01.07.2014
01.07.2014
1 Temmuz 2014
CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “Google’a girip, ‘Yalancı başbakan’ yazınca 450 bin, ‘Hırsız başbakan’ yazınca 3 milyon 900 bin T.Erdoğan sonucu çıkıyor. Ekmeleddin İhsanoğlu yazdığınız zaman ‘bilim adamı’, saygın bir devlet adamı deniliyor. Efendim, ‘Tanınmamış’ diyorlar, Allah kimseye böyle bir şöhret vermesin” dedi.
-“Bir kişinin bir gerçeği unutmamasını istiyorum. Sarkozy Fransa’da gözaltına alındı hesap veriyor. Sözüm söz. Kul hakkı yiyen de bir gün hesabını verecektir. Hangi makamda olursa olsun”
-20 Nisan 2013’te Bozok üniversitesinde Ekmeleddin İhsanoğlu kürsüsü açılıyor. O açılışta Ekmeleddin beyle ilgili olarak bir AKP’li bakan, “Ekmeleddin bey Yozgatın iftihar ettiği değerli bir Yozgat evladıdır. Büyük bir bilim insanıdır. Hem ülkemizde hem de dışarıda Türk medeniyeti tarih ve kültürüne çok önemli eserler kazandırdığı gibi çok değerli insanlar da yetiştirmiştir” diyor
-“Biz CHP olarak büyük bir uzlaşma gerçekleştirdik. Her yurttaşın rahatlıkla oy vereceği bir aday belirledik. Şaibesi yok. Bilgi birikimi var. Dünyada tanınmışlığı var. Toplumun hiçbir kesimiyle ilgili negatif bir söylemi yok. Herkesi kucaklayan bir aday”
-“Biz, bir siyasal parti gözlüğüyle bakmadık. Bu benim cumhurbaşkanımdır demedik. Bütün 76 milyonun rahatlıkla cumhurbaşkanım diyeceği bir aday üzerinde uzlaştık”
Kılıçdaroğlu, grup toplantısı sonrasında Başbakan Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adaylığı dolayısıyla görevinden istifa edip etmemesine ilişkin soru üzerine, “Herhalde istifa etmesi lazım, bekliyoruz. Resmi adaylığı kabul edildikten sonra istifa etmesi lazım” yanıtını verdi.
CHP Lideri Kılıçdaroğlu, ‘Kimler Cumhurbaşkanı olamaz’ diye tarihe not düştü.. “Geçmişi şaibeli birinden cumhurbaşkanı adayı olmaz” diye uyardı.
1 – Kuvvetler ayrılığı ilkesine inanmayan birinin Cumhurbaşkanı adayı olmaması gerekir
2 – Vatandaşına tokat atan, vatandaş “al ananı da git diyen” kişi Cumhurbaşkanı olamaz
3 – Kin ve öfkeyi politik dil olarak kullanan, gençlere seslenirken “kininizi unutmayın” diyen birisinden Cumhurbaşkanı adayı olamaz.
4 – Adalet çok soylu bir kavramdır, bütün inançların ortak temelidir, ahlak üzerinde yükselir adalet. Hukukun üstünlüğüne inanmayan, adalet duygusu gelişmemiş birisinden cumhurbaşkanı adayı olamaz.
5 – Kadın-erkek eşitliğine inanmayan kişiden Cumhurbaşkanı adayı olamaz.
6 – Yalan söyleyen, ahlaki değerleri yüksek olmayan kişiden Cumhurbaşkanı adayı olamaz. Evet ben yürüyen yalan makinesiyim diyenden cumhurbaşkanı adayı olamaz. Olmamalı, düşünün, bir cumhurbaşkanı adayı çıkıyor, halkı birbirine düşürmek için camide içki içildi veya Kabataş iskelesinde başörtülü bacımıza saldırıldı diyorsa, bundan cumhurbaşkanı adayı olamaz.
7 – Doğulu, Batılı hiçbir lider, yalan söyleyen biriyle aynı kareye girmek istemez. Bugün cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklayan Erdoğan’ın ne doğuda, ne batıda itibarı kalmamıştır.
8 – Demokratik, laik, sosyal hukuk devletine inanmayandan Cumhurbaşkanı adayı olamaz.
9 – Bilgi birikimi yetersiz, sanatı ve sanatçıyı dışlayan bir kişi Cumhurbaşkanı adayı olamaz.
10 – Geçmişi şaibeli olan, adalet önünde kirlilikten arınmamış bir kişi Cumhurbaşkanı olamaz. Cumhurbaşkanları ahlaklı, namuslu olmalı. Mutlaka cumhurbaşkanlarının halka hesap vermeyi namuslu görev kabul etmesi gerekir.”
