12.01.2016

12 Ocak 2016 tarihli TBMM Grup Konuşması

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN 12.01.2016 TARİHİNDE GRUP GENEL KURULU TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:

-Hitler’in Almanya’sında ne varsa 21. Yüzyılın Türkiye’sinde aynı şeyler yapılıyor.

- Ne zamandan beri “Çocuklar ölmesin” demek terör örgütünün propagandası oldu?

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM CHP Grup Toplantısında, “Hitlerin Almanya’sında ne varsa 21. Yüzyılın Türkiye’sinde aynı şeyler yapılıyor, değişen hiçbir şey yok” dedi.



CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun grup toplantısı konuşması şöyle:

“Değerli arkadaşlarım, bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarım; aslında bugün Türkiye’nin değişik sorunlarına değinip görüşlerimizi ifade edecektik ama Sultanahmet Meydanı’nda patlayan bomba bütün gündemi allak bullak etti. Benzer bir olayla Ankara’da karşılaştık, Suruç’ta karşılaştık. Ankara’daki patlama olduğunda o zaman ben İstanbul’da Kadıköy Belediye Başkanlığı’ndaydım. Bir etkinliğimiz vardı, küçük bir mitingimiz vardı fakat iptal etmek zorunda kaldık. Gazetecilerin önüne çıktığımda şu cümleleri kullandım: “Terörü bitirme konusunda açık çek veriyorum, kim ne istiyorsa açıkça çağrıda bulunuyoruz. Bizden bir şey mi istiyorsunuz, bütün gücümüzle hazırız. Bütün siyasi partilerin amasız, lakinsiz, fakatsız terörü lanetlemesi lazım.” Defalarca uyardık, “Orta Doğu bataklığına Türkiye’yi sürüklemeyin” dedik. Aynı şeyi şimdi söylüyorum.

Değerli arkadaşlarım, artık bu işin aması maması yok; artık Türkiye’deki 78 milyon yurttaşımın şu gerçeği bilmesi lazım, açık söylüyorum, şu gerçeği bilmesi lazım: Bu Hükümet Türkiye’yi yönetemez, yönetemiyor. Üçüncü sınıf kadrolarla 21. Yüzyılın Türkiye’si yönetilemez. Kimin ne dediği belli değil, ne yaptığı belli değil. Düne kadar sustuk, sabrettik, artık sabrımız taştı; yönetemiyorsanız gideceksiniz, yönetenler gelecek. Yaptıkları şu: Daha ambulans gitmeden yayın yasağı getiriyorlar. Milletten neyi gizleyeceksiniz? Bütün dünya yayınlıyor, sadece bizim halkımız öğrenmeyecek, bizim vatandaşlarımız öğrenmeyecek. Niye öğrenmeyecek? Bu ülkenin vatandaşı ikinci sınıf vatandaş mı? Senin istediğin kadar mı öğrenecek? Neden gerçekleri öğrenmesine izin vermiyorsun? Emin olun içim kan ağlıyor, yazık günahtır bu ülkeye. Ankara’da hatırlarsınız “Efendim, önlemi aldık” Nerede? Kızılay’da önlem almışlar! Kim var Kızılay’da? Kızılay’da kimse yok. Gençler nerede toplanmış? Gar’da toplanmışlar ve bu itiraf ediliyor. İstanbul gibi bir yerde, turizmin kalbi Sultanahmet’te canlı bomba patlayacak, siz hiçbir önlem almayacaksınız. Sonra ne yapacaksınız? Ambulans gitmeden yayın yasağı getireceksiniz ve bir felaket arkadaşlar. Diyorum ya bu Hükümet bu ülkeyi yönetemez; gücü yok, kapasitesi yok, bilgisi yok, birikimi yok, üçüncü sınıf adamlarla Türkiye yönetilemez, Türkiye’nin büyük sorunları var. Şu geldiğimiz tabloya bakın. Defalarca sizi uyarmadık mı ya, defalarca, dilimizde tüy bitti. “Türkiye’yi Orta Doğu bataklığına sürüklemeyin” demedik mi? “Canlı bomba bir Orta Doğu geleneğidir” demedik mi? Şimdi birilerini suçlayacaklar. Hükümet şikâyet mercii değildir, şikâyet edeceksen ayrılacaksın. Orası sorunların çözüm merciidir, sorunları çözeceksin sen önce, önlem alacaksın. Nerede senin istihbaratın? Bizi izlemekten teröristleri izlemeye fırsat bulamıyorlar, bizi dinlemekten onları dinlemeye fırsat bulamıyorlar. Böyle bir şey olabilir mi? Böyle bir devlet yönetimi olabilir mi? Emin olun anlamakta zorluk çekiyorum. Bırakın işin sorumlusu bir vali konuşsun, bir başbakan konuşsun. Pat, yine bizim diktatör bozuntusu konuşmuş. Niye konuşuyorsun sen arkadaş ya, niye konuşuyorsun? Bu ülkenin Başbakanı var ya, bırak Başbakan konuşsun. Bir bırak bakalım bir ayrıntıyı öğrenelim. Geleceğim sonunda, konuşmamın sonunda geleceğim Türkiye’yi ne hâle getirdikleri konusuna. Bir Anadolu Ajansı var, patlama haberini yapmıyor, yayın yasağını haber yapıyor. Düşünün yani. Böyle bir haber ajansı olabilir mi? Anadolu Ajansı’nın bizim tarihimizdeki önemini bunlar bilmiyorlar? Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında bütün haberler Anadolu Ajansı’ndan bütün dünyaya giderdi ve objektif giderdi. Perişan ettiler her şeyi. Devlette liyakati öldürdüler. Benim adamım dediler getirdiler, senin adamında da iş yok kardeşim, iş yapamıyor senin adamın. İtiraz etmesi gereken yerde itiraz etmiyor, böyle bir devlet yönetimi mi olur? Liyakat devlet yönetiminin olmazsa olmaz koşullarından birisidir. Liyakat, danışma, konuşma, tartışma bunların olması lazım, bunların hiçbirisi yok arkadaşlar. Bakın öyle bir noktaya geldi ki, yayın yasağı getiriyorlar vatandaş haberleri dinlemesin diye, okumasın diye, görmesin diye. Peki, bu vatandaş doğruyu nereden öğrenecek? Senin ağzından mı öğrenecek? Sen de sabah akşam doğruları söylemiyorsun, doğruları söylemeyen birisisin. Biz doğruları nereden öğreneceğiz? Bu milletin hepsi Fransızca, İngilizce, Almanca bilmiyor ki yabancı yayın organlarını izlesin. Bütün dünya bilecek sen bilmeyeceksin, bütün dünya okuyacak sen okumayacaksın, böyle bir anlayış olmaz. Öyle bir noktaya getirdiler ki Türkiye’yi, bakın ayın 10’u Çalışan Gazeteciler Günü, hangi gazeteci hayatından memnun ben merak ediyorum, havuz medyası hariç-oraya kocaman bir parantez açıyoruz-hariç, hangi gazeteci hayatından memnun? Binlerce gazeteci işsiz arkadaşlar. Medya özgürlüğünde sınıfta kaldık, 180 ülke arasında 149’uncu sıradayız, Afganistan ve Nijerya basın özgürlüğünde bizim önümüzde. Şu Türkiye’nin geldiği hâle bakın.

