11.10.2011

11 Ekim 2011 tarihli TBMM Grup Toplantısı Konuşması

GENEL BAŞKAN KEMAL KILIÇDAROĞLU TBMM’DE; “İŞTE KÖSTEBEK’İN DOSYASI. KÖSTEBEK BEŞİR ATALAY” DEDİ

KILIÇDAROĞLU, DÖNEMİN İÇİŞLERİ BAKANI BEŞİR ATALAY’IN ÖZEL KALEMİNDEN BAŞLAYAN TELEFON TRAFİĞİ İLE DENİZ FENERİ SANIKLARININ NASIL UYARILDIĞINI SANİYESİ SANİYESİNE AÇIKLADI

“BİR KARANLIK DOSYAYI ARALADIK ARKADAŞLAR” DİYEN VE BUNDAN SONRA DA BÜTÜN KARANLIK DOSYALARI AÇIKLAMAK İÇİN ÇABA HARCAYACAĞINI BELİRTEN GENEL BAŞKAN KILIÇDAROĞLU’NUN KONUŞMASI ŞÖYLE:

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, değerli konuklarımız hepiniz hoş geldiniz, hepinize saygılar sunuyorum. Umarım güzel bir toplantı yapmış olacağız. Merhabalar.

Ama öncesinde hemen şunu söyleyeyim: Antalya ve ilçelerinde, Denizli’de, Balıkesir Dursunbey’de ve Manisa Gördes’te oluşan felaket nedeniyle yurttaşlarımız yaşamlarını yitirdiler. Onlara Allah’tan rahmet diliyoruz. Unutmamamız gereken bir şey var. Çevreye saygılı olacağız, çevreyi koruyacağız, çünkü çevreye karşı sorumluluk sadece bizim değil, bütün toplumun sorumluluğudur. Gelecek kuşaklara daha güzel bir dünya, daha güzel bir Türkiye, daha güzel bir çevre bırakmak için duyarlılığımızı bütün aşamalarda sergilemek zorundayız. Çevre deyince Trakya’nın Ergene Nehri’ni anmaktan bir türlü kendimi alamıyorum. Kaynağından pırıl pırıl akan bir nehir, daha sonra simsiyah, hiçbir canlının yaşamadığı bir ırmağa dönüşüyor. Gerçekten bu, 21. Yüzyılın Türkiye’sine yakışmıyor. Geçen yıl yasama döneminde milletvekili arkadaşlarımız, özellikle Ergene’nin kirliliğini gündeme getirdiler, araştırma komisyonları kuruldu ama maalesef beklenen sonuç alınamadı. Umarım bu konu üzerinde bu yasama döneminde de bütün ağırlığımızla duracağız.

Değerli milletvekilleri hafta sonu hepimiz Abant’taydık. Güzel bir toplantı oldu. Doğrusunu isterseniz ben daha sonra medyaya baktığımda, sanki biz oraya toplantıya değil de kavgaya gitmişiz gibi bir hava çıktı ortaya. Yok öyle bir şey ama bu tablo, medyanın, Türkiye’de hangi konumda olduğunu göstermesi açısından en güzel bir tablodur, 135 milletvekili buna tanık oldu. Gitmişiz toplantı yapıyoruz gayet güzel, herkes rahat, görüşlerini dile getiriyor, dışarıya çıktık, bir sorunumuz yok ama gazeteleri okuyunca sanki biz toplantıda birbirimizin boğazını sıkmak üzere hazırlıklı gitmişiz böyle bir tablo yok arkadaşlar. Buradan bütün Türkiye’ye sesleniyorum. Böyle bir tablo Cumhuriyet Halk Partisinde yok, hepimiz birlik içinde gücümüzü sergiliyoruz.

