13.01.2015
13.01.2015
13 Ocak 2015
Genel Başkan Kılıçdaroğlu Yüce Divan’dan kaçırılan eski bakanların aldıkları rüşveti kuruşu kuruşuna açıkladı ve bu konuyla ilgili TBMM’de yapılacak görüşmelerin de kamuoyunun bilgisinden kaçırılacağı, yayın yaptırılmayacağı ihtimaline dikkat çekti.
Çağlayan: 19 Mart 2012 ilk rüşveti aldığı tarih. Aldığı rüşvetler: 6 milyon dolar, 3 milyon TL, 300 bin İsviçre Frangı. Bir de piyano”
-“Piyanoyu büyük ihtimalle komisyon başkanına hediye etmiştir. O çok uğraştı bunları beraat ettirmek için…”
-Egemen Bağış: En masumu bu. O yüzden bakara makara ile uğraşıyor herhalde. 19 Nisan 2013 ilk rüşveti aldığı tarih. Toplam çikolata kutusunda 1.5 milyon dolar götürmüş.”
“Hafızalardan silinmesin” diye bunları aktarıyorum, ‘bunların delili yok” diyorlar, fotoğraf var, para var, para kasaları var, aldıkları paralarla satın aldıkları gayrimenkuller var, banka hesapları var, bütün bunların hepsi var.”
-“Diyorlar ki ‘yeterli delil yok.’ Daha ne olsun, bunlardan birisi de kalkmış diyor ki ‘bakanların her şeyi kabul ettiklerini varsaysak bile suç işlediklerine dair bende hiç şüphe oluşmadı.’ Yani adam kabul ediyor, ‘ben rüşvet aldım’ ‘hayır sen almadın bende bir kanaat oluşmadı’ diyor. Ne söylemişti, bu rüşvet yiyen bakanlardan bir tanesi Rıza Sarraf’a ‘senin önüne yatarım’ demişti, bu da herhalde aynı yatma teranesi ile gidecek, öyle anlaşılıyor.”
-“Hakkı Köylü’ye 13.10.2014’te yolsuzluk, kara para aklama, rüşvet dosyası geliyor. Köylü, Maliye Bakanlığı’na yazı yazıyor gelen uzman eski bakanların malvarlıklarıyla gelirleri arasında ciddi bir orantısızlık olduğunu tespit ediyor.”
-“22 Aralık’ta büyük ihtimalle 2 – 3 kişiyi Yüce Divan’a göndereceklerdi. Sonra araya birileri giriyor, toplantı erteleniyor. Sonra suç unsuru yoktur diyorlar. Ahlak, din, iman, vicdan, Allah sevgisi, kul sevgisi yok. Bize de, ‘biz hırsızları koruduk, siz de ses çıkarmayın’ diyorlar.”
-“ Komisyonun Meclis Başkanlığı’na gönderdiği dosya Meclis Genel Kurulu’na gelecek. Bu görüşmeleri de kamuoyundan kaçıracaklar, Televizyonun yayın yapmadığı güne denk getirecekler büyük ihtimalle…”
-“Milletvekillerine sesleniyorum, Genel Kurul’da yapılacak oylamada Türkiye’nin, TBMM’nin itibarını koruyun, ‘bu parlamento yolsuzluk dosyalarını kapattı’ diye anılmasın Türkiye’de ve dünyada. Her yolsuzluğun üzerine kararlılıkla giden bir parlamento kimliğini ortaya koyun”
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu TBMM’de CHP Grup Genel Kurulu’nda görüşlerini açıklarken Yüce Divan’dan kaçırılan eski bakanların aldıkları rüşveti kuruşu kuruşuna açıkladı ve şunları söyledi;
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN; 13.01.2015 TARİHİNDE GRUP GENEL KURULU TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA
CHP Genel Başkanı Kemal KILIÇDAROĞLU – Değerli milletvekilleri, sevgili konuklarımız, bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarım; hepinize Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan selamlarımızı, sevgilerimizi ve saygılarımızı sunuyoruz. (Alkışlar)
Kuşkusuz, Cumhuriyet Halk Partisi sadece Türkiye’deki olaylarla ilgilenmiyor, dünyanın neresinde bir olay varsa mutlaka ilgileniyor. Bir şekliyle dünyadaki gelişmeleri yakından izlemek, irdelemek sorumlu bir siyaset anlayışının da gereği olarak ortaya çıkıyor.
