01.02.2011

01 Şubat 2011 tarihli TBMM Grup Konuşması

Genel Başkan Kılıçdaroğlu TBMM’de haftalık olağan Grup Toplantısında gündemdeki gelişmeleri değerlendirerek, önemli açıklamalar yaptı.

Grup Toplantısı, Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun ünlü türkücü Sabahat Akkiraz’a parti rozeti takmasıyla başladı. Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun konuşması şöyle:

Sayın Başkan, Değerli milletvekilleri, televizyonları başında bizi izleyen değerli yurttaşlarım; Sabahat Akkiraz’ı hepimiz biliyoruz. Aslında O’nu sadece Türkiye değil, dünya tanıyor. O bir sanatçı. Sanatçı duyarlılığını her yerde, her zaman, her ortamda dile getirdi. O şimdi halkın partisinde, türkülerini halk için söyleyecek. Hüznü de, sevinci de O’nun türkülerinde öğrendik. Kendisi aramıza katıldı. Kendisine hoş geldiniz diyorum. Eviniz burası, her zaman, her ortamda sizin desteğinize, bütün sanatçıların desteğine ihtiyacımız var. Tekrar teşekkür ediyorum, hoş geldiniz diyorum.

Abdi İpekçi’nin ölümünün üzerinden otuz yıl geçti. O bir kalem efendisi idi. Bir başyazardı, saygın bir insandı. Medyada görüşüne katılmayan insanların bile saygı duyduğu bir başyazardı. Kalemine dayanamadılar, aydınlığına dayanamadılar ve O’nu öldürdüler. Tetikçileri güçlü idi, arkasındaki güçler de güçlü idi. Tetikçisi yakalandı ama askerî cezaevinden onu kaçırdılar ve yurt dışına götürdüler. Hâlâ arkasındaki güçler aydınlanmadı. O güçleri aydınlatmak, karanlık ilişkileri aydınlatmak hepimizin görevi. Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu konuda çaba harcıyoruz, çaba harcamaya davet ediyoruz. Komisyonlar kuralım diyoruz, faili meçhulleri araştıralım diyoruz. Demokrasiden söz eden, demokrasi söylemini dilinden düşürmeyen Adalet ve Kalkınma Partisi, maalesef her seferinde önümüze set çekiyor. Ama yurttaşlarıma şunu söylüyorum: Halkın iktidarında hiçbir faili meçhul cinayet bırakmayacağız. Hepsinin üzerine kararlılıkla gideceğiz, hepsini aydınlatmaya da kararlıyız AKP ne yaparsa yapsın. Ve yurttaşlarımın şunu çok iyi bilmesini isterim: AKP artık derin devletin bir parçasıdır. Kendi egemenliğini devlette hissettiren bir partidir, o konuma gelmiştir. Her alanı kendi egemenliği altına almak istemektedir. Onun için faili meçhullerin aydınlatılmasını istememektedir, onun için faili meçhul cinayetlerin üzerine kararlılıkla gidememektedir. Onun için Hizbullah sanıklarını yakalayamamaktadır, yakalamamaktadır nedeni budur, artık o derin devletin bir parçasıdır.

Hafta sonu Ordu ve Giresun’a gittik. Karadeniz’in iki şirin kenti, komşu iki kenti. İkisinin ideali var. Belki hiçbir kenti bu kadar ortak idealleri olmaz ama Ordu ve Giresun’un ortak idealleri var. “Niye bizim bir havaalanımız yok” diyorlar, hatta ismini de bulmuşlar Ordu-Giresun’dan ORGİ Havaalanı demişler, bunun olması lazım demişler. Ne kadar güzel, dayanışma da çok güzel. Sadece bu açıdan dayanışmaları değil, ekonomik açıdan da kader birlikleri var çünkü fındık iki kentin de ortak kaderi. Mahsul iyi ise, fiyatlar iyi ise herkes memnun; mahsul kötü ise, fiyatlar kötüyse herkes karamsar, böyle bir yapı var. Gezdik, yurttaşları gezdik, ticaret odasını, sanayi odasını, esnaf odalarını, ziraat odalarını, muhtarları gezdik. Muhtarların onur belgesini aldım, onur rozetini aldım. Onlara buradan yürekten teşekkür ediyorum, bütün muhtar kardeşlerime teşekkür ediyorum. Onların dertlerini biliyorum, onların dertlerini çözeceğim. Biz, AKP’nin yaptığı gibi söz verip sözünde durmayan bir parti olmayacağız. Ne söylediysek ölçüp tartarak, ne söylediysek yerinde ve zamanında söylemeye özen gösteriyoruz. Fandık üreticisinin kara gün dostu olan bir kurum vardı, FİSKOBİRLİK. FİSKOBİRLİK’i de ziyaret ettik nedir durumunuz diye. Hem yöneticilerinden hem çalışanlarından bilgi aldık. Çalışanlarının durumu kötü, aylıklarını alamıyorlar; FİSKOBİRLİK’in durumu kötü makineleri boş bekliyor. Fındık nerede? Toprak Mahsulleri Ofisinin depolarında bekliyor. Üretmek istiyorlar, çalıştırmak istiyorlar ama bir türlü olmuyor. FİSKOBİRLİK’i tekrar çiftçinin kara gün dostu yapmaya kararlıyız. Meydanlarda bunu söylediğim zaman, yurttaşlarla bunu konuştuğum zaman en çok ilgilerini bu çekti, FİSKOBİRLİK’e sahip çıkın, FİSKOBİRLİK’i kurtarın diye. FİSKOBİRLİK’e sahip çıkmak binlerce fındık üreticisine sahip çıkmak demektir ve fındık, bu bölgenin milli ürünüdür, Türkiye’nin milli ürünüdür aslında. Dünya çapında ürettiğimiz ve bizden daha fazla üretimin gerçekleşmediği ülke Türkiye, bir milli ürün. Her noktası yerli ürün; gübresi, ağacı, ilacı, emeği her şeyiyle yerli, üstelik ihraç ediyorsunuz ve dolar kazanıyorsunuz, para kazanıyorsunuz ama bir anlamda gözden çıkarmışsınız fındığı. Fabrikalar kapanmış, entegre tesisleri kapanmış, özelleştirme sonucu kapanan fabrikalar var, her kapanma işsizlik getirmiş ve işsizlik almış başını gitmiş. Özellikle Giresun’da işsizliği daha yoğun hissediyor Giresunlu. Göç vermeye başlamış. Milletvekili sayısı 5’ten 4’e inmiş. Şimdi, buradan bütün Giresunlu kardeşlerime sesleniyorum. Yarın Başbakan sizin ilinize de gelecek, belki bazı arkadaşlar gidip alkışlayacaklar. Onlara sözüm şu: Sizi göç etmek zorunda bırakan, milletvekili sayınızı düşüren, fabrikalarınızı kapatan bir siyasal iktidara destek veriyorsanız destek verin, çünkü onların amacı Giresun’da milletvekili sayısını 1’e indirmek, bu anlaşılıyor. Bu ekonomik politika onu getiriyor. Giresun göç veriyor, Ordu göç veriyor. Eğer Giresun’un, Ordu’nun gerçekten ayağa kalkmasını istiyorsanız artık AKP’nin o bölgeden çekilmesi lazım, AKP’nin güç kaybetmesi lazım, AKP’ye destek verilmemesi lazım, bunun bilinmesini isterim. Özellikle Giresun’da 7 bin kişi işsiz kalmış. Esnaf kan ağlıyor, taksi şoföründen tutun minibüsüne kadar, kamyon şoföründen tutun fındık satan dükkanına kadar hepsi perişan vaziyette. Ordu ve Giresun’un hep karanlık tablosu mu var? Hayır. Başarılı iki belediye başkanı var. Çalışıyorlar, Ordu’da da Giresun’da da başarılılar. Giresunlular bunları kucaklıyorlar. İstihdamı bunlar yaratıyor, güler yüzlülüğü bunlar sağlıyor, varsa bir yerde ufak bir hayat belirtisi bu iki belediyemizin mutlaka katkısı var. Ve DSP’li olan Ordu Belediye Başkanımız Sayın Seyit Torun, ben gittiğimde partimize katıldı. O da Sayın Sabahat Akkiraz gibi halkın partisinden yerini aldı.