Yine bugün gazetelerde okudum. Emekliler artan pahalı yaşam koşullarından şikâyet etmeye başlamışlar. İyi, şikâyet etmişlerse bir sorunumuz yok ama buradan emekli kardeşlerime söyleyeyim. Şikâyet etmekte haklılar. Onların aldıkları maaşlara çok sembolik miktarda zam yapıldı ama arkasından iki büyük zam yediler bir doğalgaz zammı, bir de elektrik zammı. Bu zamlar daha henüz faturalarına yansımadı, turpun büyüğü heybede, onu sanıyorum önümüzdeki günlerde daha iyi görecekler; AKP’ye oy vermenin bedelini görecekler, AKP’nin onlara verdiği armağanı görecekler. Daha kış gelmedi, bakalım kış geldiğinde doğalgaz faturalarını bakalım gerçekten emeklilerimiz nasıl karşılayacaklar. Ben buradan bütün emekli kardeşlerime tekrar sesleniyorum. Unutmasınlar, onların her türlü sorununu dile getiren, sağlıklı çözümler üreten tek parti Cumhuriyet Halk Partisidir, bunu sakın unutmasınlar. Yaşadıkları deneyim de onu gösteriyor zaten. Onlara yüzde 4, doğalgaza yüzde 15; onlara yüzde 4, elektriğe yüzde 10 zam. Bütün bunlar gösteriyor ki fatura halka çıkıyor. Aslında bu arada daha farklı şey oldu. Böyle hepimizi alıştıra alıştıra, sözde serbest piyasa, sözde kur serbest ama yaklaşık yüzde 30’a varan bir devalüasyon yaşadık. Aslında bizim ekonomi tarihimizde büyük devalüasyon rakamlarından birisidir. Türk lirası büyük ölçüde değer yitirdi. Bekledik ki ihracatta patlama olacak, bekledik ki üretimimiz artacak tam tersine üretimde düşüş var, sanayide üretimde bir gerileme var. Önümüzdeki süreçte bunu biraz daha net göreceğiz. Bu tabloya bizi getiren nokta hükümetin izlediği ekonomi politikası. Üretmeyen dediler, dışarıdan getiriyoruz daha ucuz, üretmeyin dediler, çalışmaya gerek yok, zaten geliyor mal, oturup tüketeceğiz ve sonunda fatura bu ülkede hem üretemeyen konuma getirilen sanayiciye hem de halka çıkarıldı. Önümüzdeki süreç içinde bunu biraz daha ağırlıklı olarak göreceğiz.

Değerli milletvekilleri, biz belli şeylerin arkasında özenle durmaya devam ediyoruz. Hatırlarsanız geçen haftalarda Sayın Başbakan, Cumhuriyet Halk Partisi belediyeleriyle ilgili çok ağır bir suçlamada bulundu. Sözde biz, Alman vakıflarından bizim belediyeler kredi alıyorlar, aldıkları krediler aracılığıyla terör örgütüne para aktarıyorlar. Kendisine bu kürsüden seslendim. Dedim ki, ey şerefli Başbakan, çık bu bütün bildiklerini anlat, biz de öğrenelim ama bunu anlatmadı. Bugünkü grup toplantısında da değinmemiş. Anlıyorum, annesi vefat etti. Merhumeye Allah’tan rahmet diliyoruz, acısını yüreğimizde paylaşıyoruz çünkü biz de biliyoruz ki anneler kutsaldır, annelerin her zaman eli öpülür. O açıdan acısını biliyoruz, acısına yürekten katılıyoruz. Ama sakın ola ki biz bir şeyi unuttuk diye düşünmesin. O belediyelerle ilgili bildiklerini önümüzdeki hafta açıklasın, onu bekliyoruz. Ya suçlayacaksanız, suçladığınızın, iddianızın arkasında duracaksınız veya çıkacaksınız CHP’den ve CHP’li belediyelerden özür dileyeceksiniz, ben bunu yanlışlıkla söyledim, sizlerden özür diliyorum diyeceksiniz. Yoksa biz bunun arkasını bırakmayacağız. Bu çok ağır bir suçlamadır, o ağır suçlamanın takipçisi olacağız.

