çalışamayacaklar. Eğer özel sektörde çalışmak istiyorlarsa Sosyal Güvenlik Kurumunun kaydına not düştüler “Bunlar darbecidir” diye, kimse korkudan iş veremiyor. Kenan Evren’in bile yapamadığını bunlar yapıyor. Bir aileyi tümüyle aç bırakmak kimin görevidir arkadaşlar? Bir aileyi tümüyle aç bıraktılar. Çoluk çocuğu aç bırakmak kimin görevidir, kim yapabilir, hangi insan yapabilir bunu? 12 Eylül döneminde ihraç edilen akademisyen, üniversitedeki hocalarımızın sayısı 120 akademisyen ihraç edildi 12 Eylül döneminde. Bu dönemde, 20 Temmuz darbesinden sonraki dönemde ihraç edilen, kapının önüne konulan akademisyen sayısı 4 bin 811. İnsanda biraz vicdan olur, insanda biraz ahlak olur. Ya, bir akademisyenin hangi koşullarda ve nasıl yetiştiğini acaba bunlar biliyorlar mı? Bu çocukların daha üniversite yıllarında başarılı olduklarını, daha sonra bunların ya devlet tarafından veya kendi imkânlarıyla yurt dışına gidip eğitimlerini daha görkemli hâle getirdiklerini, bütün sınavlara girdiklerini, üniversitede en parlak zekânın bu hocalara ait olduğunu ve bu hocaların bütün çabalarının daha güzel bir Türkiye ve bizim çocuklarımız için emek harcayan, emek harcamak için alın teri döken bu hocalara bizim saygı duymamız gereken hocalar olduğunu bilmiyor muyuz? Bilmemiz gerekir. Onları el üstünde tutmamız gerekir mi? Evet, el üstünde tutmamız gerekir. Bakın ben size bir şey söyleyeyim: Siyasi Partiler Yasası’na göre, bir üniversite hocası arzu ettiği siyasi partinin üyesi olabilir. Niçin? Siyasette kalite yüksek olsun diye. Akademisyenler beğendikleri siyasi partilerde ya görev üstlenirler veya doğrudan doğruya düşünsel olarak hizmet verirler. Şimdi siz kalkıyorsunuz beğenmediğiniz, düşüncesini beğenmediğiniz üniversite hocalarını kapının önüne koyuyorsunuz. Neyle? Bir kanun hükmünde kararnameyle. Hiçbir yere başvuramayacak. Bizim inancımızda da, bizim ahlakımızda da bilim insanına saygı vardır; bilim insanını hep el üstünde tutarız. O nedenle “ Âlimin ölümü âlemin ölümü gibidir” diye söylenir. Âlimi bu kadar yücelten bir gelenekten kültürden, bir inançtan geliyoruz, siz kalkıp da hangi gerekçeyle bu üniversite hocalarını kapının önüne koyuyorsunuz?

Değerli arkadaşlarım, Soner Demirsoy’un Yavuz’un Çamurlu Kaftanı diye bir kitabı var. Kitabın bir bölümünde şunu anlatır: Yavuz Selim, Mısır Osmanlı hanedanına katıldıktan sonra İstanbul’a geri döner. Yanına yolda Anadolu Kazaskeri Kemal Paşazadeyi davet eder. Beraber devletin işlerini görüşürken giderler. Bu ara Kemal paşazadenin atı bir su çukuruna basar ve oradan sıçrayan çamur sultanın kaftanına gelir. Etrafındakilerin tamamı büyük bir telaşla ve büyük bir kaygıyla ‘Sultan şimdi ne yapacak?’ derler. O, bir görevliyi çağırır ve sakin bir ifadeyle şunu söyler: “Bir âlimin atının ayağından sıçrayan çamur benim için şereftir. Öldüğüm zaman bu kaftanı böylece sandukamın üstüne koysunlar” der ve Yavuz Sultan Selim öldüğü zaman bu çamurlu kaftan onun sandukasının üstüne konur. Âlime verilen, bilim adamına verilen değere bakın. Bunlar hani diyorlar ya, “Osmanlı, Osmanlı, Osmanlı…” Bunlar Osmanlıyı da bilmiyorlar. Âlime verilen, bilim insanına verilen değeri de bunlar bilmiyorlar. Kendisi gibi düşünüyorsa el üstünde, kendisi gibi düşünmüyorsa koyun kapının önüne. Olmaz… Olmaz…