Değerli arkadaşlarım, Paris’te bir mizah dergisine saldırı yapıldı. Çok sayıda insan yaşamını yitirdi. Birinci konu şu: Bütün dünya düşüncenin özgürce ifade edilebileceği bir dünyayı istediğini Paris’teki görkemli yürüyüşle ortaya koydu. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, her türlü düşüncenin özgürce ifade edildiği bir Türkiye ve bir dünya istiyoruz. (Alkışlar)
İki: Teröristler terörü İslam adına yaptıklarını söylediler. Ama dünyanın sorumlu bütün devlet başkanları, İslam’la terör arasına mesafe koydular. İslamiyet’in teröre kaynaklık yapamayacağını açıkça ifade ettiler. Bu nedenle, başta Hollonde ve Merkel olmak üzere böyle bir mesafe koydukları için ve Müslümanlığı koruduğu için terörle İslamiyet’in bir araya gelemeyeceğini açık yüreklikle ifade ettikleri için onlara teşekkürlerimizi sunuyoruz. (Alkışlar)
Üç: Terörle mücadele konusu artık bir ülkenin iç işi değildir. Terörle mücadelede uluslararası boyuta bakmak gerekiyor. Terörün nerede kimi nasıl vuracağı belli değildir. Dünya teröre karşı güç birliği, bilgi birliği yapmak zorundadır. Paris saldırısı bunu açıkça göstermiştir.
Dört: Terörün lanetlenmesi gerektiği bütün uygar dünyanın ortak görüşü olarak ortaya çıkmıştır. Terör, bir insanlık suçudur. Nereden ve kimden gelirse gelsin, hangi gerekçeyle gelirse gelsin lanetlenmelidir. Biz öteden beri CHP olarak terör nereden ve kimden gelirse gelsin lanetliyoruz ve kınıyoruz; açık yüreklilikle bunu her yerde dile getiriyoruz. (Alkışlar)
Beşinci konu değerli arkadaşlarım: İslam dünyasında laikliğin ne kadar önemli olduğunu terör bize göstermiştir. Büyük Önder, bir dünya lideri, bütün liderlerin saygı gösterdiği Mustafa Kemal Atatürk’ün daha o yıllarda laikliği Türkiye’ye getirmesi ve benimsetmesi İslam dünyasında Türkiye’nin öncü rol oynamasını sağlamıştır. Bütün İslam dünyasına sesleniyorum: Lütfen laikliği benimseyin. İnançların güvencesidir laiklik. (Alkışlar) Düne kadar laikliği dinsiz olarak tanımlıyorlardı. Laiklik, inançların güvencesidir. İnsanların inançlarına siyasetin müdahale etmemesi demektir. Ederse ne olur? İşte Paris olur. O nedenle, laiklik terörün de panzehridir. İnsanlar özgürce düşünebilmeli. “İncinsen de incitme” diyor büyük bir düşünürümüz, büyük bir din adamımız. İslamı barış olarak algılıyoruz biz ve zengin bir tasavvuf kültürümüz var bizim. Ne diyor ozan? “Cehennem dediğin dal odun yoktur, herkes ateşini buradan götürür.” Budur işte temel felsefe. Kimseye kötülük yapmayacaksın, kimseyi kırmayacaksın, kimseyi üzmeyeceksin; İslamiyet budur. (Alkışlar) Eline silah alıp masum insanları öldürmek İslamiyet değildir ve onu şiddetle reddediyoruz, Bütün uygar dünya da reddediyor zaten. O nedenle biz, terör kimden, hangi gerekçeyle nasıl gelirse gelsin hep beraber ortak tavır takınmak zorundayız değerli arkadaşlarım.
Bir başka önemli konu: Terör sadece Paris’te mi oldu? Hayır. Aynı zaman dilim içinde, bir aylık zaman dilimi içinde Nijerya’da aynı 2 bin insan katledildi değerli arkadaşlarım. Din iman adına katledildi bu insanlar. Allah’ın yarattığı varlığı gidip öldürüyorsunuz. Ne adına? Allah adına öldürüyorsun. Lübnan’da El Nusra 39 kişiyi katletti. Yemen’de El Kaide’ye bağlı terör örgütü 35 kişiyi katletti. Sultanahmet’te Polis Karakoluna giren canlı bomba bir polisimizi şehit etti. O da atama bekleyen öğretmendi ama polis oldu çünkü öğretmen olma şansını görmüyordu ve o da katledildi. Terör bu kadar acımasızdır değerli arkadaşlarım.