Sevgili vatandaşım, sen oy verdin, yüzde 49,5 oy verdin gelsinler memleketi yönetsinler diye, gelsinler terörü bitirsinler diye. Sana açık ve net söylüyorum: Bunlar Türkiye’yi yönetemez, bunlar Türkiye’nin başını belaya sokarlar, bunların yönetim gücü yoktur. Düşünebiliyor musunuz gazeteciler konuştu mu hapse atıyorsunuz, niye konuştun; yazdılar mı hapse atıyorsunuz, “İşinden at” diye patronuna telefon açıyorsun. Hangi demokrasiden söz ediyoruz biz? Medya bütün demokrasilerde dördüncü güç; yasama, yargı, yürütme ve medya, dördüncü güç, kamu adına görev yapar. Bir gazetecinin hangi koşullarda çalıştığını bu beyler biliyorlar mı acaba? Karda kışta haberin peşinde koşarlar onlar, 24 saat haber peşindedirler. Elinde kamerası, fotoğraf makinesi, kalemi, defteri, her yerde nerede haber varsa oradadır bu insanlar. Bunlar halkı bilgilendirmek istiyorlar, doğru bilgilendirmek istiyorlar. Siz bu insanların tamamını perişan ettiniz. Gazete bürolarını bastınız, bir değil iki kez bastınız, camını çerçevesini indirdiniz, sonra yetmedi o camı çerçeveyi indiren adamı getirdiniz bakan yardımcısı yaptınız, sonra da kalkıp bu millete diyorsunuz ki “Ahlak, erdem.” Hangi ahlak ve hangi erdemden siz söz ediyorsunuz? Ne söyledim? Bu Hükümet Türkiye’yi yönetemez, yönetme gücünü artık kaybetmiştir, yok böyle bir şey. Sadece cam, çerçeve kırmadılar sokağın ortasında gazeteci dövdüler, hastanelik ettiler, sonra da çıkıp bununla övündüler. Bu da yetmedi televizyonlara çıkıp açık açık “Şu şu gazetecilerin atılması lazım” diye 78 milyona açıkça mesaj verdiler. Ben gerçekten de anlamakta zorluk çekiyorum, ahlak, erdem, din, iman, vicdan… Ya, birisinin ekmeğiyle nasıl oynarsınız siz? Onun bir ailesi var, geçindireceği çocuklar var. Haber peşinde koşuyor. Yorumunu beğenirsin beğenmezsin nasıl işine son verecek diye baskı yaparsın? Bunları anlamakta zorlanıyorum değerli arkadaşlarım. Sadece bu mu? Hayır. Gazetelere el koydular, televizyonlara el koydular, başlarına onların bile inanamadıkları ölçülerde paralar verdiler, kayyumlar atadılar. Ayda 30-40 bin lira para, ya nerede buldu, rüyasında görse inanmaz. Kimin parası? Başkasının parasını veriyorsunuz ve bunlar Türkiye’de oluyor. Sevgili vatandaşlarım, sizin görmeniz lazım artık, bilmeniz lazım. Ülke bir felakete doğru gidiyor, bir ayrışmaya doğru gidiyor ve bunlar Türkiye’yi yönetemiyorlar, bu kadar açık, bu kadar net.

