16.04.2015

11 Şubat 2014 tarihli TBMM Grup Konuşması

11 Şubat 2014

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “Ben olmazsam CHP olmaz zihniyetini kaldıracağım. CHP varsa, hepimiz için var. ‘Ben varsam CHP’ anlayışı yanlış. Biz varsak CHP var” dedi.

-“Ben olmazsam burayı kimse kazanamaz” anlayışını,  yaklaşımını  içime sindiremiyorum.  O zaman istifa et,  bağımsız aday ol bakalım kazanıyor musun, kazanmıyor musun? Ya da ‘Ben istifa edip başka partiye gideceğim’. Kusura bakma böyle diyorsan sen zaten CHP’li değilsin ki..”

-“Erkekler kusura bakmasın siyasette kadınlar daha cesur. Yüzde yüz seçim garantisi olan yerlerde erkekler birbirini yiyor ama kadınlar gidiyor seçilmesi en zor olan yerde “ben burada aday olacağım” diyor”

-“CHP’nin yeni isimlere ihtiyacı var. Pırıl pırıl gençlerimiz var. CHP tarihinde ilk kez 46  kadın belediye başkan adayımız var…

-“Görev yapan belediye başkanlarımızı seviyoruz Onlar çok önemli hizmetler yaptılar. Ama biraz yeni yüzlere, biraz taze kana ihtiyacımız var”

Genel Başkan Kılıçdaroğlu Başbakan’ın makam arabasında korumasına aldığı Bilal ile naaşı babasının sırtındaki çuvalda taşınan minik Muharrem’in resimlerini göstererek AKP’lilerin ellerini vicdanlarına koyup karar vermelerini istedi.

Kemal Kılıçdaroğlu; “İki resim var, birinde Başbakan aranan, ifadeye çağrılan oğlunu makam arabasında gezdiriyor. Ben olduğum sürece benim oğluma kimse dokunamaz diyor, gözdağı veriyor. Diğer resimde, bir baba sırtında 1,5 yaşındaki çocuğunun naaşını taşıyor.  Hüzün içinde götürüyor. AKP’ye oy veren kardeşlerime sesleniyorum. Bu fotoğrafları içinize  sindiriyorsanız gidin AKP’ye oy verin” dedi.

-“ Ama hayır,  bu ülkenin temiz siyasete ihtiyacı var hiçbir baba çocuğunun cenazesini sırtında taşımasın diyorsanız bu iktidardan bıktık deyin.”

-“Naaşı babasının sırtında taşınan minik Muharrem’in ablası ‘devlet zorluklar için vardır, biz aradık kimse bizimle ilgilenmedi” diyor. 13 yaşındaki kızın sesini R.T. Erdoğan duyacak mı?”

CHP Lideri Kılıçdaroğlu, İçişleri Bakanı Muammer Güler’in, oğlu Barış Güler’e, üzerinde bulunan bir trilyon lirayı arama yapan polislere kaptırmaması için taktik verdiğini açıkladı. Konuşma şöyle…

Bakan Muammer Güler: Para ne var oğlum.

Barış Güler:  Kendi param üç beş kuruş kalan param.
Muammer Güler: Kaç para
Barış Güler: Sen biliyorsun
Muammer Güler: Kaç lira oğlum..
Barış Güler: 1 trilyon civarı param var o kadar…

Muammer Güler: Rıza Zarrabla bir rüşvet ilişkisinden bahsediyorlar. Diyeceksin ki bir danışmanlık işim var. Gayr-ı resmi yapıyorum. Benim alacaklı olduğum dayımın oğlu bunların yanında çalışıyor….

Genel Başkan sık sık alkışlarla kesilen Grup konuşmasında,  “Burada AKP’ye oy vermiş vatandaşlarıma sesleniyorum… Bu tapeler mahkeme kararıyla alınan tapelerdir. Bunlar yasadışı değil. Kimsenin kimseye darbe yaptığı yok. Eğer darbe yapıldıysa senin cebine darbe yapıldı sevgili vatandaşım senin cebine” dedi ve konuşmasını şöyle sürdürdü;

Genel Başkan Kılıçdaroğlu her zaman olduğu gibi yine sözünü tuttu ve geçen hafta söz verdiği gibi, AKP’nin rüşvetle, yolsuzlukla ilgili yasal dinleme kayıtlarını Meclis’ten Türkiye’ye dinletti.

Kılıçdaroğlu, “Bu dinlemelerin tamamı yasal. Tümü mahkeme kararıyla tespit edilmiş dinlemeler. Bunlar, devletin resmi kayıtlarına girmiş olan ve ısrarla dillendirdiğimiz halde, Erdoğan ve tayfasının görmezden geldiği dinlemeler” dedi.

-“Bu yasal dinlemelerde,  Urla’daki villaların nasıl yapıldığı, iş adamının kaymakamı nasıl görevlendirdiği, valinin yasal görevini yaparken Diyarbakır’a nasıl sürüldüğü, bir medya kuruluşunu başka bir holdinge devretmek için bizzat başbakanın devreye girdiği,Milyon Ali’nin işi nasıl örgütlediği var”

-“Bugüne kadar ayakkabı kutusu dedik, 700 bin liralık saat dedik, yatak odasında kasalar dedik, kasalar içinde milyonlar dedik, genel müdürün evinden 4,5 milyon dolar çıktı dedik tık yok…”

-“Rüşvetten, Zarrab’tan, 700 bin liralık kol saatinden bahsediyoruz sesi çıkmıyor. AKP’ye oy veren yurttaşlarıma sesleniyorum, hiçbir şeyi düşünmüyorsanız ayakkabı kutusunu bir düşünün. 4,5 milyon dolar bu kutuda ne arar?”

