10.04.2018
10.04.2018
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (10 NİSAN 2018)
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu:
- "Anayasa Mahkemesi üyelerine açık çağrı yapıyorum; sizden bir an önce nasıl olursa olsun bir karar bekliyoruz. Adaletsizliği yaratıyorsunuz, adaletsizliği büyütüyorsunuz"
- "Vatandaşın derdi, sorunu varsa çözeceksin ama bu Ankara’daki beylerin siyaset anlayışında vatandaşın derdini, sorununu çözmek yok. Cebimi nasıl doldururum, malı nasıl götürürüm, vatandaşın vergisini nasıl cebime doldururum, bu anlayış var. Bu anlayıştan Türkiye’yi hep birlikte kurtaracağız"
- "Bu ülkeye herkes için demokrasiyi getireceğiz. Bizi sevsin sevmesin, bize oy versin vermesin, bunlar önemli değil, önemli olan şudur: Hangi vatandaşım mağdur olmuşsa hepimiz o mağdurun yanında olacağız"
-"AK Parti’nin Genel Başkanı olarak geliyor buraya, Meclisin içi, eli uzun namlulu silahlarla polis dolu. Bizden birisi ’Kimsenin can ve mal güvenliği yok’ derken kıyameti koparıyorsun, senin can ve mal güvenliğin yok demek ki. Sen korkuyorsun."
-"Polisten, askerden, vatandaştan korkuyorsun. En çok da laf aramızda kimseye söylemeyin benden korkuyor. Yer, gök polis dolu. Bu zayıflık belirtisidir, ülkeyi yönetememe belirtisidir. Bu ’Korkuyorum’ belirtisidir."
-"Yabancıya ikamet tezkeresi veriyorsunuz; tamamı Göç İdaresi Genel Müdürlüğüne verildi. İkamet tezkerelerinin kime verildiğini polis dahi bilmiyor. Hükümete sormak istiyorum; siz bazı terör örgütlerinin militanlarını özel olarak korumak mı istiyorsunuz? Onları polislerin elinden alıp başka bir yere mi yönlendirmek istiyorsunuz?"
-"(Osmangazi Üniversitesindeki cinayet) Ölen kişinin kanları, muhbirliğe vatandaşı davet edenin yakasındadır"
- "Sevgili Erdoğan; sana çok açık ve net bir çağrı yaptım. Sen ’er meydanına gelmezsin’ diyorsun bana. Er meydanının tespitini sana bırakıyorum, er meydanını tespit et, gelmeyen şerefsizdir"
- "Niye satıyorlar şeker fabrikalarını? Çünkü, yakayı tefeciye kaptırmışlar da ondan. Dışardaki bir avuç tefeciye 150 milyar dolar para ödüyorlar"
- "Türkiye Cumhuriyeti Devleti bütçesinden sonraki en büyük bütçeyi yönettim. Bütün hayatımı incelediler, bütün teftiş kurullarını gönderdiler bir tek kuruş yolsuzluk bulamadılar, bulamazsınız"
Siz de biliyorsunuz, ben de biliyorum; şeker vatandır, vatan satılmaz. Biz kendi vatanımıza da, kendi şekerimize de sonuna kadar sahip çıkacağız. Bu vesileyle şeker konusunu ayrıca inceleyeceğiz, ayrıca üzerinde duracağım.
Bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarıma, Cumhuriyet Halk Partisi grubundan kucak dolusu sıcak sevgilerimizi ve saygılarımıza gönderiyoruz. Bütün vatandaşlarımıza; hangi partiden olursa olsun, hangi inançtan olursa olsun, hangi kimlikten olursa olsun, hangi yaşam tarzını benimsemiş olursa olsun, Cumhuriyet Halk Partisi grubundan 80 milyona sevgilerimizi ve saygılarımızı gönderiyoruz.
Efendim Mareşal Fevzi Çakmak 10 Nisan 1950 yılında vefat etti. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ikinci mareşali; birincisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ikincisi Fevzi Çakmak ve yine genç cumhuriyetin ilk Milli Savunma Bakanı ve yine genç cumhuriyetin ilk Genelkurmay Başkanı. 10 Nisan 1950 yılında aramızdan ayrıldı. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Fevzi Çakmak olmak üzere ebediyete intikal etmiş, bu ülkenin bağımsızlığı için, özgürlüğü için, güzelliği için, güçlenmesi için emek harcayan, çaba harcayan, alın teri döken bütün büyüklerimize en içten rahmet dileklerimizi iletiyoruz ve hepsine saygılar sunuyoruz.
SÖZ HERKESİ EV BARK SAHİBİ YAPACAĞIZ, TAPUSUNU VERECEĞİZ
Efendim az önce grup başkan vekili söyledi, Pendik Çınardere’den gelen arkadaşlar var. Önce şunu ifade edeyim: Az önce konuşmama başlarken de söylemiştim, hangi partiden olursa olsun, her vatandaşa Cumhuriyet Halk Partisi grubundan sıcak sevgilerimizi ve saygılarımızı gönderiyoruz. Siyasi partilerin temel görevi kavga etmek değildir, siyasi partilerin temel görevi Türkiye’de sorun yaratmak değildir. Nedir görev? Var olan sorunları çözmek, Türkiye’yi çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmaktır. Eğer bu çerçevede hareket edersek gerginlikten de kurtulmuş oluruz, kavgadan da kurtulmuş oluruz. Vatandaşın derdi varken siyasi partiler kavga ediyorsa, burada başka bir sorun var demektir. Biz kavgadan yana değiliz, gerginlikten de yana değiliz. Biz vatandaşın sorunu varsa, sorununu çözmekten yanayız.
Şimdi Çınardere’den gelen arkadaşlarım, orada 50 yıldır oturuyorlar. Kimisinin tapu tahsis belgesi var, kimisinin tapu tahsis belgesi iptal edilmiş, kimisinin de yok. Ama bir gerçek var, orada oturuyorlar. Ağaçlar diktiler, çocuklar büyüttüler, evlilikler yaptılar, torunları kucaklarına aldılar, 50 yıldır orada. Orası onlar için vatanın ayrılmaz bir parçasıdır.
460 aile var. Benzer pozisyonda, hemen sizin yakınınızda Kartal Belediyesinde de böyle bir sorun vardı. Ama Kartal Belediyesi bu sorunu çözdü, herkese tapusunu dağıttı. Tapu dağıtım törenine ben de katıldım. Size sözüm söz, Pendik’i önümüzdeki seçimlerde bize verin, göreceksiniz ilk altı ayda tapunuzu alacaksınız.
Gecekondu önleme bölgesi, vatandaş oturuyor 50 yıldır. Pendik Belediyesi karar almış ve diyor ki, burası gezilecek yer, turistik yer, burada inşaat yapılmaz ev yapılmaz. Niye yapılmaz? Bitişiğindeki Kartal’a yapılıyor da, orada mı yapılmaz? 50 yıldır evleri var, barkları var, yuvaları var, çocukları var. Dolayısıyla onlara yardım etmek, insana yardım etmek, insanın sorunlarını çözmek, insanı mutlu kılmaz bizim felsefemizde vardır, bizim inancımızda vardır, bizim ahlakımızda vardır. Sizin haklarınızı sonuna kadar savunacağız, sözümüz sözdür.
Aynı olay sanmayın sadece sizin bölgede var. Beykoz’da Tokatköy’de ve İncirköy’de, Sancaktepe’de Veysel Karani ve Osmangazi’de, Sultanbeyli’de, Hasanpaşa Mahallelerinde, Kocaeli’nde ve Ankara’da da var. Söz herkesi ev bark sahibi yapacağız, tapusunu vereceğiz, alın teriyle güvenceyle gidecek evinde oturacak.