-“Cumhurbaşkanlığı yemini var. Anayasanın 103. maddesi. Devletin varlığı ve bağımsızlığını koruyacağıma… Milletin egemenliğinden ne anlıyor.. Kendi egemenliğini anlıyor. Herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma.. 14 yaşındaki çocuğu miting meydanlarında yuhalatan birisi insan haklarından mı söz edecek.”
CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun Grup konuşmasında tarihe düştüğü not uzun uzuın alkış ve sloganlarla desteklendi…
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN; 01.07.2014 TARİHİNDE GRUP GENEL KURULU TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA
CHP Genel Başkanı Kemal KILIÇDAROĞLU – Değerli arkadaşlarım, sözlerime önce Diyarbakır’dan başlamak istiyorum. Diyarbakır’a gittim, terörün önlenmesi konusunda düşüncelerimizi Diyarbakır’daki ve çevre illerdeki bütün kanaat önderleriyle paylaştım. Çok açık, çok samimi düşüncelerimi ifade ettim. Düşüncelerimi ifade ettim ama ifade ettiğim düşünceleri destekleyen bütün kanun tekliflerimizi, önergelerimizi de o arkadaşlarla paylaştım. Sorunun çözümünün Parlamento olduğunu söyledim. Sorun, Parlamentoda toplumsal uzlaşmayla çözülür dedim. Daha önce de benzer konuşmaları çok yapmıştım. Örneğin, 5 Ocak 2013’te Parti Meclisinde şu konuşmayı yapmıştım: Bu ülkede kan dökülmesini istemiyoruz. Hiçbir yurttaşımızın saçının teline zarar gelmesini istemiyoruz. Akılla, mantıkla, sağduyuyla, tarihsel birikimimizle biz bu sorunu çözebiliriz ve bu sorunu çözmek için de dört ana koşul ifade etmiştim.
Bir: Samimi ve dürüst olacaksınız.
İki: Gizli kişisel bir ajandanız olmayacak.
Üç: Millete izah edemeyeceğiniz angajmanlara girmeyeceksiniz.
Dört: Ana Muhalefet Partisine veya millete bilgi vereceksiniz. Gayet net, gayet açık olarak düşüncelerimizi ifade ettik.
Parlamentoya bir tasarı geldi. Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun Tasarısı, adı biraz uzun, kısacası terörün önlenmesine yönelik kanun tasarısı.
Değerli arkadaşlar, kanun tasarısının bir fıkrasını uygun bulmadığımızı ifade edeyim, nedir o fıkra? O fıkrada şöyle deniyor: “Bu kanun kapsamında verilen görevleri yerine getiren kişilerin hukuki, idari ve cezai sorumluluğu doğmaz.” Bir daha okuyayım: “Bu kanun kapsamında verilen görevleri yerine getiren kişilerin hukuki, idari ve cezai sorumluluğu doğmaz.”
Değerli milletvekilleri, bu ülke ne çektiyse yasa dışı işlemlerden çekti. Faili meçhul cinayetlerin bir demokrasinin en büyük ayıplarından olduğunu söyledik. Faili meçhullerin aydınlanması için sekiz ayrı araştırma önergesi verdik. Bunların tamamı AKP milletvekillerinin oylarıyla reddedildi. Şimdi bakın değerli arkadaşlar, bununla, böyle geçtiği takdirde Roboski olayını unutun, o artık aydınlanmayacak. Neden? Sınır ötesi operasyon yapma yetkisi kimde? Türkiye Büyük Millet Meclisinde. Türkiye Büyük Millet Meclisi bu yetkiyi kime verdi? İsteği üzerine Hükümete verdi. Hükümet ne yaptı? Talimatı verdi, gönderdi, 34 kişiyi bombalatıp öldürdü. Şimdi ne diyor? Bu kanun kapsamında hükümetin verdiği bir görevi yerine getirenlerin idari sorumluluğu olmayacak, cezai sorumluluğu olmayacak, hukuki sorumluluğu olmayacak, yani siz artık o olayı unutun. Biz bunu kabul edebilir miyiz? Hayır.
