01.11.2011

1 Kasım 2011 tarihli TBMM Grup Konuşması

Genel Başkan Kılıçdaroğlu CHP Grup toplantısında Başbakan’a, ”Senin maskeni indireceğim. Cumhuriyeti yasakladın, koşa koşa düğüne gittin. Bu iki yüzlülük, bu riya nedir?” diye sordu.

-“Terörle ilgili gizli oturuma gelmeyip parlamentodan kaçan bir başbakan ve Çözüm üretmeyen siyasal iktidar, bütün şehitlerin tek sorumlusudur. Ülkemizi sıfır terörle aldı, 9 yılda kan gölüne çevirdi.”

-“AKP’nin terör konusundaki çözüm listesinde, ”Amerika’dan anlık istihbarat alınması, Barzani’nin bölgesini terör örgütünden arındırması, bölge ülkelerinin terör örgütüne verdiği desteği kesmesi, muhalefet hiç konuşmaması, basının haber yapmaması var. Sorumluluk hep başkalarına ait, AKP’nin sorumluluğu yok. Allah aşkına istihbaratını, gücünü başka ülkelerden beklentilere ayarlayan bir iktidar, böyle devasa bir sorunu çözebilir mi? Çözemez”

-“Vatandaşa gelince Cumhuriyeti kutlama törenleri yasak, düğüne derneğe gelince koşa koşa giden bir Başbakan. Bunların Cumhuriyet anlayışları bu. Bunu şiddetle reddediyoruz.”

-“Kul hakkı yemek, en büyük günahtır. Bunlar da kul hakkı yiyorlar”

-“”Rüşvet defterini” gönderdim. Onlar kağıt demiş. Defterin kağıttan yapıldığını da bilmiyor. Defterin fotokopisini gönderiyorum. Mülkiye müfettişi görevlendirdin mi diye soruyorum; tık yok, sahip çıkma var. Çünkü yolsuzlukları koruyarak, iktidarda kalacağını düşünüyor”

-“Kabinenin köstebeğine neden dışardan gelecek yardımları kabul etmiyorsunuz diye soruyorlar, o ‘Kendi potansiyelimizi görmek amacıyla arama kurtarma yardım ekipleri bekletiliyor’diyor. İnsan hayatı ile kumar oynanır mı?insanlar enkaz altında ölüyor. ‘Ben kendi potansiyelimi test etmek için bekliyorum. Orada ölecek mi ölmeyecek mi?’ diye. Depremde ölenlerin vebali işte bu adamların omuzlarındadır.”

-“Ekonomi, deprem, terör, AKP iyi yolda değil, batmaya doğru gidiyorlar”

-”Eğer sizin vergilerinizin hesabı size verilmiyorsa, o ülkedeki hükümet, hortumcu hükümettir”

-”Başbakan beni istifaya davet ettiler diyor. İstifaya davet etmeyeyim de sana gül mü vereyim? O kadar insan öldü”

-CHP’nin 2008’de yayınladığı ”Depremde sorunlar ve çözümler” başlıklı kitabı gösteren Kılıçdaroğlu, bunu Erdoğan’a göndereceğini söyledi ve ”Bakalım bunlara da kağıttır diyecek mi?” dedi.

Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu CHP Grup toplantısında Başbakan’a, ”Senin maskeni indireceğim. Cumhuriyet törenlerini yasakladın, koşa koşa düğüne gittin. Bu iki yüzlülük, bu riya nedir?” diye sordu.

Cumhuriyet törenlerinin yasaklanmasını kınayan Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun grup konuşmasında terör, yolsuzluk, hukuksuzluk, uzun süreli tutukluluk dahil olmak üzere güncel sorunlarla ilgili görüşlerini açıkladığı konuşması şöyle:

Televizyonları başında bizleri izleyen değerli yurttaşlarım, saygıdeğer milletvekilleri, değerli konuklar; hepinizi saygıyla selamlıyorum ve hepinizin geçmiş Cumhuriyet Bayramı’nı yürekten kutluyorum.

Ben de Cumhuriyet Bayramı’nı kutlama törenleri için Eskişehir ve Bursa’ya gittim. Halkla beraber olduk, beraber kutladık, cumhuriyetin ne olduğunu, şehitlerimizin ne olduğunu, depremde yaşayan yurttaşlarımızın acılarını hep beraber hissettik, onlar için saygı duruşunda bulunduk ve cumhuriyetin niçin kimsesizlerin kimsesi olduğunu dilimizin döndüğü kadar anlatmaya çalıştık ve yasakçı anlayışı da şiddetle kınadık. Cumhuriyet, tasada ve kıvançta beraber olmaktır, tasada ve kıvançta beraber olacağız. Cumhuriyet, eğer gerçekten de kimsesizlerin kimsesiyse hem acı günümüzde hem sevinçli günümüzde cumhuriyeti unutmamamız gerekiyor. Cumhuriyet, Mustafa Kemal’in en büyük devrimlerinden birisidir, “Cumhuriyet benim en büyük eserimdir” der. Cumhuriyet, sadece CHP’lilerin değil, bu ülkede 74 milyon yurttaş yaşıyorsa 74 milyon yurttaşın ortak paydasıdır, bunun böyle bilinmesi lazım. Biz resepsiyonları niye iptal ettiniz diye eleştirmedik… Birisi kalkmış diyor ki “Ne demek efendim, resepsiyonda elimizde kadeh olacak, cumhuriyeti öyle mi kutlayacağız?” Senin cumhuriyet anlayışın bu ise biz o anlayışa karşıyız, onu şiddetle reddediyoruz. Kapalı kapılar ardında belki içki içebilirsin, elindeki kadehi gizleyebilirsin ama cumhuriyeti gizleyemezsin. Cumhuriyete sonuna kadar sahip çıkacağız, sonuna kadar sahip çıkmak da zaten bu ülkede yaşayan her yurttaşın görevidir çünkü kulluktan çıkıp özgür birer birey olduk biz. Halkın özgürce düşüncelerini ifade etmesinin yoludur cumhuriyet, cumhuriyeti böyle biliyoruz ve bizim eleştirdiğimiz konu, siz, okullarda niye cumhuriyeti niye yasakladınız? Okul, öğrenci hazırlanmış, şiir okuyacak, cumhuriyetle ilgili şiir okuyacak, vay efendim, yasak. Cumhuriyetle ilgili konuşma yapacak, ona da yasak getirdiniz. Elimde Ankara Valiliğinin, İl Milli Eğitim Müdürlüğünün gönderdiği bir yazı var, ilçe milli eğitim müdürlüklerine gönderiyor. “Atatürk Kültür Merkezinde yapılacak törenler Başbakanlığımızın ilgi sayısı Resmî Gazetede yayımlanan genelgeleriyle iptal edilmiştir.” Olur mu arkadaşlar? Çocuklar ne olacak, cumhuriyeti kutlayacaklar, siz bunu yasaklıyorsunuz. Neyi yasakladığınızın farkında mısınız acaba? Biz bunu eleştiriyoruz.