Söyledim, siyaset sorun yaratma alanı değildir, sorunları çözmektir. Vatandaşın derdi varsa, sorunu varsa çözeceksin. Ama bunların siyaset anlayışında, yani bu Ankara’daki beylerin siyaset anlayışında vatandaşın derdini sorununu çözmek yok. Ne var? Cebimi nasıl doldururum, malı nasıl götürürüm, vatandaşın vergisini nasıl cebime doldururum? Bu anlayış var. Bu anlayıştan Türkiye’yi hep birlikte kurtaracağız. Kimin desteğiyle? Halkın desteğiyle. Kimin desteğiyle? İnananların desteğiyle. Kimin desteğiyle? Demokrasiye sahip olanların desteğiyle... Kimin desteğiyle? Tek adam rejimine ve dikta yönetimine karşı çıkanların desteğiyle...
ENİS BERBEROĞLU 301 GÜNDÜR İÇERİDE ESİR
Efendim hep konuşuyoruz, ama bir milletvekilimiz her seferinde aramızda yok, tam 301 gündür, Enis Berberoğlu. Değerli arkadaşlarım, 301 gündür içeride esir. Hiçbir suçu yok bakın, hiçbir suçu yok, konu bir gazete haberi. Önce müebbede hapsettiler, casus dediler. O yetmedi, müebbet olmaz dediler 25 yıla indirdiler. Sonra o da bozuldu, 25 yıl da olmaz bunu 5 yıl yapalım dediler.
ADALETSİZLİĞİ YARATIYORSUNUZ, ADALETSİZLİĞİ BÜYÜTÜYORSUNUZ
Arkadaşlar ne yapıyorsunuz? Hâkim arkadaşlara soruyorum, ne yapıyorsunuz siz? Anayasa Mahkemesinin önünde, bu gruptan Cumhuriyet Halk Partisi grubundan Anayasa Mahkemesi üyelerine açık ve net çağrı yapıyorum. Sizden bir an önce, nasıl olursa olsun... Bakın altını çiziyorum, nasıl olursa olsun bir karar bekliyoruz. Adaletsizliği yaratıyorsunuz, adaletsizliği büyütüyorsunuz. Kardeşim Enis Berberoğlu hapiste kalsın diyorsanız verin kararınızı, adalet arayacağız; adalet aramamıza engel oluyorsunuz, önüne set çekiyorsunuz. Hayır suçlu değildir diyorsanız, kararınızı verin. Eskiden karar verdiniz, benzer bir olayda da karar verdiniz. “Burada suç yoktur” dediniz, şimdi suç yoktur diyemiyorsunuz. Diyemiyorsanız suçludur deyin. Ben de o zaman gideyim hakkımı başka bir yerde arayayım, adaleti başka bir yerde arayayım. Hem adaletin önünü tıkıyorsunuz, hem yargının önünü tıkıyorsunuz.
O nedenle Anayasa Mahkemesinin Başkan ve üyelerine özellikle istirham ediyorum. 301 gündür bekliyorum artık, 301 gündür! Hep beraber bekliyoruz. Bu ülkenin vicdanlı insanları bekliyor, 301 gün! Niye içeride, hangi gerekçeyle içeride? Milletvekilleri için de aynı şeyi söylüyorum. Milletvekilleri hapse atılmaz, onların adı var, milletin vekili diyoruz. Milletin vekilinin hapiste ne işi var? Gelirler Meclise oturur konuşurlar.
HANGİ VATANDAŞIM MAĞDUR OLMUŞSA, HEPİMİZ O MAĞDURUN YANINDA OLACAĞIZ
20 Temmuz darbesinden sonra, 15 Temmuz darbe girişimini fırsata çevirip, 20 Temmuz’da darbe yapanlar Türkiye’yi farklı bir sürecin içine soktular. Bugün bir darbe süreci yaşıyoruz. Yargı korkuyor darbecilerden, avukat korkuyor, savcı korkuyor, üniversite hocası korkuyor. Korkmayan kim? Allahın izniyle biz korkmuyoruz, gücümüzü oradan alıyoruz. Korkmuyoruz, korkmayacağız. Bu ülkeye herkes için demokrasiyi getireceğiz, herkes için getireceğiz. Bizi sevsin sevmesin, bize oy versin vermesin, bunlar önemli değil. Önemli olan şudur: Hangi vatandaşım mağdur olmuşsa, hepimiz o mağdurun yanında olacağız. Zalimin karşısında sesimizi çıkarmama gibi bir süreci asla yaşamayacağız. Hiç kimsenin önünde dilsiz şeytan rolünü oynamayacağız. Varsa mağduriyet sonuna kadar üstüne gideceğiz.
BUGÜN 10 NİSAN POLİS TEŞKİLATININ KURULUŞ YILI, POLİS ÖRGÜTÜNE VE POLİS ÖRGÜTÜNDE GÖREV ALAN BÜTÜN POLİS ARKADAŞLARIMIZA YÜREKTEN BAŞARILAR DİLİYORUZ VE ONLARI SAYGIYLA SELAMLIYORUZ
Efendim bugün size Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bir konuya başlarken onun sözüyle başlamak isterim. Bu ülkenin kurucusu, bütün malvarlığını bu ülkeye, bu ülkenin halkına bağışlamış olan bir liderden, düşmanının bile saygı gösterdiği bir liderden ve onun yaptığı bir konuşmadan bir bölüm okumak isterim. “Polis kanun adamıdır, polisler memleketimizde huzur ve sükunu korumak, can ve mal güvenliğini sağlamak için gecesini gündüzüne katarak çalışan insanlardır” diyor Gazi Mustafa Kemal Atatürk. Bugün 10 Nisan Polis Teşkilatının kuruluş yılı. O nedenle polis örgütüne ve polis örgütünde görev alan bütün polis arkadaşlarımıza yürekten başarılar diliyoruz ve onları saygıyla selamlıyoruz.
173’ncü kuruluş yıldönümü, yani 200 yıllık bir birikimi içinde barındıran, yaklaşık 200 yıllık bir birikimi bünyesinde barındıran bir kuruluştan söz ediyoruz. 200 yıldır polis teşkilatı, yaklaşık 200 yıldır bir polis teşkilatı bir kurum varsa, bu kurumda liyakatin olması lazım. Bu kurumun geleneklerinin, örflerinin, adetlerinin olması lazım, bu kurumun sağlıklı yönetilmesi lazım ve bu kurumun toplumun can ve mal güvenliğini sağlayan en önemli aktör olarak ortaya çıkması lazım ve bu kurumda görev yapan bütün polis arkadaşlarımızın kardeşlerimizin “uygar bir teşkilatta, uygar bir polis örgütünde görev yapıyorum ve görevimden de son derece memnunum, kimse müdahale etmiyor, kimse yasadışı talimat vermiyor” diye belli bir güven içinde görev yapması lazım. Arzumuz budur.
2018 verilerine göre Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde 267 bin 993 kişi çalışıyor, görev yapıyorlar bunlar. Peki, şu soruyu soralım: Polisler hayatımızın hangi aşamasında var? Önce bizim yaşamımızda var. Kimimizin dayısıdır, kimimizin yeğenidir, kimimizin amcasıdır, kimimizin damadıdır, kimimizin gelinidir, polis her ailede şöyle veya böyle bir polis vardır. Her ailede, ya biraz yakında, ya biraz uzakta bir akrabalık ilişkisi vardır. Dolayısıyla polis arkadaşlarımız zaten bizim hayatımızın bir parçasıdır.
O zaman dönüp biraz geçmişe bakalım. Polis Teşkilatı kurulurken hangi felsefeden yola çıkılmış? Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu 4 Temmuz 1934 yılında çıkmış. Özellikle polis arkadaşlarımın kendi kanunlarının ilk dört maddesini dikkatle okumalarını isterim. Diyor ki birinci madde; polis asayişi, amme menfaatini, halkın ırz can ve malını korumak görevindedir, yani korumak zorundadır ve bunları yapar, ammenin istirahatını temin eder diye o günün diliyle bir şekliyle yazılmış bir madde. Hatta bir de insani değerlere önem veren bir paragrafı daha var. Yardım isteyenlerle, yardıma muhtaç olan çocuk alil –engelli- ve acizlere muavenet eder, yani yardım eder. Kanun ve nizamnamelerin kendisine verdiği görevleri, yani vazifeleri yapar diyor.