Türkiye terör konusunda hep mesafeli durdu. Cihatçı grupların, radikal grupların yuvalandıkları yer Afganistan, Pakistan’dı. Bütün dünya bunu biliyordu ama yanlış bir Suriye politikasıyla o radikal grupların gelip Türkiye’ye komşu olduğunu gördük. Hükümeti uyardık, bir değil, iki değil, üç değil defalarca uyardık “Yapmayın, etmeyin, böyle bir politika izlemeyin” dedik,” izlerseniz terör örgütleri size komşu olur. Bunu yaparsanız fatura Türkiye’ye bir gün çıkar” dedik. Her seferinde bizi Biz hükümete yapmayın etmeyin dedik. Her seferinde bizi “Efendim, siz zaten Baas’çısınız.” Niye Baasçı olalım, biz Cumhuriyet Halk Partisiyiz; demokrasiden yanayız, özgürlükten yanayız, kadın-erkek eşitliğinden yanayız, basın özgürlüğünden yanayız, laiklikten yanayız neden biz Baas’çı olalım? Biz sizi uyardık, sorumlu bir siyasal parti olarak size uyardık ama onlar bunu dinlemediler. Bütün dünyadan radikal unsurları getirdiler, Türkiye üzerinden Suriye’ye ve Irak’a geçirdiler. Bütün dünya bunu biliyor. Katar’dan para aldılar; ellerine silah verdiler “Git, Suriye’de, Irak’ta kardeşlerini öldür” diye. Gittiler ve kardeşlerini öldürdüler hâlâ da öldürüyorlar. İslam coğrafyası kan akıtan bir coğrafya oldu. Neden olsun bunlar? Biz uyardık, ilk fatura nerede çıktı? Cilvegöz’de çıktı. Sonra? Reyhanlı’da çıktı, 35 vatandaşımız öldürüldü. Sıkılmadan, arlanmadan Cumhuriyet Halk Partisini sorumlu tuttular, sıkılmadan arlanmadan. Biz uyarıyoruz, onlar bizi sorumlu tutuyorlar. Sonunda mahkeme, davalar görüşülüyor, CHP’nin hiçbir sorumluluğu yok. Çıkıp özür dileyecekler mi bizden? Adam olsalar bizden özür dilerler ama adam değiller, ne söyleyeyim ben başka. (Alkışlar) Suriye’de yanlış yapıyorsunuz dedik, Irak’ta da yanlış yapıyorsunuz dedik. Neden Irak’ın içişlerine müdahale ediyorsunuz? Başka bir ülke gelip Türkiye’nin içişine müdahale etse karışmaz mıyız, itiraz etmez miyiz, yanlış yapıyorsunuz demez miyiz? O zaman neden biz bunu yapıyoruz? Oraya müdahale ettiler. Sonra? Mısır’la ilişkilerimiz bozuldu değerli arkadaşlarım. Mısır’ın da içişlerine müdahale ettik. El Ezher Şeyhi en ağır dille eleştirildi. En sonunda Mısır’ın yanında Türkiye ve Katar vardı. Katar da baktı ki yanlış yapıyor, o da vazgeçti, Mısır’ı tanıdı. Şimdi Türkiye yalnız kaldı, Kahire’de Türkiye temsil edilmiyor. Orta Doğu’nun kilit noktası olan bir yerde Türkiye temsil edilmiyor. Kim yapıyor bunu? Bu ülkede aklı başında olan her yurttaşın oturup düşünmesini isterim ben, kim yapıyor bunu? Biz mi yapıyoruz? Bizim yapacağımız sadece uyarmak, yanlış yapıyorsunuz demek. Defalarca söyledim, dış politikanın milli olması lazım. İktidar ve muhalefetin aynı politikanın arkasında durması lazım dedim ama siz yanlış yapıyorsunuz ilk kez Türkiye dış politikada ayrışıyor dedim ama bizi dinlemediler. “Biz büyük ülkeyiz” Evet, büyük ülkeyiz ama küçüklerin oyuncağı olan bir ülke değiliz biz, siz bu noktaya getirdiniz Türkiye’yi. (Alkışlar) Libya bizim dostumuzdu, kadim dostumuzdu Libya. En zor günümüzde, Kıbrıs çıkarmasında bütün kapılarını Türkiye’ye açtı “Buyurun gelin” dedi. Uçak lastiği mi, hemen verelim; uçak benzini mi, hemen verelim. Biz ne yaptık? Kaddafi’ye ihanet ettik, arkadan hançerledik. Kim? Adalet ve Kalkınma Partisi hançerledi. Geçen gün Libya Hava Kuvvetleri açıklama yapıyor: “Türk uçakları sivil veya askeri uçak geçerse müdahale edeceğiz” diye. Bizim Dışişleri Bakanlığı kınıyor “Nasıl bunu açıklarsın?” diye.
