12.04.2016

12 Nisan 2016 tarihli TBMM Grup Konuşması

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA:

- BEN MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN VE BÜLENT ECEVİT’İN ÇIRAĞIYIM, SEN DE HIRSIZLARIN USTASISIN


CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “Bana sataşmayı da ihmal etmiyor “O çıraktır, çırak” diyor. Buradan söyleyeyim: Ben Mustafa Kemal Atatürk’ün ve Bülent Ecevit’in çırağıyım. Sen de hırsızların ustasısın. Arada fark var. Hırsızlık konusunda kimse eline su dökemez, gayet açık gayet net söylüyorum, aile boyu hırsızlık yaptılar.” dedi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup toplantısındaki gündeme ilişkin değerlendirmeleri şöyle:

Değerli arkadaşlarım, bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan hepinize en sıcak sevgimizi ve dostluğumuzu gönderiyoruz.
Türkiye’nin zor şartlar altında bulunduğunu biliyorum. Dün gece bomba yüklü bir araçla saldırı yapıldı, teröristler saldırdılar, 2 şehidimiz ve 46 yaralımız var. Emin olun her şehit haberi yüreğimizi yakıyor. Düşünün hükümettesiniz, hükümet olduğunuz tarihte Türkiye’de terör yok. On dört yıl geçmiş “Ben bu sorunu çözeceğim” diye oturdular –oturmadık masa kalmadı- şimdi her gün neredeyse şehitlerimiz geliyor. Bunun hesabını bu iktidar verecek; şehitlerin, gazilerin hesabını verecek bu hükümet. Şehirler silah deposu hâline getirilirken “Aman, sakın dokunmayın” diyenler bunun hesabını verecek. Kamyonda Kalaşnikof silahlar Nusaybin’de dağıtılırken seyrediyorlardı. Her gün şehidimiz geliyor. Bunun hesabı sorulmayacak mı? Vatandaşlar Kilis’te –düşünün, ilçemiz Kilis’te- her gün onlar da diken üstündeler “Acaba bomba nerede patlayacak?” diye. Yazık günah. Bu memleketi bu hâle kim getirdi Allah aşkına? Sabah akşam CHP’yi suçluyorlar. İnsan denen bir şey var ya, insanda biraz vicdan olur, vicdan. Ya, iktidarda sizsiniz kardeşim. Bütün belalardan kendinizi sıyırıyorsunuz. Ne kadar sorumluluğunuz varsa sorumluluğu alıp bir başka yere yıkıyorsunuz. Şehitlerimiz geliyor, sorumlusu PKK. Sen nesin kardeşim? Sen, Türkiye Cumhuriyeti devletini onunla meşru hâle getirmedin mi? Aynı masaya oturtmadın mı? Bütün bunların hepsinin bütün vatandaşlarım tarafından kendi vicdanlarına sorulmasını istiyorum, başka bir şey istemiyorum. On dört yıldır bu ülkeyi bu hâle kim getirdi sorsunlar vicdanlarına.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİN SOYULDUĞUNU ARTIK HERKES BİLİYOR
Emin olun gittiğim her yerde -ceplerim dolu- iş istiyorlar. İktidara gidin. İş yok. Nasıl bulacağız biz işi? Gencecik çocuklar, üniversiteyi bitirmiş çocuklar taşeron işçisi olmaya razı “Asgari ücretle bir yerde çalışayım en azından. Evime ekmek götüreyim. Babamın eline muhtaç olmayayım.” diyor. Peki, bunların çocukları? Bu Ankara’daki beylerin çocuklarının bir eli yağda bir eli balda! Bunlar, Türkiye için hayırlı sonuçlar değil arkadaşlar. Türkiye Cumhuriyeti devletinin soyulduğunu artık herkes biliyor.
Bakın değerli arkadaşlarım, geçen hafta Uluslararası Şeffaflık Derneğinin bir Türkiye analizi yayınlandı, “Türkiye’de hükümet nedir? Türkiye Cumhuriyeti nasıl bir pozisyondadır?” Uluslararası Şeffaflık Derneği tarafından. Yolsuzluk araştırması yaptılar, yolsuzlukla etkin mücadele yapılıyorsa kurumların en az 60 puan alması lazım, 60’ın altındaysa demek ki o ülkede kurumlar yolsuzlukla mücadele etmiyorlar. Şimdi bakalım. Türkiye’de en düşük puan olan 60’ın üstünde hiçbir kurum yok, sıfır. Meclis, Türkiye Büyük Millet Meclisi 100 üzerinden 42 puan almış. Dosyayı kapatan Meclisin 42 puan alması çok iyi. Savcılar, iktidarın emrinde olan savcılar 100 üzerinden 40 almışlar. Yargı, 100 üzerinden 39. Hükümet yani AKP Hükümeti 100 üzerinden 33, bütün dosyaları kapatıyorlar. Basın, 100 üzerinden 26 puan.
Değerli arkadaşlarım, raporda Türkiye’nin bu hâle geldiği de anlatılıyor. Türkiye’nin neden bu tabloyu dünyaya gösterdiğini beş madde hâlinde açıklıyor.
1 – Tüm sistemi etkileyen başlıca sorunların biri kuvvetler ayrılığı ilkesine uyulmamasıdır yani yasama, yargı ve yürütmenin görevini yapmamasıdır. Eğer kuvvetler ayrılığı ilkesi olsaydı böyle bir tablo çıkmazdı.
2 – Yürütme organının yani hükümetin Anayasal sınırlara saygı göstererek yetkilerini bu sınırlar içinde kullanması gerekmektedir. Hükümet, yetkilerini Anayasal sınırlar içinde kullanmıyor diyor.
3 – Yürütme organının yani hükümetin yasama, medya, kamu denetçiliği gibi kurumlar üzerindeki nüfuzu ülkedeki denge ve denetleme mekanizmalarının devre dışı olmasına yol açmaktadır. Yani ülkede denge kalmadı; yürütme organı hem yasama organını hem yargı organını baskı altına alıyor ve bu iki kurum görevini yapamaz hâldedir.
4 – Gücün yürütme organında merkezileşmesi yani hükümetin bütün bu gücü elinde tutması medya, sivil toplum gibi sivil aktörlerin yolsuzlukla mücadelesini zayıflatmaktadır. Kimse korkudan “Yolsuzluk var” diyemiyor içeri atılır mıyım diye, böyle bir endişe taşıyor.
5 – Kurumlarda görülen yetersizlikler büyük oranda yürütme organının şeffaflık sistemi üzerine düşen koyu gölgesinden kaynaklanmaktadır diyor.