Bütün yurtseverleri, bütün demokratları, bütün aydınları, ülkesini sevenleri, geçmişte Demokrat Partiye, Anavatan Partisine, Adalet ve Kalkınma Partisine oy vermiş ama Türkiye’nin bu iktidarla bir çıkış noktası yakalayamadığını gören bütün arkadaşları Cumhuriyet Halk Partisinin çatısı altına bekliyorum. Geliniz güç birliği yapalım, güç birliği yapalım Türkiye’yi dünyada da kendi ülkesinde de, kendi coğrafyasında da saygın bir konuma getirelim. Kalkınan, büyüyen, bilimi, teknolojisi gelişen, işsizliği azalmış, yoksulluğu bitmiş, çocukların güldüğü, eğlendiği, anne ve babanın gelecek kaygısı taşımadığı güzel bir Türkiye’yi beraber kuralım.

Fındıkta bir numarayız ama fiyatını Türkiye belirlemiyor, başka borsalar, yurt dışındaki borsalar belirliyor, Hamburg borsası belirliyor. Giresunlulara da, Ordululara da söz verdim. Halkın iktidarında borsamız burada olacak, fındığın dünyadaki fiyatı da burada belirlenecek. Eğer ben bir numaraysam, ben üretiyorsam niye fiyatı başkaları belirlesin? Benim fındık üreticimin alın terini birileri niye alıp götürsün? Niye birileri çalsın? Bizim imkânımız var, gücümüz var, olmayan bir şey var siyasal irade. O siyasal iradeyi de hep beraber hayata geçirmek durumundayız. Ve bir şeyi daha söylediler bana. 2004 yılında fındıkta bir don hasarı oldu. Tespitler yapıldı, tutanaklar tutuldu, komisyonlar gitti, resmi görevliler gitti ve tespitleri yaptılar. Şu ana kadar zararın yüzde 44’ü ödendi, yüzde 56’sı ödenmedi ve 2009 yılında yasada bir düzenleme yaptılar merkezi yönetim bütçesine koydukları bir hükümle, yüzde 56’lık payı da sildiler, “don hasarını ödemeyeceğiz” dediler. Bütün fındık üreticisi kardeşlerimin bunu bilmesi lazım. Hakkınız olan bir parayı, yasalara göre ödenmesi gereken bir parayı Bütçe Kanununa bir hüküm koyarak sizin elinizden alan siyasal iktidara destek vermeyin. Bunlar bereketsizdir, bereketsizliğini siz de gördünüz.

Bizim güzel ülkemizin üç tarafı denizlerle çevrilidir. Her ilimizin bir limanı var ama limanı olmayan tek il var, o da Ordu. Niye Ordu’nun limanı olmaz? Denizi var. Ordulular şunu duysunlar ve defterlerinin bir yerine yazsınlar. Halkın iktidarında Ordu’ya liman olacak, o limana gelecek ilk geminin adı da Ordu olacak, bunu bilsinler.