Değerli arkadaşlarım, Dışişleri Bakanlığının oturup düşünmesi gerekiyor, neden Türkiye’yi biz bu hâle getirdik diye. Ki, Libya ile ortak şirketlerimiz vardı, dünya kadar iş adamlarımız vardı, yatırımlar yapılıyordu, Libya’nın kalkınmasına katkıda bulunuyorduk, neden ilişkiler bu noktaya geldi oturup düşünmemiz gerekiyor. Dış politikada yalnız kaldılar, kimsenin itibar etmediği bir ülke konumuna geldiler ve dönüp kendilerine şunu söylediler: “Bizim yalnızlığımız değerli bir yalnızlıktır.” Hangi değerli yalnızlık? Eğer siz diğer ülkelerle samimi ve içten bir bağlantı kurarsanız, ekonomi, kültürel ilişkilerinizi geliştirirseniz sizin saygınlığınız olur. Davutoğlu Fransa’ya gittiğinde bazı çevreler tarafından acımasızca eleştiriliyorsa, oturup kendisine bir bakması gerekiyor neden ben eleştiriliyorum diye. IŞİD denen terör örgütünü bütün dünya kabul ediyor terör örgütü olduğunu, bir kişi kabul etmiyor, bir iktidar kabul etmiyor, bir parti kabul etmiyor, Adalet ve Kalkınma Partisi. Niye kabul etmiyorsunuz? Hangi gerekçeyle kabul etmiyorsunuz? Masum insanları kesmek ne zamandan beri terör kapsamından çıktı? Gazetecileri doğramak, çoluk çocuğu kurşunlamak ne zamandan beri terör kapsamından çıktı? Bütün bunların düşünülmesi lazım. İşin özeti şudur değerli arkadaşlarım: Türkiye iyi yönetilmiyor. Altını çiziyorum, Türkiye iyi yönetilmiyor. Halkın kafasında şu soru var: “Ne olacak bu memleketin hali?” diye soruyor kendisine. Biz de şunu söylüyoruz: Bu soruyu soruyorsan yurttaş olarak görevini yerine getiriyorsun demektir. Bu soruyu soruyorsan CHP’sine iktidar kapısını araladın demektir. Bu soruyu soruyorsan, beraber olacağız demektir. Bu soruyu soruyorsan Türkiye bütün sorunlarını aşacak demektir.(Alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Türkiye öyle bir noktaya geldi ki terör örgütlerinin uyuyan hücrelerinin yuvası haline geldi. Terör örgütlerinin uyuyan hücreleri Türkiye’de konuşlanıyor. Paris saldırısından sonra AKP’nin hemen hemen her kanadından “Benzer olay Türkiye’de de olabilir” kaygısı dile getirildi. Niçin? Siz, terörle beraber yattınız, terör örgütleriyle beraber yattınız, onlara silah verdiniz, cephane verdiniz, insan malzemesi sağladınız, Türkiye’den gidip katılımlar oldu. Rize’den bir baba arıyor beni “Oğlum Suriye’de öldü, bu devlet nerede?” diyor. “Neden sınırlara sahip çıkmıyor?” diyor. Efendim, sınırlarımız çok uzunmuş da, genişmiş de o nedenle sahip çıkılamıyormuş! Efendim, Suriye’den buraya Suriyeliler geliyormuş, o nedenle kapıları açtık! Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı olarak hiçbir zaman Suriye’den gelen mültecilerle ilgili “Niçin geliyorlar?” diye bir soru sormadım, hiçbir zaman sormadım. Her insana yardım etmek Türkiye Cumhuriyeti’nin görevidir, ben bunu bilirim ama o sınırlar terör örgütü mensupları için yolgeçen hanına döndü. Türkiye’de eğitildiler, adres olarak Türkiye’yi verdiler, bizim itirazımız buna. Davutoğlu Paris’e gittiği için eleştiriliyorsa nedeni budur. Birleşmiş Milletler raporlarına bakın, uluslararası sivil toplum kuruluşlarının raporlarına bakın, Türkiye açıkça eleştiriliyor. Yazık günah değil mi? Doksan yıllık birikim böyle harcanabilir mi?
Değerli arkadaşlarım, dış politikada başarısızlar ama
iç politikada da başarısızlar, işsizlik rakamlarına bakın. İşsizlik Türkiye’nin en temel sorunu, Başbakanın veya bakanların ağzından “Ya, şu işsizliği çözelim” diye bir cümle duydunuz mu? Parti sözcümüz “Varan Üç” diye dün bir grup belge daha açıkladı. (Alkışlar) Emeklilikte yaşa takılanların çocukları, çiftçilerin çocukları, emeklilerin çocukları, işçilerin çocukları kurslara giderler, dünya kadar para öderler, acaba KPSS’de başarılı olup devlette memur olur muyum diye. Peki, değerli arkadaşlar, bunların çocukları ne yapıyor? Hiçbir sınava girmiyorlar, hiçbir sınava girmeden doğrudan doğruya devlet memuru atanıyorlar. 77 milyon yurttaşıma sesleniyorum bütün yurttaşlarıma sesleniyorum: Kendi çocuğun işsizse, atama bekliyorsa, yıllardır bekliyorsa, sen hâlâ umutla benim çocuğum bir gün atanacak diye bekliyorsan, atama bekleyen öğretmenler gibi, onların çocukları sınavlara dahi girmeden atandılar, senin çocuğun ise sınava girdiği hâlde atanamıyor. Bu, bir adalettir diyorsan adresin belli, Adalet ve Kalkınma Partisi; burada büyük bir adaletsizlik var diyorsan adresin yine belli, Cumhuriyet Halk Partisi. Açık ve net söylüyorum, Cumhuriyet Halk Partisi. (Alkışlar) Çocuğunu kursa göndermiş, boğazından kesmiş, dünya kadar para ödemiş, sınavlara hazırlamış, sınavlara girmiş bekliyor ki devlet memuru olsun birileri hiç sınava girmeden eş dost, akraba, yakın hepsini beraber devlete memur yapıyorlar. Bekliyorum, acaba cevap verecekler mi diye, tık yok çünkü suçlular. Ne söyleyecekler? Milletin yüzüne nasıl bakacaklar?