PARLAMENTO HÜKÜMETİN EMRİNE ALINMIŞ DURUMDA
Daha ne desin? Uluslararası bir kuruluş Türkiye’yi böyle görüyor. Şimdi, eğer yolsuzluklarla mücadele edilseydi, hırsızlıklarla mücadele edilseydi böyle bir tablo asla ortaya çıkmazdı. Türkiye’de örnek mi, mücadelenin örneklerini vereyim size. Dokunulmazlıklar söz konusu olduğunda yolsuzluk yapan bakanlarla ilgili dokunulmazlıklar söz konusu olduğunda “Bunlara dokunmayın, benim hırsızım iyidir, devleti soyabilir, hiçbir sorun yok” diyor. Ya, yolsuzluk yaptı “Olsun, bu bizdendir, yapabilir” diyor. 4 bakanın dosyası böyle kapatıldı. Bütün dünya bunu biliyor, biz de biliyoruz, Mısır’daki Sağır Sultan da biliyor ama hesabını Parlamento soramıyor çünkü Parlamento hükümetin emrine alınmış durumda. Medya mı diyorsunuz? Eğer hükümetten yanaysanız bütün kamu bankalarının ilanları gelir, her türlü reklam gelirini elde edebilirsiniz, her türlü kredi açılabilir yeter ki havuz medyasından olun; değilseniz her türlü ceza ve baskı üzerinizde vardır. Bunu dünya biliyor mu? Elbette biliyor. Yargı mı diyorsunuz? Ne diyor AKP’li milletvekili? “Başkanlık sistemine ne gerek var; yasama, yargı ve hükümet zaten bizim emrimizde, biz zaten istediğimizi yapıyoruz. O zaman neden bunlar bu kadar itiraz ediyorlar?” diyor. Bir gerçeğin bu kadar net ifade edildiği ilk kez Türkiye’de duyuluyor arkadaşlar. “Ben yasama ve yargı organını kendi emrimde tutuyorum, dolayısıyla bana hiçbir güç dokunamaz” diyor. Tabii, değerli arkadaşlar, böyle bir tablo ortaya çıkınca bir ahlaki erozyon da doğal olarak ortaya çıkıyor. “Benim hırsızım iyidir, benim yolsuzluk yapanım iyidir” dediğiniz zaman, diğerlerine dokunmadığınız zaman vatandaş da haklı olarak diyor ki “Bunlar çaldığına göre benim de çalma hakkımdır. Madem bunlar malı götürüyorlar ben de cebime beş-on kuruş atabilirim, götürebilirim” diyor. Ahlaki yozlaşma hiç bu kadar yüksek düzeye çıkmamıştı, ilk kez on dört yılda din üzerinden siyaset yapan bir iktidar döneminde ahlaki yozlaşma yüzde yüz artmıştır arkadaşlar. “Yapanın yanına kâr kalıyor” deniyor. Gerçekten de yapanın yanına kâr kalıyor. Ama milletime sözüm söz, siz, kul hakkı yiyenlerden hesap sorulmasını istiyorsanız tek bir adresiniz vardır, Cumhuriyet Halk Partisi. Bütün vatandaşlarıma sesleniyorum: Kul hakkı yiyenden hesap sorun diyorsanız, bu İslamiyet’te en büyük günahtır diyorsanız, o günahın gereğinin yerine getirilmesini istiyorsanız gelin Cumhuriyet Halk Partisi’ne bu düzeni kökten değiştirelim.