Diyorlar ki “Benzer bir görev MİT’e de verildi.” Evet. MİT Yasası görüşülürken buna benzer bir görev orada vardı ve MİT Yasası görüşülürken biz buna karşı çıktık. Bunun bir hukuk devletinde olamayacağını, belli bir kesime neredeyse ömür boyu dokunulmazlık getirilemeyeceğini söyledik ve Anayasa Mahkemesine başvurduk. Şu anda dava Anayasa Mahkemesinde. Şimdi bunu getiriyorlar, diyorlardı ki “Efendim, MİT’in operasyonal yetkisi yok, o nedenle MİT’e bu verildi.” MİT Yasasında MİT’e operasyonal yetki de verildi. Burada polisler de var, bürokratlar da var, hepsi var. Şimdi ben bu sorunun çözümüne yönelik olarak Adalet ve Kalkınma Partisinin getirdiği bu düzenlemeden faili meçhuller evet, hiç aydınlanmasın, yeni faili meçhuller de olabilir hiç önemli diyorsanız, bir sorun yok ama biz bunu demiyoruz. Çünkü yeni faili meçhuller bununla her an olabilir. Hükümet diyebilir ki terörü bitirmek istiyorum, gidin Ali’yi vurun, temizleyin. Sizin, zaten yasa var, cezai sorumluluğunuz yok, hukuki sorumluluğunuz yok, üstelik ömür boyu yok. Bir şey olursa bana soracaklar “Ben talimatı verdim.” mahkemeye de gizlilik kararı mesele bitti. Bütün yurttaşlarımın bu konuda çok dikkatli olması lazım. Biz bu kadar dikkatliyiz. Şimdi, AKP alıyor bunu Doğu’da propaganda yapıyor. “Efendim, biz sorunu çözeceğiz şu CHP var ya! Şu CHP karşı çıkıyor” Hukukun üstünlüğüne inanıyoruz, faili meçhullere karşıyız, yeni faili meçhullerin olmasını istemeyiz. Sorun çözülecekse adam gibi oturulur, çözülür. Söylediğimiz kısaca budur. Bütün yurttaşlarımın bu gerçeği bilmesini isterim. Yoksa biz bu sorunun çözülmesinden yanayız, hiç kimsenin burnu kanamasın istiyoruz. Buyurun çözün, herhangi bir sorunumuz yok ama yeni faili meçhulleri saklayabilecek mekanizmaları yasanın arasına sıkıştırıyorsanız kusura bakmayın biz bunu karşıyız. Bu madde böyle yasalaşırsa bunu da MİT Yasası’nda olduğu gibi Anayasa Mahkemesine taşıyacağız.
Değerli arkadaşlarım, bugün, Üçüncü Cumhurbaşkanı adayı da belli oldu. Âlâyı vâlâ ile büyük törenlerle, alkışlarla belli oldu. Dualar edildi. Ben daha önce bu grupta kimlerin cumhurbaşkanı olamayacağını açıklamıştım, adayı olamayacağını açıklamıştım. Yine aynı düşüncemi madde madde açıklamak istiyorum.
1 – Kuvvetler ayrılığı ilkesine inanmayın birisinden Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olamaz ve böyle bir adayın çıkmaması lazım. Çünkü Anayasanın temel çatısı güçler ayrılığı ilkesine oturmuş durumda. “Yasama Organı yani Parlamento, yargı yani mahkemeler benim için ayak bağıdır” diyorsa birisi onun cumhurbaşkanı adayı olmaması lazım. Vatandaşına tokat atan, derdini anlatmak isteyen çiftçiye “Al ananı da git” diyen birisinden cumhurbaşkanı adayı olamaz, rezil oluruz dünyada. (Alkışlar)
Sizden bizden ayrımı yapan cumhurbaşkanı adayı olamaz. Kin ve öfkeyi dil olarak kullanan, kin ve öfkeden medet uman, gençlere seslenirken “Kininizi unutmayın” diye öğütlerde bulunan birisinden cumhurbaşkanı adayı olamaz, olmamalıdır. Kin olur mu? (Alkışlar)
Hukukun üstünlüğüne inanmayan, adalet duygusu gelişmemiş birisinden cumhurbaşkanı adayı olamaz. Adalet, çok soylu bir kavramdır. Bütün inançların ortak temelidir adalet, ahlak üzerinde yükselir adalet. Adaleti ayak bağı görüyorsanız zaten siz cumhurbaşkanı adayı olamazsınız. Adalete inanmıyorsanız, ”bağımsız ve tarafsız mahkemeler benim için ayak bağıdır” diyorsanız siz zaten cumhurbaşkanı adayı olamazsınız. Bunlar olduğu takdirde sorun yaşarız. Sadece kendi ülkemizde mi sorun yaşarız? Hayır, bütün dünyada sorun yaşarız.
Kadın-erkek eşitliğine inanmayandan cumhurbaşkanı adayı olamaz. Kadın, köyde çalışıyor mu? Çalışıyor. Hele Karadeniz’de o kadınlar, yiğit kadınlar çalışıyorlar mı? Çalışıyorlar. Orada, kimse, kadın-erkek eşit değildir diye söylemiyor. Kadın da oturuyor evi için günün yirmi dört saati çalışıyor hatta erkeklerden daha fazla çalışıyor ama şehre geldiğimiz zaman “Efendim, kadın-erkek eşit değil, sen evinde oturacaksın.” Niçin? Bu anlayışta olan birisi cumhurbaşkanı adayı olamaz.