Değerli arkadaşlarım, bir de tabii “Havuz Medyası” dediğimiz bir grup daha var. Hayatlarından onlar çok memnunlar. Bütün haberleri, bütün yorumları iktidarın başarıları üzerine şekilleniyor ve hep bir suçlu arıyorlar. Bu oldu, paralel yaptı; bu oldu, PKK yaptı; bu oldu, IŞİD yaptı; bu oldu, şu yaptı bu yaptı. Sen ne yaptın? Niye yakalamıyorsun? Polisin var, askerin var, valin var, kaymakamın var niye izin veriyorsun sen? Niçin yakalamıyorsun sen? Sen izin verdin de birisi sana engel mi oldu? Hayır, yok öyle bir şey. Türkiye, gerçekten de içinden çıkılmaz dar sokakların içine sürükleniyor. Herkes kaygı içinde, hepimizin çoluk çocuğu var. Çocuklarımızı ne umutlarla yetiştiriyoruz, ne beklentilerle yetiştiriyoruz. Bu ülkede huzur içinde yaşamak istiyoruz. Farklı görüşler olabilir, farklı partiler olabilir, farklı yorumlar olabilir, farklı çözüm önerilerimiz olabilir; biz bunların tamamını zenginlik olarak kabul ediyoruz ama bu düşmanlık, bu terör neden? Neden Türkiye kamplara bölündü? Türkiye’nin bu kamplara bölünmesinin sorumlusu kim? Eğer bu soruyu kendine sormuyorsan vatandaşım, görevini yapmıyorsun demek. On üç yıldır tek başlarına yönetiyorlar. Hani birisi engel olsa deriz ki; “Şunlar engel oldular”, yok öyle bir şey. On üç yıldır yönetiyorsun, terörsüz aldın, Türkiye’yi terör batağının içine soktun. Böyle bir şey olamaz. Bakın bir taraftan medya ayakta kalma savaşı verirken havuz medyasına dünyanın parası aktarıldı. Kamu bankalarından son beş yılda aktarılan para-bunlar bir avuç- eski parayla 1 katrilyonun üzerinde para aktarılıyor arkadaşlar, 1 katrilyon 32 milyar 273 milyon lira para aktarıldı. Kimin parası bunlar? Vatandaşın parası. O kadar memnun ki bunlardan birisi kullandığı şu cümleye bak, sonra İnternet sitelerinden kaldırmaya kalktı, Ethem Sancak Erdoğan için diyor ki “Anam, babam, eşim, çocuklarım sana feda olsun.” Düşünebiliyor musunuz “Sana feda olsun” diyor. Bir cümle var burada “Param feda olsun demiyor” ama. Anası feda, babası feda, eşi feda, çocukları feda, paralar cepte ve siz buna medya patronu diyorsunuz. Sabah akşam CHP’yi eleştirecek, Hükümeti göklere çıkaracak. 1 katrilyonu aldın zaten, malı götürüyorsun. Eşini, anneni, babanı hatta sülaleni feda ediyorsun bir kişi için, sana verdiği için. Paraya değer mi bunlar ya? Para için insan eşini, çoluk çocuğunu satar mı?

