14.11.2017

14 Kasım 2017 tarihli TBMM Grup Konuşması

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (14 KASIM 2017)

Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:




Efendim alkışlarınız için yürekten teşekkürler. Beraber, hep birlikte, doğu batı demeden, güney kuzey demeden, kimsenin kimliğini kimsenin inancını sorgulamadan, 80 milyon yeniden Türkiye’yi inşa edeceğiz. Teşekkür ederim, sağ olun, var olun.

Irak’ta ve İran’da bir deprem yaşandı, yüzlerce kişi hayatını kaybetti. Iraklılara da, İranlılara da, ölen kişilere de Allah rahmet eylesin diyoruz ve başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz. Depremden en büyük acıyı çeken bir ülkenin vatandaşları olarak, depremin ne kadar acımasız olduğunu, deprem dolayısıyla yardımlaşmanın gerektiğini biliyoruz ve bu bağlamda bizim belediye başkanlarımız da kendi güçleri oranında Kızılay’la görüşerek deprem bölgesine, Irak’a ve İran’a yardım götürme konusunda çalışmalar yapıyorlar. Dolayısıyla biz depremden büyük acılar yaşamış bir ülkenin yurttaşları olarak, onların acılarını paylaşıyor ve onlara geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz.

Bu arada dün akşam Antalya’nın Finike, Kumluca, Demre ve Kaş ilçelerinde bir hortum olayı, bir tabi afet meydana geldi. Şiddetli yağış, dolu ve çok sayıda mal kaybı var, seralar büyük ölçüde zarar gördü. 38 vatandaşımızın yaralandığını biliyoruz. Dolayısıyla hükümetin bir an önce bu noktaya el atması, bu bölgeye el atması, zarar ve ziyanı tespit ederek bunların giderilmesi yönünde çaba harcamasını bekliyoruz ve biz bu tür çabaları sonuna kadar destekliyoruz. Eğer bu çabalar desteklenirse, yaralar kısmen olsun sarılmış olur.

Değerli dostlarım, bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer vatandaşlarım; her vatandaşın değerleri vardır, her ailenin değerleri vardır, her ülkenin değerleri vardır ve bizler tarihimize nasıl sahip çıkıyorsak, kendi değerlerimize de öyle sahip çıkarız. Birileri değeri sadece kendi değeri kabul edip, onun dışındaki her şeyi reddetmesini de şiddetle kınıyoruz.

ATATÜRK DÜNYANIN DA ORTAK DEĞERİDİR

Bugünlerde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e yönelik bir sevgi dalgası var. Bu bizi son derece memnun ediyor. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk hepimizin ortak değeri... Hepimizin ortak değeri, A partisinin B partisinin değil, A kişisinin B kişisinin değil, A bölgesinin B bölgesinin değil, 80 milyonun ortak değeridir. Dolayısıyla ortak değerlerimize nasıl sahip çıkıyorsak, bu ülkenin kurtuluşunda harcı olan, emek harcayan, alın teri döken, ölümü göze alıp savaşan, hemen hemen her alanda Türkiye’nin çağdaşlaşmasına büyük katkılar veren emek harcayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, bizim baş tacı ettiğimiz değerlerdir. Onları değer kabul ediyoruz.

Emin olun bu değer sadece bizim değerimiz olmasının çok daha ötesinde, düşmanları bile Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e saygı gösterdiler. Düşmanları bile, çünkü o savaşı da kurallarına uygun olarak yaptı. Bir başka ülkenin bayrağına basılmasına asla izin vermedi. O ülkenin insanlarının onurunu korudu. O nedenle Gazi Mustafa Kemal Atatürk sadece bizim ortak değerimiz değil, bizim dışımızda bir anlamda dünyanın da ortak değeridir. Dünyanın liderleri onun önünde hep saygıyla eğilmişlerdir.

YAPILAN SALDIRILAR KARŞISINDA TARİHİ ONLARA HATIRLATMAK BİZİM GÖREVİMİZDİR

Zaman zaman eleştiriler yapılır o döneme yönelik olarak. Efendim camileri kapattılar, şunu yaptılar, bunu yaptılar, bir sürü laf. Bunlar kulaktan kulağa, babadan oğula intikal eden rivayetler. Yok böyle bir şey aslında, kızgınlıklarını bir şekliyle bu rivayetlerle götürmeye çalışıyorlar. Ben size 1 Mart 1923... Bir daha söyleyeyim, 1 Mart 1923, cumhuriyet ilan edilmeden önce Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dördüncü yasama yılı açış konuşmasından bir bölüm okuyacağım. Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığı konuşma, şöyle diyor: “Geçen yıl içinde Vakıf Bakanlığı dini yapılar ve hayır kurumlarının onarım ve inşaatında oldukça önemli bir çalışma yapmıştır. Yapılan onarım içinde, ülkemizin çeşitli yerlerinde olmak üzere 126 cami ve mescit, 31 medrese ve okul, 22 suyolu ve çeşme, 175 akar ile 26 hamam bulunmaktadır.” Yani bunların tamamını, o cumhuriyetin yoksul döneminde, cumhuriyet ilan edilmeden önce tamir ettik diyor ve bunu çıkıp Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden bütün dünyaya duyuruyor.