Değerli arkadaşlar, bunu yasakladılar, ondan sonra koşa koşa düğünlere gittiler, bunların anlayışı bu. Milleti kandıracaklarını sanıyorlar. Senin maskeni indireceğim. Cumhuriyeti yasakladın, koşa koşa düğünlere gittin. Adama sormazlar mı, ya, bu iki yüzlülük nedir, bu riya nedir? Yasakladıysan evinde otur o zaman, düğünde dernekte senin ne işin var? Vatandaşa gelince yasak, düğüne derneğe gelince koşa koşa gidersin, sonra bunların cumhuriyet anlayışları bu. Bunu şiddetle reddediyoruz. Ve diyor ki “Efendim, biz bu kararı Genelkurmay Başkanımızla beraber aldık, Genelkurmay Başkanıyla beraber aldık.” Genelkurmay Başkanı senin onay makamın mı? Sen niye Genelkurmay Başkanının arkasına saklanıyorsun, sen Başbakan değil misin? Yasak kararını bile birilerinin arkasına saklanarak bize anlatmaya çalışıyor.

Değerli arkadaşlarım, her şeye karşın bu ülke birliğini ve dirliğini koruyor. Bütün yasaklara karşın yine bu ülkede cumhuriyet kutlandı, törenler yapıldı, insanlar ellerine aldıkları bayraklarla sokaklarda gezdiler ve biz onların sevinçlerini, neşelerini, hüzünlerini paylaştık. Sonuçta, tasada ve kıvançta beraber olan güzel bir ülkeyi yaşatmak için çaba harcıyoruz. Bunun önündeki en ciddi sorunlardan birisi terördür. Şehitlerimiz için nasıl üzülüyorsak, onlara Allah’tan rahmet diliyorsak, terör dolayısıyla yaşamını yitiren binlerce yurttaşımıza da Allah’tan rahmet diliyoruz. Bingöl’deki olayı bir düşünün. Masum bir kadın, çocukları var, çocukları ölmesin diye canlı bombanın üstüne atlıyor ve yaşamını yitiriyor. Hatice Belgin’in acısını yüreklerimizde taşımayacak mıyız? O kadına da Allah’tan rahmet diliyoruz. Çocukları için verdiği özveriyi bütün anneler aslında gösteriyorlar. Terörün ne kadar acımasız olduğu, ne zaman kimin canının alınacağını kimse bilmiyor ama teröre karşı ortak mücadele etmek hepimizin görevi olmak zorundadır.

24 askerimizin şehit olması üzerine, Türkiye’de tabii doğal olarak bir infial çıktı ortaya, Mecliste bir genel görüşme yapalım dediler, her siyasal parti önerge verdi, biz de verdik, AKP de verdi. Efendim, terör olayını masaya yatıralım. Bizim arzu etmememize rağmen AKP’nin isteği üzerine gizli görüşme yapıldı. Birinci gizli görüşmede, bizim Grup Başkan Vekillerimiz “Niye Başbakan burada yok? Bu kadar önemli bir konu görüşülüyor Sayın Başbakanın burada olması lazım.” dendiği zaman AKP’nin Grup Başkan Vekilleri “Efendim, Sayın Başbakan ikinci toplantıya gelecek” dediler. Ertesi hafta genel görüşmenin ikinci bölümü yapıldı, Sayın Başbakan yine ortalıklarda yok. Şimdi buradan soruyorum: Terör otuz-otuz beş yıldır Türkiye’nin gündeminde, Türkiye’nin en kronik sorunlarından birisi, bu sorunu, gel, genel görüşmeyle görüşelim diye daveti yapan sensin; çözüm üretelim, burada çözümler konuşulsun diyenler sensin, sonra Parlamentoya gelmeyip kaçan da sensin. Parlamentodan kaçan bir Başbakan olabilir mi? Parlamentoya hesap vermekten korkan bir Başbakan olabilir mi? Yeri geliyor oturuyor, milletin karşısına çıkıyor, “Efendim, bunların çözümleri yok. Bunlar sadece laf üretiyorlar.” diyor. Gelip dinleseydin orada, çözümlerimizin hepsi sayıldı orada ama senin dinlemeye niyetin yok, bu sorunu çözmeye niyetin yok. Terör gibi can alıcı bir konuda hükümet programında bir cümle olmazsa, Allah rızası için bir cümle, sen kimle uğraşacaksın, terörü nasıl sonlandıracaksın? Senin inandırıcılığına kim, nasıl güvenecek? Bunların hiçbirisi ortada yok değerli arkadaşlarım. Sıfır terörle devralacaksın ülkeyi, on yılda kan gölüne çevireceksin bu ülkeyi, ondan sonra seçimler sırasında kendi özel temsilcini göndereceksin, saygılarını sunacaksın “terör yapmasınlar, biz seçime gidiyoruz” diyeceksin, arkasından da milletin gazını alayım diye Mecliste genel görüşme açacaksın ve genel görüşmeye de katılmayacaksın, sonra da milletin önüne çıkacaksın “Terör olayını biz çözeceğiz” diyeceksin. Terör olayını bu hükümetin çözme şansı yoktur, iradesi de yoktur çünkü gücü yoktur. İradenin olması için çözecek gücünün olması lazım, çözecek yolunun, yönteminin olması lazım. Yolu, yöntemi olmayan bir siyasi iradenin bu sorunu çözmeye gücü de olmaz. Burada yine söyleyeyim. Çözüm üretmeyen, Parlamentodan kaçan bir siyasal iktidar, bütün şehitlerin tek sorumlusudur, bundan kaçamaz. Varsa terör, terör sonucu hayıtını kaybedenler varsa, bunların tek bir sorumlusu vardır, o da AKP Hükümetidir. Başka hiç kimse başka bir yerde sorunlu falan aramasın.