Değerli milletvekilleri, Sayın Başbakan o suçlamayı yaparken aslında çok önemli bir itirafta daha bulundu. Dedi ki “Tapelere bakıyorum ben.” Ne demek tapeler? Belli kişilerin, kurumların, belediyelerin telefonları dinleniyor, o dinlemelerden Başbakanı ilgilendiren, AKP’yi ilgilendiren veya CHP’yi ilgilendiren, aleyhine olan tapeler Sayın Başbakana servis ediliyor. Hiçbir hukuk devletinde, hukukun üstünlüğüne inanan hiçbir toplumda, üniversitelerinin özgür olduğu bir toplumda hiçbir başbakana bu tür görüşler, bu tür tapeler servis edilemez. Servis ediliyorsa orada bir sorun var demektir. Şimdi, madem ki Sayın Başbakana bu tapeler servis edildi, biz servis edilen o tapeleri bekliyoruz. Önümüzdeki hafta Sayın Başbakan AKP grup toplantısında çıkacak, kendisine servis edilen tapeleri okusun hem biz hem bütün Türkiye öğrenmiş olsun. Ayrıca bundan böyle şunu da açıklıkla ifade edeyim. O tapelerin Başbakana servis edilmesinin bir diğer sonucu Deniz Feneri savcılarının görevden alınması mıdır acaba? Çünkü orada da bazı önemli tespitler var ve bu tespitler acaba önce Başbakana servis edildi ve ondan sonra ya, ileride başımız belaya girer, en iyisi şu savcıları bir an önce görevden alalım düşüncesi egemen mi oldu? Onu da sorgulayacağız hep beraber.