Şimdi ben şunu merak ediyorum, emin olun şunu merak ediyorum. Siz tarihte mi bilmiyorsunuz, tarihi de mi okumuyorsunuz? Nasıl oluyor da siz bunları ifade ediyorsunuz? Eğer Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, eğer bunlar olmasaydı bizim minarelerimizde beş vakit ezan okunur muydu Allah aşkına, okunur muydu? Bu gerçeği herkesin bilmesi lazım.

Geliyorum, o 23’teydi, geliyorum 1940’lara. Yine tek parti dönemi, İsmet İnönü o zaman cumhurbaşkanı, ikinci dünya savaşı dönemleri ve 1940 mali yılı bütçesi görüşülüyor. Tokat Milletvekili Nazım Poroy kürsüye çıkıp Mecliste şu konuşmayı yapıyor: “İstanbul’da birçok camiler tamir ediliyor. Kendi semtime yakın olan Üsküdar’da kemali şükranla gördüm ki, çok güzel camiler tamir edilmiş ve edilmektedir. Geçen sene Kösem Validenin eseri olan Çinili Camiyi –ki, Üsküdar’ın âdeta cevheridir- çok güzel bir surette tamir edilmiştir. Boğazın girişinde olan Şemsipaşa Camii tamir edilmektedir. Bu bina Mimar Sinan’ın en güzel eserlerinden birisi, âdeta boğazın incisidir” diyor. Yani her dönemde bu toplumun değerlerine önem verilmiştir, her dönemde! Bunları kötülemek, bunları karalamak için insanda vicdanın olmaması lazım. Sadece vicdan mı? Ahlaktan da yoksun olmaları lazım, bu gerçeği görmüyorlarsa ahlaktan da yoksun olmaları lazım. O nedenle biz bütün değerlerimizi, toplumun her kesimine aktarmalı ve bu değerlere de saygı duymalıyız. Belki bunları bugün için söylemek gereksizdi, ama yapılan saldırılar karşısında tarihi onlara hatırlatmak bizim görevimizdir.

Rahmetli İnönü’ye de her türlü saldırı yapılır. Rahmetli İnönü, o da bir Osmanlı paşasıydı Gazi Mustafa Kemal’in olduğu gibi, o da mücadele etti, onun da bütün hayatı savaş meydanlarında geçti ve size onun Ankara’daki Kocatepe Camii, en büyük camiidir, Ankara’nın en görkemli camisidir. Bu caminin hikâyesini merak edenler için söylüyorum, Diyanet aylık dergisinin Ağustos 2001 sayısına lütfen baksınlar. Şöyle diyor: “Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulduğu yıllardan itibaren, bozkırlar ortasında yeni ve modern Ankara şehri yükselmeye başladı. Türk Ocağı, Etnografya Müzesi, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, Ankara Palas bu yükselişin mimari örnekleriydi. Başkent Ankara’ya cumhuriyeti temsil eden bir de mabet kazandırılmalıydı. Kocatepe Camiinin inşası fikir planında işte bu düşüncelerle başladı ve 1944 yılında 72 kişinin kurucu heyetinde görev aldığı yer aldığı bir camii yaptırma derneği kuruluyor. Bu derneğin kurucularından birisinin adı da rahmetli İsmet İnönü’dür.” Eşi Mevhibe Hanım, Çankaya Merkez Camiini İnönü ailesi yaptırmıştır. Halıları Pembe Köşkten o camiye gitmiştir. Hâlâ bu cami bütün görkemiyle durmaktadır.

Bunları hatırlatmamın nedeni şu değerli arkadaşlarım, insanın biraz vicdan sahibi olması lazım. Biz bu ülkeye hizmet eden, taş taş üstüne koyan herkese saygı duyduk. Hiç kimsenin, ölen hiç kimsenin arkasından kötü söz söylemedik. Bu bizim inancımıza da, bizim ahlakımıza da, bizim kültürümüze de uygundur. Ölen kişi hakkında şu söylenir namaz kılındığı zaman: Haklarınızı helal ediyor musunuz? Hep birlikte cemaat üç kez “haklarımızı helal ediyoruz” deriz. Niye deriz biz bunu, hangi gerekçeyle deriz? Helalleşiriz. Helalleşilen birisinin arkasından bir başkasının kötü söz söylemesi, bizim inancımıza ters düşer.

O nedenle siyasi rakiplerimiz olan ne Özal’ın, ne Demirel’in, ne Erbakan’ın, ne İnönü’nün, ne de başkalarının Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün siyasi rakiplerimiz olsun veya olmasın, hiçbirisinin ardından kötü bir laf etmedik. Hepsine sadece ve sadece yeri geldiğinde andığımızda “Allah rahmet eylesin” dedik. Şimdi siz kalkıp da, geçmişi kötülemeye kalkarsanız, bu ülkeye hizmet edenleri kötülemeye kalkarsanız ve bugün o kötülemeden siyasi rant devşirmeye kalkarsanız, bunun bizim dilimizde bir tek adı vardır, ahlaksızlık. Bu ahlaksızlığa izin vermeyiz.