SİYASİ AHLAK YASASI ÇIKARSA TÜRKİYE KURTULUR
Ahlak çok önemli bir kavramdır. 21. Yüzyılın dünyasında ahlakın olmadığı hiçbir toplum yoktur. Eğer siz, ahlaki yozlaştırırsanız ülkeyi yozlaştırırsınız, saygınlığını bitirirsiniz, sonunu getirirsiniz o ülkenin. Değerli arkadaşlarım, ahlak, kavram olarak pek çok kültürden beslenir; dinden beslenir, kültürden beslenir, ekonomiden beslenir, bütün alanlardan beslenir. 21. Yüzyılın dünyasında bütün mesleklerin neredeyse ahlaki kurulları vardır. Doktorlar, kuralları vardır; avukatlar, kuralları vardır; hâkimler, kuralları vardır; memurlar, kuralları vardır; köye gidin köyde de ahlaki kurallar vardır, kendi geleneklerinden oluşturdukları ahlaki kurallar vardır. Peki, değerli arkadaşlarım, hangi alanda ahlaki kural yok? Sadece siyasette, siyasette ahlaki kurallar yok. O nedenle, her seferinde ısrarla söylüyoruz, siyasi ahlak yasası çıkmalı, siyaset kirlilikten arınmalı diye. Bu olursa Türkiye kurtulur. Ahlak bütün inançların, bütün dinlerin ortak temelidir. Ahlak, inançları yüceltir, insani yüceltir, görkemli kılar. “Bu ahlaklı adamdır” dendiği zaman insanlar önünden kalkarlar “Evet, bu ahlaklı bir adamdır” diye. O, aynı zamanda başvurulan kişi demektir. Vicdanının sesini dinleyerek karar veren kişi demektir. Olayları sağlıklı sorgulayan kişi demektir. İslamiyet’te de ahlak çok önemlidir. Ben size bir örnek vereceğim değerli arkadaşlarım. Kime nasıl davranıldığını açıklayan bir örnek: Mekke’nin ileri gelen ailelerinden bir kadın hırsızlık yapıyor, takı çalarken yakalanıyor. Kadın, ileri gelen ailelerden olduğu için birisini araya koyuyorlar. “Gidin, Sevgili Peygamberimize söyleyin, bu kadını bağışlasın.” Götüren kişi Usame Bin Zeyd. Usame Bin Zeyd, Hz. Ali ile beraber Sevgili Peygamberimizin cenazesini yıkayan kişidir, sahabedir, bu kadar önemli bir kişidir. O nedenle, etkin aile gidiyor, bu kişiyi buluyor. “Seni Sevgili Peygamberimiz kırmaz, git, bu aileden şu veya bu şekilde ailenin affedilmesini iste. “ Usame Sevgili Peygamberimize gider, ricada bulunur “Bu kadını affedin” der. Eski Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’nun Diyanetin İslam Ansiklopedisi bölümündeki cümlelerini aynen okuyorum bu olayla ilgili olarak. Sevgili Peygamberimiz, Usame’nin bu talebi üzerine öfkelenir ve aynen şunu söyler: “Geçmiş ümmetlerin helak olmasının başlıca sebeplerinden birinin cezaların sadece fakir ve zayıf kimselere tatbik edilip zengin ve soylu güçlülerin affedilmesi olduğunu” söyler. “Fakire cezayı uyguluyorsun, zengin ve soyluya cezayı uygulamıyorsun. Bu, sebeplerden helak olan geçmiş kitlelerin sebeplerinden birisidir.” diyor ve ardından ekliyor. “Allah’a yemin ederim ki eğer hırsızlık yapan Muhammed’in kızı Fatıma olsaydı, onun da elini keserdim” diyerek cezayı uygular. İşte ahlak budur, işte erdem budur, işte güzellik budur, işte adamına göre muamele budur. “Bizden, koruyalım...”

