CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU:
-TÜRKİYE’NİN BEKASI İÇİN, BAYRAĞI İÇİN, VATAN İÇİN KANIMIZIN SON DAMLASINA KADAR MÜCADELE EDECEĞİZ; SÖZÜM SÖZDÜR!
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Bir ülkenin Başbakanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Sayın Binali Yıldırım “Başkanlık gelmezse Türkiye bölünür” diyor. Bu ülke 93 yıldır dimdik ayakta, bütün darbelere karşı ve sen kalkıyorsun “Başkanlık olmazsa Türkiye bölünür” diyorsun, yani Başbakan olarak “Ben Türkiye’yi bölünme noktasına getirdim” diye itiraf ediyorsun. Sen o koltukta oturamazsın arkadaş. Türkiye’nin bölünmesinden söz eden bir kişi, Başbakanlık koltuğunda oturamaz nokta. Cumhuriyet Halk Partisi bu ülkede olduğu sürece bu ülkeyi hiçbir güç bölemeyecektir.” dedi.
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Değerli arkadaşlarım, bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarım; hani deniyor ya “Hava kurşun gibi ağır.” Evet, hava kurşun gibi ağır, ciddi sorunlarımız var, bu grup toplantısında bu sorunların bir kısmına değineceğim.
Önce, izin verirseniz, Erdal İnönü’nün ölüm yıl dönümüydü dün. Erdal İnönü, İnönü soyadını asla yere düşürmedi. Bilge bir kişiydi, saygın bir kişiydi; demokrasiye sahip çıktı. Darbe sonrası siyasete girdi. Siyasete sevgiyi, espriyi, bilimi, saygıyı, hoşgörüyü getirdi. Kendisine Allah’tan rahmet diliyoruz. Onu minnetle, şükranla anıyoruz.
Geçen grup toplantısında arkadaşlarım dediler ki, “Tekirdağ’da iki yol yapılmıyor, Kapaklı- Saray yolu yedi yıldır bitmiyor, 18 kilometrelik bir yol; Tekirdağ-Hayrabolu yolu da on bir yıldır bitmiyor” diye. Tabii biz bunu dile getirince başka bir olay gündeme geldi. Yirmi dört yıldır bitmeyen meğer kültür merkezi varmış. Aklın mantığın alacağı bir şey değil bu. Çorlu’da, yine bir kültür merkezine başlamışlar, bitmiyor. Geçen grup toplantısında Sayın Binali Yıldırım’a çağrı yapmıştım. Aynı çağrıyı bu kez kültür merkezleri için yapıyorum. İki kültür merkezini de Tekirdağ Büyükşehir Belediye Başkanlığına verin, tahsis edin. Bunu beraber kullanalım, Hükümet de kullansın, biz de kullanalım ve bu kültür merkezlerini Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi yapmaya hazır. Hiçbir sorunumuz yok. Bütçeden para çıkmayacak, belediye kendisi yapacak, bir kültür merkezi yapacak. Oraya güzel insanlar gelecek oturacaklar, düşüncelerini dile getirecekler, siyaseti konuşacaklar, ekonomiyi konuşacaklar, sanatı konuşacaklar; gençler konuşacak, sorunlar dile getirilecek. Dolayısıyla bu kültür merkezini yapmayı ve açmayı biz taahhüt ediyoruz, bizim boynumuzun borcu olsun, yeter ki izin verin. Bunu açıkça, yine bir çağrı yaparak Binali Bey’e duyurmuş olayım.
SON BİR YILDA VERDİĞİMİZ ŞEHİT SAYISI 800’Ü AŞTI
Değerli arkadaşlarım, dün yine Dağlıca’da 3 askerimizi kaybettik, 3 şehidimiz var. Şehit haberlerinin hepimizi üzdüğünü biliyorum, özellikle anneleri üzdüğünü biliyorum. Anneler çocuklarını askere gönderirken hangi duygularla gönderdiğini, ellerine kına yakıp gönderdiğini, umutla askerlik sonrası dönüşünü beklediğini biliyorum. Eğer gencecik fidan gibi çocuklarımız şehit olup babaları tarafından toprağı veriliyorsa en büyük acıyı o ev yaşıyor, yani ateş düştüğü yeri yakıyor, hepimizin ama hepimizin bu konuda duyarlı olması lazım. Bakın değerli arkadaşlarım, son bir yılda verdiğimiz şehit sayısı 800’ü aştı. Kıbrıs Harekâtındaki şehit sayımız 498. Kıbrıs Harekâtında 498 ama bu terör olayında 800’ü aşkın şehit verdik ve üstelik bu askerler güle oynaya vatan savunması için giderken askere, umutla dönüşü bekleniyordu bunların hepsinin. Şu soruyu bütün annelerin kendisine sormasını isterim: PKK terör örgütüyle kim masaya oturdu? Defalarca söyledik, meşru bir alanı, meşru bir hükümeti bir terör örgütüyle muhatap etmeyin diye. İmralı’da kim bunlarla masaya oturduysa bu şehitlerin sorumlusu onlardır. Şehirler cephaneliğe dönüştürüldü. Tonlarca, evet tonlarca patlayıcı yerleştirildi. Valilere, kaymakamlara talimat verildi “Sakın bunlara dokunmayın.” diye. Kamyonun üstünden silah dağıtıldı. Buna güvenlik güçleri müdahale etmek istediler. Valisi, kaymakamı” Bunlara müdahale etmeyin” dedi. Bu talimatı kim verdi? Bu talimatı kim verdiyse bu şehitlerin sorumlusu da onlardır, bugün iktidar olanlardır. Bunun hesabını her annenin kendisine sorması lazım. Benim görevim, ben soruyorum ama şehidi olsun olmasın bütün annelerin bunu sorması lazım. PKK vergi daireleri kurdu, ses çıkarmadılar. Mahkemeler kurdu, ses çıkarmadılar. Askerlik şubeleri kurdular, ses çıkarmadılar. Şehirlerin merkezinde trafik kontrolü yapıldı, ses çıkarmadılar.