20 TEMMUZ DARBESİNİN HAKKINDAN GELMEK CHP’NİN BOYNUNUN BORCUDUR

Değerli arkadaşlarım, askeri öğrencilerin velileri aramızda. Bir anne için çocuğun ne olduğunu en iyi anneler bilir, bir de onların çocukları bilir. Babayla anne arasında bir mesafe vardır, çocuk derdini babasına değil annesine anlatır. Çocuk bir ihtiyacı varsa, ihtiyacını babasına değil annesine söyler. Hatta babasına söylenmesi gereken bir konuyu, babasına doğrudan değil annesine söyler. Eğer çocuk hastaysa kesin anne de hastadır, çocuk gülüyorsa anne hasta bile olsa güler. Bu kadar değerlidir çocuklar.

Şimdi çocuklar bu kadar değerli, ama anneler çocuklarını iyi yetiştirmek isterler, en iyi okullara göndermek isterler ile ekmek tutsun isterler. Hayatta mücadeleyi kazansın isterler, iyi eğitimin yanında iyi bir kişiliği olsun isterler, iyi bir gelir sahibi olsun isterler. Askere gitsin gelsin, okusun, yazsın, büyüsün evereyim isterler. Çoluk çocuk, torun sahibi olmak isterler. Dolayısıyla çocukların annelerin gözünde böyle bir önemi vardır. Bu sadece bizim anneler için değil, dünyadaki bütün anneler için geçerli bir kuraldır.

Şimdi anneyi düşünün, çocuk Harp Okulunu kazanmış, Harp Okuluna göndermişsiniz. Bekliyorsunuz subay olacak, güzel elbiseler içinde gelecek, mahallede eve geldiği zaman anne ve baba onunla gurur duyacak, oğlum şöyledir oğlum böyledir diye. Şimdi bu çocuklar hapiste. Dolayısıyla bir anne şöyle söylüyor: “Askeri öğrenci velisiyim. Birçok öğrenci mağdur durumda, hiçbir soruşturma yapılmadan hepsinin üzeri çizildi.” Türkiye Cumhuriyeti tarihinde böyle bir kıyım yapılmamıştır. Yazıktır, günahtır, kul hakkıdır. Ayrıca ortada kazanılmış bir hak vardır. “OHAL komisyonuna dilekçelerimiz kabul edilmedi, mağdur değilsiniz dediler, başka üniversitelere gönderdiler, mecbur bıraktılar. Yerimiz yurdumuz adresimiz belli. Gerçek FETÖ’cülerle aynı kefeye konularak fişlendik, damgalandık. Devletin bütün kapılarını yüzümüze kapattılar. Oğlumu tertemiz askere teslim ettim, ama o şimdi hapiste.” Olmaz arkadaşlar.

Sevgili anneler, o çocuklar sadece sizin çocuklarınız değil, o çocuklar burada gördüğünüz herkesin çocuklarıdır. Hiç kimse 20 Temmuz darbesini unutmasın, hiç kimse 20 Temmuz darbesini unutmasın. Eğer hapishaneler tıka basa doluysa, gazeteciler, avukatlar, bilim adamları, hâkimler, savcılar, öğrenciler hapisteyse, hiç kimse 20 Temmuz darbesini unutmasın. O darbenin hakkından gelmek Cumhuriyet Halk Partisinin boynunun borcudur.

Bizi yıldırmak istiyorlar, bizi suçlamak istiyorlar. Ne derlerse desinler, alnımız ak ve tertemizdir. Hiç kimsenin önünde diz çökmeyeceğiz, hiç kimsenin! Devlet öyle bir noktaya geldi ki, devlet şu anda yönetilmiyor arkadaşlar, yönetilmiyor devlet! Devleti yöneten kim? Kim yönetiyor devleti? Belli değil. Yönetilmeyen bir sürecin içindeyiz. Bunu en net ve en bariz ortaya koyan, 5,5 milyon araç sahibinin karşılaştığı olaydır. Devletin yönetilmediğini 5,5 milyon kişi çok net bir şekilde öğrendi. Araçlara cam filmi taktırılması... Bir yönetmelik herkes taktırabilir dediler, yasak değil. 5,5 milyon kişi 3 milyon 300 araca cam filmi taktırdı. Evet, her birisine 600 lira para verdiler.

Değerli arkadaşlarım, sonra aynı hükümet cam filmini yasaklıyor, aynı hükümet! Yahu siz hükümet değil misiniz? Siz oturup konuşmadınız mı, siz bir araya gelmediniz mi? Bu doğrudur dediniz, ne oldu da ertesi gün bu yanlıştır dediniz? Millet ayağa kalktı yanlıştır dedi, “427 lira ceza keseceğim” dedi filmlere. 427 lira eğer bunları sökmezseniz. Söküm bedeli araba başına 150 lira. Yahu sen cebinden mi ödüyorsun bu parayı? Cebinden ödemiyorsun. Babanın cebinden ödüyor musun? Babanın cebinden de ödemiyorsun. Vatandaşın cebinden alıyorsun sen bu parayı. Ne hakla alıyorsun sen bu parayı?

Tepki gelince Bakan açıklama yapıyor, “efendim ceza yazdırmayı kaldırdık” diye. Peki, ceza ödeyenler ne oldu, onların paralarını iade ediyor musun? Hayır, iade etmiyorsun. Ne diyorduk? Devlet yönetilmiyor, devlet savruluyor. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti yönetilmiyor ve savruluyor. Herkes karamsar, herkes yarın ne olacağını bilmiyor. Sebep... Türkiye Cumhuriyeti Devleti yönetilmediği için. Öyle bir noktaya geldik.