Değerli milletvekilleri, ben geçen hafta burada Deniz Feneri köstebeğini açıklayacağımı söylemiştim. Aslında bu köstebeği herkes biliyor. İnternet sitesine girdim herkes ismini de söylemiş köstebeğin, yani öyle gizli kapaklı değil ama birisinin çıkıp açıkça söylemesi lazım, arkadaş sen köstebeksin demesi lazım. Ben de şimdi biraz sonra onu söyleyeceğim. Ama önce Deniz Feneri’yle ilgili biraz geçmişe bir bakmamızda fayda var. Köstebek olmanın nerelere dayandığını toplumun çok iyi görmesi gerekiyor. Önce şu: Türkiye’deki Deniz Feneri’ne kamu yararına çalışan dernek statüsü verilmek istendi. Danıştaya gidildi, Danıştay dedi ki “Bu dernek kamu yararına dernek olamaz” reddetti bu talebi. İtiraz ettiler Danıştay Genel Kuruluna gitti, Danıştay Genel Kurulu da reddetti “Hayır, bu dernek kamu yararına çalışan bir dernek olamaz, koşulları uygun değildir” dedi. Daha sonra Hükümet dedi ki “Vay sen bunu böyle mi yapıyorsun, o zaman ben de Dernekler Yasasını değiştiriyorum, Danıştayı devre dışı bırakıyorum ve Deniz Feneri’ne Bakanlar Kurulu kararıyla kamu yararına çalışan dernek statüsü veriyorum” dedi ve dediğini de yaptı, Deniz Feneri kamu yararına çalışan bir dernek niteliğine kavuştu. Ve bir şey daha yaptı hükümet. 12.7.2005 tarihinde, izin almadan bağış toplama yetkisini Deniz Feneri’ne verdi. Kızılay’a verilmeyen bir yetkiyi önce Deniz Feneri’ne verdiler. Sonra bir döndüler, yahu Kızılay var, yüz yıllık bir kuruluş, biz buna nasıl vermeyiz, ayıptır diye sonra Kızılay’a da verdiler. Ve daha önemlisi, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yine Deniz Feneri’ne Türkiye Büyük Millet Meclisinin üstün hizmet ödülünü verdiler. 25 Nisan 2007, Almanya’da Deniz Feneri ile ilgili ilk operasyonun başladığı tarihtir. Euro 7, İntin, yani oradaki Kanal 7’nin bürosuna, Deniz Feneri’nin bürolarına Alman polisi tarafından baskın düzenlendi, yüzlerce, binlerce evrak alındı, Almanya’da polisin gözetiminde alındı ve soruşturma başlatıldı. Bir yıl içinde soruşturmayı tamamladılar arkadaşlar, bir yılda. 17 Eylül 2008’de Almanya’daki Deniz Feneri davası sonuçlandı. 25 Nisan 2007’de düğmeye bastılar, 17 Eylül 2008’de yargıçlar kararlarını açıkladılar. Hâkim Müller kararında, Mehmet Gürhan’ın yardım paralarını bir sermaye aracı olarak kullandığını, paraların Türkiye’deki Kanal 7 Televizyonuna aktarıldığını, paraların nasıl kullanılacağına karar verenlerin aralarında Zekeriya Karaman, İsmail Karahan, Mustafa Çelik –Bu Mustafa Çelik adını unutmayın yalnız, biraz sonra tekrar değineceğim- ve Zait Akman’ın ismini Almanya’da kararlara geçirdi ve Alman Yargıç Müller “Bizim burada hapse attıklarımız aslında teferruat, asıl failler Türkiye’dedir, dolayısıyla onların yargılanması lazım” diye yargı bir de kararını açıkladı. Bu arada Alman yargısı bunu yaparken Alman medyası rakamların da büyüklüğünü dikkate alarak Alman tarihinin en büyük yolsuzluk davası olarak gündeme getirdi ve “Yüzyılın soygunu” adını verdiler. Toplanan 41 milyon avronun 17 milyonunun Türkiye’ye gönderildiğini, bunun 8 milyonluk kısmının Türkiye’deki Deniz Feneri Derneğine aktarıldığını, geri kalanının ise akıbetinin tespit edilemediğini söyledi. Alman yargıcının verdiği karar bu. Ama bu arada Almanya’da bu mahkûmiyet, tutuklamalar, isimler ortaya çıkınca hükümet bir şey yaptı. RTÜK üyelerinin dokunulmazlığı yoktu, yani onları savcı çağırınca ifadelerini alabiliyordu. RTÜK üyesi, RTÜK Başkanı var, yarın savcı çağırırsa ne olacak. Bir yasal düzenleme yaptılar, RTÜK üyelerinin savcı tarafından sorgulanabilmesi için Başbakandan izin alma koşulunu getirdiler. Böylece bir zırh içine aldılar ki ileride bir sorun çıkmasın. Ama diyoruz ya, Allah büyüktür, ileride sorun çıktı, o sorunu da göreceğiz. Bu arada 29.5.2009’da Sayın Akman Teke Tek programına çıkıyor. Bu Deniz Feneri olaylarının güncel olarak tartışıldığı bir süreç ve o süreçte soruyorlar, “Yani ne olacak, Başbakan seni destekliyor mu?” Çünkü Bülent Arınç istifasını istemişti. Diyor ki –aynen ifade Sayın Akman’a ait- “Başbakan arkamda, arkamda olmasa hâlâ bu koltukta oturuyor olabilir miyim?” Doğru, Başbakan arkasındaydı. Başbakan lehine konuşuyordu ve Başbakan Zahit Akman’ı destekliyordu. Yasa ile dokunulmazlık getirilmesinin temel nedeni Başbakanın arkasında olduğunu da bu ifadeyle görmüş oluyoruz.