Şimdi diyecekler ki ya, niye bu kadar sert konuşuyorsun? Ne söyleyeyim şimdi? İyi mi yaptınız diyeceğiz? Yazık günah değil mi arkadaşlar? Tüyü bitmemiş yetimin hakkını alacaksın, birilerine peşkeş çekeceksin “Efendim, CHP sussun, konuşmasın, sert muhalefet yapmasın.” Ne yapacağız biz? Peki, o vatandaşın hakkını kim savunacak? Kim onun elinden tutacak? Onun haklarını kim dillendirecek? Kimse konuşmuyor, konuşmaktan korkuyorlar ya içeri atılırsak diye.

Değerli arkadaşlarım, açık ve net olarak Hitler’in Almanya’sında ne varsa 21. Yüzyılın Türkiye’sinde aynı şeyler yapılıyor, değişen hiçbir şey yok. Hitler Almanya’sının dünyaya maliyetini herkes bilsin. Eğer bu tablo biraz daha ilerlerse bunun sadece Türkiye’ye değil, Orta Doğu’ya ve dünyaya maliyeti olacaktır. Değerli arkadaşlarım, her şeyi baskılıyorsunuz, her şeye baskı uyguluyorsunuz düşünmek neredeyse yasaklanacak, konuşmak zaten yasak, böyle bir demokrasi olabilir mi? Böyle bir anlayış olabilir mi? Arkadaşlar Çalışan Gazeteciler Günü dolayısıyla Erdoğan’ın bir açıklamasını okudular. Dedim “Herhâlde şaka yapıyorlar, Zaytung’un haberidir”. Bakın haber şöyle: “Gazeteciler ne kadar özgürse ülkenin demokrasisi de o kadar güçlü olur.” Pes yani. Cümle doğru, cümle doğru da söyleyen adam yanlış. Öyle bir noktaya geldi ki değerli arkadaşlar, bir televizyonda program var, programa bir kadın öğretmen bağlanıyor, söylediği şu: “Çocuklar ölmesin.” Vay efendim, sen nasıl çocuklar ölmesin dersin. Özür üzerine özür, programı yapan sanatçı arkadaş da özür diliyor. Kardeşim neden özür diliyorsun sen ya, yürek yok mu sende? Cesaret yok mu, dik durmak yok mu ne özrü diliyorsun? “Üzdüysek..” Kimi üzersin sen? Ancak üzersen üzersen çocuk katillerini üzersin başka kimi üzeceksin, bırak onlar da üzülsünler.

Ben merak ediyorum. Bu sanatçı arkadaşımızın üzerine gidenler gitsinler bir annelerine sorsunlar: Anne benim önemim nedir senin gözünde desinler. Bir evladın önemi nedir annenin gözünde bir sorsunlar bakalım. Sen kalkıyorsun bunu acımasız bir propaganda aleti olarak kullanıyorsun. Bir de birisi kalkıyor, savcı, neymiş? Soruşturma açmış terör örgütü propagandası yapmaktan. Ne zamandan beri “Çocuklar ölmesin” demek terör örgütünün propagandası oldu? Ya, yıllar önce Nazım bunu yazmıştı “Çocuklar ölmesinler, onlar da şeker yesinler” diye, yıllar önce yazmıştı bunu. Tabii, ülke bu hâle gelirse, savcı da Ankara’daki beylerin savcısı olur, cumhuriyetin savcısı olmaz. Cumhuriyetin savcısı farklıdır, cumhuriyetin değerlerini korur. Hemen soruşturma açmış. Şimdi o savcıya sormak istiyorum: Şehirleri, il, ilçe merkezlerini terör örgütü silah deposu hâline getirirken valilere “Dokunmayın” diye talimat veren adam teröre yardım ve yataklık yapan adam değil mi, niye soruşturma açmıyorsun? Oralar silah deposu hâline gelirken bu Ankara’daki beylerin haberi yok muydu? Neden ses çıkarmıyorlar? Soruşturma açacaksan buna aç; dünyanın verisi var, sorarsın bürokrasiye sana dünyanın belgesi önüne gelir. Sen bunları bırakıyorsun, talimat gelmiş, talimatın gereğini yapıyorsun. Hani, Hitlerin adalet danışmanı vardı ya… Diyor ki hâkimlere “Bir hâkim nasıl karar verecekse Führer o olayda nasıl karar verecekse öyle karar vermeli” diyor. Aynen, bakın benzerliğe, Erdoğan nasıl karar verecekse sen de öyle karar vereceksin. Böyle bir düzen olabilir mi?