Bir gün sadece bir konuyu, hastaneleri ele alacağım ve sağlığı ele alacağım, ama bir gün. Çünkü o biraz uzun bir konu, onu alacağım ve ayrıca değerlendireceğim.

LAFLA ATATÜRKÇÜLÜK OLMAZ, ATATÜRKÇÜLÜK MİLLETİN ÇIKARLARINI SAVUNMAKTIR

Kırmızı et üreticileri, besiciler. TÜİK’in, yani Türkiye İstatistik Kurumunun Başkan Vekili bir açıklama yaptı. Dedi ki, et üretiminde yüzde 23 azalma var. Yedi yıldır siz et ithalatı yapıyorsunuz, yedi yıldır! Hani üretim artacaktı? Yedi yılda her şey değişir. Yapmadılar, üretim azaldı. 5 milyar dolar para ödedi, 5 milyar dolar! Et ithalatına 5 milyar dolar para ödendi. Sanki bu ülkede meralar yok, besicisi yok, çiftçisi yok, kasabı yok, 5 milyar dolar dışarıya ödüyorsun, dışarının besicisini kazandırıyorsun, senin kasabın senin besicin cezalandırılıyor.

Şimdi 70 bin kasap arkadaşıma sesleniyorum, kasap esnafına sesleniyorum, 70 bin! Sen bunun hesabını sandıkta sormak zorundasın kardeşim, sandıkta sormak zorundasın. Bizim kasapları Sırp kasabına teslim ettiler. Evet, bizim kasapları Sırp kasabına teslim ettiler. Besmelesiz eti getirdiler, löp eti getirdiler, halka yedirmeye çalışıyorlar. Sen onu otur sarayında kendin ye.

Atatürkçülükten söz ediyorlar, “biz Atatürkçüyüz” diyorlar. Eyvallah, çok memnun olduk, ama lafla Atatürkçülük olmaz. Onu zamanında başkaları yapıyordu. Atatürkçülük, milletin çıkarlarını savunmaktır, milletin çıkarlarını gözetmektir Atatürkçülük.

Ben size 1 Mart 1922... Az önce 23’de yaptığı konuşmadan bir bölüm okumuştum, şimdi 1 Mart 1922’de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Mecliste yaptığı bir konuşmadan bir bölüm okuyorum: “Türkiye’nin sahibi ve efendisi kimdir?” diyor Gazi Mustafa Kemal. Türkiye’nin sahibi ve efendisi kimdir? “Bunun cevabını birlikte verelim” diyor. “Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür.” Dikkatinizi çekerim, “gerçek üretici olan köylüdür” diyor. “O halde herkesten çok refah, saadet ve servete layık olan köylüdür. Binaenaleyh Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin iktisadi siyaseti bu temel hedefi gerçekleştirmektir” diyor. Atatürkçülük budur, o gidip dışarıdan löp et ithal etmedi. Kendi köylüsüne dedi ki, ek biç üret satın alacağım, teşvik edeceğim dedi. Bunu yaptı.

10 Ekim 1935’de tarım satış kooperatiflerini kurdu, çiftçilerin örgütlenmeleri için. Fiskobirlik’i kurdu, Toprak Mahsulleri Ofisini kurdu, Tariş’i kurdu, sırf üreticileri korumak için. 1925 yılında şeker fabrikası olmayan Türkiye’de, Osmanlıda olmayan şeker fabrikalarını kurdu, şeker üretimini başlattı. 1924 yılında çay üretimini başlattı, Rize’de çay üretimini başlattı. Ve bunların tamamı şimdi işlevsiz hale getiriliyor. Fiskobirlik devre dışı bırakıldı, Toprak Mahsulleri Ofisinin ne yaptığı belli değil, tarım kredi kooperatiflerinin ne yaptığı belli değil. Devlet desteği yeteri kadar alamıyorlar. O nedenle diyoruz ya, şimdi tütünü yok ettiler, sıra geldi çayı ve fındığı da yok etmeye.

Bakın size bir şey daha söyleyeyim. Bütün çiftçi kardeşlerim beni dinlesin. 81 bin ton kurutulmuş bezelye ithal edildi. 81 bin ton! Bizim ülkemizde bezelye mi yetişmiyor? Niye ithal ediyorsunuz, hangi gerekçeyle ithal ediyorsunuz? Çünkü ithalatçı iktidara yakın birisidir. Et ithalatçıları da iktidara yakın birileridir. Onlar da sırtını siyasete dayamışlardır. Kimse üretici dinlemiyor ve onun hakkını savunmuyor. Şeker pancarını da yok ediyorlar. Değerli arkadaşlarım, bu da başlı başına ciddi bir sorundur.

Peki, 1925’de ne oldu? 17 Şubat 1925, Gazi Mustafa Kemal Atatürk çiftçilerin en çok şikâyet ettiği aşar vergisini kaldırdı. “Çiftçiye vergi olmayacak” dedi. Aşar vergisi... Büyüklüğü neydi? Bütçenin üçte biri aşar vergisinden oluşuyordu. Bütçenin üçte biri aşar vergisinden oluşuyordu ve o vergiyi kaldırdı, çiftçilerin önünü açmak için. Ne diyordu? “Bu milletin hakiki efendisi köylüdür” diyordu.