Bu arada, değerli arkadaşlarım, bizim bir güzel atasözümüz var “Can çıkmayınca huy çıkmaz” diye. Bir taraftan Türkiye’de davalar açılıyor, bunlar görüşülüyor, Almanya’da davalar açılmış, kişiler mahkûm olmuş, bunların derdi de acaba biz nasıl mal kaçırırız, ileride bir soruşturma olursa malları nasıl alıkonmaktan kurtarırız diye. 21.9.2008’de Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir basın toplantısı yaptım. O basın toplantısında Mehmet Gürhan’ın Zekeriya Karaman’a –ki Alman yargıca göre Türkiye’deki asıl fail- verdiği bir vekâletnameyi açıkladım. Vekâlet vermenin özelliği şu arkadaşlar: Mehmet Gürhan Almanya’da hapiste ama Türkiye’deki notere vekâletname veriyor. Gelmiş notere uğramış, vekâletnameyi vermiş, imzasını atmış. Biz bunu gündeme getirdik, kıyamet koptu, soruşturma açılması için dilekçeler yağdırdık, ne oldu biliyor musunuz arkadaşlar? O noterin hiçbir kabahati yok dediler ve beraat etti. Şu sorulmadı: Ya bu adam Almanya’da hapiste yatıyor Türkiye’ye gelmedi, ey noter sen nasıl oluyor da yurt dışında hapiste yatan bir adamın senin ayağına geldiğini, noterde imza verdiğini ve sen de bunu onaylıyorsun, onayladığını kabul ediyorsun. Ama olmadı burası Türkiye çünkü Deniz Feneri’nin arkasında Başbakan vardı.

Şimdi, değerli arkadaşlar, Almanya’da 25 Nisan 2007’de polis baskını yapıldı, 17 Eylül Ekim 2008’de dava sonuçlandı, bir yıl beş ayda her şey bitti. Bizde dava 19 Eylül 2008’de açıldı, 11 Ekim 2011, hâlâ davadan sonuç yok ve 27 Ağustos 2011’de Deniz Feneri’nin 3 savcısı görevden alındı. Görevden alınma gerekçesi “Efendim siz, mahkemenin vermiş olduğu bir kararın belli bölümlerini kapattınız öyle gönderdiniz tapu idaresine, dolayısıyla siz mahkeme kararında tahrifat yaptınız.” Şu Erzurum İkinci Ağır Ceza Mahkemesine ait bir karar. Şu bölüm kapatılmış arkadaşlar ve öyle servis edilmiş, gönderilmiş. Ben bu kararlardan üç örneğini daha önce açıklamıştım. Adalet Bakanlığı Erzurum’a adalet müfettişleri gönderdi olayı soruşturmak üzere. O savcılar görevden alındı mı? Hayır, alınmadı çünkü bu zaten dediler ki “Normal bir şey, biz belli bölümleri kapatıyoruz. Başkaları kendileriyle ilgili olmayan gizliliği korumak için kimse görmesin diye.” Erzurum’da hiçbir şey olmuyor, Ankara’da Deniz Feneri’nde 3 savcı görevden alınıyor. Bu nedir arkadaşlar? Deniz Feneri olayı örtülmek isteniyor, yüzyılın soygununun üstüne yüzyılın örtüsü örtülmek isteniyor. Ben Grup Başkanvekilliğim dönemimde bu olayı sorguladım, diğer arkadaşlarım da sorguladılar. Hep beraber olayın üzerine gittik. Almanya’ya gittik oradaki duruşmaları izledik. Bir sürü iftira atıldı üstümüze ama bunların hiçbir önemi yok, alnımız temiz, yüreğimiz temiz, biz bu ülkede tüyü bitmemiş yetimin hakkını korumaya devam edeceğiz. Bu, bizim görevimiz, bu bizim namus borcumuz, biz bunu yapacağız.

Tabii basın toplantıları yapıyoruz, olayları açıyoruz, açıklamaya çalışıyoruz ama karşımızda bir duvar var, AKP duvarı var. Ben o dönem bir soru önergesi hazırladım, 21 Ekim 2008 tarihli bir soru önergesi, numarası 4126. Soru önergesini izninizle okumak istiyorum çünkü köstebeğin kimliği açısından çok önemli bu.

Aşağıdaki sorularımı Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın yazılı olarak yanıtlamasını bilgilerine sunarım.