Değerli arkadaşlarım, son beş ayda 58 çocuk öldü. Çocukların ölmesini istemeyiz, kadınların ölmesini istemeyiz, sivillerin ölmesini istemeyiz. Şehitlerimiz geliyor, içimiz kan ağlıyor. Şehitlerimizin birisinin evini burada göstermiştim, Balıkesir Dursunbey’de. Babası üzülmüş “O evi niye gösterdiniz?” diye. Kendisini aradım, kendisiyle konuştum. Bir soru sordum: Senin çocuğun askere gidiyor, eyvallah, bu Ankara’daki beylerin çocukları niye askere gitmiyor, onlar niye askere gitmiyorlar? Onlar niye askerlik yapmıyorlar? Aynı şey Samsun’da oldu, gazetelerde yine fotoğraf var. ”İnsan yaşamaz” diyorlar o evde. Şu soruyu bütün vatandaşların kendisine sormasını istiyorum: Düne kadar terör yoktu hükümet olduklarında. Ne oldu da terör böyle tırmandı? Kimin yüzünden tırmandı? Bu ülkeyi kim yönetiyor? Şehitlere “Kelle” diyenler bunlar değil miydi Allah aşkına? Bizim unuttuklarımızı mı sanıyorlar bunlar.

Değerli arkadaşlarım, pek çok olay var, aslında hepsinin üzerinde durmamız gerekiyor. Biliyorsunuz Soma’da da ciddi acılar yaşandı. 301 madencimiz toprağın altında hayatını kaybetti. Maden şehitleri dedik. Öyle bir tezgâh hazırlıyorlar ki arkadaşlar, öyle bir tezgâh hazırlıyorlar ki o maden şehitlerinin anneleri, babaları, çocukları haklarını almasınlar diye TKİ’yi de kullanarak, Türkiye Kömür İşletmelerini de kullanarak onların haklarına engel olmak için her türlü çabayı harcıyorlar. Dava görülüyor, anneler, babalar dava açıyorlar, çocuklarının haklarını istiyorlar. Mahkeme tedbir koyuyor şirketin hesaplarına 300-500 bin tedbir koyuyor. Bunlar uyanıklık yapıp hemen gidiyorlar TKİ’den bir yazı alıyorlar. Daha bundan sonra ödenecek gelirlerle – daha bir şey yok- ilgili yazı alıyorlar. Aldıkları yazıyı, 182 milyonu götürüyorlar bankaya, bu vatandaşların alacaklarının önceliğinden bir sıraya, daha önceki bir sıraya bunları koyuyorlar yani vatandaş davayı kazansa, “Alacağımı istiyorum” dese diyecekleri ki “Bir dakika, daha senin sıran gelmedi, önce bunu ödeyeceğiz ondan sonra”. Buna temlik diyorlar. Kim söylüyor bunu? Sayıştay söylüyor değerli arkadaşlar, Sayıştayın raporunda var. Peki, ben merak ediyorum. Soma’da bu kadar acı yaşanırken, bu kadar göz yaşı yaşanırken bu TKİ Genel Müdürü yerinde kalırken Sayın Davutoğlu ahlaktan söz edebilir mi? Erdemden söz edebilir mi? Vatandaşın, tüyü bitmemiş yetimin hakkından söz edebilir mi? Ne diyordu? “Yolsuzluk yapanı kardeşimiz de olsa kolunu koparırız.” Buyur, kolunu kopar elinden tutan mı var. Bir kararname imzalayacaksın görevden alacaksın ve soruşturma açacaksın. “O işçilerin haklarını niçin sen birilerine ipotek ettin” diye soracaksın. Sorabilir mi? Soramaz efendim, çünkü ağabeyi izin vermez.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye bu hâldeyken, içimiz kan ağlıyorken, her gün yeni olaylarla, terör olaylarıyla, şehitlerimizle yüz yüze gelirken birisinin derdi sadece başkanlık ve başkanlığı getirmek için de ne gerekiyorsa yapıyor. Vatandaşa doğru bilgi vermiyor. Oysa bir siyasetçinin temel görevi vatandaşa doğru bilgi vermektir. Bilgiyi doğru vereceksiniz ki vatandaş size güvenebilsin, siyasetçiye güvenebilsin. Eğer siyasetçinin itibarı yerde sürünüyorsa ona yanlış bilgi verildiği içindir. Bakın başkanlık için ilk başta şu örneği verdi Sayın Erdoğan: “Gelişmiş ülkelere bakalım, görüyoruz ki tamamına yakınında başkanlık sistemi var.” Tamamen yalan. Gelişmiş ülkelerin ilk yirmisini aldık, ilk yirmisi, yirmi ülkeden on altısı parlamenter sistemle yönetiliyor, sadece ikisinde başkanlık sistemi var. Niye millete doğruyu söylemiyorsun? Yazık günah değil mi? Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturuyorsun, o koltukta oturan halka doğru bilgi vermek zorunda değil mi? Başkanlık sistemini isteyebilirsin ama vatandaşa doğru bilgi ver, niye doğru bilgi vermiyorsun? Peki, son yirmiye bakalım. Dünyanın en az gelişmiş son yirmi ülkesine bakalım. Orada da yirmi ülkeden on beşinde başkanlık sistemi var yani söylediği tam tersine. Az gelişmiş ülkelerin, gelişmemiş ülkelerin çoğunluğunda başkanlık sistemi var, gelişmiş ülkelerin çoğunluğunda da parlamenter sistem var. Bunu söyledi. Sonra kalktı bir şey daha söyledi. “Efendim, İngiltere’de başkanlık sistemi var.” Herhâlde İngiliz Kraliçesi de “Ya, ben başkanım” falan demeye başlamıştır. Yok, parlamenter sistem var, üstelik yıllardır. Niye halka doğruları söylemiyorsun, neden söylemiyorsun? Bunlar yetmedi bir şey daha söyledi. Baktı ki bu örnekler fazla tutmuyor, bu sefer Hitler örneğini verdi çünkü içinden o geçiyor, onu dile getirdi. “Mesela Hitler parlamenter sistemdi başkanlık sistemine dönüştü” dedi. Ne oldu başkanlık sistemine dönüştü ne oldu? Milyonlarca insan hayatını kaybetti. Söylediği gafın farkına vardı internet sitesinden sansürledi onu, kendi internet sitesinde kendi sözlerini sansürledi.