AKP’nin çözümü ne, onu da bir düşündüm, ya, AKP nasıl bir çözüm üretiyor, çözümü nedir diye. Bugüne kadar yapılan konuşmaları alt alta topladım ve bir çözüm tablosu çıkardım AKP’yle ilgili. Diyor ki “Amerika anlık istihbarat versin.” Kim verecek? Amerika anlık istihbarat verecek, birinci çözümü bu. İkinci çözüm, Barzani, bölgesini terör örgütünden arındırsın. Üçüncü çözüm, bölge ülkeleri terör örgütüne verdikleri destekleri kessinler. Dördüncü çözüm, Türkiye’de muhalefet hiç konuşmasın, terör olayıyla ilgili yorum yapmasın. Beşinci çözüm, medya bu olayı hiç görmezden gelsin. Dikkat edin, bütün sorumluluklar hep başkalarına ait. Amerika anlık istihbarat vermezse sorunlu Amerika kardeşim, verseydin ben bunu çözecektim! Barzani çatışmaya girmedi, girseydin kardeşim PKK’yla çatışmaya, girmediği için sorumlu Barzani.! Hiçbir zaman sorumlu AKP Hükümeti değil. Allah aşkına, istihbaratını, gücünü başka ülkelerin beklentilerine ayarlayan, tahsis eden bir iktidar devasa böyle bir sorunu çözebilir mi? Çözemez. Sorumluluğu hep başka yerlerde arayıp kendisi hep üste kalan bir siyasi anlayış. Bu anlayışı özellikle bütün milletvekili arkadaşlarından rica ediyorum. Gittiğiniz Türkiye’nin bütün coğrafyalarında anlatın. Böyle rezalet, böyle kepazelik olmaz. Sıfır terörle devralacaksın, terör batağına Türkiye’yi sokacaksın, sonra çıkacaksın başkalarını suçlayacaksın. Hatırlar mısınız, 24 şehidimizin olduğu gün, daha sabahleyin Başbakan ne diyecek diye televizyonlara açtık, ilk yaptığı iş muhalefeti suçlamak oldu. Daha dur ya, bismillah de önce, daha ilk yaptığı için muhalefeti suçlamak. Böyle bir anlayışta olan siyasal bir iktidar, bu kadar derin bir sorunu çözebilir mi? Çözemez. Çözemediği için de Türkiye bu noktaya geldi. Buradan söylüyorum. Bu iktidar değil on yıl, elli yılda iktidarda kalsa bu sorunu çözemez çünkü çözme iradesi yok, çözme gücü yok, çözme becerisi yok. Bu iktidar artık güvenirliliğini tümüyle yitirmiştir değerli arkadaşlarım.