Kemal Kılıçdaroğlu

İstanbul Milletvekili

Sorunun başını şöyle açıyorum: İçişleri Bakanı Sayın Beşir Atalay, İstanbul Ticaret Odası kayıtlarına göre RTÜK Başkanı Sayın Zait Akman ve Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Zekariya Karaman’la birlikte 5 Ocak 1999 tarihinde Nehir Medya Yayıncılık Filmcilik, Tanıtım, Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketini kurmuş ve ticari faaliyetlerini birlikte sürdürmüşlerdir. Film işini çok iyi yapıyorlar gerçekten. Almanya’daki Deniz Feneri davasında mahkeme yargıcı gerek Sayın Zekeriya Karaman gerek Sayın Zait Akman’ı Deniz Feneri e.V yolsuzluğuna karışmakla suçlamış ve yolsuzluğun Türkiye’deki asıl failleri olarak göstermiştir. İçişleri Bakanınız Sayın Beşir Atalay’ın geçmişte bu ticari ortaklığı dikkate alındığında;

Bu şahıslarla ilgili olarak Emniyet Genel Müdürlüğünün yürüteceği soruşturmalarda gerekli objektifliği gösterebileceğini inanıyor musunuz? Başbakana soruyoruz. Emniyet Genel Müdürlüğü bu Bakanın emrinde, bu Bakan da Deniz Feneri’ndeki asıl faillerle beraber ticari iş yapmış.

Almanya’da görülen dava sırasında Alman güvenlik makamları yolsuzluk iddiasıyla bağlantılı olarak Sayın Aykut Zait Akman hakkında Türk İnterpolüne yaptıkları bilgi yardım taleplerine cevap verilmediğini, Türk İnterpolünün işbirliğine yanaşmadığını belirtmişlerdir. Bu gelişmeler Sayın Beşir Atalay’ın, Sayın Akman ve Sayın Karaman’la geçmişteki ortaklığı nedeniyle tarafsızlığını artık koruyamayacağını göstermez mi?

3’üncü sorumuz: Deniz Feneri Derneğinin İçişleri Bakanlığının hazırladığı “Dernekler Mevzuatlı” başlıklı bir kitabın 10 bin adet basımını üstlendiği gazetelerde yazılmıştır. İçişleri Bakanlığına ait kitabı Deniz Feneri Derneği basıyor. Bu durumda İçişleri Bakanlığı bu dernek karşısında tarafsızlığını koruyabilir mi? Sayın Beşir Atalay bu görevde olduğu süre içinde bu soruşturmanın kamuoyu vicdanını tatmin edecek boyutta yürütülmesinin mümkün olmadığını siz de düşünüyor musunuz?

4’üncü sorumuz: Sayın Beşir Atalay milletvekili olmadan önce Sayın Zekeriya Karaman’ın Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Kanal 7’ye herhangi bir danışmanlık hizmeti vermiş midir? Vermişse bu hizmeti karşılığında nasıl ve ne kadar ücret almıştır? Böyle bir ilişki varsa Sayın Beşir Atalay’ın Sayın Karaman ve Sayın Akman karşısında tarafsızlığını koruyabileceğine inanıyor musunuz?

Soru 5: Soruşturmanın selameti ve kamuoyu vicdanını tatmin için çağdaş demokrasilerde bu gibi durumlarda başvurulması gereken istifa müessesesini Sayın Beşir Atalay için düşünüyor musunuz?