-“Öyle bir noktaya gelindi ki,  yandaş gazetenin genel yayın yönetmeni Halkbank genel müdürünü arayarak “Süleyman 2 milyon gönder bunların paralarını vereceğiz” diyor”

-“İhalelerin nasıl verildiğini artık hepimiz biliyoruz. Bir R.T.Erdoğan  var bir Milyonali Yıldırım var. Büyük ihaleleri bunlar dağıtıyor. İhaleden sonra salma salıyorlar”

-“Oğluna bir vakıf kurdurmuş, ihale alanların rüşvet ödedikleri bir yer, adı Türgev. Rakamı kuruşu kuruşuna verdim. 99 milyon 990 dolar. 100 milyon dolardan 10 dolar eksik. Bu para Türk parası ile 221 trilyon lira. Defalarca sordum bu neyin parasıdır. Tık yok. Hep söylediği paralel devlet. Bu parayı senin oğluna paralele devlet mi yatırdı. Yatırdıysa götür ÇYDD’ye ver onlar da fakir öğrencilere versin”

-“En sonunda çıkıp bu milletin anasını belleyeceğiz dediler. Buradan tüm vatandaşlarımıza sesleniyorum. Bunu sindiriyorsanız 30 Mart geliyor gidin oyunuzu verin…”

-“Hayır ‘benim annem çok değerlidir, benim anneme kimse söz söyleyemez’ diyorsanız sizin ananıza küfür edene ders vereceksiniz.

-“Buradan Adanalılara sesleniyorum bir vali çıktı burada söylemekten utandığım şeyler söyledi. Küfretti. Buna layık olmadığınız gösterin…”

-”Dünyada yolsuzluğun bu kadar ayyuka çıktığı bir başka ülke yoktur. Bakanları rüşvetle alan bir Zarrab var. Olayı soruşturan emniyet müdürüne ağza alınamadık küfürler eden bir bakan var… Baskı altına alınan bir medya var. Diyelim ki Almanya’da Merkel alıyor telefonu muhalefet liderinin konuşması altyazı şeklinde geçiyor kaldırın diyor.  O Merkel o koltukta oturabilir miydi?  Kalamazdı. Aynı şeyi Obama yapsa o da bir gün bile orada kalamazdı Peki bu reziller nasıl kalıyor böyle? Nasıl oluyor da bu başbakan koltuğunda oturuyor. Vatandaşıma sesleniyorum “Bıktık artık” deyin.

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu coşkulu alkışlar ve “Başbakan Kemal” sloganları arasında geldiği CHP Grup toplantısında her zaman olduğu gibi sözünü tuttu, yolsuzlukla ilgili bantları Meclis’ten Türkiye’ye dinletti ve şunları söyledi.

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN; 11.02.2014 TARİHİNDE GRUP GENEL KURUL TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA

CHP Genel Başkanı Kemal KILIÇDAROĞLU – Hepinize teşekkürler.

İzin verirseniz önce geçen hafta dillendirdiğim, şöyle veya böyle belli yerlerde yer alan ama geniş kitlelerin bilmediği telefon konuşmalarından bir demet size sunalım. Bakalım Adalet ve Kalkınma Partisine oy veren yurttaşların vicdanı ne kadar kanayacak. Adalet ve Kalkınma Partisine oy verenlerin tablosu ne kadar ortaya çıkacak, bunların tamamını değerlendireceğiz. (Tezahürat ve gürültüler)

Arkadaşlar, bir dakika… Bir dakika… Parti kültürünü benimsemeyen, Genel Başkanın sözünü kesen, derhal burayı terk et kardeşim. (Alkışlar) Atın onu dışarı. Çıkarın dışarıya… Kim ne derse desin bu partide gençlere ve kadınlara yer açacağım. (Alkışlar) Kim ne derse desin daha fazla kadın daha fazla genç yeniden siyasetin önüne çıkacak. (Alkışlar) “Ben olmazsam CHP olmaz” zihniyetini ortadan kaldıracağım. CHP varsa hepimiz için var. ( “Başbakan Kemal” tezahüratları ve alkışlar) O da olacak inşallah; göreceksiniz, o da olacak, adım adım kararlılıkla yürüyoruz biz. (Alkışlar) Cumhuriyet Halk Partisi herkes için var. Ben yoksam CHP yok, biz varsak Cumhuriyet Halk Partisi olacak, biz varsak. (Alkışlar)

O bölüme de geleceğim ama önce bazı dinlemeleri sizlerin bilgisine sunacağım. Hemen altını özenle çizeyim. Bu dinlemelerin tamamı yasal, tümü mahkeme kararıyla tespit edilmiş dinlemeler. O nedenle, yasa dışı bir dinleme söz konusu değil, yasa dışı dinlemelerde zaten bizim işimiz olmaz. Biz, devletin resmî kayıtlarına girmiş olan ve bugüne kadar ısrarla ve ısrarla dillendirdiğimiz hâlde Recep Tayyip Erdoğan ve tayfasının görmezden geldiği dinlemeler. O nedenle, şimdi bu dinlemeleri büyük bir sessizlik içinde bir dinleyelim arkadaşlar)

(Konuşmalar dinletildi)

