CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU:
-EKİLİR EKİN GELİRİZ, EZİLİR UN GELİRİZ; BİR GİDER BİN GELİRİZ
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Bize saldırarak bizim geri adım atacağımızı, bizim korkacağımızı sanıyorlar. Hiç ama hiç niyetimiz yok” dedi. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
SİVRİCEHÖYÜK HALKININ YANINDAYIZ
Sivricehöyük’ten gelen kadın kardeşlerim var, onlara hoş geldiniz diyorum. Verdiğiniz mücadeleyi biliyorum. Milletvekili arkadaşlarım sizleri destekliyorlar. 3 bilirkişi raporu var, 3’ü de sizin lehinize. Umarım yargı bunları dikkate alır ve sizin beklentilerinize uygun bir karar çıkmış olur. Biz hiçbir zaman kimseyi ötekileştirmedik, Suriyeli vatandaşlar bile olsa. Onlara da insanca davranmak, onların da sorunlarını çözmek elbette hepimizin ortak görevidir ama onları alıp da toplumun kabul etmediği bir başka yere yerleştirmek, onları sorun olmaktan çıkarıp sorunun kaynağı hâline getirmek asla doğru değil ve bunu kabul etmiyoruz. Siyasi iktidarın bu konuda çok dikkatli davranması gerekir, yeni tartışmalara zemin açmaması lazım. Suriyelilerle Türkler arasında, vatandaşlarımız arasında bir kavgaya zemin hazırlanmaması lazım, bu konuda çok dikkatli olunması lazım. Ta en başından beri “Ya şu Suriye politikası yanlış kardeşim, girmeyin buraya, silah göndermeyin, Müslüman’ı Müslüman’a kırdırmayın” dedik. “Hayır, gideceğiz, vuracağız, öldüreceğiz, silah göndereceğiz, 24 saatte gireceğiz, Emevi Camii’nde namaz kılacağız” dediler. Bunu dediler, önce Süleyman Şah Türbesini kaçırdılar. Bunu dediler, biz oraya gitmedik, 3 milyon Suriyeli Türkiye’ye geldi, 800 bin Suriyeli Türkiye üzerinden Almanya’ya gitti. İzlenen politikanın yanlışlığını görüyor musunuz, bu politikanın Türkiye’ye getirdiği faturayı görüyor musunuz? Sivricehöyük halkı “Biz kendi köyümüzde rahat etmek istiyoruz, meramızı birilerine vermek istemiyoruz. Çalışıyoruz, üretiyoruz, bizim bir derdimiz yok ama bize dert kapıları açıyorlar” diyorlar. Sizin yanınızdayız, sizi sonuna kadar destekleyeceğiz, endişeniz olmasın.
BÜTÜN AMERİKAN VATANDAŞLARINA, CHP GRUBUNDAN BAŞSAĞLIĞI MESAJLARIMIZI GÖNDERİYORUZ
Terör konusunda hepimizin duyarlı olması lazım. Terörün bir insanlık suçu olduğunu hemen hemen her toplantıda ifade ederiz. Teröre karşı görüşümüz ne olursa olsun, kimliğimiz ne olursa olsun, inancımız ne olursa olsun ortak tavır takınmamız gerektiğini hep söyledim ve söylemeye de devam edeceğiz. İnsanları ve insanlığı seven her yurttaşın, her vatandaşın, her insanın bu ortak söylemi her ortamda dile getirmesi lazım. Terör, bir insanlık suçudur, teröre karşı hepimiz dik durmalıyız, onurlu durmalıyız ve terörü lanetlemeliyiz. Terör sadece bizim için sorun değil, 21. Yüzyılda bütün dünya için sorun olmaya başladı. Bakın Amerika’ya, bir IŞİD militanı girdi, çok sayıda Amerikalıyı öldürdü. Elinde silah, içeriye girdi ve taradı, çok sayıda Amerikalı hayatını kaybetti. Bu tablo, insanlığın kabul edeceği bir tablo değildir. Hangi amaçla öldürüyorsun ve niçin öldürüyorsun? Hangi gerekçeyle öldürüyorsun? Bunu kabul etmek mümkün değil. Bütün Amerikan vatandaşlarına, Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan başsağlığı mesajlarımızı gönderiyoruz. Terörden mağdur olanların hepsinin yanındayız. Kimliği, inancı, ülkesi ne olursa olsun terörü hep beraber lanetlemeliyiz. Dünya, teröre karşı ortak, net bir tavır takınmalı. Şu veya bu şekilde terör örgütlerinin arkasında meşru bir zemin, bir devlet, bir ülke, bir kurum, bir sivil toplum örgütü asla olmamalı. Bunları lanetlemeliyiz. Tabii, Fransa’da bir emniyet müdürü bıçaklanarak öldürüldü, bir IŞİD militanı tarafından öldürüldüğü söyleniyor. Bu da doğru değil. Dün Tunceli Ovacık’ta bomba patladı, çok sayıda vatandaşımız, ki 2’si polis kardeşimiz, ağır yaralandılar, onlara da geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz, acil şifalar diliyoruz.
YÖNETİMDE LİYAKAT ESASI KAYBOLDU
Değerli arkadaşlarım, Gaziantep’te, yine gazeteci arkadaşlar darp edildiler, onların da IŞİD militanları tarafından darp edildiği şeklinde haberler geliyor. O gazeteci arkadaşlarımızın da yanındayız. Bakın Amerika’da ve Fransa’da birer terör olayından bahsettim ama Türkiye’de daha fazla, her gün şehit cenazeleri geliyor. Şu soruyu bu mübarek Ramazan gününde bütün vatandaşlarımın kendisine sormasını istiyorum: Türkiye iyi yönetilmiyor mu? Bu sorunun cevabını otursunlar, sakin bir ortamda kendi vicdanlarına sorsunlar, Türkiye iyi yönetiliyor mu? İyi yönetilmiyorsa neden Türkiye iyi yönetilmiyor? Çünkü Türkiye yönetiminde liyakat esası kayboldu, liyakat yok yani işi ehline vermek gibi bir kural yerle bir edildi. Bizdense gelsin, en yetkili yere gelsin. Ya, bu işi becerir mi, beceremez mi hiç önemli değil ve Türkiye bir yerlere doğru süratle sürüklenip gidiyor, Türkiye yönetilmiyor, yönetilmediği içindir ki pek çok vatandaşım derin bir endişe içinde Türkiye’nin geleceği konusunda. O kadar ki hâkim ve savcılar allak bullak edildi, her birisi bir tarafa sürüldü. Ben bir milletvekiliyim, dokunulmazlığım vardı, yaptığım bir konuşma dolayısıyla bir savcı beni ifadeye çağırıyor, Anayasayı çiğniyor, yasaları çiğniyor, hukuku çiğniyor. Hâkim ve savcılar kararnamesi çıkarken bu terfi ettiriliyor. Ahlaka bakar mısınız?