KENDİ HIRSIZLARINI KORUDULAR MI, KORUMADILAR MI
Bunlar sabah akşam din üzerinden siyaset yapıyorlar değil mi? “Allah, Peygamber” diyorlar, değil mi? Din iman diyorlar, değil mi? Kendi hırsızlarını korudular mı, korumadılar mı? Hırsızların altına yattılar mı, yatmadılar mı? Biliyorum, yine kıyameti koparacaklar, Kılıçdaroğlu bunu niye söyledi? Kim hırsızın önüne yatarsa, karşısında beni bulur, benim vicdanım rahattır. Sevgili Peygamberimizin güzel bir hadisi vardır: “Ben güzel ahlaki tamamlamak üzere gönderildim” der. Ahlak bu kadar önemlidir. Ahlaka bu kadar değer veriyoruz biz. Toplumda herkesin ahlaklı olmasını istiyoruz. Ahlaki kurulların yüceltilmesini istiyoruz. Adamına göre muamele değil, herkesi eşit muamele istiyoruz. Müslüman olan ne yapar? Müslüman olan yalan söylemez, Müslümanlıkta yalan söylemek yoktur. Başka? Küfür etmez. Başka? Kul hakkı yemez. Başka? İsraf yapmaz. Başka? Kibirden sakınır. Başka? Sözünde durur, yalan söylemez. Allah aşkına, ben bütün vatandaşlarıma sesleniyorum: Çıktılar ne dediler? “Camide içki içildi” dediler. Yalan söylediler. Caminin imamı ne dedi? “Ben imamım, nasıl yalan söylerim, burada içki içilmedi. Doğruyu söyleyen imamı başka yere sürdüler ve kendi yalanlarının arkasında durdular. Şimdi, gel de sen bunlara Müslüman de. Nasıl insanlar bunlar? Kabataş İskelesinde ne demişlerdi? “Başı örtülü, çocuğu olan bir kadına otuz-kırk kişi saldırdı” Ve ilave etmişlerdi “Bunun görüntülerini Salı günü göstereceğim grupta.” Ne görüntü var ne de bir şey var. Yalan mı? Müslüman yalan söyler mi? Söylemez. Küfür etmez Müslüman. “Terbiyesiz” diyen bunlar, “Cibilliyetsiz” diyen bunlar, “Ahlaksız” diyen bunlar, “Sapık” diyen bunlar, hatta bir gazeteci kadına “Haddini bil edepsiz” diyenler bunlar. Peki arkadaşlar, bunu söyleyen bir ülkenin Başbakanı ise topluma örnek olamaz. Başka? Kul hakkı yemek en büyük günahtır. İslamiyet’te en büyük günah kul hakkı yemektir. “Her türlü günahınla gel affederim ama kul hakkıyla karşıma gelme” der Rabbimiz “gelmeyeceksin” der. Peki değerli arkadaşlarım, aile boyu yolsuzluk yapmadılar mı bunlar? Köşeyi dönmediler mi bunlar? Vatandaşın beş kuruşuna tenezzül etmediler mi bunlar? 33 milyar liralık kaçak elektriğin faturasını namuslu insanlara yüklemediler mi bunlar? Defalarca çağrı yaptım, çık adam gibi söyle “Ben kul hakkı yemedim” diye. Korkudan bu lafı duymazlıktan geliyor, hepsini duyuyor ama bunu duymuyor, neden? Sabah akşam kul hakkı yediği için.

OTURDUĞU SARAY HARAM SARAYDIR
Tabii, bu arada bana sataşmayı da ihmal etmiyor “O çıraktır, çırak” diyor. Buradan söyleyeyim: Ben Mustafa Kemal Atatürk’ün ve Bülent Ecevit’in çırağıyım… Ama ona söyleyeyim, o zata da söyleyeyim, sen de hırsızların ustasısın, arada fark var. Hırsızlık konusunda kimse eline su dökemez, gayet açık gayet net söylüyorum, aile boyu hırsızlık yaptılar, aile boyu yaptılar. Müslüman israftan kaçınır değerli arkadaşlarım. Ebuzer’in Muaviye’ye söylediği vardı, değil mi Sarayı konusunda, aynen şöyle: “Bu sarayı halkın parasıyla yaptıysan yani vergilerle yaptıysan hırsızlıktır, haksızlıktır; eğer bu sarayı kendi paranla yaptırdıysan israftır, haramdır” diyor. Oturduğu saray haram saraydır. Çoluk çocuk ekmek bulamazken, insanlar işsizken sen kalkıyorsun dünyanın parasını veriyorsun kendine saray yaptırıyorsun. Bunu kaça mal ettin dediğimizde de bunu açıklamıyorsun. Neden açıklamıyorsun? Bir, hırsızlar çaldıkları malı açıklamazlar; iki, bu tür sarayda oturanlar açıklamazlar, ikisinin de felsefesi aynıdır. Evet, Müslüman adam sözünde durur, hele hele namusu ve şerefi üzerine yemin etmişse kesinlikle durur. Peki bu zat, namusu ve şerefi üzerine yemin etti “Namusum ve şerefim üzerine tarafsız davranacağıma ant içerim” dedi, niye peki durmuyorsun sözünde kardeşim, niye durmuyorsun? Hangi gerekçeyle durmuyorsun? Bir şeyi söylüyorum: Bu hırsızların ve tecavüzcülerin din maskelerini kesinlikle indireceğim.
Sayın Davutoğlu “Edep ya hu” demiş, bana yollama yapıyor. Edep nedir, biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Yasalarla verilen görev, en azından yasalarla verilen görev yerine getiriliyorsa edep de vardır, ahlak da vardır. Kurallara uyuluyorsa edep de vardır, ahlak da vardır. Edebin özü insani kâmildedir. İnsanı kâmil hem edeplidir hem ahlaklıdır. Şimdi kalkıp İstanbul’da konuşuyor “Nereden çıktı bu gökdelenler? Bir bıçak gibi İstanbul’un bağrına hançerlenmiş gibi? Ya arkadaşlar, bu adam gerçekten başbakan mı? Türkiye’de yeni mi yaşıyor bu? Ya, İstanbul’u yirmi küsur yıldır siz yönetiyorsunuz. Ama söyleyeyim: Eğer sen edepten söz ediyorsan, ahlaktan söz ediyorsan, yasalara uymaktan söz ediyorsan, yargı kararlarına uymaktan söz ediyorsan yapacağın tek şey var; Sultanahmet Camii’nin siluetini bozan 16/9 gökdelenleri var. Onları mahkeme kararına göre tıraşlarsın, söz veriyorum ben de geleceğim seni kutlayacağım, sağ ol Sayın Başbakan, edep budur ve sizi kutluyorum diyeceğim. “Gökdelen” diyor, bu adam gerçekten başbakan mı?