ZALİMLİKTE REKOR KIRDILAR

12 Eylül dönemine geri dönelim. 12 Eylül döneminde tutuklanan gazeteci sayısı 31, 20 Temmuz darbesinden sonra tutuklanan gazeteci sayısı 150’yi aştı. Zalimlikte bir rekor kırdılar değerli arkadaşlar. 15 günlük çocuğu annesinden ayırdılar. Ya insanda vicdan olur, 15 günlük bir çocuğu annesinden nasıl ayırırsınız? Günlerce anne sütünü ememedi bu çocuk. Biz itiraz ettik de anne ile çocuğu buluşturduk. Şimdi, vatandaşın derdine bakın, bunların derdine bakın. Şimdi, kalkmış diyorlar ki “Kim hayır derse bunlar terörist sayılır.” Akla bakın, akla… En güzel cevabı bir şehit annesi veriyor, diyor ki: “Ben hayır diyorum. Ben şehit anasıyım, ne yapacaksın bana? Sen benimle tabuta mı sarıldın? Benim oğlum nişanlıydı, düğünü olacaktı, sen ne hakla beni tehdit edersin? Ben de seni tehdit ediyorum, hakkım haram olsun” diyor şehit annesi. Onlar, “Hayır” diyenleri terörist, 15 Temmuz yanlısı olarak gösteriyorlar. Biz ne diyoruz? İster “hayır” de, ister “evet” de bu vatandaşların tamamının benim başımın üstünde yeri var diyorum. Aramızdaki fark siyahla beyaz kadardır. Bizde sevgi var, onlarda kin var; bizde hoşgörü var, onlar insanı tanımızlar, onlar çıkarlarını düşünürler. Biz milletimizi, vatanımızı, bayrağımızı düşünürüz. Biz bu ülkede herkesin huzur içinde yaşamasını isteriz. Biz bu ülkede farklı düşüncelerde olsak bile, farklı yerlerde otursak bile, gelir düzeylerimiz farklı olsa bile bir arada, huzur içinde yaşamak isteriz, birlikte yaşamak isteriz, beraber yaşamak isteriz, mutlu yaşamak isteriz; onlarla aramızdaki fark bu. Onun için diyorum “hayır” dediğiniz andan itibaren bu Türkiye derin ve güzel bir nefes alacak ve rahatlayacaktır. Birlikte yaşama iradesini ortaya koyacağız. 

BEL ALTI VURUYORLAR

Bunlar şu anda vatandaşa “Ayın 16’sında sandığa git, evet oyu kullan” diyemiyorlar. Çünkü bir gerekçe yok, ne diyecekler? Ne söyleyecekler? “Hayır” diyeni sen “Terörist” gibi tanımlarsan söyleyecek bir lafın yok demektir, bel altı vuruyorlar. Kendilerine çağrı yaptım, samimi olarak çağrı yaptım: Kavgasız, dövüşsüz… Arkadaşlar, batı ülkelerini görüyoruz, demokrasisi gelişmiş ülkeleri görüyoruz, 1980’lerden önce Türkiye ‘de de vardı, siyasi liderler çıkarlardı televizyonlara, herhangi bir televizyon kanalında birlikte niçin “Evet” niçin “Hayır” oturur tartışırlardı, vatandaş da evinde çayını, kahvesini içerken kararını verirdi. Şimdi aynı çağrıyı Sayın Binali Yıldırım’a yapıyorum, Sayın Devlet Bahçeli’ye yapıyorum, buyurun arkadaşlar gelin, sizin istediğiniz televizyon kanalı olsun, sizin istediğiniz gazeteciler olsun, gelin oturalım birlikte konuşalım. Vallahi söz veriyorum, bana 15 dakika süre versinler, onlara yarım saat süre versinler adım başı, ben buna da razıyım. Niçin bunları söylüyorum? Çünkü söylediğimin doğru ve haklı olduğunu biliyorum; onlar da doğru olmadığını, yanlış olduğunu biliyorlar. Onlar çıksınlar konuşsunlar, biz de konuşalım. Gayet rahat bir ortamda beyler gibi oturalım, çayımızı, kahvemizi içelim; onlar sorsunlar, vallahi soru da sormayacağım yeter ki oturalım, medeni insanlar gibi konuşalım. Ne eksiğimiz var? Şimdi, diyecekler ki “Ne gerek var?” Çok gereği var. Vatandaş, değişikliklerin ne getirip ne götürdüğünü tam bilmiyor, vatandaşın bilme hakkı var. Niçin bilmiyor? Televizyonları yasakladılar. Anayasa Komisyonunda görüşülen Anayasa görüşmelerinde televizyonları yasakladılar, görüşmeleri kısıtladılar, Meclis Genel Kurulunda kısıtladılar. Görüşmeleri sabahlara kadar sürdürdüler, herkesten gizli olarak bir anayasa değişikliği gündeme getirdiler.