BU NE PERHİZ, BU NE LAHANA TURŞUSU!
Bu kararnameyi imzalayan kişilere sormak istiyorum: Hangi ahlaki gerekçeyle Anayasayı açıkça çiğneyen ve tanımayan bir savcıyı terfi ettiriyorsunuz, hangi gerekçeyle? Sizde hukuk kültürü, hukuk kültürü var mı acaba? Ben bu soruyu sormak ve sizi eleştirmek durumunda değil miyim? Yaptığınız hangi vicdana, hangi ahlaka, hangi hukuka sığıyor? Türkiye iyi yönetilmiyor arkadaşlar. Dışarıda itibarı sıfırlanan bir Türkiye’yiz. Alman Parlamentosu karar alıyor, Türkiye’de herkes konuşuyor, hükümet kanadından da herkes konuşuyor, bol miktarda işkembeden atıyorlar, sonra ne oluyor? Bir bakıyorsunuz, aynı Almanya’ya İncirlik Üssü açılmış. Ya, bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu! Bari milleti kandırmayın ya! Kandırıyorsanız da bari Ramazan günü kandırmayın. Yazık günahtır ya. Bu kadar yalan, bu kadar ikiyüzlülük, bu kadar riya olabilir mi? Niçin yapıyorlar bunu? Birilerinin telkiniyle yapıyorlar bütün bunları. Devletin yönetiminin sıfırlandığı bir ülkede ancak bunlar olabilir. Büyükelçiler hallaç pamuğu gibi atılıyor, hâkimler, savcılar, madem bunu yaptın, seni süreceğim diyor. Bunları kabul etmek mümkün değildir değerli arkadaşlarım.
BİRİLERİ CUMHURİYETTEN İNTİKAM ALMAK İSTİYOR
Öyle anlaşılıyor ki birileri cumhuriyetten intikam almak istiyor. Öyle anlaşılıyor ki birisi cumhuriyetin kazanımlarını içselleştirememiş, benim kazanımlarım olacak, benim çıkarlarım olacak diyor. Ama açık ve net söylüyorum: Böyle düşünenlerin amaçlarını gerçekleştirmeleri bu ülkede Cumhuriyet Halk Partisi olduğu sürece kocaman bir sıfırdır, buna izin vermeyeceğiz.
IŞİD TERÖRÜ İÇİN TÜRKİYE TRANSİT ÜLKE
Terör konusunda Türkiye iyi bir politika izlemiyor, burada da ciddi yanlışları var. Bakın en son 2015 Küresel Terör Tehdidiyle İlgili Rapor açıklandı. Rapora göre, IŞİD terörü için Türkiye transit ülke. Dünyanın bütün ülkelerinden IŞİD militanları Türkiye üzerinden Suriye ve Irak’a geçiyorlar ve bunların tamamının yolları mevcut hükümet tarafından açıldı. O kadar ki, geldiler bizim başkonsolosluğumuzu bastılar, bastıkları sırada dahi “IŞİD terör örgütüdür” diyemediler. Aynı şekilde terör örgütlerinin militanlarının eğitimi açısından da Türkiye kaynak ülke olarak görülüyor. Bütün dünya Türkiye’yi böyle tanıyor değerli vatandaşlarım.
DEVLETİN ÇÖKTÜĞÜNÜ ÇİFTÇİ ÜRETTİĞİYLE HİSSETMEYE BAŞLADI
Efendim, evvelki hafta Adana’ya, Hatay’a gittim. Adana ve Hatay’da çiftçilerle görüştüm, Ziraat Odaları, Sulama Birlikleri, Ticaret Odaları, Borsa Başkanları, Sanayi Odası Başkanı, Sanayi ve Ticaret Odası Başkanları… Bunlarla oturup özel bir toplantı yaptım ve dertlerini dinledim. Bana ilk söyledikleri cümle çok çarpıcı geldi, dediler ki: “Dünyada üç önemli ova var. 1- Po Ovası, İtalya’da; 2- Kaliforniya Ovası, Amerika Birleşik Devletlerinde; 3- Çukurova, Adana’da. Ve biz bu Adana’nın hakkını teslim edemiyoruz.” Emin olun kimi dinlesem müthiş bir sitem duyuyorum. Ürettiği ürünün karşılığını alamayan bir çifti var, müthiş bir sitem. Patates tarlada kalmış, soğan tarlada kalmış, narenciye dalda kalmış. Bize söylüyorlar “Ne olursunuz, dış politikayı yeniden düzenleyin” diyorlar. “Bu dış politikayla biz mahvolacağız” diyorlar.
Değerli arkadaşlarım, tarım bütün ülkeler açısından stratejik bir alandır. İnsanın karnı doyacaksa kaynağı topraktır ve tarımdır. Buradan sağlanan gelirle, ürünle insan karnını doyuracaktır. Önümüzdeki süreçte bu alan çok daha önemli bir ve stratejik bir alan olacaktır. Bütün dünya bu gerçeği görüyor. Peki değerli arkadaşlar, Türkiye’de nedir durum? Size, bizim rakamlarımızı değil, Ziraat Odalarının rakamlarını da değil, Üretici Birliklerinin rakamlarını da değil, Türkiye İstatistik Kurumunun rakamlarını vereceğim. Bakın 2016’da arpa üretimimiz nereden nereye gelmiş: 8,3 milyon tondan 6,8 milyon tona düşmüş, arpa üretiminde gerilemişiz. Mercimek üretimi 565 bin tondan 370 bin tona düşmüş. Nohut üretimi 650 bin tondan 460 bin tona düşmüş. Kuru fasulye üretimi 250 bin tondan 220 bin tona düşmüş. Lif pamuk üretimi 990 bin tondan 810 tona düşmüş. Tütün üretimi 150 bin tondan 70 bin tona düşmüş. Toprağımız mı azaldı? Hayır. Suyumuz mu azaldı? Hayır. Güneşimiz mi azaldı? Hayır. Nüfusumuz mu azaldı? Hayır. Peki, niye düşüyor bütün bunlar? Çünkü tarımda planlama yok, kimin ne yapacağı belli değil. Dedim ya devlet çöktü diye, devletin çöktüğünü önce çiftçi ürettiğiyle hissetmeye başladı.