Yalan söyleyen, ahlaki değerleri yüksek olmayan birisinden cumhurbaşkanı adayı olamaz. Cumhurbaşkanı adaylarının en temel nitelikleri halkına yalan söylememiş olmalarıdır, ahlaki değerlerinin yüksek olmasıdır. Eğer birisine siz, yalan makinesi gibi diyorsanız ve o da “Evet, ben yürüyen yalan makinesiyim” diyorsa ondan cumhurbaşkanı adayı olamaz, olmamalı. (Alkışlar)
Düşünün, bir Cumhurbaşkanı adayı çıkıyor, halkı birbirine düşürmek için, kavga için “Camide içki içildi” yalanını söylüyor, bir başka yalan, temel yara, yine insanları birbirine düşürmek için “Kabataş İskelesi’nde başı örtülü bir bacımıza yüz kırk-yüz elli kişi birden saldırdı” diyorsa böyle bir adamdan cumhurbaşkanı adayı olamaz. Ne demişti? “Cuma günü bunun belgelerini yayınlayacağız, videosunu yayınlayacağız.” 53 Cuma geçti, ortada bir şey yok. Yalan söyleyenden cumhurbaşkanı adayı olamaz.
En son yalanı: Çıktı bir konuşma yaptı, dedi ki: “Efendim, Gezi olaylarında bazı polisler gerçek mermiyle öldürüldü.” Bir milletvekili arkadaşımız da İçişleri Bakanına soru önergesi verdi “Hangi polisler, nerede öldürüldü?” Efkan Ala’nın verdiği cevap: “Herhangi bir ölüm söz konusu değil.” Adamın hayatı yalan üzerine inşa edilmiş. Bu kadar yalancıyı hayatımda hiç görmedim. (Alkışlar)
Türkiye’de ve dünyada saygınlığı olmayan ve saygınlığını yitiren birisinden cumhurbaşkanı adayı olmaz. Bakın değerli arkadaşlarım, Doğulu hiçbir lider Batılı hiçbir lider, yalan söyleyen birisiyle aynı kareye girmek istemez çünkü onların ahlaki değerleri çok yüksektir. Bugün cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklayan Recep Tayyip Erdoğan’ın ne Doğu’da ne de Batı’da itibarı vardır, hepsi dışlamışlardır. Türkiye Cumhuriyeti böyle bir cumhurbaşkanı adayını içine sindiremez ve bunu kaldıramaz. Biz çağdaş uygarlık için mücadele eden bir siyasal partiyiz. Ahlaki değerleri yükseltmek isteyen bir cumhuriyeti kurduk, inşa ettik. Şimdi, siz başka şeylerin peşinde olacaksınız, kişisel ikbal peşinde olacaksınız. Bunu uygun görmüyoruz.
Değerli arkadaşlarım, Anayasa’mızın değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen maddesi var. “Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal hukuk devletidir.” Bir cumhurbaşkanı adayının buna inanması lazım. Buna inanmıyorsa onun cumhurbaşkanı adayı olmaması gerekir.
Bilgi birikimi yetersiz, sanatı ve sanatçıyı dışlayan birisinden cumhurbaşkanı adayı olmaz. Sanat ve sanatçı çok çok önemlidir. Tarihin hangi devrine giderseniz gidin, hangi yönetimi ele alırsanız alın sanat ve sanatçı hep el üstünde tutulmuştur. Eğer siz, sanatı ve sanatçıyı küçümserseniz o zaman cumhurbaşkanı adayı olamazsınız. Olduğunuz takdirde bütün dünya sizi sanatçı düşmanı olarak görecektir ve öyle değerlendirecektir, öyle bakacaktır.
Ve en önemlisi: Geçmişi şaibeli olan birisinden cumhurbaşkanı adayı olmaz arkadaşlar. (Alkışlar) Düşünün, sizin artık gerçekleri söylemediğiniz, yalan ürettiğiniz, kişisel hırs ve kaprislerle özel servet edinmeniz ve bunun belgelenmesi, bütün bilgilerin dünyanın önüne serilmesi sizin cumhurbaşkanı adayı olmamanızı gerektirir. Eğer cumhurbaşkanı adayı oluyorsanız bunu Türkiye’nin kaldırması mümkün değil. Türkiye’de halka yapılan en büyük kötülüktür.