Değerli arkadaşlarım, içeride de başarısızlar. En çok övündükleri ne idi? Duble yol “Biz duble yollar yaptık” diye. Hayatımda itiraf beklerdim ama gerçekten de bu Ulaştırma Bakanı kadar ciddi bir itirafta bulunan hiç kimseyi görmedim. Plan ve Bütçe Komisyonunda diyor ki “Duble yolların yüzde 80’ni iki-üç yıl dayanabilen sathi kaplamadan oluşuyor” Zaten biz bunu biliyorduk, yollardaki çukurları biliyorduk, aynı yolun defalarca tamir edildiğini biliyorduk hatta defalarca sorduk “Bu yolların tamirine kaç lira para verdiniz?” diye ama onu bile korkudan açıklayamıyorlardı. Allah büyüktür, çıktı Plan ve Bütçe Komisyonunda bu itirafta bulundu. Peki, kimin parasını böyle çarçur ediyorlar? Vatandaşın parasını çarçur ediyorlar. Kimin parasını yiyorlar? Vatandaşın parasını yiyorlar. Asıl sorun budur değerli arkadaşlarım.
Tabii, duble yolları yaptılar, araçlar rahat gidip gelsin, yollar kapanmasın diye. Bir kar yağdı arkadaşlar, İzmir-İstanbul yolu bir saat değil, iki saat değil, on saat değil, yirmi saat değil, yirmi dört saat değil, tam kırk yedi saat ulaşıma kapandı. Yahu, Sibirya mı burası? Hayır. Havuz medyasından şunu bekledim: Bunun sorumlusu CHP’dir diye mutlaka bir haber atarlar diye bekledim yani CHP bu yolları bu hâle getirdi diye. (Alkışlar) Akıllarına gelmemiş herhâlde ki böyle bir haber çıkmadı. Neyse ben şimdi söyleyeyim de yarın manşetleri atsınlar “Yolları kapatan CHP’dir” diye.
Değerli arkadaşlarım, gerçekten de 21. Yüzyıldayız ve Türkiye’nin en işlek yolu, 47 saat trafiğe kapalı. Şimdi, birbirlerini yiyorlar “Efendim, okullar kapatılırdı” öbürü “Hayır, kapatılmaz” diyor. Ben diyorum zaten, bunlardan hükümet olmaz diye. Bunlar birbirlerini yemeye devam edecekler, önümüzdeki süreçte bunu çok daha net hep beraber görmüş olacağız. (Alkışlar)
Peki, ne yaptılar da yollar bu hâle geldi, dünyanın parasını verdiler asfalt döküyorsunuz iki-üç yıl ancak dayanabiliyor. Malı götürdüler bunlar, yolsuzluklar yaptılar. Geçen hafta yolsuzluklara değinmiştim. Bu hafta başka bir boyutuna değinmek istiyorum değerli arkadaşlarım, hangi bakan ne kadar rüşvet aldı. Kimin raporu? Savcılığın düzenlediği ve Soruşturma Komisyonuna gönderdiği rapor.
Zafer Çağlayan: İlk rüşveti aldığı tarih 19 Mart 2012. Aldığı rüşvetleri okuyorum: 32 milyon 53 bin 600 avro, 6 milyon 766 bin 750 dolar, 3 milyon 465 bin Türk Lirası, eski parayla 3 trilyon, 300 bin İsviçre Frangı. Hani şu kol saati vardı ya, 700 milyar liralık kol saati, bir de piyano. Piyanonun fiyatı olmamış, herhâlde, büyük bir ihtimalle Sayın Köylü’ye armağan etmiştir, Komisyon Başkanı. (Alkışlar) Komisyon Başkanına da o kadar düşsün yani büyük emek harcadı, bunları beraat ettirmek için, ona da bir piyano versinler ne olacak yani.
Muammer Güler: İlk rüşveti aldığı tarih 13 Nisan 2013, son rüşveti aldığı tarih 25/10/2013. On beş ayrı tarihte 6 milyon 185 bin dolar rüşvet almış.
Egemen Bağış: en masumu bu tabii, o yüzden herhâlde bu hakara makarayla idare etmeye başladı. İlk rüşveti aldığı tarih 19 Nisan 2013. Çikolata kutusunda toplam 1,5 milyon dolar götürmüş.