Arkadaşlar, bunlar tümüyle mahkemenin verdiği kararlar üzerine yapılan yasal dinlemeler. Urla’daki villaların nasıl yapıldığı, iş adamının kaymakamı nasıl görevlendirdiği, sit alanına yapılan kaçak yapıların yıkılması için valinin yasal görevini yaparken nasıl Diyarbakır’a sürgün edildiğini artık hepimiz biliyoruz. Orada başka işler de var ama onlara şimdilik girmedik vakti fazla öldürmemek için. Arkasından, havuz işini gördünüz burada. Bir medya kuruluşunu başka bir holdinge devretmek için bizzat Başbakanın devreye girip Binali Yıldırım’ın örgütlediği bir havuz işini, 630 milyon doların nasıl toplandığını, karşılığında bu paraların nasıl verildiğini, Ziraat Bankasından parası olmayanlara nasıl kredi açıldığını ve buradaki bir iş adamı diyor ki “Vereceğiz de bunu hesaplarda, muhasebede nasıl göstereceğiz? Senin dediğin nedir, sen 20 milyon, 30 milyon vereceksin, ben 100 milyonu açıktan veriyorum” diyor. Bütün bunların hepsi burada var değerli arkadaşlarım. İhalenin nasıl verildiğini artık hepimiz biliyoruz. Türkiye’de İhale Kanunu yok, Kamu İhale Kurumu da yok; bir Recep Tayyip Erdoğan var, bir Milyon Ali var, Binali Yıldırım, ihaleleri bunlar dağıtıyor. Büyük ihaleleri bunlar dağıtıyor. İhaleyi dağıttıktan sonra salma salıyorlar “Şu kadar parayı vereceksiniz bize” diyorlar. Onlar da özel görüşmelerde şikâyet etmekle beraber, elleri mahkûm, gidip o paraları veriyorlar. Salmaya karşılık para veren iş adamlarına verilen ihalelerin tutarı 87 milyar 832 milyon lira; eski parayla 87 katrilyon lira. “O kadar ihale aldığına göre 100-150 milyon dolar da versin, ne olacak” diyor. Rüşvettir değerli arkadaşlarım. Bu ülkede tüyü bitmemiş yetimin hakkını almaktır. Ne diyor birisi? “Parayı veriyoruz ama biz o kadarda keriz değiliz yani nasıl olsa parayı oradan çıkaracağız. 1 vereceğiz ama 5 alacağız. Ne olacak ki bu parayı da verelim” diyor.

Değerli arkadaşlarım, böyle bir Türkiye’de yaşıyoruz. Bugüne kadar, ayakkabı kutusu dedik, tık yok; 700 bin liralık saat dedik, tık yok; çocukların yatak odalarında kasalar dedik, tık yok; kasaların içinde milyonlar dedik, tık yok; bankanın genel müdürünün evindeki ayakkabı kutusundan 4,5 milyon dolar para çıktı dedik, tık yok; çikolata kutularının içinde 50’şer bin dolarlık paketler gidiyor dedik, tık yok. Söylediği ne? “Efendim, paralel devlet var, paralel devlet bize darbe yaptı.” “Hırsız var” derseniz, karşı taraftan birileri koşarak gelebilir. (Alkışlar) Şu fotoğrafı gördünüz değerli arkadaşlarım. Aranan, mahkeme kararıyla aranan bir kişi Başbakanın oğlu, Başbakanın makam aracında gidiyor, devlete açıkça gözdağı veriyor. “Benim oğlum hırsızlık yapabilir, rüşvet alabilir, bunun kılıfını uydurabilir, mahkeme karar verebilir, ifadesini gelsin versin diyebilir ama ben burada olduğum sürece benim oğluma kimse dokunamaz” diyor bu fotoğraf. (Alkışlar) Sizin mahkeme dediğiniz normal yurttaş içindir, benim için değil; sizin savcı dediğiniz normal vatandaş içindir, benim için değil. Sizin için, 17 lira çaldı diye 17 aya mahkûm edilen Gaziantep’teki çocuk için o sizin çocuğunuz olabilir ama bu 17 milyarı götürür, buna kimse dokunamaz. “Ben devletim” diyor. Sen nasıl bir devletsin? İşte sen paralel devletsin, sen böyle bir devletsin. Vatandaşa ayrı sana ayrı hukuk uygulanıyor. (Alkışlar) Vatandaşa ayrı mahkemeler, sana hiçbir mahkeme dokunamıyor. Dönüyoruz öbür tarafa bir baba ve sırtında 1,5 aylık çocuğunun cesedi var, naaşı var arkadaşlar, hüzün içinde götürüyor. Şimdi ben buradan Adalet ve Kalkınma Partisine oy veren iyi niyetli bütün yurttaşlarıma sesleniyorum. Bu fotoğrafı içinize sindiriyorsanız, yapılanlar doğrudur diyorsanız gidin oy verin ama hayır, bu ülkenin temizliğe ihtiyacı var, temiz siyasete ihtiyacı var… Hiçbir baba, çocuğunu sırtında taşımasın, cenazesini sırtında taşımasın diyorsanız, artık bu iktidardan bıktık deyin, yeter deyin. Türkiye’nin yeni bir yönetime ihtiyacı var deyin, temiz siyasete ihtiyacı var deyin. Adresi biliyorsunuz, yeri de biliyorsunuz; kul hakkı yemeyen bir siyaset anlayışını benimseyen Cumhuriyet Halk Partisine gelin. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, ne söyleyebilirim, bu tablo karşısında ne söyleyebilirim. Birisi söylüyor zaten “Ya, millet duysa yer yerinden oynar” diyor. Burada gördünüz, bunların hangilerini acaba televizyonlar yayınladı merak ediyorum, hangisini yayınladı? Değerli arkadaşlarım, Van’da ölen Muharrem’in 13 yaşında ablası, Van’da oturan ablası diyor ki “Devlet, zorluklar için vardır. Biz aradık, kimse bizimle ilgilenmedi. Sadece bizim değil, dünyada hiç kimsenin böyle acılar yaşamasını istemiyoruz.” 13 yaşındaki kızın sesini, acaba Recep Tayyip Erdoğan duyacak mı? Senin çocukların, senin yandaşların, senin müteahhitlerin malı götürürken, tüyü bitmemiş vatandaşın, yurttaşın, yetimin hakkını yerken acaba senin vicdanın duyuyor mu? Nasıl bir vicdanın var senin? Burada yine sordum. Oğluna bir vakıf kurdurmuş, adı TÜRGEV, havuza verilen paraların dışında, havuza bir para verildi, ihale alanların rüşveti ödedikleri bir başka yer daha var, adı TÜRGEV. Bir rakam verdim, bankanın adını verdim, paranın yattığı banka hesap numarasını verdim, rakamı kuruşu kuruşuna verdim, 99 milyon dolar, yani 100 milyon dolardan 10 dolar eksik. (“Haram olsun” sesleri) Zaten helal olmaz. 99 milyon dolar, Türk parasıyla 221 trilyon lira ediyor. Bu para geliyor, onun vakfına, vakıf hesabına yatıyor. Defalarca sordum, ya arkadaş, bu neyin parasıdır? Yurt dışından bu parayı bu vakfa kim gönderdi, tık yok. Hep söylediği “Paralel devlet.” Ya arkadaş, bu parayı getirip senin oğlunun banka hesabına paralel devlet mi yatırdı? Yatırdıysa götür, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğine ver, onlar da fakir öğrencilere burs versinler. (Alkışlar) Rüşvetten bahsediyoruz, sesi çıkmıyor; yolsuzluktan bahsediyoruz, sesi çıkmıyor; 700 bin liralık saatten bahsediyoruz, sesi çıkmıyor, Sarraf’tan bahsediyoruz sesi çıkmıyor; 4 bakanı nasıl rüşvete boğduğundan söz ediyoruz, sesi çıkmıyor; her bakana kaç lira rüşvet verildiğini belgeleriyle ortaya koyuyoruz, sesi çıkmıyor. Ne diyor? “Paralel devlet bize darbe yaptı” diyor. Buradan, Adalet ve Kalkınma Partisine oy veren değerli yurttaşlarıma bir daha sesleniyorum: Elinizi vicdanınıza koyun, hiçbir şey düşünmüyorsanız, hadi bu konuşmaları da bir kenara bıraktık, Allah aşkına ayakkabı kutusunu bir düşünün. 4,5 milyon dolar neden orada yer alıyor? Bakanlara giden rüşvetleri hiç sormayacak mısınız, bu bakanlara bu rüşvetler niye gider? İstifa etti 4 bakan, hâlâ ortada tık yok.