ŞEHİTLER ARASINDA AYRIM YAPAN KHK’YI DÜZELTMEK BOYNUMUZUN BORCUDUR
Onun bedelini şimdi şehitlerimiz ödüyor. “Analar ağlamasın” diye bas bas bağırdılar, PKK’ya en büyük yardım ve yataklığı bunlar yaptılar. Şimdi, şehitlerimiz arasında ayrım yapıyorlar. İnsanlığa sığmaz bu, ahlaka sığmaz bu, inancımıza sığmaz bu. Şehitler arasında ayrım olur mu? 15 Temmuz şehitlerine fazla para verilecek, dağda PKK ile çarpışıp şehit olana daha az para verilecek. Niçin? Böyle bir ahlaksızlık olabilir mi? Buradan bütün şehit annelerine ve yakınlarına sesleniyorum: O Kanun Hükmünde Kararname bu Meclise gelecek. O Kanun Hükmünde Kararnameyi düzeltmek, eşitlemek bizim boynumuzun borcudur, bunun mücadelesini vereceğiz.
Aramızda gazi arkadaşlarımız var. Hükümet onları gazi saymıyor ama biz gazi sayıyoruz. Şimdi, anneler diyecek ki “Nasıl gazi sayılmıyor bunlar?” Bir dernek kurmuşlar: Terörle Mücadele Sırasında Yaralanıp Gazi Sayılmayanlar Derneği. Terörle mücadele ediyorsunuz, yaralanıyorsunuz ama hükümet diyor ki “Bir dakika, sen gazi sayılmazsın.” Başkanı Kadir Erhan Tuna bir açıklama yapıyor, aynen okuyorum: “ 1999 yılında Tunceli’de askerlik yaparken teröristlerle girdiğimiz çatışmada kalbimden yaralandım. Kalbimde şu an kurşunla yaşıyorum. Alınırsa ya felç olacağımı ya da masada kalacağımı söylediler ama yine de gazi sayılmıyorum. Gazi sayılmam için devlet benden uzuv kaybı yani organ kaybı bekliyor. Çatışmada parmağı kopan arkadaşlarımız var ama gazilik unvanını vermiyorlar. Gazilik unvanı alması için en az üç parmağının kopması gerekiyormuş. Arkadaşımızın birinin yüzde 95 görme kaybı var. Yüzde 100 görme kaybı olması gerektiği için ona da gazilik unvanını vermediler. Birçok arkadaşımızın ruhen çalışır, bedenen çalışamaz raporu var ama gazilik onurunu alamıyorlar. Bu şekilde Türkiye genelinde yaklaşık 10 bin kişiyiz” diyor. “İstediğimiz gazilik maaşı değil, gururla göstereceğimiz gazilik madalyası” diyorlar. Bu arkadaşlarımız şu soruyu soruyorlar: ‘Gazi olamazsınız çünkü yasalar, yönetmelikler var, diyor hükümet’ “Kendi çocuklarının bir parmağına kaç lira değer biçebilirler benim üç parmağımın yok olması için?” diyor. Sizin haklarınızı sonuna kadar arayacağız, bundan emin olmasını isterim. Bu ülke için, cumhuriyet için, bağımsız Türkiye için çaba harcayan, emek harcayan, alın teri döken, biz akşam yataklarımızda rahat uyuyalım diye dağlarda, ovalarda, tepelerde terörle mücadele eden askerimizi, güvenlik güçlerimizi her zaman saygıyla, her zaman şükranla anacağız. Size bizim minnet borcumuz var.