Hafta sonu Ordu ve Giresun’da halkla buluştuk, söyleşi yaptık, konuştuk, hatta Ünye’de meydanda halka hitap ederken hemen bitişik binada Adalet ve Kalkınma Partisinin ilçe merkezindeki balkondan yurttaşlar da dinliyorlardı. Meydanda o yurttaşlara selam gönderelim dedim ve selam da gönderdik. Bu kadar iyi niyetle davranıyoruz. Kimseyle kavga etmek istemiyoruz. O yurttaşlarımız Adalet ve Kalkınma Partili olabilirler, onlar bizim yurttaşlarımız. Elbette ki bize oy vermek zorunda da değiller ama bu, bizim kavga etmemizi, birbirimizin gözünü oymamıza neden olmaz ki. Kavga etmeyeceğiz. İyi niyetle, sempatiyle, güler yüzle, demokrasi içinde, barış içinde oy isteyeceğiz, vatandaştan oy alacağız. Biz bu kadar iyi niyetliyiz ama oradayken bir baktım Sayın Başbakan da Burdur ve Denizli’ye gitmiş, esmiş, gürlemiş. Neler varsa ağzından çıkıyor kontrolsüz bir şekilde. Anlamak mümkün değil, gerçekten anlamak mümkün değil. Biz iyi niyetliyiz, o esip gürlüyor. Esip gürlese bir şey olsa, diyeceğiz ki eyvallah. Esiyor yaprakta kıpırdama yok, gürlüyor bir damla bire yere düşmüyor. Ne esip gürlüyorsun kardeşim! Adam gibi otur, konuş; eleştireceksek adam gibi otur, eleştir, ne bağırıp çağırıyorsun. Bağırıp çağırmaktan ne elde ediyorsun sen? Bağırıp çağırıyor da doğruyu söylese eyvallah diyeceğiz. Doğruyu da söylüyor, ne yapalım, hadi, huyu böyle, bağırıp çağırıyor. “Efendim, ben de insanım” diyor. “Ben de öfkeme hakim olamıyorum.” Hakim olamıyorsan siyaseti bırak. Kimse sana zorla siyaset mi yaptırıyor? Siyasetçinin görevi sakin olmaktır. Siyasetçinin görevi eleştiriyi sabırla dinlemektir. Siyasetçinin görevi, söylediği lafın itibarlı olmasını sağlamaktır, itibar edilmesini sağlamaktır. Vay efendim, ne yapmışız? Biz gitmişiz Denizli’ye, bir vatandaş kalkmış 1 trilyonun hesabını sormuş. Ben bu soruya yanıt vermemişim. İnsaf… İnsaf ki ne insaf. Yani meşhur bir laf var ya, “Atma Recep din kardeşiyiz” diye, aynen öyle. Hani, kapalı bir oturumda olsa, vatandaş da soruyu sorsa, ben de cevap vermesem, hadi milleti inandırırsın. Kardeşim, orada, Denizliler var, yerel medya var, ulusal medya var, sanayicisi var, esnafı var, soruyu soran kişi de bir AKP’li vatandaşımız. Müdahale edildi, müdahale etmeyin, soruyu sonuna kadar sorsun dedim. Her sorunun yanıtını biz veririz, verilmeyecek hesabımız yoktur dedim ve vatandaşımız sordu ve ben de sorunun tümünü ama tümünü bütün ayrıntılarıyla yanıtladım. Çıkıyorsun kürsüye, önünde toplanmış millet, onlara doğruyu söylemiyorsun. Bir başbakana yakışır mı? Sana yakışır mı? Oturuyorsun bir de namaz kılıyorsun, camide miting yapıyorsun, kalkıyorsun bir de millete yalan söylüyorsun. Ben o sorunun yanıtını herkesin huzurunda verdim. Ama benim merak ettiğim bir şey var. Adalet ve Kalkınma Partisinin de hesapları Anayasa Mahkemesi tarafından incelendi. Onlarda da fark bulundu, fark değil de bazı giderler kabul edilmedi bizimki gibi. Örneğin 11 milyar 526 milyon lira kabul edilmedi bir yıla ait. Bir başka yıla ait 47 milyar 809 milyon lira kabul edilmedi. Biz hiçbir zaman çıkıp niye bu giderler kabul edilmedi, sen de hortumcusun demedik. Neden? Biz de gider yapmışız, o da gider yapmış ama Anayasa Mahkemesi bazı giderleri kabul etmiyorum diyor. Saygı duyuyoruz. Burada çalınan bir para yok, götürülen bir para yok ama bizlerle onlar arasında bir fark var, onu da milletimin bilmesini isterim. Söylemeyecektim ama madem bu kadar konuşuyor, onu da söyleyeyim. Bizde hiçbir zaman parti yöneticilerinin partilileri kişisel bakım ürünleri partinin hesabından ödenmez. Yok öyle bir şey. Kendi cebinden alırsın bakarsın kendine. Şimdi Başbakana soruyorum: Senin şu parfüm merakın nereden geliyor? Senim şu kişisel bakım ürünlerin nedir bir çık anlat bakalım. Sen bunları niye tutuyorsun da Adalet ve Kalkınma Partisine fatura ediyorsun? Çık millete bir anlat bakayım bunu. Diyorum ya biz konuşmak istemiyoruz ama diyorlar ki, zorla bizim bu kirli yüzümüzü de millete gösterin. Senin yüzünü göstereceğim, senin maskeni indireceğim, bunun sözünü veriyorum ben.

Şimdi bunlar, diğer yıllar incelenirse başımıza neler gelir diye korkmaya başladılar. Torba Kanununa bir hüküm eklediler, bakın, Torba Kanununa bir hüküm eklediler. Okuyorum: Siyasi partiler amaçlarına ulaşmak için gerekli gördükleri siyasi faaliyetleri kapsamında her türlü harcama yapabilirler. Demek ki parfüm kullanırsam, kişisel bakım amacı kullanırsam parti amacına ulaşmış oluyor, Adalet ve Kalkınma Partisi bu. Sonra, bizim bazı belgelerimiz kaybolmuştu. Gitmiştik, onaylı örneğini almıştık getirmiştik, Anayasa Mahkemesi bunları da kabul etmedi. Hayır dedi, ben orijinalini isterim. Şimdi kanuna hüküm getiriyorlar, diyorlar ki “Tasdikli örneği olursa Anayasa Mahkemesi onu da kabul eder.” Demek ki neymiş? Ortada bir hortumlama falan yok arkadaşlar. Ama Başbakan arıyor, tarıyor, araştırıyor ne bulacağım acaba bu CHP’den. Sayın Başbakan sen bir şey bulamazsın, avucunu yalarsın bu konuda, yolsuzluk konusuna gelince avucunu yalarsın.