Şimdi aynı köylü milletin efendisi mi, milletin zilleti haline mi getirildi? Perişan hale getirildi. Bursa’da Tarım Bileşenleriyle bir toplantı yaptık medyaya kapalı. Ziraat odaları vardı, üniversitede ziraat bölümünde ders veren hocalar vardı, pek çok çevre vardı. Doğrudan çiftçiler, üreticiler ve tarım ürünü ihracatçıları da vardı. Hepsi burnundan soluyor, hepsi. Böyle bir tabloyla hiç karşılaşmadık diyorlar.

Ziraat Odaları Başkanı her gün konuşuyor, Esnaf Odası Başkanı her gün konuşuyor, şikâyet ediyor dertlerinden. Dertlerini dinleyen kim? Kimse dinlemiyor, bizim dışımızda hiç kimse dinlemiyor. Niye biz dinliyoruz? Biz bu ülkenin sorunlarına çözüm üreteceğiz de, onun için dinliyoruz.

Bakın değerli arkadaşlar, aşar vergisini kaldırdı Gazi Mustafa Kemal Atatürk. Bunlar çiftçinin ürününden hasılatından yüzde 4 vergi alıyorlar. Peki, çiftçi zarar etti... Olsun diyor, zararından da vergi alırım diyor. Yüzde 4... Alıyor mu? Alıyor. Sen Atatürkçü olamazsın kardeşim, Atatürkçü olman için çiftçiyi koruyacaksın, vergisini sıfırlayacaksın, üretimine destek vereceksin sonuna kadar. O zaman olur.

VERGİ CENNETLERİNE ŞİRKET KURUYORLAR

Ben hanımlardan söz ettim. Hanımlar geçen söylemiştim, yine söyleyeyim. Sabah kalkıp musluğu açtığınızda beş çeşit vergi ödüyorsunuz, beş çeşit! Musluğu açtığınızda su aktı mı beş çeşit vergi var. Katı atık vergisi, katı atık toplama vergisi, atık su vergisi, çevre temizlik vergisi ve KDV. Peki, bu beyler vergi mi ödüyorlar? Saraydaki beyler de Ankara’da konutlarında oturan beyler de vergi ödememek için vergi cennetlerine şirket kuruyorlar. Vergiyi sen ödüyorsun. Bu milletin garibanı vergi öder, ama bu beyler vergi ödememek için her yolu denerler. O nedenle hep birlikte mücadele etmek bizim görevimizdir.

Çiftçilerle yaptığım toplantıda şunu dediler. “Mazot 5 lirayı aştı, ne yapacağız?” dediler. Gübre dünyanın parası dediler, ilaç dünyanın parası dediler, işçilik arttı dediler, ne yapacağız dediler. Birisi dedi ki, biz artık çiftçilikle hiç uğraşmayacağız, böylece bu dertlerimiz de olmayacak. Üretmeyeceğiz, bu dertlerimiz de olmayacak. Ama sevgili kardeşim, sen üreteceksin, sen çalışacaksın, akıl teriyle alın terini bir araya getireceğim. Unutma, akıl teriyle alın terini bir araya getireceğiz. Sen kazanacaksın, sen bu ülkenin onurlu bir bireyi olacaksın.

Diyorlar ki, bu ülkenin tarım politikası yok. Evet, tarım politikası yok, çünkü hükümet edenlerin cep doldurma politikaları var. Kendi ceplerini dolduruyorlar, senin cebini düşünen mi var? Seni de zaten çantada keklik olarak görüyor. Nasıl olsa oyunu gelecek sandıkta bizim partiye atacak. Ben sırtına da binerim, döverim de, sopalarım da, nasıl olsa oyunu bana verecek. Ama dediler ki, bu sefer öyle değil, bu sefer öyle değil! “Şapkamızı önümüze alacağız ve bunun hesabını sandıkta soracağız” dediler. Bana bu sözü verdiler.

NEREDEYSE İKİ KİŞİDEN BİRİNİN İCRA DAİRELERİNDE DOSYASI VAR

Herkes perişan vaziyette; esnaf icra takibindeki KOBİ sayısı 330 bin 306 KOBİ icra takibinde. Takibe düşen tutar 24 milyar 800 milyon lira, yani eski parayla 24 katrilyon lira. İcra dosyaları zaten her vatandaşın, neredeyse iki kişiden birisinin icra dairelerinde dosyası var. Biz bunların üzerinden bir şekliyle çıkmak ve bu sorunları çözmek durumundayız.

Geçen bir mektup, Kahveciler Büfeciler Esnaf Odası Genel Sekreteri yazıyor. Diyor ki, “Emekli maaşları önceden yüzde 60’larda bağlanırken, şimdi yüzde 39-40 üzerinden bağlanıyor. 1000 TL asgari ücretin altında maaş bağlanıyor” diyor. Biz bunu yıllardır söylüyoruz, bak başınıza gelecek diyorduk. Emeklilere söylüyorduk. Bunlar taban aylığı kaldırdılar diyorduk, aylığın düşecek diyorduk, milli gelir artışından sana pay verilmeyecek diyorduk, emekli bu ülkenin ikinci sınıf vatandaşı haline getirilecek diyorduk. Seni kurtarmak için dedik ki, sana Ramazan Bayramında Kurban Bayramında söz veriyorum birer maaş ikramiye vereceğim, hiç değilse bayramı ağız tadıyla geçir diye. Aynı şeyi söylüyorum, aynı şeyi! Bütün emeklilere sesleniyorum; ağlayacağınıza, sandığa gittiğinizde oy vereceksiniz, ağlamayacaksınız.