TAM DEMOKRASİ İÇİN HEPİMİZİN ORTAK MÜCADELESİ GEREKİYOR
Değerli arkadaşlarım, geçen hafta Cumhuriyetimizin 93’üncü yılını kutladık, Başkent Ankara’da Cumhuriyetin 93’üncü yılını. Birinci Meclisten Anıtkabir’e yürüyelim diye bir program yapmıştık. Arabayla gittiğimde bütün kavşakların Büyükşehir Belediyesine ait hafriyat kamyonlarıyla kesildiğini gördüm. Bundan daha büyük bir ayıbı Türkiye Cumhuriyeti yaşamamıştır. Niye hafriyat kamyonları, neden hafriyat kamyonları? İnsanın onuruyla bu kadar oynanmaz ki! Cumhuriyet, cumhuriyeti kuranlar bütün mazlum ülkelere örnek olmuştur. Sadece bağımsızlık savaşında örnek olmadılar, sadece Kurtuluş Savaşlarında örnek olmadılar, cumhuriyette de örnek oldular. Türkiye Cumhuriyeti 1923’te kurulduktan sonra bütün mazlum ülkelerde de cumhuriyetin kurulduğunu gördük çünkü cumhuriyet bir aydınlanmadır; cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesidir. Cumhuriyet, padişahın kulu olmak değildir, sultanın kulu olmak değildir, Führer’in kulu olmak değildir; Duce’nin kulu kölesi olmak değildir; reisin kulu kölesi olmak değildir, Türkiye Cumhuriyeti’nin özgür bireyi olmak demektir. Ve cumhuriyeti irfanı hür, vicdanı hür, fikri hür insanlar yetiştirsin diye sahipleniyoruz. Biz cumhuriyeti bunun için kurduk, bunun için mücadele ediyoruz. Cumhuriyet, aynı zamanda fırsat eşitliği demektir. “Hiçbir kimseye, hiçbir sınıfa, zümreye, aileye imtiyaz tanınamaz” der cumhuriyet, herkes eşittir cumhuriyette. Birileri kendisini ayrıcalıklı görebilir ama biz, bu ülkede yaşayan bütün yurttaşları aynı gözle göreceğiz, hepsine aynı duygularla yaklaşacağız, hiç kimseyi ötekileştirmeyeceğiz; cumhuriyetin temel felsefesi budur. Cumhuriyet aynı zamanda, değerli arkadaşlarım, eğer tam demokrasiyle taçlandırılmazsa içi boş bir cumhuriyet demektir. Cumhuriyeti tam demokrasiyle taçlandırdığımız zaman cumhuriyet bizim anladığımız anlamda cumhuriyet olacaktır. Tam demokrasi için hepimizin ortak mücadelesi gerekiyor. Kadın- erkek eşitliği için, özgür medya için, hukukun üstünlüğü için, kuvvetler ayrılığı için, düşünceyi özgürce açıklamak için, üniversitelerin özgürlüğü ve bağımsızlığı için, üniversitelerde özgürce bilimin üretilmesi için hep birlikte mücadele etmemiz lazım ve Türkiye’deki mevcut darbe hukukunu darbe hukukundan arındırmak için mücadele etmemiz gerekiyor. Bunu yaptığımız zaman cumhuriyet ve Türkiye Cumhuriyeti hem bölgesinde hem dünyada saygın bir ülke konumuna gelmiş olacaktır. Asıl amacımız, cumhuriyeti kurduk, çok partili yaşamı getirdik, sosyal demokrasiyi bu ülkeye getirdik, şimdi dördüncü devrimin hazırlığını hep beraber yapmak zorundayız. Dördüncü devrim, cumhuriyeti tam demokrasiyle taçlandıracağız, bunun mücadelesini yapacağız.
CHP VE CHP’LİLERE KARŞI PROVOKASYONLAR ARTACAKTIR
Değerli arkadaşlarım, yürüyüşümüzü yaptık, gençlerle beraber yürüdük. Akşam eve gittim. Herhâlde, bir olayın olmaması, bütün mitinge, yürüyüşe katılan arkadaşların büyük bir coşkuyla yürümeleri bende de doğrusunu isterseniz huzur içinde şöyle bir divana uzanma fırsatı vermişti ama bir telefon geldi. Aydın’da Genel Başkan Yardımcımız Bülent Tezcan kurşunla yaralanmış, tabancayla yaralanmış. Bütün vatandaşlarımın şunu çok iyi bilmesini istiyorum: Cumhuriyet Halk Partisine karşı ve Cumhuriyet Halk Partililere karşı provokasyonlar bundan sonra daha fazla olacaktır. Şehit cenazesinde benim üstüne kurşun atan, Genel Başkan Yardımcımızın bu şekliyle kurşunlanması, il başkanlarımızın sokak ortasında darp edilmeye çalışılması, bizim üzerimize geliyorlar. Ama ben, cumhuriyet mitinginde de söyledim, şimdi de söylüyorum, bu ülkeye tam demokrasiye getirmek için eğer bir bedel ödenecekse sözüm sözdür o bedeli önce ben ödeyeceğim. Şu garabete bakın: Bir taraftan PKK saldırılarıyla karşı karşıyayız, Şavşat’ta silahlı PKK