İkinci maddesi enteresandır. İki görev var diyor, temel iki görev. Öncelik bir, kanunlara, iki tüzüklere, üç yönetmeliklere, dört hükümet emirlerine ve kamu düzenine uygun olmayan hareketlerin işlenmesinden önce bu kanun hükümleri dairesinde önünü almak, yani önlem almak. Birinci, kanun tüzük yönetmelik, sonra hükümet... Ve bunun devamı olan bir paragraf var, bu paragraf çok önemli. Kamu düzeni ve kamu güvenliğinin sağlanmasından sorumlu olan polis, amirinden aldığı emri, kanun tüzük ve yönetmelik hükümlerine aykırı görürse, yani polise verilen talimat yasalara yönetmeliklere veya tüzüğe aykırı ise yerine getirmez ve bu aykırılığı emri verene bildirir; kanunun şu maddesine aykırıdır senin verdiğin emir diye.
Ancak amir emrinde ısrar eder ve bu emrini yazılı olarak yenilerse, ısrar ediyorum kanuna aykırı dokunma... Ne demek dokunma? Sen çalışıyorsun, ben de senin amirinim emrediyorum yapacaksın derse, emir yerine getirilir. Bu halde emri yerine getiren sorumlu olmaz, konusu suç teşkil eden emir hiçbir suretle yerine getirilmez. Konusu suç teşkil eden emir hiçbir şekilde yerine getirilmez. Yerine getirenler sorumluluktan kurtulamaz. Bu polisin özerk yasaya bağlı bir örgüt, bir teşkilat olduğunu gösterir. 1930’ların polis anlayışı budur; devletin polisi, halkın polisi, halkın çıkarlarını savunan bir polis mantığıyla hazırlanmıştır.
Dördüncü madde ise şöyledir: Polis hiçbir suretle vazifesinden başka bir işte kullanılamaz. Yani polisin görevi var, onun dışında başka bir görevle siz polisi kullanamazsınız. Ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk polis için yine şunu söylüyor: “Polis asker kadar disiplinli, hukukçu kadar hukuk adamı, bir anne kadar şefkatli olmalıdır.” Yani biber gazını kullanırken, yani cop kullanırken, verilen emirleri yerine getirirken bir anne kadar şefkatli olmalıdır, bir hukuk adamı kadar adalete saygılı olmalıdır diyor Gazi Mustafa Kemal Atatürk. O nedenle biz Polis Teşkilatımızın bütün bu yasanın verdiği anlamla ve Gazi Mustafa Kemal’in çizdiği yolla yoluna devam etmesini isteriz. Ama bazı sorularımız var.
173 YILLIK BİR POLİS TEŞKİLATINDA LİYAKAT SİSTEMİ GERÇEKTEN OTURDU MU?
Birinci sorumuz şu: 173 yıllık bir polis teşkilatında liyakat sistemi gerçekten oturdu mu? 200 yıla yaklaşan bir kurumdan söz ediyorum, liyakat sistemi gerçekten oturdu mu? Hayır, oturmadı. Sorumlusu kim? Polisler değil, sorumlusu siyasi otoritedir, yani yönetenlerdir, yani hükümetlerdir. Polis Teşkilatını FETÖ’ye teslim edenler kim? Bir daha soruyorum: Polis Teşkilatını A’dan Z’ye kadar FETÖ’ye teslim eden kim? Bir numaralı adamı söyledim, sarayda oturan zat bir numaralı adam. Siyasi ayağı odur. FETÖ’yle mücadele etmek için, rapor hazırlayan, savcılığa suç duyurusunda bulunan, delilleri toplayan bütün polisler ya hapse atıldı veya görevlerine son verildi. Ben size yaklaşık 200 yıllık bir kurumdan söz ediyorum. 200 yıllık bir kurum, bir terör örgütü tarafından siyasi iktidarın desteğiyle teslim alınabiliyor. Polislik mesleğinin ne kadar kutsal olduğunu, ne kadar önemli olduğunu buradan da çıkarabiliriz.
İkinci sorumuz: Polis kimin polisidir? Hükümetin mi, devletin mi ve polis maaşını kimden alır? Hükümet mi öder polisin maaşını? Bir, az önce kanunu okudum, polis hükümetin değil devletin polisidir. Üstünde Türkiye Cumhuriyeti yazar, devletin polisidir. Devletin polisi olduğu için hükümetten aldığı konusu suç oluşturan emirleri yerine getirmez diyor. Neden? Sen devletin polisisin, hükümet yasadışı bir iş yaparsa onu da takip edeceksin diyor, ona da bakacaksın diyor, suçluları ortaya çıkaracaksın diyor. Maaşı kim öder? Maaşı Türkiye Büyük Millet Meclisi belirler, parayı vatandaş millet öder ve polis maaşını alır. O nedenle polis hükümetin değil, polis devletin ve milletin polisidir. O nedenle söylüyorum, polise sıkılan her kurşun millete sıkılmış kurşundur. Polisimizi korumak zorundayız.
POLİS DEVLETİN DEĞİL DE, HÜKÜMETİN POLİSİ OLURSA NE OLUR?
Üçüncü soru: Polis devletin değil de, hükümetin polisi olursa ne olur? Eğer devletin değil de hükümetin polisi olursa, halkı baskılamak için bir araç olur. Halkı baskılamak, sindirmek, onu hükümetin bir baskı aracı olarak kullanmak bir anlamda polisin görevi haline gelir. O nedenle polis hükümetlerin değil, hükümetin değil, halkın polisidir, devletin polisidir, öyle bakmak lazım. Eğer siz hükümetin polisi olmayı tercih eder ve polisi o kulvarda eğitirseniz, siz halktan koparsınız. Hükümetin hükümet edenlerin çıkarlarını savunmuş olursunuz.
Peki, hükümetin polisi olmak polise saygınlık kazandırır mı? Devletin değil de, bir polis örgütü eğer hükümetin polisi ise, en büyük saygınlığı itibarı kaybetmiş olur, kendisi kaybetmiş olur. Hükümetin polisi, hükümetin dediklerini zorla halka kabul ettiren polis demektir. Onun adı polis devletidir zaten, demokrasi değildir. Ama 1934’de çıkan yasa açık ve net biçimde “polis devletin polisi olmak zorundadır” diyor. Hükümetler yasadışı talimat verirlerse, polis onu uygulamaz diye emredici bir hüküm getirmiş durumda.
Peki, polis devletinde polis halkın ve can güvenliğini sağlayabilir mi? Hayır, polis polis devletinde hükümet olanların ve onların yandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlar, vatandaşın değil. Talimatı oradan alıyor, yetkiyi oradan alıyor yasalardan değil, hükümeti yasaların üstünde bir organ olarak görüyor ve dolayısıyla hükümeti ve yandaşlarını korumak, onların can ve mal güvenliğini korumak için yoluna devam ediyor.
Peki, 173 yıllık bir örgüt bir Polis Teşkilatı, acaba kurumsal yapısını bu süre içinde güçlendirdi mi? Geleneklerini güçlendirdi mi, örfünü adetini güçlendirdi mi? Maalesef buna da hayır diyeceğiz, liyakat yok. Terfilerde, görevde yükselmelerde, atamalarda siyasi otoritenin dediğinin olduğunu hepimiz biliyoruz. O halde yapılması gereken, 1934 tarihli yasanın ruhuna uygun olarak polisi daha özerk bir yapıya, siyasetten kurtarmaya hepimizin ihtiyacı var. Neden diyoruz siyaset oraya bulaşmasın? Siyaset bulaşırsa, adaleti yitirmiş oluruz.