ÇOCUKLAR HEPİMİZİN ÇOCUKLARIDIR
Değerli arkadaşlarım, aramızda çok sayıda anne var. Anneler için çocukların ne kadar önemli olduğunu bilirim. Bütün sırlarımızın ortağı annelerdir. Çocukluğumuzda babadan cesaret edip para isteyemezdik, annemize gidip harçlık isterdik, babam öyle verirdi bize. Anadolu geleneğidir bu; baba fazla yüzgöz olmazdı ama bütün dertlerimizi annemize rahatlıkla anlatabilirdik. O, bir tampondu aramızda. Anneler için çocuklar çok önemlidir. Çocuk hastaysa kesinlikle anne de hastadır; çocuk açsa anne de açtır. Yemez ama çocuğuna yedirir; içmez ama çocuğuna içirir. Çocuğunun daha iyi şartlarda yetişmesini ister. Eğer bir sinek ısırırsa emin olun anne üzülür çocuğuma ne oldu diye. Çocuklar annelerin turnalarıdır. Turnalar üzerine o kadar güzel türküler vardır, o kadar güzel şeyler vardır ki, her anne çocuğuna titrer. Çocuk, sadece bizim annelerimiz için değil dünyadaki bütün anneler için değerdir. O annelerdir ki Sevgili Peygamberimiz “Cennet anaların ayakları altındadır” diyor, nedeni de budur işte. Eğer biz, annelere gereken önemi ve değeri verseydik Türkiye bu hâlde olmazdı. Acıların en büyüğü evlat acısıdır. Hani derler ya, evlat acısını çeken bir baba olarak söylüyorum “Allah kimseye evlat acısı vermesin” derler. Neden? Evladın ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz, acıyı da biliyoruz. Çocuklarımıza sahip çıkmak hepimizin görevidir. Çocuklar hepimizin çocuklarıdır. Onlara eşit davranmak zorundayız, onlara güzel bir Türkiye’yi bırakmak zorundayız, çocuklarımızı korumak zorundayız. Eğer bunu yapabilirsek o zaman siyasetçi olarak da vatandaş olarak da insan olarak da görevimizi yerine getirmiş oluruz. Uğruna türküler yaktığımız çocuklarımız, evlatlarımız, okusun da adam olsun diye okula gönderdiğimiz çocuklarımız, okuyup belli bir başarı elde ettiğinde övünçle, kıvançla “Bu benim oğlumdur, bu benim kızımdır” dediğimiz çocuklarımız ama o çocuklarımızı, durumu iyi olan iyi okullara gönderebilir ama durumu iyi olmayan fakir ailelerin çocukları ne olacak? O çocuklara kim sahip çıkacak? Çocuklara sadece biz mi sahip çıkıyoruz? Dünya sahip çıkıyor, Birleşmiş Milletler sahip çıkıyor, Çocuk Hakları Evrensel Beyannamesi var, onlar sahip çıkıyorlar, bizim Anayasa’mız sahip çıkıyor. Anayasa’mız diyor ki: “Çocukların korunması esastır, çocukların eğitimi esastır, fakir ailelerin çocuklarının barınmasının sağlanması esastır. Onların gelirleri yetmiyor ama devlet sosyal devlet olarak koruyacaktır” diyor.