Değerli arkadaşlarım, geçenlerde İspanya’dan bir haber geldi, İspanya tarihinde bir ilk. İspanya’da İspanya Kral ailesinden birisi mahkeme kararıyla davet ediliyor “Gelip ifade vereceksin” diye. Alıyor ve derhal mahkemeye gidiyor, ifadesini veriyor ve uygar bir yurttaş gibi çekip gidiyor. Mahkemeye bu kadar saygılı. Peki, biz? Mahkemeye saygılı değiliz, yargı yıpranmış durumda. Sadece bu mu yapıyor? Size başka bir örnek vereceğim değerli arkadaşlarım. İstanbul’a tanesi 1 milyon 200 bin avroya otobüs alındı. Nereden alındı? Hollanda’dan alındı. Ne zaman alındı? 2009 yılında alındı. Adrese teslim ihale yaptılar, o otobüsleri dünyada sadece Hollanda’da bir firma üretiyordu. Hollanda’nın bir özelliği var. Hollanda, daha olmayan dünyadaki ender ülkelerden birisidir, dümdüz bir ülke. Otobüsü de Hollanda’nın şartlarına göre yapmış. Türkiye, en büyük otobüs merkezidir Avrupa’nın. 42 ülkeye otobüs ihraç ediyor Türkiye. Biz kendi ülkemizden almadık, ta gidip Hollanda’dan tanesine 1 milyon 200 bin avro ödedik. Aldık otobüsleri getirdik İstanbul’a. İstanbul yedi tepeli, bu otobüsler yokuş çıkmıyor, baktılar yokuş çıkmıyor. Dünyanın en pahalı hurdası şu anda İstanbul’da. Dava açıldı, suç duyurusunda bulunuldu, raporlar yazıldı, Kadir Topbaş’a “Gel, mahkemede ifade ver” diye çağrı yapıldı, çağrı 2009, içinde bulunduğumuz yıl 2014, Kadir Topbaş gidip mahkemeye ifade vermiyor. Başbakan böyle yaparsa, o da öyle yapar tabii; al birini vur ötekine. Düne kadar milletin önüne çıkıp “Ben İstanbullulara hizmet ediyorum” diyordun, İstanbullulara hizmet ediyorsan önce hukuka saygılı ol; önce yasalara saygılı ol, adam git, mahkemede ifadeni ver. (Alkışlar) Müvekkili hâkime ne demiş? “Efendim, benim müvekkilimin işleri çok yoğun, o nedenle mahkemeye gelmiyor.”

Değerli arkadaşlarım, bakıyorlar gündeme nerede bu yoğun işler. Bir de Tweet atmış, falan yerde oyun oynuyor, horon tepiyor. İşlerin yoğunluğundan birisi bu herhâlde. Horon oynayan insanların başı dik olur, yere bakmazlar. Bunu herkes bilecek bir sefer. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, 65 milyon avro ödendi o otobüslere; tanesine 1 milyon 200 bin avro, tamamına 65 milyon avro ödendi. Bir de üstelik bir bilim adamı da rapor veriyor otobüsler alınmadan önce “Bunlar Türkiye şartlarına uygun değil, almayın” diye. O profesörün adını da vereyim, Haluk Gerçek ama ona rağmen aldılar çünkü malı götürecekleri. Gittiler Hollanda’dan aldılar, yokuş çıkmayan otobüsler garajlarda bekliyor.