CUMHURBAŞKANI DEVLETİN SİGORTASIDIR

Şimdi bir sürü laf söyleniyor ama ben size, samimi olarak bir şey söylüyorum, bütün vatandaşlarıma, tek bir şey istiyorum:  Bu referandum, Nisanın 16’sında yapılacak referandum bir parti seçimi değil, bir demokrasi seçimi; demokrasiden yana mı tavır takınacağız, otoriter yönetimden yana mı tavır takınacağız? O nedenle bütün vatandaşlarımdan istirham ediyorum: Sandığa giderken düşünün, aklımız var, oturalım, konuşalım, yakınınızla konuşun, dostunuzla konuşun, arkadaşınızla konuşun, başka düşüncesi olan arkadaşlarla konuşun ama her şeyden önce kendi vicdanımızda bir tartalım, bir ölçelim çünkü sorun bir partinin sorunu değil, sorun bir kişinin sorunu değil, sorun Türkiye sorunu. Türkiye sorunu olduğu için sorun evlatlarımızın sorunu, sorun vatan sorunu, sorun bayrak sorunu, sorun demokrasi sorunu, bir araya gelelim oturalım konuşalım. Sen de kendi vicdanında otur, tart, ölç, tart, biç ve sandığa öyle git. Dediğim gibi A partisi, B partisi olayı değil, sağ sol olayı değil, bu bir demokrasi olayı. Benim için demokrasi varsa onun için de demokrasi olmalı; benim gibi düşünmeyen insan için de demokrasi olmalı, hepimiz için olmalı ki hepimiz düşüncelerimizi rahat bir ortamda dile getirelim, konuşalım, tartışalım, güzel şeyleri yakalayalım, Türkiye’yi büyütelim, herkesin işi olsun, herkesin aşı olsun, herkes huzur içinde yaşasın, böyle bir Türkiye’yi arzu ediyoruz. Onun yolu da demokrasidir arkadaşlar. Şimdi ben, vatandaşlarıma soruyorum, bütün vatandaşlarıma: Elini vicdanına koy ve şu soruyu kendi vicdanında tart. Cumhurbaşkanı taraflı mı olsun, tarafsız mı olsun? Bu kadar basit bir soru. İlk soru, taraflı mı olsun, tarafsız mı olsun? Cumhuriyet kurulalı beri tarafsız. Neden tarafsız olması lazım? Çünkü cumhurun başkanıdır yani görüşü ne olursa olsun, inancı ne olursa olsun, yaşam tarzı ne olursa olsun 80 milyonu temsil ediyor. 80 milyonu temsil ettiği için tarafsız olması lazım. Şimdi, sandığa gideceksin, vicdanında ölç, tart ve oyunu öyle kullan. Cumhurbaşkanı taraflı olsun diyorsan o ayrı bir şey ama tarafsız olsun, benim vicdanım tarafsız olmasından yana diyorsan “Hayır” oyunu kullanacaksın, bu kadar basit. Diyebilirsin ki efendim, cumhurbaşkanı tarafsız değil ama tarafsız gibi davranacak, bir partinin de genel başkanı olacak, ne var bunda diyorsan, bir partinin genel başkanı cumhurbaşkanı olursa cumhurun başkanı olamaz arkadaşlar. Kendi partisinin genel başkanı olur, kendisine oy veren kişilerin cumhurbaşkanı olur yani benim, yani vatandaşın, ona oy vermeyen kişilerin cumhurbaşkanı olamaz. Bunu da vicdanında ölç, vicdanında tart, sandığa öyle git. Bakın son derece sadece, son derece anlaşılır ve hiçbir şekilde yanlış olmayan cümlelerle bu Anayasa değişikliğinde öngörülen cümlelerle size hitap ediyorum. Cumhurbaşkanı bize göre tarafsız olmalı, bize göre cumhurbaşkanı bir siyasi partinin üyesi olmamalı, çünkü cumhurbaşkanı devletin sigortasıdır arkadaşlar, devletin uyum içinde çalışmasının güvencesi cumhurbaşkanıdır. Cumhurbaşkanı ne yapar? Bir olay çıktığında bütün partilerin liderlerini toplar, gelin bakayım, Türkiye’nin temel bir sorunu var, biz bu sorunu nasıl çözeceğiz, oturun hep beraber konuşalım der. O açıdan devletin sigortasıdır. Eğer cumhurbaşkanını bir partinin genel başkanı olarak görürsek devletin sigortası atmış olur ve Türkiye bir maceranın içine sürüklenmiş olur.