POLİSLER ÇOK ZOR KOŞULLARDA GÖREV YAPIYORLAR
Polisler çok zor koşullarda görev yapıyorlar. Devlet Memurları Kanununa göre en fazla 40 saat fazla mesai yapabilirler. 75 saat fazla mesai yapan var, 75 saat! Evlerine gidemeyen polis memurları var. Yaptığı fazla mesainin karşılığını alamayanlar var; bu kadar zor durumda Polis Teşkilatı. Yine Polis Teşkilatının bir diğer temel sorunu var. Çalışırken aldığı aylıkla, emekli olduğu tarihte aldığı aylık arasında yüzde 100 fark var, yüzde 100, bazen biraz daha fazla. Çalışırken 5 bin lira alıyorsunuz, emekli olunca 2 bin 500 liraya düşüyor aylığınız. Bir insanın hayatında en dramatik, en acı veren olay, kişinin yaşam standardındaki köklü düşüştür. Düne kadar 5 bin liraya geçinirken, hayat standardınızı ona göre kurarken, emekli oluyorsunuz maaş yarı yarıya düşüyor, hayat standardınız yarı yarıya düşüyor. Biz bunu biliyoruz. Ne dedik? Polislere mutlaka 3 bin 600 ek gösterge verilmelidir. Neden? Polisi sevdiğimiz için, polise saygı duyduğumuz için, polis emeğinin karşılığını alsın diye bunu söyledik.
YÜZLERCE POLİS ŞEHİDİMİZ VAR, ONLARI DA RAHMETLE, SAYGIYLA ANIYORUZ
Ve biz caddede, sokakta, güven içinde gezerken, elbette ki güvenlik güçlerine teşekkür etmek zorundayız. Ayrıca yüzlerce polis şehidimiz var, güvenlik güçlerinden şehitlerimiz var. Onları da rahmetle saygıyla anıyoruz elbette. Ancak canı pahasına müdahale ederken Polis Teşkilatı, son zamanlarda –altını özenle çiziyorum- polislerden bilinçli olarak bazı yetkilerin alınıp başka kuruluşlara devredildiğini görüyoruz; bu da son derece tehlikeli.
Örnek vereyim, tüm dünyada suça karışan yabancıların işlemlerini güvenlik güçleri görür. Yabancı gelmiş, suça karışmış, kim görür? Güvenlik güçleri. Bizde ise, bunların değerlendirmesini Göç İdaresi Genel Müdürlüğüne verdik. Göç İdaresi ne bilecek, terörle mücadeleyi ne bilecek? İkamet teskeresi, yabancıya ikamet teskeresi veriyorsunuz. Tamamı Göç İdaresi Genel Müdürlüğüne verildi. İkamet teskerelerinin kime verildiğini polis dahi bilmiyor. Hükümete sormak istiyorum, siz bazı terör örgütlerinin militanlarını özel olarak korumak mı istiyorsunuz? Onları polislerin elinden alıp başka bir yere mi yönlendirmek istiyorsunuz? Göç İdaresi Genel Müdürlüğündeki yabancılarla ilgili istihbarat güvenlik güçlerine verilmiyor. Niye verilmiyor? Bakın, Cumhuriyet Halk Partisi dışında kimse de bunu dillendirmiyor. Korku dağları bekliyor, dillendirmiyor.
Biz niye dillendiriyoruz? Biz ülkemizi seviyoruz. Hangi görüşten olursa olsun, insanımızın huzur içinde yaşamasını istiyoruz; hangi inançtan olursa olsun, insanımızın huzur içinde caddede sokakta gezmesini istiyoruz; hangi kimlikten olursa olsun, sokakta karşılaştığımızda birbirimize merhaba deme ihtiyacını hissetmek istiyoruz. O nedenle Polis Teşkilatı üzerinde son zamanlarda ciddi oyunlar oynanıyor. Neden? Hâlâ güvenmiyorlar.
BU ZAYIFLIK BELİRTİSİDİR, BU ÜLKEYİ YÖNETEMEME BELİRTİSİDİR, BU KORKUYORUM BELİRTİSİDİR
Buraya geliyor, bir zat geliyor buraya. AK Partinin Genel Başkanı olarak iniyor konuşuyor, gelsin konuşsun eyvallah itirazımız yok. Meclisin çatısı, Meclisin havası, Meclisin bahçesi, Meclisin parkları, Meclisin içi, eli uzun namlulu silahlarla polis dolu. Arkadaşlar, polisler elbette ki koruyacak. Böyle bir olayı yaratmak, polise duyulan güvensizliği gösterir. Birisi beni öldürecek. Hani bizden birisi can ve mal güvenliği kimsenin yok derken kıyameti koparıyorsun. Senin can ve mal güvenliğin yok demek ki, sen korkuyorsun. Polisten korkuyorsun, askerden korkuyorsun, vatandaştan korkuyorsun. En çok da laf aramızda kimseye söylemeyin, benden korkuyor.
Yer gök polis dolu, bu polislerin dünya kadar yapılacak işleri var kardeşim, dünya kadar yapılacak işleri var. Gökte de helikopter geziyor, olur ya birisi herhalde havadan ateş mi edecekler onu da bilmiyoruz. Bu zayıflık belirtisidir, bu ülkeyi yönetememe belirtisidir, bu korkuyorum belirtisidir.
8 NİSAN DÜNYA ROMANLAR GÜNÜ’NDE ROMAN VATANDAŞLARIMIZLA İSTANBUL’DA BULUŞTUK
Efendim 8 Nisan aynı zamanda Dünya Romanlar Günü. Bütün dünyada Romanlar 8 Nisan’ı Dünya Romanlar Günü olarak kabul ederler. Biz de Roman vatandaşlarımızla 8 Nisan’da İstanbul’da buluştuk. Çok keyifli, çok güzel bir anma günü yaşadık. İlk kez 8 Nisan 1971 yılında Londra’da Birinci Uluslararası Romanlar Kongresi toplanmış ve o kongrenin toplandığı tarih 8 Nisan Romanlar Günü olarak bütün dünyada kutlanıyor. Romanlar aynı zamanda soykırıma da uğramışlar. Yaklaşık 500 bin Roman, Hitler’in fırınlarında yakılmış öldürülmüş, katledilmiş. Bu gerçeği de hepimizin bilmesi lazım.
Roman kardeşlerime açık ve net söylüyorum. Sizin kimliğiniz ne olursa olsun, yaşam tarzınız ne olursa olsun, sizin inancınız ne olursa olsun, insanı insan olarak bildik, insan Allah’ın yarattığı en değerli varlıktır dedik ve başımızın üstünde yeri vardır dedik. Bütün Roman kardeşlerimin Romanlar Gününü kutluyorum.
HERKESİ BİRİNCİ SINIF VATANDAŞ OLARAK KABUL ETTİK
Hiç kimseyi, ama hiç kimseyi ne ikinci sınıf vatandaş, ne üçüncü sınıf vatandaş olarak asla görmedik. Herkesi birinci sınıf vatandaş olarak kabul ettik, herkesin derdiyle sorunuyla dert olduk ve çözüm üretmeye çaba harcadır. Bir çalışma oldu ve o çalışmanın sonunda da Romanların beş temel sorunu olduğunu tespit ettik; sivil toplum örgütleriyle ve partililerimizle birlikte.
ROMAN KARDEŞLERİMİN BEŞ TEMEL SORUNU VAR: EĞİTİM, SAĞLIK, İSTİHDAM, BARINMA, SOSYAL YARDIMLARA ULAŞMA
Beş temel sorunları var. Birinci sorunları eğitim, ikinci sorunları sağlık, üçüncü sorunları istihdam çalışma, dördüncü sorunları barınma, beşinci sorunları sosyal yardımlara ulaşma. Beş tane temel sorunları var. Bakın, 12 yıllık bir eğitim getirirseniz ve eğitim çantası kalemi defteri kitabı servisi tamamı ücretsiz olursa, hiçbir Roman’ın çocuğu veya fakirin çocuğu okulu terk etmez. Şimdi ilköğretime başlatıyorsunuz, bir süre sonra okulu terk ediyor. Defter alamıyor, kalem alamıyor, servis parası veremiyor ve çocuk okulu terk ediyor. Roman kardeşlerime söyledim, sadece aynı sorunla Roman kardeşlerim karşı karşıya değil, Türkiye’deki bütün fakir aileler karşı karşıya. Efendim kitapları bedava veriyoruz. Defteri niye vermiyorsun, kalemi niye vermiyorsun, silgiyi niye vermiyorsun, resim defterini niye vermiyorsun, servisi niye vermiyorsun, öğle yemeğini niye vermiyorsun? Vereceğiz, vereceğiz.