saldırılarıyla karşı karşıya kaldık. Yılmadık, yılmayacağız bundan kim olursa olsun. Şimdi, genel başkan yardımcılarımıza karşı benzer bir saldırı yapılıyor. Ondan da yılmayacağız. Hemen şöyle bir kumpas da kurdular: Efendim, bu silahı sıkan ülkücüymüş dediler. Gazeteci soruyor. Aydın da söyledim, yine söylüyorum: Ülkücüler vatanseverdir, biz de vatanseveriz; bayraklarını severler, biz de bayrağımızı severiz; vatanlarını severler, biz de vatanımızı severiz. Eline silah tutuşturulup birisine ateş etmesini sağlayanlar asla ve asla bir ülkünün adamı olamazlar; onlar kişiliksiz insanlardır, onlar kullanılmaya müsait insanlardır. Kelepçeyi şeref olarak taşıyacakmış! Kelepçeyi şeref olarak taşıyanlar zaten karanlık insanlardır. Devletin kelepçesini şeref olarak taşıyacakmış. Ya, niye bayrak senin şerefin değil arkadaş? Vatan niye senin şerefin değil? Demokrasi niye senin şerefin değil? Özgür medya niye senin şerefin değil? Kelepçeyi şeref olarak görüyor çünkü bu tür insanlar karanlık insanlardır. Bu tür insanların cebine üç beş kuruş para koyduğun zaman yapmayacakları iş yoktur. Bunlar satılık insanlardır. Dolayısıyla, bütün vatandaşlarıma sesleniyorum: Bize yönelik provokasyonlar konusunda çok dikkatli olmalıyız, provokasyonlara gelmemeliyiz; sağduyulu olmalıyız, dikkatli olmalıyız, olayları soruşturmalıyız. Bu olay dolayısıyla Aydın’daki güvenlik güçlerine yürekten teşekkür ediyorum, Aydın Valisine teşekkür ediyorum, Başsavcısına teşekkür ediyorum, Emniyet Müdürüne teşekkür ediyorum. Olayın üzerine büyük bir soğukkanlılıkla gittiler, failleri yakaladılar. Planlı bir saldırı, arkasındaki iradeyi merak ediyoruz.
HAVA KURŞUN GİBİ AĞIR
Değerli arkadaşlarım, bir yandan bu olaylarla, şehitlerimizle içimiz yanarken öbür taraftan da demokrasinin açıkça katledildiğini görüyoruz, hukukun bitirildiğini görüyoruz. Şu anda Türkiye’de hukuk yok arkadaşlar. Şu anda Türkiye’de demokrasi yok. Şu anda hapishanelerde kötü muamele ve işkence var. Şu anda Türkiye’de özgür medya yok. Şu anda toplumun üzerine gittikçe ağırlaşan bir baskı var. O nedenle söylüyorum, hava kurşun gibi ağır. Mücadele edeceğiz. Bizim üzerimize düşen sorumluluğun farkındayız. Ne yapmamız gerektiğini de çok iyi biliyoruz. Kararlılıkla bu olayın üzerine gideceğiz. Demokrasiyi güçlendireceğiz. Baskı gelebilir, gelecektir; silahlı unsurlar ortaya çıkabilir, çıkacaktır da. 15 Temmuz darbe girişimini fırsat bilip karşı darbeyi yapanlara karşı namusumuzla dimdik ayakta duracağız. Türkiye’yi hukuk devleti olmaktan çıkardılar, bir istihbarat devleti hâline getirdiler. Kendi Baas rejimlerini kurdular, istihbarata göre adam atayacaklar, böyle bir devlet mi olur?
12 EYLÜL ASKERÎ DARBESİNDEN DAHA AĞIR KOŞULLARI YAŞIYORUZ
Değerli arkadaşlarım, bakın bunu yaptılar. Darbe sonrasında bizim yaptığımız tek şey var. Darbeye karşı olduğumuzu söyledik, her ortamda söyledik ama darbenin fırsata çevrilip karşı darbeye dönüştürülmesini asla doğru bulmuyoruz.15 Temmuz Darbesine nasıl karşı çıktıysak, şimdi yapılan karşı darbeye de aynı kararlılıkla karşı çıkıyoruz. Meclisi bombalayanları savunmadık, yargılayın. 240 şehidimiz var, öldürenleri yargılayın. Bizim bu konularda hiçbir endişemiz yok ama kardeşim, sen öğrencilerden ne istiyorsun? Senin gücün öğrencilere mi yetiyor? Er, erbaştan, astsubaydan ne istiyorsun, gücün onlara mı yetiyor? “Kursiyer pilotlar suçsuzdur” diyor. Evet, suçsuzdur. Neden bu insanları alıp sorgusuz sualsiz hapse atıyorsunuz? Gazeteciler, ne yaptı bu gazeteciler? Uçağa binip bir yeri mi bombaladı bu gazeteciler? Üniversite hocaları ne yaptı? Bir yeri mi bombaladılar? Sorgusuz sualsiz atıyorlar. 12 Eylül Askerî Darbesinden daha ağır koşulları yaşıyoruz, altını çiziyorum, 12 Eylül Darbe koşullarından daha ağır koşulları yaşıyoruz. Böyle ağır bir tabloyla karşı karşıyayız.