KIŞLAYA, CAMİYE, ADLİYEYE SİYASET GİRDİĞİ ZAMAN TÜRKİYE’NİN ÇİVİSİ ÇIKAR

Başka bir şey… Diyoruz ki kışlaya, camiye, adliyeye siyaset girmesin. Niye diyoruz kışlaya siyaset girmesin? Hepimizin çocukları askere gidiyor, sadece bir partinin çocukları mı gidiyor askere? Hayır. Oraya siyaset girerse ne olur? Demokrasi tehlikeye girer. Camiye siyaset girmesin. Camiye sadece bir partinin taraftarları mı gidiyor? Hayır, her partiden insanlar camiye gidiyor. Oraya siyaset girdiği zaman camide kavga başlamayacak mı? Diyoruz ki adliyeye siyaset girmesin. Adaleti arayan sadece ben miyim, sadece siz misiniz? Görüşü ne olursa olsun derdi olduğu zaman her vatandaş gidip adliyede adalet aramıyor mu? Siyaset buralara girdiği zaman Türkiye’nin çivisi çıkar. Onun için diyoruz ki cumhurbaşkanı tarafsız olmalı, cumhurbaşkanı bir partinin genel başkanı olmamalı, cumhurbaşkanı bir partinin genel başkanı olarak hâkim tayin etmemeli. Hâkim tayin ederse adliye yara alır, oraya siyaset girmiş olur. 

BÖYLE BİR YETKİ BU ÜLKENİN KURUCUSU MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’E VERİLMEMİŞTİR

Başka ne diyoruz, diyoruz ki; sevgili vatandaşım, elini vicdanına koy ve düşün, bir kişi, bir başkan çıkıp Meclisi terk taraflı ve bir iradeyle “Ben bu Meclisi feshediyorum” desin mi, demesin mi? “Hayır, feshetmesin” diyorsan gideceksin “Hayır” oyu vereceksin kardeşim. Böyle bir yetki bu ülkenin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e verilmemiştir. Denmiştir ki “Burası yani Türkiye Büyük Millet Meclisi milli iradeyi temsil eder. Her partiden insanlar vardır burada, bir kişi kalkıp milli iradeyi feshedemez” demiştir.  Aynı şeyi söylüyorum. Diyorlar ki “Böyle bir şey yok.” Bunlar getirdiklerini de bilmiyorlar galiba, kendi getirdiklerini bilmiyorlar. “Mevcut Anayasada var”, evet mevcut Anayasada var, nasıl var? Seçimden sonra 45 gün içinde hükümet kurulamazsa cumhurbaşkanı Meclisi feshediyor, “buyurun seçime gidelim” diyor çünkü hükümet kurulamıyor. Bu makul mü? Makul olabilir. Peki, yeni değişiklikte? Hiçbir gerekçe yok. Başkan bir sabah kalkacak “Ben bu Meclisten hoşlanmadım, sabah akşam beni eleştiriyorlar, ben bu Meclisi feshediyorum.”

Sevgili vatandaşım, elini vicdanına koy, vicdanında ölç, biç, tart ve sandığa öyle git. Ben sana, düşünerek sandığa git derken bunu kastediyorum. Bir kişi kalkıp milli iradenin yüzde 100 temsil edildiği bir Meclisi feshetmemeli, feshederse orada demokrasi yara alır.

Sevgili vatandaşlarım, bir başka soru daha: Kendinize sorun bakalım, referanduma gidecek olan bu anayasa değişikliği çıkarsa başkanın kaç yardımcısı olacak ve kaç bakan olacak? Bu soruyu sor. Bu sorunun cevabı yok, tamamen başkanın keyfine bağlı, isterse 1000 başkan yardımcısı olur, isterse 50 bakan olur, isterse üç gün sonra değiştirir 20 bakan olur; 1 500 başkan yardımcısı olur. Elini vicdanına koy ve düşün sevgili vatandaşım, bu uygulama Türkiye’yi bir maceranın içine sürükler mi, sürüklemez mi? Peki, şimdi bu yetki kimde? Bu yetki şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisinde. Kaç bakan kurulacağını, bakanların isimlerini, bakanlıkların görevlerini Türkiye Büyük Millet Meclisi belirliyor. Peki, bu değişiklik geçerse kim belirleyecek bunları? Bir kişi belirleyecek. Elini vicdanına koy sevgili vatandaşım düşün, bir kişi mi doğru karar verir, 550 kişi mi doğru karar verir? 550 ortak akıl mı daha önemlidir, bir kişinin aklı mı daha önemlidir? İstişare dediğimiz, birlikte düşünme dediğimiz bir olayı unutma kardeşim. 