Değerli arkadaşlar, bu konuşmalarda bir kişi daha var, İNTES Yönetim Kurulu Başkanı. Başbakan telefonla konuşuyor, pek çok kişiye talimat veriyor, bu kişiyi de savunuyor İstanbul’da yaptığı bir konuşmada “O, seçimle geldi” diyor. Oysa o, seçimle gelmedi, yönetim kurulu getirdi onu oraya. İNTES gibi Türkiye’nin ciddi, bizim göz bebeğimiz olarak adlandırdığımız bir kuruluşun başındaki kişinin temiz olması lazım. Biz bütün müteahhitlerimize güveniriz, Türkiye’de çok güzel işler yaptılar onlar, sadece Türkiye’de değil dünyada çok önemli projelere imza attılar onlar. Onların kuruluşu var, İNTES, benim başımın üstünde yeri var ama onun yönetim kurulu başkanı gizli pazarlıkların içine giriyorsa, oradan ayrılmak zorundadır. Onu, orada “İlla sen kalacaksın” diyen Recep Tayyip Erdoğan ve Binali Yıldırım’dır, onu oraya getiren de Binali Yıldırım’dır, herkes bunu biliyor. Sen oradan ayrıl, ayrılmadığın sürece bu millet, müteahhitlere farklı gözle bakacaktır. Katolik nikâhı kıydığını söylüyor. Konuşurken “Bu milletin anasını belleyeceğiz.” diyor. Sen “Bu milletin anasını belleyeceğiz” diye konuştuğun zaman İNTES’in başında nasıl kalacaksın, nasıl oturacaksın orada?

Değerli arkadaşlarım, 28 Ocak 2009, Milyon Ali, bakan Mecliste bir konuşma yapıyor, şöyle diyor: “Gizli telefon konuşmaları…” Daha doğrusu telefon konuşmaları dinleniyor, CHP Grubu şikâyet ediyor. “Ya telefonlar dinleniyor, yasa dışı dinleniyor, bunlar doğru değil” diye. O da çıkıp CHP milletvekillerinin itirazına cevap veriyor. “Yanlış işiniz. Yasal olmayan işiniz yoksa dinlemekten korkmayın. İstediğiniz kadar konuşun, teknolojinin önüne geçme imkânınız yoktur” diyor. Sizin yanlış işiniz yoksa, o dinleyecek, bu dinleyecek, korkmayın diyor. Bu tapeler, yanlış işi olanların tapeleridir, mahkeme kararıyla alınan tapelerdir ve buraya bu Milyon Ali de takılmış durumda yanlış işi olduğu için. Ama bakın, bunlar, dediğim gibi, yasal tapelerdir, yasa dışı tapeler değildir.

Değerli arkadaşlarım, önemli bir şeye daha değineceğim. 10 Şubat 2014, Erdoğan İstanbul’da konuşuyor. Biz sanıyoruz ki yolsuzluklardan bahsedecek, hayır. “17 Aralık sürecinde kimlerin kimlerle iş tuttuğuna dikkat etmenizi rica ediyorum” diyor. 17 Aralık sürecinde kim kimlerle iş tutmuş, az önce burada tapeleri izledik; kimlerin kimlerle iş tuttuğunu gayet iyi öğrendik. (Alkışlar)

Madem iş tutmaktan bahsediyor, önemli bir konuşmayı daha sizlerin bilgisine sunmak isterim. 17 Aralık 2013, yani sabah saat 7,39, polisler gitmişler, Muammer Güler’in oğlu Barış Güler’in evinde arama yapıyorlar. Barış Güler konuşuyor, babasıyla konuşuyor, babası da İçişleri Bakanı.

“6,5’ta geldiler. Celal Kara diye bir savcı arama kararı çıkarmış. Örgüt kurmak, işte…”

Muammer Güler: “Ne var oğlum senin evinde?”

Barış Güler: “Hiçbir şey yok baba.” diyor.

Muammer Güler: “Para ne var?” Çünkü para olduğunu biliyor “Para ne var?” diyor.

Barış Güler: “Yani kendi param, üç beş kuruş kalan param. O kadar zaten.” “Üç beş kuruş kalan param” diyor.

Muammer Güler yine soruyor, bakan: “Kaç para, kaç para?” diyor.

Barış Güler: “Sen biliyorsun, kaç para olduğunu sen biliyorsun” diyor. (Alkışlar)

Muammer Güler, bakan yine: “Kaç lira, oğlum kaç lira” diyor.

Barış Güler: “1 trilyon civarı param var, o kadar” diyor. Ne kadar mütevazı değil mi? Baba biliyor kaç lira olduğunu. “Kaç lira para var oğlum, sen ondan bahset?” diyor. “Ufak para var.” “Oğlum kaç lira?” diyor. “1 trilyon civarında, işte o kadar” diyor.

Bakan yine söylüyor: “Evet, evet, tamam oğlum, tamam. El koydular mı paraya?” diyor.

Barış Güler: “Yok. Şu anda daha arama yapıyorlar.”