Bakın değerli arkadaşlarım, demokrasilerin özünü uzlaştırma oluşturur. Uzlaşma varsa demokrasilerde o demokrasiler kalıcıdır ve güçlüdür. Dayatma kültürü demokrasilerde yoktur. Benim dediğim doğrudur, benim dediğimin dışında başka bir düşünce doğru değildir, benim dediklerimi yapacaksınız, başka öneriler getirmeyeceksiniz dediğiniz andan itibaren demokrasiyi rafa kaldırmış oluyoruz. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak büyük bir uzlaşmayı gerçekleştirdik. Her yurttaşın rahatlıkla oy verebileceği bir adayımızı belirledik. Şaibesi yok, bilgi birikimi var, dünyada tanınmışlığı var, toplumun hiçbir kesimiyle ilgili negatif bir söylemi yok, herkesi kucaklayan bir aday üzerinde uzlaştık. Bir siyasal parti gözlüğüyle bakmadık. Bu benim cumhurbaşkanımdır parti olarak demedik. 76 milyonun rahatlıkla cumhurbaşkanım diyebileceği bir aday üzerinde uzlaştık. Eğer Türkiye gerçekten demokrasiye bağlıysa, hırsızlıklardan illallah diyorsa, yolsuzluklardan illallah diyorsa, kendisine hakaret edenlerden illallah diyorsa, bağırıp çağırıp öfke kusandan illallah diyorsa şapkasını koyacak, düşünecek ve sandığa öyle gidecek. Benim tek istediğim budur. Bunu yaptığımız zaman demokrasimiz güçlendireceğiz. Uzlaşmanın olduğu demokrasiler güçlü demokrasilerdir, biz bunu yapacağız.
Değerli arkadaşlarım, cumhurbaşkanının yenini var Anayasa’nın 103’üncü maddesine göre, diyor ki “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma.” Milletin egemenliğinden ne anlıyor? Kendi egemenliğini anlıyor. Ben söylersem olacak. Daha önce buna ne demiştik? Kırkların Almanya’sında Führer’e doğru düşüncesi. O bir şey söyleyecek, ertesi gün gereği yerine getirilecek. Hangi egemenlikten söz ediyor? Devletin varlığı ve bütünlüğüyle ilgili onun ne düşündüğünü hepimiz gayet iyi biliyoruz. “Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma…” Bu cumhurbaşkanı adayının bu ilkelere bağlı kalacağına kim inanıyor? “Milletin huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma…” 14 yaşındaki çocuğu miting meydanlarında yuhalatan birisi insan haklarından mı söz edecek? İnsan haklarına mı bağlı olacak? Anayasanın ilgili yemin maddesi şöyle devam ediyor: “Türkiye Cumhuriyeti’nin şan ve şerefini korumak…” Komik gibi geliyor değil mi? Çuval geçirilen olayları biliyorsunuz değil mi? Askerin başına çuval geçirildi, sesi dahi çıkmadı, gıkı dahi çıkmadı. Şimdi, kalkmış yemin edecek “Türkiye Cumhuriyeti’nin şan ve şerefini koruyacağıma…” Bayrak indirildi yine tık yok. “Yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma…” Tarafsızlıkla yerine getirecekmiş! Tarafsızlığına inanıyor musunuz değerli arkadaşlar? (Alkışlar)
Ve şöyle söylüyor… Bunlara çalışacak, tarafsız davranacak “Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda namusum ve şerefim üzerine ant içerim.” Hayatı yalanlarla süslü olan bir kişi, böyle bir yemini ettiği zaman kim inanacak arkadaşlar? Daha önce defalarca ifade ettim değerli arkadaşlarım, gerçekten bu konularda çok dikkatli ama çok dikkatli olmak zorundayız.
Şimdi, size, söylemiştim, cumhurbaşkanlarının mutlaka ahlaklı olması gerekir diye söylemiştim. Cumhurbaşkanlarının mutlaka namuslu olması gerekir. Cumhurbaşkanlarının mutlaka samimi ve içten olması gerekir. Cumhurbaşkanlarının mutlaka halka hesap vermeyi namuslu görev kabul etmeleri gerekir. Eğer biz bunları yapabilirsek zaten bir sorunumuz kalmamış oluyor.