ÇİFTÇİYE AÇIKÇA ZULMEDİLİYOR
Değerli arkadaşlarım, yine bir başka gerçek daha var. Dünyanın bütün ülkelerinde ister Papua Yeni Gine, ister Amerika Birleşik Devletleri, ister Rusya, ister Fransa, Almanya, Hollanda, bütün ülkelerde tarım destekleniyor, çiftçi destekleniyor. Bizde nasıl destekleniyor? Size sadece mazottan bir örnek vereceğim, bütün çiftçi kardeşlerim beni dikkatle dinlesinler, sadece mazottan bir örnek vereceğim. Dünyanın en pahalı mazotunu kullanıyoruz. Çiftçiye açıkça zulmediliyor. Çiftçi bir yılda 4 milyon ton mazot kullanıyor, çiftçi bir yılda 4 milyon ton mazot tüketiyor. 4 milyon tondan alınan vergi miktarı ne kadar? 9 milyar lira, eski parayla 9 katrilyon lira çiftçiden ÖTV ve KDV alınıyor, vergi alınıyor. Eğer yat olsaydı, çiftçinin yatı olsaydı ÖTV’siz ve KDV’siz alacaktı mazotunu ama traktörü var, başına bela almış; “traktörün var vergi de ödeyeceksin” diyor. Ne kadar? Madem 4 milyon ton mazotu hepiniz tüketiyorsunuz, sizden 9 milyar lira vergi alacağım diyor. Peki, teşvik ne kadar? 700 milyon lira. Yaptığı teşvikin 12 katı vergi alıyor arkadaşlar, mazot için yaptığı teşvikin 12 katı vergi alıyor. Böyle bir örnek dünyada yoktur arkadaşlar. Çiftçilere sözüm vardı, aynı sözümün arkasındayım; partimizin sözü vardı, partimiz de aynı sözün arkasında: CHP iktidarında çiftçiye verilecek mazottan KDV de almayacağız, ÖTV de almayacağız, belli bir kârla mazotu vereceğiz çiftçiye; çiftçi üretecek, çiftçi kazanacak. Sadece mazot mu? Sadece mazot değil arkadaşlar. Gübre ve yemde de dediler ki “KDV’yi kaldırıyoruz, yüzde 1’e indiriyoruz” Allah aşkına Sayın Binali Yıldırım’dan istirham ediyorum, gittiğin herhangi bir çiftçiye sor, önüne gelen bir çiftçiye sor, de ki; “Biz gübrede KDV’yi kaldırdık, siz bundan ne kadar yarar sağladınız?” Size diyecek ki “Ne yararı, tam tersine zam geldi.” Arzu ediyorsa Sayın Binali Yıldırım Tarım Kredi Kooperatiflerine gitsin bir baksın, bir de tüccardaki gübre fiyatına baksın. Tüccardaki gübre fiyatı Tarım Krediden daha ucuz, Tarım Kredideki gübreler yüzde 20 daha pahalı. Bu ne biçim tarım kredisi? Bu ne biçim çiftçi desteği, anlamak mümkün değil. Sadece bu mu? Hayır. Elektrikte de aynı şey. Diyorlar ki “Suyumuz yok, pompayla su çıkarıyoruz, elektrik faturaları ağır geliyor bize. Ve üstelik ‘her ay ödeyin’ diyorlar. Ya, çiftçi her gün malını üretip satmıyor ki, ürününü ekecek, biçecek, satacak ki gelir elde etsin. “Bari elektrik faturaları altı ayda bir gelsin.” Bunu da yapmıyorlar. Ve yine dünyanın en pahalı elektriğini bizim çiftçimiz kullanıyor değerli arkadaşlarım. Bunun sonucu ne oluyor? Son on üç yılda –rakamı tam vereyim- 27 milyon dönüm arazi Türkiye’de ekilmiyor, 2 Trakya büyüklüğünde, 27 milyon dönüm arazi Türkiye’de ekilmiyor çünkü çiftçi, “Ekersem zarar ediyorum, niye ekeyim? Ektiğim zaman batıyorum” diyor.
50 KATRİLYON LİRA TEŞVİK PARASI ÇİFTÇİYE ÖDENMEDİ
Ayrıca pirim sistemi var. Yine çiftçi arkadaşlarımın şikâyet ediyorlar. “Pirim tamam, veriyorlar, doğru ama hangi ürüne ne kadar pirim vereceklerini çok geç açıklıyorlar ve biz neyi ekeceğimizi bilmiyoruz” diyorlar. “Kaldı ki hâlâ 2015’e ait pirim alacaklarımız var, 2016’nın yarısını geçiyoruz neredeyse, 2015 yılı pirim alacaklarımızı alamadık” diyorlar. Değerli arkadaşlar, Tarım Kanunu var, çiftçi arkadaşlarım Tarım Kanunu’nun 21. Maddesine baksınlar, diyor ki, aynen okuyacağım: “Tarımsal destekleme programlarının finansmanı yani para desteği bütçe kaynaklarından ve dış kaynaklardan sağlanır.” Yani tarıma destek iki kaynaktan sağlanır, bir, bütçe, bir de dış kaynaklardan. “Bütçeden ayrılacak kaynak gayrisafi milli hasılanın yani milli gelirin yüzde 1’inden az olamaz” diyor. Bu kanun çıktığı tarihten bu yana çiftçiye ödenmesi gereken 50 milyar lira teşvik parası yani 50 katrilyon lira teşvik parası çiftçiye ödenmemiştir. Ziraat Odaları Birliğinin Genel Başkanına sesleniyorum: Lütfen çiftçinin hakkını koru, hükümet aleyhine tazminat davası aç, hakkını ara, 50 milyar lira parayı al, çiftçiye dağıt kardeşim. Bu senin yasal hakkındır, Parlamento bu yetkiyi veriyor. Bu yetkiye sahip çık diye kendisine açıkça çağrı yapıyorum.