SOSYAL GÜVENLİK KURUMU’NU KİM BATIRDI?

Bana diyorlardı ki, efendim şu Kılıçdaroğlu var ya Kılıçdaroğlu. Ne olmuş Kılıçdaroğlu’na? “Bu Kılıçdaroğlu SSK’yı batırdı” diyorlardı, defalarca, her seferinde söylerler. Şimdi değerli arkadaşlarım, üç sosyal güvenlik kurumunun, Emekli Sandığı ve BAĞ-KUR da dahil üç sosyal güvenlik kurumunun benim emekli olduğum tarihte, yani 99’daki açığı 2 milyar 341 milyon liraydı. Peki, şimdiki açığı ne kadar? 20 milyar lirayı aştı arkadaşlar.

Şimdi ben buradan Erdoğan’a ve Binali Yıldırım’a soruyorum; bu rakam doğru mudur, yanlış mıdır? Şimdi ben sana soruyorum, Sosyal Güvenlik Kurumunu kim batırdı? 2 milyar liradan 20 milyar liraya çıktı açık. Üstelik benim zamanımda kadın 34, erkek 43 yaşında emekli oluyordu. Şimdi emeklilik yaşı 65. Aylığı düşürdün, emekli aylıklarını düşürdüler. Hasta her gittiği yerde cebinden para ödüyor. Eczaneye gidiyor para ödüyor, hastaneye gidiyor para ödüyor, maaşına bakıyor oradan da para kesilmiş. Yoktu eskiden böyle bir şey. Şimdi soruyorum, kim batırdı bunu? Sevgili Erdoğan beni duyuyor musun? Duyacaksın beni, beni dinleyeceksin, sen bu kurumları batırdın. Sen batırdın sen!

AYNI MENZİLE YÜRÜYEN PARALEL İKİ HÜKÜMET VAR: BİR, SARAY HÜKÜMETİ; İKİ, ANAYASAL BİNALİ YILDIRIM HÜKÜMETİ

Efendim size bir tablo göstereceğim. Şeker... Pancar üreticileri de dertli. Kota nedir, ne değildir vesaire bilmiyorlar. Şu Türkiye Şeker Kurumunun internet sitesinden alınmış, Şeker Kurulu Yönetim Kurulu üyeleri. Diyeceksiniz ki, bunun karşısında isim yok. Evet, yok. Yönetim Kurulu üyeleri uzun süredir, 29 Ağustos 2016 tarihinden itibaren atanmıyor, boş. Dolayısıyla bu alan hiç denetlenmiyor. Şimdi ben soruyorum ya, siz ülkeyi yönetiyor musunuz? Yönetmiyorlar. Şeker Kurulu var, kanun da var, atanması gerekiyor, 2016’dan bu yana Şeker Kurulu bomboş kimse yok ve denetlenmiyor. Niye denetlenmiyor? Çünkü adamları var, onların denetlenmesini istemiyorlar. Adamları var, onlar köşeyi dönsün diyorlar. Ben soruyorum şimdi, Binali Yıldırım’a da soruyorum, saray hükümetinin başında olan adama da soruyorum; buraya Yönetim Kuruluna niçin atama yapmıyorsunuz, niçin? Devlet yönetilmiyor değerli arkadaşlar, devlet yönetilmiyor. Savruluyor, nereye gittiği belli değil. Şeker Kurulunun görev süresi beş yıl, 2016’da görev süresi bitmiş, bekliyoruz atama olsun.

Değerli arkadaşlarım, size birazdan daha farklı bir tablo göstereceğim, o da çok renkli olacak. Türkiye yönetilmiyor derken, tabii yasama, yargı, yürütme organları Anayasada var, Ama hiçbirisi bağımsız değil, hepsi bir yere bağlı, saray hükümetine bağlı. Dolayısıyla bizim çocuklarımız, onların gelecekleri de büyük ölçüde saray hükümetine bağlı. Eğitim politikası saray hükümetine bağlı, tarım politikası saray hükümetine bağlı. Dolayısıyla şimdi günümüzde aynı menzile yürüyen paralel iki hükümet var. Aynı menzile yürüyen paralel iki hükümet var. Bir, saray hükümeti; iki, anayasal Binali Yıldırım hükümeti.

Şimdi size örnekler vereceğim değerli arkadaşlarım. Saray hükümetinin Milli Eğitim politikası: Açıkladı, kim açıkladı? İlgili bakan açıkladı. Dedi ki, “Bizim okullarımızın yüzde 10’u nitelikli, yüzde 90’ı niteliksiz” dedi. Şimdi ben bütün annelere soruyorum, siz çocuklarınızı niteliksiz okula göndermeye razı mısınız? Peki, yüzde 90 niteliksizse ve çocuklar mecburen buraya geliyorsa, bunun hesabını sevgili anneler sandıkta bu hükümete soracak mısınız? Soracak mısınız? Çocuklarınızı seviyorsanız, onların iyi okula gitmesini istiyorsanız, 15 yılda okulların yüzde 90’ını niteliksiz hale getiren bu hükümetlere sandıkta gerekli dersi vermek sizin görevinizdir göreviniz; çocuklarınızı seviyorsanız.