Değerli arkadaşlarım, Ekmeleddin Bey’le ilgili olarak bir AKP’li bakan şunları söylüyor: “Ekmeleddin İhsanoğlu Bey, Yozgat’ımızın iftihar ettiği değerli bir Yozgat evladıdır. Büyük bir bilim insanıdır. Hem ülkemizde hem de ülkemizin dışında Türk medeniyetine, Türk kültürüne, tarihine, İslam bilim hayatına çok önemli eserler kazandırdığı gibi çok değerli insanlar da yetiştirmiştir.” uzun uzun anlatıyor. Nerede anlatıyor bunu? 20 Nisan 2013 tarihinde Bozok Üniversitesinde Ekmeleddin İhsanoğlu Kürsüsü kuruluyor, bir merkez kuruluyor, onun adına Tarih ve Kültür Araştırma ve Uygulama Merkezi, o merkezin açılışında konuşuyor.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, şimdi aynı kişi diyor ki “Öyle bir insan çıkardılar ki kim olduğunu kimse bilmiyor. Google giriyoruz, Google’den buluyoruz” diyor. Düne kadar ne diyordun, şimdi ne diyorsun? Diyorum ya, yalan ruhlarına sinmiş bunların, her yerde söylüyorlar. Ama kendisi hiç meraklanmasın değerli arkadaşlarım. Bakın, ben bize Google’dan yalancı başbakan yazdığınız zaman ve tuşa bastığınız zaman 450 bin kere Recep Tayyip Erdoğan adı çıkıyor. (Alkışlar) Daha ilginç bir şey var. “Hırsız Başbakan” yazdığınız zaman 3 milyon 900 bin sonuç çıkıyor. (Alkışlar) Evet, 3 milyon 900 bin sonuç çıkıyor. Ekmeleddin İhsanoğlu yazdığınız zaman bilim adamı çıkıyor, saygın bir devlet adamı çıkıyor. (Alkışlar)
“Efendim, tanınmamış, şöhreti yok” diyor. Allah, kimseye böyle bir şöhret nasip etmesin; hırsızlık, yalancılık şöhreti nasip etmesin. (Alkışlar) Bugün kalkmış duayla açıklamış. Ya, sen samimi olsan, sen kul hakkı yiyorsun, haram yiyorsun haram. Haram yiyen adamdan cumhurbaşkanı adayı mı olur Allah aşkına ya? (Alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, grup toplantılarında en az değindiğimiz konulardan birisi ekonomi. Aslında belki vatandaşın birinci gündemi ekonomi; iş arayanlar var, birinci sorun işsizlik. Herkes şu veya bu şekilde daha iyi koşullarda yaşamak istiyor ama siyasetçi olarak o günün yoğunluğu içinde bu alana yeteri kadar zaman ayıramıyoruz. Şimdi bakın, bugün kısaca ekonomiye de değineceğim. Bir Numan Kurtulmuş var, aslında “Numan Kurtuldu” demek daha iyi. Kendisini kapağa bir yere attı ve kurtuldu. (Alkışlar) Diyor ki “Askeri vesayet bitti, şimdi sırada Merkez Bankası var.” Merkez bankaları dünyanın her tarafında bağımsız kuruluşlardır. Biz de bağımsız mı? Hayır efendim, ne ilgisi var. Faiz niye düşmedi, bağırır çağırır. “Merkez Bankasının vesayetini elinden alacağız.” sanki bağımsızlığı varmış gibi. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının dünyada itibarı yok ki, istediği kararı alsın, itibarsız, neden? Erdoğan’a danışarak karar alıyor da onun için. Erdoğan da onun üzerinden kendisine politika geliştiriyor. 29 Haziranda Erdoğan bir konuşma yapıyor, gerçekten ilginç bir konuşma. “Birilerinin tavsiyesiyle biz ülkemizi ayağa kaldıramayız.” Güzel. “Ve biz sadece faiz lobisine hizmet eden bir iktidar değiliz.” Dikkatinizi çekiyorum “sadece faiz lobisine hizmet eden bir iktidar değiliz.” Yani hizmet ediyoruz ama sadece ona hizmet etmiyoruz. “Herkes ellerini kafasına alsın düşünsün, onlar beğensin diye bunu yapamayız ve onlar bizi beğenmez. Bunlar tüketim ekonomisinin düşmanları.”
Değerli arkadaşlarım, bir ülkenin dünyada saygınlık kazanmasının yolu üretimden geçer, tüketimden değil. Herkes tüketir ama herkes üretemez. (Alkışlar) Emin olun ekonomiyi de bilmiyor. Eğer ürettiğinden fazla tüketirsen o cari açık çıkar karşına. Niye çıkıyor cari açık? Ürettiğinden fazla tüketiyorsun.
Değerli arkadaşlarım, İstanbul Sanayi Odası her yıl 500 büyük sanayi kuruluşunun listesini yayınlar, bilançolarını yayınlar, gelir-gider tablolarını yayınlar ve biz de oradan bilgi sahibi oluruz. İstanbul Sanayi Odası tarafından son yapılan açıklamada diyor ki “İmalat sanayiinin yani üreten sanayiinin gayri safi yurt içi hasıladaki payı son kon beş yılda yüzde 23,6’dan yüzde 15,3’e geriledi” diyor, üretimde geriledi diyor. Ve daha ilginç bir yere vurgu yapıyor: “Katma değeri yüksek ürünlerin üretiminde gerideyiz” diyor. Yine bir başka vurgu daha yapıyor. Toplam borçlarla öz kaynaklar arasındaki ilişkinin nasıl bozulduğuna dikkat çekiyor, bozulan rakam son on yılın zirvesine ulaşmıştır. Yine bir rakam veriyor. Son on yıldır ilk kez bu kadar büyük zararlarla şirketler karşı karşıya kaldılar diyor.