BU FİRAVUN DÜZENİNİ KESİNLİKLE DEĞİŞTİRECEĞİZ
Tabii, besiciler de şikâyetçi, onlardan da kısaca söz edeyim. Bir besici arkadaşımız, “Kasaba gidiyoruz eti 23 liradan kesip veriyoruz ama tüketici 50-60 liradan yiyor. Biz 23 liradan satıyoruz üretici olarak, tüketici 50-60 liradan eti yiyor, kim kazanıyor? Ben kazanmıyorum, tüketici de kazanmıyor. Kim kazanıyor? Aracı kazanıyor. Bu düzen doğru bir düzen değil” diyor. “Bu düzen Firavun düzenidir. Bu Firavun düzenini değiştirecek misiniz?” diye bana soruyor. Ben de o kardeşime açık çek veriyorum: CHP iktidarında bu Firavun düzenini kesinlikle değiştireceğiz.
CUMHURİYET TARİHİNDE İLK KEZ DIŞ POLİTİKA DOĞRUDAN ÜRETİCİNİN CEBİNİ VURDU
Eskiden dış politika denince vatandaş çok fazla ilgilenmezdi. “Dış politika ülkenin çıkarları üzerine inşa edilir, dış politika milli bir politikadır, dolayısıyla biz dinlesek de dinlemesek de olur.” diye düşünürlerdi. Ama cumhuriyet tarihinde ilk kez dış politika doğrudan üreticinin cebini vurmaya başladı ve bunu üç alan kesintisiz hissetmeye başladı. Bunlardan birincisi turizmciler, oteller bomboş. Alanya’yı düşünün, turizmciler yazarkasayı atıyorlar, şikâyet ediyorlar ve hep beraber cumhuriyet tarihinde bir ilktir, turist duasına çıkıyorlar turist gelsin diye. İyi de bu turistin Türkiye’ye gelmesini engelleyen kim? Bu ülkeyi Allah aşkına yönetenler kim? Bütün komşuları bize düşman eden kim? Bu soruyu kendi vicdanına soracaksın turizmci kardeşim. Bu soruyu sorarsan gelecek seçimde nasıl oy kullanacağının farkına varacaksın. En büyük arzumuz budur. Çiftçiler ve besiciler, sera altı üreticileri ürünlerini satacak yer bulamıyorlar. Nakliye sektörü, lojistik, tamamen dağılmış durumda. Bakın size bir fotoğraf arkadaşlar. Bunlar TIR fotoğrafları, tamamı satılık ve bu fotoğraf Hatay’da her gün, herkesin, yüzlerce kişinin önünden geçtiği bir fotoğraf arkadaşlar. Hatay TIR filosu açısından İstanbul’dan sonra Türkiye’nin ikinci TIR filosuna sahip olan il. Suriye üzerinden 14 ülkeye, tam 14 ülkeye mal ihraç ediyorlar. Şimdi, dünyanın parasını verdikleri TIR’lar ellerinde kalmış “Ne yapacağız bunu, satılığa çıkardık alıcısı bile yok” diyorlar değerli arkadaşlarım. 7 bin aile, TIR sahibi aile bunlardan geçimini sağlıyor. Dünya kadar borçları da var, galerilerde bekliyor, 14 ülkeye ihracat yapacakken bunları yapamıyorlar ve diyorlar ki “Suriye’deki iç savaştan sonra ilk vurulan il Hatay oldu ve Hatay kan kaybediyor.” O tarihten bu yana gerçekten de Hatay kan kaybediyor. Sadece Reyhanlı’da ki Reyhanlı’dan gelen bir arkadaşımın ifadesi, “120 bin Suriyeli var ve bizim Reyhanlı’daki iç barışımızı büyük ölçüde bozacak” diyorlar.
Bakın değerli arkadaşlar, çiftçi kardeşlerime sormak isterim: Bir dönem Çay-Kur vardı, kimin hakkını savunurdu? Çay üreticisinin. Bir dönem Fisko-Birlik vardı, kimin hakkını savunurdu? Fındık üreticisinin. Bir dönem ANTBİRLİK vardı, kimin hakkını savunurdu? Antalya’daki üreticinin hakkını savunurdu. Bir dönem ÇUKOBİRLİK vardı, kimin hakkını savunurdu? Çukurova’da mal yetiştiren, ürün yetiştiren çiftçinin hakkını savunurdu. Bir dönem Tekel vardı, kimin hakkını savunurdu? Anasoncuların hakkını savunurdu, tütüncülerin hakkını savunurdu, bunları savunurdu. Bir dönem TARİŞ vardı, hâlâ var ama bunların haklarını savunan kimse yok. Şimdi size bir çiftçi kardeşimin bana anlattığı rakamları aynen okuyorum. Dedi ki “On üç yıl önce kirazın kilosu 5 liraydı. Bugün kirazın kilosu 2,5 lira. On üç yıl önce işçilik için 25 lira öderdik; bugün işçilik için 50-60 lira ödüyoruz. On üç yıl önce taban gübrenin fiyatı 18,5 liraydı; bugün gübrenin taban fiyatı 70 lira. Ben nasıl üreteceğim ve ben nasıl kazanacağım ve ben çoluk çocuğuma nasıl bakacağım?” diyor. “Tarlaya bakıyorum, bir şey ekemiyorum, tarla bana bakıyor, o da mahzun ben de mahzunum, ne yapacağız?” diyor.