Romanlarla ilgili yapılan bir gerçeği de bilginize sunmak isterim. Bir bölgede yapılan özel bir çalışmada, hiç okula gitmeyen Roman sayısı yüzde 24, ilkokul mezunu olanlar yüzde 43, ilköğretimi terk düzeyinde, ilköğretime başlamış okulu terk etmiş yüzde 21,4, ortaokul mezunu yüzde 8,4, lise mezunu yüzde 2, üniversite mezunu binde 4. Sigortalı çalışan Roman sayısı yüzde 3,5, kayıt dışı çalışanlar yüzde 96. O nedenle toplumda beraber yaşadığımız, ama çoğu zaman siyasal hükümetlerin görmezden geldiği milyonlarca kişi Roman kardeşlerimiz. Onlara ilk kez kucak açan, onların dertleriyle birlikte olan, onların sorunları için çözüm üreten tek parti Cumhuriyet Halk Partisidir. Çünkü bu parti Atatürk’ün partisidir.
Onlara aile sigortasını da anlattım. Diyorlar ki, efendim Romanlar günlük yaşıyorlar, böyle bir eleştiri geliyor. Sanki siz ayda 5 bin lira 6 bin lira para verdiniz de, onlar da günlük yaşıyorlar. Yok arkadaşlar, çiçek satıyor zaten ancak akşama eve ekmek götürecek miyim götürmeyecek miyim? Boyacılık yapıyor. Hepsi kayıt dışı, çoğunun sigortası yok. Onlara aile sigortasını anlattım. Hiç kimse gidip birilerinin önünde dilenmeyecek, hiçbir Roman annesi dilenmeyecek, zorunlu olmadıkça çalışmayacak. Evinde oturmak mı istiyor, huzur içinde mi oturmak istiyor? Aile sigortası kapsamına alacağız, o da emekli gibi işçi gibi memur gibi gidecek aybaşında aylığını çekecek. Kimseye muhtaç olmayacak, herkesin rızkını vereceğiz, herkesin parasını ödeyeceğiz. Bu konu tabii yeni değil, daha önce de bu konuda Roman Hakları Belgesini yine ilk kez hazırlayıp parlamentoya sunan yine Cumhuriyet Halk Partisi, bunu da ifade etmek isterim.
NASIL OLDU DA BİR ÜNİVERSİTEDE KATLİAM YAŞANIYOR?
Elbette ki güzel şeylerden bahsetmek isteriz, güzel şeyler olsun ülkemizde deriz. Ama Eskişehir Osmangazi’de yaşanan bir olay hepimizi derinden üzdü, yüreğimizden vurdu. Bir kişi, bir araştırma görevlisi ve üç akademisyeni katletti. Bir akademisyen, araştırma görevlisi hayatını öğrencilere vermiş, bizim öğrencilerimize vermiş, bizim çocuklarımıza vermiş, onların eğitimine vermiş bir kişi kalktı dört kişiyi katletti. Dekan yardımcısı Mikail Yalçın, fakülte sekreteri Fatih Özmutlu, araştırma görevlisi Yasir Armağan, öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Serdar Çağlak’a Allah’tan rahmet diliyoruz. Üniversitenin, hocaların başı sağ olsun, Eskişehir’in başı sağ olsun diyoruz.
ÖLEN KİŞİNİN KANLARI BU MUHBİRLİĞE VATANDAŞI DAVET EDENİN YAKASINDADIR
Bu noktaya nereden geldik? Nasıl oldu da bir üniversitede katliam yaşanıyor? FETÖ’cü diye damgalanıp, sonra böyle bir katliam yaşanıyor. Sizi biraz yakın bir süre öncesine götüreyim. AK Partinin Genel Başkanı olan zat şöyle bir açıklama yaptı. “Tanıdığınız FETÖ’cüleri ihbar edin, nerede bildiğiniz bir FETÖ mensubu varsa bildirin” muhbirliğe zorladı. Vatandaşı muhtarları, hatta bakkalları muhbirliğe zorladı, gelin ihbar edin FETÖ’cüyü. Bir baktık ortalık ihbardan geçilmiyor. Bu katliamı yapan kişi de, kime kızdıysa FETÖ’cü diye damgalamış. Kimse korkudan bir şey söyleyemiyor, söylersem beni de FETÖ’cü ilan edecek diye herkes korkuyor ve bir cadı avı başlatılıyor. Hapishaneler tıklım tıklım dolduruldu, hâkimler önündeki dosyaya bakmadılar yapılan suçlamaya baktılar. FETÖ’cü diye suçlama varsa atın içeriye, hiç gözünün yaşına bile bakmadılar. Aile boyu suçlamalar yapıldı ve sonuçta bu katliamlara siyasal ortam hazırlandı. Ölen kişinin kanları bu muhbirliğe vatandaşı davet edenin yakasındadır, herkesin bunu bilmesi lazım.
ŞEKER VATANDIR, VATAN SATILMAZ
Değerli arkadaşlarım, bir şeker mitingi yaptık Çorum’da. Az önce arkadaşlarım oraya dilekçeler de verdiler. Şeker konusu hepimiz için hassas bir konu, her partili için. Biz Çorum’da şeker mitingi yaparken söyledik. Asla oraya bir partinin bayrağıyla gitmeyeceğiz, Türk Bayrağıyla gideceğiz, kendi bayrağımızla gideceğiz. Her görüşten insanımız gelsin, her sendikadan çalışan işçiler gelsin. Çünkü şeker vatandır, vatan satılmaz dedik, şeker konusunda hepimizin duyarlılığı var.
Bakın, yılda her vatandaşımız 35 kilo yaklaşık şeker tüketir; bir kişi hariç, sarayda yaşayan. O şeker kullanmıyor, o nedenle şekerin ne olduğunu bilmiyor. Balla besleniyor o, bal ve badem sütü. Bunu söyledim, bal ve badem sütünü kullanıyorsun şeker kullanmıyorsun, o nedenle şeker fabrikalarını satıyorsun dedim. Bir cümle dahi edemiyor. Bir sürü laf ediyor... Sen badem sütünü nerede kullanıyorsun diye soruyorum, tık yok. Badem ezmesi... Hadi onu biliyoruz da, badem unuyla kek yapıyorsun, oradan da tık yok. Ama Kılıçdaroğlu deyince dili kapı gibi maşallah.
15 YILLIK SÜRE İÇİNDE BİR TEK ŞEKER FABRİKASI BİLE AÇMAMIŞ
Bir yıl petrol kullanmazsanız ölmezsiniz, ama bir yıl şeker kullanmazsanız hayatınızı kaybedersiniz. Çok güzel bir doğada yaşıyoruz, çok güzel, memleketimiz çok güzel. Akdeniz’in kıyıları, Karadeniz’in kıyıları hariç bütün coğrafyamızda şeker pancarı üretilebilir. Ama hiçbir Ortadoğu ülkesinde şeker pancarı üretilemez. Kardeşim, şeker üret Ortadoğu’ya sat. İngiliz satacağına, Fransız satacağına, Alman satacağına sen sat. Otur şekerini üret sat, biz kazanalım, bizim çiftçi kazansın, bizim işçi kazansın. Hayır, illa kapatacağım. Niçin? Hayatında 15 yıllık süre içinde bir tek şeker fabrikası bile açmamış. Şekere ihanet etmek âdeta onun için bir görev.
Örnek vereyim size değerli arkadaşlarım, şeker fabrikalarını bakın Atatürk kurmuş, İnönü kurmuş, Menderes kurmuş, Demirel kurmuş, Ecevit kurmuş, Erbakan kurmuş, Özal kurmuş, ama bir kişi kurmamış. O da diyor ki, madem onlar şeker fabrikalarını kurdular, ben bu şeker fabrikalarını satacağım diyor. İntikam alacağım diyor. Kimden? Erbakan’dan. Kimden? Özal’dan. Kimden? Ecevit’ten. Kimden? Demirel’den intikam alacağım, onların yaptıkları şeker fabrikalarını babamın malı gibi satacağım diyor, batan geminin malları gibi satacağım diyor. Dedik ki, sana hiçbir şeker fabrikasını kapattırmayacağız, bütün şeker fabrikaları çalışacak, bütün şeker fabrikaları üretim yapacak diyoruz.