Değerli arkadaşlarım, terör zor bir konu. İktidar çözemiyor. Bizim çözümlerimiz var, her yerde de söylüyoruz. Nasıl çözüleceğini de söylüyoruz. AKP gizliyor. Buradan bütün vatandaşlarıma yine şunu açıkça söylüyorum: AKP bizim çözümlerimizi beğenmeyebilir, bizim çözümlerimizi yetersiz görebilir, bu çözümler sorunu çözmez diyebilir, o zaman kendisine bir çağrıda bulunuyoruz. Senin çözümlerin ne arkadaş, getir, biz destek vereceğiz sana, getir şu çözümlerini. Eminim getiremeyecek. Hadi, diyelim ki terör olgusu ciddi, çok boyutlu bir olay, yurt içi, yurt dışı bağlantıları var, pek çok sorun var, depreme ne demeli? Depremin dışarıyla bir ilgisi yok, terörle de bir ilgisi yok, depremin geleceğini, olacağını herkes söylüyor başta İstanbul olmak üzere. Başbakanı söylüyor, Cumhurbaşkanı söylüyor, efendim, üniversiteleri söylüyor, bilim insanları söylüyor; Türkiye bir deprem bölgesidir, fay hattını çiziyorlar, “deprem olacak, önleminizi alın” diyorlar. Van ve Erciş depreminin olduğu günün ertesi günü hemen bölgeye gittik. Propaganda yapmadık, sorunları dinledik. O sorunları yurttaş adına dile getirdik. Dedik ki, yurttaşların böyle böyle talepleri var, özellikle de çadır talepleri var dedik. Bu talepleri yurttaşlar bana aktarırken hükümetin İçişleri Bakanı da oradaydı, o da dinliyordu bu sorunları. Sadece orada değil, biz vilayete gittiğimizde, Erciş Kaymakamlığına gittiğimizde 2 sayın vali vardı, 1 bakan vardı, orada da çadır sorunu gündeme getirildi ve yetersizlik orada da vurgulandı. Biz hiçbir zaman yine bunu bir siyasi malzeme konusu yapmadık. Sadece hükümetin bu sorunları bir an önce aşması için çağrıda bulunduk. Bunun nedeni şu idi değerli arkadaşlarım: Yaralar sıcaktı, elbette ki deprem kolay atlatılacak bir olay da değil. Öğretmenlerimiz, insanlarımız enkazın altındaydı, herkes onların bir an önce çıkarılmasını istiyor, bekliyordu, böyle sıcak bir olayda bir günde politika yapmanın doğru olmadığını ben de biliyordum, nitekim hiç politika yapmadık. Ama değerli arkadaşlarım, biz daha oradayken, hükümetin bir bakanı Sayın Beşir Atalay bir açıklama yaptı, 24 Ekim 2011. Şöyle diyor: “Ulaşılmadık hiçbir yer kalmadı. 7 bin çadır kuruldu. Bugün itibarıyla hiç eksik kalmamıştır.” 24 Ekimde söylüyor bunu. Ben oradayım, vatandaşlar çadır istiyorlar, bakanlar orada, beyefendi Ankara’da oturuyor, kim bilir birilerine haber vermek için herhâlde Ankara’dan ayrılmak istemiyor, “hiç eksiğimiz kalmamıştır” diyor. Peki, eksik kalmadı. İki gün sonra, ayın 26’sında Başbakan konuşuyor, Recep Tayyip Erdoğan “İlk yirmi dört saatte birtakım eksiklikler oldu. Bunu kabul ediyoruz, burada eksikliklerimiz oldu.” Kim doğruyu söylüyor? İkisi de aynı hükümet, birisi Başbakan, öbürü de bakan; biri diyor “Eksiğimiz yok”, öbürü diyor “Eksiğimiz var.” Kime inanacağız şimdi? Aynı hükümet. Kazaen CHP’den böyle farklı iki ses çıksaydı, şimdi AKP medyası başlık üstüne üstüne başlık atmıştı “Bunlar nasıl konuşuyor? Bunlar ne söylüyor? Kim doğrusu söylüyor?” Biz söylüyoruz, buyurun, kim doğrusu söylüyor bunlardan. Ankara’da oturup ahkam kesiliyorlar.

Değerli arkadaşlarım, daha vahim bir şey var. Vali de eleştiriliyor bazı kuruluşlar tarafından, Sayın Başbakanın açıklaması. “Vali mi veriyor bu binaların ruhsatını? Kim bilir hangi belediyeler verdi.” Allah, Allah, uzayda yaşıyor herhâlde “Kim bilir hangi belediyeler verdi.” Bu belediyelerin seçimle işbaşına geldiğini Başbakan biliyor herhâlde, hangi partiden seçildiğini biliyor herhâlde, “Kim bilir hangi belediyeler verdi?” Ben söyleyeyim, hafızasını yenilesin. Londra Belediye Başkanı Erciş’teki binaların ruhsatını verdi arkadaşlar. Siz nasıl bilmezsiniz? Senin belediye başkanın verdi bu binaların ruhsatlarını ve burada izin verirseniz bir konuya daha değineceğim. Yine bir sabah açtık gazeteleri. Bir müteahhit var, bulmuşlar, Yalova’nın bir müteahhidi vardı yine, manşetlerde bu müteahhit, herkes bu müteahhide saldırıyor çünkü en korumasız adam müteahhit. İtiraz etmeyecek müteahhit, sesini çıkaramayacak müteahhit. Ya, buna ruhsatı veren kim? Denetleyen kim? Binayı yapan kim? Önce bir bunlara bak. Bunlar sorgulanmaz. Neden? Hükümet alınır. Televizyonda programlar var. “Efendim, devlet organize olamadı…” Hükümet diyemiyorlar korkudan, çünkü hükümet deseler yarın Başbakan yarın yine çağıracak, patronla beraber genel yayın yönetmenlerini “Ben ne söylüyorum siz ne yapıyorsunuz” diyecek. Ondan sonra da biz özgür medyadan söz edeceğiz. O belediye başkanı kim? Buradan söyledim, şimdi milletvekili. Hangi partiden?

Bakın değerli arkadaşlarım, şu Erciş Cumhuriyet Başsavcılığına verilen bir dilekçe. Altında 14 tane inşaat firması müteahhidin imzası var, belediye başkanını suçluyorlar depremden önce, tarihini de vereyim, 8 Mart 2011, Erciş Belediye Başkanını suçluyorlar. Ne diyorlar? “Yapılan imar tadilatlarının ve kat artırımlarının hiçbir standardının olmadığı, tamamen kişiye ve duruma göre plan değişikliklerinin yapıldığı.” Başka? “Son üç yıl içinde belediyece imarla ilgili yapılan tüm işlemlerin incelenmesi gerektiği, alınan encümen kararlarında atılan imzaların encümenlerin kendi imzalarıyla karşılaştırılması, imar planında tarım alanı olarak tahsis edilen alanlarda imar tadilatı ve ifraz izninin sadece belediye başkanının kardeşiyle gayri resmi ortak olan kişilere verilme sebebinin ve hangi kanunlara dayanarak yapıldığını, her belediyede meclis kararlarının halka açık olduğunu bildiğimiz hâlde, ilçemizde meclis kararlarından kimsenin haberdar edilmeme sebebinin ne olduğunu” soruyor, Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunuyorlar. Savcılık herhâlde gereğini yapmıştır. Ne yapmıştır? Belediye Başkanı hakkında soruşturma açmak için İçişleri Bakanının izin vermesi lazım. Buradan soruyorum, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a soruyorum: Savcının yaptığı bu başvuru üzerine sen soruşturma izni verdin mi vermedin mi? Verdiysen çık söyle, vermediysen çık milletin önüne niye vermediğini söyle. Diyordu ya “Kim bilir hangi belediye başkanı bu ruhsat iznini verdi.” Kim bilir değil, sen biliyorsun, biliyorsun da milleti kandırmak istiyorsun. O belediye başkanı şimdi senin koltuğunun altında milletvekilliği yapıyor. Bu soruşturma şimdi gazetelerde, “savcı soruşturmaya” başladı. Bir baksınlar arkadaşlarımız, bu soruşturmaya önce İçişleri Bakanı izin verdi mi vermedi mi? CHP’li belediye olsaydı, sadece Başbakan değil, Başbakan, bütün AKP’liler koro hâlinde söyleneceklerdi. AKP’li olunca ses yok, “efendim, hangi belediye bu ruhsatı verdi? Kim bilir hangi belediye bu ruhsatı verdi” diyorlar.