TÜRKİYE PLANLI VE PROGRAMLI BİR ŞEKİLDE DARBE SÜRECİNE HAZIRLANDI
Değerli arkadaşlarım, bir milyonu aşkın mağdur yarattılar. Ya, darbeciler orada duruyor kardeşim. Darbecilerle düne kadar iş birliği yanan sensin zaten. Onları allayıp pullayıp piyasaya süren sensin zaten. Fakir fukara, garip gurebadan ne istiyorsun sen? Söyledim, yine söyleyeceğim: Çocuğunu cemaatin yurduna gönderdi diye devlet memuriyetinden atıyorsunuz. Eğer atılacak bir adam varsa yurt yapmayan siyasi anlayıştadır, onu atacaksın kardeşim. Sen yurt yaptın da o çocuk oraya gitmedi mi? Açık ve net söylüyorum, Binali Yıldırım da duysun, herkes de duysun, bütün dünya da duysun: Türkiye, planlı ve programlı bir şekilde ve bilinçli olarak bir darbe sürecinin içine sokulmuştur. Evet, planlı ve programlı bir şekilde, bilinçli bir anlayışla bir darbe sürecinin içine sokulmuştur. Diyecekler ki örneğin var mı? Var tabii, kapı gibi örneğimiz var. Mehmet Dişli, general, altını çizerek söylüyorum, havuz medyasının köşe yazarları da dinlesinler: Kısa görevi yapmadan Genelkurmayın karargâhına getiriyorsunuz bu adamı. Ona özel bir post ayarlıyorsunuz. Sonra? Terfi ediyor. Terfi edince tekrar kıtaya gitmesi lazım, yine kıtaya göndermiyorsunuz. Diyorsunuz ki “Siz karargâhta kalacaksınız” Siyasi irade, hükümet diyor ki “Bu adam, Mehmet Dişli bu karargâhta kalacak.” Sonra ne oluyor? Bu kişi darbeyi yönetiyor. Peki, Mehmet Dişli’yi Genelkurmay karargâhında tutan siyasi irade kim? O siyasi irade Türkiye’yi yönetenler. Şimdi, sen kalkacaksın Mehmet Dişli’ye hesap sormayacaksın, oradaki teğmene hesap soracaksın. Hesap soracaksan askere değil kardeşim, Mehmet Dişli’ye ve o Dişli’yi orada tutanlara soracaksın.
Bakın, diyorum ki planlı ve programlı bir şekilde Türkiye darbe sürecine hazırlandı diye. Üç general, albaylıktan generalliğe terfi ettiriliyor Yüksek Askerî Şûrada. Başbakan bu kararı imzalamıyor, cumhurbaşkanı bu kararı imzalamıyor, çoğunluk kararıyla general olmaları gerekirken imzalamıyorlar ve Meclise bir kanun getiriyorlar. Bu generallerin terfii için Başbakan ve Cumhurbaşkanının imzası zorunludur diye. Kanun değiştiriyorlar ve bu 3 general ordudan ayrılıyor, yerine üç FETÖ’cü getiriliyor. Şimdi soru şu: Türkiye, planlı ve programlı bir şekilde darbe sürecinin içine getirilirken bu kararları alan siyasi irade kim? Asıl darbeciler onlar, Türkiye’yi darbe ortamına hazırlayanlar onlar. Asıl onlardan hesap sorulması lazım. Darbenin siyasi ayağı bunlardır. Kalkıyorsunuz akademisyenleri suçluyorsunuz, öğretmenlerin görevine son veriyorsunuz hukuksuz bir şekilde. Ya, öğretmen mi darbe yaptı kardeşim? Askerî öğrenci mi darbe yaptı? Er mi darbe yaptı? Erbaş mı darbe yaptı? Mehmet Dişli’yi Genelkurmay karargâhında niye tuttunuz siz? Generalleri hak ettiği terfii niye vermediniz siz? Onları ordudan ayırıp yerine FETÖ’cüleri niye getirdiniz siz? Bunun hesabı daha sorulmadı, bunun hesabını soracağız. Havuz medyası yazar mı? Yazamaz. Yazamazlar çünkü onlar da başka bir yerden besleniyorlar, onu da biz gayet iyi biliyoruz. Patronlarına göre ancak onlar seslendirme yapıyorlar. O açıdan dedim özgür medya yoktur diye.
Değerli arkadaşlarım, bir şey daha söyleyeyim. Efendim, FETÖ düşmanıymış gibi görünüyor! Yok, arkadaşlar. Bunların ikisi beraber hareket ettiler. Paralel yapı da bunun için deniyor zaten; bir yapı hükümette, bir yapı hükümetin dışında ama paralel, amaçları aynı. Ne diyordu? “Aynı menzile farklı yollardan giden” diye. Şimdi ben size, 15 Şubat 2012, dönemin Başbakanının başdanışmanının bir yazısından bir bölüm okumak istiyorum: “AKP ile Gülen cemaati arasında hiçbir zaman bir çatışma ve çekişme yaşanmamıştır. Bundan sonra da yaşanmayacaktır. Bu, sadece gönül birlikteliği değil, bir amaç ve hedef birlikteliğidir” diyor. Bundan daha açık bir itiraf nereden bulunacak. Şimdi, ben bu ülkenin savcılarına sesleniyorum: Yürekli bir savcı çıkar mı? Emin olun çıkmaz, onlar da korkuyorlar. Ama ben her şeye karşın yürekli ve namuslu bir savcı bekliyorum, kararlı bir savcı bekliyorum.