Muammer Güler, şimdi İçişleri Bakanı, oğluna ders veriyor nasıl ifade verecek, neleri söyleyecek. “Tamam. Oğlum, bu anladığım kadarıyla senin şimdi Rıza Zarrab’la bir rüşvet ilişkisinden bahsediyorlar. Şunu söyleyeceksin, diyeceksin ki: Ben şey, danışmanlık ilişkim var. Gayri resmî danışmanlık resmî, ona yapmadım.” Yani, gayri resmî danışmanlık yapıyorum, Zarrab’la yapıyorum. “Ben, babamın şeyi olmasın…” herhâlde itibarı bozulmasın diye gayri resmi yapıyorum diyor. “Benim para alışverişim bu artı benim alacaklı olduğum dayımın oğlu şey, akrabam bunların yanında çalışıyor. Onun bana borcu var, senetlerimiz de var. Onun şeyini yapıyorum ben. İşte benim gayri resmî danışmanlık ilişkim var. Ben artı artı şu o para şeyi, benim Rüçan yanında çalışıyor. Benim Rüçan’dan alacağım var, bunun yanında çalıştığı için rica ettik.” Bu, tamamen telaş sonucu söylenen laflar. Buradaki önemli nokta şu değerli arkadaşlar: Arama yapılıyor, babasını arıyor, İçişleri Bakanı, babası bütün bunların hepsini biliyor. “Kaç lira para var oğlum, sen ondan bahset.” “Para var” diyor. “Oğlum, kaç lira?” diyor. “1 trilyon ve o kadar kaldı” diyor. Para sayma makineleri boşuna konmadı oralara, o kasalar oralara boşuna konmadı. Şimdi, ben buradan yine Adalet ve Kalkınma Partisine oy veren vatandaşlarıma sesleniyorum: Bu tapeler mahkeme kararıyla alınan tapelerdir. Mahkeme kararıyla bunların dinlenmesi gerekiyor ve dinlemişler. Bu dinlemeler yasa dışı değil, kimsenin kimseye darbe yaptığı yok. Eğer darbe söz konusu ise senin cebine bir darbe yapıldı sevgili vatandaşım, senin cebine darbe yapıldı. (Alkışlar) Kalkacaksın, milleti soyacaksın, sonra istifa edeceksin, sonra milletin yüzüne bakacaksın. Ya, arkadaşlar, gerçekten merak ediyorum, bunların yüzündeki deri nedir acaba? Kalpleri nedir bunların acaba? Her şey ortada, iğneden ipliğe ortada; konuşmalarla ortada, belgelerle ortada, kasalarla ortada, her şey ortada sanki hiçbir şey yokmuş gibi çıkıyor “Bize darbe yapıldı” deniyor. Sadece bu mu değerli arkadaşlarım?

Türkiye’nin, biliyorsunuz, yeni bir ünlüsü var artık, kim? “Alo Fatih” yeni ünlüsü, Alo Fatih. Efendim, Başbakan arıyor, o ayrı bir şey, geleceğim ona, bir de Yalçın Akdoğan var biliyorsunuz, danışmanı. Danışmanı da ondan farklı değil malum, bildiğiniz üzere. Değerli arkadaşlarım, bakın ne diyor. 4.6.2013’te telefon açıyor, Alo Fatih’e telefon açıyor. “Ya, meğer kadın bu CHP’liler orada ana avrat bir sürü laf söylüyor.” Halbuki, insaf var ya, hiçbir CHP’li kadın milletvekili, hiçbir yerde ama hiçbir yerde küfür falan da etmedi ama yalan söylüyor. “Ya, şimdi çıktık ya” diyor. Televizyondaki görüntüler var, Türkiye Büyük Millet Meclisinden canlı olarak veriyorlar görüşmeleri. Bu telefon ediyor “Kadın milletvekilleri küfür etti, niye siz canlı veriyorsunuz?” diye. Oysa öyle bir şey yok. Ve yalçın Akdoğan şunu kullanıyor: “Biz Meclis TV’yi kapattırıyoruz kimse görmesin diye, siz Meclisin çalışmalarını canlı veriyorsunuz, böyle şey olur mu? diyor. Ne diyorlardı? “3 Y ile mücadele ediyoruz; yasaklarla mücadele ediyoruz” diyorlardı “Yasaklarla mücadele edeceğiz” diyorlardı. Şimdi, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki konuşmaları, Cumhuriyet Halk Partili milletvekillerinin konuşmalarını kimse duymasın diye yasak getirdiler. Onu söylüyor “Biz yasak getirdik, siz Meclisten canlı veriyorsunuz, böyle şey olur mu?” diyor. Şimdi, yine bütün yurttaşlarıma sesleniyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisindeki görüşmeler milletten niye yasaklanıyor? Hani, milli iradeye saygı vardı? Bırakın, millî iradenin temsilcileri orada konuşsun, vatandaş ister dinler ister dinlemez ama geldiğimiz nokta maalesef bu. Alo Fatih, tabii, bununla da sınırlı da değil. Fas’ta Erdoğan, Fas’tan Habertürk’ü izliyor. Arıyor “Alo, Fatih, nedir o konuşmalar, alt yazılar geçiyor” diyor. Başbakanın konuşması daha bitmeden “Emredersiniz, derhal…” Ya, dur, bir adam konuşmasını bitirsin. Panik içinde “Hemen kaldıracağız” diyor. Arıyor arkadaşlarını, fırçalıyor “Neden onları koydunuz?” diye. Onlar da diyorlar ki “Vallahi, TRT ne kadar verdiyse biz de o kadar verdik. TRT’ye bakıyoruz, TRT hiç vermezse vermeyeceğiz, verirse biz de o kadarını veriyoruz” diyor.

Değerli arkadaşlarım, bu tablo, yasakçı bir Türkiye’yi öngören bir tablodur. Aşama aşama Türkiye’yi bu noktaya getirdiler. Bakın, medyaya önce gözdağı verdiler, o kadar ki çıktı şunu söyledi gazetecilere: “Sizin boynunuzdaki tasmaları ben çıkardım.” Hangi ülkenin başbakanı çıkıp gazetecilere “Sizin boynunuzdaki tasmaları ben çıkardım” diyor? Aslında söylediği ters, sizin boynunuza tasmaları ben taktım diyor. (Alkışlar) Sonra ne oldu? Yola gelmeyenlere ağır para cezaları verildi “Yola geleceksin” dedi. Sonra ne oldu? Beğenmediği gazetecileri işten attırdılar veya patronun işten atmaya vicdanı elvermediyse “Sen kardeşim köye yazma, otur, ben sana maaş vereceğim” dedi. Sonra? Gazetelerin patronlarını değiştirdiler “Git, şu gazeteyi al” dediler. Sonra? Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nu devreye koydular, devletin parasıyla AKP yandaşı gazeteler çıkardılar, Akşam ve Sabah bunlardan birisidir. İkisi de zarar ediyor, TMSF hâlâ para veriyor onlara. Zamanında niye satmadınız kardeşim? Sabahtan akşama muhalefet aleyhine bunlar yayın yapıyorlar. Sonra? Talimatla yazar istihdam ettirdiler “Şunu alacaksın, şu köşe yazarı senin gazetende yazacak.” Sonra? Değerli arkadaşlar, eğer patron yola geldiyse ona ihale verdiler “Çok iyi yapıyorsun, sana ihale de veriyoruz” dediler. “Meraklanma, zararını kapatırız” dediler. Öyle bir noktaya geldi ki yandaş gazetenin genel yayın yönetmeni Halk Bankası Genel Müdürüne telefon edip “Süleyman, 2 milyon lira gönder, para vereceğim, bunların ücretlerini ödeyeceğim” noktasına geldi.