REFERANDUMDA SİZE SUNULAN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNDE GÜVENOYU YOK

Bir şey daha: Sevgili vatandaşım, elini vicdanına koy ve düşün, bir hükümet kuruluyor, hükümet ne yapıyor? Önce bir hükümet programı hazırlıyor ve Meclise geliyor, diyor ki: Ben hükümet olduğum süre içinde şunları yapacağım ve Meclise diyor ki bunları yapmam için bana güvenoyu verir, bana güvenin. Türkiye Büyük Millet Meclisi de güven oylaması sonucu güvenoyunu verirse hükümet yoluna devam ediyor. Yeni gelecek olan düzenlemede, referandumda size sunulan anayasa değişikliğinde böyle bir güvenoyu yok. Kurulacak hükümet diyor ki ben niye Meclise gideyim, üçüncü sınıf bir kuruluş, neden oradan güvenoyu isteyeyim? Bu ne demektir? Milletin oylarıyla seçilen 550 milletvekiline güvenmeme iradesini serdetmektir. Şimdi sen, elini vicdanına koyarak sandığa git. Bir hükümet Türkiye Büyük Millet Meclisinden yani milli iradeden, milli iradeyi temsil eden 550 milletvekilinden güvenoyu istesin mi, istemesin mi? Güvenoyu istemesin diyorsan ayrı, ama istemelidir diyorsan o zaman buna “Hayır” diyeceksin kardeşim.

Başkan tuttu kendisine bin 500 başkan yardımcısı tayin etti, olur mu olur; bin 500’ü az görebilir 10 bin tane de belirleyebilir veya 5 tane belirleyebilir, yetki kendisinde, belirledi. Bakın değerli arkadaşlarım, bunlardan birisinin adı diyelim yolsuzluğa karıştı. Türkiye Büyük Millet Meclisi bu başkan yardımcısı ve bakanlar hakkında gensoru dahi veremiyor. Yani arkadaş, gel şu Mecliste açıkla, bunlar doğru mudur, yanlış mıdır diyemiyor arkadaşlar. Şimdi, elini vicdanına koy ve düşün sevgili vatandaşım, sen kul hakkının ne kadar değerli olduğunu bilirsin, kul hakkı kavramının da ne kadar önemli ve değerli olduğunu bilirsin. Bir kişi yolsuzluk yaptığında senin seçtiğin 550 temsilci ona “ya arkadaş bu parayı nereye harcadın?” sorusunu soramıyorsa sen sandığa gidip buna alın teriyle ve bütün inancınla “Hayır” oyunu vurmalısın. 

BU YETKİYİ BİRİSİNE VERİRSENİZ TÜRKİYE FELAKETE SÜRÜKLENİR

Yine, sevgili vatandaşım, elini vicdanına koy ve düşün, bir başkana yetki veriyoruz, bir kişiye, devletin yapısını ve işleyişini düzenleyecek. Bir kişi kalkacak bir kararnameyle diyecek ki “Ben bakan sayısını ve bakanlıkların sayısını şu kadar artırdım, Merkez Bankasını kapattım, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunu kapattım, Kamu İhale Kurumunu kapattım, bunlara gerek yoktur” diyebilir mi? Diyebiliyor. Devletin bütün yapısını… Sadece bu mu? Hayır. Kim müsteşar olacak, kim genel müdür olacak, kim büyükelçi olacak bir kişi belirleyecek bunları. Diyelim ki bunlarda şart olarak yüksekokul mezunu olacak dedi ve kararnameyi yayınladı, baktı ki amcasının oğlu yüksekokul mezunu değil. Ertesi günü yeni bir kararname çıkaracak ortaokul mezunu şartı yeterlidir diyecek, amcasının oğlunu tayin edecek oraya, bacanağını tayin edecek, damadını tayin edecek, kızını tayin edecek. Buna engel var mı? Engel yok. Peki, değerli arkadaşlarım, bir ülke, koskoca Türkiye Cumhuriyeti böyle bir maceranın içine sürüklenebilir mi? Efendim, bunu kimse yapmaz! Ne demek kimse yapmaz? Ya, Türkiye Büyük Millet Meclisinden kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi alıyorlar terörle mücadele etmek için, çıkardıkları kanun hükmünde kararnamede terörle hiç ilgisi olmayan pek çok düzenleme yapıyorlar. Buyurun, hocalarımız burada, hocalarımızı kapının önüne koydular, hangisi terörist Allah aşkına? Öğrencilere ders veriyorlar bunlar, alın teri döküyorlar, bilgi aktarıyorlar, tartışma yaratıyorlar daha güzel bir Türkiye için. Bu yetkiyi birisine verirseniz Türkiye felakete sürüklenir.  