Değerli arkadaşlarım, olay bununla kalsa yine iyi. Deprem vergileri vardı hatırlarsınız. Kesin hâle getirdiler, bütçeye gelir kaydettiler. Tabii vatandaşlar haklı olarak soruyor. “Bu deprem vergileri nereye gitti?” diye. TRT’den de bir bilim insanı söylüyor “Deprem vergileri toplanmıştı. İstanbul bir deprem felaketiyle karşı karşıya olduğunda önlem alınsın şimdiden. Deprem vergilerinin temel amacı bu idi.” İlk yaptıkları iş o bilim insanının derhal konuşmasını televizyondan kesmek. Devletin televizyonu ya, devletin değil, AKP’nin televizyonu, AKP’nin televizyonu olduğu için eleştiriye tahammül edemiyor. Tam bir perişanlık; bir bakan başka söylüyor, öbür bakan başka söylüyor ve Maliye Bakanı da farklı bir şey söylüyor, 28 Ekim 2011. Diyor ki “ 48 milyar TL deprem vergisi topladık, bununla güzel şeyler yaptık, demiryolları, hava yolları, duble yollara gitti bunlar” diyor. Şunu söyleyeyim: Bu bakanın bütçenin ne olduğundan haberi yok. Bunu çok samimi söylüyorum. Bütçelerde birlik ilkesi vardır. Daha okullarda bize öğretirler. Bu bakanın bütçenin birlik ilkesinden haberi yok ama Maliye Bakanı, ithal Maliye Bakanı olduğu için, ama İngiltere’de de var bu arkadaşlar, bütçede birlik prensibi bütün dünyada var ama haberi yok.

Değerli arkadaşlarım, deprem vergilerinin nerelere harcandığının bu ülkenin her bağımsız düşünen yurttaşının sorması gereken ilk sorudur. Yurttaşlarımın hiçbirisi unutmasın. Yeni doğan çocuktan en yaşlımıza kadar herkes bu ülkede vergi verir. Çocuk doğduğu andan itibaren ona mama verirsiniz vergi verirsiniz, altına bez alırsınız vergi verirsiniz; onu suyla yıkarsınız vergi verirsiniz, her yurttaşın bunu sorma hakkı var. Cevap veriliyor mu? Verilmiyor. Eğer sizin vergilerinizin hesabı size verilmiyorsa o ülkedeki hükümet hortumcu hükümettir, çok açık, hortumcu hükümettir.

Tabii insanlar can derdinde, bir de İçişleri Bakanı var, Allah akıl fikir versin. O da çadırlarla ilgili sözde espri yapmış. Millet perişan vaziyette, “efendim, işte bizde buraya bir çadır açalım, sarayda yaşıyorsunuz…” falan filan. İnsanların acılarıyla bu kadar acımasızca alay etmenin takdirini de artık bu ülkeye, bu millete bırakıyorum onlar değerini versinler. Allah akıl fikir versin diyorum, başka bir şey demek istemiyorum.

Değerli arkadaşlar, bununla kalmıyor bizim deprem maceramız. Deprem olur olmaz yurt dışından pek çok ülke Türkiye’ye yardım etmek istedi. Doğaldır da zaten, biz de başka bir yerde felaket olduğu zaman bizler de yardıma koşarız. Kurtarma ekiplerini göndeririz, onların ihtiyaçlarına göre biz de karınca kararınca bir şeyler göndeririz. 24 Ekim 2011 Hüseyin Çelik basın toplantısı yapıyor. Van kahramanı Hüseyin Çelik ama Van kahramanı Van’a gidemeyen Hüseyin Çelik, Van’da seçime girmekten korkan Hüseyin Çelik bir açıklama yapıyor. Soruyor gazeteci. “Dışarıdan yardımları niye kabul etmediniz?” diyor.

Verdiği yanıt: “Hayır, biz kabul etmedik. Zira biz kendi imkânlarımızla bu felaketin üstesinden gelebiliriz. Allah’ın izniyle öyle bir şeye ihtiyaç duymayacağız.” Sevgili Hüseyin Çelik, sen bunu söyledin, senin söylediğinden daha beterini kabinenin köstebeği söyledi. Ona sordular “Niye bu yardımları almıyorsunuz?” Kış, millet çadır istiyor, ısınmak istiyor. “Tabii, öncelikle kendi potansiyelimizi görmek amacıyla arama kurtarma yardım ekipleri bekletildi.” İnsan hayatıyla kumar oynamak hangi akıl, hangi mantık, hangi inanç, böyle bir şey kabul edilebilir mi? İnsanlar enkaz altında ölüyor “Ben kendi potansiyelimi test etmek için bekliyorum, orada ölecek mi ölmeyecek mi?” Çıkaramıyorsun, adam gelip yardım edecek “Hayır efendim, daha bizim testimiz bitmedi.” Kaç oldu ölü sayısı? 600’ü aştı. Depremde ölenlerin vebali işte bu adamların omuzlarındadır.