Değerli arkadaşlarım, faizden şikâyet ediyor. Ben ona yolu göstereyim. Faizden şikâyet ediyorsan faizi düşürmenin yolu tasarrufu artırmaktan geçer. Tasarrufu artırmak istiyorsan onun yolu geliri artırmaktan geçer. Gelir artacaksa tasarruf olsun. Geliri artırmanın yolu üretimden geçer. Üreteceksin ki gelirin artsın. Gelirin artacak ki tasarrufun artsın. Tasarrufun artacak ki faiz oranları düşsün, krediye ihtiyaç duyulmasın. Eğer sen bunu yapabilirsen o zaman bu ülkede ekonomik yapı güçlenir ve sen de diyebilirsin ki “Evet, faizler kendiliğinden düştü.” Diğer ülkelere faize bakın, sıfır noktalarında. Yine biz, dünyanın en yüksek faizini veriyoruz. Faiz lobisine hizmet etmediğini söyledi sadece.
Bakın değerli arkadaşlarım, bu hükümet, en çok faizi ödeyen hükümettir. 79-2002, yirmi üç yılda Türkiye Cumhuriyeti’nin ödediği faiz 135 milyar 38 milyon lira, eski parayla 135 katrilyon lira. Geçiyorum bu hükümet dönemine, 2003-2014 döneminde ödenen faiz 135 milyar değil, daha aşağı da değil, tam 571 milyar lira, tam rakamı vereyim 571 milyar 338 milyon 688 bin lira. Tam neredeyse 5 katı daha fazla faiz ödediler.
Değerli arkadaşlarım, hem bu kadar büyük faiz ödeyeceksiniz hem de önlem almayacaksınız ve vatandaşı borçlandıracaksınız. Bakınız bu kürsüde ben ve miting meydanlarında her zaman, fırsat buldukça emeklilerin sorunlarını dile getirdim. Yaklaşık 11 milyon emekli var bu ülkede. Her seferinde emeklilerin sorunlarını dile getirdim, onların daha yüksek aylık almalarını istedim. 28 Haziran-4 Temmuz arası Emekliler Haftası, 30 Haziran ise Dünya Emekliler Günü. Emeklilerin sorununu yine dile getiren tek parti var, adı Cumhuriyet Halk Partisi, biz getiriyoruz dile. (Alkışlar) Emeklilerin yüzde 84’ü “aldığımız aylık bize yetmiyor” diyor. Yüzde 73’ünün aylığı gıda maddelerine yetmiyor. Aldıkları aylıklarından birinci sırada yaptıkları harcamalardan yüzde 87’sinin ekmek, son sırada ise yüzde 27 ile kırmızı et geliyor, çoğu et bile yemiyor. Yüzde 28’i gecekondularda oturuyor, yüzde 27’si kiracı durumunda, yüzde 56’sı evini sobayla ısıtıyor. 600 bini bulan emekliye sosyal destek primi dolayısıyla ceza kesildi ve bu cezaları ödemek zorunda kaldılar.
Değerli arkadaşlarım, biz tasarruf artırılsın dedik, tasarruf artsın ki gelir artsın; gelirin artması içinde üretim yapacağız, üretim yapacağız ki gelirimiz artsın. Eğer bunu yapabilirsek Türkiye’ye yeni bir yol haritasını çizeceğiz ve dolayısıyla Türkiye hem gelişmiş hem kalkınmış hem saygınlığı artmış bir ülke olacaktır. Ama onlar tam tersine vatandaşı borçlandırıyorlar, vatandaş borç batağı içinde ve nasıl geçineceğim kaygısı taşıyor. Şimdi bakın, 2002 yılında, söyledim, yine son rakamları ifade edeyim. 847 bin kişi tüketici ve kredi kartı borcuna sahiptir. Haziran 2014 itibarıyla 847 bin kişi olmuş 3 milyon 165 bin kişi. Borçlar ise 6 milyar liradan 334 milyar liraya çıkmış, eski parayla 334 katrilyon liraya çıkmış. O nedenle AKP diyor ya “Sakın ha, bizden başka bir partiye oy vermeyin, oy verirseniz faizler yükselir; oy verirseniz borçlarınızı ödeyemezsiniz.” Buradan söylüyorum: Borca esir ettiler sizi. Onların ekonomi politikaları buydu. Şantajla oyunuzu alıyorlar, şantaja boyun eğmeyin. Kuvvayımilliyeci gibi olun, yürekli olun, güçlü olun, en büyük güç sizsiniz. (Alkışlar) Teslim olmayın. Borcunuz varsa o borcunuzu biz- hiç meraklanmayın- sıfırlayacağız. Erdoğan kendi parasını sıfırlıyordu, biz sizin borcunuzu sıfırlayacağız, hiç meraklanmayın. (Alkışlar)
Ailelerin bankalara borçları var, 2003 yılında 13 milyar lira, yani 13 katrilyon lira; 13 katrilyon lira 2013 yılında 372 katrilyon lira olmuş. Vatandaşın içinde bulunduğu durumu düşünün. Siyasete ilgi göstermiyor. Nasıl ilgi göstersin? “Akşam evime nasıl gideceğim?” diye onun hesabını yapıyor.