Bu arada, Sayın Başbakan, benim SSK Genel Müdürlüğü dönemime de değinmiş. Başbakanın önce bilmesini isterim. Ben, hemen hemen her partiye mensup bakanla çalıştım. Genel Müdürlüğüm döneminde çalıştım, Refah Partili bakanla çalıştım, Doğru Yol Partili, Anavatan Partili, SHP’li, DSP’li bakanlarla çalıştım ve ben, bir iki bakan hariç, bütün bakanlarla da kavga ettim çünkü ben yasaları uygulamak durumunda idim. Hiç kimseye ödün vermedim. Sayın Başbakan beni eleştirecekse doğru yerden eleştirmesi lazım, yanlış yerden eleştirmemelidir, doğru yerden eleştirmesi lazım. Sayın Başbakanın benim SSK Genel Müdürlüğümü eleştirecekse, önce sosyal güvenlik ne demek onu bilmek zorunda, aktüeryal ne demek onu bilmek zorunda. Bunlar birer ticari kuruluş değil, bunlarda zarar olmaz, bunlarda finans açığı olur bunu bilmek zorunda. Dengeler nasıl sağlanır onu bilmek zorunda. Başbakan bunları biliyor mu? Samimi söylüyorum, bilmediğine kanaat getirdim, bilmiyor. Peki, bilmek zorunda mı? Hayır. Herkes her şeyi bilmeyebilir, onu da saygıyla karşılıyorum ama Başbakan konuşurken belli bir konuda danışmanları var, danışmanları başbakana doğru bilgi vermek zorundadırlar, doğru bilgiden yola çıkmak zorundadır beni eleştirecekse. Şimdi bakın, diyor ki “SSK hep kâr ediyordu, genel müdürün zamanında zarar etmeye başladı.” Doğrusunu söyleyeyim ben size. Sosyal Sigortalar Kurumunun emeklilik sigortasının ilk finans açığı 1970 yılında çıkmıştır. Raporundan okuyorum, faaliyet raporundan okuyorum. Zararın miktarı şudur, yani finans açığının miktarı şudur. 2 milyar 736 bin 702 lira 01 kuruş, kuruşuna kadar veriyorum. Ne zaman çıkmış finans açığı? 1970 yılında. 1970 yılında Kemal Kılıçdaroğlu nerede? Üniversitede öğrenci. Sen Başbakansın, resmi raporlarını dâhi görmüyorsan, ben sana ne söyleyeceğim? Sen bu ülkeyi nasıl yönettiğinin farkında mısın? Bilgisizle bir adam bir yere kadar gidebilir mi? Geliyorum, hadi diyelim ki benim zamanımda müthiş zararlar oldu, Başbakanın deyimiyle. 2000 yılında, ben 1999’da emekli oldum, sosyal güvenlikteki finans açığını veriyorum. 2 milyar 411 milyon 206 bin lira, yuvarlak olarak 2 milyar lira diyelim. 2009 yılında ne olmuş? Yani AKP sekiz yıldır yönetiyor hükümeti, herhalde zarar azalmıştır diyorsunuz değil mi Başbakana göre? 2 milyarlık finans açığı 28 milyar 706 milyon liraya çıkmış. Şimdi beni eleştiren Başbakana soruyorum. Ben genel müdürüm, beni eleştiriyorsunuz. Aslında eleştirdiği için de memnun oluyorum çünkü benim genel müdürlüğümü hükümetlerin üstündeki bir güç olarak görüyor, benden korkuyor çünkü ama onun korkusunu pekiştireceğim ben, hiç endişe etmesin. Genel müdürüm ben, emeklilik yaşını ben belirlemem, emekli aylığını ben belirlemem, bunlar yasalarla belirlenir. Yasaların belirlediği bir şeye sen kalkıp genel müdürü hangi yüzle, hangi ahlakla, hangi bilgi birikimiyle suçlayacaksın? Şimdi ben soruyorum: Ben mi daha başarılıyım, sen mi daha başarılısın? Finans açığı, 2 milyar mı çok büyük, 28 milyar mı çok büyük? Hadi, çık adam gibi cevabını ver bakayım; çık, şu milletin önüne cevabını ver bakayım. Üstelik, ben bu rakamları da devletin resmi raporlarından alıyorum, kendimiz çıkıp da şu rakam şudur diye söylemiyoruz.