Biliyorum, KHK’leri de biliyorum, sıkıntıları da biliyorum, hepsini aşacağım inşallah göreceksiniz.

Kendi çocuklarını kobay olarak kullanan, Milli Eğitimde kobay olarak kullanan tek devlet var Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tek hükümet var Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti. Kobay olarak kullanıyorlar. Sabah akşam eğitim politikası değişiyor. Böyle bir düzen olabilir mi, böyle bir yapı olabilir mi? Bunun hesabını hep birlikte sormak zorundayız.

Şimdi paralel iki yapı dedim, birisi tabii saray hükümeti gayrimeşru, öyle bir hükümet Anayasada yok, ama fiilen var. Bir de yasal hükümet var, Binali Yıldırım Hükümeti. Dış politikayı sarayın hükümeti belirler, sarayın hükümet sözcüsü çıkar açıklama yapar, Dışişleri Bakanlığı sözcüsü konuşamaz, bir köşede oturuyor; çünkü kimse ona izin vermez. Eğitim politikasını saray belirler, sarayın hükümeti belirler. Başbakanı çağırdım, talimatı verdim, TEOG’u kaldırın dedim, o da oturdu öğleden sonra kaldırıldı, bitti. Dolayısıyla yasal hükümetle gayrimeşru hükümet arasındaki ilişkide, gayrimeşru hükümet daha baskın, daha otoriter, istediğini rahatlıkla kabul ettiriyor.

Mazota, benzine, gübreye, ilaca zam, o meşru hükümetin görevi, yani Binali Yıldırım yapıyor onu. Gayrimeşru hükümet yıpranmasın diye, 2019’da seçimlere girecek ya. Siz bu zammı yapın, ben idare ederim diyor. Otomobillere cam filmi taktırmak meşru hükümetin, Binali Yıldırım’ın görevi. Yönetmeliği çıkarıyorlar, vatandaş bağırıyor, gayrimeşru hükümetten bir ses; cezaları kesmeyin, bunu şimdilik durdurun. İki paralel hükümet var.

Faizi artırma yetkisi Binali Yıldırım Hükümetinin, faiz arttı diye şikâyet eden de saray hükümeti. Ama şunu herkesin bilmesini isterim. İki hükümet de, saray hükümeti de, Binali Yıldırım Hükümeti de 80 milyonu faiz lobisine teslim etmiş durumda, 80 milyonu! Bütün kazançlarımız faiz lobisine gidiyor. Defalarca söyledim, en son kişi duyana kadar söyleyeceğim, en son kişi duyana kadar! 15 yılda bir avuç dışarıdaki faiz lobisine 145 milyar dolar faiz ödediniz, 145 milyar dolar. Kimin parası bu? İçerideki rakamı da çıkardık. 15 yılda içeride bizim vatandaşlarımız 80 milyon ayrıca 620 milyar lira faiz lobisine para ödedi, eski parayla 620 katrilyon lira.

Şimdi ben soruyorum, çiftçiye soruyorum, senin faiz gelirin var mı? Yok diyor. Emekliye soruyorum, faiz gelirin var mı? Yok diyor. İşçiye soruyorum, faiz gelirin var mı? Yok diyor. Taşeron işçisine soruyorum, yok diyor. Esnafa soruyorum, nerede gezer bizde faiz, nereden elde edeceğiz diyor. Peki, bu 620 katrilyon lirayı kim aldı? 145 milyar doları kimler aldı? Bunun hesabını sorduk, vermiyorlar, veremiyorlar. Faizden şikâyetçiler, ama sözde şikâyetçiler. Özde neler? Özde faiz lobilerine her türlü desteği veriyorlar.

Devlet ihalelerini yönetme ve adamlarına ihale verme konusu... Hem saray hükümetinin konusu, hem Binali Yıldırım Hükümetinin konusu. İkisi beraber yapıyorlar, bazen çatışıyorlar kavga ediyorlar, ama bunu kamuoyuna duyurmuyorlar. Sen de bunu kap, ben de bunu kapayım, dolayısıyla idare edelim diyorlar. Örtülü ödenek kullanması konusunda, hem saray hükümeti, hem Binali Yıldırım Hükümeti kullanıyor. Mesele şu: Örtülü ödenek Türkiye’nin âli çıkarları için, menfaatleri için kullanılıyor. Nasıl oluyor da saray hükümetiyle, nasıl oluyor da Binali Yıldırım Hükümeti ayrı ayrı, birbirinden habersiz Türkiye’nin âli menfaatleri için örtülü ödenek kullanıyorlar? Akılcı bir yönü var mı? Yok. Hesabı var mı? Hesabı da yok. Kaç lira para harcandığını sadece biliyoruz. Nereye harcandığını kimse bilmiyor.

Değerli arkadaşlar, size bir başka tablo göstereceğimi söylemiştim. O da şu: Bu Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun tablosu. Kendi internet sitelerinden çıkarıldı, az önce Şeker Kurulunun internet sitesinden çıkardığımız gibi. Bir başkan var, bir de üye var. Diğer üyeler... Altı üye, beşi yok. Beşi yok arkadaşlar. Türkiye’nin finans sektörüyle ilgili karar alınacak, bankacılık sistemiyle ilgili karar alınacak, yönetim kurulunda kimse yok, bir kişi var yönetim kurulunda.