Değerli arkadaşlarım, hafızalardan silinmesin diye bunları söylüyorum. Diyorlar ki “Bunların delili yok.” Fotoğraf var, para var, para kasaları var, aldıkları paralarla satın aldıkları gayrimenkuller var, banka hesapları var, bütün bunların hepsi var. Diyorlar ki “Yeterli delil yok.” Daha ne olsun ya? Bunlardan birisi de kalkmış diyor ki “Bakanların her şeyi kabul ettiklerini varsaysak bile suç işlediklerine dair bende hiç şüphe oluşmadı.” Yani adam kabul ediyor “Ben rüşvet aldım”, “Hayır, sen rüşvet almadın, bende bir kanaat oluşmadı” diyor. Ne söylemişti bu rüşvet yiyen bakanlardan birisi Rıza Zarraf’a “Senin önüne yatarım” demişti. Bu da herhâlde aynı yatma teranesiyle gidecek, öyle anlaşılıyor. (Alkışlar)
Önemli nokta şu değerli arkadaşlarım: Hakkı Köylü’ye bu dosya geliyor, Hakkı Köylü 13/10/2014 tarihinde Maliye Bakanlığına bir yazı yazıyor Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığına, diyor ki: “Yolsuzluk dosyası geldi, Soruşturma Komisyonu olarak görev yapıyoruz. Bu işleri bilen bir uzman bilirkişi bize gönderin” diye. Maliye Bakanlığı bu yazı üzerine, 15/10/2014 (yani iki gün sonra) tarihinde bir uzmanı görevlendiriyor “Git, dosyalara bak” Dosyaya bakıyor. Nelere bakacak, yazıda onları da söylüyor. “Bakacağın konu, eski bakanların kendileri, eşleri ve çocuklarının mal varlıklarının gelirleriyle orantılı olup olmadığına bakacaksın” diyor. “Ne kadar geliri var, mal varlıkları ne? Uyumlu mu, orantısız mı? Ben senden bunu istiyorum” diyor. O da oturup raporunu yazıyor.
Değerli arkadaşlarım, gerek Zafer Çağlayan gerekse diğer bakanlar –Egemen Bağış, Güler- mal varlıkları ile gelirleri arasında ciddi bir orantısızlık olduğunu tespit ediyor. Bunu niye anlatıyorum değerli arkadaşlarım? Uzman bilirkişiyi isteyen biz değiliz, Komisyon Başkanı istiyor; uzman bilirkişiyi CHP’den de istemiş değil, böyle bir uzman kişiyi de görevlendirmedik. Uzman kişiyi nereden istiyor? Maliye Bakanlığından istiyor. Maliye Bakanlığının başında kim var? Adalet ve Kalkınma Partisinden bir bakan var, o görevlendiriyor; “Git, bu işi soruştur” diye. O da gidip soruşturuyor ve yolsuzluk olduğuna dair raporunu Başkana veriyor. Şimdi diyorlar ki “Delil var mı?” Ya, delili senin bakanın, onun görevlendirdiği kişi ortaya koymuş, o kadar ayrıntılı bir rapor yazmış ki bunlar ne kadar vergi ödemişler, hangi bankada ne kadar paraları var, hangi gayrimenkulü ne zaman almışlar bütün bu ayrıntıların hepsi yazılıyor. Sonunca bir cümle: “Gelirlerle mal varlığı arasında orantı yoktur” diye. Ne demektir? Burada yolsuzluk var demektir. Bunun üzerine oturuyorlar, önce 22 Aralıkta, büyük bir olasılıkla 3 kişiyi Yüce Divana göndereceklerdi, araya birileri giriyor, toplantı erteleniyor ve sonra “Efendim, burada suç unsuru yok” deniyor.
Değerli arkadaşlarım, geçen toplantıda söylemiştim. Bu kararı verenlerde ahlak var mı? Emin olun, ahlak yok, ahlakın kırıntısı da yok. Din iman var mı? Samimi söylüyorum, din iman da yok. (Alkışlar) Vicdan var mı? Vicdan da yok. Allah sevgisi, kul sevgisi var mı? Bunlar da yok. Hırsızlık yapılıyor açıkça. Bize deniyor ki “Hırsızları biz koruduk, siz de ses çıkarmayın.” Nasıl ses çıkarmayacağız değerli arkadaşlarım?
Şimdi, Genel Kurula gelecek, büyük bir ihtimalle şöyle mizansen: Meclis Televizyonun yayın yapmadığı bir güne getirecekler dosyayı millet öğrenmesin diye. Ya, niye korkuyorsunuz, madem suçsuz bütün millet izlesin. Hayır, izlemesin çünkü hırsızlıkları ortaya çıkacak.
Değerli arkadaşlarım, ama biz sonuna kadar bu davayı sürdüreceğiz; bu bizim namus görevimiz. Bu millete verdiğimiz sözdür, ahlak için yapacağız bunu, vicdan için yapacağız bunu, tüyü bitmemiş yetim hakkı için yapacağız biz bunu. (Alkışlar) Eğer bunu yapmazsak Türkiye ağır bir fatura ödeyecektir. Geçen konuşmamda Adalet ve Kalkınma Partisinin saygıdeğer milletvekillerine seslenmiştim, Genel Kurula geldiğinde vicdanınızı dinleyin. Alış veriş yaptığınız bakkala sorun, konuştuğunuz arkadaşlarınıza sorun, elinizi vicdanınıza koyun ve öyle oyunuzu kullanın. Türkiye’nin itibarını koruyun, Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarını koruyun. Bu Parlamento yolsuzluk dosyalarını kapattı diye bir düşünceyle anılmasın Türkiye ve dünyada. Her yolsuzluğun üzerine kararlılıkla giden bir Parlamento kimliğini ortaya koyalım. Bunu söyledik, söylemeye de devam edeceğiz değerli arkadaşlarım.