Bir başka nokta: Daha önce benim yolsuzluk dosyalarını ortaya çıkarmamdan sonra AKP’de bir arayış başladı. Acaba, biz bu Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir açığını bulabilir miyiz diye. Ben duymuştum o zaman hatta referandum sırasında şunu söylemiştim: Benim yedi sülalemi değil, yetmiş yedi sülalemi araştırmazsanız namertsiniz demiştim. 2008 yılında bunlar bir onay alıyorlar 1991 yılından bugüne kadar bütün ihaleler incelensin diye. Müfettişlere veriyorlar. Olabilir, incelenebilir. Hiçbir korkumuz yok ki, inceleniyor. İki yıl inceliyorlar. 17.6.2010 tarihli onaya geliyorum arkadaşlar, bütün belgeler elimizde, onaya geliyorum. Onay şu: Bütün bu incelemelerden sonra diyor ki, “Bahse konu onay çerçevesinde yapılan genel incelemeler sonunda konu hakkında yapılacak herhangi bir işlemin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” Şimdi Başbakana soruyorum: Benim ihale dağıttığımı söylüyor. Devlet senin emrinde, müfettişler senin emrinde, onların yaptığı incelemelerde hiçbir şey bulunmadı, çünkü benim dönemim cumhuriyet tarihinde hiçbir bürokrata uygulanmayan süre içinde hesaplarım incelendi. Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu, Başbakanlık Teftiş Kurulu, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Teftiş Kurulu hepsi inceledi. Bakanlar seferber oldular bir şey bulabilir miyiz diye. Bulamazlar… Bulamazlar… Nitekim bunlar da iki yıl uğraştılar, bunlar da bulamadılar. Peki Sayın Başbakan, sen hangi ahlakla, hangi siyasal tutarlılıkla kalkıp benim ihale dağıttığımı söylüyorsun? Benim adım Recep Tayyip Erdoğan mı?

Size bir şey daha söyleyeyim, değerli arkadaşlar, dedim ya, 1970 yılında ilk kez SSK’da emeklilik sigortasında açık çıktı. Bunun üzerine dönemin hükümeti, 1971 yılında Uluslararası Çalışma Örgütünden bir aktüer istiyor. Gelin, bizim sosyal güvenlik sistemini bir inceleyin, bu sistemi nasıl düzeltiriz diye. Antuen Zelanka geliyor Türkiye’ye ve bir rapor yazıp dönemin başbakanına bu raporu veriyor. Bu raporun 21. sayfası şöyle arkadaşlar: “Emekli sayısındaki çok hızlı artış temposunu hafifletecek tedbirler alınmadığı takdirde sigortanın mali durumu yakın bir gelecekte aylıkların ayarlanmasını çok zor, hatta imkânsız kılacak derecede kötüleştirebilecektir.” 1971. Ben o zaman yine öğrenciyim. Dedim ya, bilgi sahibi olmadan konuşmak doğru değil. Başbakan, millete doğruları söylemiyor, milleti kandırıyor. Ben kendisine çağrı bile yaptım, istersen Bakanlar Kurulunun tamamı, istiyorsan sadece Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanıyla sen, istiyorsanız diğer sosyal güvenlik uzmanlarını da alın, sizin istediğiniz televizyon kanalında, sizin istediğiniz gazetecilerle oturup tartışalım kim doğru kim yanlış. Ama gelemezler, ben de biliyorum gelemezler. Yürekleri yok, yüreği olan adam gelir, haklı olduğuna inanan adam gelir, bunlarda ne yürek var, ne haklılık var. Ben, Sayın Başbakana başka bir şey sordum, bu kürsüden iki kez sordum. Dedim ki, sen bir camide namaz kıldın, onardığın bir camide, onarılan bir camide namaz kıldın, üstelik onarımı bitmediği hâlde, çıktın avlusunda da miting yaptın ve ban sana şu soruyu sordum: O caminin onarımında yolsuzluk yapıldı. Sayın Başbakandan bir ses çıktı mı? Çıkmadı değil mi? Çıkmaz. Yine ben bu kürsüden söyledim. Ege Bölgesinde yirmiye yakın cami ve türbede onarım yapıldı ve çok ciddi yolsuzluklar yapıldı. Sayın Başbakandan bir ses çıktı mı? Çıkmadı. Bunların inançlara da saygısı yok arkadaşlar, inançlara da saygısı yok, bunların Müslümanlığı kendilerine ait. Yolsuzluk yapacaksın, üstelik milletin ibadet ettiği yerde yapacaksın, yolsuzların sırtını sıvazlayacaksın, sonra gelip bana laf uzatacaksın. Biz, kazandığımız her kuruşu alın terimizle kazandık, boğazımızdan aşağıya da haram lokma inmedi. Bunu önce Başbakan bilsin.

Bu arada, Sayın Başbakanın Mardin’e giderken “78 tesisi açıyor” deyince ben meraklandım. Ya, 78 tesis Mardin’de, Mardin’de işsizlik kalmaz, kolay değil 78 tesisi açmak. Arkadaşlara dedim ki, şu 78 tesise bir bakın bakalım nedir, kaç kişi çalışıyor, ne zaman temelleri atıldı, ne oldu? Liste geldi; çoğu ilkokul, ortaokul, lise. Okulun badanası boyası yapılmış, tesisi açıyor; çatısı aktarılmış, tesisi açıyor; il özel idaresine ait bir park belediyeye devredilmiş, tesisi açıyor, milleti kandırıyor, Recep Tayyip Erdoğan milleti kandırıyor. Çık, bu 78 tesisi adam gibi açıkla bakalım.

Şimdi, Ardahan’a da gitti. Orada da 27 tesis. Ardahan, zaten küçük yer. Dedim ya, 27 tesis, Ardahan, vallahi Ardahan abat oldu dedik. Bir baktık, istinat duvarı yapmışlar, onu açıyor Başbakan, bunun adı tesis oluyor. İnsan, hadi, kuldan utanmıyorsun da Allah’tan korkar ya, yani millete yalan söylemeye Allah’tan korkar. Üstelik bunu yaparken devletin uçağını kullanıyorsun, helikopterini kullanıyorsun, otobüsünü kullanıyorsun, gidiyorsun oraya, bütün kamu görevlilerini topluyorsun, neymiş? Beyefendi tesis açıyormuş! Ne tesisi? Çatısı aktarılan ilkokulu açacakmış! Başka işin gücün yok mu senin Başbakan? Milleti niye kandırıyorsun? Tesis açacaksan adam gibi aç, şu kadar işçi çalışıyor burada de. Bunları yapmıyorlar. Ne demiştik? Aldatanlar ve Kandıranlar Partisi, AKP bu idi, tam tipik, Aldatanlar ve Kandıranlar Partisi.