Peki, değerli arkadaşlar, kanun ne diyor? Bankacılık Kanunu 87.madde şunu söylüyor: Haftada en az bir kez yönetim kurulu toplanır diyor, en az beş kişiyle toplanır diyor. Burada iki kişi var, bir başkan bir üye, beş kişi yok. Eğer beş kişi toplanırsa, en az dört kişinin oyuyla bir karar alınır diyor. Burada iki kişi var, karşılıklı olsalar birebir ne olacak? O belli değil. Eğer diyor herhangi bir nedenle yönetim boşalırsa... Olur ya, deprem olur, başka bir şey olur, ama yönetim kurulunda insanlar hayatını kaybedebilir veya boşaldı diyelim herhangi bir nedenle. Kanun onu da öngörmüş diyor ki, bir ayı geçmemek üzere atama yapılır diyor.

Peki, değerli arkadaşlarım, beş-altı aydır bu böyle devam ediyor. Şimdi saray hükümetinin yetkilisine de soruyorum, Binali Yıldırım Hükümetinin yetkilisine de soruyorum. Bankacılık Düzenleme Denetleme Kuruluna beş-altı aydır neden hangi gerekçeyle atama yapmıyorsunuz? Niçin yapmıyorsunuz? Neden hiç kimse bu soruyu sormuyor?

Değerli arkadaşlarım, Türkiye yönetilmiyor. Herkes kafasına göre bir karar alıyor. Bankacılık Düzenleme Denetleme Kurulu böyledir, Şeker Kurumu öyledir. TÜİK Başkanı şu anda yok, Türkiye İstatistik Kurumu Başkanı uzun süredir yok, atama yapılmıyor. Atama yapamayan bir hükümet olabilir mi? Olabilir, iki hükümet var çünkü. Saray hükümetiyle Binali Yıldırım Hükümeti meşru hükümetle gayrimeşru hükümet arasındaki çatışmaların bu tablonun ortaya çıkmasına yol açıyor.

Ve daha garip bir şey, Ekonomik ve Sosyal Konsey... Üç ayda bir toplanması lazım, bir anayasal kurum bu, Anayasada var. Anayasanın 166.maddesinde var. Üç ayda bir toplanması gereken Ekonomik ve Sosyal Konsey niye toplanıyor? İşverenler orada olacak, işçiler orada olacak, memurlar orada olacak, onlar temsil edilecek, çiftçilerin temsilcileri olacak, hep beraber ekonomiyi ve sosyal hayatı tartışacaklar ve Türkiye’nin istikrarını sağlayacaklar. Üç ayda bir toplanmasının temel nedeni de bu. En son toplandığı tarih 5 Şubat 2009. 2010-2017 8 yıldır toplanacak, üç ayda bir toplanması gereken kurul. Nedir? Türkiye yönetilmiyor arkadaşlar.

VATANDAŞTAN TOPLANAN 30 MİLYAR DOLARI KİME NEREDE HARCADIN?

Son bir şeyi dikkatinize sunayım. Suriyelilere yapılan harcama. Efendim, gayrimeşru hükümetin temsilcisi saray hükümetinin temsilcisi bir açıklama yaptı Tayyip Erdoğan. Dedi ki, 11 Şubat 2016’da, Türkiye Genç İşadamları Derneğinin Genel Kurulunda bir açıklama yaptı. “Suriyelilere bugüne kadar 10 milyar dolar para harcadık”  dedi. Olabilir, hesabı kimse bilmiyor. Ama 23 Haziran 2017’de Şanlıurfa’ya gitti, orada da bir açıklama yaptı. “Devlet olarak bize hicret eden kardeşlerimize 30 milyar dolar harcama yaptık” dedi. 10 milyar, 30 milyar dolar, bir şey var burada. Nedir, onu bilmiyoruz. Daha sonra yaptığı pek çok açıklamada “30 milyar dolar harcama yaptık” dedi.

Arkadaşlarıma söyledim, bütün internet sitelerini tarayın, Göç İdaresi Başkanlığının bütün hesaplarını tarayın, bütün istatistiklere bakın, bu 30 milyar dolar nereye harcandı? Şu ana kadar çözmüş değiliz, öğrenmiş de değiliz. Bakkal bile defter tutarken gelirini giderini yazar, bakkal bile defter tutarken kimden ne kadar alacağım var, kimden ne kadar borcum var hesabını tutar. Kimse bilmiyor, hiç kimse bilmiyor. Adım gibi biliyorum, Recep Tayyip Erdoğan da, Binali Yıldırım da bilmiyor. Bu rakam da hatalı bir rakam, 30 milyar dolar nedir biliyor musunuz değerli arkadaşlarım? 90 milyar demektir, evet 90 katrilyon lira demek. Yani dağıtsanız bütün Suriyeliler abat olacak. Açlıktan ölen Suriyeli var, gidin Yalovalılara sorun. Nereye gitti bu paralar?

Şimdi bir soru soruyorum. Sen kul hakkı yemediysen, kul hakkına saygılıysan, kul hakkı çok önemlidir diyorsan, vatandaştan toplanan 30 milyar doları kime, nerede harcadın? Kuruşu kuruşuna bu millete hesabına ver arkadaş.

Hepinize teşekkür ederim değerli arkadaşlarım, sağ olun var olun arkadaşlarım.