Çiftçi kardeşim, moralini bozma, eğer bütün bu gerçekler senin cebine dokunmaya başladıysa senin de artık uyanma zamanın geldi. Sen artık göreceksin, bu Firavun düzeni sana bir şey sağlamıyor. Sana, senin alın terine sana güvenen kesime, partiye destek verdiğin zaman gelir elde edeceksin. O partinin adı halkın partisidir, yani Halk Partisidir, yani Cumhuriyet Halk Partisidir. Bir şey daha var, çiftçi kardeşim unutmasın, bizim bir Tarım Bakanımız var biliyorsunuz. Tarım Bakanı Fransız tarımına yaptığı katkılardan ötürü şövalye madalyası aldı, dikkatinizi çekiyorum, Fransız tarımına yaptığı katkı dolayısıyla madalya alıyor Türk tarımına yaptığı katkı dolayısıyla değil ve bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin Tarım Bakanı. Hâlâ uyanmadıysan, hâlâ “Gidip ben AKP’ye oy vereceğim” diyorsan, “Olur böyle şeyler, biz de aç kalabiliriz” diyorsan rengini değiştirme kardeşim, gidip oyunu verebilirsin, sefaletle sen mücadele edersin, ama sen mücadele ettiğin tarihte bile ben senin yanında olacağım kardeşim, hiç endişe etme.
ELEKTRİK PİYASASI KANUNU’NU, ANAYASA MAHKEMESİNE GÖTÜRECEĞİZ
Değerli arkadaşlarım, Elektrik Piyasası Kanunu geçti Parlamentodan. Ben burada iki üç kez eleştirmiştim. Namuslu vatandaş alıyor elektriğini kullanıyor, faturası geliyor ödüyor. Bir bakıyor faturasına kayıp kaçak bedeli. Ya, diyor bende kayıp yok, bende kaçak da yok, sayaç ne yazıyorsa gidip düzenli ödüyorum, niye ben bu parayı ödüyorum? Dava açıyor ve davayı kazanıyor. İtiraz ediyorlar, Yargıtay’a gidiyor, Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna kadar gidiyor ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu diyor ki “Kardeşim, sen vatandaştan kayıp kaçak bedelini niye alıyorsun? Tükettiği elektrik belli, elektriğin faturası belli, bedelini alırsın, vatandaş da onu öder.” Ne kadar alınan para? 30 milyar lira yani 30 katrilyon lira, elektrik kullanan vatandaştan kayıp kaçak bedeli diye alınan para. Bunlar şunu yaptılar: Madem yargı öyle karar veriyor, hiç önemli değil, ben şimdi bir kanun çıkarırım, bu sefer kanun zoruyla alırız diyorlar. Bakın değerli arkadaşlarım, Hukuk Genel Kurulunun bir kararı var, bu paranın neden vatandaştan alınmaması gerektiği konusunu altı gerekçeye dayandırmış. Altı gerekçe de adam gibi gerekçe, okuyorum: “Enerji Piyasası Düzenleme Kuruluna sınırsız bir fiyat belirleme hakkı verilmemiştir” diyor. Yani kurul, istediği fiyatı, istediği unsuru ekleyip vatandaştan parayı alamaz, kanunda böyle bir hüküm yoktur diyor.
“Elektrik enerjisinin nakli sırasında meydana gelecek kayıp ile başka kişiler tarafından hırsızlanmak suretiyle kullanılan elektrik bedellerinin kurallara uyan abonelerden tahsili yoluna gitmek hukuk devleti ve adalet düşüncesiyle bağdaşmamaktadır.” Yani diyor, siz, başkalarının çaldığı elektriğin faturasını bir başka vatandaştan alırsanız bu hukuk devleti ve adalet düşüncesiyle bağdaşmaz.
Bu hâl, eğer siz bu parayı bunlardan alırsanız parasını her halükârda tahsil eden davacı kurumun yani nasıl olsa ben bu parayı alacağım diyor. Çağın teknik gelişmelerine ayak uydurmasına engel olacaktır. Bir başka deyişle, davacı kendi teknik alt ve üst yapısını yenileme ihtiyacı duymayacaktır diyor. Nasıl olsa paramı alıyorum, kayıp kaçak istediği kadar olsun diyor. Ben bu parayı aldıktan sonra ayrıca bir yatırım yapmaya ve bunu önlemeye ihtiyacım yok diyor. Bu, bu yolu açacaktır diyor.
Davacı elektriği hırsızlanmak suretiyle kullanan kişilere karşı önlem alma ve takip için gerekli girişimlerde bulunmayacaktır diyor. Nasıl olsa parayı alıyorum, kaçak kullanan kaçak kullansın. Oysa elektrik kaybını önleme ve hırsızlıkları engelleme veya hırsızı takip edip bedelini ondan tahsil etme görevi bizzat enerjinin sahibi bulunan davacıya aittir, parayı ondan alacaksın, o önleyecek diyor. Sen devlet olarak onun hakkını ne savunuyorsun diyor. Sen elektriğini kullanan, zamanında faturasını ödeyen vatandaşın hakkını koruyacaksın.
Tüketici olan vatandaşın faturalara yansıtılan kayıp kaçak bedelinin hangi miktar olduğunu apaçık denetleyebilmesi ve aynı hizmetin karşılığında ne bedel ödediğini bilmesi onun en tabi hakkıdır yani şeffaflık hukuk devletinin vazgeçilmez unsurudur diyor. Şimdi, bütün bunlara rağmen kanunu çıkardılar. Ben de söz verdim, bütün elektrik kullanan vatandaşlarıma: Biz bu kanunu Anayasa Mahkemesi’ne götüreceğiz. Vatandaşın hakkını korumak yine bize nasip olacak, biz bunu yapacağız.
KANUNUNU YANDAŞLARI KORUMAK İÇİN ÇIKARDILAR
Diyeceksiniz ki ya, niye ısrar ediyorlar, illa bu kanun çıksın, çıksın diye. Yandaşları korumak için. Bakın size Abdullah Tivnikli ile İbrahim Kalın arasındaki görüşmeyi, görüşme tutanaklarından bir bölümü okuyacağım. Bu telefon görüşmeleri mahkeme kararıyla tespit edilen görüşmelerdir. İbrahim Kalın konuşuyor,” kaçaklar meselesi var ya…” oradaki elektrik kaçağından bahsediyor. Abdullah Tivnikli – “Evet” İbrahim Kalın “Kaçak elektrik Ağustos 2014’e kadar aynı uygulamanın devamı konusunda talimat verdi Başbakana” Yani kayıp kaçak bedelini götüreceksiniz Abdullah Tivnikli’nin şirketine ödeyeceksiniz, vatandaşı bir şekliyle cezalandıracaksınız, onlardan alacaksınız bu parayı.