Değerli arkadaşlarım, şu soruyu kendimize soralım: Hitler, doğru parlamenter sistemden başkanlık sistemine dönüştü ama aynı Almanya başkanlık sisteminden vazgeçip parlamenter sistemi kabul etti ve bugün Almanya Avrupa’nın en gelişmiş ülkesidir. Bu gerçeği de hepimizin bilmesi gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım, on üç yıldır iktidardalar neyi çözdüler? Siz işsizlik sorununu çözdünüz mü? Çözmediyseniz neden? Yoksulluk sorununu çözdünüz mü? Çözmediyseniz neden? Terör sorununu çözdünüz mü? Çözmediyseniz neden? Bütün bunların tamamını sormak zorundayız. Çözemediyseniz neden? Kim size engel oldu? Efendim, Anayasa engel oldu. Engel olan maddeleri söyleyin, “Şu madde bize engel oldu” deyin. Sordum kendilerine: Hangi madde size engel oldu? “Engel olan bir madde yok” diyorlar, yok zaten. Nedir size engel olan?

Değerli arkadaşlarım, bakın ülkeyi yönetemiyorlar diyorum, gerçekten yönetemiyorlar. On üç yıldır yöneteceksiniz işsizlik lafını ağzınıza almayacaksınız; 6 milyon gencimiz işsiz. Rakamları vereyim size: Brezilya, bize benzeyen bir ekonomi, işsizlik yüzde 7.5, Endonezya 6.1, Meksika 3.9, Amerika yüzde 5, Almanya yüzde 4.5, Güney Kore yüzde 3.5, Türkiye yüzde 10.3, tam bir rekor kırıyor. On üç yıldır ülkeyi yönetiyorlar işsizlik belası gelmiş kapımızda bekliyor. Üzerinde duran yok, “Ya bu çocuklara iş lazım” diyen yok. Vatandaşıma şunu da hatırlatayım: Sosyal devlet denen bir kavram var. Sevgili vatandaşım, senin çocuğun işsizse hükümete dönüp “Benim çocuğuma iş bulacaksın” deme hakkın var, sosyal devlet odur. Eğer karnın açsa sosyal devlete dönüp “Benim karnımı doyur” deme hakkın var, sosyal devlet budur. Kişi başına gelir 2014’te 10 390 dolardı, 2015’te 9 268 dolara düştü, gelir düştü. Şimdi, sevgili vatandaşım, kendine soracaksın, niye bu kişi başına milli gelir düşüyor? Hangi gerekçeyle düşüyor? Kim yönetiyor bu ülkeyi? Herkesin geliri artarken Türkiye’deki vatandaşın geliri niye düşüyor? Gelelim gıda fiyatlarına. Dünyadaki gıda fiyatları yüzde 15,6 düştü, dünyada gıda fiyatları yüzde 15,6 düştü. Türkiye’de yüzde 10,9 arttı, bizde de fiyatlar arttı, niçin? Bu soruyu kendinize soracaksınız. Enerji fiyatları bütün dünyada düşüyor, bizde her benzin istasyonu bir vergi dairesi gibi ve sürekli artıyor. Kendine soracaksın kardeşim.