Neden şeker fabrikalarına önem veriyoruz? Şunun için: Vasıfsız işgücü için olağanüstü imkân sağlıyor çapalama. Binlerce kişi çalışıyor. Şeker alındıktan sonra posası hayvan yemi olarak kullanılıyor. Bunlar hayvancılığı öldürdüler. Yemin yüzde 50’i ithalat arkadaşlar, yüzde 50’si ithalat, dolar ödüyoruz o yemlere. Sonra diyoruz ki, et çok pahalı. Sen yemi ucuz verdin, mazotu ucuz verdin de çiftçi götürüp pahalıya mı sattı? Yok, dünyanın en pahalı mazotunu veriyorsun, dünyanın en pahalı yemini veriyorsun. Hatta yem bulunmuyor, samanı da ithal eder hale geldik. Taşımacılık... Tırlar kamyonlar, onlar da buradan faydalanıyor, o şoförler de kazanıyor. Geçen söyledim yine söylüyorum, hem tır şoförlerine hem kamyon şoförlerine sesleniyorum; sizin hakkınızı ve hukukunuzu savunan tek partinin adı CHP’dir unutmayın, CHP’dir. 10 milyona yakın insanımız geçiniyor şeker pancarından, 10 milyona yakın. 17 milyar lira katma değeri var, 17 milyar lira! Ormandan üç kat daha fazla oksijen üretiyor.
BU AYIPTAN TÜRKİYE’Yİ BİZ KURTARACAĞIZ
Değerli arkadaşlarım, siz bunları yok etmek için âdeta yemin etmişsiniz. Biz de buna karşı çıkınca, üzerimize bütün araçlarıyla geliyorlar. Televizyonlarıyla, gazeteleriyle, adamlarıyla, şirketleriyle hep beraber geliyorlar. Siz kimsiniz, biz kimiz? Biz Kuvayi Milliyeciyiz arkadaş, sen hâlâ bizi tanımadın mı? Kadınıyla erkeğiyle, yaşlısıyla genciyle biz Kuvayi Milliyeciyiz. Kendi toprağımızı koruruz, kendi çiftçimizi koruruz, kendi emeklimizi koruruz, kendi şoförümüzü koruruz, kendi sanayicimizi koruruz. Biz kendi ülkemizi el aleme peşkeş çekmeyiz. Niye şeker üzerinde bu kadar duruyorlar? Çünkü diyorlar ki, 80 milyonu kim besleyecek? Türkiye beslemez. Kendi kendine yeten yedi ülkeden birisi olan Türkiye, kendi kendine yeten bir ülke olmaktan çıktı. Nohuttan tutun samana kadar ithal ediliyor. Bu ayıptan Türkiye’yi biz kurtaracağız.
Aynı zamanda şeker fabrikalarının bazıları bölgelerine göre stratejik kurumlardır. Erciş’te niye kapatıyorsunuz? Yozgat’ta niye kapatıyorsunuz? Erzurum’da niye kapatıyorsunuz? Erzurumluya da Yozgatlıya da sesleniyorum. Oyunu verdin güzel, her seferinde nüfusun azalıyor fark ediyor musun kardeşim? Anadolu’nun içi boşalıyor, Anadolu’nun. Niye Anadolu’nun içi boşalıyor? Kırşehir öyle, Yozgat öyle, Çankırı’sı öyle, her tarafı böyle, Anadolu’nun içi boşalıyor. Herkes büyük şehirlerin varoşlarına gidiyor, acaba ekmek bulabilir miyim diye.
YAKAYI TEFECİYE KAPTIRMIŞLAR, 150 MİLYAR DOLAR DIŞARIDAKİ BİR AVUÇ TEFECİYE FAİZ ÖDEDİLER
Niye satıyorlar? Yakayı tefeciye kaptırmışlar da ondan. Yakayı tefeciye kaptırmışlar. Para ödeyecekler para yok. 150 milyar dolar dışarıdaki bir avuç tefeciye faiz ödediler, 150 milyar dolar. Dilin kapı gibi uzun, çıkıp desene 150 milyar dolar faiz ödemiyoruz, bu kadar faiz ödemedik diye. Diyor mu? Diyemiyor. İçeride bir grup yine sermayedara 675 milyar lira faiz ödedi, 675 milyar lira! Ben diyorum, hiç kimse günaha ortak olmasın, hiç kimse harama ortak olmasın. Düne kadar bağırıyorlardı, faizler çok yüksek, efendim kanun hükmünde kararnamelerle faizle düşmezmiş. Talimat ver o zaman, Merkez Bankası emrinde değil mi? Emrinde. Ziraat Bankası emrinde mi? Emrinde... Halk Bankası emrinde mi? Emrinde... Vakıflar Bankası emrinde mi? Emrinde... Faizi düşür, niye düşürmüyorsun? Efendim kararnameyle düşmezmiş. Talimatla düşür. Sen talimat veriyorsun, 700 milyon doları götürüp bir seferde bir sermayedara veriyorlar gözü kırpmadan, 700 milyon dolar. Niçin? 700 milyon doları verecekler, o gazeteler o televizyonlar CHP’ye karşı çıkacak, sabah öğle akşam AK Partiyi ve Erdoğan’ı övecek. Günün 24 saati değil, bütün hayatımız boyunca istedikleri kadar senin propagandanı yapsınlar, kardeşim millet senden bıktı artık, bıktı! İster sabah konuş, ister akşam konuş. Güzel bir mizah dergimiz var, canlı yayın veriyor. Diyor “şu anda reis uyuyor, uykudayken konuşuyor onu canlı veriyoruz” diyor. Öyle bakıldığı zaman...
Şimdi bunları kapatmak için koltuk ittifakı kurdular. Biz ne ittifakı kuruyoruz? Şeker ittifakı, bayrak ittifakı, vatan ittifakı kuruyoruz. Biz memleketin çıkarlarını, onlar kendi çıkarlarını savunuyorlar. Bunu da herkesin bilmesini isterim.
BÜTÜN ÇİFTÇİ KARDEŞLERİME SESLENİYORUM; SUDAN’DAKİ VATANDAŞI DESTEKLİYOR, SENİ KÖSTEKLİYOR
Yine Çorum’dan sordum, beyefendiye sordum. Dedim ki, Sevgili Erdoğan TRT şöyle bir haber geçti, 3 Mayıs 2014 tarihinde. Türkiye Sudan’da tarım arazisi kiraladı. 99 yıllığına kiralanan 780 bin dönümlük arazide kanola pamuk ve yağlı tohum gibi ürünler artık Türkiye’ye daha ucuza gelecek. Doğru mu, yanlış mı? Tık yok. Ben de biliyorum, doğru. Bir devlet bir hükümet, kendi çiftçisiyle rekabet edebilir mi? Orada daha ucuza üretiyorum, getireceğim seni batıracağım diyor. Bütün çiftçi kardeşlerime sesleniyorum, bütün çiftçi kardeşlerime; Sudan’daki vatandaşı destekliyor, seni köstekliyor. Sandıkta bunun hesabını sormak senin namus borcundur.
Ekonomi çok iyi tıkırında diyorlar. Her seferinde, her ay neredeyse bir paket açıklıyorlar, ama ekonomi bir türlü dikiş tutmuyor. Dolar tırmanmış gidiyor, Euro tırmanmış gidiyor, Türk Lirası değer kaybediyor, mazot iğneden ipliğe her şeye zam geliyor. Ben de arkadaşlara dedim ki, Allah aşkına bunların açıkladıkları paketleri bir çıkarın, kaç tane paket açıkladılar, bir türlü ekonomi düzelmiyor. Yaptık, hesabını yaptık arkadaşlar. Bugüne kadar, 1 Şubat 2007’den düne kadar 9 Nisan’a kadar 26 paket açıklamışlar, 26 ekonomi paketi açıklamışlar ekonomi canlanacak diye.