Biz, Aslı Erdoğan hapisten çıksın, Necmiye Alpay hapisten çıksın, Nazlı Ilıcak, Mehmet Altan, Ahmet Altan hapisten çıksın, Ali Bulaç, Şahin Alpay, Murat Aksoy hapisten çıksın diye mücadele ederken, konuşurken dün yeni bir şey oldu. Cumhuriyet Gazetesi’ne baskın yapıldı, yazarların evlerine baskın yapıldı. Güray Öz, Bülent Utku, Eser Sevinç, Hakan Kara, Hikmet Çetinkaya, Musa Kart, Mustafa Kemal Güngör, Müslüm Özışık, Önder Çelik, Murat Sabuncu, Kadri Gürsel, Aydın Engin, Bülent Yener, Turhan Günay, Günseli Özaltay, Akın Atalay, Can Dündar, Nebil Özgentürk. Savcı, bunlar hakkında yakalama kararı, gözaltı kararı verdi. Ne diye veriyor? Efendim, Cumhuriyet Gazetesi FETÖ’cüymüş, PKK’lıymış… Savcı bir haksızlık yapmış, savcıya onu söylemek isterim tabii, IŞİD’i unutmuşlar, onu da buraya dahil etselerdi hem FETÖ’cü, hem IŞİD’ci hepsini dahil edebilirlerdi.
Ben, bu savcıya ve o savcıya talimat veren siyasi iradeye seslenmek isterim: Cumhuriyet Gazetesi her dönemde bedel ödeyen gazetedir. Her darbe sonrası, 12 Mart, 12 Eylül ve 15 Temmuz, her darbe sonrası bedel ödeyen bir gazetedir Cumhuriyet Gazetesi. Cumhuriyet Gazetesi, bizim basın dünyamızın akademisidir. Görüşü ne olursa olsun, her insan acaba Cumhuriyet ne yazdı diye sabah gazeteyi eline alır. Çünkü Cumhuriyet, farklı bir gazetedir, bir fikir gazetesidir. Cumhuriyet, bir aydınlanma gazetesidir. Cumhuriyetin bir özelliği daha var. Cumhuriyet, ödün vermeyen bir gazetedir. Acaba, iktidardakiler benim lehime çalışır mı diye, benim lehime bir şeyler yapar mı diye düşünmeyen bir gazetedir. Özgürlüğü savunan bir gazetedir Cumhuriyet. Cumhuriyeti savunan bir gazetedir ve Cumhuriyet, cumhuriyetle yaşıt bir gazetedir. Cumhuriyet adını da Mustafa Kemal Atatürk vermiştir kendisine zaten. Cumhuriyet Gazetesini FETÖ ile PKK ile ilişkilendirmek şeref yoksunu kişilerin yapacağı bir şeydir. Evet, Cumhuriyeti FETÖ ile PKK ile ilişkilendirmek şeref yoksunu kişilerin yapacağı bir iştir. Böyle bir şey olabilir mi? Ben sormak isterim: Allah aşkına FETÖ’cüleri devlete Cumhuriyet mi yerleştirdi? O hâkimleri, savcıları, dekanları Cumhuriyet mi yerleştirdi? Bu savcıya sormak isterim: Kim yerleştirdi bunları? “Ne istedilerse vermedik” diyen Cumhuriyet miydi? Yok böyle bir şey. Senin yüreğin yetiyorsa “Ne istediler de vermedik” diyen adama soracaksın, sen, devletin nesini peşkeş çektin bunlara diye.
BİR SAVCI KENDİSİNİ KULLANDIRTMAZ
Zekeriya Öz’e kurşungeçirmez arabayı Cumhuriyet mi tahsis etti? Kim tahsis etti Allah aşkına? Sayın savcı, sana sormak isterim: Zekeriya Öz’e o kurşungeçirmez arabayı tahsis eden adama soru sorma yüreğin var mı senin? Hukuk namusun var mı senin? Bunu sormak isterim. “Zekeriya Öz’ün heykeli dikilmelidir” diyen Cumhuriyet miydi?
2004’te Milli Güvenlik Kurulu kararını “Bu karar geçersizdir. Bu karar yok hükmündedir” diyen Cumhuriyet miydi? Peki, “Bu karar geçersizdir, yok hükmündedir” diyen adama soru sorma cesaretin, soru soracak hukuk namusun var mı senin sayın savcı, ben bunu sormak isterim, var mı senin?