Bugün gazetelerde tam sayfa 24 baronun ilanı var değerli arkadaşlar, yargıyla ilgili kaygılarını dile getiriyorlar. Biz de bu kaygılarımızı dile getirdik, getirmeye de devam edeceğiz. Merak ettiğim birinci soru şu: Niye 24 baro? Diğer barolar nerede? Korkuya teslim mi oldular? Korkuya teslim olmayan baro ya evet der, ya hayır der. Niye ses çıkarmıyorlar? Adalet mekanizması içinde çok önemli bir işlevi olan baroların korkuya teslim olmasını beklemek demokrasinin gereği midir? Neden korkuyorsunuz siz? Ya, çıkın, adam gibi yapılan doğrudur, biz destekliyoruz deyin, ya da biz karşısındayız deyin, yanlıştır, millete anlatın niye yanlış olduğunu. Sizin göreviniz değil mi bu?

İkinci sorum şu arkadaşlar: AKP mutfağında hazırlanıyor bu tasarı, kamuoyunda tartışılması istenmiyor. Niçin tartışılması istenmiyor? Neden tartışılması istenmiyor? Yani yargı gibi önemli bir konuda yasa getireceksiniz, tasarı getireceksiniz, bırakın tartışılsın. Hayır, tartışılmasın, bir an önce geçirmemiz lazım. Neden? Korkunuz ne?

Bir başka soru, yine benim düşüncem: Tasarı hazırlayabilirsiniz elbette, ama ne yaparsınız bunu? İlgili kurumlara sorarsınız, Yargıtay’a sorarsanız, Danıştay’a sorarsınız, barolara sorarsınız, hukuk fakültelerine sorarsınız, gelip bize övünüyorlardı, biz Türk Ticaret Kanununu hazırladık, şu kadar yere gönderdik görüş almak üzere, niye bunun için görüş sormuyorsunuz? “Biz onların görüşlerini biliyoruz.” Nereden biliyorsunuz onların görüşlerini, yazılı mı verdiler? Sözlü mü anlattılar? O zaman bir başka soru daha var. Demokrasilerde bunun yeri yoktur. Bu, ancak baskıcı rejimlerde olur. Ben söylerim olur, kimse konuşamaz, kimse itiraz edemez, kimse görüş bildiremez, amaçları bu.

Ve daha da önemli bir soru: AKP, Parlamentodaki sayısal gücünü kullanarak muhalefeti susturmaya çalışıyor. Komisyonda görüşüyor, arkadaşlarımız gidiyorlar konuşacaklar. Efendim, görüşmeler uzun sürdü. Önemli bir konuyu görüşüyorsunuz, bırakın uzun sürsün. Efendim, bugün bitirmek zorundayız. Niçin bitirmek zorundasınız? Bir yerde mi yazıyor bitirmek zorundasınız diye. Mesainiz mi bitecek bitirmek zorundasınız diye? Yok öyle bir şey. Parlamentoda mesai olmaz, halk için çalışanlar için zaman kavramı olmaz, her yerde, her zaman çalışacaksınız. Efendim, komisyonda bizim çoğunluğumuz var, oylama yapıyorum. Milletvekili 5 dakikadan fazla konuşmasın. Parmaklar inip kalkıyor, eller inip kalkıyor muhalefet 5 dakikadan fazla konuşmayacak. Sonra? Efendim, siz fazla önerge veriyorsunuz. Evet, önerge de birden fazla olmasın. Eller kalkın iniyor, önerge de birden fazla olmasın. Ne olacak? Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri AKP’nin figüranı mı olacak? Biz bunu mu kabul edeceğiz? Bunu reddediyoruz, senin figüranların var zaten orada. Senin emir kulların var zaten orada. Arkadaşlarımız toplu olarak komisyondan istifa ettiler, çalışılmaz bu komisyonda diye. Efendim, niye istifa ediyorsunuz? Sen, önce kendine bir sor Sayın Başbakan, niye 5 dakikayla sınırlıyorsun? Gel, Genel Kurulda konuş, Meclis Başkanı sana 5 dakika süre versin, bakalım içine sindiriyor musun, sindirmiyor musun? Sen bir saatten fazla konuşurken, Başkan sana esneklik verirken, itiraz geldiği zaman Başkana dönüp “Sen mi susturacaksın, yoksa ben mi susturacağım” derken, efelik yaparken, bırak muhalefet de konuşsun. Hayır, o konuşmayacak. O, ben ne diyorsam onu yapacak. 5 dakikada, bu kadar önemli bir konuyu dünyanın hangi parlamentosu konuşmuş? Zorla meşru zeminlerde tartışmanın önüne geçmek istiyorlar, baskı kuruyorlar, çoğunluk baskılarını kurup meşru zeminlerde belli konuların tartışılmasını istemiyorlar. Efendim, direnecekler…Elbette direneceğiz, elbette ki anlatacağız halka, elbette ki itiraz edeceğiz. Başbakanın anlamadığı bir şey var. Sanıyor ki, bu CHP’liler de bizim gibi biat kültürünün sonucu olarak Parlamentoya geldiler. Biz öyle değiliz, düşüncelerimizi özgürce dile getiririz, özgürce söyleriz. Eğer birilerine biat ediyorsa AKP milletvekilleri, o kendi sorunlarıdır ama demokrasinin güçlenmesi için biz her türlü mücadeleyi yapacağız.