1 Şubat 2007’de mini vergi ve teşvik paketi, 2008’in ilk yarısı 2009’un başına kadar ikinci önlem paketini açıklamışlar 11,4 milyar lira; sıfır faizli kredi sağlanacak, şu olacak, bu olacak diye sayıyorlar. 2009 bütçesi üçüncü önlem paketi 11,8 milyar lira, 26 Mayıs 2018 5, Ağustos 2008, 28 Şubat 2009... Uzun uzun teşvik paketleri, fakat ekonomi dikiş tutmuyor. Dün yine açıkladılar, bilmem kaç milyar liralık ekonomiyi canlandıracaklarmış. Ekonomi canlanmaz. Ekonomiye canlandırmak istiyorsan, sanayiciye güvence vereceksin, hukuk güvencesi vereceksin. Herkesin can ve mal güvenliği olacak, yabancıların da can ve mal güvenliği olacak. İnsanlar gelip burada yatırım yapacaklar. Bir haksızlıkla karşılaştıklarında bağımsız mahkemelere başvuracaklar. Sen milletvekilini attın hapse, üniversite hocasını attın hapse, gazeteciyi attın hapse, heykeli hapse atamıyor heykelin etrafını çevirmişler. Heykeli de büyük bir ihtimalle yakında atacaklar hapse, insan hakları heykelini. Sonra dönüp diyorsun ki, ekonomide canlanma olacak. Ekonomide bir şey olmaz arkadaşlar, bir şey olmaz.
GAZETECİLERİ, ÖĞRETİM ÜYELERİNİ, AVUKATLARI, DOKTORLARI, ÖĞRENCİLERİ YAKALADIKLARINI HAPSE ATTILAR
Bakın, 20 Temmuz darbesinden sonra milletin ensesinde boza pişirmeye başladılar. Her türlü haksızlığı, her türlü hukuksuzluğu yaptılar. Gazetecileri, öğretim üyelerini, avukatları, doktorları, öğrencileri yakaladıklarını hapse attılar. Niçin? Birisi talimat veriyor. O talimata uygun olarak yapıyorlar.
OHAL’e karşıyız, 20 Temmuz darbesi sürecini başlatan olağanüstü hal uygulamasına karşıyız. Düne kadar övünüyorlardı, “OHAL’i biz kaldırdık” diye. Orada da doğruyu söylemiyorlardı. OHAL’i kaldıran rahmetli Bülent Ecevit’tir. Herkes bu gerçeği bilsin.
BİZ OHAL’İ DEĞİL, DEMOKRASİYİ İSTİYORUZ VE DEMOKRASİYİ SAVUNUYORUZ
Şimdi vatandaş diyebilir ki, OHAL ne demek, olağanüstü hal ne demek. Arkadaşlarım gayet güzel bir not hazırlamışlar. Diyorlar ki; OHAL Adıyamanlı tütün üreticisinin sırtına vurulan coptur, OHAL budur diyorlar. Hak aradığın zaman copla gelip vuruyor, olağanüstü hal budur. OHAL, 10 Ekim anmasında acılı ailelere biber gazı sıkmaktır diyor. 103 çocuk hayatını kaybetti, gencecik çocuk. Anneler orada çocuklarını anacaklar, darmadağın ettiler, talan ettiler OHAL var diye. On binlerce taşeron işçisine kadro verilmeyip, kapının önüne koymaktır OHAL, OHAL budur. Binlerce on binlerce taşeron işçisi kadro alamadı. OHAL insan hakları heykelinin etrafını çevirip, onu koruma altına almaktır, heykelden korkmaktır OHAL. Neden? Artık demokrasiyi bir tarafa bırakmışsınız, insan hakları heykelinden bile intikal almak duygusuyla eylem yapıyorsunuz. OHAL milli iradeye kayyum atamak demektir. Evet, milli iradeyle seçilen belediye başkanlarına kayyum atıyorsunuz. OHAL parlamentonun yetkilerini elinden almak demektir. OHAL zam demektir, zulüm demektir. OHAL milyonlarca aileyi mağdur etmek demektir. O nedenle biz OHAL’i değil, demokrasiyi istiyoruz ve demokrasiyi savunuyoruz.
AFRİN’DE 52 ŞEHİDİMİZ VAR, PYD’Yİ LİSTEYE KOYAMIYORSUN
Bir şey daha söyleyeyim, kısaca bir-iki konuya daha değineyim. Biliyorum biraz fazla vaktinizi aldım. Türkiye Rusya ve İran bir araya geldiler, Türkiye’de bir araya geldiler. Oturdular Suriye sorununu görüştüler. Bir bildiri yayınladılar. Bildirinin içinde terör örgütleri sayılıyor; IŞID sayılıyor, El Nusra sayılıyor, El Kaide sayılıyor, IŞID’le bağlantılı olanlar da sayılıyor, ama bir terör örgütü bilinçli olarak sayılmıyor. Ne? PYD. Niye sayılmıyor PYD? Bu diyor ya ben reisim, efendim dünya reisiyim diyor, dünya lideriyim diyor. İki kişiyi ikna edemedin mi? Afrin’e boşuna mı askerler gitti? 52 şehidimiz var Afrin’de. PYD’yi listeye koyamıyorsun PYD’yi, şimdi kalkmış konuşuyorsun.
Ben sana bir soru sorayım Sevgili Erdoğan, PYD’yi oraya koymaya senin gücün mü yetmedi? Yoksa sen cesaret edip söyleyemedin mi? Yoksa söyledin de o iki lider seni mi takmadı? Bunun cevabını bekliyorum. Sevgili Erdoğan, bunun cevabını bekliyorum. Notunu al, önümüzdeki salı mı olur, il il ilçe ilçe gezdiğin AK Partinin kongreleri mi olur, oralarda bana cevap ver. Neden bunu saymadın, neden? Sen PYD’ye neden çıkıp destek oldun? Say bakalım bana, söyle bakalım bana. Dünya lideriymiş, sevsinler senin gibi lideri. Bir bildiriye bu ülkenin belası olan bir terör örgütünün adını koymuyorsan, ne dünya lideri?
BİR ÜLKEDE BİR SİYASETÇİ NAMUSUNU VE ŞEREFİNİ AYAKLAR ALTINA ALIR MI?
Bir sefer bir ülkenin cumhurbaşkanının tarafsız olması lazım; düşünün, cumhurbaşkanı koltuğunu işgal etmiş AK Partinin Genel Başkanı, ilçe kongresine gidiyor, il kongresine gidiyor, köydeki kongreye gidiyor, kahvedeki kongreye gidiyor. Arkadaş, sen kendine yakıştırıyor musun Allah aşkına, kendine yakıştırıyor musun? Tarafsız olacaksın. Sen namusun ve şerefin üzerine yemin ettin arkadaş, namus ve şeref bu kadar ucuz mudur? Bir ülkede bir siyasetçi namusunu ve şerefini ayaklar altına alır mı?
Efendim kimse duymasın, özellikle doktor arkadaşlarımız duymasınlar. Zatta tabii bir Kılıçdaroğlu hastalığı belirmiş tabii, ben olmasam konu yok Türkiye’de. Niye ben olmasam konu yok? Çünkü dertleri benim dışımda dile getiren yok. Ben dile getirince olmuyor, kabağa çıkıyor her seferinde. Kardeşim bu ülkede milyonlarca mağdur var diyorum, kamyon şoförleri rahatsız, tır şoförleri rahatsız, mazot kullanan çiftçi rahatsız, esnaf rahatsız, hapishaneler tıka basa dolu, yatırımlar olmuyor, dünya kadar işsizimiz var, üniversite mezunu binlerce milyonlarca işsizimiz var. Bunları söyleyince, vay efendim siz doğruları söylemiyorsunuz. Hangi doğruyu söylemiyorum, hangisini?
Efendim diyor ki, “kanun hükmünde kararnameyle işçi sorunu çözülmez” diyor. Bana cevap veriyor. Dedik ya, kanun hükmünde kararname çıkar, de ki herkes bir işçi alsın. Sen kanun hükmünde kararnameyle çözülmüyorsa, TOBB Başkanına niye o talimatı veriyorsun, herkes bir işçi alsın diye. Almıyorsa, demek ki kimse seni takmıyor arkadaş. Kimse seni takmıyorsa, sen lidersin, çıkar kanun hükmünde kararname, kimse seni takmıyorsa ya bir işçi alırsın ya seni hapse atarım de. Garibanı atıyorsun, üniversite hocasını atıyorsun, esnafı atıyorsun, buna da söyle o zaman. Niye söylemiyorsun?