Değerli arkadaşlarım, bütün bunları hepimiz biliyoruz. Anlatacağız, sonuna kadar anlatacağız. Güçlünün haklı olduğu bir demokrasi yoktur; haklının güçlü olduğu demokrasi gerçek anlamda demokrasidir. Defalarca örnek veririm, yine vereyim. Bir kişi çıktı “Dünya yuvarlaktır” dedi. Herkes dünyanın düz olduğunu iddia ediyor. “Dünya yuvarlıktır” diyen o bir kişi haklıydı ve güçlüydü. 21 inci yüzyıldayız, kimse “Dünya düzdür” demiyor, herkes o haklılığı kabul etmiş durumda. Biz yalnız bile olsak, bir kişi bile olsak doğru söylemimizden asla vazgeçmeyeceğiz çünkü tarih bizi haklı çıkaracak. Ben buna yürekten inanıyorum. (Alkışlar)
Geçen hafta sizlere torba kanunla getirdiklerini anlatmıştım, yargıyı nasıl askıya aldıklarını, mahkeme kararlarını nasıl uygulamak istemediklerini, bürokratlar görevden alındıkları zaman iki yıl mahkeme kararına rağmen eski görevlerine iade edilmemesi gerektiğine ilişkin hukuki alt yapıyı hazırlıyorlar. Bir de bunlar, Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı diye bir başkanlık daha kuruyorlar, kısa adı TÜSEM. Bunun içine de YÖK’le ilgili maddeler koyuyorlar. Diyeceksiniz ki sağlıkla YÖK’ün ilgisi var? Ee AKP modeli bu, hiç ilgisi olmasa bile alırsınız birisini içine koyarsınız ne olacak, yasamayı ben böyle gerçekleştiririm diyor. Bunun içine YÖK’le ilgili maddeler koyuyorlar. Bakın arkadaşlar, YÖK’le ilgili maddeler koyuyorlar, öyle maddeler koyuyorlar ki YÖK’ü, Evren’in getirdiği YÖK’ten çok daha güçlü, çok daha baskıcı bir konuma getiriyorlar. YÖK, üniversiteleri hem mali açıdan hem eğitim açısından denetleyecek. Bu, akla kelepçe vurmak demektir, YÖK’e bunu getiriyorlar.
Yine, “vakıf üniversitelerinin mütevelli heyetini ben seçeceğim” diyor. Kişi kalkmış, bütün mal varlığını üniversiteye bağışlamış, üniversiteyi kurmuş, üniversitenin dünyada ismi olsun, saygınlığı olsun, iyi bir eğitim versin diye çaba harcıyor. YÖK diyor ki “Hayır, bir dakika, sen benim dediklerimi yapmıyorsun, bundan sonra mütevelli heyetini de ben görevlendireceğim, ben atayacağım” diyor. Böyle bir anlayış olmaz arkadaşlar. Başka? Doçentlik unvanını üniversiteler arası Kurul verirdi. Şimdi diyorlar ki “Hayır, orası vermeyecek, YÖK verecek” diyorlar. “Ben istediğime veririm, istemediğime vermem.” Peki, yurt dışına eğitime gönderilirken YÖK diyor ki “Gideceğim önce bakanlıktan izin alacağım, ondan sonra ben seni görevlendiririm, yurt dışına gidersin eğitim almaya.” Böyle bir tablo, Türkiye’yi geriye götüren bir tablodur. İstanbul Sanayi Odasının yaptığı açıklamayı az önce bilginize sunmuştum. Katma değeri yüksek ürünler üretemiyoruz” diyor. Neden? Üniversite bilgi üretmiyor. Üniversite bilgi üretmezse katma değeri yüksek olan ürünleri üretme şansımız olmaz. Yapmamız gereken neydi? Üniversiteleri özgür kılmak… Ben neden diyorum, hep bunlar 12 Eylül ürünüdür diye? 12 Eylül siyasi görüşüne sahip çıkıyorlar diye. İşte bu yasalar nedeniyle. Ama bunları gün olacak, harman olacak değiştireceğiz. Bir kişinin bir gerçeği unutmamasını istiyorum: Sarkozy Fransa’da gözaltına alındı ve hesabını veriyor. Sözüm söz, ahdim ahdimdir, kul hakkı yiyen mutlaka çıkacaktır ve konun hesabını verecektir hangi makamda olursa olsun.(Alkışlar)
Hepinize teşekkür ediyorum değerli arkadaşlarım.
23.11.2024
23.11.2024
23.11.2024
23.11.2024