Bunların medyaları var, güvenlik güçleri var, kim olursa olsun, ister medyaları, ister güvenlik güçleri, ister başka kuruluşları, ister bürokratları kim olursa olsun haklı bildiğimiz yoldan ayrılmayacağız. Güçlüye değil, haklıya yönümüzü döndüreceğiz, güçlü ayrı, ama biz haklıdan yanayız, haklıdan yana olacağız. Öyle bir noktaya geldi ki, değerli arkadaşlar, beyefendi Denizli’de miting yapacak, yolda belli kişileri topluyorlar “siz Başbakanı protesto edeceksiniz” diye. Atıyorlar içeri, Başbakan konuşmasını bitiriyor, ondan sonra serbest bırakıyorlar ve buna diyorlar ki “demokrasi.” AKP demokrasisi bu, böyle bir demokrasi olmaz. Hangi çağda yaşıyoruz? Ne demek yurttaşı alıp içeriye atmak? O yurttaşlar haklarını arasınlar, onlara her türlü hukuk desteğini de Cumhuriyet Halk Partisi olarak vereceğiz.

O yurttaşı alıp içeri atarsın, doğu, güneydoğuda Hizbullah’la kanka olursun, sonra senin çıkar milletvekillerin itiraf ederler, sonra da beyefendi kalkar der ki, “Efendim, bu dernekler demokratik derneklerdir, oraya gidilebilir.” İyi de, mahkemenin verdiği bir karar, “terör örgütünün yan kuruluşudur” diye kapatmış ve o karardan sonra senin milletvekillerin oraya gidiyor. Ne olduklarını hepimiz biliyoruz. O bölgede kime sorsanız herkes bilir. Demokrasi bunların kafasındaki bir olay değil, zaten daha önce söylemişlerdi. “Tren gibidir, durağa gelince ineriz.” Demokrasi neymiş? Demokrasi bir araçtır onlar için, demokrasi bir amaç değil ki.

Ve bu hükümetin kafası gerçekten karışık mı, o soruyu da soralım. Daha düne kadar ne diyorlardı? “Yargıtay’da 250 sayı çok fazla, efendim olur mu 250 kişi, sayının 150’ye inmesi lazım.” Sonra ne oldu? Dönem değişti, “Efendim, 250 az, 387’ye çıkması lazım.” Şimdi, bunu yapan kim? Başbakan, altında imzası var; Bakanlar Kurulu, altında imzası var. Kim neyi yapmak istiyor? Kim çark ediyor? Kim kıvırıyor çıksın Başbakan anlatsın bakalım. Niye, 250 fazlaydı da 150 olsun dedin; niçin 250 az, 387 olsun dedin çık millete bir hesabını ver. Bize soruyorsun, biz de söylüyoruz. Şimdi biz soruyoruz, şimdi çık, millete bir hesabını ver bakalım.

Değerli arkadaşlarım, bağırmayla çağırmayla bu işler olmuyor; bu işler akılla mantıkla olur. Bağırmayla çağırmayla olsaydı ülkenin sorunu çoktan çözülürdü. Biliyorsunuz, boş varilin sesi yüksek çıkar. Niçin? Boş olduğu için. Öyle, bağır, çağır, hakaret et, küfür et, ben ülkenin sorunu çözüyorum… Hayır, bunlarla ilgisi yok. Bizim yapacağımız bir şey var. Halkı aydınlatmak, halka gitmek, doğruları anlatmak, AKP’nin ikiyüzlülüğünü anlatmak ve halktan oy istemek, amacımız bu, hedefimiz bu. Gerekirse bütün örgütlerimiz sokak sokak, cadde cadde, mahalle mahalle, semt semt örgütlenecekler ve biz tek başına iktidar için mücadelemizi vereceğiz. Baskı kuruyorlar, şiddet uyguluyorlar; baskıya göğüs gereceğiz, şiddete göğüs gereceğiz. Yurttaş çekinebilir, yurttaşın sesi biz olacağız, onun sesini biz temsil edeceğiz. İş adamları konuşamıyor, esnaf sanatkâr konuşamıyor, çiftçi konuşamıyor, baskı var, medya yazamıyor baskı var. Bütün bu baskılara direnmek her Cumhuriyet Halk Partilinin, her yurtseverin, her namuslu adamın, her demokrasi isteyenin, her özgürlüğü isteyenin temel görevi olmak zorundadır, bunu yapmak zorundayız.

Baskıcı rejimlerin nereye geldiğini gördük. Yoksulluğun, işsizliğin, açlığın ve yolsuzlukların ülkelere nereye getirdiğini gördük. Tunus’taki, Mısır’daki olaylara bakın. Tunus’taki olayları tetikleyen konu, bir kişinin, bir üniversite öğrencisinin, üniversiteyi bitirmiş bir öğrencinin işportacılık yapan, yapmak zorunda kalan bir öğrencinin kendisini yakmasıyla başladı. Mısır’a bakın, nüfusun yüzde 50’si 2 doların altında gelir elde ediyor, yani Birleşmiş Milletlerin belirlediği açlık sınırın altında nüfusun yüzde 50’si. İşsizlik kol geziyor, yolsuzluklar almış başını gidiyor, yargı bağımsız değil, üst düzey yargıçları devlet başkanları atıyor, o yüzden yolsuzluk dosyaları da çıkmıyor ortaya, baskı almış başını gidiyor. Sosyal medyanın bir işlevini gördük. Sosyal medya aracılığıyla binlerce genç haberleşti, baskıya karşı direndi ve eylemlerini sürdürüyorlar. Biz, o ülkelerde de demokrasi istiyoruz. O ülkelerde de özgürlük istiyoruz, o ülkelerde de parlamenter sistem olsun, yurttaş milli iradeyle kendisini temsil edecek milletvekillerini seçsin diyoruz, o ülkelerde de eşitlik olsun diyoruz, o ülkelerde de sosyal devlet olsun diyoruz, o ülkelerde de üniversiteler özerk olsun diyoruz, o ülkelerde de baskılar kalksın, baskı rejimleri son bulsun. Biz demokrasiyi istiyoruz, özgürlüğü istiyoruz; o ülkelerde de istiyoruz. O ülkelerde yaşayanlar bizim kardeşlerimiz, baskıya tahammül edemediler, yolsuzluklara tahammül edemediler, açlığa tahammül edemediler, gelecek kaygısını atamadılar üstlerinden, onlara özgürlük, onlara insan hakları söylemini göndermek, o söylemleri oralarda da gelişmelerine katkı vermek bizim görevimiz olmalı. Genç nüfus yüksek, ama işsizlik de bir o kadar yüksek, açlık almış başını gidiyor, eşitsizlikleri yenmek gerekiyor, o ülkelerde de bunun mücadelesi verilmelidir.