KİMİN ÖNÜNE YATARLARSA YATSINLAR SONUNA KADAR TAKİP EDECEĞİM
Değerli arkadaşlarım, bu girişi şunun için yaptım: Karaman’da bir olay oldu değerli arkadaşlar. Lut Kavmi’nde olan bir olayın 21. Yüzyıl versiyonudur bu. Önce hiç sesimi çıkarmadım ve dinledim. Kadın milletvekili arkadaşlarımı, avukat arkadaşlarımı Karaman’a gönderdim ve dedim ki olayı büyük bir soğukkanlılıkla takip edin. Kimsenin ismini şu veya bu şekilde ifşa etmeyin. Çocuklar bizim çocuklar, aileler bizim ailelerimiz ama bu çocukların hakkını biz korumak zorundayız. Gittiler, raporlarını yazdılar, olay medyada yer aldı. Değerli arkadaşlarım, yer aldı ama öyle şeyler oldu ki aklım almadı, vicdanım asla kabul etmedi. Bütün AKP camiası, Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar, genel başkan yardımcıları, milletvekilleri koro hâlinde çocukları değil, Ensar Vakfı’nı ve derneği, oradaki derneği savunmaya kalktılar. Çocukların haklarını kim savunacak? Sevgili anneler, eli öpülesi anneler; hiç meraklanmayın, sonuna kadar o çocukların haklarını biz savunacağız. O kadar ileri gittiler ki emin olun vicdanım asla kabul etmedi. Aileden Sorumlu Bakan şunu söylüyor: “Buna bir kere rastlanmış olması hizmetleriyle ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz.” Yani bir kez oldu, ne olacak diyor. Bu lafa kimse itiraz etmiyor, bakın AKP camiasından kimse itiraz etmiyor. Mütedeyyin vatandaşlarıma sesleniyorum, samimi Müslümanlara sesleniyorum, kendi çocuklarını düşünsünler, onlara sesleniyorum: Ne demek “Bir kere rastlanmış” olması. Kaç kere rastlanmış olması gerekirdi ki senin vicdanın rahatsız olsun? İtiraz ettim, Ensar Vakfının önüne neden yatıyorsunuz dedim. Koru halinde itirazlar, gazeteler, siyah çelenkler… Yahu sen, o çelengi götüreceksin Ensar Vakfının önüne koyacaksın. Sen o çelengi götürüp KAİMDER’in önüne koyacaksın. Çelenk getiriyor, niye getiriyorsun? Demeç veriyor. Bunlar kadını insan olarak görmüyorlar; kadını cinsel obje olarak görüyorlar, asıl hastalık burada, ruh hastalığı bu, ruh hastalığı. Kadın bir insandır ya. Başımızın üstünde yeri vardır. Bakan da bakandır; kadın olur, erkek olur. Aldılar olayı başka bir mecraya soktular. Ne yaparlarsa yapsınlar, ne söylesinler, kimin önüne yatarlarsa yatsınlar sonuna kadar takip edeceğim.

BU ÇOCUKLARIN HAKKINI SONUNA KADAR SAVUNACAĞIM
Bu Ensar Vakfı, bir sefer Ensar sözcüğünü çıkarması lazım. Ensar, bizim saygı duyduğumuz bir sözcüktür. Arapçada korumak demektir. Gelen mülteciler korunmuştur. Siz, Ensar diye bir vakıf kuruyorsunuz, güzel, itirazımız yok, ama tüzüğümüzde belirtilen kurallara uyacaksınız, yasalara uyacaksınız. Ben, kanun tanımam diyemeyeceksiniz. “Bir kere” diyor. İsimleri vermiyorum, M.N.G diye üç isimli bir kişi, 2001-2003 yılları içinde Rize’de Ensar Vakfı Başkanlığı yapmış. 2016’da 2 erkek çocuğa tecavüz ettiği için tutuklanmış. H.S, FBI bilgi veriyor, diyor ki “Şu kişi çocuk pornosu indiriyor.” Ensar Vakfı ile işbirliği yaptığı ortaya çıktı. M.İ, 1980 yılında İmam hatip öğrencisi bir erkek çocuğa tecavüzle suçlanıp ceza aldı. Artvin Ensar Vakfının düzenlediği toplantıya katılıyor ve kendisine bir ödül veriliyor. R.E, Ensar Vakfının kardeş kuruluşu, Sinop Gerze’de 4 erkek çocuğa tecavüz ediliyor, avukatlığını bir AKP milletvekili yapıyor, çocuğun babası şunu söylüyor: “Çocuk tecavüzcüsü R. E’yi kurtarmak için ellerinden geleni yapıyorlar.” M.E.Ç, Ot Pazarı Camiinde imamlık yapan bir kişi 7 ve 9 yaşlarında 2 çocuğa, öğrenciye cinsel tacizde bulunuyor, tutuklanıyor ve bu da Afyon’daki Ensar Vakfının toplantılarına katılan bir kişi. Z.İ, 2008 yılında Ensar Vakfı Çorum Şube Başkanlığını yapıyor, 2 kız çocuğuna cinsel istismarda bulunuyor ve bu suçlarla hüküm alıyor. Yani olay, bir olay değil birden fazla olay. Sicili kötü, sicili bozuk olan bir vakıf bu! Bakın değerli arkadaşlar, eğer sicili düzgün olsaydı bizim zaten söyleyeceğimiz bir şey yoktu ama bütün bu olayların kaynağı insanı insan olarak görmemeleridir.
Değerli arkadaşlar, ben onların anlayacağı dilden konuştum; anlasınlar, öğrensinler diye konuştum. Koro hâlinde, Bremen Mızıkacıları vardır ya böyle, öyle bağırmaya çağırmaya başladılar. Sandılar ki biz geri adım atacağız. Yok kardeşim, yok; ben, bu çocukların hakkını sonuna kadar savunacağım. Bu, benim görevimdir, vicdani görevimdir, insani görevimdir.