Tabii ne oluyor? Bütün bunlar bir tarafa dönüp yine emeklilerin hâline bakıyoruz. Onlara malı götürüyorlar; milyonlar, dolarlar, yatlar katlar, apartmanlar hepsi var; emekliye dönüp bakıyorum nesi var? Emekli zamları açıklandı, okuyorum değerli arkadaşlarım, bütün emekli kardeşlerim de beni dinlesin: Yetim aylıklarına yapılan zam 6 lira 99 kuruş. Ne büyük bir para! Lütfetmişler! Dul aylıklarına yapılan zam 9 lira 32 kuruş, ne büyük bir zam yapmışlar! 600 lira aylık alana yapılan zam 13 lira 98 kuruş. 800 lira aylık alan emekliye yapılan zam 18 lira 64 kuruş. 1000 lira emekli aylığı alana yapılan zam 23 lira 30 kuruş. 1047 lira emekli aylığına yapılan zam 24 lira. 700 milyarlık kol saati takıyor, dosyası kapanıyor; senin dosyanı ben açıyorum, emeklinin dosyasını ben açıyorum, senin hakkını ben savunuyorum, sonuna kadar da savunacağım, savunmak benim görevimdir. (Alkışlar)
Emeklilikte yaşa takılan arkadaşlar da buradalar, onların da derdini biliyorum.(Alkışlar) Sizin sokağa atılmanızı bizim vicdanımız kabul etmez arkadaşlar, siz sokağa bırakılamazsınız. Mutlaka geliriniz olmalı. Bununla ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri kanun teklifi hazırladılar, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sundular. Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı olarak sizinle ayrı bir toplantı yapacağız ve sizin sorunlarınızı ayrıca dile getireceğim.(Alkışlar) Hiç kimse, Anayasasında “sosyal devlet” yazan bir ülkede hiçbir vatandaş açlığa mahkûm edilemez, işsizliğe mahkûm edilemez, gelirsizliğe mahkûm edilemez, yoksulluğa, açlığa mahkûm edilemez. O nedenle biz kendimize sosyal demokrat parti diyoruz yani halkın çıkarlarını savunan parti diyoruz. Yani komşusu açken tok yatan bizden değildir dediğimiz için kendimize sosyal demokrat diyoruz, bizim hedefimiz bu. (Alkışlar)
Emeklilerle ilgili bir toplantı yaptık, bütün emekli derneklerini davet ettik, oturduk güzel bir toplantı yaptık. Ne istiyorsunuz siz? Beklentileriniz nelerdir? 12 madde hâlinde görüş birliği sağlandı. O belirlenen 12 maddeyi şimdi Türkiye’deki bütün emeklilerin bilgisine sunuyorum.
Birinci madde: Diyorlar ki “Bize sağlıklı bir intibak yasası lazım. Aynı süre çalıştık, aynı miktarda sigorta primi ödedik fakat farklı zamanlarda emekli olduk. Ben az emekli aylığı alıyorum, o fazla alıyor, oysa ikimiz aynı süre çalıştık; 9 bin gün, 9 bin gün. Para aynı para, niye farklı maaş alıyoruz? İntibakımızı sağlayın.” diyorlar.
İkinci konu sağlıkta katkı payı: Diyorlar ki “Biz emekliyiz, yaşlıyız. Hastanelere gidiyoruz, on iki ayrı katkı payı ödüyoruz. Hastaneye gidiyoruz para, eczaneye gidiyoruz para, emekli aylığı alıyoruz oradan da kesilmiş. Bize ne verdiniz ki bizden bu kadar kesinti yapıyorsunuz? Katkı paylarını kaldırın” diyorlar.
Üçüncü konu: “Dini bayramlar bizim için önemli. Torunlarımız, çocuklarımız geliyor, büyük bir aile oluyoruz. En azından dini bayramlarda bize birer maaş ikramiye verin. En azından huzur içinde bir bayram geçirelim” diyorlar.
Dördüncü konu: “Maaşımıza zam yapılıyor ama enflasyon oranında yapılıyor. Bizim enflasyonumuzla hükümetin enflasyonu farklı; onlar pinpon topunu da alıyorlar, biz pinpon topu almıyoruz. Biz ne alıyoruz? Ekmek alıyoruz, yiyecek alıyoruz. Eğer enflasyonu esas alacaksan yiyecek enflasyonunu esas al, benim derdim o, parayı oraya veriyorum ben.” diyor.
Beşinci konu, diyorlar ki “Enflasyon tamam, gıda enflasyonu alırsanız tamam ama bir şey daha var. Siz kalkıp meydanlarda bağırıyorsunuz “Milli gelir arttı, üç misli arttı, dört misli arttı; güzel, artsın, niye bize yansımıyor? Biz çalıştık, emek harcadık, Türkiye’nin kalkınmasına katkıda bulunduk, geldik bu noktaya, şimdi bize refahtan pay vermiyorsunuz. Biz ikinci sınıf vatandaş mıyız? Türkiye’nin refahından, kalkınmasından emekliye neden pay vermiyorsunuz? Biz refahtan da pay istiyoruz” diyorlar.