Bir iktidar düşünün, Erciş gibi bir yerde yaşanan deprem felaketinin altında kalıyor, üstelik yüzde 49,1 oy almış bir iktidar, üstelik depremin olacağını bilen bir iktidar. Bunun için deprem vergilerini gönül hoşluğuyla ödeyen bir milletimiz var, “önlem al arkadaş” diyor ama önlem almıyorsunuz. Kimden hesap soracağız? Bir müteahhit bulduk, bütün onun sırtına yıkacağız. Buna izin verecek miyiz? Hayır, izin vermeyeceğiz. Bunun hesabını bu hükümetten soracağız. O ihaleler kime verildi, o imar planları nasıl değiştirildi herhâlde bunun hesabını sormamız lazım. Bunu Ercişli adına soracağız, Vanlı adına soracağız bunu, tasada ve kıvançta beraber olan 74 milyon Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları adına soracağız bunu.

Değerli arkadaşlar, size bir pasaj okuyacağım, lütfen dikkatle dinleyin. “Bizi asıl yıkan, bize asıl zarar veren depremin kendisinden çok depreme karşı gerekli hassasiyetin gösterilmemiş olmasıdır. Felaketlere karşı gerekli hassasiyetin gösterilmemiş olmasıdır. Van depreminde bunu bir kez daha tecrübe ettik. Yapılan onca uyarıya, yaşanan onca acı tecrübeye, ödenen onca ağır bedele rağmen tedbirin elden bırakıldığına, çürük binaların inşa edildiğine, nerede yapılacak, nerede yapılmayacak buna dikkat edilmeden binaların inşa edildiğine, çürük binalarda yaşandığına şahit olduk, hâlâ da oluyoruz. Yıkılan binalar, enkazlar her şeyi ayan beyan ortaya koyuyor. Beton bina adı altında âdeta kumdan kaleler, kumdan binalar, kumdan meskenler inşa ediliyor.” Kim söylüyor bunu? Ben değilim, muhalefet değil, bunu söyleyen dokuz yıldır Başbakanlık yapan Recep Tayyip Erdoğan, dokuz yıldır. “Kumdan kaleler inşa ediliyor, evler yapılıyor…” sen neredesin? Sen Başbakan değil misin? Millete yükü yükledin, vergisini ödüyor, deprem vergisini ödüyor ne yaptın sen? Efendim neymiş? “Hâlâ bunlara biz bakıyoruz, tedbir almıyoruz.” Sen Başbakanlığın ne olduğunu bile bilmiyorsun. Samimi söylüyorum. Ülke yönetiminin ne olduğunu bilmiyorlar. Sadece ceplerini düşünenler ülkenin nereye gittiği konusunda hiçbir zaman güven vermezler. Bu aynı zamanda 2002-2011 arasında çaresizliğin itirafıdır. Ben çaresizim diyor. İnsanlar kumdan bina yapıyorlar, ben çaresizim. İnsanlar imar aykırı yapı yapıyorlar, ben çaresizim. Sen çaresizsen Başbakanlık koltuğunu niye işgal ediyorsun? Bunu söyleyince de “Vay efendim, bizi istifaya davet ediyor.” E, davet etmeyeyim de sana gül mü vereyim ben? O kadar insan öldü orada. Bunun sorumlusu kim? Şikâyet ediyorsun, Başbakanlık şikâyet mercii midir? Şikâyet edeceksen sen orada niye oturuyorsun? Millet sana yüzde 49 oyu bu sorunları çöz diye verdi, otur şikâyet et diye vermedi. Aradan geçmiş on yıl, beyefendi hâlâ şikâyet ediyor. Tabii bu şikâyetlerin hepsi de samimi değil, onu da söyleyeyim. Samimi olsa önce o belediye başkanını tutar kardeşim bu partiden ayrıl der. Göreceksiniz onu da koruyacak, ona da el bebek gül bebek muamelesi yapacak.

Değerli arkadaşlar, Recep Tayyip Erdoğan bugün Fransa’ya gidiyor, Cannes kentinde G-20 toplantısına katılacak. Toplantılardan birisinin konusu da yolsuzluk, yolsuzluklar konusunda nasıl önlem alındığını anlatacak. Biliyorum gülüyorsunuz ama şimdi ben bir şey söylesem diyecek ki yine Kılıçdaroğlu bunu söyledi, ben söylemeyeceğim. Avrupa Birliği İlerleme Raporu 2011, o raporu okuyacağım: “Yolsuzlukla mücadele kapsamında yeterli personeli olmayan kurumların güçlendirilmesi veya bağımsızlıklarının artırılması konusunda bir gelişme kaydedilmemiştir.” On yıldır hikâye, hiçbir gelişme yoktur diyor. “Yolsuzlukla ilgili davalarda milletvekillerinin veya üst düzey kamu görevlilerinin dokunulmazlıkları hâlâ kısıtlanmamıştır ve dokunulmazlıkların kaldırılmasına neden olacak durumlara yönelik objektif kriterler oluşturulmamıştır. Suç isnadı ve siyasi parti finansmanının şeffaflığı alanındaki iki önemli Crekonun tavsiyesi uygulamayı beklemektedir.” Ve son cümle: “Yolsuzluk davalarıyla ilgili soruşturma, iddianame veya mahkumiyet kararlarına ilişkin bir izleme mekanizması oluşturulmasına yönelik adım atılmamıştır.” Ben merak ediyorum. Recep Tayyip Erdoğan G-20 toplantısında yolsuzluklar konusunda ne konuşacak? Diğer 19 üye versin, bizim bu AB ilerleme raporundan haberi yok, haberi olsa herhâlde sorarlar, ya, bu sizde niye böyle arkadaş diye. Deniz Feneri konusunda özel koruma, rüşvet defterini gönderiyorum kendisine…Bugün demiş ki “Efendim, o rüşvet defteri diyor bana, defter diye gönderdi. Onlar kâğıt.” Defterin kâğıttan yapıldığını da bilmiyor ne diyeyim başka. Defterin fotokopisini gönderiyorum ben sana, defter göndermiyorum ki, orijinali zaten duruyor ilgili dosyada. Sen gereğini yaptın mı diyorum. Bir mülkiye müfettişi görevlendirdin mi diyorum. Tık yok, sahip çıkma var çünkü yolsuzlukları koruyarak iktidarda kalacağını düşünüyor. Ama bu milletime ben özellikle ifade ediyorum, söylüyorum. Kul hakkı yemek en büyük günahtır, bunlar da kul hakkı yiyorlar. Ben yolsuzluklar konusunda dünya kadar soru sordum, hiçbirisine cevap alamadım, hiçbirisine ama. O kadar ki Deniz Feneri’nde arama yapılacağını önceden bildirdiklerini de söyledim. İnsanda vicdan varsa, hadi hepsini bırakıyorum bir tarafa, şu soruyu sorar kendisine ya: Arkadaş, önceden haberi kim verdi? Bu soruyu dahi sormuyor kendisine. Böyle bir anlayış olabilir mi?