İbrahim Kalın devam ediyor, tabii dönemin Başbakanı da Erdoğan. “Kendisi tamam” dedi yani Başbakan tamam dedi. “Haklı olarak dedi ki oradaki dağıtımı yapan şirket ne yapsın, nasıl karşılayacak bunu?” Şirketi koruyor. “Tabii, dedi ki ödememiz lazım” Parayı şirkete ödememiz lazım. 60-70’deki bir kaçakla nasıl baş edecekler?” Koskoca Türkiye Cumhuriyetisin, kaçakla baş edemiyorsun, namuslu vatandaşın cebine elini atıyorsun, oradan aldığın parayı götürüyorsun kaçakçıya ödüyorsun. Bu kabul edilecek şey mi? Peki, İbrahim Kalın niye bunu böyle savunuyor özellikle haber veriyor? Çünkü İbrahim Kalın’ın çocuğunun eğitim masraflarını Abdullah Tivnikli karşılıyor. Evet, zincir böyle birbirini tamamlayan halkalar içinde gelişiyor değerli arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlarım, bu eleştiriyi yaparken bir noktaya hepinizin dikkatini çekmek isterim. Yoksul aileler var. Yoksul aileler de kaçak elektrik kullanmış olabilirler. Biz yoksul ailelerin hakkını korumak zorundayız. Yoksul aileleri peki nasıl koruyacağız? Hatırlar mısınız, seçim meydanlarında “Aile Sigortası’nı getireceğiz” dedik. Ne demek Aile Sigortası? Yoksul ailelerin kullandığı elektrik ve doğal gaz faturalarının belli bir miktarını Aile Sigortası karşılayacaktı. Onları şu veya bu şekilde başka bir yola saptırmayacaktık. Bakın biz ne kadar insani düşünüyoruz, herkesin hakkını teslim ediyoruz. Yoksulsa, fakirse onun da hakkını teslim ediyoruz yani insandan yana yani mazlumdan yana yani bütçeden yana yani doğruluktan yana yani adaletten yana yani hukukun üstünlüğünden yana bir tavır takınıyoruz. Diyorlar ya “CHP hiç proje üretmez.” CHP proje üretir, en fakirinden en zenginine kadar herkesin hakkını koruyarak proje üretir.
LİSELİ ÇOCUKLARIMIZ BİZİM ONURUMUZ
Bugünlerde bir şey daha var. Liseli çocuklarımız bildiri yayınlıyorlar. Birilerinin uykuları yine kaçmış. Lisede okuyan çocuklarımız bizim çocuklarımız. O çocuklar bizim onurumuz ve gururumuz. Hiçbir ayrım yapmayız. Onlar çağı yakalamak istiyorlar, aydınlanmayı yakalamak istiyorlar. Kendilerini, okullarını, mahallelerini, siyasi kurumları, dünyayı sorgulamak istiyorlar. “Ne oluyor bütün bu dünyada, bütün bu gelişmeler nedir?” diye sorgulamak istiyorlar. Karanlığa teslim olmak istemiyorlar onlar. Onlar bizim onurumuz; onlar bizim gururumuz, onlar bizim umudumuz; onlar bizim cumhuriyetimiz; onlar bizim laikimiz; onlar bizim devrimcimiz; onlar bizim çocuklarımız, onlarla onur ve gurur duyuyoruz. Cumhuriyeti onların sayesinde kurduk, onların sayesinde büyüteceğiz ve geliştireceğiz. Birileri onları potansiyel suçlu gibi görmek istiyor, “Vay efendim yeni bir Gezi olursa ne olur?” Gece uyuyamıyorlar. Gezi’de eylem yapan, Gezi’de gösteri yapan, eline taş sopa almayan, molotofkokteyli almayan; kitap alan, defter alan, çiçek alan, kol kola gezen, gitarını çalan, sazını çalan, ibadetini yapan bütün gençlere, bütün Gezi gençlerine tekrar şükranlarımı sunuyorum. Onlar, bir diktatöre tarihin en büyük dersini verdiler, diz çöktürdüler onlar.
BU DÜZENİ GENÇLERLE BİRLİKTE DEĞİŞTİRECEĞİZ
Gençlere bir şeyi hatırlatmak isterim: Hikmet Boran, tıbbiyeli birisiydi. Hikmet Boran, 7 Eylül 1919’da Sivas Kongresine katılır. Sivas Kongresinde Türkiye’de manda olsun mu, olmasın mı tartışmaları vardır. Bu genç, yürekli tıbbiyeli Hikmet Boran söz alır ve aynen şunları söyler: “Paşam, Mustafa Kemal Atatürk’e söylüyor, yetkili üyesi bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya istiklal davamızı başarma yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa bunlar her kim olurlarsa olsunlar şiddetle ret ve takbih ederiz. Farzımuhal –yani örnek olarak- manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil, batan batırıcısı olarak adlandırır ve telin ederiz” diyor Mustafa Kemal’e. Mustafa Kemal şunu söyler: “Evlat, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez ya istiklal ya ölüm” der. Bizim anladığımız gençlik budur işte. O nedenle gençlerimize ve gençliğe güveniyoruz. Onlar potansiyel suçlu olarak görebilirler ama biz öyle görmüyoruz. Onlar bizim onurumuz, gururumuz, umudumuz ve geleceğimizdir. Sadece bizim mi? Dünyanın geleceğidir gençler. Bizden daha iyi düşünüyorlar, bizden daha iyi görüyorlar. Eğitim sisteminin nasıl çöktüğünü onlar görüyorlar. Eğitim sistemi şu anda en sorumlu alanlardan birisi. Hiçbir anne ve baba çocuğunun eğitiminden memnun değil, bakın altını çiziyorum hiçbir anne-baba çocuğunun eğitiminden memnun değil. Dolayısıyla bu düzeni değiştireceğiz. Kimlerle? Gençlerle birlikte değiştireceğiz, onların önderliğinde değiştireceğiz.
ÇIK MİLLETİN ÖNÜNDE DÜŞÜNCELERİNİ AÇIKÇA SÖYLE
Sayın Binali Yıldırım bugün demiş ki “ABD tipi başkanlık sistemini tartışacağız, hodri meydan.” Gayet güzel. Şimdi ben Sayın Binali Yıldırım’a iki soru soruyorum, bakalım düşüncesi nedir Amerikan Başkanlık sistemiyle ilgili olarak, önce bunları bir açıklasın.