Değerli arkadaşlarım, bir konuya daha değineyim yargının sefil hâlini göstermek için, içine düştüğü hâli göstermek için. Yargı, üzülerek söylüyorum, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığının arka bahçesi hâline dönüştürülmüş durumda. Bakın net, arka bahçesi hâline dönüştürülmüş durumda. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı bir toplantı yapıyor kendi projelerini anlatmak üzere Sayın Başbakan’a. Olabilir, kimse itiraz etmez, hakkıdır da projelerini anlatır, öngörülerini anlatır, karşılaştığı sıkıntıları anlatır ama buraya, bu toplantıya Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay Başkanları da katılıyor. Bizim cumhuriyet tarihimizde bir ilktir. Şimdi ben şu başkanlara sormak istiyorum: Sizin orada ne işiniz var? Niye gittiniz siz oraya? Hangi gerekçeyle gittiniz oraya? Birinci sorum bu, hangi gerekçeyle siz bu toplantıya gittiniz Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay başkanlarına açık ve net soruyorum: Hangi gerekçeyle gittiniz oraya?

İkinci sorum: oraya neyin karşılığında gittiniz siz? Ne vaat edildi de size oraya gittiniz? Bunun da cevabını istiyorum.

Sayıştay Başkanına soruyorum: Sen Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin hesaplarını denetlemek zorundasın, senin kurumun denetlemek zorunda. Sen oraya denetçi mi göndermeyeceksin, onun sözünü mü verdin? Ve şimdiye kadar Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin hesaplarını kaç denetçiyle ne kadar sürede denetledin? Açıklayacaksın bunu. Sen oraya hangi gerekçeyle gidiyorsun? Yoksa “Senin hesaplarını denetlemeyeceğim, sen bildiğini oku” demek için mi, o cesareti vermek için mi sen oraya gittin?

Diğer sorum Yargıtay Başkanına: Yargıtay’da dünya kadar Ankara Büyükşehirin davaları var. Sen o davaların güvencesi olmak için mi oraya gittin, hangi gerekçeyle gidiyorsun sen o toplantıya? Sen yargıyı mı yöneteceksin yoksa Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı seni mi yönetecek?

Ve Danıştay Başkanı, dünya kadar davası var. Herhâlde şunun için gitti: Sen bildiğini oku Sayın Başkan. Ben senin arkanda kapı gibi duruyorum. Yargı kararlarını takmasan da olur. Bu toplantıya ayın 6’sında katılıyorlar. İki gün sonra ayın 8’inde başkan açıklama yapıyor. Başkanın adını da unuttum neydi? Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı’nın adı! İki gün sonra açıklama yapıyor: Ulus düzenlemesiyle ilgili bir yargı kararı alınmış, yürütmeyi durdurma kararı, kullandığı cümle aynen şu: “İsteseler de istemeseler de Ulus dönüşümünü yapacağız” Yani yargı kim oluyor arkadaş? Buna bu cesareti kim veriyor? Danıştay Başkanı olan hanımefendi veriyor. Sizin orada ne işiniz var? Siz politik bir kişi misiniz? Bu çürümeye neden siz alet oluyorsunuz? Siz bulunduğunuz kurumları yıpratıyorsunuz. Bizim yargıya saygımız var, Yargıtay’a da, Danıştay’a da, Sayıştay’a da saygımız var. Bunlar köklü kurumlardır ama bu kurumların başına politik kişiler gelince kurumlar kendi içinde çürümeye başlıyorlar. O çürümeye zemin hazırlayanlar işte bu tür kendisini yargıç kabul eden insanlar. Bunlar yargıç değil, bunların yargıyla falan yakından uzaktan ilgileri yok.

Değerli arkadaşlarım, biliyorsunuz bu Irak Başika’ya gitmeyi eleştirmiştim yani “Siz Trabzon’a veya Maraş’a asker göndermiyorsunuz, başka bir ülkeye asker gönderiyorsunuz, dolayısıyla izin almanız lazım ve göndermeniz lazım” demiştik. Yoksa göndermeyin diye bir düşüncemiz yok. Elbette asker orada olmalı, Türkiye’nin güvenliği açısından orada olmalı, zaten vardı orada, birkaç yerde vardı, gitmeleri gerekiyor, hiçbir tereddüdümüz yok. Türkiye’nin menfaatleri neredeyse biz ona destek veririz. Hiç kimsenin de en ufak bir endişesi olmasın ama Türkiye’nin şamar oğlanına dönüşmesini asla kabul etmeyiz. Gönderiyorsun asker, sana 48 saat süre veriyorlar, 48 saat içinde geri çekeceksin diye. Haber gönderiyorlar “Geri çekildik.” diye. Bu, bizim ağrımıza gidiyor. Onların ağrına gitmez ama bizim ağrımıza gidiyor. Biz, Türkiye’nin ciddiyetini, büyüklüğünü, potansiyelini bölgede hissettirmek isteriz. Türkiye güçlü bir ülkedir. Bunların elinde imajı zedelendi Orta Doğu’da ve dünyada.