Bir kararnameyle çıkıp diyebilir ki bütün muhtarlıkları kapattım. Evet, bütün muhtarlıkları kapattım der. Sen istediğin kadar ben muhtarım, seçildim, kapatamazsın… Ya, adam, Türkiye Büyük Millet Meclisini fesih yetkisi almış, muhtarlığı mı feshetmeyecek? Böyle bir şey olabilir mi? Başbakanlığı kapatıyor, başbakanlık olmayacak. Bütün muhtar kardeşlerime sesleniyorum: Ben demokrasiyi nasıl savunuyorsam, senin de savunma hakkın ve görevin vardır, sen de demokrasiyi savunacaksın. Böyle bir rezalet olabilir mi?

 

EK 50 MİLLETVEKİLİNİN ALDIĞI PARA HARAMDIR

Değerli arkadaşlarım, bu yapılan değişiklikle milletvekili sayısını 550’den 600’e çıkarıyorlar, niye? Niye çıkarıyorsun kardeşim? 550 milletvekili bile fazla, normali 450 milletvekilidir. Milletvekili sayısını 600’e çıkarıyorlar, ne için? Yetkisi yok, gensoru veremiyor, hükümet programı hakkında görüş beyan edemiyor, oturacak maaşını alacak. Niçin? Onlar da “Evet” desinler, kimse itiraz etmesin, Anayasa değişikliği böyle geçsin, bir anlamda güvencesi olacak. 550 milletvekilini 600’e çıkarıyorsunuz, ek 50 milletvekilinin aldığı para haramdır haram, doğru para değil, haramdır! Şimdi, sevgili vatandaşım, vicdanında ölç, tart ve 16 Nisanda sandığa gideceksin. Senin çocuğun işsiz… Sor bakkala, durumu iyi değil; sor manava, durumu iyi değil; sor lokantacıya, durumu iyi değil; niye 50 tane daha milletvekili sayısını artırıyorsun? Bunun beş yıllık maliyeti kaç biliyor musunuz, 187 milyon 950 bin lira yani eski parayla 187 trilyon lira, bu vatandaşın cebinden çıkacak. Yazık günah değil mi ya bu memlekete? Sandığa gideceksin, oy kullanacaksın, neden diyorum vicdanında ölç, biç, tart ve sandığa öyle git. Bu, bir parti seçimi değil; bu, normal bir seçim değil; bu, bir demokrasi, bu bir ahlak oylamasıdır. Onun için gideceksin sandığa ve Türkiye’de en hayırlı işi yapacaksın, toprak renginde, kahverengiye tercih damgasını vuracaksın.  

Şimdi ben söylüyorum, bu bir rejim değişikliğidir. Hep beraber koro hâlinde itiraz ediyorlar "Olur mu efendim, rejim değişikliği değil bu” diyorlar. “Cumhuriyet kuruldu, başka bir rejim yok” diyorlar. Bakın değerli arkadaşlar, Libya’da cumhuriyet var mı? Var. Suriye’de cumhuriyet var mı?  Var. İran’da cumhuriyet var mı? Var. Mısır’da cumhuriyet var mı? Var. Irak’ta cumhuriyet var mı? Var. Bizim cumhuriyetimizle onların cumhuriyeti aynı mı? Aynı değil. Sen ne yapıyorsun? Irak’taki gibi, Suriye’deki gibi bir tek adam rejimi getiriyorsun, Meclis üçüncü sınıf bir Meclis oluyor; hiçbir yetkisi olmayan, sadece maaş alan bir Meclis. O kadar ki artık vatandaş da gelmeyecek milletvekilinin yanına çünkü hiçbir bakan, hiçbir başkan yardımcısı Meclisten seçilmeyecek, Meclisten olmayacak, Meclisle ilişkileri kesilecek. Sandığa giderken ölç, biç, tart ve vicdanının sesini dinle.

Neden biz bir rejim değişikliği yapıyoruz? Hangi gerekçeyle yapıyoruz bunu? 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. 23 Nisan 1920’yi çocuklarımıza armağan ettik Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı diye, dünyada tektir. Şimdi, o çocuklar demeyecekler mi “Baba, bizim Meclisimize ne oluyor? Anne, bizim Meclisimize ne oluyor? Bu Meclis bize bayram verdi. Bu Meclisi neden siz üçüncü sınıf bir Meclis hâline getiriyorsunuz?” diye çocuklarınız size soru sormayacak mı? O nedenle söylüyorum, sandığa giderken düşüneceğiz, vicdanımızda ölçüp tartacağız ve çocuklarımızı düşüneceğiz.