Değerli arkadaşlarım, en son burada izledik, “Bu milletin anasını belleyeceğiz” dediler. Şimdi, buradan bütün yurttaşlarıma sesleniyorum: Açıkça size hakaret var, açıkça size sövgü var, iktidarın desteklediği sövgü var. Bunu içinize sindiriyorsanız, 30 Mart geliyor, gidip oyunuzu verin. Hayır, benim annem çok değerlidir, benim anneme kimse laf edemez diyorsanız o zaman yeriniz belli, ders vereceksiniz. (Alkışlar) Sizin ananıza küfredene ders vereceksiniz. Türkiye öyle bir Türkiye ki vali kalkıp vatandaşa hakaret ediyor Adana’da, valiye kimse bir şey yapmıyor, hakarete uğrayan vatandaş hakkında dava açılıyor. Adanalılara sesleniyorum: Size birisi, burada söylemekten utandığım ağır bir hakareti yaptı. Ona layık olmadığınızı, onu hak etmediğinizi 30 Martta anlatmak zorundasınız.

Değerli arkadaşlarım, gelelim son çalışmalarımıza. Cumhuriyet tarihinde ilk kez seçim yapılmıyor. Aday belirleme süreçleri her partiye göre farklı. Biz, mümkün olduğu kadar, demokratik yöntemlerle aday belirlemeye çalıştık. 86 seçim çevresinde eğilim yoklaması yaptık. Sandığı koyduk, 108 bin parti üyesi gitti, oy kullandı. Eğilim yoklaması sonucu çıkanları -beğensek de beğenmesek de- belediye başkan adayı olarak belirledik. 22 seçim çevresinde ön eleme yaptık. Aday sayısı fazla idi, aday sayısını 2, 4, 5 o çerçevede belirledik ön elemeyle, sonra anketler yaptık, ön elemeye de 99 bin üyemiz katıldı yani ön eleme ve eğilim yoklaması sonucu oy kullanan üye sayımız 207 bin. Bu, hiçbir partide yok, biz bunu yaptık. Belediye ve il genel meclisleriyle ilgili olarak 53 noktada yine eğilim yoklaması yaptık, bazıları devam ediyor, bazıları bitti. 290 bin üyemiz gidip oy kullandı. Şunu söyledim: Parti tüzüğümüzü değiştirdik, yüzde 33 cinsiyet kotası getirdik kadınlar siyasete daha uygun koşullarda girsinler diye. (Alkışlar) Yüzde 10 gençlik kotası getirdik, gençlerin biraz daha rahat siyasete girmelerini sağlamak için. Şu anda 46 kadın belediye başkanımız var. Bizim parti tarihimizde ilk kez 46 kadın belediye başkanı oluyor. (Alkışlar)

Diğer bir şey daha söyleyeyim, erkekler kusura bakmasın. Siyasette kadınlar daha cesur. (Alkışlar) Neden söylüyorum bunu biliyor musunuz? Yüzde yüz seçim garantisi olan yerlerde erkekler birbirini yiyor ama kadınlar gidiyor seçilmesi en zor olan yerde “Ben burada aday olacağım” diyor. (Alkışlar) Şunu söyledim: Partinin yeni yüzlere ihtiyacı var arkadaşlar, gençlere ihtiyacı var, kadınlara ihtiyacı var, gençler siyasette olmalı. (Alkışlar) Pırıl pırıl gençlerimiz var, bunların önü açılacak, bunlar çıkacak siyasete girecekler, siyasette konuşacaklar, yeni yüzler çıkacak ortaya. “Efendim, o oluyor, ben niye olmuyorum?” Bakın, şunu asla içime sindiremiyorum: “Ben olmazsam efendim burayı kimse kazanamaz.” O zaman istifa et, bağımsız aday ol, bakalım kazanıyor musun kazanamıyor musun? (Alkışlar) Veya “ben istifa edeceğim, başka partiye gireceğim.” Kusura bakma, sen zaten CHP’li değilsin ki. CHP’li olan böyle yapmaz. (Alkışlar) Şunu söyleyeyim: Belediye başkanı kimliğiyle Cumhuriyet Halk Partisi saflarında vatandaşa hizmet eden bütün belediye başkanlarımı kucaklıyorum. Onların bir kısmı, son Parti Meclisi kararlarında belediye başkan adayı olarak gösterilmediler ama onlara şükran borçluyuz, onları seviyoruz, onlara her zaman saygımız olacak. (Alkışlar) Ama biraz da partide bir değişim lazım, bir yenilik lazım partide, bir değişimi yakalamak zorundayız. Hem değişim diyoruz hem illa ben burada olacağım diyoruz. Olmaz arkadaşlar. Hiçbir makam kişiler için kalıcı değildir, gelip geçicidir. Biz hepimiz hizmet aracıyız, hizmet ederiz, daha sonra vaktimiz dolar ayrılır gideriz, başka bir arkadaşımız gelir. Olayı böyle yapmamız lazım. Bakın en çok kavga nereden çıkıyor? Ankara Pursaklar’dan mı kavga çıkıyor? Hayır. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinden mi kavga çıkıyor? Hayır. Sivas’ta mı kavga çıkıyor? Hayır. Nerede kavga çıkıyor? CHP oylarının yüksek olduğu yerlerde kavga çıkıyor. Niye kavga çıkıyor arkadaşlar? Ben olacağım, o olmasın kavgası. Şunu söylüyorum: Eski hastalıklardan bu parti kurtulacak arkadaşlar. (Alkışlar) Gençlerin önünü açacağız. Bakın, söyledim, CHP tarihinde ilk kez 46 kadın belediye başkan adayımız var. (Alkışlar) Bu, az değil, gidin AKP’ye bakın. Biz istiyoruz ki daha fazla bir alanda çalışalım, gücümüzü birleştirelim. Ayrışıyoruz, kavga ediyoruz, niye kavga ediyoruz arkadaşlar? Bakın, Sayın Murat Karayalçın, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptı, SHP’nin Genel Başkanlığını yaptı, şimdi Parti Meclisi üyemiz, partiye hizmet etmek için makam çok, yer çok, illa ben belediye başkan adayı olacağım veya belediye başkanı olacağım diye bir hırs yok. Koltuklar kişisel hırsa endekslenmemeli. Kişisel hırsa endekslenen koltuklar koltuk sayılmaz. (Alkışlar)