Soru sormuşuz. Sorduğum soruların hepsi anlaşılır. Ne zaman sormuşuz? 21 Ekim 2008’de. Şimdi? 2011 yılı Ekim ayındayız, bu soru önergesine yanıt yok. Üç yıl geçmiş yanıt yok. Niye yanıt yok? Meclis İç Tüzüğüne göre 15 gün içinde cevap verilmesi lazım ve yanıt verilmeyenlerin Meclis Başkanlığı yazı yazıyor “Cevap verin” diyor, uyarıyor bakanlıkları ama bu soru önergesine bugüne kadar yanıt verilmedi arkadaşlar. Haklılar tabii nasıl yanıt versinler, hepsine “Evet” diyecekler. Evet dedikleri zaman da o bütün filmleri ortaya çıkmış olacak.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu köstebeğin dosyası arkadaşlar. Şimdi bu dosyadaki bilgileri çok özet olarak size sunacağım. 14 Ekim, hatta onların resmî belgelerindeki rakamı tam vereyim, 14.10.2009, saat 22.19.33, saniyesini de veriyorum ki bir kuşkuya kapılmasınlar. İçişleri Bakanlığının özel kaleminden Bakanın koruma müdürü –ismini vermeyeyim, telefonu var- Kırıkkale Belediye Başkanını arıyor, Veli Korkmaz’ı. Kırıkkale Belediye Başkanını, Veli Korkmaz kimdir diye sorarsanız, hiç başka yerde araştırma yapmanıza gerek yok. Şu Almanya’da İslamî holdingler vardı ya milleti dolandıran. Kendilerine din, İslam gibi kutsal bir ismi verip milleti dolandıranlar vardı ya. Onun araştırma komisyonu raporu var Türkiye Büyük Millet Meclisinde, oradan Veli Korkmaz adına baksınlar, nasıl hortumlamaları yaptıklarını orada görürler. Bu görüşme 134 saniye sürüyor arkadaşlar. Aynı akşam, yine 14.10.2009, saat 22.22.35, yani 3 saniye sonra, Kırıkkale Belediye Başkanı hemen telefonuna sarılıyor ve Mustafa Çelik’i arıyor. Ne dedim? Mustafa Çelik’i unutmayın. Asıl fail dedikleri Türkiye’de Mustafa Çelik. Kanal 7 yöneticilerinin de ortak olduğu Hayat Görsel Yayıncılık Anonim Şirketinden Mustafa Çelik’i arıyor. Bu görüşme 44 saniye sürüyor. Görüşmede, Veli Korkmaz, yani Belediye Başkanı, Mustafa Çelik’e “Üstadım” diye hitap ediyor, ilişkileri çok iyi, tabii üstadı olacak. Ne olacak, ikisi beraber mal götürme konusunda ciddi bir iş birliği yapıyorlar. Ve Veli Korkmaz diyor ki “Acele bana sabit telefonu ver, evde misin” diyor. “Evdeyim.” “Ev telefonun 216’dıydı, bana ev telefonunu ver.” Ev telefonunu alıyor ve sabit telefondan, yine aynı gece, 14.10.2009’da saat 22.23.23’te sabit telefondan Mustafa Çelik’i arıyor. Bu görüşme 113 saniye sürüyor. Mustafa Çelik Deniz Feneri operasyonu dolayısıyla öğrendiği arama kararını İsmail Karahan’a bildiriyor. İsmail Karahan da malum, yine bu dünyanın önemli isimlerinden birisi. Soruyorlar savcılıktan: “16.10.2009 tarihinde ortağı ve yöneticisi olduğunuz iş yerlerinde yapılan aramada önceden haberdar olduğunuz anlaşılmıştır -Savcı soruyor, bütün bunların hepsini öğreniyor- Bu bilgiyi kimden aldınız? Mustafa Çelik’in sizi yüz yüze görüşmeye davet ettiği ve görüşmenizin gerçekleştiği anlaşılmakla, aranızdaki konuşmanın içeriği nedir?” diye bir soru soruyor.