Altıncı konu Sosyal güvenlik destek primi: Emekli diyor ki “Zaten geçinemiyoruz, mecburen çalışacağım. Dükkânsa dükkânda, bakkalsa bakkalda çalışacağım, geçinemiyorum. Çalışıyorum diye benim emekli aylığımdan yüzde 15 Sosyal Güvenlik Destek Primi kesiyorsun. Çalışan adamın cezalandırıldığı tek ülke Türkiye Cumhuriyeti, bunu kaldırın. O benim hakkım zaten. Primimi yatırdım, aldım parayı da, ben çalışıyorum diye beni neden cezalandırıyorsun?” diyor.
Yedinci konu: Diyorlar ki özellikle kamu görevlisi arkadaşlar şunu söylüyorlar: “Çalışırken aldığımız aylıkla emekli olduğumuzda aldığımız aylık arasında en az yüzde 50 fark var; çalışırken 100 alıyorum, emekli olduğum zaman elime 50 lira geçiyor. Benim yaşam standardımda yüzde 100 bir düşme oluyor ve ben büyük bir bunalım yaşıyorum. Yine fark olmalı, illa çalışırken aldığım aylık emeklilikte de aynen olsun demiyorum ama bu fark makul düzeyde olmalı, katlanılabilir düzeyde olmalı.”
Sekizincisi de “Bize huzurevleri lazım, emekli evleri lazım, kültür merkezleri lazım özellikle yerel yönetimlerde görev yapan belediye başkanlarının huzurevleri yapmaları lazım. Biz emekliler bir yere gidelim, oturup konuşalım. Çevremizdeki insanlar gittikçe azalıyor ama biz bu toplumun temel taşlarıyız. Toplumun kalkınmasına, büyümesine katkıda bulunduk, bizi dışlamayın” diyorlar.
Dokuzuncu konu: Türk Silahlı Kuvvetlerinden Türk silahlı Kuvvetleri Yasalarına göre görevine son verilen askerler var emekliliği doldurulmadığı hâlde. Diyorlar ki “Emekliliği doldurmadığınız hâlde yasalara göre görevimize son veriliyor ve kapının önüne atılıyoruz, nerede iş bulacağız? Nasıl iş bulacağız? Ben eğer bir kamuda çalışıyorsam bari emekliliğime kadar başka bir kamu kuruluşunda çalışayım. Böylece emekli hakkımı elde edeyim” diyorlar.
Onuncu konu promosyon hakkı; diyorlar ki “Memurlar maaş alırken bankalardan promosyon hakkı alıyorlar. Bizde maaşımızı bankalardan alıyoruz, bize niye promosyon hakkı verilmiyor? Biz de alalım. Bizi ikinci sınıf yurttaş yapmayın”
On birinci konu örgütlenme hakkı: “Biz emekli işçiler olarak sendika kurmak istiyoruz, önümüze çıkıyorlar ‘Siz sendika kuramazsınız’ diyorlar. “Bütün Avrupa Birliği ülkelerinde var, işçiler nasıl sendikalıysa emekli olduklarında da sendikalarını sürdürüyorlar. Bize de bu hak tanınsın. Anayasa’da gayet açık hüküm var, örgütlenme özgürlüğü var. Biz de bir araya gelelim, örgütlenelim” diyorlar.
On ikinci talepleri: Bir taban aylık sorunu var arkadaşlar. Az önce okudum, 600 lira aylık verdiğimiz insanlar var, daha az aylık verdiğimiz insanlar. Diyorlar ki “Bir taban aylık olmalı.” Bunu söylerken de son derece dikkatli bir üslup kullanıyorlar. “Taban aylık açlık sınırında olmalı, biz fazla istemiyoruz. Açlık sınırının altındaki bir aylık bizim kaldıracağımız türden bir aylık değil. Fazla para istemiyoruz. Açlık sınırı neyse taban aylık da o olsun. En azından insanları korumuş olalım” diyorlar.
12 madde üzerinde uzlaştık. Bütün emeklilere sözüm söz, yukarıda ifade ettiğim 12 madde seçim bildirgesinde aynen yer alacaktır. (Alkışlar) Sizin hakkınızı on iki yılda kimse savunmadı, hep sırtlarını döndüler sana. Senin şimdi bir görevin var; haziranda seçim var, Adalet ve Kalkınma Partisine sırtını döneceksin. Karşıya bakacaksın, altı oku göreceksin, bağımsızlığı göreceksin, insan haklarını göreceksin, özgürce yaşamayı göreceksin orada. (Alkışlar) Herkesin mutlu bir şekilde yaşadığı bir Türkiye’yi göreceksin, hedefimiz bu. Bu hedefe kilitlendik; yolumuzu böyle sürdüreceğiz ve böyle götüreceğiz.
Bugün ayrıca Rauf Denktaş’ın ölüm yıldönümü; bir yiğit insan, bir mücahit, Onu da saygıyla, sevgiyle anıyoruz, Allah rahmet eylesin diyoruz.
Hepinize saygılar değerli dostlarım. (Alkışlar)
23.11.2024
23.11.2024
23.11.2024
23.11.2024