İbrahim Kaboğlu’nu üniversiteden atıyorsun, Ömer Gergerlioğlu’nu atıyorsun, Erhan Keleşoğlu’nu atıyorsun, Pelin Buzluk’u atıyorsun, Funda Başaran’ı atıyorsun, Funda Cantek’i atıyorsun, Yüksel Taşkın’ı atıyorsun, Barış Ünlü’yü atıyorsun, kanun hükmünde kararnamelerle atıyorsun, ama bir işçiyi aldıramıyorsun. Senin demek ki gücün yetmiyor arkadaş, bir işçiyi bile aldıramıyorsun.
Yine dedik ki biz, faizleri düşür arkadaş kanun hükmünde kararnameyle, gücün yetiyorsa. Çıkar kanun hükümde kararname düşür. 675 milyar lira ödüyorsun içeride, 150 milyar dolar ödüyorsun faiz dışarıda, indir. Efendim kanun hükmünde kararnameyle inmezmiş. Ben de biliyorum inmez. Nasıl iner? Üretimle. Üreteceksin, katma değeri yüksek ürün üreteceksin, istihdam alanları yaratacaksın. O zaman faiz de düşer, ihracatımız da artar, dış ticaret fazlamız olur. Ama senin bunları anlama yeteneğin ve kapasiten yoksa günah bende değil ki, günah bende değil ki!
BİR KURUŞ BİR YOLSUZLUK BULAMADILAR, BULAMAZSINIZ, BİZİM AHLAKIMIZDA KUL HAKKI YEMEK YOKTUR, BULAMAZSIN
Bir de sağ olsun beni övmüş tabii; ömründe diyor devletten aldığı maaş dışında tek kuruş kazanamamış adam. Çok şükür. Evet, devlette çalıştım, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bütçesinden sonraki en büyük bütçeyi yönettim. Bütün hayatımı incelediler, bütün teftiş kurullarını gönderdiler. Acaba bir kuruş bir yolsuzluk bulabilir miyiz diye. Bulamadılar, bulamazsınız, bizim ahlakımızda kul hakkı yemek yoktur, bulamazsın.
BİZİM MAN ADASINDA ŞİRKET KURMAK GİBİ BİR AHLAKSIZLIĞIMIZ OLMAZ
Bizim Man Adasında şirket kurmak gibi bir ahlaksızlığımız olmaz. Bizim çocuklarımız, bizim evlatlarımız, bizim dayılarımız, bizim amcalarımız 15 milyon dolarlık ticareti 1 Sterlinlik şirketle yapmazlar. Yaparlarsa da Kılıçdaroğlu soru sorar, arkadaş bunun vergisini ödediniz mi diye. Sen o soruyu bile soramazsın. Sen bu ülkede vergi vermemek için Man Adasında şirket kuranların arkasında duruyorsun. Sen beni anlayamazsın. Beni anlaman için yüksek ahlak sahibi olman lazım, beni anlaman için inanç sahibi olman lazım.
Diyordu ki, ben yırtık ayakkabılarla siyasete girdim. Ben yırtık ayakkabıyla siyasete girmedim. Siyasete girdiğim gün mal varlığımı internet siteme koydum. Hepsi benim alım terimle kazandığım paralardır diye. Sen mal varlığını internet sitesine bile koyamıyorsun, benim gibi koyamıyorsun. Rakam koyuyor oraya, hangi rakam? Oraya koyacaksın, ben onu göreceğim, verdiğin listeyi göreceğim ben oraya. Onu bile koyamıyorsun.
Rahmetli babam derdi ki, “Oğlum sen doğru dur, eğri belasını bulur” Çok şükür, bir eğrinin beni övebileceğini hiç düşünmemiştim.
Efendim, Tercüman Gazetesine götüreyim sizi, dünden bugüne Tercüman. 2 Mart 2004, Erdoğan’la bir röportaj yapıyorlar. Diyor ki Erdoğan, “ticaret yapmasam geçinemem” diyor. Başbakanken söylüyor bunu. Milletvekili maaşı artı Başbakan olduğum için 220 milyon lira maaşım. Ticaretten kazancım olmasa bununla geçinemem diyor.
Bunun üzerine, ben o zaman milletvekiliydim bir önerge verdim, bir ülkenin Başbakanı “ben geçinemiyorum” diyorsa, devletten ona para vermek zorundayız. Onun hayatını ticarete değil, devlet yönetimine adaması lazım, Başbakan artık. Reddedildi. Gidiyor Schröder’e, o dönem Alman Başbakanı. Schröder’e diyor ki, “sen kaç lira aylık alıyorsun?” diyor. Evet, kendisi söylüyor, kaç lira aylık alıyorsun? “15 bin Euro alıyorum” demiş Schröder, benim aylığım diyor 3 bin Euro diyor, 15 bin Euro değil. Arkadaş, sen bütün ticareti sonlandır, adam gibi otur, bu ülke sana 15 bin Euro istiyorsan 15, 50 bin Euro istiyorsan 50 bin Euro verir, yeter ki ahlaklı ol, temiz adam ol.
SEVGİLİ ERDOĞAN BU 250 BİN DOLARI HANGİ SİVİL TOPLUM ÖRGÜTÜNE BAĞIŞLADIN?
Efendim Libya liderinden 250 bin dolar aldı, insan hakları ödülünü aldı. Dedi ki, 250 bin doları bağışlayacağım dedi. İnsan hakları ve özgürlüklerini korumak için mücadele eden sivil toplum örgütlerine bağışlayacağım dedi. Ben de elli sefer sordum, Sevgili Erdoğan bu 250 bin doları hangi sivil toplum örgütüne bağışladın diye. Tık yok. Niye yok? 250 bin doları sen cebine indir diye verilmedi sana, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olduğun için sana verildi bu para ve sen de dedin ki, ben bu parayı aynı amaçla çalışan sivil toplum örgütlerine vereceğim. Ben de sana soruyorum, hangi sivil toplum örgütlerine verdin? Tık yok.
Değerli arkadaşlarım, aslında Erdoğan’ın hangi amaçla o sözü söylediğini üç aşağı beş yukarı biliyorum. Yani benim zekâmı ve becerimi alay konusu yapmak istiyor. İşte bu devlet memuru, devletten ancak aldığı maaşla geçiniyor, bu Türkiye Cumhuriyetini yönetemez. Bu algıyı kendine göre yerleştirmek istiyor. Bir şeyin altını özenle çizmek isterim. Devlet hizmetinde olanlar için maaşın dışında para kazanmanın sebebi, zekâ düzeyi ve beceriklilik değildir, ahlaktır, devlet adamlığıdır, beytülmale saygıdır ve sadakattir, garip gurebanın hakkına el uzatmamaktır. Devlet yönetiminde bunlar vardır, devlet yönetiminde beytülmale el uzatırsan, devlet yönetiminde ahlaksızlık yaparsan, devlet yönetiminde tüyü bitmemiş kişinin çocuğun hakkını yersen ve bununla da övünürsen, o ülkede ahlak çökmüş demektir, inanç çökmüş demektir, duygular ve insanlık çökmüş demektir.
SEN “ER MEYDANINA GELMEZSİN” DİYORSUN BANA, ER MEYDANININ TESPİTİNİ SANA BIRAKIYORUM, ER MEYDANINI TESPİT ET GELMEYEN ŞEREFSİZDİR
Ve Erdoğan son olarak bir şey daha söyledi. Diyor ki, Bay Kemal, sen er meydanına gelmezsin. Çok şükür, nihayet böyle bir davet geldi. Sevgili Erdoğan, sana çok açık ve net bir çağrı yapıyorum. Sen “er meydanına gelmezsin” diyorsun bana, er meydanının tespitini sana bırakıyorum, er meydanını tespit et gelmeyen şerefsizdir.
Teşekkür ederim.
23.11.2024
23.11.2024
23.11.2024
22.11.2024