Şimdi bakın değerli arkadaşlarım, 8 Ocak’ta Erdoğan bir açıklama yapıyor, Sayın Cumhurbaşkanı, diyor ki: “Başika’ya IŞİD militanları saldırdı, Türk Silahlı Kuvvetleri müdahale etti, 18 IŞİD militanı etkisiz hâle getirildi” yani öldürüldü. Ben de merak ettim. Bu açıklamayı niye Cumhurbaşkanı yapar? Bu açıklamayı normalde Genelkurmay’ın yapması lazım, çarpışan asker. Genelkurmay’ın internet sitesine girdim. “Basın duyuruları, basın açıklamaları” diye iki bölüm var. Basın duyurularına girdim, hiçbir haber yok, sayfa boş. Basın açıklamalarına girdim, 8 Ocak yani Erdoğan’ın açıklama yaptığı gün sadece Cizre ve Sur’da şehit haberlerinden söz ediyor Genelkurmay Başkanlığı. Başika’dan, 18 IŞİD militanını öldürmekten hiç söz etmiyor, yok öyle bir açıklama. 10 Ocağa gittim, hani olur ya belki Genelkurmay atlamıştır, iki gün sonra açıklama yapar diye. Orada da Sur’da şehit haberleri var, yani Genelkurmay’ın böyle bir açıklaması yok. Sonra yalanlandı bu haber, hem Irak tarafından yalanlandı hem Kürt bölgesi tarafından yalanlandı, böyle bir şeyin olmadığı söylendi. Şimdi, ben sevgili vatandaşlarıma sormak istiyorum: Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan birisi halkı bilgilendirmek için yalan haber yayar mı? Yalan haber söyler mi? Yalan söylediği zaman itibarı olur mu? Savaşan asker orada, topu atacak asker de orada asker hiçbir açıklama yapmıyor ama bu oturuyor kendi kendine bir açıklama yapıyor “28 IŞİD militanını etkisiz hâle getirdik.” Ortada böyle bir şey yok, olmayan bir şeyi açıklıyor.

Değerli arkadaşlarım, biliyorsunuz bir yalan var, bir kuyruklu yalan var bir de Erdoğan var, üç tür yalan var. Şimdi vatandaşlarım diyecekler ki ya, bunlar doğru mu? Söylüyorum size, girersiniz Genelkurmay’ın internet sitesine bakarsınız. Merak ettim, arkadaşlarıma sordum, gazeteci arkadaşlara da sordum, ya, Genelkurmay’ın bir açıklaması var mı? “Hayır, hiçbir açıklaması yok” dediler. Davutoğlu’nun bir açıklaması var mı? Onun da böyle bir açıklaması yok. Bu Erdoğan nereden çıkarıyor bu açıklamayı? Kendi kendisini kahraman ilan etmek içinse yalancılıktan kahramanlık olmaz, benim bildiğim yok böyle bir şey. İlk kez bizim cumhuriyet tarihinde böyle olaylarla karşılaşıyoruz. Ne söyledim? Türkiye iyi yönetilmiyor ve bu hükümet, tepedeki zat da dahil bu ülkeyi yönetemiyorlar ve Türkiye süratle kaosun içine sürükleniyor. Her vatandaşımın oturup düşünmesini istiyorum. Ülkemizi seviyoruz, kimliği ne olursa olsun, inancı ne olursa olsun, yaşam tarzı ne olursa olsun bu ülkede huzur içinde, barış içinde yaşamak istiyoruz. Hiç kimseyi ötekileştirmek istemiyoruz. Bunlara sakın ola ki umut bağlamayın. Bunlar ceplerini düşünürler. Bunlar cepleri için yapmayacağı hiçbir şey yok. Emin olun kefen dolardan olsa kefeni de dolardan yapacaklar bunlar. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını savunan biziz, demokrasiyi savunan biziz, ahlakı savunan biziz, yalana karşı olan biziz. Hepimizin oturup düşünmesi lazım. Ülkemizi seviyoruz, yazık günah bu ülkeye. İçimiz burkuluyor, içimiz acıyor. Çocuklarımız var, gencecik fidan gibi çocuklarımız. Babalar çocuklarını toprağa veriyor. Bundan daha büyük bir acı olabilir mi? Bu acıyı on üç yıldır size yaşatan kim? Bunun hepsinin sorgulanması lazım. Demokrasiyi güçlendirmek istiyorsak vatandaş olarak kendimize soru soracağız, vicdanımıza soru soracağız, o zaman bu ülke kurtulur.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.”