BİR ADAMDA İKİ ŞAPKA

Diyorlar ki “Biz bunu getiriyoruz, çift başlılığı engellemek için.” Allah aşkına şu anda çift başlılık var mı? Var mı? Şimdi, Binali Bey Erdoğan’ın söylediğinin aksine bir cümle kullanabilir mi? Mümkün değil. 500 metre öteden görse 80 düğmesini on saniyede ilikler. Çift başlılık yok arkadaşlar, ortada çift başlılık yok ama bu Anayasa değişikliği geçerse asıl o zaman çift başlılık oluyor, çünkü tepedeki başkan hem başkan hem bir partinin genel başkanı, bir adamda iki şapka yani çift başlılık. İniyoruz aşağıya, vilayetlere bakalım, orada ne olacak? Orada da çift başlılık. Vali kimi temsil ediyor? Başkanı. Partinin il başkanı kimi temsil ediyor? O da başkanı temsil ediyor. Bunlar kavga etmeyecek mi? Edecekler yani millete doğruları söylemiyorlar.

Bize diyorlar ki “Siz doğruları söylemiyorsunuz.” Ben de diyorum ki benim doğruları söylemediğime inanıyorsan ve kendine güveniyorsan gel arkadaş, beraber çıkalım, senin kanalında çıkalım, sen bana anlat ben de bu Anayasada yapılan değişiklikleri kapı gibi sana söyleyeceğim, bak bakalım kim yalan söylüyor, kim doğru söylüyor vatandaş öğrensin.

“HAYIR” ÇIKARSA TÜRKİYE DERİN VE GÜZEL BİR NEFES ALIR

Şimdi daha tehlikeli bir süreç başlayacak. Nedir o tehlike, onu size söyleyeyim değerli arkadaşlarım. O tehlike şudur: Önce sizi biraz eskiye götüreyim. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar Kurulu, Genelkurmay, Merkez Bankası, bakanlıklar hepsi varken Türkiye Cumhuriyeti’ni terör örgütlerine teslim ettiler. Valisi, kaymakamı, emniyet müdürü, hepsi bir baktılar ki bir terör örgütünden. Devletin kozmik odasına, harimi ismetine teröristleri soktular bütün bir devlet varken kozmik odaya. Şimdi, bütün devleti kandırmaya gerek yok, bir kişiyi kandırırsan devleti teslim alıyorsun. Bir kişiyi kandır, ertesi gün de kararnameleri çıkar, bütün Türkiye Cumhuriyeti’ni teslim alıyorsun. Şimdi ben bütün vatandaşlarıma sesleniyorum, hangi partiye oy verirse versin, seçimde gidip hangi partiye istiyorsa versin, ama bu normal bir referandum değil arkadaşlar. Türkiye’nin bekası için önemlidir, Türkiye’nin geleceği önemlidir, huzurumuz için önemlidir, barışımız için önemlidir. Diyorlar ki “Hayır çıkarsa kavga olur” Hiçbir kavga olmaz. Hayır çıkarsa Türkiye derin ve güzel bir nefes alır, herkes görevinin başında olur.