81 ilin 76’sına FETÖ’cü emniyet müdürünü Cumhuriyet mi atadı? Sen niye sormuyorsun savcı kardeşim? Şehirler bombayla yığılırken, şehirlere bombalar yerleştirilirken “Bunlara dokunmayın” diyen Cumhuriyet miydi? Bu talimatı veren kimdi? Güvenlik güçleri müdahale etmek istiyorlar, valilere talimat verip “Güvenlik güçlerine dokunmayın” diyen kimdi? Sen, bu soruyu sorabiliyor musun? Bu soruyu sorma hukuk namusun var mı? Sormuyorsan kardeşim, çok büyük bir handikapın içindesin. Türkiye’yi başka bir yere sürüklüyorsun ve sen, iktidarda olanların borazanlığını yapıyorsun. Elinde onların kamçısı, seni kullanıyorlar. Bir savcı kendisini kullandırtmaz. Bu kadar açık, bu kadar net söylüyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisinde kürsüye çıkıp “Fethullah Gülen’e çete demek ihanettir” dedi birisi. Sayın Savcı, “Fethullah Gülen’e çete demek ihanettir” diyen kim bunu söyledi diye sordun mu? Soramıyorsun, cesaretin de yok senin, korkuyorsun. Beni görevden alırlar. Sen, çocuklarına bile hesap veremezsin sayın savcı. Çocuklarına en ağır mirası bıraktın sen iktidarın sopası olarak. Fethullah Gülen’in sümkürdüğü mendili “Mübarektir” diye alıp saklayan Cumhuriyet mi? Niye bu soruyu sormuyorsun sen? Kim bunu yaptı?
Başbakan Yardımcısını Pennsylvania’ya gönderip “Sor bakalım, Fethullah Gülen’in bizden bir emri var mı, yok mu? Hükümet olarak emrindeyiz” diyen adamdan sen hesap sorabiliyor musun? Soramıyorsun. Soramıyorsan sen savcı değilsin kardeşim kusura bakma. Sen, hukuk adamı da değilsin. Sen, birilerinin maşasısın. Bu kadar açık, bu kadar net söylüyorum.
Şimdi, kalkacaklar diyecekler ki efendim, biz bunları soramıyoruz. Hükümete soramıyoruz, hükümete sorarsak başımız belaya girer. Yapacağın bir şey var kardeşim, soramıyorsan, izzet-i ikbal ile o makamdan ayrılırsın, ben bu görevi yapamıyorum dersin. Ben size alet olamam dersin. Ben hukuk adamıyım dersin.
BÜTÜN BU OYNANANLAR, BAŞKANLIK REJİMİNİN FRAGMANLARIDIR
Değerli arkadaşlar, bütün bunların iki nedeni var, hiç kimse unutmasın, bütün bu olayların iki temel nedeni var. Birincisi, tek adam rejimini getirmek Türkiye’ye, ikincisi de ekonomideki kötü gidişe dur diyemiyorlar, vatandaşın dikkatini o alandan çekmek. Ekonomi felakete gidiyor, açık söylüyorum. Türk Telekom gibi bir kuruluş dahi kendi taahhütlerini yerine getiremiyorsa Türkiye’nin karşılaştığı soruna bakın ekonomide. Gazetelere “Olumlu şeyleri yazın” diye talimat veriyorlar. Onlar da “Baş üstüne” deyip olumlu şeyleri yazıyorlar. Doğruyu kim yazıyordu? Doğruyu Cumhuriyet gibi gazeteler yazıyordu. Sen misin doğruyu yazan o zaman bunu yapacağız diyorlar. İşsizlik almış başını gidiyor, yoksulluk 17 milyon. Vatandaşın tam uyanacağı bir alan, ekonomi kötüye gidiyor, her şey berbat, Cumhuriyet gibi başka olayları Türkiye’nin gündemine getirip dikkatleri başka bir yere çekmek istiyorlar. Bugün bütün bu oynananlar, başkanlık rejiminin fragmanlarıdır. Biliyorsunuz filmlerde bir fragman olur filmin tanıtımı için, bunlar başkanlık rejiminin fragmanları, başkanlık rejimini bize tanıtmaya çalışıyorlar. Çok daha ağır bir ifade: Bir ülkenin Başbakanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Sayın Binali Yıldırım “Başkanlık gelmezse Türkiye bölünür” diyor. Bu ülke 93 yıldır dimdik ayakta, bütün darbelere karşı ve sen kalkıyorsun “Başkanlık olmazsa Türkiye bölünür” diyorsun, yani Başbakan olarak “Ben Türkiye’yi bölünme noktasına getirdim” diye itiraf ediyorsun. Sen o koltukta oturamazsın arkadaş. Türkiye’nin bölünmesinden söz eden bir kişi, Başbakanlık koltuğunda oturamaz nokta. Ama ben, bütün yurttaşlarıma şunu söylüyorum: Cumhuriyet Halk Partisi bu ülkede olduğu sürece, bütün mazlumlara sahip çıktığı sürece, görüşü ne olursa olsun, inancı ne olursa olsun haksızlığa uğrayan herkesin yanında olduğu sürece bu ülkeyi hiçbir güç bölemeyecektir. Türkiye’nin bekası için, bayrağı, vatanı için kanımızın son damlasına kadar mücadele edeceğiz. Söz, sözüm sözdür.