Türkiye’nin bu kadar ağır koşulları var. Bu ağır koşulları kendi iç kavgalarımızla görmezlikten gelmeyeceğiz, bizim sorumluluğumuz var, partinin sorumluluğu var. Ben şunu asla iddia etmedim, asla da iddia etmem: Bizim verdiğimiz her karar doğrudur. Yok, öyle bir şey arkadaşlar, her karar uygarca tartışılabilir, hiç itiraz etmem, artısı eksisi görülebilir. Değerli arkadaşlar, sonuçta bir karar vereceğiz; Parti Meclisine götürüyoruz, orada da değişim oluyor; MYK’ya geliyor, orada da değişim oluyor, sonuçta tartışıyoruz, anketler yapıyoruz. Sonuçta geldiğimiz nokta şu: Görev yapıp son Parti Meclisi kararıyla başka arkadaşların göreve geldiği belediye başkanlarımızı seviyoruz, onlar güzel hizmetler verdiler, oylarımızı artırdılar, büyük çabalar gösterdiler, uzun yıllar da hizmet ettiler, CHP’nin bayrağını dalgalandırdılar, yurttaşlar arasında hiçbir ayrım yapmadan herkese eşit davrandılar, AKP’li belediyelerin yapmadığı çok şeyi bizim belediyelerimiz yaptılar ama biraz yeni yüzlere ihtiyacımız var, biraz gençlere ihtiyacımız var, biraz taze kana ihtiyacımız var, bunu yapacağız değerli arkadaşlarım. (Alkışlar)

Türkiye zor koşullar yaşıyor, bunu hepimiz biliyoruz. Yolsuzluğun bu kadar ayyuka çıktığı başka bir ülke tarihte yoktur. Zarraf denilen bir kişi var, hapiste, 4 bakanı ele geçiren kişi, devletin sırlarına vakıf olan kişi “Beni dinliyorlar mı dinlemiyorlar mı” diye bakanları devreye koyan kişi. Olayı soruşturan emniyet müdürüne, burada ağzımıza alamayacağımız küfürleri yapan bir bakan var. “Onu bana bırakın, ben onu halledeceğim” diyor, bunu söyleyen İçişleri Bakanı. Hepimizin bir görevi var, bu yolsuzlukları anlatacağız. Medya üzerinde çok büyük bir baskı var, onu da çok iyi biliyorum, yandaş medyanın yaratıldığını da çok iyi biliyoruz. Türkiye’nin itibarı maalesef yerlerde, hapisteki gazeteci sayımız bir ara 100’ü aşmıştı. Şimdi, kara para süreci içinde Türkiye sorgulanıyor. Bütün komşularımızla sorunlu hâldeyiz. Türkiye, kendi coğrafyasına hapsedildi. Ben şunu merak ediyorum ve bütün yurttaşlarıma seslenmek istiyorum: Diyelim ki Almanya’dayız. Merkel alıyor telefonu ve bir televizyon kanalına telefon edip “Muhalefet partisinden şunun bir cümlesi akıyor ekranlarda, onu kaldırın kardeşim” dese, o Merkel koltuğunda oturur muydu? Asla oturmazdı, bütün medya ortak mücadele ederdi. Onu bıraktık, alalım Obama’yı, o da telefon açıp “Ya, kardeşim, biz senatodaki görüşmeleri millet öğrenmesin diye yasakladık, sen kalkmışsın canlı veriyorsun kardeşim, böyle saçma şey olur mu?” dese, Obama görevde kalır mı? Bir gün bile kalamaz. Peki, bu reziller nasıl kalıyorlar böyle görevde? (Alkışlar) Kıyaslama imkânı verdim o ülkelerle bizim, üstelik biz Müslüman bir ülkeyiz, altını çiziyorum üstelik biz Müslüman bir ülkeyiz, üstelik biz kul hakkı yemenin çok ağır bir suç olduğunu, ceza olduğunu, günah olduğunu biliyoruz. Üstelik biz, ahlakı yüceltiyoruz, dinimiz yüceltiyor. Peki, nasıl oluyor da bu tablo ve bu bakanlar ve bu Başbakan hâlâ koltuğunda oturuyor? Milletime şunu söylüyorum, sadece şunu kullanın: Bıktık artık deyin. Yeni bir yüz, yeni bir çehre, yeni bir söylem; vatandaşa hizmet, vatandaşın yanında, her kuruşun hesabını vatandaşa vermeyi onurlu görev kabul eden bir siyaset anlayışı gelin bunu yeniden inşa edelim, varlık içinde yaşayalım, birlik içinde yaşayalım ve özgürce yaşayalım.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

 

 

 

 

Gündem'den Öne Çıkan Haberler