GENÇLERİN OYUNU ALMAK İÇİN ONLARI KANDIRIYORLAR

Hayır, çıkarsa ne olur? Sayın Erdoğan yine Cumhurbaşkanlığı görevinde kalacak, Binali Bey yine Başbakan olacak, bakanlar görevlerini yapmış olacaklar ama ne olacak? Millet diyecek ki sevgili yöneticiler, Sayın Cumhurbaşkanı, Anayasal sınırlarına çekil. Sayın Başbakan, otur Türkiye’yi adam gibi yönet, sana yetki verdik, üstelik yüzde 49,5 yetki verdik, adam gibi yönet, bunları söyleyecek. Devleti yönetin diyecek, hesabını verin diyecek, her kuruşun hesabını veriyorsunuz, bunun da hesabını verin diyecek. Dolayısıyla herkes görevine dönmüş olacak. Tabii, biz neden “Hayır” denmesi gerektiğini bütün ayrıntılarıyla olduğu kadar, olabildiği kadar anlatıyorum ama onlar, tam tersine çalışıyorlar. Şimdi, bir kampanya başlatmışlar. “Efendim, CHP 18 yaşında seçilmeye karşı.” Ben hiç böyle bir şey söylemedim. Niye karşıyız? Hiç de karşı değiliz. Onlar diyorlar ki üzülerek ifade edeyim, onlar halka doğruyu söylemiyorlar. 18 yaşında milletvekili olabilirsin diyor, güzel. Ama devam ediyor, diyor ki, “askerlikle ilişiği olanlar milletvekili olamazlar.”  Peki, askerlik yaşı kaç? 21. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu! Gençlerin oyunu almak için onları kandırıyorlar. Sevgili gençler, 18 yaşını aşan ve ilk kez oy kullanacak gençler size sesleniyorum: Bu sahtekârlığa izin vermeyin. Hem diyorlar ki askerlikle ilişiği olmayacak hem de diyorlar ki 18 yaşında seçilecek diyorlar. Olmaz. Sonra ne dediler? “Olur mu efendim, 18 yaşında milletvekili olur, onun da askerlikle ilişiği tamamen kesilir ve askerlikten muaf olur” diyorlar. Kendi çocuğunu milletvekili yapacak, ömür boyu askerlikten muaf olacak, garip gurebanın çocuğu nereye gidecek? El Bab’a gidecek, eksi 35-40 derecede soğukta terörle mücadele edecek.

Bu arada bütün vatandaşlarımdan istirham ediyorum: Provokasyonlara karşı hepimiz dikkatli olmalıyız, provokasyon yapabilirler, tahriklerde bulunabilirler. Bir minibüste başı örtülü bir kızımızın zorla açıldığı söyleniyor, isyan ediliyor. Şunu söylüyorum: Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bir daha söylüyorum, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak herkesin giyim kuşamının güvencesiyiz, teminatıyız, hiç kimse unutmasın.

ASIL YÜCE DİVAN HALKIN DİVANIDIR, MİLLETİN DİVANIDIR

Sevgili vatandaşlarım, hiç kuşkusuz referanduma sunulan Anayasa değişikliği gerek içerik yönünden gerekse görüşme usulleri açısından birçok yönüyle Anayasa da, hukuka da aykırıdır, bunu her ortamda ifade ettim. Egemenliği milletten alıp tek adama veren bu değişiklik, başlı başına demokratik cumhuriyeti ve hukuk devletini yok etme projesidir. Anayasa değişikliğinin bütün sakıncalarını önce Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Komisyonunda, daha sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda ısrarla ve kararlılıkla anlattık. Milletin Meclisini yok etme projesine, o Meclisten onay çıkmaması için, yani Türkiye Büyük Millet Meclisinden onay çıkmaması için milletvekili arkadaşlarım takdire şayan ve tarihe geçecek bir mücadele verdiler, hepsine yürekten teşekkür ediyorum.

Doksan yıl önce “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” diyerek kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi ne yazık ki milletin hâkimiyetini yok eden bu değişikliği kabul etmiştir. Şimdi söz, karar ve yetki millettedir. Konu milletin divanına gelmiştir. Meclisin yanlış hesabı milletten dönecektir. Sözün asıl sahibi son sözü söyleyecektir. Kuşkusuz Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine gitme yolumuz bulunmaktadır ancak sorun, salt bir hukuk tartışması sorunu değil; halkın konuya doğrudan el koyup siyasal olarak kesin bir şekilde çözmesi sorunudur. Halkın egemenliğini koruyacak olan yine halkın öz iradesi ve gücüdür. Amasya Tamiminde dendiği gibi “Milletin istiklali yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” Halkın iradesiyle korunamayan bir egemenliğin başka hiçbir güçle korunması mümkün değildir. Bu nedenle sandıkta kararın verileceği 16 Nisan’a kadar önümüzdeki 60 günü milletin hakemliğine emanet edeceğiz. Söz konusu olan milletin egemenliği ise bu konuda asıl yüce divan halkın divanıdır, milletin divanıdır. İşte bunun için Anayasa Mahkemesine gitmeyeceğiz, başvurmayacağız. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu milletin ferasetine güveniyoruz, bu milletin engin sağduyusuna güveniyoruz, bu milletin vatanına ve bayrağına sadık olduğuna, bağlılığına güveniyoruz. Bu milletin demokrasiye sahip çıkacağına güveniyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisine yani kendi iradesine sahip çıkacağına güveniyoruz. Bayrağımıza, vatanımıza, milletimize inanıyoruz ve güveniyoruz. Son söz milletin divanıdır, Yüce Divan değil, milletin divanıdır. 




Gündem'den Öne Çıkan Haberler