Bir: Türkiye’de eyalet sistemini kabul ediyor musunuz, etmiyor musunuz? Çık, bunu açık ve net milletin önünde söyle. Birinci sorum bu.
İki: Amerika’da her eyaletin ayrı parlamentoları var, ayrı yasaları var, ayrı kanunları var. Böyle olsun diyor musun, demiyor musun? Bu iki soruma cevap istiyorum. Sen, Amerikan başkanlık modelinde bunları kabul ediyor musun, etmiyor musun? Çık, bunları milletin önünde bir anlat bakalım.
Bize sorarsan biz kabul etmiyoruz. Bize sorarsan, biz atalarımızın, dedelerimizin yüz elli yıla yakındır savunduğu, kurduğu, geliştirdiği parlamenter sistemi kabul ediyoruz ve onun önündeki bütün engellerin kaldırılmasını istiyoruz. “Hodri meydan” dedi, iki soruyla “Hodri meydan” dedik, iki soru. Çık, iki soruya cevap ver milletin önünde, milletin önünde cevap ver. Madem tartışmak istiyorsun, Amerika’daki gibi eyalet sistemini yani Türkiye’yi bölmeyi istiyor musun, istemiyor musun, çık söyle bakalım. Her eyalette parlamento olsun mu, olmasın mı? Her eyaletin ayrı yasaları olsun mu, olmasın mı? Bunu istiyor musun, istemiyor musun; kabul ediyor musun, etmiyor musun, çık milletin önünde açıkça düşüncelerini söyle.
Bak, ben ne kadar rahat düşüncelerimi söylüyorum çünkü ben inandığım şeyleri söylüyorum. Birisi bana telkin ettiği için değil, birisi bana öğütlediği için değil, ülkemi ve insanımı sevdiğim için, bu ülke için çalıştığım için bunları savunuyorum.
Elbette Türkiye’yi seviyoruz, insanımızı seviyoruz, vatanımızı seviyoruz, bayrağımızı seviyoruz, siyaseti de zaten onun için yapıyoruz.
BİZE SALDIRANLAR BU İKTİDARIN ÇAKALLARIDIR
Değerli arkadaşlarım, son günlerde CHP’ye yönelik olarak saldırılar var ama bu saldırıların arkasında başka güçler var. Saldırıyı suçlularla, tecavüzcülerle yapıyorlar. Şehit cenazelerine gidiyoruz, şehit cenazelerinde üzerimize kurşun atıyorlar, boş kovan değil, altını çiziyorum, kurşun atıyorlar. Kabahatlerini örtmek için, suçlarını gizlemek için yapıyorlar, Cumhuriyet Halk Partisini farklı bir sürecin içine sokmak için yapıyorlar. Peki, neden yapıyorlar? 9 Şubat 2016, bu kürsüden şu açıklamayı yaptım: Her gün şehitlerimiz geliyor. Ben bu konuda bazı sorular soracağım ve vatandaşlarımızın da aynı soruları kendi vicdanlarına sormasını istiyorum.
Cümle böyle başlıyor, bu kürsüden 9 Şubatta yaptığım konuşmada. Birinci sorum şu: 2002’de AKP hükümete geldiğinde, iktidar olduğunda Türkiye’de terör sorunu var mıydı? Cevabını veriyorum: Yoktu, terörün olmadığı bir Türkiye’yi devraldılar diyorum.
İki: Hangi iktidarlar döneminde terör örgütü palazlandı ve güçlendi? Son on dört yılda terör örgütü palazlandı ve güçlendi cevabını yine veriyorum.
Üç: Terör örgütüyle terör sorunu çözeceğim diye masaya oturan iktidar kimdi? Yine devam ediyorum. Terör örgütü şehirlerde, ilçelerde silahları depolarken valilere talimat verip “Aman ha, sakın bunlara dokunmayın” diyen kimdi? “PKK bizi kandırdı” diyen kimdi? Terör örgütü vergi daireleri kurdu, bunlarda tık yok, mahkemeler kurdu, bunlarda tık yok; askere alma daireleri kurdu, bunlarda tık yok. “Bunlara kimse dokunmasın” diye talimat verdiler. Şimdi bedelini bu ülkenin gariban şehitleri ödüyor. O şehitlerin kanları bu adamların yakalarındadır. Hiç kimse unutmasın bunların yakalarındadır. Bu kadar şehit veriyorsak bunun sorumlusu kim? Ben bu soruyu sormayacak mıyım? Yine devam ediyorum: Ceza hukukunda bunun adı terör örgütüne yardım ve yataklık yapmak. Açıkça söylüyorum, Adalet ve Kalkınma Partisinin yöneticileri terör örgütüne yataklık yapmışlardır, yardım ve yataklık yapmışlardır. Yine devam ediyorum: Eminim diyecekler ki şimdi tekrar dava açıyoruz. Açmazsanız namertsiniz, açmazsınız namertsiniz demişim. Evet, 9 Şubat 2016’da bu konuşmayı yapıyoruz. Arkasından gelişmeler oluyor, biz bütün cumhuriyet savcılıklarına Adalet ve Kalkınma Partisinin üst yöneticileri için terör örgütlerine yardım ve yataklıktan suç duyurusunda bulunuyoruz. Şu belgeyi göstermiştim bir daha gösteriyorum. Üstünde “Bölücü terör örgütüyle mücadele edeceğiz, şurada yuvalandılar” diye anlatıyor zaten bütün ayrıntıları. Altında valinin imzası var “Bunlara dokunmayın” diye. Bu vali, bunların valisi! Bir vali “Bölücü terör örgütlerine dokunmayın” diye kolay kolay talimat vermez, Ankara’dan aldığı talimatı veriyor zaten.