Şimdi izninizle bir soru daha sorayım. Kurban Bayramına birkaç gün kaldı. Sayın Başbakan, bizim milletimiz, vatandaşlarımız gönül huzuru içinde kurbanlıklarını Deniz Feneri’ne bağışlasınlar mı bağışlamasınlar mı? Çık cevabını ver bakalım.

Değerli arkadaşlar, ekonomi de çok iyi durumda değil. Bugün gazetelerde de var. Pek çok sorun var. Gazetelerin orta sayfalarını açtığınız zaman ekonomi güllük gülistanlık diye görünür. Türkiye böyle büyüdü, böyle kalkındı, işsizlik şu kadar azaldı. Ne hikmetse hiç çift rakam olmaktan aşağı inmiyor işsizlik ama AKP’nin başarıları gazetelerin ekonomi sayfalarında yer alır. Durum, gerçekte içler acısı arkadaşlar. Zamları hepimiz gördük. Zamlara verdiği yanıt da çok ilginç Başbakanın. Şunu söylüyor: “Efendim, bu zamları yapmayalım da Yunanistan’a mı dönelim?” Demek ki sen bu ülkeyi dokuz yılda Yunanistan hâline getirdin, kurtarmak için de zam yapıyorsun. İtiraf, itiraf arkadaşlar. Bakın bunlar bir enflasyon hedefi koymuşlardı. Bir yıl önceki hedefi söylüyorum, 5,5, bir yıl önceki koydukları hedef 5,5. 13 Ekim’de orta vadeli plan açıklandı, enflasyon hedefi 7,8; 5,5’tan 7,8’e çıkardılar. 13 Ekim, geldik 26 Ekim’e, öyle bir yıl falan da değil, 13 gün sonra, hedef 8,3. Bir de diyorlar ki “Bunlar vizyon sahibi.” Önünü göremeyen bir iktidar var. 13 günde enflasyon hedefi nasıl değişir? 13 gün, bırakın bir yılı 13 günde hedef değiştiriyorlar ve diyorlar ki “Biz başarılıyız.” Ekonomide üç temel kırılganlık noktası var. Birincisi, cari açık. 2002’de 7,5 milyar dolardı, IMF’nin tahminine göre 2011’de 82 milyar dolar olacak. İkinci nokta enflasyon tehlikesi. Az önce söyledim, 13 günde enflasyonu yükselttiler. Çekirdek enflasyon ilk kez yukarıya doğru tırmanmaya başladı. Üçüncüsü, ekonominin döviz bazlı yükümlülükleri. Son bir yılda döviz bazlı olarak ödenecek, vadesi dolacak olan borcun miktarı 132 milyar dolar. Bunun için sıcak paraya tek umutlarını bağladılar, faizler yeniden yükseldi. Ekonomi iyi yolda değil, deprem iyi yolda değil, terör iyi yolda değil, AKP iyi yolda değil, batmaya doğru gidiyorlar.

Değerli arkadaşlarım, hukukun üstünlüğü hepimize lazım kim olursa olsun. Bizim gibi düşünen veya düşünmeyen, suçlu olan veya olmayan, mahkum olan veya olmayan, demokrasiyse hukukun üstünlüğünü herkes için sağlamak zorundayız ve savunmak zorundayız. Nasıl hukukunu üstünlüğünün bir gereği olarak potansiyel bir suçluyu savunmak için gel bunu savun diye devlet avukat tutuyorsa ve parasını bu yurttaşların vergileriyle ödüyorsa, hukukun üstünlüğüne inandığımız içindir. Biz defalarca söyledik. Silivri’deki davaları canlı televizyondan yayınlayın. TRT 3’ü bırakın, bizi zaten yasakladınız, verin, Silivri’deki davları millet görsün bakalım kim doğruyu söylüyor, kim yalan söylüyor hep beraber insanlar merak edip izlesin. Yapmıyorlar ve orada büyük dramlar yaşanıyor arkadaşlar. Deniz Feneri davasında insanlar serbest bırakıldı. Gerekçe şu: Deliller toplandı. Deliller toplandıysa hiç kimsenin tutuklu olmasını biz de istemeyiz ama benim aklımın almadığı bir şey var. İddianame ortaya çıkmadan bu sayın yargıçlar delillerin toplandığını nereden öğrendiler? İddianame yok ortada ama karar veriyorlar “Deliller toplandı” diye. Savcı diyor ki “Yapmayın, bırakmayın” diyor ama yargıçlar karar veriyorlar. O yargıçların vicdani karar verdikleri kanasında değilim, siyasi karar veriyorlar o yargıçlar. Bunu da herkesin bilmesini istiyorum. Deniz Fenerinde daha iddianame yok, deliller toplandı diyorsun ve tahliye ediyorsun. Güzel. Peki, öbür davada? İddianame verilmiş, mahkeme iddianameyi kabul etmiş niye serbest bırakmıyorsun? Gerekçe? Daha deliller toplanmadı. İnsaf ya… Şimdi, Ankara mı doğruyu söylüyor, Silivri mi doğruyu söylüyor? İkisi de doğruyu söylemiyor. İkisi de siyasi otoritenin kararlarının yargı aracılığıyla tecelli etmesini sağlıyorlar. Bu gerçeği bütün yurttaşlarımın bilmesini isterim. Silivri’de hukuksuzluk var, savunma avukatlarına diyorlar ki “sadece 15 dakika savunacaksın.” 16? “Olmaz efendim” Benim hangi savunma hakkım kutsaldı? Hani savunma hakkı kutsaldı? Niye yasaklıyorsun? Olmaz efendim. Neymiş? Adil yargılamaymış. Buna kim inanır. Erzurum’da da bugün Sayın Turgut Kazan terörist muamelesiyle yargılanacak. Neymiş? Mahkemeyi eleştirmiş, yani mahkemeyi eleştirmek de terör örgütü üyesi olmanın bir başka versiyonu olarak karşımıza çıkıyor.