TÜRKİYE’Yİ EYALETLERE BÖLMEK VE PARÇALAMAK İSTİYORLAR
Mustafa Kemal diyor ya “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır ama Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” diyor, payidar kalacaktır. Bunlar Türkiye’yi eyaletlere bölmek ve parçalamak istiyorlar. Açık ve net söylüyorum, Türkiye’nin bekası için söylüyorum ve Sayın Devlet Bahçeli’ye de söylüyorum: Türkiye’yi bölme projesidir başkanlık sistemi. Örnek mi istiyorsunuz? 29 Mart 2013, Erdoğan bir televizyon programına katılıyor. “Türkiye eyalet sisteminden korkmamalı.” Ve yine, iki yıl sonra, “2023 yılında eyalet sistemi olabilir” diyor. Hiç kimsenin, hiçbir siyasi liderin tuzağa düşmemesi lazım. Türkiye’nin bekasını düşünüyorsak, bu ülkenin birliğini, bütünlüğünü, beraberliğini savunuyorsak, siyasi görüşlerimiz farklı olabilir ama ülke bizim ortak paydamızdır, bayrak bizim ortak paydamızdır, demokrasi bizim ortak paydamızdır, demokratik parlamenter sistem bizim ortak paydamızdır, yüz elli yıllık bir tecrübeyi atacaksın, bir kişiye koltuk uğruna Türkiye’yi ateşe atacaksın. Buna izin vermeyiz, doğru değildir bu.
ABDULLAH ÖCALAN DA BAŞKANLIK SİSTEMİNİ İSTİYOR
Başkanlık sistemini kim istiyor? Sadece o değil, Abdullah Öcalan da istiyor, o da başkanlık sistemini istiyor. Kendi kitabı, yayınlandı, orada ifade ediyor. “Eski yaşam alışkanlıklarını topyekûn bırakmak gerekir. Neden? Çünkü bu, bir rejim değişikliği olacak. Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet ve 1950’deki çok partili hayata geçişten çok daha önemli, başarılı olursak yepyeni bir cumhuriyete geçeceğiz. Biz, AKP’ye iktidarı altın tepside sunduk. Ne ev hapsi ne de af, bunlara gerek kalmayacak. Herkes, hepimiz özgür olacağız. Başkanlık sistemi düşünülebilir.” Ne zaman söylüyor bunu? 2013’te söylüyor. Kime söylüyor? Hükümet yetkililerine söylüyor. Başka? Yine, “Başbakana deyin ki başkanlık modelini de hızlıca tartışabiliriz.” Kim söylüyor? Abdullah Öcalan. Ne zaman söylüyor? 11 Ocak 2014’te söylüyor. Sayın Bahçeli’ye söylüyorum, bir daha hatırlatıyorum: Hepimizin sorumluluğu var. Diyeceksiniz ki bunlar şimdi PKK ile kavga ediyor. Dün de kavga ediyorlardı. On dakika sonra barışırlar. Bana koltuğu ver, ülkeyi at ateşe, ne önemi var diyor. Sonra çıkıp diyecekler ki “Bizi kandırdılar.” Herkesin kandırdığı bir adam ülkede cumhurbaşkanlığı yapamaz, herkesin kandırdığı bir adam, olmaz böyle bir şey.
Bu ülkenin bekasına yönelik hepimizin çalışması, hepimizin mücadele etmesi lazım. Bir devleti devlet yapan gelenekleridir, görenekleridir, tarihidir, kültürüdür, sosyal yapısıdır, dokusudur. Bunları bir gecede yok sayıp “ben istediğimi yaparım, bana koltuk bulun o koltuğa oturacağım. Ben, başkan olacağım. Hâkimi ben atayacağım, valiyi ben atayacağım, kaymakamı ben atayacağım, Yargıtay başkanını ben atayacağım, bütün yetkiler bende olacak, tek ben söz sahibi olacağım….” Böyle bir rejim dünyada yok arkadaşlar. Buna bir kişi soyundu, onun adı da Hitler’di; kendi ülkesini de dünyayı da kana buladı. Şimdi, terörden şehitler geliyor, sorumlusu bu anlayıştır.
FETÖ mağduru diye milyonlarca mağdur yaratıldı. Evi barkı olmayan, bankalarına el konulan, bileziğini satıp çoluk çocuğunun rızkını sağlayan hapisteki er ve erbaşlar, bunların yarattıkları mağdurlardır. Kendi boğazından kesip çocuğunu üniversiteye gönderen, bilgi üreten insanları “neden düşünceni açıkladın” diye hapse atan bu anlayıştır. O nedenle demokrasiye, Türkiye’ye hepimizin sahip çıkması lazım. Bizim görüşlerimiz farklı olabilir, düşüncelerimiz farklı olabilir ama biz aynı ülkede yaşıyoruz. Biz, kendi ülkemizde huzur istiyoruz. Biz, kendi ülkemizde birlikte yaşamak istiyoruz. Biz, kendi ülkemizde herkesin karnı doysun istiyoruz. Biz, kendi ülkemizde herkesin işi, herkesin aşı olsun istiyoruz. Biz, kendi ülkemizde kadınlar mutlu ve huzurlu olsun istiyoruz, her evde bereket olsun diyoruz, bunun için çalışıyoruz. Bereketli ve huzurlu bir Türkiye dileğiyle hepinize teşekkür ediyorum.
Sizin haklarınızı sonuna kadar arayacağız, bundan emin olmanızı isterim.