BUNLAR DİLSİZ ŞEYTANLAR
Peki, ne yaptılar? Çocuklara yapılan istismar karşısında sustular. Hani, haksızlığa karşı direnmek gerekiyordu. Mazlumun hakkını aramak gerekiyordu. Ensar olunca niye vazgeçiyorsunuz? Hangi gerekçeyle vazgeçiyorsunuz? KAİMDER olunca niye vazgeçiyorsunuz, hangi gerekçeyle vazgeçiyorsunuz? Siz, dilsiz şeytan mısınız? Evet, bunlar dilsiz şeytanlar. Ensar’a gelince sustular, KAİMDER’e gelince sustular, ayakkabı kutularında milyon dolarları istif ederken sustular, çocuklarının yatak odalarında trilyonlarca para, para kasaları çıktı sustular; ülkede soyulmadık yer kalmadı sustular. Yüce Allah’ın ayetiyle “Bakara makara” deyip dalga geçtiler yine sustular. Niye gidip silah çelenk bırakmadınız, elinizden tutan mı vardı? Madem dindarsınız, madem Müslümansınız neden gidip de silah çelenk koymadınız? Kadın gazeteciye “Haddini bil edepsiz kadın” dedi, yine sustular. Küçücük çocuklar cinsel istismara uğradı, yine sustular. Susan dilsiz şeytandır, bunlar dilsiz şeytandır.

AÇTIKLARI EVLER, YURTLAR TAMAMEN KAÇAK
Ensar Vakfı neden sorumlu, niçin sorumlu? Bunun üç nedeni var. Bir, kaçak yurtlar yapıyorlar; açtıkları evler, yurtlar tamamen kaçak. Bir vakıf kaçak iş yeri açar mı? Üstelik Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti verilmiş bir vakıf. Yasalara göre kaçak ev açıyorlar. O kaçak evlerde bu çocuklar kalıyorlar. Yasa dışı faaliyette bulunduğu için Ensar bundan sorumludur, KAİMDER de sorumludur. Neden kaçak? Çünkü ilköğretimde ve ortaöğrenimde yurt açmak, barınma yeri açmak sadece Milli Eğitim Bakanlığının görevidir, hiçbir vakfın, hiçbir derneğin böyle bir görevi yoktur ama bunlar kaçak çalıştırıyorlar.
İki: Onlara emanet edilen, annelerinin ve babalarının onlara emanet ettiği çocukların hakkını, hukukunu, namusu ve şerefini koruyamadılar, onun için sorumludurlar.
Üç: Bu evlerde ne olduğu adamları getirip çalıştırdılar. O masum çocuklara her türlü istismarı yaptılar. Bundan ötürü bu Ensar Vakfı sorumludur.