Şimdi, cenaze namazında bize kurşun atan o kişilere söylüyorum: Eğer insansanız, namuslu adamsanız, dürüst adamsanız, ahlaklı adamsanız bu talimatı veren iktidara neden ses çıkarmıyorsunuz siz, neden? Ben bunu eleştirdiğim için benim üstüme geliyorlar. Gelmezseniz namertsiniz diyorum. Biz hiçbir zaman, hiçbir yerde, hiçbir ortamda terör lehine en ufak bir cümle sarf etmiş değiliz. Her yerde, her ortamda, her zaman terörün bir insanlık suçu olduğunu açık ve net söyledik. Hiçbir zaman bunun aksine bir cümle ne benden ne de arkadaşlarımın ağzından çıkmış değil. Onlar, terörü beslediler, örgütleri beslediler, onlara destek verdiler, şehirler silah deposuna dönüştü. Ben merak ediyorum, Ramazan gününde şehit cenazesinde üstümüze kurşun atıyorlar. Göğsüme kurşun değdi, sert bir şey değdi, nedir bu diye yere baktığımda bir kurşun. Değerli arkadaşlarım, kurşunu atan kişi Binali Yıldırım’ın hemen arkasında, fotoğrafları da gördünüz, o fotoğraflarda konuşuyor. Kurşunu atan kişi o kadar kişiliksiz ve aşağılık bir insan ki “Efendim, o fotoğraf fotomontajdır” diyor. Ya, Başbakan yalanlamıyor ki sen “Fotomontaj” diyorsun. İktidarı korumak için söylüyor, çünkü soysuz kişiler bunu yapar ancak. Eğer sen kurşunu atıyorsan adam gibi arkasında duracaksın “Ben Kılıçdaroğlu’na o kurşunu attım” diyeceksin. Bunu diyemiyorsun, yüreğin yetmiyor senin. Onun arkasında bağırıyor “Kılıçdaroğlu dışarı” diye. Şimdi ben bütün vatandaşlarıma soruyorum, elini vicdanına koyan, vicdanının sesini dinleyen bütün vatandaşlarıma soruyorum: O kişi Binali Yıldırım’ın arkasında deseydi ki “Binali Yıldırım dışarı” ne olurdu, deseydi ne olurdu? Bakın buradan cami cemaatine şükranlarımı sunuyorum. Cami cemaati büyük bir olgunluk içinde cenaze namazını hep beraber kıldık. Çünkü cenaze namazının ne olduğunu biz de biliyoruz onlar da biliyorlar. Şehidin ne olduğunu biz de biliyoruz, onlar da biliyorlar. Şehide saygının ne olduğunu biz de biliyoruz, onlar da biliyorlar. Şehidi istismar edip, namazı istismar edip, ibadet yerini istismar edip bize saldıranlar, sataşanlar bu iktidarın çakallarıdır ve biz onlara pabuç bırakmayacağız, hiç kimse endişe etmesin.
CAMİ AVLULARINI ÇAKALLARA TESLİM ETMEYECEĞİZ
Değerli arkadaşlarım, Binali Bey bugün açıklama yapmış “Kılıçdaroğlu’nun güvenliğini de biz sağlayacağız” diye. İster sağla ister sağlama kardeşim! Bizim kendi güvenliğimizi kendimiz sağlama konusunda sözümüz sözdür ve sağlayacağız. Cami avlularını çakallara teslim etmeyeceğiz. Orada insanlarımız gidip özgürce ibadetlerini yapacaklar hangi görüşten olursa olsun, hangi kimlikten olursa olsun. Birileri oraları bir partinin arka bahçesine dönüştürmek istiyor. Buradan bütün samimi Müslüman kardeşlerime seslenmek istiyorum, bütün samimi dindarlara seslenmek istiyorum, Adalet ve Kalkınma Partisine oy veren özellikle oy veren değerli arkadaşlarıma seslenmek istiyorum: Bunu kendi vicdanınızda tartın, kendi vicdanınızda bunu ölçün, namaza giden insanlara bunlar yapılır mı? Şehide saygısızlık değil mi bu? İnanca saygısızlık değil mi bu? Dine saygısızlık değil mi bu? Kur’an’a saygısızlık değil mi bu? Kim oluyor bunlar ve kim bunları koruyor? Böyle bir yapı Türkiye için felaket bir yapıdır. Ne dedim sözlerimin başında: Türkiye iyi yönetilmiyor dedim. Bu yönetim Türkiye’yi iç kavgaya götürür. Biz olabildiğince dikkatli davranıyoruz, olabildiğince dürüst davranıyoruz, kimseye bir şey söylemiyoruz, yanlış yapana yanlış yapıyorsun diyoruz ama bizim üzerimize mermiyle gelecekler, silahla gelecekler, tankla topla gelecekler, gelmezlerse namerttirler onlar, gelmezlerse.
PROVOKASYONU YAPAN ÖNCE SENSİN
Efendim, kaçak sarayda oturan zat demiş ki “Kılıçdaroğlu’nun konuşması provoke edildi” Ya, provokasyonu yapan önce sensin. Çıktın dedin ki Efendim, PKK’lıları, DEAŞ’cıları hastanede biz ziyaret etmişiz! Pes ya! Pes yani! Hayatımda yalan duydum da bu kadar kuyruklu yalanı ilk kez duyuyorum, pes yani. Sen Cumhurbaşkanısın ya! Bir de diyor ki “Ben dinledim” diyor. İnsaf! Hakkında tazminat davası da açtım, suç duyurusunda da bulundum, ta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine kadar götüreceğiz. Ve üstelik bu yalanı iftardan önce söylüyor ya. İftardan önce, Allah aşkına, oruç tutuyor mu tutmuyor mu merak ediyorum, iftardasın sen, yalan söylemek, hadi bıraktım insan olmayı, bulunduğun bir makam var kerdeşim. Zaten bizi yeteri kadar rezil ediyorsun, sadece Türkiye’de değil, yalanlara alıştık, dünyada da rezil ediyorsun bizi ya. Şu, Allah rahmet eylesin, Muhammed Ali’nin cenaze töreninde yapılan doğru mudur, reva mıdır bu arkadaşlar? Hepimize yapıldı bu. Böyle bir anlayış olabilir mi? Türkiye’yi küçük düşürmeye kimin ne hakkı var?
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin imajını düzelteceğiz, düzeltmek zorundayız. Eğer bunu yaparsak o zaman doğru dürüst görevimizi yerine getirmiş oluruz. Onlar bize saldırarak bizim geri adım atacağımızı, bizim korkacağımızı sanıyorlar. Hiç ama hiç niyetimiz yok. Ne demiş koca şair: “Ekilir ekin geliriz, ezilir un geliriz; bir gider bin geliriz” diyoruz.”