Değerli arkadaşlar, bir Silivri öyküsü anlatarak izin verirseniz bugün sözlerime son vermek istiyorum. 28 Ağustos 2009, sabaha karşı bir eve baskın yapılıyor, bir gazetecinin evine. Alınıyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Tutuklu, gazetede şöyle yazıyor kendisi: “Evinde yapılan aramada hiçbir şey bulunamadı. Nitekim 28 Ağustos 2009 tarihinde sabaha karış evime yapılan baskınla gözaltına alındığım sırada evde yapılan aramada da gazetecilik çalışmamın dışında herhangi bir bulguya rastlanmadı. Benimle ilgili başkaları tarafından verilen herhangi bir ifade, teşhis ve bu gibi bir durumda söz konusu değildi” diyor. Gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, bir yıl sonra yargıcın karşısına çıkıyor. Diyor ki “Gerek tutuklanmamdan tam bir yıl sonra çıkarıldığım ilk duruşma olsun gerekse bundan altı ay sonra görülen ikinci duruşmada olsun bu her iki duruşmada da kendi durumumu açıklayıp gazeteci ve çevirmen olmamın dışında herhangi bir çalışmamın söz konusu olmadığına dair somut deliller sunmuş ve tanıklar dinletmiştim. Bana dosyanın o kısmına ilişkin herhangi bir soru da sorulmadı. Eğer örgüt üyesiysem bu örgüt adına ne yaptığıma, neresinde yer aldığıma, bu iddianın hangi somut delillere dayandığına ve bu gibi durumlara açıklama getirilmesini talep ettim. Bu talebim üzerine bana sadece gazete bağlantılı üç soru yöneltildi ki bunların gazete çalışması kapsamında olduğu da zaten açıkça görülüyordu. Ve ben böylelikle 14 Haziran 2011’de bu duruşmada tahliye edildim.” Ve şunu söylüyor tutuklu gazetede yazdığı yazıda: “Yaklaşık iki yıl süren tutukluluğumun 52 yaşında ve çok sayıda kronik sağlık sorunu olan biri olarak sağlığım üzerinde büyük ve yeni hasarlar yarattığını burada da ekledim” yani yargıda da ekledim diyor. “Zaten sağlık sorunu bugün hapishanelerdeki başlıca sorunlardan biri hâline gelmiş bulunuyor. Hapishanelerde sayıları yüzlerle ifade edilen çok sayıda ağır hastanın bulunduğunu, bunların içinde onlarcasının da ölümcül hasta olduğunu” söylüyor. Hapishanede yatıyor, evine baskın düzenleniyor. Ben hangi örgütün üyesiyim, nereye kayıtlıyım, beni neyle suçluyorsunuz, bana söyleyin diyor, iki yıl sonra tahliye oluyor ve bu gazeteci arkadaşımız, çevirmen arkadaşımız Tuzla Aydınlı mezarlığına sessiz sedasız ölümünden sonra defnediliyor. İşte Türkiye’nin tablosu bu arkadaşlar. Yazıktır, günahtır. İki yıl içeri alıyorsunuz, sağlık sorunları nedeniyle bırakmıyorsunuz, ben neden suçlanıyorum diye soruyor, bir yıl sonra mahkemenin önüne çıkarıyorsunuz ve bu bir gazeteci ve çevirmen, Suzan Zengin. O ağır hasarların, tahribatların getirdiği sonuçlar nedeniyle yaşamını yitiriyor ve toprağa veriliyor. Bunlar AKP’nin kurbanları. Böyle adalet olmaz, böyle yargılama olmaz. Biz kimse yargılanmasın demiyoruz, kimse adaletten kaçsın demiyoruz; adil yargılama istiyoruz, hukukun üstünlüğünü istiyoruz. Gücün hukukunu değil, güçlünün hukukunu değil, hukukun üstünlüğünü istiyoruz biz. Bu olursa bu ülkeye huzur gelir; olmazsa huzur gelmez arkadaşlar.

Değerli arkadaşlar, önümüzde Kurban Bayramı var. Bütün yurttaşlarımın, sizlerin Kurban Bayramı’nı kutluyorum. Bayramın birinci günü deprem bölgesinde olacağım, oradaki yurttaşlarımızla beraber olacağız. Onlarla beraber olmak bizim görevimiz, politikacı olarak da bizim görevimiz. Hep söylüyorlardı, siz çözüm üretmiyorsunuz diye. Deprem konusunda da şu kitap var arkadaşlar. 2008’de “Depremde Sorunlar ve Sorunlar” diye kitap basmışız. Bunu da Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a göndereceğim. Bakalım bunlara da kâğıt mıdır diyecek mi? Çözümse bir şeyi unutmayın. Türkiye’nin her sorununa çözüm üreten tek parti var, o partinin adı Cumhuriyet Halk Partisidir.

Hepinize saygılar sunuyorum.