BAŞBAKANA SORUYORUM: BUGÜNE KADAR BİR SORUŞTURMA AÇILDI MI
Sayın Başbakana şimdi ben altı soru soruyorum:
Bir: Anayasa ve Milli Eğitim Bakanlığı yasasına göre ilk ve ortaöğrenimde yurt, barınma yeri açma yetkisi sadece Milli Eğitim Bakanlığındadır. Bu yetki Ensar Vakfı ve KAİMDER’e nasıl ve kimler tarafından verildi? Adam gibi soru soruyorum, herhâlde anlayacağı dilden soru, Fransızca değil, Arapça değil, İngilizce değil, Türkçe soru soruyorum.
İki: Yıllardır faaliyette bulunan bu yurtlar için bugüne kadar bir soruşturma açıldı mı? Madem kaçak, madem Milli Eğitim Bakanlığının görevi, bunlar için bir soruşturma açıldı mı?
Üç: İmam hatip okulu müdür yardımcısı şunu söylüyor: “Bizim öğrencilerimiz Ensar ve KAİMDER’in evlerinde kalırdı.” Ama Milli Eğitim Müdürü diyor ki “Karaman’da bu kurumlara ait ev ve yurt bulunmamaktadır.” Yalan söylüyor. Neden? Çünkü bu evlerde çekilen fotoğrafları medyada yer aldı. Bu müdür görevinde midir, değil midir? Bunu da merak ediyorum.
Dört: Ensar Vakfı Başkanı şunu söylüyor: “Bu sapık 2013 yılında beş ay bizimle çalıştı, başka bir bağlantısı yok” diye bir açıklama yaptı. Ama o çocuklara istismarın 2012 ve 2013 yıllarında yapıldığı ifadelerle sabit. Bu da yalan söylüyor, Ensar Vakfının Başkanı da yalan söylüyor.
Beş: Türkiye genelinde bu evlerden, bu yurtlardan kaç tane var? Çok basit öğrenmek bunu, sınıfa giren bir öğretmen soracak “Çocuklar siz nerede kalıyorsunuz?” diye bir soru sorsa bütün olaylar açıklanacak. Hangi evlerde kaldıklarını öğretmenlerine söyleyecekler. Bu basit soruyu sorarak bütün gerçekleri öğrenebiliriz.
Altı: Yoksul ailelerin çocuklarının barınması görevi Milli Eğitim Bakanlığına verilmiştir. Bakanlık bugüne kadar hiçbir yurt, barınma evi yapmamıştır. Paranız mı yoktu, neden bu evleri yapmadınız bu fakir ailelerin çocukları o yurtlarda kalsın? Bu soruların cevabını bekliyorum.

BENİM GENEL MÜDÜRLÜK YAPTIĞIM DÖNEMDE BÜTÜN DOSYALARI İNCELEDİN
Değerli arkadaşlarım, bu meşhur zat var ya, geçen diyordu ya “İşte, CHP Genel Başkanını artık muhatap almayacağız.” Çok şükür ağzından çıktı, ben de sevindim. Bizim muhatabımız zaten o değil dedik, sen bizim muhatabımız sen değilsin dedik fakat dayanamıyor. Dayanamıyor, ertesi gün yine kalkmış Sosyal Sigortalardan bahsediyor. Ya arkadaş, sevgili zat, sen başbakanlık yapmadın mı? Yaptın. Benim Genel Müdürlük yaptığım dönemde bütün dosyaları inceledin mi? İnceledin. Müfettiş ordusu görevlendirdin mi? Görevlendirdin. Beş kuruş açık buldun mu? Bulamadın çünkü ben kul hakkı yemem, sen yersin. Ayrıca meşhur bir yalanı daha var. “Efendim, onun döneminde Sosyal Sigortalar Kurumu battı” diyor. Emekli olduğum tarihi alıyorum, 1999. Hazineden Sosyal Güvenlik Kurumuna aktarılan paranın miktarı 2 milyar 750 milyon lira. Peki, şimdi ne kadar aktarılıyor? 87 milyar 629 milyon lira yani benim dönemimde 2 katrilyon, bu zatın döneminde 87,5 katrilyon. Şimdi söyle bakayım: Sevgili Erdoğan, bu Sosyal Güvenlik Kurumunu kim batırdı? Söyle bakayım, sen Başbakandın, bakanların vardı, kim batırdı ve neden bunları millete anlatmıyorsun? Senin bütün kirli çamaşırlarını açığa çıkarmak benim görevim olacak, hiç meraklanma.

ONA OZANLARIN DİLİNDEN CEVAP VERECEĞİM
Ve tabii dilini tutamıyor, her türlü hakareti yapıyor ama ben onun dilinden değil, ozanların dilinden ona cevap vereceğim.
Birinci ozanımız Âşık Veysel şöyle diyor: “Olmayasın karaktersiz, çok konuşan yerli yersiz/ Adın doğru kendin hırsız, karanlıkta dolaşırsın” Evet, Âşık Veysel söylüyor.
Âşık Seyrani: “Âlemi tan eder yanına varsan/Seni de yanıltır mesele sorsan/ Bir cin bile çıkmaz karnını yarsan/Meclise gelir de erkân beğenmez.”
Rıza Tevfik, en önemli dörtlüğünü söylüyorum: “Fikrimi sarsmadı şimdiye değin/Arsız ya sözleri bilmem ne beyin/ Bana çifte atan şaşkın eşeğin/Kendi çiftesiyle beli kırılır.”
Hepinize teşekkür ederim değerli arkadaşlar.

Gündem'den Öne Çıkan Haberler