Güçlerin tek elde toplanmasının getirdiği sorundur bu arkadaşlar. Demokrasi olsa idi, özgürlükler olsa idi, eşitlikler olsa idi, insan hakları daha gelişmiş olsaydı o ülkelerdeki tablo bugüne gelmezdi. Geldiğimiz çağa iletişim çağı diyoruz, bilgi çağı diyoruz. Bilgiyi gizleyemezsiniz, artık en küçük yere bile dünyanın her köşesindeki bilgiyi ulaştırmak mümkün. O zaman insanların aydınlanmasının önüne engel koyamazsınız, baskı kuramazsınız, baskıcı rejim olamazsınız; özgürlükleri açın, sözlerini verin, demokrasiyi güçlendirin, insan haklarını güçlendirin Türkiye Cumhuriyeti de size her türlü desteği versin. Bizi model alın, Türkiye Cumhuriyeti modeli Mustafa Kemal’in modelidir. Bu model, özgürlükçü modeldir, insan haklarına saygılı modeldir, kadın erkek eşitliğine inanan modeldir, sosyal modele inanan modeldir, sosyal devletin güçlenmesini sağlayan modeldir, örgütlü toplum olmaktan yanadır, işçinin ve işverenin, çiftçinin, toplumun her kesiminin özgürce örgütlenebildiği modeldir. Yurttaşın sesinin özgürce çıktığı modeldir. Toplu sözleşmenin, grevin hak olduğu modeldir. Bu modeli biz Ortadoğu’da da isteriz. Ortadoğu’da da bu model gelmeli ki, Türkiye’nin öncülüğünde demokrasi bütün Ortadoğu’ya çiçekler gibi gitsin, biz bunu isteriz. Bunu isteriz ki, o bölgelerde de uygarlık gelmiş olsun.

Değerli milletvekilleri, son bir konuya daha değinip konuşmamı bitirmek istiyorum. Aslında buna girmek istemiyordum ama Sayın Başbakan sekiz yıldır bir lafıdır tutturmuş gidiyor. Vay darbe olacak… Yok, darbecilere karşıyız… Yok, darbeciler geldi. Bıktık ya, darbe edebiyatından. Ve ben şunu söyledim: Sayın Başbakan, eğer bu ülkede darbe olacaksa o tankın önüne önce Kemal Kılıçdaroğlu çıkacaktır. Ne korkuyorsun sen. Darbe yok arkadaşlar, ne darbesi. Hangi çağda yaşıyoruz, darbe geldi diyorsunuz. Milletin gündemini çalmak istiyor. Sen darbeden söz edeceğine, milleti korkutacağını, çık milletin önüne de ki, ben işsizliği şöyle yeneceğim, yoksulluğu şöyle bitireceğim, bunları söylemiyorsun. Siz, hiç Başbakanın ağzından biz işsizliği şöyle azaltacağız diye bir laf duydunuz mu? Duyamazsınız. Onun derdi o değil. Efendim, darbe olacakmış… Ne darbesi? Nereden çıktı bu işler? Milleti korkutuyorlar. O açıdan her yerde rahatlıkla söyleyebilirsiniz. Biz demokrasiden yanayız. Bir de kalkmış, Rahmetli Menderes’i sömürmeye çalışıyor. Sen kim, rahmetli Menderes kim. Sen daha Menderes’in vasiyetini bile okumamışsın. Menderes’in çocuklarına yaptığı vasiyeti bir oku bakalım. Onun için öyle darbeymiş, şuymuş buymuş gibi milleti korkutuyorlar. Yok öyle bir şey. Biz demokrasi istiyoruz. Halkımıza güveniyoruz, halkımızın iradesine de güveniyoruz, halkımıza saygı duyuyoruz, bize oy veren vermeyen bütün millete de saygı duyuyoruz biz. Kim darbe yapacakmış? Yok öyle bir şey. Onun için Sayın Başbakan halkın gündemini halkın önünden çalmak istiyor. Tipik bir örneği, bugün darbelerden söz ediyor. Tipik örneği Kars’taki heykeldir. Sanki bu milletin derdi yok, 70 milyon Kars’taki heykele kilitlendik, yıkılsın mı, yıkılmasın mı? Ucube mi, değil mi? Ya, bu milletin derdi işsizlik kardeşim. Git bak bakalım, üniversite mezunlarının kaçı iş buldu? Bu ülkede açlık var. Samsun’da 2,5 aylık çocuk, annesinin kucağında açlıktan ölüyorsa bu ülkede bir sorun var demektir. Bizim derdimiz bu. Tutturmuş heykel, yıkacağım. Söyledim programda, kendisini arabadan kurtaran balyoz vardı ya, o balyozu alsın gitsin Kars’a heykeli yıksın kardeşim. Sayın Başbakana şunu da söyleyeyim. O heykeli yıkarsa heykel yıkan başbakan olarak tarihe de geçer, bir de öyle tarihe geçsin ne olacak yani, hep yolsuzluklarıyla tarihe geçecek değil ya, baskı rejimiyle tarihe geçecek değil ya. Yargıyı ele geçirmek için çaba veriyor, onun için tarihe geçecek değil ya, bir de heykel yıkan başbakan olarak tarihe geçer.

Hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum arkadaşlar.