Yanıt, İsmail Karahan’ın yanıtı şöyle: “İstanbul’daki işyerimizde yapılan aramadan hemen birkaç gün önce Mustafa Çelik beni telefonla arayarak yüz yüze görüşmemiz gerektiğini söyledi. Yüz yüze bir araya geldiğimizde bana iş yerlerinde arama yapılacağını duyduğunu, bu nedenle izne ayrılma, belki de iş yerinde bazı bilgilere ihtiyaç duyabileceğini, bunları kendilerinin cevaplayamayabileceğini söyledi. Ben arama yapılacağını öğrendikten sonra bazı personelimizin işten ayrılmamasını istedim. Bundan amacım, arama sırasında bilgilerine ihtiyaç olabileceği içindi. Mustafa Çelik bana, arama yapılacağını söyledikten sonra Zekeriya Beye de aynı bilgiyi vermiş.” Zekeriya Karaman, asıl fail. “Zira, ertesi gün üçümüz bir araya gelerek konuştuk. Bu konuşmaya göre arama yapılacağından Zekeriya Beyin de bilgisi olduğu anlaşılıyordu.”

Değerli arkadaşlar, İçişleri Bakanının Koruma Müdürü, gecenin o saatinde İçişleri Bakanının özel bürosundan başlayıp İstanbul’da sonlanan saniyelerle, dakikalarla, saatlerle, tarihlerle açıkladığım telefon trafiği ve o telefon trafiği sonucunda elde edilen bir ifade. Şimdi, bu yapı, bir demokrasiye yakışan bir yapı değildir. Bu yapı, tüyü bitmemiş yetimin cüzdanına tüy dikmek demektir.

Daha başka bilgiler de var, bir bakalım nasıl açıklama yapacaklar. Ben merak ediyorum, samimi söylüyorum merak ediyorum. “Tapeler önümüze geliyor” diyordu ya Başbakan. Savcıları düşünün, bir Başbakan düşünün, Deniz Feneri’nin bütün adamlarını koruyor; Zait Akman için özel kılıf getiriyor, özel yasa çıkarıyor. Adalet Bakanlığı düşünün, 3 savcıyı derhal görevden alıyor. Niye görevden alıyorsun? Bu savcılar bilgi mi sızdırdı? Ergenekon’da olduğu gibi milletin özel hayatını mı çarşaf çarşaf gazetelere servis etti? Hayır. Namuslu birer insan gibi oturdular çalıştılar. Köstebek Beşir Atalay’dır. Bir dava düşünün arkadaşlar, Adalet Bakanının görevi savcıları görevden almak, İçişleri Bakanının görevi de arama yapılacağını önceden duyurmak. İnsanda biraz utanma olur, insanda biraz ahlak olur. Bu ahlakı sorgulamamız gerekiyor, herkesin sorgulaması gerekiyor. Ben CHP’lileri söylemiyorum. Bu ülkede alın teriyle ekmek kazanan herkese söylüyorum, herkesi göreve davet ediyorum.

Ve bir şey daha söyleyeyim. Kendisi İçişleri Bakanlığı koltuğunda otururken kendi Dernekler Masasının verdiği 34 sayfalık raporun gereğini bugüne kadar niye yapmadın? Kim tuttu elinden, kim müdahale etmeyin dedi? Bir karanlık dosyayı araladık arkadaşlar. Bundan sonra bütün karanlık dosyaları açıklamak için çaba harcayacağız. Gücümüzü halktan ve sizden alıyoruz. Bizim arkamızda öyle büyük güçler yok, gücümüzü halktan alıyoruz. Gücümüzü kendi enerjimizden, kendi ahlakımızdan alıyoruz, kendi inancımızdan alıyoruz, kendi değer yargılarımızdan alıyoruz.

Değerli milletvekilleri, bir İçişleri Bakanı arama yapılacağını kimden öğrendi? Her hâlde Emniyet Genel Müdürlüğünde çalışan polislerden öğrendi. Kendi özel koruması, koruma müdürü bakanlıktan ayrıldı ama, koruma müdürü hâlâ yanında, onu ayırmıyor, olur ya başı belaya girerse, ya konuşursa. Bütün gerçekleri sizlerle paylaştım.

Hepinize saygılar sunuyorum, haftaya görüşmek üzere.